|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 25 Aralık 2013 (05:28), Konuya Son Cevap : 25 Aralık 2013 (05:29). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
25 Aralık 2013, 05:28 | Mesaj No:1 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 8-9 özet-- İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 8-9 özet-- ÜNİTE 8:TASAVVUF DÜŞÜNCESİNİN DOĞUŞU VE GELİŞİMİ Tasavvuf İslâmî disiplinler arasında tanımı en zor olanlarından biridir. Bunun en önemli sebeplerinden biri onun genellikle subjektif bir alanı konu almasından ileri gelmektedir. Bu itibarla tasavvuf, tek bir tanımı olmayan ve tanımı çok fazla olan alanlardan biridir. Diğer bir deyişle hemen her sufi tasavvufu kendi mertebesine, makamına hatta sosyal durumuna göre tanımlamaktadır. Hatta aynı şahsın farklı zamanlarda değişik tanımlamalar yaptığına bile rastlamak mümkün olmaktadır. Cüneyd bağdadi ye göre: tasavvuf Allahtan başka her şeyle ilgiyi kesmek ve yalnız Allahla beraber olmaktır. Maruf Kerhi ye göre; tasavvuf, gerçeğe sarılmak ve halkın elindekilerden ümidi kesmektir. Ali B Ahmet Büşenci ye göre: hürriyet, fütüvvet ahlakta güzellik ve cömertliktir. Gazaliye göre: tasavvuf kalbi yalnız Allaha bağlayıp masivadan ilgiyi kesmektir Günümüzde Tasavvuf; İslamı Hz.Peygamber gibi yaşama gayretinde olmaktır. Tasavvuf kelimesinin kökeni hakkında da muhtelif rivayetler olmasına karşın, tasavvuf tarihinde genellikle bu kelimenin yün anlamına gelen sûf’tan türediği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Aslında mahiyet itibariyle bu konu sadece bir isimlendirmeden öte geçmemekte ve tasavvuf bir hâl ve ahlâk ilmi olarak yaşantıya dayalı bir mahiyet arzetmektedir. Tasavvuf ve sufi kelimesinin kökeni hakkında ileri sürülen belli başlı görüşler 1- tasavvuf kelimesinin yunanca sophia kelimesinden geldiğini ileri sürenler. Bunlar genelde batılılardır. Bu görmüş kabul edilmez. 2- tasavvuf kelimesinin ashabı suffadan geldiğini söyleyenler de vardır. Bu da dil açısından mümkğn değildir. 3- cahiliye döneminde kendini Allaha vermiş ve kabeye hizmetten başka meşgalesi olmayan gavs b nur adlı bir şahsın lakabıydı. Bazılarına göre sufilein hali bu zatınkine benzediğinden onlara da sufi mesleklerine tasavvuf denmiştir derler. Bu görüş de kabul edilmez. 4- tasavvuf kelimesinin temizlik anlamına gelen safa dan türediğini söyleyenlerde vardır. Bu görüşe göre sufi dünyevi kirlerden arındırıp saflaştırılmış olduğu için bu adı almıştır. Ancak bu safa nın çoğulu safi olduğundan bu görüş geçerli değildir. 5- sufi ve tasavvuf kelimesinin suftan gelişmiş olması uygundur. Tasavvuf kelimesinin suf (yün) tan ürediği genel kabul görmüş bir anlayıştır. Tasavvuf; hakkın rızasını kazanmak ve sonsuz saadete ermek için nefsi terbiye etme, ahlaki güzelleştirme, insanın suret ve siretini tezkiye etmeden bahseden bir ilimdir Tasavvufun konusu Sûf kelimesinden geldiği bilinen tasavvufun konusu da insanın yaratıcısının rızasını kazanması yolunda sûret ve sîret olarak ilk safiyetine dönme mücadelesidir. Bugün ki ifadelerle söyleyecek olursak, tasavvuf modern insanın manevî ve ruhî ihtiyaçlarını gidermede bir metot ve yol göstermektedir. insan ve insanın ruhu ahlaki ve pskolojik yapısı teşkil etmektedir. İman ihsan ve marifatullah da onun konusu içine girer. Tasavvuf ilmine ait özel kavramlarda onun konuları arasındadır. Nefsini bilmek kalbini tasfiye etmek, mükaşefe etmek, müşahede makamlar haller fena-beka, işaret, ilham keşf vs. diğer taraftan vahdeti vucut, vahdeti Şuhut ta onun konularındandır. Tasvvufi ekollere, tarikatlar, bunların kurucuları ve görüşleri de tasavvufun konusudur. Günümüz açısından söylenecek olursa tasavvuf; çağdaş tasavvufi akımlar, modern insanın manevi ve ruhi ihtiyaçları bunların tasavvufdaki izdüşümleri yine günğümğz insanı özellikle mistik yönelimleri tasavvufun konularından sayılabilir. Tasavvuf amacı; dinin dışsal kuralları yanında iç dünyasında oluşacak manevî hastalıkları tedavi etmek ve kişiyi Allah’a ulaştırmaktır. Doğal olarak bu amacı gerçekleştirirken kendine özgü metotlar kullanacaktır. Tasavvufun Metodu; vahiy, keşf, ilhâm ve akıldır. Ancak bunların sırası zaman zaman değişebilir. ** sufiler keşf ve ilhamı vasıtasız doğrudan bilgi olarak tanımlarlar Tasavvufun karakteristikleri: bir tür dinî ve İslâmî mistisizimdir. Ancak diğer din ve mistik akımlardan en büyük farkı Kur’ân ve sünneti temel değerler kabul etmesidir. Bu çerçevede sufî Kur’ân ve sünnet çerçevesinde özgür iradesi ve amelleriyle varoluşa katılır ve kendini gerçekleştirir.ameli bir karakteristliğe sahiptir, Tasavvuf tam bir aksiyondur. Seyrü Sülük;Tasavvufta nefsi terbiye ederken yol alma, yola devam etme. Tasavvufun kaynakları yukarıda da ifade edildiği gibi başta Kur’ân ve sünnettir. Hatta bu iki kaynağa uymayan her davranış ve tutum merdud kabul edilir. Tasavvufun sınıflandırılması(Kaynakları) 1-Tasavvuf zühddür. Zühd dünyaya karşı tavur koymaktır. Masivadan yüz çevirip Allah a yönelmektir. ilk tasavvuf tarifi yapan MARUF KERHİ dir.Ona göre Tasavvuf hakikatleri almak, insanların elindekinden ümidini kesmektir. ** Zühd, tasavvufun gerçekleştirmeyi amaçladığı ruhi olgunluğa götüren bir vasatadır. Bizzat gaye değildir. 2-Tasavvuf güzel ahlaktır. Tasavvufun konusu tahalluk ve tahakkuk tur. Tahalluk İslam ahlakını öğrenmek demek olduğuna göre tasavvufla ahlak iç içedir. 3-Tasavvuf tasfiyedir, kalp temizliğidir. 4-Tasavvuf tezkiyedir. Nefs ile mücahededir. Oda ittiba ve imtisal ile olur, yani Allah Rasülüne uymak ve onu örnek almakla gerçekleşir 5-Tasavvuf kitap ve sünnete sarılmak ve edebe riayettir. Mutasavvıfların sahibini utanılacak şeylerden muhafaza eden sağlam bir his ve irade olarak tarif ettikleri edep onların şeriat sınırlarının korumada önem verdikleri hususlardan biridir ve istikameti korumaya yarar. 6-Tasvvuf islamın ruh hayatıdır. İlmül Veraset; Peygamberimizin ve ashabının yaşadığı ruhani hayat, yaşanarak ve in’ikas yoluyla kalpten kalbe hal yoluyla intikal şeklinde gelmektedir. Tecrübe ve yaşama yoluyla intikal ettiği için bu ad verilir. Tasavvufun Doğuşu Zühd Dönemi; doğuşunun iyi anlaşılması için onun üzerine temellendirildiği Zühd döneminin iyi irdelenmesi gerekir. Zühd dönemi bilindiği gibi Hz. Peygamber ve ashabının yaşadığı, daha sonra tabiûn’a kadar uzanan bir dilimi içerir. Bu manada zühd anlayışı İslamî olup Hz. Peygamber’le birlikte Ebû Zerr el-Gıfârî, Huzeyfe el-Yemân, Selmân-ı Farisî ilk temsilcilerinden kabul edilir. Zühd; bir şeye meyletmemek, rağbet etmemek yüz çevirmek terk etmek anlamlarına gelir bu terk etme işi küçümsemekten günah saymaktan veya azlığından dolayıdır.Zühd, dünyaya, onun sesine, arzu, istek ve tatlarına, nefse ve onun tamahlarına karşı özel bir tavırdır,insanın çeşitli ruhi ve bedeni riyazet ve macahedelerle nesini dizginlemesidir. Başka bazı sebepler de varolmakla birlikte, genel anlamda Müslümanlar arasındaki bu zühd hareketinin doğuşundaki en önemli ve ilk faktörün İslâmın temel öğretileri olduğunu söyleyebiliriz. Bu genel kabul görmüş görüşe göre bu ilk iki asırdaki gücünü Kur’ân ve Hz. Peygamberin örnek yaşantısından almaktadır. Kur’ân’ı ve Hz. Peygamberin yaşantısını iyi bir şekilde tetkik eden herkes, Zühd döneminde aynı izlere rastlamakta güçlük çekmeyecektir. İlk asırda zühdün temeli, şeriatın emir ve yasakları ile edeplerine riayet etmenin yanı sıra fakirlik, benliği inkar etmek, dünyayı terk etmek, yani önemsiz görmek idi. Bu manada Hz. Peygamber (s.a.)’i, sahabe-i kirâm’ı ve tabiûn’u da zahidlerden sayabiliriz. Ancak bunların zühdü, masiyetlerden olabildiğince uzak durma, Allah’tan ve azabından korkma, O’nun cennetini ve sevabını umma özellikleri ile dopdolu, yukarıda bahsettiğimiz özelliklerin dışına taşmayan basit ve sade bir zühd idi. İslâm’ın bu erken devresinde zühd, ne dinî bir hareket, ne de bir mezhep ne de sosyal bir sistemdi. Aksine sadece dinin, Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in sünnetinin önderlik ettiği ferdî bir eğilimdi. Öyle görünüyor ki, Müslümanlar bu asırda kendilerini zühd ve itikaf hayatına vermekten ziyade, Allah yolunda cihad ve ilâ-yı kelimetullah’a vermişlerdi. Yeni zühd telakkîsinin belirgin özelliklerinden biri, şu iki noktadaki büyük dikkatidir: Kendini, nafile ve zikirde gösteren ibadet noktası ile, kendini daha çok bütün sufiyâne özelliklerin (ahlâk) esasını teşkil eden tevekkül’de gösteren ahlâkî yön. Züht hareketini hristiyan menşeli olarak görenlerNicholsan, İgnaz Goldziher Nichoson, islamdaki zühd ve takva eğiliminin,Hıristiyanlığın ortaya koyduğu nazariye ile uyum halinde bulunduğunu ve bu nazariyeden beslendiğinin açıkça bilindiğini iddia etmektedir. Tasavvufun ahlaki yönü;Dünyaya rağbet etmeme, sadece Allah ile hemhâl olma, bütün düşünce ve amellerinde daima O’nu göz önünde bulundurma; kazanmayı, nefsanî hazlardan, insanların övmesinden veya yermesinden hiç etkilenmeme özellikleri bu ahlâkî yöne girer. Ebul ala el hafiye göre islamda züht hareketi 4 unsurun etkisiyle çıkmıştır. 1- İslami öğretiler, 2- Müslümanların mevcut siyasi ve sosyal düzene tepkileri, 3- Hıristiyan ruhbanlığı, 4- fıkıh ve kelama başkaldırı. ** Zühd hareketi ilk iki asırdaki gücünü, Kuran ve Hz. Peygamberin örnek yaşayışından almaktadır. Ebul vefa Taftazani zühdün kaynağını nasıl görür.; islamın ve Müslümanların mevcut siyasi ve sosyal düzene başkaldırılarının kabul edilebileceğini ancak Hıristiyanlığın ve fıkıh ve kelama karşı başkaldırının züht hareketine tesir etmesinin mümkün olamayacağını savunur ona göre zühtün kaynağının 1. derecede kuran ve hadis olduğunu 2. olarak da hz Osman ın hilafetiyle birlikte ortaya çıkan siyasi ve sosyal çalkantıların bu hareketin çıkmasında büyük rol oynadığını söyler. Zühd hareketini ortaya çıkartan en önemli etkenler; 1- İslami öğretiler. İlk ve en önemli faktör budur. Kuran hem cenneti imrendirme ve cehennemden de korkutma yönlerinin hakkını tam olarak vermiş olur. 2- Müslümanların mevcut siyasi ve sosyal düzene tepkileri. Fethedilen yerlerin çoğalmasıyla Müslümanların çoğu dünyaya yönelip ona meyletmeye başladı. Bu tepkiler içinde Hasan Basri ve Haris el Muhasibinin Müslümanların zalime ve adaletsizliğe karşı ayaklanması da vardır 3- fıkıh ve kelama başkaldırı. Takva sahibi Müslümanlar fıkıhçılarla kelamcıların İslam anlayışlarında dini heyacanlarını doyuracak bir şey bulamayınca bu heyacanı tatmin etmek için tasavvufa sığınmışlardır. Hasan-ı Basri; Korkuya dayalı zühd anlayışının ilk temsilcisidir.Geçici olan dünya hayatından yüz çevirip yalnız Allaha yönelik dayanmak ve ondan korkmaktır. Rabiatül Adaviyyenin hareket noktası; Cehennem korkusu ve cennet arzusu değil doğrudan doğruya Allah aşkıdır. İlahi aşk mefhumunu ilk kullanan kişi olmuş ve sonraki devirlerde tasavvufi düşüncede büyük bir yer işgal edecek konuma gelmiştir.Tasavvuf tarihinde ilahi aşkı ilk kullanan kişi dir. Rabiatül adaviyyenin ilahi aşkı; maruf kerhi, zünnun ı mısrı, Beyazıt bistani, seriyyüssekati, cüneyd bağdadi, hallac ı Mansur, haris muhasibi gibi kişileri etkilemiştir Tasavvuf Dönemi; İlk tasavuffi eserler: Arkasından Hicrî III ve IV. asırlarda tasavvuf tarihinde sonra ki yüzyıllar boyunca kendilerine bağlanılan ve örnek kabul edilen mutasavvıflarla doludur. Bu yüzyıllar her yönden son derece hareketli ve velûd bir dönemdir. Bu dönemde ilk defa Sufi kelimesini zikreden Ebu Haşim el-Kufi (sufi) dir. Yine bu dönem tasavvufun müstakil bir ilim alanı olduğu bir süreçtir. bu yüzyıllarda kaleme alınmaya başlandığı gibi, ilk tasavvufî kavramlar da bu dönemde kullanılıp yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu dönemde, Tasavvuf ilminin ana konuları tespit edilip eşlenmiş,sufiler toplum içerisinde müstakil bir sınıfı temsil eder hale gelmiştir, belli merkezlerde Tasavvuf ekolleri teşvik etmiş, tasavvuf İslam toplumunda yerini almaya başlamıştır. İtikadi ve ameli mezhepler hep bu asırlarda ortaya çıkmıştır, yani bu yüzyıllar hem siyasi, hem içtimai, hem de dini açıdan son derece hareketli dönemlerdir. tekâmül devresi Bu asırlar tasavvufun fıkıh, kelâm ve hadis gibi ilimlerden ayrılıp inkişaf ettiği tekâmül devresidir. İlk tasavvufî eserler bu dönemde kaleme alındığı gibi, ilk tasavvufî kavramlar da bu dönemde kullanılıp yaygınlaşmaya başlamıştır. Tasavvuf, tahâlluk (eğitim) ve tahakkuk (keşf ve marifet) boyutuyla bu dönemde büyük bir gelişme göstermiştir. Bu dönemin mutasavvıfları insan ruhunu tahlil etmekte; ona arız olan hâlleri beyan ederek geçeceği makamlardan bahsetmekte, kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesi gibi konular gündeme gelmektedir **Rabiatül Adeviye ile başlayan sevgi ağırlıklı tasavvufi düşünce Maruf Kerhi ile gelişmiş, hicri 3. ve 4. asırlarda tasavvufi telakkilerin ağırlıklı konusu haline gelmiştir.Hicri 2. asırda Hasanı Basri ve talebelerince temsil edilen Basra Mektebinin hüzün ve korkuya dayalı tasavvuf telakkisi 3.asırda yerini aşk ve muhabbete bırakmıştır. 3 asırda yetişen Haris Muhasibinin de sevgi üzerine eser yazmıştır. ** Tasavvuf alanında ilk sistematik eserlerin müellifi Hâris Muhasibî’nin dir. Tasavvuf ekollerinin doğuşu 1-Nişabur Mektebi; Bâyezid-i Bistamî’nin başını çektiği Nişabur ekolünü görüyoruz.Horasanla birlikte Nişaburunda fütüvvet ve melamet özellikleriyle tanınan bir merkez haline gelmiştir. Bu bölgede yetişen mutasavvıflar Beyazıt Bistami, Yahya b muaz errazi, ebu hafs hattad ve hamdun kasardır. 2-Mısır ekolü Zünnûn-ı Mısrî’nin başlattığı Mısır ekolü ile Şam ve Bağdat mekteplerini görmekteyiz. Bu ekoller bir farklılaşma değil, bir tür zenginlik meydana getirmiştir. 3-Şam Mektebi; Genellikle açlıkla eğitimi ve gece ibadetini öne çıkaran ve bu yüzden Cuiyye ve ehlül-leyl adıyla anılan sufilerce temsil edilmiştir. Başlarında Ebu Süleyman Darani ve talebeleri, Ahmet Ebil-Havari ile Ahmet bin Asım Antaki gelmektedir. 4- Bağdat mektebi; tasavvufun en büyük temsilcileri ve eser sahipleri burada yetişmiştir. Basra mektebinin izlerini taşımaktadır. İlk defa sufi adıyla anılan ebu Haşim sufi ile ilk tasavvuf tarifi yapan maruf kerhinin önemli bir yeri vardır. Hicri 5. asır tasavvufunu özellikleri ve bu dönemde yetişen ünlü mutasavvıflar Bu asır bağdatta bulunan Abbasi hilafetinin nüfuzunun azaldığı İslam dünyasının doğu bölgelerinde selçuklularla diğer bazı beyliklerin mısırda fatimilerle endülüste emevilerin hakim olduğu yıllardır. Bu dönemin mutasavvıfları; Çok değişik mutasavvıfların yetiştiği dönemdir, Tasavvufun teorik yönden gelişmesine katkıda bulunmuş tasavvuf klasiklerinin kaleme alındığı bir zaman dilimidir. Tasavvuf mektepleri ortaya çıkmasa da ferdi olarak pek çok müellif mutasavvıfın yaşadığı bir dönem olarak göze çarpar. 1-Ebu abdurrahman sülemi. İlk sufi tabakatını o yazmıştır. Kurana yazdığı tasavvufi tefsir sahasının ilklerindedndir. Ebu nuaym isfehani ve kuşeyri gibi sufilerin yetişmesini sağlamıştır. 2-Ebu nuaym isfahani: muahddis ve sufi kimliği ile hz peygamber ve ashabından başlayarak en geniş zahit ve sufi tabakatını kaleme alan muatasvvıftır. Ebu abdurrahman süleminin talebesi kuşeyrinin hocasıdır. 3-Ebu said el hayr: aşık tabiatlı sohbete önem veren ve halkın arasına çok karışan celvet ehli bir mutasavvıftır. Vahdeti vücut anlayışını yaymaya çalışan tekke ve dergahların adab ve yöntemine dair prensipleri vaaz eden kişi olarak tanınır. **Ebul kasım abdül kerim kuşeyri: ERRİSALE adlı eseri vardır ** 5./11. asır daha önceki asırlara göre tasavvufun şiirle ifade edilmeye başlandığı dönemdir.Tasavvuf ŞiiriBu asırdan itibaren mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi edebi sanatlarla süsül tasavvufi remz ve mazmunları taşıyan sanat eserleri haline dönüşmeye başlamıştır.Bu devir, sufilerin genellikle eserleriyle tasavvufu hakim kılmaya çalıştıkları ve mezhep tartışmalarına girmedikleri bir dönemdir. Sufilerin münzevi hayatları ve nezih tavırları, halkın ve idarecilerin sevgisini kazanmalarını sağlamıştır.İranda yetişen şairlerin çoğu şiirlerinde tasavvufi sembolleri ve mazmunları kullanmışlardır. Bu devir sufilerinden ebul hasan harakaniye gazneli sultan mahmudun büyük bir saygı duyarak rey şehrindeki hankahında kendisini ziyaret etmesi ve Selçuklu sultanı Tuğrul beyin hemedanda bulunan baba uryanı ziyareti bunu teyid eder. Şiir-tasavvuf Tasavvuf döneminin tarîkatlar dönemine yerini bırakacağı H. VI. Yüzyıl öncesinde ise, tasavvufun daha ziyade şiirle ifade edildiği zengin bir dönem göze çarpar. Özellikle Horasan ve İran bölgesinde Fars kültüründe yetişen mutasavvıfların tasavvufî düşünce ve yaşantılarını edebî sanatlarla süsleyerek anlattığı, zengin bir dönem görülmektedir. Tasavvufun teorik yönünün kayda alındığı ve ilk defa klasiklerin ayrılmaya başlandığı dönem 4./10. asırdır. Bu asrın bir başka özelliği de ilk kez tasavvufun sistematik ve belgelenmiş tarihçeleriyle karşılaşıyoruz. Bu maksatla ilk kez çalışma yapan Ebu Said el Arabidir. Tabakatünnüssak eseri günümüze ulaşmamıştır. Aynı şekilde Ebu Muhammet el huldi tarafında yazılan hikayetül evliya adlı eserin kayıp olduğunu biliyoruz ancak bu eserlerden yapılan alıntılar günümüze gelmiştir. ** Ebu Bekir el kelabazinin eserinin adı; Ettaarruf li Mezhebi ehli Tasavvuf. Özelliği; bu eserde İslam teolojisinin temel unsurlarını bir bir ele almaktadır. ** Hucuvviri; Eseri Keşfül Mahcub dur. Özelliği Kalıp bakımından risaleye benzer. ** Tasavvufun ehli sünnet ve fıkıh kelamıyla uzlaştırılması; Tedricen önce çok sayıda kısa eserler halinde daha sonra da 1099/1102 arasında gazalinin ıhyau ulumiddiniyle olmuştur. Başlıca tasavvuf kaynakları hangileridir? 1-Haris b esed el muhasibi. Erriaye lil hukukilleh tasavvuf klasikleri arasına girebilecek konumundadır. 2-Hakim tirmizi- hatmül velaya adlı eseri vardır 3-Ebu nasr esserrac: el luma tasavvuf ilminin kaynakları ve çıkışı hakkında bilgi veren ve tasvvuf kavramlarını en geniş biçimde ele alan ilk eserdir dilimize çevrilmiştir. 4-Ebu Bekir kelabazi: ettaarruf adlı eseri vardır. Dilimize çevrilmiştir. 5-Ebu talip el mekki: kutul kulub adlı eseri vardır. Dilimize çevrilmiştir. 6-Abdülkerim kuşeyri: Sünni tasavvufu sistemleştiren bir müellif olarak bilinir. Eseri er-risaledir. Dilimize çevrilmiştir. 7-Ali b Osman el hucviri: eserlerini Farsça olarak yazdı. Keşfül mahcub adlı eseri vardır. Dilimize çevrilmiştir. 8-Muahhmet gaazli: ihyauulumiddin 9-ebu hafs ömer sühreverdi: bağdatta şeyhler şeyhi olan sühreverdi tarikat dönemi tasavvufun kaynaklarından olan avariful maarif in ayazarıdır dilimize çev. 10-muhittin Arabi. Tasavvufi tefekkürün en önemli etms. Vahdeti vucut konusunu sistemleştirmiştir. Füsusul hikem ve el fütühatül mekkiyeye eseridir. 11-Mevlana celaleddin rumi: aşk ve vecd şairirdir. Mesnevisi vardır.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 5 | 210 | 23 Eylül 2024 20:24 |
Mustafa İslamoğlu Sözler | Medineweb.net Videolar | Mihrinaz | 2 | 391 | 30 Nisan 2023 16:51 |
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 0 | 261 | 29 Nisan 2023 18:52 |
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE | Hacc-Umre-Kurban | Medine-web | 0 | 1103 | 27 Nisan 2020 21:40 |
25 Aralık 2013, 05:29 | Mesaj No:2 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 8-9 özet-- ÜNİTE 9:TASAVVUFUN TEORİK VE AHLAKİ BOYUTU ** Vahideti Vücud anlayışını ilk defa sistematik olarak ele alan Muhyiddin ibnül Arabididir. **Tasavvufi düşüncede varlık meselesi daha çok Vahdet-i Vücud(Varlığın Birliği) teziyle anlatılmaya çalışılır. Vahdet-i Vücud; Varlık birdir, o da Hakk’ın vücudundan ibarettir. O’nun dışındaki varlıklar gerçek olmaktan çok, gölge varlıklardır. Diğer varlıklar Hakk’ın sıfat ve isimlerinin tecellileridir. Ve Allah zat olarak diğer varlıklardan münezzehtir. ** Vahdeti Vücud anlayışında Birlik bilgi ve düşüncededir. Vahdeti Vücud anlayışının iyi anlaşılabilmesi için Zat-Sıfat münasebetinin iyi bilinmesi gerekir. ** Vahdeti Vücud anlayışında varlıklar, Allahın Zatının değil, sıfatlarının tecellisidir. ** Tasavvufta ortaya çıkan yeni bilgi kaynağı keşf ve ilham ** ibnül Arabinin Allah ın isimleriyle ilgili görüşü ; Ehli sünnet anlayışında hadis kültürüne göre Allah ın 99 ismi olduğu görüşüne rastlamaktayız. Ancak bu anlayışın teorisyeni muhittin Arabi kurana bakıldığında Allah ın 87 ismi olduğunu söylemektedir. Arabiye göre Allah zatıyla aşkın sıfatları yönüyle aleme içkindir. ** vahdeti vücut anlayışında Allah la varlıklar arasındaki ilişki;Varlıklar Allah ın zatının değil sıfatlarının tecellileridir. ‘A’yân-ı Sâbite’; Dış alemde var olan eşyanın, Allah’ın ilmindeki hakikatlerine denir. Bir başka ifadeyle bunlar Allah’ın ilminde sabit olan yoklardır. A’yân-ı Sâbite’nin dış aleme nazaran varlığı yoktur. Bu, Hakk’ın hüviyetiyle duyular alemi arasında yer alan bir varlık alanıdır. İbnü’l-Arabi’ye göre yaratıkların ve eşyanın üç safhası a- Eşya birbirinden ayırt edilmeksizin ve aralarında bir farklılaşma olmadan, Allah’ın ilminde külli olarak vardır. Buna şuun-ı sâbite veya taayyün-i evvel denilir. b- Eşya, a’yan-ı sabite halindedir. Birbirinden ayrılmış ve farklılaşmış bir vaziyette Allah’ın ilminde bulunur. Bu safhada varlıklar muşahhas şeyler olup buna taayyün-i sani de derler. c- Eşya, a’yan-ı hariciye halindedir. Eşya dış alemde tecelli ve zühur etmiştir. Buna taayyün-i harici de derler. Yaratma(Hâlk) bu üç mertebeden ibarettir. ** Arabiye göre varlığın ilk tecelli eseri aklıevvelden meydana gelmiştir,İlk akıl tekdir. Ancak yapısında kesret istidadı bulunduğunu belirterek bu durumu izah etmeye çalışır. İbnü’l-Arabi’ye göre, varlığın meydana gelişindeki yedili tasnif Birinci Mertebe: Buna la-taayyün mertebesi de denir. Hakkın vucudu bu mertebede her türlü kayıttan uzaktır. Sırf zat mertebesidir. Ehadiyyet de denir. Bu mertebe vucud tecelliden münezzehtir. İkinci Mertebe: Taayyün-i Evvel denir. Allah bu mertebede zatını sıfatlarını ve varlıkları toplu olarak bilir. Bu mertebeye ayrıca -vahdet -mutlak vahdet -hakikatı muhammediyye -gibi isimler verilir.o bu mertebede Allah, ismi cami ile isimlendirilmiştir. Üçüncü Mertebe: Taayyün-i Sani mertebesidir. Bu mertebede Allah zatını sıfatlarını ve bütün mevcutlarını birbirinden ayırarak bütün ayrıntılarıyla bilir. Bu mertebede ilim suretleri ve bu suretler ilahi sıfatların suretleri olduklarından, bunlara ‘’vahidiyyet’’ ayanı sabite’’ ve hakikati insaniye denir Dördüncü Mertebe: Ruhlar Alemi mertebesidir. bu mertebe zatı ilahinin latifliğini bir derece daha kaybetmesinden ibarettir. Bu mertebede her bir ruh kendini kendi mislini ve kendisini başlangıcı olan hakkı kavramıştır. Beşinci Mertebe: Misal Âlemi denilir. bu mertebe parçalanma ve ayrılma kabul etmeyen latif mürekkeb eşyadan ibarettir. Ruhlar aleminde bulunan her ferdin cisimler aleminde bürüneceği suret teşekkül edr. Bu mertebeye hayal alemi de denir. Altıncı Mertebe: Şehadet Âlemi denir. Bu mertebe cisimler alemi olup parçalanmayı ve ayrılmayı kabul eden kesif ve karmaşık eşyadan ibarettir. Bu mertebedeki varlıkları duyu organları ve akıl kolayca algılayabilir. Yedinci Mertebe: Buraya kadar zikredilen bütün mertebeleri kendinde toplayan “Mertebe-i Camia”dır. İnsanı Kamil mertebesi de denir. Nasılki ismi azam Allah ın bütün isimlerini kendinde toplamışsa insan ı kamilde bütün alemleri toplamıştır. ** yaratılış mertebeleri hazaret-i hamse, (beş ilahi hazret) tenezzülat-ı seb-a (yedi ruhsal iniş) gibi isimlerler isimlendirilmiştir. ** Mutasavvıflar eşyanın his ve aklımıza nispetle görülen varlığa Gölge varlık demişler ki, vehmi ve hayali varlık demektir. Bilgi nazariyesi: İnsanlık düşünce tarihinde hep üzerinde fikir imâl edilen konuların başında gelen bu hususta, mutasavvıflar kendi paradigmalarına uygun olarak görüşler ileri sürmüşlerdir. Buna da “marifet” adını vermişlerdir. Bilginin kaynağı konusunda da daha çok akıl yerine kalp merkezli bir anlayış benimsemişlerdir. Marifetinde eşyayı ve kendini tanımanın yanında bilginin sujesi olarak, Allah’ı hedeflemişlerdir. Yani insanın hedefi kendinden başlayarak, Allah’ı tanımak ve bilmektir. Netice de sufîlere göre asıl hedef kulluk olmaktadır.Tasavvufta bilgi, daha doğrusu marifet konusu, varlık konusuyla yakından ilgilidir.Çünkü varlık, marifet sayesinde bilinmektedir, insanın Allahı bilmesi,kendisinde bulunan ilahi nefha ruh sayesindedir. Sûfîlere göre Kalp , bilginin kaynağının akıl değil de, kalp olduğuna inanır ve onun, aynı zamanda ilâhî aşk ve tecellî’nin merkezi olduğunu kabullenirler. Kalpten kasıt da, bildiğimiz et parçası değil, tam tersine insanın kendisiyle gerçek varlığı, Allah’ı tanıdığı, Hakk’ın kuluna orada tecellî ettiği, kulun Rabbini kendisiyle sevdiği, maddeden uzak rabbânî bir latîfedir. Başka bir ifadeyle kalp, insanda “zevke dayalı idrakin” merkezi olan bir mekanizmadır. Sûfîlere göre marifet ile ilim arasında belli bir ayırım yaparlar. Sûfî deyişle marifetullah aklın sahası dışında kalan ve Allah’a, O’nun sevgisine, O’nunla irtibata geçme ve daha benzeri gerçekler karşısındaki tutumlarını tayin etmede bu ayırımın derin bir tesiri olmuştur. Hatta tasavvuf tarihinde öyle bir devir yaşanmıştır ki, sûfîler marifeti sülûkün en büyük hedefi olarak görmüşlerdir. Şayet tasavvufî hayatın “Allah ile bir irtibatı amaçladığı” ifade edilse, genel olarak sûfîlere göre, muhabbetullah yoluyla elde edilen marifetullah, veya marifetullah yoluyla elde edilen muhabbetullah olmadan bu irtibatın hiçbir manası yoktur. Sûfiyye tabakasına göre Allah, irfan yoluyla tanınabilen bir hakîkattır; hatta onlara göre, mutlak anlamda bir hakîkattır ve Hak adına idrak edilen her şey O’na bir işarettir. Mutasavvıfların teorik planda ele aldıkları hususlardan biri de, İnsan-ı Kâmil konusudur. Bu da, sûfîlerin marifet nazariyesine uygun olarak, inansın ilâhî isim ve sıfatları kısmen kendinde gerçekleştirmesidir. Sufî düşüncede insanın yeryüzünün halifesi olması gerçeği de, bu isimlere yatkınlığı ve gerçekleştirme imkanından kaynaklanmaktadır. Ve insan potansiyel olarak kendinde nefha-i ilâhî taşımaktadır. Sûfîlere göre nübüvvet ve velâyet konusunda farklı düşünmektedirler. Özellikle velâyet mutasavvıfların üzerinde durdukları temel konulardan biridir. Hakîm Tirmîzî’den başlayarak İbnü’l-Arabî’de zirveye ulaşan “Hatmü’l- Velâye” anlayışı, üzerinde en çok tartışılan konulardan biridir. Tirmîzî’nin başlattığı bu anlayış giderek benimsenmiş ve İbnü’l-Arabî tarafından daha da sistemli hâle getirilmiştir. İbnü’l-Arabî, hatm-i velâyet meselesini izah ederken, nebî ile velî arasındaki ilişkiye de temas etmiş, bu konuda şimşekleri üzerine çeken ilginç fikirler ortaya atmıştır. Ona göre nebîlik son bulmuştur, velîlik ise devam etmektedir. Çünkü Allah’ın isimlerinden biri de “Velî”dir. İnsanı Kamil: Tasavvufta eğitimin, seyrü sülükun konusu insandır. Allahın yeryüzündeki halifesi ve ahseni takvim sırrına mazhardır. İnsanın Allahın halifesi olması, Allahın sıfatlarından bazı tecelliler taşıması sebebiyle insanı kamil denir. **Hallacı Mansur Allah Ademi kendi suretinde yarattı, rivayetinden yola çıkarak, Allahın kendi nefsinde, kendisi için tecelli ettiğini söylemiştir, İbnül Arabide bu insanı kamil düşüncesine zemin hazırlamıştır.Daha sonrada bu fikri daha anlaşılır ve geniş bir şekilde Abdülkerim el–Cili ele almıştır. Mutasavvıflara göre insanı kamil in temel nitelikleriinsanı kamil Allah ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. Yine o maddi ve manevi bütün kemal mertebelerini kapsar. İnsanı kamil hz Muhammet dir. İnsansı kamil varlığın ve hilkatin gayesidir. Eğer insanı kamil olmasaydı Allah bilinemezdi. İnsan alemin yaratılış sebebidir, o alemdeki varlıklar içerisinde en mütekamil olanıdır. Maddi yapısı itibariyle alemdeki mevcut her unsurlardan bir numuneye sahiptir. Bu özelliğinden dolayıdır ki Alemi Suğra Küçük alem denir.insanın ruhu Nefhi ilahi, yani hakkın kendi ruhundan üflemesi ile sonradan yaratılmıştır.. Nefsi Emare; insanın maddi yapısından kaynaklanan nefisdir, daima dünyaya, süfliliklere, nihayet esfeli safiline meylederken, ilahi menşeli olan ruhi yönü ise kendi aslına yani Allaha kavuşma arzusundadır. Tevhit; Kelam ilminin ilahi boyutu tevhit ile ilgilidir.Ehlisünnet kelamcıları ve sufiler tevhide konuyu nasların ışığında ve akli isdidlal yönüyle izaha çalışmışlardır. Sufiler ise faklı bir yol takip ederek tevhide akıl yoluyla değil sezgi gücüyle ulaşılacağını kabul etmişlerdir. Cüneyd bağdadi ye göre sufilerin tevhit anlayışı; Kadim olanı hadis olandan ayırd etmek vatandan çıkmak (kendisine herhangi bir makam izafe ermemek) nefsin arzu ettiği şeylerden alakayı kesmek malumu ve meçhulu terk etmek bunların hepsinin yerine hak tealayı ikame etmek. Sufiler tevhidin bir tarifinin yapılamayacağını söylerler ve tevhitten şu üç manayı çıkarırlar. 1-Allahın kendi birliğini bilmesi ve bildirmesi 2- Allah ın insan da onun birliğini idrak etme gücünü yaratması 3- insanın Allah ın bir olduğunu ve bu husustaki hükmü bilmesi Sufilerin Tevhit anlayışı 1- avamın tevhidi: bu eserin müessire sanat eserinin sanatçıya dalalet etmesi prensibinden hareketle istidlal yoluyla kainatında bir halıkının bulunduğuna hükmetmekten ibarettir. Buna tevhidi imani tevhidi ilmi de denir. Bu tevhit anlayışı ancak sahibini şirkten kurtarır ve İslam mertebesine ulaştırır. Bu sayede ona Müslüman muamelesi yapılır bu tevhidin en alt derecesidir. 2- havasın tevhidi: bu sebepleri bir taraf atarak alemde cereyan eden iyi ve kötü faydalı ve Zaralı her şeyde haktan başka bir şey görmemektir. Bu tevhide uylaşan tevekküle sarılır ve halka şikayette bulunmaz. Bu tevhit anlayışa sahip olan kimse gizli şirk tehlikesinden kurtulur. Hakkın zat ve sıfatında fani olur ve onun gözünde hakkın dışında her şey yok olur buna da tevhidi hali denir 3- havassul havassın tevhidi: bu tevhit cenabı hakkın her an ferdaniyet ve vahdaniyet sıfatıyla muttasıf olduğunu gerçekte hakkın dışında hiçbir şeyin bulunmadığını zevken bilmektir. bu arifleri ve sıdıkların tevhididir. Buna da tevhidi ilahi demişlerdir. Mutasavvıflar tevhit hakkında şöyle bir derecelendirme yapmışlar 1- kusudi tevhit (vahdet i kusud) kulun kendi iradesini bırakıp Allah ın isteklerine tabi olmasıdır. İlk zahitlerin tevhit anlayışı budur. La maksude illallah la matlube illallah la marude illallah tan bu kasdedilir. 2- şuhudi tevhit (vahdet i Şuhut) kulun her şeyde Allah ı müşahede etmesidir. Güneş doğunca yıldızların kaybolması gibi. Bu müşahede konumuna ulaşan kimsenin gözü hiçbir şeyi görmez. Bu hale fena fişşuhud da denir. İmam rabbani bunu tevhidin en üst derecesi kabul etmiştir. 3- vücudu tevhit (vahdeti vucut) Allahtan başka hiçbir varlık yoktur anlayışındaki tevhittir. Şuhudi tevhit mertebesinden daha üst seviyededir. Bu mertebedeki kul Allah tan başka her şeyi kendisi dahil yok bilir. La mevcuda illallah la ifade edilir. ** Sufiler avamın tevhidi konusunda, anlayışında kelamcılarla birleşir. Nübüvvet Hâkim Tirmize göre nübüvvet:Perdenin kaldırılması ve gaybın sırlarına vakıf olarak Allahı bilme, Allahın nuruyla örtülü bulunan eşyanın mahiyetine basiret gözüyle nüfuz etme şeklinde izah etmiştir. Fergani felsefi açıdan nübüvveti nasıl tanımlar;Nebi Allahın zatından sıfatlarından isimlerinden hükümlerinden ve muratlarından haber veren kimsedir. ** Şufilere göre Hz Muhammedin bir hakikatı bir de zahiri varlığı söz konusudur. Ferganinin Ruhul Azam dediği şeye İbnül Arabi hakikatı muhammediyye ve nur u muhammediyye gibi isimler vermiştir. İbnül Arabi fusus hikeminde tamamen bu konuyu işlemiştir. Hakikatı muhammediyyeyi benimseyenler;Hz adem den Hz Peygambere kadar gelen her peygamber hakikatı muhammediyyenin nübüvvetinin bir görüntüsü diye kabul etmişlerdir Velayet Kelime olarak dost anlamına gelen veli çoğulu evliya, iki anlama gelmektedir. 1-işlerini Allah Tealanın gördüğü, kendine bırakmadığı kimse anlamında, 2- Allaha karşı ibadet ve taatını yerine getiren kimse Veliliğin alametleri; bazı mutasavvıflara göre veliliğin dört alameti vardır bunlar;1- kendisi ile rabbi arasındaki sırları muhafaza etmesi,2- kerameti koruyup onu riya vesilesi yapmaması, 3-Allahın yaratıklarının eziyetlerine katlanıp onlara yük olmamamsı, 4-Allahın kullarını huy ve meşreplerine göre idare etmesi.nebiler masum veliler ise mahfuzdur. ** Veliler istikballe ilgilenmez yaşadığı anı değerlendirir. Bu yüzden onlara ibnül vakt denmiştir. Hatmül Velaye; İlk zamanlarda Ehl-i Sünnet kelamcılarından farklı düşünmeyen sufiler, Hakim Tirmizi ile birlikte meseleye değişik bir açıdan yaklaşmaya başlamışlardır. Zamanla sufiler, alemi velilerden oluşan bir manevi hiyerarşinin yönettiğini kabul etmeye başlamışlardır. Bu konu tasavvuf literatüründe “Hatmü’l-Velaye”adıyla tartışılmaya başlanmıştır.Hakîm Tirmîzî’den başlayarak İbnü’l-Arabî’de zirveye ulaşan “Hatmü’l-Velâye” anlayışı, üzerinde en çok tartışılan konulardan biridir. hatmül velayenin tartışılmasının nedeni, ilk dönemlerde ehlisünnet kelamcılarından farklı düşünmeyen sufiler âlemi velilerden oluşan bir hiyarerşinin yönettiğini kabul etmişlerdir buna da hatmül velaye denmiştir. Nasılki hatemül enbiya varsa hatmül velaye de vardır demişlerdir. İbnül Arabiye göre hatmül velaye ; nebi ile veli arasındaki ilişkiye temas etmiştir. Ona göre nebilik son bulmuş ama velilik son bulmamıştır. Hz peygamberin nebiliği bitmiştir. Fakat velilik bitmemiştir.İbnül Arabinin hatmül velaye konusunu Abdul Kerim em-Cilli nebi veliden üstündür demiştir. İbn teymiyye de arabiyi bu görüşünden dolayı küfürle tenkit etmiştir. Keramet ; Kelime olarak kerem ihsan lütuf gibi anlamlar taşır. Terim olarak Salih müminlerde meydana gelen harikulede olaylara denir. Peygamberde zuhur ederse mucize. Fasık yada kafirde zuhur ederse istidrac denir. ** Mutezile Kerameti kabul etmezler, çünkü keramet sahibine peygamberlik izafe edileceğinden reddetmişlerdir. ** Sufiler kerameti kabul ederken Kuranda geçen Hz Süleymanın veziri asaf b behriyyanın saba melikesi belkısın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesi hadisesi ve hz Meryem in mabede girişinde Hak Teala tarafından rızık konulması delil gösterilir. ** Mutasavvıflar kevnî kerâmetler denilen menkıbelere konu olan olaylardan uzak kalmaya çalışmışlar, “en büyük kerâmet, istikâmettir” diyerek noktayı koymuşlardır. mucize ve keramet arasındaki fark;mucize sahibi şeriatta tasarrufta bulunduğu halde keramet sahibi tabi olduğu nebinin şeriatına teslim olmak zorundadır. keramet kaç türlüdür? 1-Kevni keramet. Deniz de yürümek, uçmak vs (tayy-i mekan) gibi kerametler böyledir. 2- ilmi keramet ilim irfanla ahlakla ilgili keramettir. Asıl keramet budur. . Müritlerin hallerini müsbet yönde geliştirmek, ilmi ve irfanıyla başkasına tesir etmek, kendisinin ve başkalarının kötü huylarını gidermek bu tür kerametlerdendir. Sufiler keramet konusunda hangi hususlara şu konulara dikkat çekmişlerdir 1- kerameti gizlemek esastır. Kerameti izhar etmeyi hayz ı rical erkelerin hayzı olarak nitelemişlerdir. Kerameti gizlemeye Melamiler daha çok özen göstermişlerdir. 2-keramet velinin gayesi olmamalıdır. Ebu ali cürcani şöyle demiştir. İstikamet sahibi ol keramet sahibi olma. Çünkü nefsin kerameti istemekte bunun için harekete geçmektedir. Halbuki Allah senden istikameti istemektedir. 3-Keramete değil şeraite uymak esastır. Beyazıd bistami denizde yürümeyi balıkların daha iyi yaptığını tayı mekan eylemeyi de şeytanın daha iyi yaptığını söyler. 4-Keramet velinin maksada ulaşmasında bir perde olabilir. Ahlaka dair kavramlar ; sıdk, ihlas, sabır, tevekkül, rıza,, fakr, züht, kanaat, istikamet, şükür 1-Sıdk; Doğruluk, gerçeklik ve kalp temizliği gibi anlamlar ifade eder.söz fiil ve davranışlardaki tutarlılık iç ve dışın birbirine uygunluğudur. ** Gazaliye göre sıdk; hem lisanda hem de niyet ve iradede hem de azim ve amelde olmalıdır. Bunlardan niyet ve iradedeki sıdkın adı ihlastır. 2-İhlas;Eylem ve ibadetleri yalnız Allah a özgü kılmak başka düşüncelerden temizlemek demektir. İhlas, tevhid inancının özü olduğundan, bunu anlatan sureyede ihlas suresi denmiştir. **Sehl b. Abdullah Tüsteriye göre;insanlara en ağır gelen amel diye tanımlamıştır. Zorluğunun sebebi de nefse ait bir pay tanımamasıdır. **Cüneyd bağdadi de;İhlâs kul ile Allah arasında bir sırdır demiştir. **Haris el Muhasibinin Erriaye lil Hukukillah adlı eseri riya ve ihlas hakkında yazılan en eski eser 3-Sabır ; Sabır imanın yarısıdır, 2 yerde olur a-Kulun iradi fillerinde, emredilenlere uymada sabır nehyedilenlere sakınmada sabır olmak üzere 2 ye ayrılır. b- kulun iradesi dışında kalan belalarda 4-Tevekkül ;Vekalet kökünden türemiştir. İşini birine havale etme, işini gördürmek için birini vekil kılmak demek olan tevekkül kalbin vekile güvenip bağlanması anlamına gelir.Genel ve umumi ifadesiyle tevekkül, hareketlerini tabi ilahi kanunlara uydurduktan sonra Allah a dayanıp güvenmektir. Gazali tevekkülü bilgi hal ve fiil olarak üç boyutta inceler. Tevekkülün bilgi boyutu, teslimiyet ve tevekkül, fiil da tabi şartların gerektirdiği eylemdir. Tevekkül 3 derecede gerçekleşir 1-Kulun kendi vekiline karşı itimadı gibi Allah a güvenmesi. 2-Kulun annesinden başkasını tanımayan çocuk gibi sadece Allah a yönelmesi 3-Kulun kendini rüzgâr önündeki yaprak gibi Allah a teslim etmesi Tevekkülü; tevekkül, teslim, ve tefviz diye üçe ayıranlar da vardır. Tevekkül Allahın vadine güvenmek, teslim onun bilgisiyle yetinmek ona teslim olmak, tefviz de hakkın hükmüne razı olmaktır. 5-Rıza ;Hoşnutluk beğenmek izin müsaade ve boyun eğmek manasına gelir.tasavvuf makamının en üstüdür. Rıza iki boyutludur. 1- kulun Allah tan razı olması 2-Allah ın kuldan razı olması İnsanı rızaya alıştırıp hazırlayan 2 yol vardır 1- dünyalık istifademiz için mesela tedavi olmak için ilacın acılığına ameliyatın zorluğuna nasıl katlanıyorsak kendimizi kazaya rızaya da gelecekteki istifade için alıştırabiliriz. 2- sevgilinin rızasını alıp gönlünü hoş etmek için onun istediği güçlüklere isteyerek göğüs germek. Rıza her konuda kaderin akışına teslim olmak 6-Fakr: ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu demektir. Tasavvufta kulun kendinde bir varlık görmemesi her şeyi hakka irca etmesi şahsının amelinin halinin ve makamının Allah ın lütfu olduğunu kabul etmesidir. Fakir derviş demektir. Bu itibarla fakirliği kaça ayırabiliriz? Suret fakirliği: maddi anlamda fakirlik. Manevi fakirlik: beşeri sıfatlardan sıyrılıp (fena-yı sıfat) kendini bir şeye malik görmemektir. 8-Züht ; Allahtan başka her şeyi gönülden çıkarmak değer vermemektir. Ne varlığa sevinmek ne de yokluğa üzülmektir.Aslında züht haz ve lezzet veren şeyleri büsbütün terk etmek değildir. Azaltmak ve içine dalmamaktır. 9-Kanaat; elde olanla yetinmek kanattır. 10-İstikamet ;Düzgün doğru hareket etmektir. Bir şeyin hakkını yapmak demektir. Peygamber hud suresi beni ihtiyarlattıyı demiştir.İstikamet sadece peygamber tarafından gerçekleştirilebilen bir makamdır. 11-Şükür; dil kalp ve beden olmak üzere 3 kısımdır. Hamd le şükür ayrı şeylerdir. Hamd övmektir. Şükürden daha umumi bir mana ifade eder. Ayrıca her nimetin şükrü kendi cinsiyle olur.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 10-11 özet-- | Medine-web | İslam Düşünce Ekolleri Tarihi | 1 | 25 Aralık 2013 05:30 |
İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 6-7 özet-- | Medine-web | İslam Düşünce Ekolleri Tarihi | 1 | 25 Aralık 2013 05:27 |
İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 4-5 özet-- | Medine-web | İslam Düşünce Ekolleri Tarihi | 0 | 25 Aralık 2013 05:25 |
İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 3 özet-- | Medine-web | İslam Düşünce Ekolleri Tarihi | 0 | 25 Aralık 2013 05:24 |
İSLAM DÜŞÜNCE EKOLLERİ TARİHİ--ÜNİTE 2 özet-- | Medine-web | İslam Düşünce Ekolleri Tarihi | 0 | 25 Aralık 2013 05:23 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|