|
Konu Kimliği: Konu Sahibi CaferTayar,Açılış Tarihi: 18 Nisan 2008 (18:48), Konuya Son Cevap : 10 Kasım 2008 (15:12). Konuya 3 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
18 Nisan 2008, 18:48 | Mesaj No:1 |
gönüller sultanına gönüller sultanına GÖNÜLLER SULTANINA ÖZLEMNÂME Âsi ümmet’ten Güzeller güzeli Resule; Saygı, muhabbet ve özlemle… Rabbin adı ile başlamak her işe ve adı ile tutunmak hayata besmelesi idi kalbinizin efendim. Her güzelliği O’nun kereminden ummak ve sığınmak bütün şerlerden O’nun yüce kudretine huzuru idi yüreğinizin. Yalnızca O’na kul olmakla özgürleşmiştiniz kendinizden ve tüm dünyevi zincirlerden. İzzeti O’nun dostluğunda bulmuştunuz. Muhabbet ve tevekkülün tahtına O’nun engin lütfü ile kurulmuştunuz. Nâ mütenâhi hamd ve sena idi zikriniz efendim; O, sizden, siz de O’ndan hoşnut olmuştunuz… Hamd ve sena olsun O’na; bizleri de iman izzetine kavuşturduğundan dolayı. Minnet ve şükran olsun sizden haberdar ettiğinden, iman ve muhabbetinizle kalbimizi merzuk kıldığından dolayı. Salât ve selam olsun size efendim; yüreğimizde iman meşaleleri tutuşturarak dünya ve ukbamızı ışıttığınız için. Muhabbet ve hürmet size; bize Rabbimizi sevmeyi ve rızasına erme yolunu gösterdiğiniz için. Selam olsun âl-inize, ashabınıza ve kutlu yolunuzun takipçisi, gıpta ufkumuzun yıldızları olan tüm iman erlerine. Sultânım efendim! Salat ve selam kolaydı, onları size bir buket gül sunarcasına sunmak kolaydı. Çünkü Rabbimiz övmüş, O salat ve selama layık görmüştü sizi. Ama ben söze nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Hislerimi nasıl anlatacağımı bilemiyorum efendim. Mektubumun satırlarına ne ile başlasam, hangi sözle hitap etmeye kalkışsam size, önce sözler kızarıyor heyecanından, sonra da ben hicâbımdan!... Efendim! Hani sevgiliye vermek üzere şiirler yazar ya âşıklar, ya da bir name yazabilmek için ona, onlarca söz arasından sözler seçerler de hiç birini de sevdiklerine layık görmez ve buruşturup atarlar ya yazdıklarını. İşte onların acemiliği ve telaşıdır bendeki efendim. Efendim! Zaman zaman, dünyanın işve ve kıskaçlarından fırsat bulabildikçe gurbetinizde olmanın hasreti çöreklenir yüreğime. Bir haller olur kalbime. İşte o zamanlarda gönül kalemimle yazıp salât, selam, dua ve muhabbetlerimle tezyin etmeye çalıştığım duygularımla size kendimi daha da yakın hissetmenin huzurunu duyarım içimde. Bu mektubum da aslında bunlardan bir kısmının ürkek, halsiz ve mecalsiz bir şekilde, belki gönül katınızda kabul görür ümidiyle size doğru kanat çırpmasıdır efendim. dünya bana yurttur, sıladır sandım / fütursuz hislerle gezdim, dolandım, anladım gurbetmiş, hicranla yandım / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Gurbet çetin. Gurbet zor. Gurbetiniz zor efendim. Amansız bir törpü gibi ha bire aşındırır yüreğimi. Fiziki olarak yaşanan gurbetler bir yazgıdır, kavuşma ânı gelinceye kadar değiştirilemez bir kaderdir bilirim. Ama yine de bir vuslat umudu’nun kanatlarına tutunmak özlemlerin doruğa tırmandığı anlarda bile sabır, huzur ve rahatlık verebilir insana. Efendim! Öyle zannediyorum ki; gurbetlerin en çetini ruh gurbetidir. İnsanın sevdiği bir varlıkla ruh gurbetine düşmesidir en kahredici olan gurbet. Yüreğimin özlemlerinin yüreğinizdekilerle örtüşmüyor olması, ruhumun ruhunuzla aynileşemiyor olması yani sizinle ruh gurbetinde yaşıyor olmak ihtimali bile tedirgin eder beni efendim. Gurbetin insanı için için eriten ve bir gam cenderesinde çürüten o kesif havasını soluyor olmak endişesi bir ateş gibi yakar yüreğimi. Sevgilerin samimiyeti ve yoğunluğudur özlemleri sürekli ve yakıcı kılan sözüne takılıp kalır aklım. Bir de yüreklerin ayniliğidir hasretleri yalazlayan sözü. Bu tespitleri düşündükçe sevgimden yana endişelerim artar efendim. Dünyevi mutluluk sebeplerim olan sevdiğim ya da eşim, yavrularım, anam, babam, işim ve benzeri nimetlere olan özlem ve bağlılığım düşer aklıma, onlar için ortaya koyduğum fedakârlığım düşer. Onlarla ilgili doğal reflekslerim, muhabbet sıcaklığımla size olan sevgi iddiamı kıyas ederim istemeye istemeye. O an “anam, babam sana feda olsun yâ rasûlallah” diye etrafında pervane olan sevdalılarınız düşer aklıma, size bir zarar dokunmasın diye cephede önünüze etten duvar ören fedakar yiğitleriniz düşer. İçim titrer efendim. Utanırım! Size olan özlem iddiamın samimiyetsiz olması ihtimali, ya da en iyimser yanıyla baktığımda bile yetersizliği endişesi saplanıp kalır çatallı bir kıymık ya da bir paslı çivi gibi. Efendim! Ya bu ruh gurbetim bitmeden; bir ümmet olarak sana duymam gereken muhabbet yüreğime kök salmadan biterse fiziki gurbetim. Ya kalbimin ve amellerimin kara yüzü henüz muhabbet güneşinizle aydınlanabilme şansını yakalayamamışken çalarsa kapımı ecel. Bütün aydınlanma imkân ve ihtimallerini ebediyen sonlandırarak alıp götürürse ukbaya beni. Ya o mekân benim için bitimsiz bir hasret ve “eyvah” mekânı olursa diye endişeler, sancılar sarar bütün hücrelerimi gece, gündüz. Çetindir gurbetinizde olmak efendim. Söz’de değil, öz’de bir gerçeklikle sılanızda olabilmek, Ruh gurbetimden kurtularak sevenlerinizden biri olabilmek, sevginizi kazanma şansına eren bahtiyarlar arasında yer edinebilmek özlemi tüter gözümde. Muhabbetinizin ruh sılamın vuslat ufkunda yüreğimi ısıtan bir güneş olmasını düşlerim hep ve hep bunu dilerim Rabbimden. ruhum şu dünyanın şevkine kanar / gönlüm heveslerle tutuşup yanar bilirim halime yüreğin kanar / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Yana yakıla dillendirdiğim dileğim; Gönül ve ruh vuslatım olsun isterim yüreğimin sahibinden. Mecnunun olmanın en yüksek akıl olgunluğu olduğu bilinciyle adanmışlık çölüne düşürmek isterim yüreğimi. Bunun için eskiteyim isterim ömrümü. Bunun için bir an dâhi düşünmeden düşebileyim isterim yollarına. İsterim ama sadece istemek yetmez değil mi efendim. Adanmak gerek maşuk uğruna… Biliyor ve inanıyorum ki efendim; şimdi sen orada sıra dışı bir saadet iklimindesin. Rabbin muhabbet sofrasında tarifi imkânsız ihsanlarla rızıklanmaktasın. Ama her şeye rağmen ümmetin için de endişelenmekte, kaygılanmaktasın. Yüreğin üzerimize titremekte biliyorum. Ya ben nasılım efendim. Ya sen bana sormayacak mısın “ey ümmetim, ey yetimim! ey yitiğim nasılsın?”diye! Yoksa ben haklarında endişelendiğin, üzerlerine titrediğin ümmetinden değilmiyim efendim?! Eğer öyle ise diye o kadar endişeliyim ki. Aradan asırlar geçmesine rağmen samimi gönüllerde bir sevgi çağlayanı gibi biteviye akıp duran muhabbetini yüreğimde gereğince hissedememek beni de kahrediyor. Sevginin kabuğunda olduğumu, onunla oyalandığımı, özüne intibak edemediğimi hissetmek benim de canımı yakıyor efendim. Sana gereğince ümmet olamamanın ezikliği dermanını kesiyor kalbimin. Senin muhabbetini özümde ve özel olarak duyamadan ve bu muhabbetinle doyamadan, bu sevgi ikliminde kavuşabilmek için özlemine yanamadan yüreğim yorgun düşecek diye öyle korkuyorum ki efendim. ben âsi ümmetim, ben isyankârm / günah yükü oldu dünyadan kârım(!) düştüğüm bu haldan inan bîzârım / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Sultânım efendim! Size “sen” diye hitap etmeme izin verir misiniz acaba! Biliyorum ki; ben size “siz” desem de Rabbimizin size ihsan etmiş olduğu o ulvî payeye, sizin muhterem şanınıza bir ilave yapmış olmam. Ve öyle inanıyorum ki; tüm harfler, heceler, kelimeler, sözler ve her şey sizin adınızda, sizinle ilgili bir yerde geçince izzet buluyor, göneniyor ve seviniyorlar efendim. Ne olur! Size “sen” diye hitap etmemi saygısızlık olarak kabul buyurmayın olur mu efendim. Siz demek bir saygı ifadesi olsa da, daha çok bir resmiyet, bir mesafe, bir uzaklık var özünde. Oysa ben size bir can kadar yakın hissetmek istiyorum kendimi. Rüyamda da, hayalimde de olsa nazlanmak, başımı dizlerinize koymak, parmaklarınızın bir zamanlar ümmetin yetimlerinin başında gezindiği gibi saçlarımda şefkatle gezindiğini hissetmek istiyorum. Farklı bir çağda ve sizden uzakta yaşamak kaderinde olan bir yetiminiz olan bana ve bu dileğime lütfen tebessüm edin, lütfen bu saadeti benden esirgemeyin olur mu efendim. Biliyor musun efendim; Adınla nefes alıyorum, seni anabildiğim tüm zamanlarda adın ısıtıyor yüreğimin üşümüş yanlarını sıcacık bir güneş gibi. Adın bana Rabbimi hatırlatıyor. O’na kulluğumu, sen’in O’na kul ve elçi oluşunu, numune-i imtisal oluşunu hatırlatıyor bana. Adınla ışıtıyorum karanlık yanlarımı efendim. Adınla tutunuyorum hayata ve adınla arınıyorum kirlenmişliklerimden. Sultânım efendim! Biliyorum benimkisi bir ham hayal ama, olsun yine de kuruyorum işte; belki Rabbim ihsan ederde ukbada nasip eder diye. Sana şöyle candan iki dostun sarılışı gibi özlemle sarılmak geliyor içimden, kollarının arasında kaybolmak geliyor. Tâ özümden gelen bir hasretle “nasılsın?” demek, gül hatırını sormak geliyor içimden efendim. Muhabbetimi sunmak istiyorum sana bütün varlığımla. Önünde diz çökmek, dizlerimi dizlerine dayamak, ellerimi ellerine teslim etmek, sıcacık bakışlarını gözlerime değdirmeni dilemek senden efendim. Ve asi oluşuma, duyarsız oluşuma aldırış etmeden bana “ümmetiiiim!” deyişini duymak istiyorum. Bir muhabbet denizi olan gözlerinde kendimi kaybederek arınmak, heves bataklarında kaybettiğim özümü sende yeniden bulmak istiyorum efendim. Sultânım efendim! Biliyor musun; rüyalarımda da olsa bana bir kez “ümmetim!” demeni, selamınla şereflendirmeni ve o güneş gibi tebessümünle yüzüme gülümsemeni o kadar arzuluyorum ki. hasretim sultanım ben sana hasret / canımı yakıyor amansız fetret rüyamda da olsa yüzünü lütfet / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Sana ümmet olmak iddiamı rüyamda da olsa kabul etmene o kadar ihtiyacım var ki efendim. Çünkü ben kendi iddialarıma bir türlü güvenemiyorum. Bir taraftan senin ümmetin olduğumu söylüyorum, diğer taraftan da seni üzecek, utandıracak haller ve ameller peşindeyim gece gündüz. Bu halim beni tedirgin ediyor. Akıbetimden endişe ediyorum efendim; ya o gün bana “ümmetim” demez, liva-i hamd altında barındırmaz, iklimini soluklanmama imkân tanımazsan diye aklım çıkıyor inan. Sultânım efendim! Bu endişelerim de de haksız değilim hani. Sen müminler bir vücudun organları gibidir; bir organ hasta olursa tüm organlar o’nun rahatsızlığını hisseder buyurmuştun ya hani. Âh efendim âh! Ben neden öyle değilim. Neden yanmaz vücudum ümmetinin muztazafları ile birlikte. Neden yüreğimle duymam çığlıklarını bir türlü. Neden uzanmaz onlara yardım elim. Neden çocuklar katledilirken çocuğumun katledilişi gibi hissedemem bunu. Neden kadınların iffeti kirletilirken kendi kadınım kirletiliyormuş gibi çılgına dönmem, neden, neden, neden! Senin gerçek ümmetlerinden değil miyim yoksa efendim, söyle lütfen; değil miyim?! İnanabiliyor musun efendim; yanımda, yakınımda, yaşadığım şehirde, ülkemde, bütün dünyada açlıktan inleye inleye ölüyor insanlar. Çöl sıcaklarında susuzluktan helak oluyorlar. Sen “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyurmana rağmen, senin ümmetin olan ben yemek beğenmiyorum soframda efendim, ben kontrolsüz iştahımdan dolayı yediklerimi sindirebilmek için çareler arıyorum. İsraf ederek vücuduma depoladığım yağları eritebilmek için paralar ve zamanlar harcıyorum efendim. “Sen nasıl ümmetsin böyle” dercesine yüzüme hüzün ve teessür içinde baktığını hissediyor gibiyim ve bu haklı bakışların altında eziliyorum efendim, Sultanım efendim! Toplumsal hayatın, birlik ve beraberlik ruhunun “olmaz’sa olmaz”larından olan kardeşlik ruhumuz yaralı, dertli dostluk ruhumuz. “ Birbirlerine düşman iken, (çetin) bir uçurumun tam kenarında iken insanlık (kutsi bir el ile çekilip alınan) kurtarılan, ilahi bir Rahmet ile kardeş kılınan Müslümanların arasına da fitne ateşi düştü efendim. Birbirimizle dost olabilmenin önüne binlerce engel mazereti üreten bizler; senin düşmanlarınla dost olabilmek için binlerce şirin maskeler takar olduk sebeplerin ve olayların yüzüne. Bölündük, parçalandık, gücümüz, direncimiz, rüzgârımız kayboldu. Parça parça olan çokluğumuz zillete düşmemize engel olamadı efendim. Bizi zayıf düşürdü bu hamakatımız efendim. Zayıf kalışımızın nedeni zaafımızdı, korkularımız, vehimlerimiz, tutkularımız, çıkarlarımızdı; her biri tahripkâr birer virüs gibi üşüştü yüreklerimize. Çürüttü, kokuşturdu birlik ruhumuzu efendim. “Bir binanın tuğlaları gibi” olamadık bir türlü. Her birimiz bir hevesin peşinden savrulduk, her birimiz bir mezbelede keyif çatarak çürümeyi bekliyoruz kurtuluş hülyaları içerisinde efendim. ümmetin mazlumdur, ümmetin ağlar / koptu muhabbetle bağlanan bağlar dertlinin halinden ağlamaz sağlar / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Biz böylesine uzaklaşınca özümüzden fitnenin günü doğuyor efendim, bayram ediyor iblis’ler. Efendim! Cehalet keyif çatıyor yeryüzünde. Cehlin ilacı unutuldu. Bilmeyenler bilgiçliklerini sergiliyorlar büyük bir pişkinlikle ve sonuna kadar. Bilmediklerine düşman kesiliyorlar ön yargılarının güdümünde. Mükerrem dini, İslamı bilmedikleri için düşman kesiliyorlar ona, hem de azılı birer düşman. Efendim bilmemeleri sadece okumamaktan, araştırmamaktan kaynaklanmıyor şüphesiz; okuyanların bir kısmı da bağnazlık gözlüklerini takarak okuyorlar ve farklı düşünüyorlar doğal olarak. Kısmetlenemiyorlar ondan bir türlü. Öyle ya efendim; bilgi elde etmek ile bilmek aynı şey değildi değil mi.? “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur(lar)mı” değil mi efendim? Taif dönüşündeki “onlar bilmiyorlar, affet Allahım, onları affet” diye yakarışın düşüyor aklıma. Bunlar da bilmiyorlar mı diye düşünmeden edemiyorum efendim. Ama bunların her türlü cinliğe akılları eriyor, her türlü düzenbazlığa kafaları çalışıyor. Yani Taifin kandırılmışları kadar saf değiller efendim. Ta âdem atandan beri insanlığa huzur ve adalet getiren, bir zamanlar saadet asırları oluşturan aziz İslam şimdilerde kimileri tarafından çağdışı sanılıyor ve sayılıyor. Ama işin daha da acı olan tarafı nedir biliyor musunuz efendim; iman ettiğini söyleyen insanlardan bir kısmının da bu akıl tutukluğuna, bu cinnet sayıklaması haline inanarak onların yanında yer alıyor olmaları. Senin bütün çağları ve zamanları kuşatacak kemalatta olan değerlerin ve ahlakın çağdışı sayılıyor kimilerince, inananlar(!) dan bir kısmı da böyle söylemeye başlıyor yaşadığı gibi inanmanın kıskacında. Efendim! işte bu inanç açmazları ve keşmekeşi arasında bir taraftan senin gece gündüz virt edindiğin, “gökteki yıldızlar gibi” olan ashabının gönül huzuru edindikleri, okumadan ve bir iş yaparken dikkate almadan edemedikleri ulvi mesaj, yüce Kur’an çöl kanunu sayılıyor münkir ve münafıklar tarafından. Çeşitli bahanelerin ardına sığınılarak ümmetin yavrularının o’ndan beslenmesinin önüne engeller konuluyor ki; o ruhtan uzak, diledikleri gibi şekillendirerek kullanabilecekleri kukla bir nesil yetişsin. Ümmetinin asileri de tebessüm ediyor, taraf oluyor böylesi bir soy kırıma, böylesi bir ruh tahribatı girişimine. bu can anladım ki ten de emanet / ister kabul buyur, ister gümân et sen keremkâr dostsun lütfet, emân et / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Diğer taraftan islamın kadına sunduğu en özel makamlar bir bir yok edilmeye çalışılıyor. Öncelikle iffetini tahribe kalkışıyorlar İslam kadınının, tahammül edemiyorlar kendileri gibi olmayışlarına. Başlattıkları bir ahlak tahribatı kampanyasında kendilerine benzetmenin sancısıyla kıvranıyorlar gece gündüz. Kurdukları şehvet tuzaklarına çekerek kokuşturmaya çalışıyorlar o tertemiz varlıkları. Bir teslimiyet ve iffet simgesi olan tesettürleri yok edilmek isteniyor sonra; sinsi tuzaklara çekilerek. Bir istikbal yokuşunda yorgun düşürerek yüreklerini onların pes etmesini sağlamak istiyorlar. Öte yandan “gözümün nuru namaz” dediğin ibadeti yapmak isteyenler mahrum ediliyor en doğal haklarından. Dinin direği olan bu ibadet yine istikbal endişelerine kurban edilerek çıkarılmak isteniyor Müslüman’ın gündeminden. Yani efendim; Müslüman olmak ve Müslüman kalmak ifade buyurduğunuz gibi “avuçta kor ateşi tutmak kadar zor” oluyor efendim. Efendim! “ne zulmediniz ne de zulme razı olunuz” buyurmuştun ya sen ümmetine. Zalimlere karşı birlik ve dayanışma içinde olmayı tavsiye ve emir buyurmuştun ya efendim. Biz unuttuk o tavsiyelerini de diğer birçok emir ve sünnetini unuttuğumuz gibi. Bundan dolayı da başımızdan bela eksik olmuyor bir türlü. Neredeyse yeryüzündeki bütün müstekbir zalimler el birliği ederek göz dikti değerlerimize efendim. Tüm değerlerimizi talan ediyorlar çekirge sürüleri gibi. İşin garibi efendim; biz birbirimizle dayanışma içerisinde zulme karşı direneceğimiz yerde o zalimlerin yanında yer alır, onların çıkarına aracılık yapar olduk kardeşlerimizin aleyhine olarak. Mazlum zayıf, zalim azgın can yakar / insanlık ilgisiz, kayıtsız bakar Bir de; bozguncular diye ad takar / şefaat dilerim yâ Rasûlullah Bu gaflet ve dalaletimizden güç alan zalimler her tarafı kan gölüne çevirdiler efendim. Çağdaş vampirler kan ile besleniyorlar şimdi. İslam toprakları alev alev yanıyor efendim. Filistin’den, Irak’tan, Afganistan’dan ve daha nice mazlum coğrafyan dan yükselen figanlar yürek parçalıyor. Çağdaş neronlar keyif içindeler efendim. Ellerinde ki kadehlerini bu feryatlara kaldırıyorlar kahkahalar içinde. Âh efendim! Ümmetinin bağrında ki bu ateş nasıl sönecek, nasıl dinecek bu feryatlar. “Bir vücudun organları gibi” hissedemez olduk kardeşlerimizin bitimsiz sancılarını. Hatta kendi sancılarımızı dahi hissetmekten aciz durumdayız efendim. Çare olarak duâ düşüyor kimi zaman aklımıza efendim! Dua ediyoruz, dualar ediyoruz ama bu günahkâr, bu şuursuz ve sancısız yüreklerden bir türlü yükselemiyor hak katına sanki dualarımız. Dualarımızın kanadı kırık efendim, yakarışlarımız yorgun, niyazlarımız kirli. Çünkü fiili duayı terk ettik efendim, yattığımız yerden, tutkularımızın, heveslerimizin peşindeyken bize ulaşması hevesine kapıldık Mevla’nın yardım elinin. Ama heyhat; zahmetsiz rahmetin olmayacağını görmezden geldik ve aldandık. Ama efendim! Gün geçmez ki dünyanın birçok yerinden körpecik vücutlar vahşice parçalanarak hicranlı bir dua gibi çığlık çığlığa yükselmesinler duanın kıblesine. Gün geçmez ki efendim; mazlum ve mağdur kadınların kirletilen iffetleri bir hüzün duası gibi mahcup ve kardeşlerinden müşteki olarak yükselmesin hak katına. Gün geçmez ki çığlıklar ayyuka çıkamasın her bir yerden. Umarız ki; bu dualar rabbimizin gazabını çekmez üzerimize, dileriz ki helakimize vesile olmazlar efendim. dua samimiyet, dua yöneliş / dua hakk katından yardım dileyiş âsân olur dua ile her bir iş / şefaat dileriz yâ Rasûlallah Çoğu zaman olduğu gibi yüreğim saadet asrına yöneliyor bir an. Hayal iklimimde seni ashabınla birlikte muhabbet ederken buluyorum ashâb-ı suffa da. Onlar ne kadar şanslılar efendim, ne kadar mutlular onlar. Bunu gözlerindeki şulelerden, yanaklarında ki mutluluk gamzelerinden anlıyorum efendim. Bir de gül kokulu nefesinizi yüzlerinde hissedercesine sana yakın, meftun ve tutkun bir şekilde seni dinleyişlerinden. Ayrılıyorsun aralarından; sanki çok uzak bir gurbete gidiyormuşsun gibi hüzün duyguları içerisinde bakakalıyorlar arkandan. Bu özlemi her ayrılışınızda tekrar tekrar yaşıyor ashabınız. Muhterem efendim! bu muhabbeti görünce bir kat daha fazlalaşıyor zatına muhabbetim ile ilgili endişem ve teessürüm. Yol üzerinde bir çocuk ilişiyor gözüne. Bir taşın üstüne oturmuş, mahzun, kederli. Yanına varıp hatırını soruyorsun. Başını okşuyorsun pamuktan ellerinle. Bir anda tebessüme konak oluyor kederli yüzü çocuğun. Kulağına bir şeyler fısıldıyorsun. Ne söyledin bilmem ama, bir anda oynaya güle uzaklaşıyor yanından çocuk. Hane-i saadetinize yöneliyorsunuz sonra. Kapıyı tıkırdatıp selam veriyorsunuz. Muhterem eşlerinizden birisi açıyor kapıyı; yüzünde bir demet tebessüm ile. Sen de o’na tebessüm ediyorsun bembeyaz dişlerin inci gibi parlayarak. Birlikte giriyorsunuz içeri. Dudağımda ümmetinden sayısız insanın böylesi tablolara duyduğu hasret ve özlemi simgeleyen bir “âh” ile bakakalıyorum ardınızdan. Sultanım efendim! Sen hayatın boyunca yaşadıklarınla hayatımıza anlam kazandıran bir şiirdin adeta. Sonra ümmetinin şiir yüreklileri tarafından naat naat yazılan sen. Naat’lara şeref sunan sen. Şiirlere muhabbet katan ruh sen’din. Hayatın bütün safhalarında müşahhaslaşan nâdide ahlakınla sen nümune bir insandın ve şiir gibi bir can’dın efendim. “Size iki şey bırakıyorum ki; bunlara sarıldıkça yolunuzu sapıtmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an ve benim sünnetimdir” buyurmuştun değil mi efendim. Nasıl da unutuyoruz öyle değil mi. Bütün açmazlarımızın reçetesinin bıraktığın bu iki emanette olduğunu. Tüm serzeniş ve özlemlerimizin ilacının onlarda saklı bulunduğunu nasıl da göz ardı ediyoruz değil mi efendim. Elinde gerçek ilaçlar bulunduğu halde ehliyetsiz tabiplerden ve sahte ilaçlardan medet uman ahmak hastalara nasılda benziyoruz bu halimizle değil mi efendim. yusuf vird eyledi hak kelâmını / cana minnet bildi bir selâmını rabbinin izniyle ver emânını / şefaat dilerim yâ Rasûlallah Efendim! Farkındayım mazeretler arkasına sığınmakla kendimi kandıracağımın. Farkındayım onlarca görkemli sözün bir cılız amelin yerini doldurmadığının. Farkındayım efendim; geç kalınmışlıkların tahribatını tamir işinde serzeniş ve teessürlerin hiç bir işe yaramayacağının. Farkındayım efendim karanlıklara kızmanın, küfretmenin, lanet okumanın şafağa yardımcı olamayacağının. Sultânım efendim! “Sendeki o iki mektubu tekrar tekrar oku, satır aralarında ki gizemleri yakaladıkça daha da rahatlayacak yüreğin, buna inanıyorum. Ey “asi ümmet” olma endişesiyle kıvranan yürek, endişelenme; bu sancıların var oldukça ve girişimlerle de desteklendikçe özlediğin şafaklara bir gün mutlaka ulaşacaksın. İşte o zaman ellerimiz de yüreklerimizde birleşecek, aynileşecek, yüreğin vuslatla dirilirken ruh gurbetin de sona erecek” deyişini tâ derinden hissediyorum efendim. Evet efendim! şimdi daha da ümit yüklü olarak yürüyorum yıpranmışlıklarımın ve yılgınlıklarımın üzerine. Efendim! Kişi sevdiği ile beraberdir buyurmuştun ya hani. Ben de inşallah dünyada emir ve tavsiyelerini hayat tarzı olarak seçerek, ukbada da komşularının arasında yer almayı umarak seninle birlikte olmak istiyorum efendim. Çünkü seni seviyorum. Seni çok seviyorum. Rabbimden sonra en çok seni seviyorum. Görüşebilmek umudu ve dileğiyle, özlemle kucaklıyorum efendim… En derin saygılarımla. Âsi Ümmet’in. | |
Konu Sahibi CaferTayar 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hacet kapısın tıklarken | Şiirler ve Şairler | CaferTayar | 0 | 2037 | 13 Eylül 2008 11:34 |
geçmiş zaman aynası | Şiirler ve Şairler | CaferTayar | 0 | 2142 | 13 Eylül 2008 11:29 |
Cuma Günü Selevat Getirmenin Önemi: | Dua Bölümü | Seyyid | 1 | 2495 | 12 Eylül 2008 12:39 |
rahmet katrelerinde bir cuma soluğunda dua | Dua Bölümü | CaferTayar | 0 | 2369 | 12 Eylül 2008 12:31 |
Hayat ve kulluğumuz açısından Ramazan | Cuma-Bayram-Kandiller | CaferTayar | 0 | 2051 | 06 Eylül 2008 13:07 |
18 Nisan 2008, 23:06 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: gönüller sultanına Mutlak (Bir)’in bir ve tek olarak yarattığı... O, kendisinden sonraki halkalanışa, Allah’ın, kendisiyle sayı sayı yol verdiği... O, bizzat oluşun sırrı, adedlenişin vâhidi... O, insanın gayesi, Peygamberliğin ufku... Ezelde sebep, ebede netice... O, zâhiriyle, sayısız çizgili Şeraitin, bâtınıyle de bütün çözgilerin tek noktada hududlaştıran hakikatin merkezi... Merkezlerin merkezi... O, işte O... {{O}} mefhumun da ruhu, O... Bâtınına dönen bütün ışıkları bir anda karartan; idrakin ötesinde ve kıyısında; verâsında tecelli eden O... Allah’ın diliyle : {{Ben insanın en büyük sırrıyım ve insan benim en büyük sırrım.}} derken, belirttiği insanın ta kendisi... O, bütün hisselerin ana sermayesi... İnsan olmaya en büyük insan, Peygamber olmaya en büyük Peygamber... Fakat bütün çerçevelerin üstünde ve nâmütenahi kere, O, yani bir kere O... {{Bir}} O’nundur. Ve kainat tesbihinin, bütün taneleri, içinde ve keyfiyetinde taşıyan ilk tanesi O’dur...(S.A.V) Necip Fazıl KISAKÜREK Başbuğ Velilerden 33 |
19 Nisan 2008, 22:44 | Mesaj No:3 |
Cvp: gönüller sultanına Vazgeçtim seni hep ötelerde aramaktan Seni yüzyıllar öncesine hapsetmekten vazgeçtim Mesafelerden usandım ya Resülallah Sana sesleniyorum Alemlere rahmetsin Seslenince yanımdasın Buradasın Günahkârım Ama sen günahkârların umudusun Temizle beni ya Resülallah! Temizle beni ya Resülallah!
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
10 Kasım 2008, 15:12 | Mesaj No:4 |
Cvp: gönüller sultanına Arınmış bir ruhla Ravza' ya varsam, Kubbe-i Hadra' yı yakından görsem, Taş ve toprağına yüzümü sürsem: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah Ziyâret kasdiyle ulu serveri Selâm kapısından girsem içeri, Kemâl-i hürmetle varsam ileri: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah Huzuru Pâk' ine eğilsem-gitsem, Bütün varlığımı onda eritsem, Eriyen mum gibi tükenib bitsem: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah Müvâcehe' sinden dalsam huzurâ, Arzetsem kalbimi Ebedî Nûr' a, İmânım kemâlle erse şuûra: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah Mevlâm' a gönlümden uçsa dilekler, Düâma hep âmin dese melekler, Yansıtsa âhımı bütün felekler: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah Eşsiz Medîne' de edeble kalsam, Bûy-u mânevîden bir şemme alsam, Solmayan cemâlin seyrine dalsam: Diyerek: Dahîlek yâ Rasûlallah | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Gönüller Dualarla Dolsun | nurşen35 | Videolar/Slaytlar | 6 | 15 Eylül 2017 01:58 |
HAFTANIN HUTBESİ:03.06.2016 GELİN GÖNÜLLER YAPALIM | alperkara | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 02Haziran 2016 20:52 |
Sahabe yürekli gönüller.. | tecelli | Ashab-Kiram(r.a) | 2 | 23 Temmuz 2014 19:01 |
"Bir selam bekler gönüller" | Huzurİslam | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 5 | 18 Mayıs 2014 22:12 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|