Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLAHİYAT-ÖNLİSANS -AÇIK ÖĞRETİM FAKÜLTESİ.::. > 2.SINIF*Güz Dönemi* > İnkilap Tarihi 1

Konu Kimliği: Konu Sahibi Mihrinaz,Açılış Tarihi:  27 Eylül 2017 (08:50), Konuya Son Cevap : 09 Kasım 2018 (18:14). Konuya 8 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı1Kez Beğenildi
  • 1 Beğenilen Mihrinaz
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 27 Eylül 2017, 08:50   Mesaj No:1
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İnkılap Tarihi-1 Vize Özet-medineweb

İnkılap Tarihi-1 Vize Özet-medineweb

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ-I

ÜNİTE-1

Osmanlı Devleti’nde Yenilenme Çabaları

OSMANLI DEVLETİ’NİN DURAKLAMA DEVRİNE GENEL BİR BAKIŞ ********************************************17. yüzyıldan 18. Yüzyıl’ın başına kadar olan dönem Osmanlı Devleti’nin Duraklama

*******************************************

17. yüzyıldan 18. Yüzyıl’ın başına kadar olan dönem Osmanlı Devleti’nin Duraklama Dönemi olarak adlandırılır. Bazı tarihçiler duraklama dönemini Kanuni Sultan Süleyman’a kadar götürmektedir. Bazıları ise dönemin 1579’da Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra başladığını ifade etmektedir. Yaklaşık yüzyıl süren bu dönemin Duraklama Dönemi yerine Buhran Dönemi olarak adlandırılması daha doğru olacaktır.**** ******

****Devletin en parlak Yıllarını yaşadığı Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nden hemen sonra Sokullu’nun sadrazamlığı ve II. Selim’in padişahlığı sırasında, 1571’de yaşanan inebahtı mağlubiyetine rağmen, Kıbrıs’ın fethi tamamlanmıştır. 1574’te Tunus ele geçirilmiş, 1578’de Fas’ta kazanılan el-Kasrü’l-kebir zaferiyle de Osmanlıların nüfuzu Kuzey Afrika’nın en batı ucuna kadar genişlemiştir. Şah Tahmasp’ın ölümünden sonra zayıflamaya başlayan Safeviler (İran) üzerine 1578’de yürüyen Osmanlı ordusu, böylece 12 yıl sürecek olan Osmanlı-Safevi savaşlarını başlatmış oldu. Bu savaş sonunda Osmanlı topraklarının doğu sınırı Hazar Denizi’ne kadar genişledi. Şah Abbas, 1622’de Safevilerin kaybettiklerini geri almak üzere on yedi yıl sürecek bir savaş başlattı.*** ******************

*********1639’da imzalanan Kasr-ı şirin Antlaşması*ile de bugünkü Anadolu-İran sınırı çizilmiş oldu.* ***************

*Bu dönemde, Osmanlı Devleti geleneksel Doğu- Batı siyasetin yanında Kuzey siyaseti takip etmiştir. Devletin buraya yönelmesine 1594’ten itibaren başlayan Kossak saldırı ve yağmalamaları neden olmuştur. Kossaklar 1615, 1620 ve 1624 Yıllarında İstanbul’un Karadeniz kıyılarına kadar inmeyi başarmıştır. Bu akınlar Osmanlı Devleti’ni büyük oranda zarara uğratmış, ülke içinde bu dönemde kıtlığın baş göstermesine de sebep olmuştur.** *******

Kossaklar, 1649’da yarı bağımsız bir devlet kurmuşlar ve 1654’te Rus Çarlığı’na bağlanmışlardı. Bu durum Osmanlı Devleti için Kossak tehlikesini daha da büyütmüş, bunun üzerine 1672’de Osmanlı orduları Lehistan seferine çıkarmıştı. 1676’da imzalanan Zoravna Antlaşması*ile Osmanlılara tabi olan Kossaklara Lehistan sınırları içinde kalan topraklarının geri verilmesi Kararını aldı.*

** ****1593 Yılı’ndan itibaren başlayan Osmanlı-Avusturya savaşları, 1606’da imzalanan Zitvatorok Antlaşması*ile sonuçlandı.********** *****

********1618’de Protestan ve Katolik pek çok Avrupalı devlet arasında başlayan Otuz Yıl Savaşları 1648’de imzalanan Vestfalya Antlaşması ile sona erdi. Osmanlı Devleti, Doğu Akdeniz’de hâkimiyetini sağlamak için 1645’te Girit Seferi’ni başlattı. Uzun muharebelerden sonra 1669’da Girit fethedildi. 1656’da Köprülü Mehmet Paşa kumandasında Limni ve Bozcaada Alındı. 1662’de Osmanlı ordusu Erdel’e (Romanya) girdi. 1663’te Uyvar’ın (Slovakya) fethiyle Batı’daki en geniş sınırlara ulaşıldı.** ******
****
*****17. yüzyılın son çeyreğinde batıda, Katolik Habsburgların baskısından kurtulmak amacıyla Protestan Macarlar Osmanlı Devleti’nden yardım Çağrısında bulundu. Bunun üzerine Osmanlı’lar, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa önderliğinde 1683’te Viyana’ya ikinci bir sefer düzenledi. 1683 Nisan’ında yola çıkan ve Temmuz Ayı’nda Viyana’yı kuşatma altına alan Osmanlı ordusu, Leh kuvvetlerinin yardıma gelmesi üzerine bozguna uğrayarak geri çekildi. Viyana bozgunundan sorumlu tutulan Kara Mustafa Paşa ise Belgrat’ta idam edildi.********* **********************************

*********Osmanlıların Viyana’da bozguna uğratılması Avrupa devletlerinin moralini yükseltti. Avusturya, Lehistan ve Venedik arasında Kutsal ittifak kurularak Osmanlılara karşı saldırıya geçti. Bu ittifaka 1686’da Ruslar da katıldı. Osmanlı’lar, 1697’de Zenta Bozgunundan sonra barış yapmak zorunda kaldı. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması*ile Osmanlı Devleti Macaristan’dan çekildi.

Devrin Âlimlerinin Kaleminden Buhran**;

*Dönemin aydınları tarafından devletin içinde bulunduğu bu durum “tereddî ve tagayyür (yozlaşma ve bozulma)”*olarak nitelendirilmiştir. Halep Defterdar› Gelibolulu Mustafa Âli Efendi 1581’de yazdığı Nasihatü’s-Selatin adlı eserinde buhrana sebep olarak “devlet adamlarının niteliksizleşmesi”ni göstermektedir. Bosnalı Bilgin Hasan Kâfi ise 1595’te yazdığı Usûlü’l-Hikem fi Nizami’l-Âlem adlı eserinde, buhrana “devlet düzeninde eski kuralların terk edilişinin ve askerî alanda teknolojik olarak geri kalmışlığın” yol açtığını söylemektedir.

Manisalı Defter Emini Aynî Ali, Risale-i Vazife-haran ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-i Osman adlı eserinde “tımar sisteminin bozulması, makam sahiplerinin günlük çıkar pesine düşmesi, askerî teşkilatın bozulması, rüşvettin artması, hazinenin boşalması” gibi gelişmelerin Osmanlı Devleti’nde bir buhran yaşanmasına yol açtığını ifade ederken devletin devamlılığı için şart olan kurumların (reaya, hazine ve asker) bozulduğunu yazmaktadır.********** *************

*******Göriceli Koçi Bey IV. Murat’a (1623-1640) sunduğu risalesinde, buhranın köklerini Kanuni Dönemi’ne kadar götürerek, “reaya, memleket ve hazine kaybına rüşvetçiliğin sebep olduğunu” ifade etmiştir. Dönemin âlimlerinden Kâtip Çelebi ise Mizanü’l- Hak fi ihtiyari’l-Ehakk adlı eserinde Osmanlı medreselerinin bozulmuş olmasını devletin bir buhran devrine girmesine sebep olarak gösterir.

Buhranın Sebepleri*****************

*****Avrupa’daki gelişmelere paralel olarak yaşanan bu buhranın sebeplerini şöyle sıralamak mümkündür:*
1.*Avrupa’nın kuvvetli merkezî hükûmetler kurması, sömürgecilik yoluyla zenginleşmesi ve bilim, teknoloji, felsefe ve kültür alanında büyük gelişmeler kaydetmesi.***** ******2.*Coğrafi Kesiflerle ipek Yolu gibi Osmanlıların hâkimiyetindeki eski ticaret Yolları’nın önemini kaybetmesi. ** *******************************************
*****3.*Hanedan ve devlet adamlarının iyi yetiştirilmemiş olması.****** **************
***4.*Merkezî otoritenin zayıflaması ve iltizam sistemine geçişle birlikte mültezimlerin (vergi tahsildarlar›) köylü üzerindeki baskıyı artırması üzerine yoksulluk ve isyanların artması. (Celali isyanları vb.)* *************
****5.*Yeniçeri Ocağının ve askerlik teşkilatının bozulması, savaşta elde edilen ganimetlerinin azalması. ******************
******6.*Devletin sınırlarının genişlemesiyle birlikte merkezî otoritede yaşanan sorunlar.


OSMANLI DEVLETİ’NDE BUHRAN, YENİLEŞME VE EKONOMİK BAĞIMLILIK SÜRECİ (1700-1838)

Rusya’nın Orta Asya’daki yayılma siyaseti ve Balkanlar’da yürüttüğü Slavlaştırma hareketi tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine 1711 Bahar’ında başlayan Prut savaşıyla Rus ordusu bozguna uğratılarak Azak Kalesi geri alındı. Hemen ertesinde 1715’te Venedik ile yapılan savaştan sonra da Mora yeniden Osmanlı hâkimiyetine geçti. Savaşlarda kazanılan bu başarılara rağmen diplomatik görüşmelerde aynı başarı gösterilemediği gibi 1715-1718 yılları arasında süren Avusturya savaşında ise Osmanlı Devleti mağlup olarak 21 Temmuz 1718’de*Pasarofça Antlaşması’nı*imzalamak zorunda kalmış ve Sırbistan’ın önemli bir kısmını kaybetmişti.

Lale Devri (1703-1730)********* **************

***Osmanlı Devleti, artık kaybettiği toprakları geri alma umudunu tamamıyla kaybetmeye başlamıştı. Böylece mutlak bir barış siyaseti izlenerek devletin iç Yapı’sında bazı düzenlemelerin gündeme geleceği Lale Devri’ne girilmiş oldu. 1718- 1730 yılları arasını kapsayan bu yenileşme dönemine, İstanbul’da yoğun olarak lale yetiştirilmesinden ve lalelerin dünyaya yayılmış olmasından dolayı bu isim verilmişti. Macar asıllı bir Türk olan İbrahim Müteferrika, Damat İbrahim Paşa’nın izniyle 1729’da Müslümanlar arasında ilk matbaayı kurmuştur.********* ******************

*****Damat İbrahim Paşa Halkın yükünü azaltmak üzere 1723’te İran’a sefere çıkılmasına karar vermiştir. Gerçekten de bu yıllarda Safeviler çökmek ve parçalanmak üzeredir ve Osmanlıların Safevi Devleti’nin bu Zayıf durumundan faydalanması ihtimali yüksektir. 1723-1725 yılları arasında süren İran Seferi’nde Batı İran tamamen ele geçirilmiştir. Bu zafer Halkı’n moralini yükseltmiş olsa da çok geçmeden 1729’da, II. Tahmasb Batı İran’ın pek çok bölgesini yeniden ele geçirmiştir.**** *******

******İran Seferi’nin son aşaması İstanbul’da, Lale Devri’ni sona erdirecek bir isyanın patlak vermesine sebep olmuştur. Halkın ekonomik sıkıntısına ve yüksek enflasyona rağmen Saray erkânının geceli gündüzlü devam eden ziyafet ve eğlenceleri üzerine fakir esnaf, (bir hamam hademesi) olan Yeniçeri Patrona Halil etrafında toplanarak isyan etmiştir.*“Artık köşk inşa edilmemesi” talebiyle gelişen isyan sırasında Sadabad Sarayı’nın da içinde olduğu 120’yi aşkın köşk üç günde yakılmıştır.** *********

***III. Ahmet, Sadrazam Damat İbrahim Paşa’yı azletmiş olmasına rağmen isyan yatışmamış, padişah tahtan feragat etmek zorunda kalmıştır. 1 Ekim 1730’da*I. Mahmut tahta geçmiştir.

I.Mahmut Dönemi (1730-1754)******* ***************

******Askerî alandaki yeniliklerini uygulamak üzere Avrupalı uzmanların getirtilmesi” düşüncesi I. Mahmut döneminde daha yoğun ve planlı bir politika olarak kendini göstermiştir. Bu uzmanlardan ilki Fransız soylularından olan ve daha sonra Müslüman olarak Ahmet ismini alan Humbaracı Ahmet Paşa’dır.

Asıl ismi Claude-Aleksandre Comte de Bonnevale olan Ahmet Paşa, 1729’da Avusturya’dan kaçarak Osmanlı’ya sığınmıştı. Patrona Halil isyanından sonra ordu ıslahatı hakkında Saray’a bir rapor sunan Ahmet Paşa, 1731’de İstanbul’a çağrılarak Humbaracı Ocağı’nın başına getirilmişti. Burada Avrupa tarzında yenilikler yapmak isteyen Ahmet Paşa “maaşların düzenli ödenmesi, emeklilik sisteminin kurulması ve Yeniçerilerin birliklere bölünerek kendisinin yetiştireceği subaylar komutasına girmesi” gibi radikal çözümler önermiş, ancak faaliyetleri yalnızca Humbaracı Ocağı’nın ıslah edilmesiyle sınırlı kalmıştı. Ocak, Avrupa tarzında düzenlenmiş ilk Osmanlı Kurumu olmuştur.* ********************
*******Humbaracı Ahmet Paşa, döneminin çok önemli bir yeniliğine daha öncülük ederek 1736’da topçu askerlerinin eğitimi için Hendesehane’yi (Kara Mühendishanesi) kurmuştu.*** ***********************

*Osmanlı Devleti’nin ilk kâğıt fabrikası da Polonya’dan kâğıt ustalarının getirtilmesinden sonra 1746’da Yalova’da faaliyete geçmiştir. İstanbul’un su meselesinin kökünden çözülerek on yıllarca şehrin su sıkıntısı çekmemesi de I. Mahmut dönemi icraatlarının bir sonucudur.

III. Mustafa Dönemi (1757-1774)**

***** I.Mahmut’un 1754’te vefatından sonra tahta 55 yaşındaki kardeşi III. Osman geçmişti. **************************

*******Kısa süreli hükümdarlık döneminde iç ve dış politikada kayda değer bir gelişme sergileyemeyen III. Osman’ın 30 Ekim 1757’de ölümünden sonra Osmanlı tahtına 41 yaşındaki III. Mustafa geçmişti. Sultan’ın dönemin Sadrazamı Mehmet Ragıp Paşa ile birlikte izlemiş olduğu barışçıl, dengeli ve tutarlı politika neticesinde Hazine gelirleri artırıldı; vakıflara, tımarlara ve iltizamlara sıkı denetim getirildi; ticaretin geliştirilmesi yoluna gidildi; Saray masrafları kısıldı ve askerî alanda bazı yenilikler yapıldı. ***************Ancak Ragıp Paşa’nın 1763’te ölümünden sonra barış ortamı 1768 Osmanlı-Rus savaşıyla sona erdi. Rusya’nın Lehistan’ı işgal etmesi üzerine Osmanlı Devleti Rusya’ya sert bir nota göndermiş ve Rusya’nın geri çekilmemesi üzerine Osmanlı-Rus savaşı başlamıştı. Osmanlı ordusunun yenilgisiyle sonuçlanan bu savafl 1774’te Küçük Kaynarca Antlaşması ile sona erdi. Küçük Kaynarca Antlaşma Osmanlı Devleti’nin Karlofça’dan sonra imzaladığı en ağır ikinci antlaşmadır.*** ******************


*****Ruslar antlaşma hükümlerine göre İstanbul’da bir Ortodoks kilisesi kurma hakkı› da elde etmiştir. Bu antlaşmayla aynı zamanda İstanbul’da daimi bir elçilik ve istedikleri şehirlerde de konsolosluk açma hakkına sahip oluyordu. Rus ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişi serbest hâle gelirken antlaşma hükümlerine göre Osmanlı’lar Rusya’ya üç yılda 4 milyon ruble (on beş bin kese) savaş tazminatı ödemeyi de kabul ediyordu.


I. Abdülhamid Dönemi (1774-1789)********

Sultan I. Abdülhamid döneminde askerî alanda hızlı bir yenileşme hareketi başlamış ve bu hareket, III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinin yeniliklerine temel oluşturmuştur.***** ************
Aslen Macar olan Fransa doğumlu Baron François de Tott 1755’te İstanbul’a gelmiş, 1767’de Paris’e dönerek burada çeşitli görevler almış ve 1769’da yeniden İstanbul’a gelerek Boğaz tahkiminde görev yapmıştı. Sürat Topçuları Ocağı’nı kuran Tott, 1771-76 yılları arasında toplar döktürmüş, Boğaz’da kaleler inşa ettirmiş ve 1773’te Mühendishaneyi kurmuştu. Daha sonra Mühendishane-i Bahr-i Hümayun adını alan Hendesehane, kapsamlı bir askerî okula dönüştürüldü.

__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Mihrinaz 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Kadın İstihdamı İslamda Kadın ve Erkek Mihrinaz 6 79 11 Kasım 2024 09:33
Yeriniz Kişiliğiniz Kişisel Gelişim ve Psikoloji Esma_Nur 18 213 09 Kasım 2024 23:49
Şerefi Gemilerin Sırtında Serbest Kürsü Medine-web 1 59 02 Kasım 2024 20:04
İn Tea Fada🔻 Yaşam/Kültür/Sanat Kara Kartal 1 58 01 Kasım 2024 17:26
Kafeste Kırbaçlanan Kadın Köleler İslamda Kadın ve Erkek Mihrinaz 1 96 25 Ekim 2024 20:39

Alt 27 Eylül 2017, 09:08   Mesaj No:2
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

OSMANLI YENİLEŞMESİNDE DÖNÜM NOKTASI III. SELİM VE NİZAM-I CEDİT

I.Abdülhamid’in saltanatının son iki yılına 17 Ağustos 1787’de başlayan Osmanlı-Rus savaşı damgasını vurmuştur.
Rusya ile ittifak antlaşması olan Avusturya da 9 şubat
1788’de*Osmanlı’ya savaş ilan etmişti.
1789’da, 25 bin sivil halkın Özi’de Ruslar tarafından katledilmesi ve savaşta alınan başarısızlık haberleri üzerine inme hastalığı sonucunda I. Abdülhamid 7 Mayıs 1789’da*vefat etti.
Osmanlı-Rus ve Osmanlı-Avusturya savaşlarının büyük bir hızla Osmanlı aleyhine sürdüğü 1789 yılında tahta III. Selim geçti. III. Selim ilk olarak 31 Ocak 1790’da*Prusya ile bir ittifak yaparak Avusturya’yı zor duruma soktu.

Osmanlıların Avusturya ile 4 Ağustos 1791’de yaptığı Ziştovi Antlaşması ile Osmanlı-Avusturya savaşı sona erdi.

10 Ocak 1792’de*imzalanan Yaş Antlaşması ile Osmanlılar Kırım’ı ele geçirme ümidini tamamıyla yitirdi. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Kafkasya’daki nüfuz bölgelerinde de gerilemiştir.*** ************

*III. Selim, Ziştovi Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra yenileşme hareketine hız verdi.

Avusturya’ya elçi olarak gönderilen Ebubekir Ratıp Efendi, 1791’de Viyana’dan döndükten sonra Avrupa’daki askerî ve sosyal hayatı anlatan 500 sayfalık Sefaretname ’sini Sultan’a sundu. Çözüme yönelik olarak ise Kanuni Sultan Süleyman Devri’ne dönme zorunluluğu, eski kurumların tümüyle tasfiye edilmesi ve Yeniçeri Ocağı’nın yenilenmesi gibi görüşler öne sürülmüştür. III. Selim bu görüşler çerçevesinde*“Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen)” adı verilen ıslahat hareketine başladı.*

Nizam-ı Cedit hareketiyle “Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, ulemanın nüfuzunun kırılması, şeyhülislamların siyaseti yönlendiren fetvalarına son verilmesi, Avrupa’nın ilim, sanat, askerlik, ziraat, ticaret ve medeniyet hayatında yaptıkları yeniliklerin Osmanlı Devleti’nde de uygulanması” amaçlandı.

Askerî Alanda Yenilikler

**Eski kurumların ıslahı çalışmalarından sonra Avrupa tarzındaki yeni ordu ise Nizam-ı Cedit adıyla 24 şubat 1793’te*kuruldu. Bu ordunun başına Sadaret eski Kethüdası Mustafa Reşit Efendi getirildi.
Fransa ve İsveç’ten getirtilen subayların yönetimindeki Nizam-ı Cedit ordusunun kuruluşunda 1602 er ve 27 subay mevcudu bulunmaktaydı.
Nizam-ı Cedit ordusuna bağlı olarak 23 Kasım 1799’da*farklı kıyafetleri olan yeni bir birim daha eklendi.
Ordunun 1802’de mevcudu 9263 er ve 27 subaya yükselmişti. 1806’da ise mevcut iyice artırılarak 22.685 er ve 1590 subaya çıkarıldı. Bu askerlerin yarısı Anadolu’da yarısı da İstanbul’da istihdam edilmişti. Nizam-ı Cedit ordusunun masraflarının karşılanması içini irad-ı Cedit Defterdarlığı kurulmuştu. Defterdarlığa bağlı olarak boş kalan dirlikler, içki, tütün, kahve gibi mallara konan vergiler bu orduya tahsis edildi.*

*Yeni orduyu ve eski askerî kurumları nitelikli askerlerle güçlendirmek maksadıyla 1795’te Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) kuruldu. Burada Fransızca zorunlu dil olarak okutuldu. 1773’te inşa edilmiş olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un (Deniz Mühendishanesi) ıslahına başlandı. 1792-1803 yılları arasında Kaptan-ı Derya sıfatıyla donanmanın başında bulunan Damat Küçük Hüseyin Paşa, terfi ve tayin işlerini düzene sokarak yolsuzlukları engellemeye çalıştı. Tersane genişletilirken Bahriye için bir sağlık teşkilatı kuruldu. Bulaşıcı hastalıklar için karantina uygulamasına da ilk kez bu dönemde geçildi.

İdari Alanda Yenilikler**********

1792’de Londra’da 1797’de Paris, Viyana ve Berlin’de daimi elçilikler açıldı. Bu elçilikler pek çok Osmanlı aydının yetişmesine, yabancı dil öğrenimlerine, Avrupa ülkelerindeki fikir akımlarını tanımalarına hizmet etti. Böylece Batı’dan haberdar ve Batı’ya yönelik küçük bir azınlık oluşmaya başladı. Tımar ve zeamet de yeniden düzenlenerek buradan Hazine’ye gelir sağladı.

Osmanlı-Fransız Savaşı********** Napolyon’un önderliğinde Fransız ordusu 1798 Yılında Mısır’a saldırarak Osmanlının önemli bir vilayeti olan Mısır’ı ele geçirmişti. Osmanlı ordusunun almış olduğu yenilgiler Fransa’ya yalnız başına karşı koyamayacağını gösterdiğinden Osmanlı devleti ittifak arayışına girdi. Bu maksatla Fransa’ya karşı 3 Ocak 1799’da*Ruslarla, 5 Ocak 1799’da İngiltere ile ittifak antlaşmaları imzalandı.
***İngiltere ve Rusya, Fransa ile yapılan 30 Ağustos 1801*tarihli antlaşma ile Napolyon kuvvetlerini Mısır’dan çıkardı.

Osmanlı’lar Mısır’da Fransızlardan kurtulmuştu ancak bu kez de yapılan ittifakın karşılığı olarak İngiltere ve Rusya’nın ağır istekleriyle yüz yüze kalmıştı. İngiltere, Fransızları bölgeden çıkarmak*bahanesiyle girdiği Mısır’a yerleşmek niyetindeydi. Rusya ise azlardan kalıcı olarak geçiş hakkı almanın pesindeydi. Bu tehlikeli durumda Osmanlı devlet adamları çareyi yeniden Avrupa’da pek çok başarı kazanan Fransa ile ittifakta bularak 25 Temmuz 1802’de Fransa ile Paris Antlaşması’nı imzalamıştır.

Osmanlı-Rus-İngiliz Savaşı**
**Fransa ile yeniden yakın ilişkiler kuran Osmanlı’lar, İngilizlerin Mısır üzerindeki hesaplarını boşa çıkarmak maksadıyla bölgedeki otorite boşluğunu doldurmak için Temmuz 1805’te Mehmet Ali Paşayı Mısır’a vali olarak atadı. Bu arada İttifak’ın sona ermesi nedeniyle Boğazların Rus savaş gemilerine kapanması iki devlet arasında gerginlik çakmasına yol açmıştı. Rusya İngiltere’nin desteğiyle Ekim 1806’da Memleketeyn’i (Hotin ve Bender kaleleri) işgal etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti her iki devlete karşı savaş açtı. İngiliz donanması 20 Şubat 1807’de*Boğaz’dan geçerek İstanbul kıyılarına kadar geldi. Ancak 1 Mart’ta geri dönmek zorunda kaldı. İngilizler İskenderiye’de de Mehmet Ali Paşa tarafından yenilgiye uğratılarak 1807 Eylül’ünde bölgeden çekilmeye başladı.

Kabakçı Mustafa isyanı ve III. Selim Devri’nin Sonu*
**III. Selim’in Nizam-ı Cedit hareketi eski düzenden şahsi çakarları olan kişi ve gruplar tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Yeni düzenden çıkarları olumsuz yönde etkilenen şahıs ve grupların desteğiyle Nizam-ı Cedit hare- ketine karşı olanlar, Karadeniz Boğazı kalelerinde topçu olan Kastamonulu Kabakçı Mustafa önderliğinde Mayıs 1807’de isyan ederek İstanbul’a doğru yürümeye başladılar.
Kabakçı Mustafa İstanbul’a vardığında İstanbul halkından da büyük destek gördü. İsyancılar 28 Mayıs’ta III. Selim’den Nizam-ı Cedit ordusunun kaldırılmasını ve 11 kişinin idamını istedi. Ertesi gün III. Selim tahtan indirildi ve yerine IV. Mustafa geçirildi. 1808’de de Nizam-ı Cedit ordusu lağvedildi.

II. MAHMUT DÖNEMİ GELİŞMELERİ VE YENİLİKLERİ (1808-1839)

IV. Mustafa’nın (1807-1808) kısa saltanat döneminde III. Selim’in başlatmış olduğu yenilikler durdurularak çok sayıda Nizam-ı Cedit yanlısı da öldürüldü. IV. Mustafa Yeniçeri Ocağı ile 31 Mayıs 1807’de*bir anlaşma yaptı. Yenilikçiler, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa önderliğinde 10 bin mevcutla İstanbul üzerine yürüdü. Alemdar Mustafa Paşa’nın Saray’a saldırdığı sırada IV. Mustafa hal’ edilmesini önlemek amacıyla III. Selim’i öldürtmüştü. Yenilikçilerin Saray’a karşı elde ettiği başarı neticesinde II. Mahmut tahta çıkarıldı ve Alemdar Mustafa Paşa da sadrazam oldu.

Sened-i ittifak (7 Ekim 1808)*

*II. Mahmut tahta geçer geçmez ilk olarak merkezî otoritenin sağlanmasına yönelik icraatlara ağırlık verdi. Bu maksatla 29 Eylül 1808’de ayanlar ile Yeniçeri Ocağı’nın düzenlenmesi, ayanların hak ve imtiyazları ile devlete karşı sorumluluk ve vazifeleri ve buna karşılık devletin ayanlara karşı tutumu konuşuldu. Varılan mutabakat neticesinde 7 Ekim 1808’de ayanlar ile Saray arasında Sened-i ittifak belgesi imzalandı. Bu senetle ayanlar Padişah’a sadakatlerini ilan ederken Padişah da ayanları koruma sözü vermekteydi. Bu belge, aynı zamanda, Osmanlı Devleti’ndeki anayasallaşma sürecini başlatan ilk belgelerden biri olarak kabul edilmektedir.

İngiltere ve Rusya ile ilişkiler:**

**İngiltere 1807’den beri savaş hâlinde bulunduğu Osmanlı ile barışa yöneldi ve iki devlet arasında 5 Ocak 1809’da Kal’ayı Sultaniye antlaşması*imzalandı. Bu antlaşma ile İngilizler daha önce itiraz ettikleri Boğazların Ruslara kapatılması hükmünü de kabul ediyordu. 1806’dan beri süren Osmanlı-Rus savaşı ise Osmanlı ordularının yenilgisiyle sonuçlanmıştı.

*İki devlet arasında*28 Mayıs 1812’de imzalanan Bükreş Antlaşması*ile Prut Nehri-Tuna ağzı Osmanlı-Rus sınırı olarak kabul edilirken Osmanlı Devleti Sırplara imtiyaz verilmesini de kabul etmek zorunda kaldı.

Sırp ve Rum isyanları:*********** Balkanlar’da ilk milliyetçi isyan Sırbistan’da çıkmıştı. Osmanlı Devleti Ekim 1813’te Sırp isyanlarını kontrol altına almayı başardı. Ancak Rusya’nın desteğiyle 1815 Temmuz’unda yeniden başlayan isyanlar neticesinde Osmanlı Devleti 1816’da Sırplara özerk bir prenslik statüsü vermek zorunda kaldı. Sırplara verilen statü, Ruslarla 7 Ekim 1826’da imzalanan Akkerman ve 14 Ağustos 1829’da*imzalanan Edirne Antlaşmalarında*tasdik edildi. Eylül 1830’da ise özerk Sırbistan’ın kurulmuş olduğu ilan edildi. Şubat 1821’de Rus Çarı’nın Rum asıllı yeğeni ipsilanti tarafından ilk isyan hareketi Eflak’ta başlatıldı. İkinci isyan hareketi bir ay sonra Mart 1821’de Mora’da patlak verdi. Mora isyanı kısa zamanda yayılarak Nisan ayında orta ve güney Yunanistan’a kadar genişledi. Osmanlı’lar isyanı bastırabilmek için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda kaldı. Mehmet Ali Paşa kuvvetleri Mora’da büyük başarı elde ettiler. Ancak isyan bastırılmak üzere iken Rusların savafl tehdidinde bulunmalar› üzerine Osmanlılar 7 Ekim 1826’da Akkerman Antlaşması’nı*imzalamak zorunda kaldı.

*Avrupalı devletlerin baskısı neticesinde 14 Eylül 1829’da*imzalanan Edirne antlaşması ile Osmanlı Devleti Yunanlıların bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı.

Mısır’daki Yenilik Hareketleri ve Mehmet Ali Paşa isyanı Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Padişah’a bağlı olarak yürüttüğü Mısır idaresinde zamanla neredeyse bağımsız bir iktidar odağı hâline geldi. 1811’de Kölemen beylerini ortadan kaldırarak tüm Mısır’a hakim oldu. 1818’de Vahhabi isyanını bastırarak Basra Körfezi’ni ele geçirdi. 1820’de Mısır’ın yan› sıra Arabistan ve Sudan’a da hakim bir güç durumundaydı.******

Mehmet Ali Paşa’nın kısa bir zaman içinde askerî alanda göstermiş olduğu bu başarı Mısır’da başlatmış olduğu yenilik hareketiyle doğrudan ilişkiliydi*
Mehmet Ali Paşa 1829’da Vekayi-i Mısriyye*adıyla Mısırın ilk resmî gazetesini çıkardı ve Avrupa’ya pek çok öğrenci göndererek bir de tıp okulu açtı.
**II. Mahmut Mısır meselesini nihai olarak sona erdirebilmek maksadıyla İngiltere’nin de desteğini almayı zorunlu görmüş ve bu maksatla 16 Eylül 1838’de*Osmanlı- İngiliz Ticaret Antlaşması’nı (Balta Liman› Antlaşması) imzalamıştı. Bu antlaşma ile İngilizlere kapitülasyonları dahi aşan iktisadi imtiyazlar sunuluyordu.
Balta Limanı antlaşması ile Osmanlı Devleti kendi tüccarlarına bile vermediği imtiyazı İngiliz tüccarlarına veriyor, onları iç gümrüklerden muaf tutuyordu. Belirli ürünlerde kurulan devlet tekeli (yed-i vahit) de bu antlaşmayla tamamen kaldırılıyordu.

II. Mahmut Devri Yenilikleri**
*III. Selim’in yolundan giden II. Mahmut da yeniliklerine askerî alandan başlamış ve 14 Ekim 1808’de Sekban-ı Cedit Ocağını kurmuştu.
Ocak kısa zamanda 10 bin kişilik bir kuvvete ulaşırken II. Mahmut donanma ve diğer ocakların ıslahı için de pek çok tedbir aldı. Yeniçerilerin talimlerden kaçmaması için İstanbul esnafına dahi talim zorunluluğu getirildi.
Ancak Yeniçeriler yeniden ayaklanarak Alemdar Mustafa Paşayı öldürdüler ve II. Mahmut bu olay üzerine Sekban-ı Cedit Ocağı’nı dağıtmak zorunda kaldı.
*Askerî yetersizlik ve başarısızlıklarına ek olarak her fırsatta Saray’a karşı ayaklanma tertibi içinde bulunan Yeniçerilerin uzun zamandır süren ıslah çabalarına direnişle karşılık vermeleri, Ocağın kaldırılmasını artık zorunlu hâle getirmişti. 15 Haziran 1826’da*Yeniçeriler son kez isyan ettiler; iki gün sonra 17 Haziran 1826’da köklü ancak uzun zamandır devlete zarar veren bu askerî kurum nihayet ortadan kaldırıldı.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması olayı Vaka-i Hayriye olarak adlandırıldı.
Ocağın kaldırılmasından sonra Avrupa ölçüsünde düzenlenmiş, modern bir ordu olan Asakir-i Mansure-i
Muhammediye*kuruldu.

*İdari ve mali alanda:*
1834’te Evkaf Vekâleti kurularak vakıf gelirleri merkeze aktarıldı ve tüm devlet gelirlerinin yüzde 70’i modern ordunun ihtiyaçlar› için tahsis edildi. 30 Mart 1838’de alınan kararla Sadrazamlık kurumu Başvekâlet adını aldı. Adli işleri yürütmek üzere Meclis-i Ahkâm-ı Adliye, idari işleri yürütmek üzere Dar-ı şûrayı Bâb-ı Âli ve askerî işleri yürütmek üzere Dâr-ı Şûrayı Askerî kuruldu. 1838’de ziraat, ticaret, sanayi ve bayındırlık işlerini yürütmek üzere de yeni meclisler kuruldu.

**Eğitim ve sosyal alanda:*
1826’da ilk kez dört öğrenci eğitim görmek için Avrupa’ya gönderildi. 1827 Yılında açılan tıp okuluyla ordu için hekim ve cerrah yetiştirilmesi sağlandı. 1831’de Muzika-i Hümâyûn ve 1834’te Mektebi Ulûmı Harbiye adıyla Fransız modelinde iki yeni okul açıldı. Bundan başka ilk ve orta seviyede devlet memuru yetiştirmek amacıyla mektebi Maarif-i Adli ve Mektebi Ulum-ı Edebi açıldı. İstanbul ile sınırlı olmak kaydıyla bu dönem ilköğretim zorunlu hâle getirildi.

1815’te Saray Topkapı’dan Dolmabahçe’ye taşınarak eski saray usullerinde pek çok değişiklik yapıldı. 1828’te askere, 3 Mart 1829’da*çıkarılan kıyafet nizamnamesiyle ulema dışındaki tüm sivillere fes giyme zorunluluğu getirildi. Bu nedenle 1830’da Tunus’tan getirtilen ustalara Eyüp’te Feshane kurduruldu. ilk Türkçe Osmanlı gazetesi olan Takvim-i Vekayi 1 Kasım 1831’de haftalık olarak yayın Hayatına başladı. ilk nüfus sayımı, ilk karantina ve posta teşkilatının kurulması gibi yenilikler de II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi.

__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Eylül 2017, 09:20   Mesaj No:3
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

ÜNİTE -2

TÜRKİYE’DE REFORM ARAYIŞLARI (1839-1908)

TANZİMAT FERMANI VE GETİRDİKLERİ


II. Mahmut döneminde hazırlanıp Sultan Abdülmecit döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı ya da Gülhane Parkı’nda okunmasından dolayı Gülhane Hatt-ı Hümayunu, 3 Kasım 1839 tarihi ile Osmanlıda yeni bir devrin başlangıcını temsil etmektedir.

Tanzimat Dönemi Meclisleri*

*Osmanlı Devleti’nin yeni kanun tasarılarını hazırlamak, önemli devlet memurlarını yargılamak gibi temel görevleri yerine getirmek amacıyla 1838 Yılında Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye kurulmuştur.*** **************

Meclis 1854 Yılında ikiye ayrıldı. Yargı işlerine bakmak üzere Meclis-i Ahkâm-ı Adliye kurulurken, yasama işleri için de Meclis-i Ali-i Tanzimat ya da kısaca Meclis-i Tanzimat kuruldu. Padişah Abdülaziz tahta çıktıktan kısa bir süre sonra Temmuz 1861 tarihinde iki meclisi Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye adı altında yeniden birleştirmiştir. Danıştay’ın başlangıcı sayılan şurayı Devlet ise 1868 Yılı’nda kurulmuştur.**** *******

**Görevlerinden Bazıları şunlardı:*Her türlü kanun ve tüzük tasarılarını incelemek ve hazırlamak, kanun ve tüzük gereği görevli olduğu işleri tetkik ve karara bağlamak, her türlü mesele hakkında istenildiğinde görüş bildirmek, memurları yargılamak, devletle fertler arasındaki davalara bakmak.

Kırım Savaşı ve Dış Borçlanma

*Tanzimat Dönemi’nin bir ileri merhalesinde Islahat Fermanı yer almaktadır. “Kutsal yerler sorunu” seklinde başlayan Rus isteklerinin reddi üzerine 1853 Yılı’nda savaşa dönüşmüştür. Bu savaşta Rus istekleri ile çıkarları çatışan Avrupa devletleri Osmanlı safında yer almıştır. 1853-1856 yılları arasında yaşanan Kırım Savaşı Osmanlı Devleti’nde birçok ilkin başlangıcını da oluşturmaktadır. ilk defa geniş çaplı Avrupa ittifakını savaşta yanına alan Osmanlı Devleti bunun bedelini bir bakıma ilk dış borçlanma ve Islahat Fermanı’nın ilanı ile ödemek zorunda kalmıştır. Kırım Savaşı esnasında 1854 Yılı’nda başlayan dış borçlanmanın boyutları zamanla artarak devam etmiş, 1875 Yılı’nda devletin bir manada mali açıdan iflası, 1881 yılında da Duyun-i Umumiye İdaresi’nin kurulması ile farklı bir boyut kazanmıştır. Dış borçların ödenmesinin Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde 1954 Yalına kadar devam ettiği düşünüldüğünde borçlanmanın etkilerinin ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Fermana Tepkiler*
Islahat Fermanı Batı’nın zorlamasıyla ilan edilmiş, Paris Anlaşması’nda yer alarak her ne kadar iç işlerine karışılmayacağı belirtilmesine rağmen, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmak için bir bahane teşkil etmiştir. Islahat Fermanı’na tepkiler gecikmemiş, bu tepkiler 1858 Yılında Cidde’de yaşanan olaylarla şiddete dönüşmüştür. Cidde’de hac mevsiminde bazı tahrikler sonrası harekete geçen Müslümanlar Hristiyan tüccarlara saldırmış, karışıklıkta Fransız ve İngiliz konsolosları da hayatını kaybetmiştir. Bu olay üzerine İngiliz ve Fransız gemileri Cidde’ye asker çıkartmış ve suçlu gördüklerini idam etmiştir. Benzer olaylar Lübnan ve Suriye’de de yaşanmış, bu olaylarda Fransız müdahalesi güçlükle önlenmiştir. Rumeli’de de huzursuzluk baş göstermiş, Sırbistan’da, Karadağ’da, Bosna’da yer yer çatışmalar yaşanmıştır.

*Islahat Fermanı’na bir tepki de 1859 yılı içinde İstanbul’da ortaya çıkmıştır. Tarihe*“Kuleli Vakası” diye geçen olayın başlangıcını teşkil eden “Müdafaa-i şeriat” cemiyeti, Sultan Abdülmecit’in tahtan indirilerek eski düzenin yeniden kurulmasını amaçlamaktaydı.

Halkın Yönetime Katılmasında Bir Başka Adım: Vilayet Meclisleri

Vilayet Meclisi üyeleri, tabii üyeler ile seçimle belirlenen dört kişiden oluşmaktaydı. Mülki amir ve memurlar ile ruhani reisler tabii üyelerdi. Seçimle belirlenen dört üyenin ise ikisi Müslüman ikisi de gayrimüslimdi.
**Bu yıllarda Basiret Gazetesi’nde hükûmet şekillerinin Halkın eğitim seviyesine göre belirleneceğine dair ilginç bir yazı çıkmıştır. Halkın cahiliyeti hâlinde katı mutlakıyet, biraz bilgililer varsa ılımlı mutlakiyet söz konusu olacağını belirten gazete, “Aydınlardaki anlayış ve bilginin halka inmesi durumunda” Meşrutiyet idaresinin kurulacağını ifade etmiştir.

*Basiret Gazetesi “tüm halkın bilgili ve cesur olması hâlinde cumhuriyetin kendiliğinden kurulacağına” dikkat çekmektedir.

Tanzimat Devri Batılılaşma Uygulamaları***1843 Yılında ilan edilen bir yasayla askerlik yaşı 20, askerlik süresi de 5 yıl olarak belirlenmiştir. 5 yıllık süreyi doldurup terhis olanlar, 7 yıllık bir süre redif askerî olarak yedek askerlikle yükümlü hâle getirilmiştir. ************ ***1845 Yılında ordu merkezlerinde birer askerî lise, “idadi” açılmıştır. II. Mahmut Dönemi’nden itibaren başlayan ilköğretimin zorunluluğu ilkesi ülke çapında yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 1846 Yılı’nda Meclis-i Maarif-i Umumiye kurulmuş, Bahriye, Harbiye ve Tıbbiye dışındaki okullar buraya bağlanmıştır. 1848 Yılı’nda İstanbul’da öğretmen yetiştirmek amacıyla öğretmen okulu “Darülmuallimin”*açılmıştır.

Ortaöğretim seviyesinde olan Rüştiyelerin açılmasına hız verilmiş, 1858 Yılı’nda ilk kız rüştiyesi açılmıştır. 1859 Yılı’nda Mekteb-i Mülkiye kurulmuş, Fransızca eğitim veren Galatasaray Sultanisi 1868’de eğitime başlamıştır.*

*Mali alanda ise köklü bir ıslahata gidilmiştir. Tanzimat Ferman› gereğince iltizam usulü kaldırıldı.

*Tanzimat Fermanı’nın ilanından 7 ay sonra 1840 Yılı’nda Ceza Kanunnamesi yayınlandı. Bu kanun 1851’de Kanun-i Cedit’in yayınlanmasına kadar yürürlükte kaldı.

*Ticaret alanında karma “muhtelit” ticaret mahkemeleri kuruldu. 1807 tarihli Fransız Ticaret Kanunu 1849 Yılı’nda tercüme edilerek 1850’de Kanunname-i Ticaret adıyla kanunlaştı.

EKONOMİK KRİZ VE SONUÇLARI

Kırım Savaşı esnasında başlayan dış borçlanma zaman içinde artarak devam etmiştir. Bir süre sonra Osmanlı Devleti borçlarını ödeyemez duruma gelmiş, borçlanma yoluyla borç ödenmeye çalışılmıştır. Bu durum öyle bir hâl almıştır ki bir süre sonra Devlet, borçlanma yoluyla da borcunu ödeyemez duruma düşmüştür.
*Dönemin Sadrazamı Mahmut Nedim Paşa, açığı kapatmak amacıyla bir formül geliştirmiştir. Buna göre yılda ödenmekte olan on dört milyon liralık faiz yarıya indirilecek, geriye kalan miktarın beşi bütçe açığında ikisi ise ordunun ihtiyacında kullanılacaktır. Bu plan kabul edilerek 6 Ekim 1875 tarihinde bir kararname ile alacaklılara duyurulmuştur.

93 Harbi (1877-1878 Osmanlı - Rus Harbi)
Paris Anlaşması ile Karadeniz’e çıkması engellenen Rusya, Avrupa’nın içinde bulunduğu karışık durumdan yararlanarak 1871 tarihinde bu maddeyi tanımadığını ilan etmiştir.

Aslında 1815 Viyana Kongresi’nde gündeme gelen “hasta adam”*artık yaşatılacak mı yaşatılmayacak mı sorusu cevabını bulmak üzeredir. Bu sorunun cevabı 93 Harbi ile verilecektir. Rusya, Osmanlı toprağı olan Balkanlar’da ortaya çıkan ayrılıkçı hareketleri desteklemiş, Kırım Savaşı sonrası uygulamaya koyduğu Panslavizm politikasına hız vermiştir. Bu politika gereği Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan bölgelerinde isyanları desteklemiş, Osmanlı yönetimi bunları bastırmakta sıkıntı yaşamıştır. Rusya’nın devreye girmesi ile Balkan sorunu iç sorun olmaktan çıkmış, İngiltere’nin de yer almasıyla dış sorun hâline gelmiştir.
*23 Aralık 1876*tarihinde İstanbul’da Haliç Tersanesi’nde toplanan “Tersane Konferans›” Balkan sorununu barışçı yoldan çözmeye çalışılmıştır. Aslında Konferans sonrası alınan kararlara bakıldığında sorunun ne kadar barışçı yoldan çözümlendiği ya da çözümlenmek istendiği ortaya çıkmaktadır. Karar gereği Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya bağımsızlık verilecek, Bulgaristan özerk hâle gelecek, Osmanlı bu kararları kabul etmezse zorlamayla bu kararlar hayata geçirilecektir.

Osmanlı Devleti’nin Tersane Konferansı kararlarını kabul etmemesi üzerine başlayan 93 Harbi, ağır bir yenilgiyle sonuçlanmıştır. Rusya, Balkan ve Kafkasya üzerinden harekete geçmiş, Balkanlar’dan hızla ilerleyerek İstanbul Yeşilköy’e kadar gelmiştir. Doğu’da ise Erzurum Rus işgaline uğramış, destanlaşan Nene Hatun direnişi sayesinde bu şehir Rus işgalinden kurtarılmıştır. Bu durum karşısında çaresiz kalan Osmanlı Devleti, Rusya ile Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır.
Anlaşma gereğince Sırbistan, Karadağ, Romanya ve Bulgaristan bağımsız olacak; Kars, Ardahan, Artvin ve Doğu Beyazıt Rus egemenliğinde kalacaktır. Berlin Antlaşmasıı ile Ayastefanos Antlaşması rafa kaldırılmış, Bulgaristan hariç, bağımsız devletlerle ilgili maddeleri aynen kalmıştır. Bulgaristan, Osmanlı’ya bağlı bir prenslik hâline getirilmiş, Doğu Rumeli ve Makedonya Osmanlı’ya bırakılmıştır. Doğu’da ise Doğu Beyazıt Osmanlı’ya verilmiş, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum Rus işgalinde kalmıştır. Ermeni sorununun ilk defa gündeme geldiği geçerli anlaşma olan Berlin Anlaşması ile Osmanlı Devleti savaş tazminatı olarak Ayastefanos’ta ödeyeceğinin iki katı bir meblağı ödemek zorunda bırakılmıştır.

Duyun-i Umumiye İdaresi’nin Kurulması*

Osmanlı Devleti dış müdahaleye meydan vermemek için alacaklıların vekillerini görüşmeye çağırmıştır. İstanbul’da yapılan görüşmeler sonucunda alacaklılar ile bir anlaşmaya varılmıştır. Bu anlaşma 20 Aralık 1881*tarihli (28 Muharrem 1299)*bir kararname ile ilan edilmiştir. “Muharrem Kararnamesi”*adı verilen bu anlaşma gereğince İstanbul’da “Duyun-i Umumiye idaresi”*kurulacaktır.

*Bu komisyonda alacaklıları temsilen birer İngiliz, Fransız, Alman, Avusturya, İtalyan ve Galata bankerlerinin temsilcisi yer alacak, Osmanlı temsilcisi ile birlikte 7 üyeden oluşacaktır.

Duyun-i Umumiye İdaresi’nin gelir kaynakları, tuz, tütün, ispirto, balık, ipek, pul ve damga, Bulgaristan vergisi, Kıbrıs vergisi, Doğu Rumeli vergisi gibi geliri çok olan vergilerdir.

__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Eylül 2017, 09:28   Mesaj No:4
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

Yeni Osmanlı Düşüncesi ve 1. Meşrutiyet

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]

Özetlerin devamı olan resim iceriklerini üye olarak gorebilirsiniz..Medineweb'e uyelik tamamen ücretsizdir.İşinizi kolaylastıracak ozetlerle Devam edeceğiz..
ysfm beğendi.
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Eylül 2017, 14:23   Mesaj No:5
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

ÜNİTE -3

Türkiye’de Meşrutiyet Dönemleri

I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ’NDE SİYASET***
**

1876 Yılında ilan edilen Kanun-i Esasi ile Osmanlı Devleti, İslam Dinini resmi din olarak kabul etmiştir.(11. madde).

Yine bu dönemde, okullara din dersleri konulurken, hükümdara da “ahkâm-i şer’iye”yi yürütme görevi verilmiştir (7. madde)

Ayrıca şeyhülislam devlet örgütü içerisine alınmış (27. madde)

Adli yasama kurumlarının yanında şer’i mahkemelere de yer verilmiştir (87. madde).
*
Bunların yanı sıra Ayan Meclisine İslami ilkelere aykırı yasaların reddedileceği maddesi konulmuş (64. Madde)*ve ayrıca padişah İslam’ın koruyucusu olarak kabul edilmiştir (4. madde)

II. Abdülhamid Devri İslamcılık politikasını bu bilgiler ışığında üç ana hedef etrafında özetlemek mümkündür. Bunlardan biri, Osmanlı Müslüman tebaasını “İslam” bayrağı altında toplamak iken ikincisi de dış ülke Müslümanlarının Halifelik makamı etrafında toplanmasını temin ederek mevcut problemlerin çözümünde karşılıklı destek ve Yardımın teminidir. Osmanlı belgelerinden ortaya çıkan üçüncü bir amacın daha olduğu söylenebilir ki o da Sünnilik ile Şiilik arasında bir yakınlaşma ve birlik meydana getirerek yine Orta Doğu’daki İngiliz planlarını sonuçsuz bırakma ve bu hususta Hindistan Şiilerinin de siyasi desteğini temin etmektir.*** ************************************************** *******II.

Abdülhamid, iktidarının ilk günlerinden itibaren bu teknolojik gelişmelere ciddi destek vermiştir. ilk telgraf hattı 1855’te Kırım Savaşı sırasında açılmış olmasına rağmen, sadece II. Abdülhamid Dönemi’nde 30 bin km’den fazla telgraf hattı çekilmiştir.

*Osmanlı Devleti yol ve demir Yollarının inşası ile gidemediği yerlere kadar telgraf hatlarını ulaştıran ilk ülke olmuştur. Ancak II. Abdülhamid iktidarının güçlenmesine vasıta olarak düşünülmüş olan telgraf, onun yıkılışına da yardım eden araç olacaktır.

*II. Abdülhamid Dönemi’nde Bombay’dan çekilen telgraf İstanbul’da; İstanbul’dan çekilen telgraf Kazan’da okunmaya başlamıştır*

Kuzey Afrika’daki işgalleri engellemek amacıyla İstanbul’da Vakit ve Arapça el Cevaib gazeteleri çıkarılmaya başlanmıştır. Bu gazetelerde sık sık “Sultan, İslam’ı müdafaa etmek için Kan’ının son damlasına kadar ve hazinesinin son kuruşuna kadar harcamaya hazırdır” sözü tekrarlanarak İslam dünyasında bölünmelere ve guruplara ayrılmaya son verilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Ancak bu çabalar, Tunus’un Fransızlar tarafından işgalini engelleyememiştir.

Ertuğrul gemisi 1888-1889’da, Süveyş Kanalı yoluyla Aden, Bombay, Seylan, Singapur, Saigon ve Hong Kong’a gitmiştir, Bölge Müslümanları ile gemi görevlileri ve mürettebatının birlikte camide namaz kılarak dua etmeleri ve her Cuma namazında Sultan-Halifenin adının zikredilmesi büyük ilgi ve heyecan uyandırmıştır.

I. MEŞRUTİYET DÖNEMİ’NDE EĞİTİM VE KÜLTÜR FAALİYETLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

Kanun-i Esasi, Türk demokrasi tarihi açısından olduğu kadar, eğitim tarihi açısından da çok büyük bir öneme haiz olup üç maddesi eğitim hakkındadır.*
*
15. madde,*“öğretim işini(konusunu) herkes özgürce yapabilir; ilgili kanuna uymak şartıyla her Osmanlı vatandaşı genel ve özel öğretim yapmaya izinlidir.”*
*16. madde,*“ülkedeki çeşitli dinsel inanışlardaki toplumların din ve inanışlarına ilişkin öğretim yöntemi ve biçimine dokunulmayacaktır” denilmektedir. Aynı madde ülkedeki tüm mekteplerin Devlet’in denetiminde olduğunu da belirtir.
114. madde:*“Osmanlı bireylerini tümü için ilköğretim mecburi olacak ve bunun ayrıntıları ayrı bir düzenleme ile belirlenecektir.

Eğitim Teşkilatı ve Öğretim Kademeleri*

1879 Yılı’nda düzenlenen Maarif Nezareti teşkilatı, günümüzün eğitim Teşkilatı’nın temelini oluşturmuştur. Nezaret 1879 Yılı’nda, modern bir kuruluş hâline getirilmiştir.*

Maarif Nezareti Teşkilatı’nda yapılan modernleşme hamleleri içinde yapılan en önemli uygulamalardan birisi de “istatistik Kaleminin kurulmuş olmasıdır.

*II. Abdülhamid Devri’nde Kanun-i Esasi ile ilköğretimin mecburi olduğu anayasaya konulurken, 1879’da yapılan bir değişiklikle Maarif Nezareti bünyesinde “Mekâtib-i Sübyaniye Dairesi”*kurulmuştur.

*Bu devirde ilköğretime özellikle de ilk 16 yıl içinde gereken ilginin gösterildiğini ortaya koyan uygulamaları şu şekilde maddelendirilmektedir:”*
a. Kanuni Tedbirler:*ilköğretim mecburiyetinin konması.******
b.*idari Tedbirler:*Merkez ve taşrada ilköğretim teşkilatının kurulması.
c.*iptidai Okulları’nın açılması ve çoğaltılması.
d.*Sübyan okullarına yeni usul eğitimin sokulması.******* e.*Müslüman Halkı’n kalabalık olduğu yerlerde ilköğretime öncelik ve ağırlık verilmesi.
f.*Halkı’n maarif alanında maddi Yardım’ının sağlanması.****** g.*Taşrada Darülmuâllimînlerin açılması”******** ***************************************
Bu çabaların bir sonucu olarak bugünkü Türkiye genelindeki belli başlı liselerin, II. Abdülhamid Dönemi’nde açılmış idadiler olduğunu tespit etmek mümkündür.

Bunlardan başlıcaları,*Ankara Erkek Lisesi Antalya Lisesi, Balıkesir Lisesi Bursa Lisesi, Denizli Lisesi Diyarbakır Lisesi Erzurum Lisesi İstanbul Erkek Lisesi izmir Erkek Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi Kandilli Kız Lisesi (Binası II. Abdülhamid tarafından verilir ancak açılışı daha sonradır), Kastamonu Lisesi, Konya Lisesi, Kütahya Lisesi Malatya Lisesi, Samsun Lisesi), Se han-Adana Lisesi, Sivas Lisesi, Trabzon Lisesi, Vefa Lisesi okulları olup hepsi de II. Abdülhamid Dönemi’nde açılmışlardır.*

*Fransız tarihçi Georgeon şöyle ifade etmektedir: “Abdülhamid’in yeniden inşa döneminden başlayarak maarif alanında gösterdiği gayret önemlidir. İstatistikler, 1879’da sayısı 277 olan rüştiyelerin 1888’de 435’e çıkarttığını göstermektedir. Ama asıl etkileyici olan idadi sayısındaki artıştır: 1876’da tüm imparatorluk sathında sadece 6 idadi vardı; 1893’te Sayıları 55’i bulmuştu ve bu sayı 1908’de 98’e çıkacaktır. Aynı dönemde kız okullarının sayısı da anlamlı bir biçimde artmıştır. Buna Hukuk Mektebi, Sanayi-i Nefise Mektebi, Ticaret Mektebi gibi yeni yüksek okulların açılması ve Mülkiye Mektebi’nin modernleştirilmesi eklenmelidir”.

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ SEÇİMLERİ VE MECLİS-İ MEBUSAN ÇALIŞMALARI

Meclislerin toplantıya çağrılması ile başlayan II. Meşrutiyet Dönemi’nde dört genel seçim yapılmıştır. 1908, 1912, 1914 ve 1919 Yılları’nda yapılan genel seçimlerle oluşan Meclis-i Mebusan, 1908-1912, 1912, 1914-1918 ve 1920 döneminde faaliyet göstermiştir. iktidar-muhalefet çekişmesinin yoğunlaştığı dönemlerde Meclis görev süresini tamamlamadan seçime gidilerek yenilenmeye çalışılmıştır.

1920 Yılı’nda toplanan ve Misak-ı Milliyi kabul eden son Osmanlı Mebusan Meclisi de diğer meclislerin akıbetine uğramıştır. İtilaf devletlerinin Meclisi basarak etkili milletvekillerini Malta’ya sürgüne göndermeleri sağlıklı bir çalışma ortamının olmadığını ortaya koymuştur.

1920 Meclisi 11 Nisan 1920*tarihinde Padişah Vahdettin tarafından itilaf güçlerinin baskısı Karşında kapatılmıştır. Bundan sonraki meclis dönemi TBMM dönemi olarak geçmektedir.

1908 Seçimleri ve Meclis-i Mebusan

1908 Meclisinde 157 Türk, 54 Arap, 25 Arnavut, 22 Rum, 10 Ermeni, 9 Slav (6 Sırp+ 3 Bulgar) ve 4 Yahudi milletvekili görev yapmıştır. Pek çok kanuna imza atan 1908 Meclis-i Mebusan’ı, en verimli dönemini 1908-1909 yılları arasındaki birinci Yılı’nda yaşamıştır. Bu devrede Cumhuriyet Dönemi’nde de siyasi partiler kanunu olarak uygulanan Cemiyetler (Siyasi Partiler) Kanunu, Serseri Kanunu ve Toplantı Kanunu çıkartılmıştır.

Açık ve kapalı alanlarda yapılacak toplantıları düzenleyen Toplantı Kanunu da demokratikleşme yönünde önemli bir adımı oluşturmuştur.

1876 Kanun-i Esasi’nin tamamen değiştirilerek yeni bir Anayasa yapılması düşüncesi ile yola çıkılmış ancak, 31 Mart Vakası sonrası zamanın yetersizliği ve dünyaya bir an evvel meşruti bir hükûmet olunduğunun gösterilmesi isteği bu düşünceden vazgeçilmesine sebep olmuştur.

13 Nisan 1909*tarihinde yaşanan 31 Mart Vakası (Rumi 31 Mart 1325)*sonrası Meclis-i Mebusan toplantılarına ara vermek zorunda kalmıştır. Çıkan isyan meclise de sirayet etmiş, ittihatçı mebuslar meclisi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu olayın Selanik’te duyulması üzerine içlerinde Mustafa Kemal Bey’in de (Atatürk) bulunduğu Hareket Ordusu İstanbul üzerine yürümüştür.

II. Abdülhamid isyandan sorumlu tutularak 27 Nisan’da tahttan indirilmiştir. Yerine geçirilmesi Meclis’te oylanarak kabul edilen kardeşi Reşat, V. Mehmet unvanıyla bugünkü İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün bulunduğu Harbiye Nezaretinde yapılan törenle tahta çıkmıştır.**

V. Mehmet Reşat, Padişahlığı meclis tarafından onaylanan ve mecliste yemin eden ilk padişah olmuştur. Anayasa’nın 113. maddesinde Padişah’ın “hükûmetin emniyetini ihlal ettikleri zabıtanın araştırması ile sabit olanları Osmanlı ülkesinden ihraç ve sürgün” etme yetkisi kaldırılmıştır.

*1912 seçimleri gerçek manada ilk çok partili seçim olma özelliğinin yanında, ilk erken genel seçim özelliğine de sahiptir. 1912 seçimlerine iki parti, ittihat ve Terakki ile Hürriyet ve itilaf Fırkası katılmıştır. Tarihe “sopalı seçim!” diye geçen bu seçimler sonucunda meclis, ilk çalışmasını 18 Nisan 1912*tarihinde yapmıştır.

1914 Seçimleri ve Meclis-i Mebusanı

*Ocak-Nisan ayları arasında yapılan 1914 seçimlerine tek parti olarak ittihat ve Terakki Fırkası katılmıştır. 14 Mayıs 1914 tarihinde*açılan Meclis-i Mebusan, kapandığı 21 Aralık 1918*tarihine kadar toplam 310 oturum yapmıştır.

II. Meşrutiyet Dönemi’nin en uzun ömürlü meclisi olan bu meclis, beş yıl gibi bir süre çalışmalarına devam etmiş, ancak 1914 Meclis-i Mebusan’ı da 1908 ve 1912 de olduğu gibi feshedilmiştir.

II. Meşrutiyet Dönemi Gelişmeleri******** *

II. Meşrutiyet Dönemi’nde genellikle ülke yönetiminde ittihat ve Terakki Cemiyeti egemen olmuştur. II. Meşrutiyeti Dönemi’nde Kadı’nın sosyal hayatta layık olduğu yeri alabilmesi için çabalar gösterilmiş, dernekler kurulmuş, yasal düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, Arap harflerinde yenilik yapılmak istenmiş, Millî Kütüphane, Millî Filmcilik, Millî Coğrafya Cemiyetleri kurulmuştur.

*Her alanda hızlı bir canlanmanın yaşandığı bu dönemde 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra devleti çökmekten kurtarma amacı güden fikir akımları daha belirginleşmeye başlamıştır. Devleti içerisine düştüğü zor durumdan kurtarmaya Çalışan bu görüşlerin başlıcaları*Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık olmuştur.

Osmanlıcılık I. Meşrutiyet deneyiminden sonra tekrar gündeme gelmiç, milliyet isyanlarını durdurup ülkenin bütünlüğünü korumak için devletin sınırları içinde yasayan bütün milletleri aynı çatı altında tutmak amacı taşıyordu. İslamcılık, hangi milletten olurlarsa olsunlar bütün Müslümanların halifenin etrafında toplanmasını öngörüyordu.

II. Meşrutiyet Dönemi’nde görülen İslamcılık fikrinin alt yapısını Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad ve Beyanü’l-Hak gibi dergilerin oluşturduğunu söylemek mümkündür. *
Türkçülük, devletin ancak dili, dinî, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak yaşayabileceğini iddia ediyordu. Batıcılık, ise kendi içinde ikiye ayrılmıştı. Batı medeniyetinin bir bütün hâlinde kabul edilmesiyle yıkımın önlenebileceğini savunanlara karşı Batı’nın sadece bilim ve teknolojisini alıp kültürel unsurlarını dışlayarak devletin varlığını devam ettirebileceğini vurgulayanlar da vardı. İki dışında bu akımlar II. Meşrutiyet Dönemi’nde özellikle aydınlar aranda Kurtuluş çareleri olarak görülmüştür.

1910 Haziranı’nda Meclis, olağan ve olağanüstü askerî bütçeleri kabul edince Maliye Bakanlığı Avrupa’dan borç para alma durumu ile karşı karşıya kalmıştır.

*Cavit Bey Osmanlı Bankası vesilesiyle borç hisselerinin yarısından fazlasına sahip olduğu için önce Fransa’ya gitmiş, ancak Fransızlar ittihatçıların yabancı hâkimiyetine karşı fikirlerini öğrendikten sonra onları Batı’ya daha çok mecbur etmek için maddi yardımı en ağır şartlarda yapmak üzere tavır almışlar ve İngilizleri de aynı şekilde davranmaya ikna etmişlerdir.

işte bu sırada Almanlar devreye girmişlerdir. 7 Kasım 1910’da*11 milyon altınlık borç anlaşması imzalanmıştır.

*Sadrazam Ahmet Muhtar Paşa istifa etmiş, 29 Ekim 1912’de*işbaşına getirilen Kâmil Paşa hükûmeti de durumu değiştirememiştir. 8 Kasım’da Selanik’ in işgale uğramasından sonra ateşkes yapılmıştır. Aralık 1912-Ocak 1913*tarihleri Londra Konferans› görüşmelerine sahne olmuştur. Meseleleri görüşmelerle çözmeye çalışan Kâmil Paşa’nın “Saltanat şurası”ndan aldığı desteği uygulamaya koymasına fırsat vermeyen Enver Paşa toplantı hâlindeki hükûmeti basarak Sadrazamı zorla istifa ettirmiş ve Harbiye Nazırı Nazım Paşayı da vurdurmuştur.

Netice itibarıyla tarihe “Bâb-ı Ali Bask’ını” olarak geçen bu olay ile idareyi fiilen ele alan üçlü yönetim ilk olarak ordunun durumunu ele almış, 1913 yılı aralık Ay’ında Alman Generali Liman Von Sanders başkanlığında bir askerî heyeti ülkeye getirmiştir. Ordu yönetimi gençleştirilme ihtiyacındaydı.

*4 Ocak 1914’te*Enver Paşa Harbiye Nazırı olmuş ve 1914 bütçesinde askerî harcamalarda %30 indirime gidilmiştir. Araplara kendi lisanlarında eğitim ve mahalli devlet dairelerinde kendi dillerini kullanma hakkı verilmesi yanında, vilayetlere de kısmi özerklik verilmiştir.

II. Meşrutiyet Dönemi’nde yapılan anayasa derişikliklerinden başka hukuki bir takım düzenlemeler de yapılmıştır.İsviçre
Medeni Kanunu 1912 yılında Türkçeye tercüme edilerek Ceride-i Adliye dergisinde yayımlanmıştır.

Bunu 1916 yılında Alman Medeni Kanunu’nun tercümesi takip etmiştir. Aynı yıl içinde Mecelle Aile hukuku ve Ticaret Hukuku alanlarında yasa tasarıları hazırlamak üzere üç komisyon kurulmuş, bu komisyon İsviçre, Alman, Fransız, İngiltere, Amerika, Avusturya ve Macar kanunlarını da incelemiştir. Komisyonlar çalışmaları sonunda kadına erkek Karşısında ve kanun nezdinde önemli bir takım haklar sağlayan Hukuk-i Aile kararnamesini 1 Mart 1916’da*çıkartmıştır.

Adli yapıda yapılan bir diğer düzenleme ile 25 Eylül 1916’da*Adliye Mahkemeleri ile Sıkıyönetim Mahkemelerinin (Divan-ı Harp) görev ve yetkileri ayrılmıştır. Hukuki laikliğin sağlanmasında önemli bir adım olan şer’i Mahkemelerin şeyhülislâmlıktan ayrılarak Adalet Bakanlığına bağlanması ise 25 Mart 1917*tarihli bir kanunla sağlanmıştır.

1914 Eylül’ünde daha savafl başlamadan Kapitülasyonları kaldıran hükûmet, yabancı tüccar ayrıcalıklarını iptal etmiştir. Yerli sanayi ve tarımı geliştirici önlemler alınmaya başlanmıştır. Para basımı Osmanlı Bankası tekelinden alınırken sanayi okulları artırılmış, kooperatifçiliğe ayrı bir önem verilmiştir.

II. meşrutiyet Düzenlemelerinin Türk Çağdaşlaşmasına Katkıları

II. Meşrutiyet’in İlan’ıyla birlikte siyasetin içinde yer alan askerin siyasete müdahalesi 31 Mart olayından sonra daha da artmıştır. Hareket Ordusu’nun başında İstanbul’a giren Mahmut şevket Paşa, 1913 yılında öldürülünceye kadar daima siyasetin içinde kalmıştır. Aslında İzmir Mebusu Seyit Bey’in tabiri ile “ittihat ve Terakki ordudan doğmuştur. İttihat ve Terakki demek ordu demektir”*

Mecliste liberal fikirleri ile tanınan Lütfi Fikri Bey’in, 50.000 erkek nüfusun 1 mebus seçebileceğine dair Anayasa’nın 65. maddesindeki “erkek” kelimesinin kaldırılmak suretiyle kadınlara da seçmen olma Hakkının tanınması teklifine Kozmidi Efendi itiraz etmiştir. Kozmidi Efendi’nin “...Henüz Avrupa’da yapılmamış bir şeyi, çok geri kalmış olan biz şimdiden yapmaya bir meyil gösterirsek zannederim bizim ahval-i hazırımıza mütenasip bir şey yapmış olmayacağız...” sözleri gayrimüslim mebusların Batı örneğini taklit ettiklerini gösterdiği gibi Osmanlı toplumunun Batı karşısında bulunduğu ruh hâlini yansıtmaktadir.

16 Ağustos 1909*tarihinde resmîleşen Cemiyetler Kanunu sayesinde, Meşrutiyetin ilanı ile hızlanan cemiyet kurmanın önüne geçilmiş, cemiyetler zabıtanın denetimi altına alınmıştır. Cemiyetler Kanunu Cumhuriyet Dönemi’nde de 28 Haziran 1938 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır.*

1840 Yılından itibaren başlayan Ceza Kanunnamesinin serüveni 1911 Yılı’nda bu defa 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’ndan büyük ölçüde etkilenmesiyle yeni seklini almış, bu kanun 1926 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.

1 Temmuz*1926 tarihli Türk Ceza Kanunu bu İtalyan Ceza Kanunu’ndan yararlanılarak hazırlanmıştır. Osmanlı Dönemi’nde 1912 Yılı’nda tercüme edilip dergide yayımlanan İsviçre Medeni Kanunu, 1926 Yılı’nda Türk Medeni Kanunu’nun hazırlanmasında örnek teşkil etmiştir.


ADIM ADIM DÜNYA SAVAŞINA

1911-1914 yılları arasında iki önemli savaş yaşayan Osmanlı Devleti, bu savaşlar sonrasında tasfiyenin eşiğine gelmiştir. Trablusgarp Savaşı ile Afrika’yı, Balkan Savaşları ile Balkanları kaybetmiştir. 1914 Yılı’nda başlayan Dünya Savaşı ile de tamamen yok olma noktasına gelmiçtir.

Afrika’dan Ayrılış: Türk-İtalyan Savaşı: Trablusgarp*

19. yy. sonlarında birliğini kurmuş olan İtalya, Osmanlı eyaleti olan Trablusgarp’ı kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda sömürgesi hâline getirmek istemektedir. Bu amacına ulaşma yolunda Fransa ile 1900 Yılı’nda bir anlaşma yapmış, Fransa’nın Fas’taki nüfuzuna karşılık kendisinin de Trablusgarp üzerindeki nüfuzu tanınmıştır. 1901 Yılı’nda İngiltere, 1902’de Avusturya, 1909’da da Rusya İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki çıkarlarını tanımıştır.

*23 Eylül 1911’de*İtalya tarafından Osmanlı Devleti’ne verilen ilk ültimatomda Türk subayların yerli ahaliyi kışkırtmalarından dolayı Trablusgarp’ta yaşayan İtalyan vatandaşlarının tehlikede olduğu belirtilmiş ve gereğinin yapılması sert bir dille istenmiştir.

*Osmanlı Hükûmeti 26 Eylül tarihli cevabi notası ile bu iddiayı nazikçe reddetmiştir. Fakat 28 Eylül’de İtalya, Bab-ı Ali’ye 24 saatlik bir ültimatom vererek İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal edeceğini bildirmiş, İtalyan kuvvetlerine direniş gösterilmemesi için bölgedeki görevlilere emir verilmesini istemiştir. Bütün bu gelişmeler sonucunda İtalya 29 Eylül 1911*tarihinde Osmanlı’ya savaş açtığını ilan etmiştir. 29 Eylül’de Trablus önlerine gelen İtalyan donanması 3 Ekim’de burayı bombardımana başlamıştır.

Kıyı şeridini kolayca ele geçiren İtalyanlar, içerilere doğru ilerlemeye başlayınca ciddi bir direnişle karşılaşmışlardır. Yemen’de, Makedonya’da, Arnavutluk’ta isyanlar çıkmış, Devlet, memurlarının maaşlarını dahi ödeyemeyecek kadar ekonomik sıkıntı içine girmiştir.

İşte böyle bir ortamda Enver Bey ile Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, Trablusgarp’ın bölgesel kaynaklarla savunulacağı konusunda fikir birliğine vardıktan sonra Harbiye Nezareti nezdinde gerekli girişimlerde bulunarak Trablusgarp’a gitmişlerdir.

*Hamdi takma adını kullanan Enver Bey ilk kafile ile Trablusgarp’a giderken, Mustafa Kemal, gazeteci şerif takma adıyla ikinci kafilede yer almıştır. 8 Ekim 1911’de*İstanbul’dan yola çıkan Mustafa Kemal, 19 Ekim’de İskenderiye’ye varmıştır. Mısır’dan önce Tobruk’a, oradan da Derne’ye geçmiştir. Derne’de, Bingazi’de, Tobruk’ta İtalyanlara karşı başarılı savaşlar yapılmış, İtalyan kuvvetleri iç kesimlere sokulmamıştır.
Ancak, ne var ki o esnada Balkan Savaşı’nın başlaması Osmanlı Devleti’nin bu yöredeki subaylarını geri çağırmasına sebep olmuş, başarılı mücadele subayların ayrılmasıyla sekteye uğramıştır. Ekim 1912’de imzalanan Uşi Anlaşması’yla da Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp egemenliği sona ermiş, Kuzey Afrika’daki siyasi varlığı son bulmuştur.*

Mustafa Kemal Bey’in binbaşılığa (14 Kasım 1911),*Enver Bey’in yarbaylığa (23 Mayıs 1912)*terfileri bu olaylar arasında yapılmıştır.

Rumeli’ye Veda: Balkan Savaşları**

Balkan Devletleri, Rusya’nın tahrik ve desteğiyle Bulgaristan basta olmak üzere, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ Osmanlı Devleti’nin elinde olan Rumeli topraklarını paylaşmak için aralarında ittifak yapmışlardır.

Osmanlı Devleti’nde iç siyasette çatışmaya giden bir kavganın olması, orduya siyasetin girmesi, Trablusgarp Savaşı’nda askerî yönden yetersiz olduğunun ortaya çıkması gibi durumları fırsat bilerek 8 Ekim 1912’de*Karadağ’ın savaş ilanı ile I. Balkan Savaşı başlamıştır. Bu yetersizliklerin yanında bir de subayların ittihatçı, iitilafçı ve Halaskârcı isimleri altında siyaseten üç farklı kısma bölünmesi, savaşın başında Osmanlı ordusunun dağılmasına sebep olacaktır.

Edirne, işkodra ve Yanya dışında tüm Rumeli elden çıkmış, Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir. Çatalca önlerine gelen Bulgar orduları 15-17 Kasım 1912 tarihleri arasında saldırıya geçmiş, ancak başarılı olamamışlardır. İngiltere, Fransa, ispanya, Hollanda ve Romanya savaş gemileri Osmanlı hükûmetinin izni ile kendi vatandaşlarını korumaları için İstanbul’a gelmiç, karaya asker çıkarmışlardır. Osmanlı Devleti bu zor durumdan kurtulmak için Bulgaristan’la 3 Aralık 1912*tarihinde ateşkes yapmıştır.

Ancak anlaşma sağlanamamış ve saldırıya geçen Bulgarlar 155 gün sonra Edirne’yi ele geçirmişlerdir. Edirne savunmasında yer alan Kazım Karabekir ve Ordu Komutanı şükrü Paşa Bulgarların eline esir dürmüşlerdir.

Balkan Devletlerinin aralarında anlaşamamaları sonucunda çıkan II Balkan Savaşı esnasında Osmanlı kuvvetleri harekete geçerek Kırklareli ve Edirne’yi kurtarmıştır.

II. Balkan Savaşı esnasında Osmanlı, Meriç’in batısında yer alan Dimetoka’yı da alarak ilerlemesine son vermiştir. 29 Eylül 1913*tarihli İstanbul Antlaşması ile Edirne, Kırklareli ve Dimetoka Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Antlaşmaya göre Bulgaristan’da kalan Türklere eşitlik hakları verilmiş ve 4 yıl içinde Türkiye’ye göç hakları tanınmıştır.

14 Kasım 1913*Atina Antlaşması ile de Girit Yunanistan’a bırakılmıştır.Osmanlı Hükûmeti 30 Mayıs 1913*tarihli Londra Antlaşması ile Adalar Denizi (Ege) Adaları’nın geleceğini büyük devletlerin Kararı’na bıraktığını kabul etmekle beraber, Adaları’n Yunanistan’a bırakılmasından endişe ederek 22-23 Aralık 1913’te Midilli, Sakız gibi Anadolu kıyılarına yakın adaları geri almak için elinden gelen her şeyi yapacağını büyük devletlere bildirmiştir.

Ancak, Fransa basta olmak üzere gösterilen sert tepki üzerine geri çekilmiştir. Bu konudaki büyük devletler kararı 14 şubat 1914’te*bir nota ile bildirilmiştir. Buna göre Meis hariç 12 ada İtalya’ya, Gökçeada ve Bozcaada hariç bütün Adalar Denizi (Ege) adaları da Yunanistan’a bırakılmıştı. 15 Şubat 1914’te*büyük devletlere bu durumu kabullenmediğini bildiren bir itiraz notası› göndermiştir. Ancak olumlu bir netice alamadan I. Dünya Savaşı çıkmıştır. 13 Mart 1914*tarihinde Sırbistan’la imzaladığı İstanbul antlaşması da taşınmaz malların durumuna ilişkindir.
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Eylül 2017, 14:35   Mesaj No:6
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

ÜNİTE -4

Avrupa ve Türkiye (1838-1918)

1838-1914 SÖMÜRGECİLİKTEN DÜNYA SAVAŞI’NA AVRUPA


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


İsim:  Screenshot_2017-09-27-13-27-06.jpg
Görüntüleme: 66
Büyüklük:  129,1 KB (Kilobyte)


İsim:  Screenshot_2017-09-27-13-28-29.jpg
Görüntüleme: 66
Büyüklük:  126,6 KB (Kilobyte)


İsim:  Screenshot_2017-09-27-13-28-58.jpg
Görüntüleme: 61
Büyüklük:  130,2 KB (Kilobyte)


İsim:  Screenshot_2017-09-27-13-29-46.jpg
Görüntüleme: 64
Büyüklük:  258,7 KB (Kilobyte)
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 27 Eylül 2017, 14:58   Mesaj No:7
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

OSMANLI DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞÜ: “I. DÜNYA SAVAŞI”
1815 yılında toplanan Viyana Kongresi, Avrupa’da mevcut durumun yerleşmesini sağladığı için Batılı devletlerin, sömürgecilik faaliyetleri çerçevesinde yöneldikleri yer Osmanlı Devleti’nin hakim olduğu coğrafya olmuştur.

I. Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’nın büyük devletlerinin oluşturdukları ittifaklar genişlemiş, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya Üçlü İttifak’ı; İngiltere, Fransa ve Rusya Üçlü itilafı oluşturmuşlardır. **28 Haziran*1914 tarihînde Saray-Bosna’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Arşidük Fransuva Ferdinand’ın Gabriel Princip adlı Sırp asıllı bir öğrenci tarafından öldürülmesini bahane eden Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a harp ilan etmesiyle Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Bu tarihten hemen sonra Almanya, Rusya’ya; Fransa da Belçika’ya harp ilan etmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi

1914 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti için İngiltere veya Almanya’nın yanında savaşa girmekten başka bir çıkar yol gözükmüyordu.********* ********************

İttihat ve Terakki liderlerine göre:*“İngiltere ile Rusya’nın yayılmacı emellerine set çekmek için savaşa girilmelidir. İtilaf Devletlerine nispetle iktisadi ve sınai üstünlüğe sahip Almanya, savaştan ancak zaferle çıkabilir. Tabiatıyla, zafer günü de Türkiye mükâfatlandırılacaktır.” Terakki liderleri, Osmanlı Devleti’nin acilen Avrupalı güçlü bir müttefik bulması gerektiği konusunda birleşiyorlar; İngiltere, Fransa veya Almanya’nın, devleti daha fazla toprak kaybına karşı koruyabileceğine inanıyorlardı.

Osmanlı Devleti’nin ittifak Arayışları

1914 yılı Haziran ayında Cemal Paşa vasıtasıyla yapılan ittifak teklifi, Rusların olur demeleri şartına bağlanmıştır. 1914 yılı Mayıs ayında Talat Paşa, Kırım’da Rus Çarı’nı ziyaret ederek ittifak teklifinde bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nce böyle bir teklifte bulunulması Rusların gururunu okşamışsa da İstanbul ve Boğazları ele geçirmek hususunda müttefiklerini razı etmiş olan Rusya, Alman askerî heyetlerinin Türkiye’de olmalarını bahane ederek ittifak teklifini geri çevrilmiştir.

Boğazların ve dolayısıyla devletin geleceğinin tehlikeye düşeceği kanaatiyle Said Halim Paşa ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey’i de ikna ederek Üçlü İttifak’a girmeye karar vermişler ve Berlin’de görev yapmış olan Enver Paşa’nın Almanya’ya müracaatını kararlaştırmışlardır. 22 Temmuz 1914*tarihînde Enver Paşa’nın müracaatı da Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Hans Von Wangenheim tarafından reddedilmiştir. **Osmanlı Devleti’nin Almanya’yı güçlendireceğini düşünürken bazıları Kafkaslardan gelmesi muhtemel Rus taarruzuna karşı Osmanlının da gelip yardım isteyeceğini ileri sürüyorlardı. Bu tereddütler sebebiyle Almanya’nın, Türkiye’nin savaşta Rusya’ya karşı ciddi surette harekete geçebileceğinden emin olmadan anlaşmaya imzalamak istemediği anlaşılmaktadır. Bu hususta son sözü Türkiye’deki Alman Askerî Heyeti’nin başkanı Liman Von Sanders’e bırakmıştır.

İstanbul’da Sadrazam Said Halim Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Bey ve Harbiye Nazırı Enver Paşa ile Alman Büyükelçisi’nin katıldığı gizli bir toplantı yapılmış ve 28 Temmuz’da ittifak taslağı Berlin’e gönderilmiştir. Neticede 1 Ağustos 1914*günü yapılan gizli anlaşma ile Osmanlı yönetimi kendisine bir müttefik bulmuş oluyordu.

*Birbiriyle savaşan rakiplerin artık, Türkiye’nin paylaşılması meselesini anlaşarak hep birlikte halletmek istedikleri anlaşılmaktadır. Zira Üçlü itilaf, ta Güney Amerika hükûmetlerine varıncaya kadar her tarafta kendine müttefikler ararken Türkiye’yi ittifak dairesine sokmak için herhangi bir teşebbüste bulunmamıştır.

*Aksine itilaf Devletleri bu savaşın, Türkiye ile olan derin ve hayati alakasını gizlemek ve Türkleri yalnız ve çaresiz bırakabilmek için her şeyi yapmışlardı.

*Osmanlı Devleti, her ne kadar savaş karşısında tarafsızlığını ilan etmiş ise de Akdeniz’de İngiliz donanması tarafından takip edilen Goben ve Breslav adlı iki Alman savaş gemisinin, takipten kurtularak Çanakkale Boğazı’ndan içeri girmesi Almanya yanında savaşa girilmesi mizansenini tamamlıyordu. Yavuz ve Midilli adları verilen bu gemilere, Türk bayrağı çekilip Enver Paşa’nın emriyle Amiral Souchon komutası altına verilmişti. Kamuoyuna İngiltere’nin el koyduğu Osmanlı savaş gemilerinin yerine Almanya’nın hediyesi şeklinde sunulan bu gemiler 29 Ekim 1914’te*Karadeniz’de Odesa, Sivastopol ve Novorosisk limanlarını bombalamışlar, Rus donanmasıyla savaşmışlardır. Bu savaşa Hamidiye gemisi ile bazı Türk savaş gemileri de katılmıştı.

5 Kasım 1914*tarihînde itilaf Devletleri, Osmanlı Devleti’ne resmen harp ilan etmişlerdir. 11 Kasım 1914’te*de Osmanlı Devleti aynı devletlere resmen harp ilanında bulunmuş, 14 Kasım’da ise bütün İslam âlemine hitaben itilaf Devletlerine karşı cihadı Ekber çağrısı yapılmıştır.

I. DÜNYA SAVAŞI’NDA CEPHELER

Kafkas Cephesi
1 Kasım 1914’te*Rusların Doğu Beyazıt’tan saldırıya geçmeleri ile Kafkas Cephesi açılmıştır. Osmanlı orduları Rus saldırısını başarıyla durdurmuş ve karşı harekâta geçmişlerdir. Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa Kafkasya’yı› zapt ederek Rusları bu bölgede çökertmeyi düşünmüştür. Böylece Orta Asya Türk dünyası ile doğrudan temasa geçmek ve hatta Hindistan’a kadar ilerlemek mümkün olacaktı. Bu düşüncelerle Boğazlar ve Trakya’da tutulması gereken kuvvetlerin bir kısmı Kafkas Cephesi’ne kaydırılmıştır. Enver Paşa Erzurum’a gelerek 3. Ordu Komutanı Hasan izzet Paşa’dan askerlerine taarruz emri vermesini istemiştir. Ordunun komutasını bizzat eline alan Enver Paşa ani baskınlarla Rus ordusunu dağıtmayı planlamıştı. **************

22 Aralık’ta girişilen Sarıkamış Harekâtı’nda Allahuekber Dağları geçilmiş ise de 9. Kolordu Ruslara esir düşmüştür. Enver Paşa komutasındaki ordu birliklerinin giriştiği bu harekât 25-26 Aralık 1914’de*durdurulmuş ve büyük kayıplar verilmiş ise de 28 Aralık 1914’te*Sarıkamış kuşatılabilmiştir.

Askerlerin yetersiz bir sayıya düşmesi üzerine harekâttan bir netice alınamamış ve Enver Paşa 2 Ocak 1915*tarihînde cepheyi terk etmiştir. Kuşatmayı gerçekleştiren 9. ve 10. Kolorduların 55 000 kişilik mevcudundan geriye sadece 3000 kişi kalmıştır. 11. Kolordu’nun kayıpları ile birlikte toplam zayiat 75.000 kişi kadardır.

1915 Nisan’ında Van vilayetinde başlayan isyanın büyümesi üzerine bu uygun ortamdan yararlanmak isteyen Ruslar gönüllü Ermeni birliklerinin öncülüğünde Van bölgesini işgal etmişlerdir.

Rusların Van’ın yönetimini Ermenilere bırakması üzerine Van merkezli devlet İlanına kalkışan Ermeni çeteleri de kaçamayan Müslüman halkı katletmeye başlamışlardır.

Rus işgalleri Van ile sınırlı kalmamış, Doğu Anadolu’da hızla ilerleyen Ruslar, 16 Şubat 1916’da*Erzurum’u, 18 Nisan’da Trabzon’u, 16 Şubat’ta Muş’u, 3 Mart’ta Bitlis’i, 15 Temmuz’da Bayburt’u, 25 Temmuz’da Erzincan’ı işgal etmişlerdir. Bu cephede Miralay Mustafa Kemal Bey komutasındaki 16. Kolordu, Muş ve Bitlis’i Rus işgalinden kurtarmıştır.

1917 yılında Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması üzerine Rusya ile 3 Mart 1918 tarihînde BrestLitovsk Antlaşması*imzalanmıştır.

Anlaşma gereği geri çekilen Rus kuvvetleri ağır silahlar› ve malzemelerini iş birliği yaptıkları Ermeni çetelerine bırakacaklardır.
*Rusların yerini alan Ermenilerin katliam tehditlerine karşı 1918 Mart’ında Kâzım Karabekir Paşa’nın kumandasındaki Kafkas Kolorduları tarafından Erzincan ve Erzurum kurtarılmıştır*(12 Mart 1918). Ayastefanos antlaşması*ile Rusların eline geçmiş olan Elviye-i Selase (Üç Vilâyet:*Kars, Ardahan, Batum) kurtarıldığı gibi Ruslar, Doğu Anadolu’da işgal ettikleri topraklardan çekilmeyi de kabul etmişlerdir.

Kanal Cephesi

1 Kasım 1914’te*İngilizlerin Süveyş Kanalı’nda Akabe Limanı’nı bombardıman etmeleri ile Filistin-Suriye cephesi açılmıştır. Akabe’nin bombalanmasından hemen sonra Enver Paşa, Miralay Cemal Bey’den 8. Kolordu Kumandanlığı görevini kabul ederek Kanal Seferi için hazırlıkları tamamlamasını istemiştir. Esasen Almanlar tarafından planlanan ve tatbiki istenen Kanal Seferi için Cemal Paşa, 21 Kasım 1914*tarihînde törenle İstanbul’dan yola çıkmıştır. Cemal Paşa, Sina çölünü büyük zorluklarla geçmiş ve 2-3 Şubat 1915’te Süveyş Kanalı’na ulaşılmıştır. İngilizlerin bölgeye yığdığı 150.000 kişilik kuvvetine karşı 35.000 kişilik bir Türk kuvveti vardır. Aynı gece taarruz edilmiştir. ************************************************** ****************

Kanalın geçilerek burada hâkimiyet kurmanın eldeki imkânlar ölçüsünde mümkün olmayacağı görülmüş ve 3-4 Şubat 1915*günü çekilme kararı alınmıştır. 16 Temmuz 1916*tarihînde çok sayıda Alman askerînin de iştirak ettiği ikinci Kanal harekâtında da Türk ordusu büyük zayiatlar verip çekilmek zorunda kalmıştır. Daha sonra 4-5 Ağustos’ta Romani ve Katya bölgelerinde İngilizlerle yeniden karşı karşıya gelinmişse de sonuç yine aynı olmuştur.

Almanların savaş planlarına uygun olarak yapılan bu harekâttan da bir netice alınamaması Mısır’ın tamamen kaybedildiği anlamını taşıyordu. Nitekim 1916 yılının sonunda kuvvetlerini takviye etmiş olan İngilizler karşı harekete geçerek Sina yarımadasını ele geçirip Suriye sınırına dayanacaklardır.

Çanakkale Cephesi*

*İngiliz Bahriye Nazırı Winston Churchill, İstanbul’un ele geçirilip Osmanlı Devleti’nin savaş dışı bırakılmasını savunuyordu.
*Müttefik Devletler, Boğazlardan rahatlıkla geçebileceklerinden o kadar emindiler ki Alman Askerî Heyeti’nin yaveri, İngiliz birliklerinin muzafferane İstanbul’a girmelerini bekleyenlerin Beyoğlu’nda hazırlıklar yaptıklarını ve yolları görecek pencerelerin şimdiden kiralandığını, İngiliz sefaret Binasının da şimdiden tanzim edilip yatakların bile hazırlandığını bildiriyordu.
Çanakkale üzerindeki mücadele, Düvel-i Muazzama kuvvetlerinin 3 Kasım 1915’te Seddülbahir ve Kumkale istihkâmlarının bombalanması ile başlamıştır. Bu kuvvetler içinde İngiliz ve Fransız birlikleri ile birlikte Rum ve Yahudi gönüllüler, Anzaklar (Avustralyalı, Yeni Zelandalı askerler), Sihler, Gurkalar, Sudanlı zenciler, Senegalli, Faslı askerler de bulunuyorlardı. Çeşitli dil, din ve ırklardan oluşan bu insanlar, kendilerinin olmayan bir savaşta bir araya gelmişlerdi. Anlaşılan odur ki emperyalist devletler Mehmetçik’e karşı dünya savaşına yakışır bir biçimde (!) bütün akvam-ı beşeri Gelibolu’da toplamışlardı.******** *****

Asıl Çanakkale Muharebeleri 19 ve 25 Şubat 1915*tarihînden itibaren başlamış ve 8,5 ay sürmüştür. 18 Mart 1915*tarihînde 18 Müttefik gemisi boğazları zorlamış ve geçebileceklerini düşünmüşlerdi. Müttefiklerin 6 gemisi batırılmış ve “Çanakkale geçilmez” hükmü ile geri dönmek zorunda kalmışlardır. Çanakkale Muharebelerinin ikinci safhası, düşmanın karaya asker çıkarıp karadan İstanbul’a ulaşmak istemesiyle başlar. 25 Nisan’da Saros’a, 26 Nisan’da Kumkale’ye, 27 Nisan’da Seddülbahir ile Tekeburnu arasına çıkarma yapmışlardır. Çanakkale Muharebelerinde “Kitre Muharebeleri”*diye isimlendirilen bu savaşlar destanlarla doludur. Diğer bir Seddülbahir Muharebesi de*“Zığındere Muharebesi”dir ki 6 Temmuz’a kadar sürmüştür. 8 Ağustos’ta Anafartalar Grup Komutanı olan Miralay (Albay) Mustafa Kemal ile 9 Ağustos’ta Kocaçimen, Conkbayır, Kanlısırt’ta cereyan eden muharebelerde I. Anafartalar Zaferi kazanılmıştır. 10 Ağustos’ta Conkbayırı Muharebelerinde Mustafa Kemal’in göğsüne bir şarapnel parçası isabet etmiş ancak göğsündeki saat onu korumuştur.*

14-21 Ağustos’ta Kireçtepe, Aslantepe Muharebeleri yapılmış, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar Zaferi kazanılmıştır. Burada başarılı olamayacağını anlayan düşman, 20 Aralık 1915’ten*itibaren gizlice çekilmeye başlamış, 10 Ocak 1916’da tamamen Çanakkale’den çekip gitmiştir.

Çanakkale’de kazanılan zafer ile Müttefiklerin bütün hesapları bozulmuştur. Çanakkale Zaferi üzerine Rusya’ya giden yolu açamadıkları gibi, Balkan devletlerini de yanlarına çekememişlerdir. Henüz tarafsız durumda bulunan Bulgaristan, Osmanlı Devleti’nin yanında savaşa katılmıştır. Gelibolu Muharebeleri başladığını da, Yunanistan ve Romanya, Müttefikler tarafına meyletmişlerse de muharebelerin Müttefikler lehine gelişmediğini görünce tarafsız kalmışlardır.

*İngiliz yazar Alan Moorehead Mustafa Kemal için “O genç ve dâhi Türk şefinin o esnada orada bulunması, müttefikler bakımından, talihin en acı darbelerinden biridir” demek suretiyle bir komutan olarak Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki rolünü vurgulamıştır. Onun bu dehâsı ile sevk ve idare kabiliyeti Millî Mücadele’nin hemen her safhasında kendini gösterecektir. General Sir John Smyth, Mustafa Kemal’in önderliğinin Anzak saldırılarını atmakla kalmayıp Gelibolu Seferi’nin kaderini tayin ettiğini yazar.

Irak Cephesi**

*İngiltere, Basra Körfezi’nden kuzeye doğru çıkıp Rusya ile irtibat kurmak, Türk kuvvetlerinin İran’a girip Hindistan yolunu tehdit etmesini önlemek istiyordu. Ayrıca Orta Doğu’nun zengin petrol kaynaklarına sahip olan bu bölgede hakimiyet kurmak düşüncesinde olan İngilizler, harekete geçerek 1 Kasım 1914’te Basra Körfezi’ne asker çıkarmışlar, 22 Kasım’da da Basra şehrini ele geçirmişlerdir. Aralık ayı başlarında tekrar ileri harekâta kalkan İngilizler, Kurna mevkiini ele geçirmişler, burada 38. Fırka Komutanı Albay Suphi Bey ile çok sayıda subay ve askerî esir almışlardır.

Mahalli gönüllü kuvvetlerle hareket etmek zorunda kalan Süleyman Askerî Bey, 11 Nisan 1915*günü başlayan ve üç gün süren taarruzda başarılı olamayınca intihar etmiştir.*

İngilizler, bir yıla yakın bir süre bölgeyi kontrol altına almışlarsa da Ruslarla birleşmeleri mümkün olmamıştır. 1915 yılı Kasım ayı sonlarında İngilizleri yenen Türk kuvvetleri Selman-Pak’ta kuvvetli bir savunma hattı oluşturmuşlardır. 29 Nisan 1916*tarihînde Kutü’l-Ammare’de, İngiliz kuvvetlerini kuşatan Türk birlikleri İngilizlere ağır kayıplar verdirmişlerdir. Bu kuşatmada İngiliz komutan General Tawnshend ile 20.000’e yakın İngiliz askerî esir alınmıştır. Ancak bu başarı uzun sürmemiş, takviye birlikler getiren İngilizler 1917 yılı başlarında karşı taarruza geçmişlerdir. Bağdat Muharebesi’nde Türk kuvvetlerinin yenilmesi üzerine 11 Mart 1917’de*Bağdat da İngilizlerin eline geçmiştir. Kafkaslarda soğuktan kırılan Türk askerî, Irak cephesinde ise sıcaktan, kolera ve açlıktan kırılmıştır. Bağdat’ın düşmesinden sonra 1917 yılı içinde başka ciddi bir saldırıda bulunmayan İngilizler, 30 Ekim 1918’de*mütareke imzalandıktan sonra 8 Kasım’da Musul’u işgal edeceklerdir.

Galiçya Cephesi***

*Rusya ve Avusturya cephesinin önemli ve stratejik bir noktasında bulunan Romanya diğer Balkan Devletleri gibi tarafsız kalmak istiyordu. Rusya, Bukovina ile Galiçya’yı ele geçirerek önemli bir etki sağlamıştır. Avusturya ise Romanya’nın itilaf Devletleri safında yer almasını istemiyordu. Bu kararsızlık içerisinde itilaf blokuna meylettiği anlaşılan Romanya ile Rusya ve Fransa arasında görüşmeler başlamış ve 17 Ağustos 1916 tarihînde itilâf Devletleri ile Romanya arasında bir antlaşma imzalanmıştır. Romenler savafl ilan eder etmez Avusturya-Macaristan sınırını geçerek Transilvanya’nın bir bölümünü ele geçirmişlerdir.

1917 yılı başlarında ise Avusturya, savaşın başında ele geçirdiği Belgrad’ı koruyamamış ve Sırplara kaptırdığı gibi Galiçya Cephesi’nde de Ruslara karşı beklenen başarıyı gösterememiştir. İşte bu zamanda Alman ve Türk birlikleri Avusturya’ya yardım etmek amacıyla Galiçya Cephesi’ne gönderilmişlerdir. 33.000 kişilik Türk kuvveti burada çetin savaşlar yapmışlar, ağır kayıplar vermişlerdir.* Alman ve Türk Yardımına rağmen Rus taarruzları, Galiçya ve Bukovina cephesinde Avusturyalıların 100 km gerilemesine sebep olmuştur. Sonunda Avusturya Galiçya’dan çekilmek zorunda kalmıştır.

Hicaz Cephesi*

*Osmanlı Devleti dünya savaşına girdikten kısa bir süre sonra şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi’nin hazırladığı “Cihad-ı Mukaddes”*fetvası ilan edilerek Kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve Afrika Müslümanlarını İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşa davet edilmişti. Mukaddes Cihad Çağrısından beklenen sonuç alınamamıştır. ***Hicaz Valisi Galip Paşa’nın, Arapların isyana kalkışabileceğine ihtimal vermediği için ağır hareket etmesinden yararlanan şerif Hüseyin, İngilizlerin de yardımıyla hazırlıklarını tamamlayarak 9 Haziran 1916*tarihînde Cidde, Mekke ve Taif’te isyanı başlatmıştır. isyan karşısında Türk kuvvetleri önemli başarılar göstermişse de Hicaz’daki bu yerlerin şerif Hüseyin’in eline geçmesine mani olamamışlardır. Mekke’nin bütün mahallelerine hakim bir tepede bulunan Ead Kalesi 25 gün süren muhasara ve muharebeden sonra düşmüştür.

*27 Haziran 1916*tarihînde yayımladığı bildiri ile Osmanlı Devleti’ne karşı bir ihtilal yapacaklarını ilan eden şerif Hüseyin bildirisinin sonunda*şunları söylemekte idi:****“Biz şimdi hâlâ İittihat ve Terakki Hükümeti’nin boyunduruğu altında inleyen topraklardan tamamen ayrılmış durumdayız. ‹istiklalimiz mükemmel ve kelimenin tam manasıyla tamamlanmış olup her türlü yabancı müdahale veya kontrolünden tümüyle masun durumdayız”. Bu bildiri ile Osmanlı Devleti’ne savafl ilan eden şerif Hüseyin, Ekim Ay’ında da kendisini Arabistan Kralı ilan etmiş, İngiltere de bunu hemen kabul etmiştir.*

Mekke, Cidde ve Taif’in düşmesinden sonra mücadele Medine çevresinde cereyan etmiştir. Medine’yi sonuna kadar savunmayı düşünen Fahrettin Paşa’nın görüsüne karşı Almanlar ise Medine’nin elde tutulmasının anlamsız ve gereksiz olduğunu düşünüyorlardı.

Her türlü imkânsızlık ve olumsuzluklara rağmen “çöl ortasında Plevne kahramanları”*olarak tarihe geçen Medine müdafileri büyük bir şecaatle Medine’yi savunmuşlardır. Mondros Mütarekesi imzalanınca mütareke namenin 16. maddesine uyularak Haşim’i Hükûmeti adına Emir Ali, itilaf Devletleri adına İngiliz Yüzbaşı Gerland ile Türk heyeti arasında Medine’nin boşaltılması ve teslimine dair bir şartname imzalanmıştır.

Filistin Cephesi**

Mekke Emiri şerif Hüseyin’in isyan› ve İngiliz desteğiyle Hicaz’da önemli başarılar elde etmesi ile Kanal Harekâtı’ndan istenen neticenin alınamaması İngilizlere Orta Doğu’da istedikleri stratejiyi uygulama imkânı vermiştir. 1916 yılı sonunda İngilizlerin Süveyş Kanalı’ndan Suriye’ye kadar olan bölgede taarruza kalkmaları üzerine Türk cephesi 17-18 Mart 1917 tarihînde Gazze-Birüssebi hattına alınmıştır. 26 Mart’ta Birinci Gazze ve 17-20 Nisan’da*ikinci Gazze muharebelerinde çok üstün kuvvetlere rağmen İngilizler püskürtülmüşlerdir. 31 Ekim’de, İngilizler, üstün kuvvetlerle Gazze-Birüssebi cephesine karşı üçüncü saldırıyı başlatmıştır.

*Bu muharebe sonrasında 7 Kasım 1917*tarihînde Gazze düştüğü gibi Türk kuvvetlerinin boşalttığı Kudüs de 9 Aralık 1917 tarihînde İngilizlerin eline geçmiştir. Kudüs’ün düşmesi Hristiyan Dünyası’nda, hatta Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti Viyana’da bile bir haçlı zaferi gibi kutlanmıştır. Bölgedeki muharebelerde 1 Ekim’de Şam, 27 Ekim’de de Halep İngilizlerin eline geçmiştir.

Osmanlı Ermenilerinin Yeniden Yerleştirilmeler

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesiyle birlikte Ermeni çeteleri, savaşa giden orduların boş bıraktığı Doğu Anadolu’da Müslüman ahaliye saldırmaya, köylerini yakıp-yıkmağa ve insanlar› öldürmeye başlamışlardır. Ermenilerin 1915 Şubat’ında Süleymanlı (Zeytun) kasabasını işgal ederek Müslüman halka soykırımda bulunmaları sadece bir örnektir. 24 Nisan 1915*tarihînde vilayetlere ve mutasarrıflıklara gizli bir tamim göndermiş ve Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasa›, evrakına el konulması ve komite elebaşlarının tutuklanmasını istemiştir.
Bu tamim üzerine 235 kişi tutuklanmıştır. Ermenilerin her yıl katliam günü olarak kutladıkları, günümüzde de Ermeni soykırımının yıldönümü olarak kabul ettirmek istedikleri 24 Nisanı’n özelliği bu tutuklamalardan dolayıdır.

Başkumandan Vekili Enver Paşa 2 Mayıs 1915*tarihînde Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği yazıda Ermenilerin isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmalarını, uygulamanın yalnız isyan çıkarılan bölgelerdeki Ermenilere uygulanmasını istemiştir. Bu yazıda Enver Paşa’nın Ermenilerin isyanlarını sürdürebilmek için toplu ve hazır bir hâlde bulunduklarını söylemesi tehcirin kaçınılmaz olduğunu göstermektedir.

27 Mayıs 1915*tarihînde çıkarılan geçici bir kanunla asayişi bozan silahlı saldırgan ve direnişçilerin tecavüz ve direnişleri sırasında imha, casusluk ve vatana ihanet eden köy ve kasaba halkını başka yerlere sevk ve iskan etme yetkileri orduya devredilmiştir.Üç maddeden oluşan kanun şöyledir:*

1.*Seferde ordu, kolordu, fırka kumandanları, bunların yardımcıları ve bağımsız bölge komutanları halk tarafından herhangi bir surette hükûmetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görülürse hemen askerî kuvvetle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve saldırıyı bütünüyle yok etmeye yetkili ve zorunludur.

*2.Ordu ve bağımsız kolordu ve fırka kumandanları askerî kurallara aykırı veya casusluk ve ihanetlerini hissettikleri köy ve kasabalar halkını ayrı veya topluca diğer yerlere sevk edilebilir ve yerleştirebilirler.
3.*Bu kanun yayın tarihînden itibaren geçerlidir.

*Ermeniler, kendilerine yapılan uyarılara rağmen Van, Bitlis vilayetleriyle şarkikarahisar (şebinkarahisar) ve Amasya şehirlerinde ayaklanmışlardır.

Ermeni vatandaşların başka yerlere nakledilmesi (tehcir), cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlar, Kafkas ve İran Cephesi’nin gerisinde bulunan Erzurum, Bitlis ve Van bölgeleri ile Sina Cephesi gerisinde bulunan Mersin ve İskenderun bölgeleridir. Daha sonra isyan çıkaran ve Ermeni komitecilerine yataklık yapan diğer vilayetlerdeki Ermeniler de tehcire tabi tutulmuşlardır.

Kanunun ve daha sonrasındaki talimatnamelerin uygulanmasıyla ilgili olarak Osmanlı Devleti, Dâhiliye, Hariciye, Harbiye, Maliye ve Adalet Bakanlıkları görevlendirmiştir. Muhacirin Komisyonu, iskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti ve Emval-i Metruke Komisyonları ile bazı mahallî komisyonlar oluşturulmuştur. 4 Ağustos 1915*tarihînde çeşitli mutasarrıflıklara gönderilen karar ile geride kalan Katolik nüfus sevk edilmeyerek nüfuslarının tespit edilmesi istenmiştir. İsyan çıkaran Ermenilerin çoğu Gregoryen mezhebinden olduğundan Osmanlı Devleti isyan çıkarmayanları tehcire tabi tutmamıştır.

Bunun yanı sıra Protestan Ermenilerle, hasta ve kör olan Ermeniler de tehcire dahil edilmemiştir. Alınan önlemler doğrultusunda 700.000 civarında Ermeni, Suriye bölgesinde iskân edilmiştir.

Hazirlayan: AYŞE AĞACA ÖĞÜT



Elinize emeginize saglik Ayse Hocam..Allah Razı Olsun..Ecrini versin...
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2017, 22:22   Mesaj No:8
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

Özetlerin devamı onemli notlar linklerdedir..Üye olarak linkleri gorebilirsiniz..Uyelik tamamen ucretsizdir..
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Kasım 2018, 18:14   Mesaj No:9
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:15
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:44
Mesaj: 12.700
Konular: 1313
Beğenildi:12485
Beğendi:9242
Takdirleri:28424
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart

Siz yeterki çalışın.Notlar bizdenewet000
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
İnkılap Tarihi 2 Ünite Özetleri Soru ve Cevap ve Medineweb Çalışmaları nurşen35 İnkilap Tarihi 2 12 19 Nisan 2018 11:50
Hadis Tarihi ve Usulü Vize ve Final Özetleri /Medineweb nurşen35 Hadis Tarihi Ve Usulü 7 14 Nisan 2018 18:50
Tefsir Tarihi ve Usulü Vize ve Final Özetleri / Medineweb nurşen35 Tefsir Tarihi Ve Usulü 7 28 Ocak 2018 23:12
İnkılap Tarihi-1 (7-8.Ünite Geçme Garantili ) Soru Cevap Özet/Medineweb Mihrinaz İnkilap Tarihi 1 2 11 Aralık 2017 22:08
İnkılap Tarihi I 2014/2015/2016 Tek Ders Sınavı Medineweb nurşen35 İnkilap Tarihi 1 5 20 Ağustos 2017 23:59

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.