|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 22 Aralık 2013 (19:33), Konuya Son Cevap : 22 Aralık 2013 (19:33). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Aralık 2013, 19:33 | Mesaj No:1 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | islam hukuku ünite 5 islam hukuku ünite 5 ÜNİTE 5 TA‘ZÎR CEZASI GEREKTİREN SUÇLAR I. Ta‘zîr’in Tanımı Sözlükte “engellemek, te’dîb etmek, icbar etmek, reddetmek; desteklemek, yardım etmek, saygı göstermek” manalarında karşıt anlamlı (ezdâd) kelimelerden olan ta‘zîr, bir fıkıh terimi olarak had, kısas ve diyet suçlarındaki gibi belirli cezası bulunmayan, ancak doğrudan veya dolaylı olarak fesada sebep olan suça verilecek, miktarı ve uygulaması ulû’l-emr’e veya hâkime bırakılmış cezayı ifade eder. Ta‘zîr cezaları, had ve kısas-diyet cezalarında olduğu gibi emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l- münker sorumluluğunu yerine getirmenin önemli araçlarından olup, can, din, akıl, ırz ve malın korunması şeklindeki beş temel amaca uygun biçimde şer‘an mâsiyet olduğu bildirilmiş, ancak toplumların kendi şartlarına göre düzenlenmek üzere cezaları tayin edilmemiş fiillere yöneliktir. Bu cezalar Allah hakları ve kul haklarının korunmasını hedefler; kötülüklerin yaygınlaşmasını, fertlere ve topluma zarar vermesini önleyici, suç işleyenleri te’dîb ve ıslah edici özellikler taşır. Siyaset-i şer‘iyye veya kısaca siyaset özellikle Hanefî literatüründe “cezanın ağırlaştırılması” anlamıyla ta‘zîr’in kapsamına girer. Nitekim Osmanlı hukuk literatüründe kullanılan siyaset kelimesinin de iki anlamı vardır. Birincisi, bizatihi devlet başkanı tarafından uygulanan had cezası anlamına gelmektedir. İkincisi ise, tazir cezası olarak takdir edilen sopa ve para cezası dışındaki cezalar demektir. II. Ta‘zîr’in Mahiyeti Ta‘zîr cezasını gerektiren suçlar şer‘an mâsiyet kabul edildiği bilinen, ancak karşılığında had ve kısas gibi muayyen bir ceza konulmayan fiillerden meydana gelir. Dolayısıyla ta‘zîr cezaları aslî ceza niteliğinde olabileceği gibi aslî cezaya bedel veya ek ceza niteliğinde de olabilir. İslâm ceza hukuku bugünkü modern hukuk sistemlerinde olduğu gibi önceden her bir ta‘zîr suçu için ayrı bir ceza belirlememiştir. Hâkimi belirli bir ceza çeşidi ile sınırlamak cezanın görevini yerine getirmesine, fonksiyonunu ifasına engel olmakta, çoğu kez de cezaları adaletsiz hale getirmektedir. Çünkü suç ve suçluların durumu genellikle birbirinden farklıdır. Bir suçluyu ıslah eden ceza diğerini ifsat edebilir. Bu mülahazalarla İslâm hukuku ta‘zîr cezası gerektirecek suçlara en hafifinden en ağırına kadar sıralanan cezalardan oluşan farklı birçok ceza öngörmektedir. Suçlunun ceza görüp düzelmesine, toplumun suçlardan korunmasına yeterli olabileceğini düşündüğü cezayı seçebilmesi için hâkim serbest bırakılmıştır. Hâkim bir veya birden fazla ceza ile suçluyu tecziye edebilmektedir. Cezanın asgarî ve azamî sınırı varsa hafifletip ağırlaştırabilmektedir. Yine hâkim, suçlunun tedibine, suçtan kaçınmasına ve durumunu düzeltmesine cezanın yettiğini görmesi halinde infazı durdurabilmektedir. Ta‘zîr cezaları işlenen suçlar, cezaî ehliyet, verilecek cezanın türü, miktarı, suçun ispatı, cezayı takdir edenler ve uygulayanlar bakımından had ve kısastan ayrılır. Önemli bir kısmı İslâm hukukçuları arasında genel kabul görmemekle veya bütün ta‘zîr cezalarına uygulanabilecek birer kural olmamakla birlikte ta‘zîr cezalarının had cezalarından ayrıldığı başlıca noktalar şunlardır: 1) Verilecek ta‘zîr cezasının mahiyeti hâkimin takdirine bağlıdır. Had cezaları için ise alt ve üst sınır söz konusu olmadığı gibi az veya çok sayıda olması da mümkün değildir. 2) Ta‘zîr cezaları aynı zamanda tedip maksatlı olduğundan mümeyyiz çocuklar için de söz konusudur. Had cezaları henüz bülûğa ermemiş çocuklara verilmemektedir. 3) Suçun ispatında şüphenin varlığı had cezalarını derhal düşürmektedir. Ta‘zîr cezaları için şüphe aynı etkide değildir. Bir başka ifadeyle şüphenin varlığı ile ta‘zîr uygulanabilmektedir. 4) Zaman aşımı (tekadüm-i zeman) ile had cezaları düşmektedir. Aynı şey ta‘zîr cezaları için söz konusu değildir. 5) Ta‘zîr cezası gerektiren suçların ispatında erkeklerle birlikte bayanların da şahitlikleri kabul edilmektedir. Ayrıca suça şahitlik eden kimseye şahit olanın mahkemede şahitliği (şehade ale’ş-şehâde) ve bir hâkimin suçla ilgili elde ettiği bilgileri bir başka hâkime yazıyla bildirmesi suretiyle suç ispatı (kitabü’l-kâdî ile’l-kâdî) ta‘zîr cezaları verilebilmesinde etkilidir. Had cezasını gerektiren suçların ispatında ise bunlar kabul edilmez. 6) Had cezasını gerektiren bir suç dava konusu edildiğinde zanlı ihtiyaten tutuklanır ve tutukluluk süresi suçun sabit oluşuna ya da zanlının suçsuz olduğu ortaya çıkıncaya kadar devam eder. Ta‘zîr cezası gerektiren bir suçla itham edilen kimse ise kovuşturmanın başlaması ile birlikte tutuklanmaz. Zira tutukluluk bizatihi bir ta‘zîr cezası mahiyetindedir. Dolayısıyla zanlının tutuklanıp hapse atılması için suçlu bulunması gerekmektedir. 7) Kul haklarıyla ilgili ta‘zîrlerde suçludan kefil alınması ittifakla caizdir. Mesela kendisine şiddet uygulanan ya da kötü söz söylenmek, sövülmek suretiyle hakaret edilen kimse, iddia ettiği suçu ispat edebilmek için mahkemeden zanlı için kefil istediğinde mahkeme zanlının üç günlüğüne kefil getirmesini ister. Zira şahıs hukukunda tevsik için kefalet geçerlidir. Had cezası gerektiren suçların ispatı sürecinde kefil alınması müctehidler arasında ihtilaflı bir konudur. 8) Kul hakkıyla alakalı bir suç sebebiyle söz konusu olacak ta‘zîr cezası tövbe ile düşmese de, Allah hakkı ile alakalı bir suçta ta‘zîr cezası tövbe ve pişmanlık ile düşebilir. 9) Ta‘zîr cezasını gerektiren suçlarda sulh ve ibra yolu açıktır. Şöyle ki, işlenen suç Allah hakkı ile ilgili ise hâkim, suçlunun halini dikkate alır, şahsiyetli ve dindar bir şahıstan her nasılsa böyle bir mâsiyet sâdır olduğuna muttali olunca yalnız ilam veya nasihat ile yetinebilir, daha fazla ceza almasında müsamahakâr davranabilir. Aynı suç ya da mâsiyet tekerrür etmedikçe hapis ve darp gibi bir cezalandırma yoluna gitmez. Bu tavır bir nevi af sayılmaktadır. İşlenen suç kul hakkına yönelik ise bu durumda mağdur olan kimse muhayyerdir, dilerse suçluyu affedebilir veya onunla bir bedel karşılığında veya bedelsiz sulh olabilir, suçluyu ibra edebilir. Çünkü burada şahsa yönelik bir suç söz konusudur ve mağdur olan kimsenin kendi hakkını düşürmeye veya –manevî bir zarar mukabilinde maddî bir tazminat kabilinden olmak üzere- bir bedel alarak davasından vazgeçmeye yetkisi vardır. Bu itibarla ta‘zîr hakkı mağdurun mirasçılarına da intikal edebilir. Bütün bunlar had cezaları için söz konusu değildir. 10) Ta’zir cezası alacak kimseye, ehil görülen bir şahsiyet şefaat edebilir, onun affını yetkili merciden isteyebilir. Had cezalarında ise böyle bir şey asla söz konusu değildir. Mülkî otoritenin haddi uygulamaması düşünülemez. 11) Kul haklarıyla ilgili olan ta’zirlerde suç ikrar ile sabit olmuş ise suçlunun ikrarından vazgeçmesi geçersizdir. Had cezası gerektiren suçların ispatında ikrardan rücû sahihtir, geçerlidir. 12) Darp suretiyle yapılan ta’zîrde darbelerin sayısı hadde nisbetle az şiddeti ise fazladır. Had cezalarının infazında ise darbe sayısı ta‘zîre nisbetle daha çok ancak şiddeti daha düşüktür. 13) Ta’zir cezaları ulu’l-emr, naibi, yetkili hâkimler, infaz savcıları tarafından infaz edilebilmektedir. Bununla birlikte ev içinde, eğitim ve askerî kurumlarda eğitim amaçlı, küçük ölçekli cezalandırmalar söz konusu olabilir. Aynı şekilde her müslüman usûlüne uygun bir tarzda gördüğü her mâsiyete karşılık ta‘zîrde bulunabilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, ta‘zîrde bulunabilmek için mutlak surette söz konusu kimsenin şer‘an suçlu olması gerekmektedir. Aksi halde ta‘zîrin kendisi doğrudan bir suç haline gelir. Had cezalarını ise doğrudan devlet görevlisi infaz eder ki, ilgili ünitede bu konu müstakil olarak uzunca ele alınacaktır. 14) Kul haklarına yönelik suçlar için öngörülen ta‘zîr cezalarında tedahül cari değildir. Dolayısıyla bir kimse, bir şahıs veya farklı şahıslar hakkında ta‘zîri gerektirecek sözlü veya fiilî birden çok suç işlese her biri için ayrı ayrı cezaya çarptırılır. Had cezalarında ise yerinde görüldüğü gibi bazı durumlarda tedahül geçerli olmaktadır. 15) Ayni ta‘zîr cezasını gerektiren suçu işlemiş olmalarına rağmen şahsiyetleri ve sosyal statüleri gereği suçlulara farklı cezalar verilebilir. Had cezalarında ise böyle bir farklılık söz konusu değildir. 16) Ta‘zîr cezasının infazı esnasında suçlunun ölmesi veya sakat kalması halinde tazminat gerekmektedir. Hadlerde ise böyle değildir. 17) Ta‘zîr gerektiren suçun ispatında, hadlerde aranan şahit sayısı ve şartları aynen aranmamaktadır. 18) Ta‘zîr gerektiren suçlar için yönetici veya hâkim kendi bilgi ve gözlemlerine dayanarak hüküm verebilir. Had cezalarında veremez. 19) Had cezalarında kazf hariç tamamen Allah hakkı galip durumda iken ta‘zîr gerektiren suçlar hem kul hakkı hem de Allah hakkı aleyhine işlenebilir. III. Ta’zîr Cezasını Gerektiren Suçlar Ta‘zîr suçlarını genel hatlarıyla ikiye ayırmak mümkündür. Birinci grup suçlar aslında had ve kısas suçu iken suçun unsurundaki bir eksiklik veya suç mağduru ya da yakınlarının suçluyu affetmesi sebebiyle had ve kısas cezasının uygulanmaması durumunda suçun ta‘zîr suçuna dönüşmesi suretiyle oluşan suçlardır. İkincisi de had ve kısas suçlarından olmayan ve düzenlemesi doğrudan devlete bırakılan suçlardır. Özellikle ikinci gruba giren suçları biraz açacak olursak, bunlar özellikle farzları terk veya haramları işleme şeklinde ortaya çıkan mâsiyetlerden oluşur. İbadetlerde ve aile hukuku ile ilgili hükümlerde öngörülen keffâretler ta‘zîr cezası kapsamında değildir. Ayrıca yukarıda sözü geçen had ve kısas uygulanan suçlarda ta‘zîr cezası asli ceza şeklinde uygulanamaz. Mendûbun terki veya mekruhun işlenmesi tek başına ta‘zîr cezası gerektirmemekle birlikte tekerrür veya ilave unsurlar dolayısıyla bir mâsiyetin teşekkülü halinde ceza konusu olabilir. Naslarla belirlenen mâsiyetlerin sayısında farklı görüşler bulunduğu gibi çeşitli dönemlere ve toplumlara göre yeni suç türleri veya şekilleri ortaya çıkabildiği için ta‘zîr suçlarının sayı bakımından sınırlandırılması mümkün değildir. Ta‘zîr cezasına konu teşkil eden suç şeklen yeni olsa bile cinsi ve yol açtığı zarar itibariyle naslarda bildirilen mâsiyetler kapsamında yer alması gerekmektedir. Ulü’l-emrin kendi başına suç ihdas etme yetkisi bulunmadığı gibi mutlak şekilde ta‘zîr cezası ihdas etme yetkisi de yoktur. Mesela her türlü müdahalenin ancak nasların belirttiği miktarda yapılabildiği insan vücuduna yönelik naslarda yer almayan bir ceza tatbik edilemez. Buna göre zaman zaman gündeme gelen cinsel suçlar için faillere kısırlaştırma cezası verilemez. Zira bu tür bir cezalandırma şekli İslam hukukunun yazılı kaynaklarında mevcut değildir. Ancak aynı suçlar için ölüm cezası verildiği ya da öngörülen celd cezası üzerine ta‘zîren üç katına kadar ceza artırımına gidildiği bilinmektedir. Zira bu tür cezalandırmalar naslarda yer alan ceza türlerindendir. Dolayısıyla ta‘zîr suç ve cezasının naslar çerçevesinde yürütülen bir icitihad faaliyeti neticesinde belirlenmesi gerekmektedir. Ta‘zîr cezasını gerektiren suçların genel kabul gören bir sayımı olmamakla birlikte bunları çeşitli itibarlarla kısımlara ayırmak mümkündür. Allah hakkı ile ilgili olan suçlar, kul hakkı ile ilgili suçlar, mâsiyetin büyüklüğü veya küçüklüğü itibariyle suçlar, makâsıdu’ş-şerîa itibarıyla suçlar, işleniş biçimi itibarıyla suçlar ve verilen cezanın aslî olup olmaması açısından suçlar gibi. Biz bu tasniflerin her birine göre suçları tadat etmek yerine örnek kabilinden karışık bir suç listesi hazırlamayı uygun gördük. Ancak ta‘zîr cezasını gerektiren suçların elbette aşağıda vereceklerimizle sınırlı olmadığında şüphe yoktur. —Başta Hz. Muhammed (a.s.) olmak üzere bütün peygambere, ashab-ı kirâm’a ve ümmetin ileri gelen âlimleri hakkında hakâret içeren sözler söylemenin ta ‘zîr cezasını gerektirdiği kabul edilmiştir. Aynı şekilde dinin şiarından olan yerlere yönelik çirkin fiiller ile şer’î hükümleri alay konusu etmek ta‘zîr cezasını gerektiren suçlardandır. —Dine, ahlâka ve umumî âdâba muhalif hareketler ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. Mesela meşrû bir mazeret olmaksızın alenen oruç yiyen kimsenin ta‘zîre müstahak olacağı öne sürülmektedir. Aynı şekilde alkol ve uyuşturucu alarak halk arasında dolaşmak, çıplak, müstehcen kıyafetlerle gezinmek suretiyle halkın ahlâkına aykırı, onların huzurunu kaçıracak davranışlarda bulunmak ta‘zîri müstelzimdir. —Dinen bidat sayılan şeyleri toplumda yaygınlaştırma teşebbüsünde ısrar ta‘zîri gerektirir. —Ulu’l-emrin meşrû taleplerine, kamu yararı adına çıkarılmış kanunlara icabet etmemek, meşrû ve müspet bir ulu’l-emrin şahsına veya onuruna yönelik her türlü saldırı, toplumda huzuru bozacak, fitne uyandıracak her türlü girişim ta‘zîri gerektirmektedir. —Mahkeme huzurunda hâkimlere, devlet memurlarına karşı haksız bir surette saygısızca sarf edilen söz ve davranışlar, kamu adına görev yapan devlet memurlarının görevlerini yapmalarına engel olma, mesela bir din görevlisini Cuma namazını kıldırmasına engel olma ya da halkın Cuma namazına gitmesine mani olmanın ta‘zîri müstelzim olduğu nakledilmektedir. —Meşrû bir mahkemenin davetine icabet etmemek ta‘zîri gerektirmektedir. Hâkimin kanaatine göre suçlu sayılan bir kimsenin, vuku bulan davete rağmen mahkeme gitmekten imtina etmesi ya da başkasını alıkoyması ta‘zîri müstelzimdir. —Yalan yere şahitlik, yalan yere yemin, asılsız ihbar ta‘zîri gerektirir. Mesela hayatta olan bir kimse hakkında mahkeme huzurunda öldüğüne dair şahitlik etmek İmam Ebû Hanîfe’ye göre yalancının teşhir edilmesi cezasını gerektirirken, İmameyn’e göre teşhire ilaveten bu kimsenin hapsedilerek veya darp edilerek tecziyesi gerekmektedir. —Resmî makamlara asılsız ihbarda, birileri hakkında sürekli gerçek dışı isnatlarda bulunmak suretiyle onları meşgul etmek ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. Hatta bu davranışı alışkanlık haline getirenler hakkında ta‘zîren katil cezası öngörülmektedir. —İşgal ettiği makamın sahip olduğu gücü kendi menfaati için kullanan devlet memurları görevlerini kötüye kullandıklarından ta‘zîr cezası ile cezalandırılırlar. Yargı organlarınca yapılan uyarılara aldırış etmeyip bu tavırlarını sürdürmekte ısrarcı olanların ta‘zîren öldürülmelerine fetva verilmiştir. —Yetkisi ve izni olmadığı halde kendisini resmi bir görevliymiş gibi göstermek suretiyle sahtekârlıkta bulunmak ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Rüşvet almak, rüşvet vermek uzun süreli hapis cezasını gerektirmektedir. —Devlet aleyhine casusluk yapmak, halkın zararına iş görmek, toplum hayatını tehlikeye atmak ta‘zîri müstelzimdir. Devlet tarafından satışı yasaklanan ya da yabancıları satışı yasaklanan malları söz konusu kimselere satmak, halkın ihtiyaçlarını karşıladığı doğal kaynaklara zarar vermek de bu kapsamda ta‘zîri gerektirmektedir. —Kamuya ait arazileri işgal ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. Bu tür yerlere inşa edilen yapılar yıktırılır. —Yasadışı faaliyetlerde bulunan her türlü suç örgütleri ve çeteler doğrudan ya da dolaylı olarak işlemiş oldukları suçlar sebebiyle siyaseten katledilirler. Her türlü insan ticareti yapan kimseler bu suçu alışkanlık haline getirmeleri halinde katl cezası ile cezalandırılırlar. —Muhabbet tesis etmek, aile efradı arasında fitneye sebep olmak ve benzeri amaçlarla üfürükçülük yapmak, büyü yapmak ta‘zîr cezasını gerektirir. Pişmanlık duymayanlar kamuyu fitnelerinden emin etmek için ta‘zîren katledilir. —Her türlü kalpazanlık faaliyetinde bulunan kimseler uzun süreli hapis cezası ile tecziye edilir. —Her türlü evrakta sahtecilik şiddetli ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Hileli iflas, dolandırıcılık, borcunu ödemeyi kasten geciktirme (mümatale) ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Alım satım işlerine fesad karıştıran kimselere ta’zir uygulanır. Örneğin: Sattığı bir malın ayıbını söylemeyen kimselere ta’zir uygulanır. Aynı şekilde kira sözleşmelerinde ya da nikahlarda gerçek dışı beyanlarda bulunmak, devletin ilgili kurumlarının belirlediği fiyatın çok üstünde fiyatlarla mal satmak ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Karaborsacılık, haksız rekabet suçları ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Azınlıklara tanınan hakları ihlal etmek, turistlere devlet tarafından verilen güvencenin hilafına olarak haksız fiillerde bulunmak çeşitli düzeylerde ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Serserice yaşayıp davranışlarıyla halkı rahatsız eden kimselere ta‘zîr cezası verilir. Mesela gelen geçene laf atan, sözleriyle, fiilleriyle ve hatta bakışlarıyla sürekli rahatsız eden ve bu ahlaksızlıklarıyla bilinen kimseler bu hal ve tavırlarına son vermedikleri sürece ıslah oluncaya kadar hapsedilirler. —Korkutma ve tehdit etme amacıyla silah teşhir eden kimseler, birisini, birilerini veya birbirlerini döven kimseler, saldırıyı ilk başlatanlar ta‘zîr cezası ile cezalandırılırlar. —Dövmek veya korkutmak suretiyle hamile bir kadının henüz hilkati belirmemiş olan bebeğini (muzga) düşürmesine sebep olmak şiddetli bir şekilde ta‘zîri ve hapsi gerektirmektedir. Bebeğin hilkati belirmiş bir cenin olması durumunda daha önce de ifade ettiğimiz gibi ayrıca gurra gerekmektedir. Hamile kadınların çocuklarını düşürmelerine ve bu vesileyle kadının kendisinin de zarar görmesine sebep olan yasadışı her türlü tıbbî müdahale ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Cinayetlere doğrudan katılmayıp suçlulara yardımcı olmak ta‘zîr cezası gerektirmektedir. —Başkalarının mallarına, eşyalarına zarar vermek, binalarını, mahsullerini yakmak, ölülerin kefenlerini çalmak, mezardan cesetleri çıkarıp onları yakmak şiddetli ta‘zîr cezasını gerektirmektedir. —Kadınları veya kızları kaçıran, zorla başkalarına nikâhlayan ya da satan, başka şehirlere göndermek suretiyle onları kötü yollara iten kimseler ıslah oldukları kanaati hâsıl oluncaya kadar ya da ölünceye kadar hapsolunurlar. —Gayrimeşru nikahlar, zina dışındaki cinsel yakınlaşmalar ve her türlü sapık davranışlar, ensest ilişkiler en şiddetli tarzda ta‘zîri gerektirmektedir. Mesela kocası uzak diyarda bulunan bir kadınla şeklen usulüne uygun nikah kıyan bir kimse ta‘zîr cezası ile cezalandırılır ve derhal araları ayrılır. Gayrimüslim bir erkekle evlenen müslüman bir kadın da derhal o kimseden ayrılır ve şiddetle ta‘zîr edilir. Hayvanlarla, ölülerle cinsel ilişkiye giren kimseler, lezbiyenlik eden kimseler, erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunan kimseler en şiddetli ta‘zîr cezası ile cezalandırılırlar. —Kâtillik, hırsızlık veya diğer zarar verme, yaralama gibi fiillerde töhmet altında olan kimselere ve suçun tamamlanması halinde haddin gerekli olduğu kimselere suçüstü yakalanmaları halinde ta’zir cezası uygulanır. —Karıkocalık haklarına riayet etmeyen kimselere, bu bağlamda eşine şiddet uygulayan, âdet günlerinde veya cinsel ilişkinin haram olduğu durumlarda cinsel ilişkide bulunan kimselere ta‘zîr cezası verilir. —Ortaya çıkarılmasında kamuya dönük bir fayda olmayan, genel ahlâkı etkilemeyen kötü bir fiilin fâilini ifşa etmek, onun fıskını ispat etmeye kalkışmak caiz olmadığından bu tür davranışlarda bulunmak, sırrı ifşa etmeye hevesli olmak ta‘zîri müstelzimdir. —Helal olduğu şüpheli olan malları ve sağlığa zararlı olan malları satmak ta‘zîr cezasını gerektirir. —Âyet ve hadislerle farz olan ibadetleri terk etmeyi aleniyete dökmek, ana baba ve komşuluk haklarını gözetmemek, kumar oynamak, yetim malı yemek, faiz yemek, savaş meydanından kaçmak ta‘zîri müstelzimdir. —İş güvenliğinin ihlâli, trafik kurallarının ihlali ta‘zîr cezasını gerektirir. IV. Ta‘zîr Cezası Uygulanabilecek Kimseler Ta‘zîr cezalarında ceza ehliyeti diğer suçlardan farklılık arz eder. Müslüman olmak, reşit olmak, hür olmak gibi şartların eksikliği ta‘zîr cezalarını düşürmez. Suçlunun durumuna uygun bir ta‘zîr cezası uygulanır veya bu tür eksiklikler cezada hafifletici sebep olarak dikkate alınır. Zira ta‘zîr hem tecziye hem de tedip yönü olan bir müeyyide çeşididir. İslâm hukukçularının ta‘zîr cezası uygulanacak kimsede aradıkları tek şart temyiz gücünün varlığıdır. Dolayısıyla mümeyyiz olmak şartıyla din ve cinsiyet farkı gözetilmeden herkese ta‘zîr cezası uygulanabilir; ancak kime hangi tür cezaların uygulanabileceği hususunda suçun niteliği ve suçlunun durumu dikkate alınır. Ergenlik çağına ulaşmamış mümeyyiz küçük mâsiyet işleyemeyeceği için bunların ancak te’dîb edilebileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla ibadetlere alıştırmak maksadıyla öngörülen yaptırımlar eğitim amaçlı olup işlenen bir suçun cezası mahiyetinde değildir. Bazı İslâm hukukçuları ıslah ve önleme amacına ulaşmada suçluların halinin dikkate alınarak cezaların tedricî şekilde arttırılması gerektiğini dile getirmiş, suçluları sahip oldukları duruma ve makama göre tasnif etmiş ve her gruba göre farklı ta‘zîr cezası uygulanmasının gerektiğini belirtmiştir. Buna göre kişiler durumlarının salah üzerine olup olmaması, ahlâkî nitelik, soy ve makamları itibariyle tasnif edilir. Fakat bu konuda zikredilen suç ve cezalar, umumiyetle ilk defa işlenen küçük günahlar ve kabahatlerle ilgili olup başta zulüm ve fesadı yayma niteliğindeki büyük günahlar olmak üzere suçların geneli için bu tür bir ayırım söz konusu edilmemiştir. V. Ta‘zîr Kapsamında Öngörülen Cezalar Ta‘zîr cezalarının şekil ve miktarının belirlenmesinde suçun türü ve büyüklüğü, suçlunun hali ve yol açtığı zararla suçun işlenmesine etki eden unsurlar dikkate alınır. Bu sebeple ta‘zîr toplumun âdetlerine ve zamanın şatlarına göre değişiklik arz edebilir. İslâm hukukçularınca öngörülen ta‘zir türlerini şu şekilde sıralamak mümkündür. A. Ölüm Cezası Ta‘zîr cezasının amacının suçluyu hem tecziye hem de tedip etmek olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Hatta her suçun herkesi ıslah etmeyeceğini cezanın suça göre değiştiği gibi suçluya göre de değişeceğini belirttik. Dolayısıyla verilen cezanın suçluya etkisini gözlemlemek, doğru cezanın verildiğinden emin olmak gerekmektedir. Bu sebeple ceza suçluyu helak edici olmamalıdır. Fakat İslâm hukukçularının çoğunluğu, müsellem hale gelmiş bu yaklaşımın bazen dışına çıkılarak, çok az sayıda suç için olsa da, ölüm cezası verilmesi gerektiğine hükmetmişlerdir. Zira kimi zaman kamu yararı suçlunun öldürülmesini gerektirebilmekte, suçlunun sebep olduğu zarar ancak onu öldürmekle bertaraf edilebilmektedir. Vatana ihanet etmek, halkı bid’atlere çağırmak suretiyle onları idlâl etmek, ağır suçlar işlemeyi alışkanlık haline getirmek suçlarında olduğu gibi. Ta‘zîr cezalarının istisnası niteliğinde olduğunu ifade ettiğimiz ölüm cezasının verilebilmesi için kararın ulu’l-emr tarafından verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu tür cezaların belirlenmesinde hâkimin geniş takdir hakkı olmadığı gibi suçluyu affetme yetkisi de yoktur. İslâm hukukçuları ölüm cezasını gerektirecek suçların belirlenmesi sadedinde sadece zaruretin varlığına itibar etmişlerdir. Söz konusu zaruret de suçlunun mükerreren suç işlemesi ve ıslahından ümit kesilmesi veya kötülüklerin önlenebilmesi ya da toplumun zarardan korunması için suçlunun mecburen ortadan kaldırılması halidir. Hanefî hukukçularının hepsi ta‘zîren ölüm cezasını kabul etmekte ve ona “siyaseten katil” adı vermektedirler. Hanbelîlerden İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye ile bazı Mâlikîler de ta‘zîren ölümü cezasını kabul etmektedirler. Fakat Hanefîlerin ta‘zîren veya siyaseten ölüm cezasını kabul ettikleri suçların çoğu diğer mezheplerde had veya kısas şeklinde ölümle cezalandırılır. Mesela Hanefîler doğması yaklaşmış ana rahmindeki bir çocuğun öldürülmesi suçu ile livata suçlarında ta‘zîren ölüm cezasını öngörürken, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler birinci suçta kısasen ikinci suçta ise hadden ölüm cezasını öngörmektedirler. Aynı şekilde bazı İslâm hukukçuları din dışı uygulamalara, bid’atlere teşvik eden kimsenin ta‘zîren öldürülmesi gerektiğini kabul ederken, bazıları ise bu kimseleri mürted sayarak had cezası gereği öldürülmelerine hükmetmektedir. B. Sopa Cezası Had cezalarında da görüldüğü gibi, sopa cezası (celd) İslâm hukukunda doğrudan nasla sabit ceza türlerinden biridir. Bu sebeple ta‘zîr cezaları arasında da yer almakta, hatta hadlere nisbetle daha fazla suç çeşidi için ve daha şiddetli bir tarzda uygulanmaktadır. Sopa cezasının alt ve üst sınırı olduğundan birçok suça ve farklı şahsiyetteki birçok suçluya tatbik edilebilmektedir. Ayrıca bu tür bir cezanın infazında devlete ayrıca maddi bir külfet yüklenmemekte, mahkûmu uzunca bir süre pasifize etmemekte, ceza sadece suçluya yönelik olmakta dolayısıyla ailesini mağdur durumda bırakmamaktadır. Zira hürriyeti tahdit cezalarında suçlu hapse atılırken, suçu bulunmayan ailesi, eşi ve çocukları geçim sıkıntısı içine düştükleri gibi bir de mahkuma bakmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bu durum da cezaların şahsîliği ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Oysa sopa cezasına çarptırılan bir kimse infazdan sonra normal hayatına hemen geri dönebilme imkânı bulmakta, ailesini mağdur etmemekte, cezayı tek başına çekmiş olmaktadır. Sopa cezanın bir ta‘zîr cezası olarak kabulünde ittifak olmakla birlikte üst ve alt sınırının sayısı hususunda İslâm hukukçuları farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İmam Ebû Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre ta‘zîrde üst sınır 39 değnek alt sınırı ise 3 değnektir. İmam Ebû Yûsuf’a göre ise üst sınır 75 değnektir. Bu görüşlerin temeli Hz. Peygamberden nakledilen: “Haddi gerektirmeyen cezalarda had miktarınca ceza veren sınırı aşmış olur.” hadisinin farklı yorumlanmasına dayanmaktadır. Tarafeyn’e göre kırk değnek kazif suçu işleyen bir köleye verilen cezadır. Bunun bir eksiği ise 39 değnektir ki bu da ta‘zîrin üst limitini gösterir. İmam Ebû Yûsuf ise had cezasında kriter olarak hür kimselerin aldığı asgari ceza miktarı olan 80 değneğe itibar eder ve bunun bir eksiğinin 79 değnek olduğunu ifade eder. Nitekim İmam Züfer de bu görüşe sahiptir ki, kıyasen olması gereken de budur. Ancak İmam Ebû Yûsuf’tan nakledilen daha muteber bir rivayete göre bu rakam 75 değnektir. Zira Hz. Ali’nin görüşünün de 75 değnek olduğu yönündeki rivayet Ebû Yûsuf tarafından dikkate alınmıştır. Nitekim İbn Ebî Leyla da bu görüşü benimsemektedir. Alt limit olarak 3 değneğin belirlenmesinde etkili olan düşünce ise daha azının bir caydırıcılığının bulunmamasıdır. Mâveraünnehir Hanefîleri ise alt sınırın belirlenmesinin ulu’l-emre ait olduğunu, zira caydırıcı olan miktarın kişiden kişiye değişebileceğini öne sürmektedirler. İmam Mâlik’in meşhur olan görüşüne göre değnek sayısında üst limiti belirleme yetkisi ulu’l- emre aittir. Çünkü ta‘zîr kamu yararına ve suç miktarına göre olur ki, bunun için mülkî otoritenin ictihadı gerekir. Dolayısıyla İmam Mâlik’e göre had cezalarında sınır 100 değnek ise de ta‘zîrde bu rakamın üstüne çıkılabilir. Nitekim bizzat kendisi, küçük bir çocuğu cinsel emellerine alet edip kirleten birisine 400 değnek vurulmasına hükmetmiş, infaz henüz bitmeden ölen suçlunun cesedine de sayı tamamlanıncaya kadar vurulmasını emretmiştir. Şâfiî mezhebinde değnek cezasının üst sınırı ile ilgili üç farklı görüş öne sürülmüştür. Birincisi Tarafeyn’in görüşüyle, ikincisi İmam Ebû Yûsuf’un görüşüyle aynıdır. Üçüncü görüşe göre ise üst limit 75’ten fazla olabilir ancak 100’den az olmak zorundadır. Şöyle ki, işlenen suçun haddi gerektiren suçlar arasında benzeri varsa o sınırın bir altına kadar ta‘zîr cezası verilebilir. Mesela ta‘zîri gerektiren suç zina suçu tütünden ise ceza 100 değnekten az olmalıdır; zina iftirası türünden ise 80’den az olmalıdır. Hanbelî mezhebinde konuyla ilgili farklı görüşler öne sürülmüştür. Bunlardan üçü Şâfiî mezhebindeki görüşlere benzemektedir. Bir başka görüş ise had cezası konulmuş suç cinsinden olmayan cürümlerde haddin azami sınırı olan 100 değnekten fazla sopa vurulabilir. Mesela bir kadının yatağında yakalanan kimse evli ise, her ne kadar şahitlerin yetersizliği veya başka sebeplerle had uygulanamasa da ta‘zîr cezası olarak 100 değnekten fazla sopa cezasına çarptırılabilir. Zira sayı 100’den fazla da olsa recm düzeyine gelmiş sayılmayacaktır. Aynı şekilde, had uygulanması mümkün olmayan bir hırsızlık olayında 100 değnekten fazla sopa cezası verilebilir. Zira verilecek sopa miktarı el kesme düzeyinde bir şiddete ulaşmış olmayacaktır. “Allah’ın koyduğu hadler hariç hiç kimseye 10 değnekten fazla vurulmaz” mealindeki hadise istinaden bazı Hanbelîler azami sınırın 10 değnek olduğuna hükmetmişlerse de mezhepte bu görüş tercih edilmemiş, söz konusu hadisin merdûd olduğu hususunda diğer mezheplerle aynı görüş benimsenmiştir. Hanefilerde olduğu gibi diğer mezheplerde de alt sınırı 3 değnek kabul edenler bulunduğu gibi, alt sınır için herhangi bir sayı belirlemenin doğru olmadığı görüşünü savunan hukukçular da vardır. Ayrıca ta‘zîren tokat vurmanın meşrûiyeti hakkında da farklı görüşler ileri sürülmüş, kimi cevazına hükmederken bazıları ise caiz olmadığı görüşünü savunmuşlardır. C. Hapis Cezası Ta‘zîr cezası olarak öngörülen yaptırımlardan biri de hapis cezasıdır. Hapis cezası daha önceki ceza türlerine nazaran ikinci dereceden bir cezalandırma şeklidir. İlk etapta yalnızca basit suçlara hapis cezası verilmektedir. Hapis cezası ihtiyarî bir ceza olup hâkimin bu tür bir cezada fayda mülahaza etmesine bağlı olarak verilebilir. İslâm hukukçuları hapis cezasını muvakkat ve müebbet hapis cezaları olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Muvakkat hapis cezaları az önce de ifade ettiğimiz gibi, basit suçlar için öngörülmüştür. Muvakkat hapsin en az süresi bir gündür. En çok süresi hakkında ise farklı görüşler vardır. Bazı İslâm hukukçularına göre altı aydan fazla olmamalı, bazılarına göre ise tam bir yılı doldurmamalıdır. Diğer bir gruba göre ise muvakkat hapsin en üst sınırlama yetkisi ulu’l-emre aittir. Muvakkat hapis cezasının süresi üzerinde en çok duran fıkıh ekolü Şâfiîlerdir. Zira onlara göre sürenin bir yıl olması veya bir yılı aşması cezanın zulme dönüşmesi anlamına gelmektedir, oysa amaç bu değildir. Ayrıca sürenin bir yıl olması ta‘zîr cezasının had cezası düzeyine çıkması anlamına gelmektedir. Çünkü zina suçu için sünnette ayrıca bir yıllık sürgün cezası öngörülmüştür. Dolayısıyla ta‘zîren verilen hapsin süresi bir yıldan az olmalıdır. Şâfiî fakihlerinden Mâverdî, ta‘zîr grubunda yer alan cezanın tayininde suçlunun konum ve halinin etkili olacağını ve hapsin -aşağıda zikredeceğimiz- uyarma, kınama, azarlama cezalarından sonra ve sürgünden önce gelen orta ağırlıkta bir ceza olduğunu belirtir ve hapsin sanıkla ilgili araştırma ve soruşturma maksadıyla verilmesi halinde sürenin bir ay, suçluyu eğitme ve uslandırma maksadında ise altı ay olacağını nakleder. Cüveynî gibi bazı Şâfiîler ise fakihlerin çoğunluğu gibi hapis cezasının alt ve üst sınırının takdirini hâkime bırakmayı uygun görür. İslâm hukukunda cezaların toplum için ibret vesilesi, üçüncü şahıslar için caydırıcı olmasının yanı sıra suçluyu ıslah etmesi de önem taşıdığından, doktrinde ve uygulamada suçlunun hâkim hükmüyle belirlenen bir süreyi hapiste geçirmesi kadar mahpusun, başlangıçta süre tayin edilsin veya edilmesin, iyi halinin (tövbe) görülmesi üzerine serbest bırakılması veya tahliyesi böyle bir şarta bağlanarak hapsedilmesi de söz konusu olmuştur. Hatta bu ikinci tür hapsin, yani iyi hal göstermesini sağlamak amaçlı hapsin, daha yaygın olduğu söylenebilir. Nitekim fakihlerin, mesela mürtedin, şarap satan, düşman lehine casusluk yapan ve faizle iştigal edenlerin ayrıca suç işlemeyi alışkanlık haline getirmiş kimselerin tövbe edinceye kadar hapsedilmeleri önerisi böyle bir gayeyi hedeflemektedir. Ancak burada tövbeden maksat, suçlunun iç dünyasında kalan bir pişmanlık duygusundan ziyade dışa akseden davranışlarında belirgin bir iyileşmenin ve iyi halin gözlenmesi olmalıdır. Müebbet hapse gelince, İslâm hukukçularının uzun süreli hapis cezasına ilke olarak pek sıcak bakmadıklarını, ancak istisna sayılabilecek belirli durumlarda müebbet hapsi caiz gördüklerini belirtmek gerekir. Hz. Osman’ın Benî Temîm kabilesinin meşhur hırsızlarından Dâbi‘ b. Hâris’i, Hz. Ali’nin bir kimseyi tutarak başkasının onu öldürmesine yardımcı olan kişiyi ölünceye kadar hapsettikleri rivayeti, yargı kararında böyle bir hükmün olduğu şeklinde değil bu suçluların hapsedildikleri ve hapiste öldükleri şeklinde anlaşılmalıdır. Kaynaklarda aynı şekilde livata fiili işleyen, bid‘at propagandası yapan, kalp para basan, bir suçu işlemeye devam eden ve onu alışkanlık haline getiren, halkı devamlı surette taciz eden kimselerin, kadınlaşan erkeklerin ve erkekleşen kadınların ölünceye kadar hapsedilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Müebbet hapis cezası gerektiren suçların hepsinde de kamu düzeninin ve genel ahlâkın ihlâli söz konusu olduğundan, öngörülen müebbet hapislerde hem suçlunun cezalandırılması hem de kamu düzeninin ve genel ahlâkın korunması amaçları gözetilmiştir. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ta‘zîr grubunda yer alan cezalarda suçlunun eğitim ve ıslahı da temel hedef olduğu için tövbenin ve suçlunun iyi halinin görülmesinin müebbet hapse tesir etmesi gerektiği öne sürülmektedir. Zira suçlunun ölünceye kadar hapsedileceği şeklindeki görüşlerin hemen hemen tamamı onun tövbe etmesi, iyi halinin görülmesi, buna yanaşmazsa ölünceye kadar hapiste tutulması şeklinde kayıtlı olarak ifade edilmektedir. D. Sürgün Cezası Naslarda genellikle nefy ve tağrîb kelimeleriyle ifade edilen sürgün, bir kişinin veya bir topluluğun ceza yahut güvenlik tedbiri olarak yaşadığı yerden başka bir yere belli bir süre ya da ömür boyu kalmak üzere istediği dışında gönderilmesi ve orada ikamete mecbur tutulmasıdır. Sürgün cezası zina suçu için öngörülen cezanın dışında bütün İslâm hukukçularına göre bir ta‘zîr cezasıdır. Zinada ise daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Hanefîlere göre ta‘zîr, diğer mezheplere göre ise had cezası mahiyetindedir. Suçlunun fiilleri, başka kimseleri de o fiilleri işlemeye meylettirecek düzeye gelir, suç onlara da sirayet ederse veya doğrudan fiilleriyle başkalarına zarar vermeye başlarsa bu kimseler için sürgün cezası öngörülmektedir. İslâm hukukçuları ta‘zîren verilen sürgün cezasının meşrûiyeti konusunda Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn tarafından gerçekleştirilen bir kısım uygulamaları delil göstermektedirler. Nitekim Hz. Peygamberin iffetsiz kimselerin Medine’den çıkarılmalarını emrettiği nakledilmektedir. Aynı şekilde Hz. Ömer, bazı kadınları fitneye düşürdüğü gerekçesiyle Nasr b. Hacccâc adında bir genci Medîne’den uzaklaştırmıştır. Ancak söz konusu bu gencin daha sonra Rumların hâkim olduğu bir şehre geçerek irtidat ettiği haberinin gelmesi üzerine Hz. Ömer’in bir daha kimseyi sürgüne göndermeyeceğini söylediği de nakledilmektedir. Ayrıca Hz. Ali’nin “Fitne için sürgün yeterlidir” dediği rivayeti bu konuda oldukça hassas davranılması gerektiğini ortaya koymaktadır. İslâm hukuk doktrininde çoğunluk görüşü sürgün bakımından kadın ile erkek arasında fark olmadığı yönündedir. Bazı hukukçular, yalnızca eşkıyalık suçundan, bazıları yalnızca zina suçundan, bazıları ise hem eşkıyalık hem zina suçundan ötürü kadınlara sürgün cezası verilemeyeceği görüşündedir. Kişilerin müslüman-gayrimüslim, vatandaş-yabancı, hür-köle ayırımına dayalı statü farklılıkları da suça göre değişecek biçimde sürgün cezasının uygulanmasında görüş ayrılığına yol açmıştır. Ta‘zîr gereği verilecek sürgün cezalarının süresi konusunda iki temel yaklaşım ortaya çıkmıştır. Şâfiî ve Hanbelî mezhepleri, ta‘zîr suçlarında uygulanacak sürgün cezalarının zina haddindeki bir yıllık süreyi aşmamak şartıyla bir gün bile olabileceği görüşünü benimsemişlerdir. Buna karşılık Hanefî ve Mâlikî hukukçuları süreyi maslahat esasına bağlı olarak yetkili organların takdirine bırakmışlardır. Suçlunun sürgün edileceği yerin belirlenmesi konusunda kimin yetkili olduğu ve sürgün yerinin suçun işlendiği ya da suçlunun yaşadığı yere ne kadar uzaklıkta bulunması gerektiği hususları da doktrinde tartışmalıdır. E.Asma (Salb) Suretiyle İdam Cezası Eşkıyalık (kat‘u’t-tarîk) suçu için öngörülen had cezalarından biri olan asmanın (salb), ta‘zîr cezası olarak da verilebileceği fikri İslâm hukukçularınca dile getirilmiştir. Nitekim Hz. Peygamberin Ebû Nâb adında birini ta‘zîren bir dağın tepesinde astırdığı rivayet edilmektedir. Bu sebeple özellikle Mâlikî ve Şâfiîler asmanın bir ta‘zîr cezası çeşidi olduğunu sarahaten dile getirmişlerdir. Hanefî ve Hanbelîlerde de ise doğrudan böyle bir ta‘zîr cezası çeşidi belirtilmemiştir. F. Öğütte Bulunma Cezası İslâm hukukçularınca hâkimin suçluya öğütte bulunması da bir ta‘zîr çeşidi olarak kabul edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de “…Şerlerinden, serkeşliklerinden yıldığınız kadınlara öğüt verin” ( Nisâ 4/34) buyurulması, davranış bozukluğu sergileyen kimselerin öncelikle öğüt vermek suretiyle eğitilmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır. İslâm hukukçuları öğütten daha hafif olan cezanın, sadece suç ve suçluyu ilan etmek ile mahkemede hazır bulundurmak olduğunu belirtmişlerdir. G. Suçlu İle İlişkileri Kesmek Suretiyle Yalnızlaştırma Kur’ân-ı Kerîm’de aile içi ıslah metotlarından biri olarak öngörülen ilişki kesme / yatakları ayırma (Nisâ 4/34), günlük hayatta da toplum içinde yalnızlaştırma olarak bizzat Hz. Peygamber tarafından uygulanan ta‘zîr cezası çeşitlerinden biridir. Hz. Peygamberin bizzat katıldığı son gazve olan Tebuk’a, davet edilmelerine rağmen icabet etmeyen ve savaş sonunda Rasulullah’a gelip nefislerine uydukları için savaşa katılmadıklarını itiraf eden Ka‘b b. Mâlik, Mürâre b. Rebî‘ ve Hilal b. Ümeyye’ye toplumdan tecrit cezası verilmiştir. En yakınları dâhil hiçbir müslüman onlarla konuşmamıştır. Kur’an-ı Kerîm’in ifadesiyle (Tevbe 9/118–119) Allah’tan başka sığınılacak bir yer kalmadığını anlayan üç kişiye, bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar gelmiştir. Nihayet elli günün sonra affedildiklerini bildiren âyet nâzil olmuştur. H. Kınama Cezası İslâm hukukunda ta‘zîren ön görülen cezalardan biri de kınamadır. Hâkim, suçlunun ıslahı için kınamayı yeterli görürse bu ceza ile yetinebilmektedir. Nitekim bizzat Hz. Peygamber kınama cezası vermiştir. Ashabtan Ebû Zer’in, bir kimseyi kavga esnasında annesiyle ayıplaması üzerine Hz. Peygamber: “Ey Ebu Zer! Sen, onu annesiyle ayıpladın, şüphesiz sen cahiliye devrinin kötü âdeti bulunan bir kimsesin” buyurmuştur. Yine ashabtan Abdurrahman b. Avf bir köle ile hasım olmuş ve davanın halli için Hz. Peygamberin huzurunda bulundukları bir anda köleye kızarak “kara karının oğlu” demek suretiyle hasmını aşağılamıştır. Bu duruma son derece kızan Rasulullah elini kaldırıp : “Haksız olarak beyaz kadın oğlunun siyah kadın oğluna hâkimiyeti yoktur” buyurmuştur. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf çok mahcup bir şekilde boynunu bükmüş, daha sonra yüzünü yere koyup hasmı olan köleye: “İstediğin kadar yüzümü çiğne! Razı oluncaya kadar yüzüme bas” demiştir. I. Tehdit Cezası Suçlunun ıslah ve tedibi için yeterli görülmesi durumunda tehdit de bir ta‘zîr cezası olarak kabul edilmektedir. Hâkimin suçluyu “Eğer bir daha suç işlerse sopa, hapis veya daha ağır bir ceza ile cezalandıracağı” şeklinde korkutması tehditten sayıldığı gibi, hâkimin cezaya karar vermesi ve belirli bir müddete kadar infazı durdurması da tehdittir. Şunu hemen ifade edelim ki bu tehdit gerçek bir tehdit olup sadece suçluyu korkutma amaçlı olup aslı olmayan bir tehdit değildir. K. Teşhir Cezası Teşhir de ta‘zîr cezalarından biridir. Teşhirden maksat, mahkûmun suçunu ilan etmektir. İnsanların güvendiği, kendisine halk tarafından itimat edilen suçluların işlediği cürümlerde teşhir oldukça etkili bir ceza çeşididir. Yalancı şahitlik yapmak, karışık veya hileli mal satmak suçlarına bu cezanın öngörüldüğü bilinmektedir. Eski zamanlarda teşhir çarşı, pazar ve umumî yerlerde suçluyu bir hayvan üzerine bağlayıp gezdirmek suretiyle yapılmaktaydı. Günümüzde teşhir, hükmün gazetelerde ilanı veya kamuya ait yerlerde afişe edilmesi ile de yapılabilmektedir. L. Mali Cezalar Ta‘zîr amaçlı malî cezalara erken dönemde fakihler genellikle olumsuz yaklaşmış, dolayısıyla literatürde bu konu ayrıntılı biçimde yer almamıştır. Sonraki dönem fakihleri arasında mali cezaların meşrûiyeti tartışılmış, Hanefî ve Şâfiîler ile Hanbelîlerde tercih edilen görüşe göre naslarda dayanak olabilecek benzer bir ceza bulunmadığı, ceza siyaseti açısından zulüm ve gaspa yol açabilecek böyle bir cezanın verilmesinin uygun olmadığı gerekçesiyle herhangi bir şekilde mali ceza verilmesi meşru görülmemiştir. Mâlikîler sınırlı durumlarda malî cezaya cevaz verirken başta İbn Teymiyye olmak üzere bazı fakihler muhtelif şekilleriyle malî cezayı caiz görmüştür. Malî cezaları ilk defa ayrıntılı biçimde inceleyen İbn Teymiyye bunları itlâf, tağyîr ve temlîk olmak üzere üçe ayırmış, daha sonra gelen bazı âlimler buna garâmet (ceza olarak borçlandırma) ve müsadereyi (devlet tarafından el konulma) eklemiştir. Buna göre devlete isyan edenlerin para, silah ve bineklerinin isyan sonuna veya tövbe edinceye kadar alıkonulması, bir müslümanın elinde bulunan ve ona nisbetle gayri mütekavvim sayılan içki ve domuzun, putların, kumar aletlerinin ve uyuşturucu maddelerin itlaf edilmesi fakihlerin görüş birliğiyle kabul ettiği uygulamalar olmakla birlikte bunların malî ceza kapsamında değerlendirilmesi tartışmalıdır. Öte yandan su katılmış süt gibi müşteriyi aldatmaya yönelik, standartlara uymayan veya sağlığı bozan gıdaların itlaf veya başkasına temlik edilmesi, had cezası düşmüş olan hırsızlıkta çalınan malın değerinin iki katının ödetilmesi, Hz. Peygamberin içki konulan kapların kırılmasını emretmesi, üzerinde canlı resmi bulunan kumaşı yırtması, Hz. Ömer’in ve Hz. Ali’nin içki satılan mekânı yaktırması, karaborsacıların fiyatları yükseltmek üzere stokladıkları mala el konularak itlaf edilmesi veya alış fiyatına satılması, yolsuzluk yapan memurların haksız kazançlarının müsadere edilmesi, sahte para ve hileli ürünlerin itlafı gibi hükümler fıkıh kitaplarında yer almaktadır. Bütün bunlar incelendiğinde malî cezayı kabul eden fakihlerin de çoğunlukla cezalandırma amaçlı itlaf ve mahrum bırakma cezasını tercih ettikleri, suçludan mal alınarak başkasına temlik edilmesi veya hazineye konulması şeklindeki cezanın bütün suçlara yönelik yaygın bir uygulama şeklinde öngörülmediği anlaşılmaktadır. Ancak tarihte ve özellikle Osmanlılar döneminde diğer mali cezaların yanı sıra müsadere ve para cezalarının yaygın bir uygulama alanı bulduğu görülmektedir. Mali cezalar başlığı altında ele alınması gereken bir husus da tazminin ta‘zîr kapsamına dâhil olup olmadığı meselesidir. Failden yapılması istenen ödeme, verilen zararın, telef edilen mal ve menfaatin karşılanması amacına yönelik ise tazmin; kişiye malî bir ceza uygulanması amacına yönelik ise yukarıda ifade edildiği gibi garamet, tağrim veya benzeri adlarla adlandırılmaktadır. Buna göre tazminin herhangi bir suç için verilebilecek genel bir malî ceza sayılıp sayılamayacağı tartışmalıdır. M. Diğer Cezalar İslam hukukunda ta‘zir suçu için öngörülen cezalar yukarıda saydıklarımızdan ibaret değildir. Zira ta‘zîri gerektiren suçların tam tespiti mümkün olmadığı gibi bunlara verilecek cezaları da sınırlandırmak mümkün değildir. Ancak ceza teorisinin dayandığı genel esaslara riayet etmek zorunludur. Yukarıda zikrettiğimiz ceza çeşitlerine ilaveten şu cezaların da İslâm hukukçuları tarafından çeşitli dönemlerde öngörüldüğü bilinmektedir. —Vazifeden azletme veya geçici süre uzaklaştırma. —Kamu haklarından mahrum bırakma. Bazı görevlere almama, şahitlikten men etme, ganimetten mahrum etme, nafaka hakkından mahrum etme gibi. —Kürek cezası. Önceleri bazı suçlulara ceza olarak devletin donanmasına ait gemilerde kürek çektirilerek uygulanan bu ceza, özellikle Tanzimat’tan sonra mahkûmun ayağına pranga denilen demir bağlanarak infaz olunmuştur. —Pranga-bendlik cezası. Ağır suçluların ayağına zincir bağlanarak uygulanan bir ceza çeşididir. 1869 tarihli Askeri Ceza Kanunu’nda yer alan bu ceza daha sonra diğer ceza kanunlarına da girmiştir. —Kal’a-bendlik cezası. Hapis ve sürgün cezasını mahiyetinde birleştiren bu cezaya çarptırılan suçlulara hapis cezaları devletçe belirlenen kalelerde çektirilir. —Alnın dağlanması ve damgalanması, sakalın kesilmesi, yüze kara sürülmesi gibi diğer bazı cezalarda zaman zaman uygulanmıştır. Ta‘zîr olarak öngörülen cezalar bahsine son vermeden önce şunu da ifade etmek gerekir ki, bazı suçlar bireysel olarak değil de toplum olarak işlenmeye başlanırsa veya giderek yaygın hale gelirse büyük suç mahiyetini kazanır. Aynı şekilde birkaç kimsenin yapmasıyla veya terk etmesiyle cezayı gerektirmeyen fiiller, toplum halinde yapılmaya ya da terk edilmeye başlanırsa cezayı müstelzim olur. Mesela namaz için ezan okumak sünnettir ve terki cezayı gerektirmez. Fakat bütün bir şehir ezan okumayı terk eder, bunu yaygın hale getirirse bu bir suç teşkil eder. Nitekim Hz. Ebû Bekir ezan okumayı terk edenlerle savaşmıştır. Çünkü ezanın okunmaması o şehirde namazın kılınmadığını akla getirir. Fertlerin işlemesi halinde nisbeten hafif cezalar uygulanmaktayken topluca işlenmesi halinde cezanın şiddetlenmesine bir örnekte Hz. Peygamberin hayatından verilebilir. Rivayete göre Deylem el-Himyerî Hz. Peygambere: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizim bir arazimiz var, o arazimiz üzerinde çok zor işlerimiz oluyor. Biz buğdaydan bir içecek yapıyoruz; işimizi görürken gücümüz artsın ve memleketimizin soğuklarına dayanalım diye onu içiyoruz” dediğinde Hz. Peygamber “Sarhoşluk verir mi?” diye sormuş, “evet” cevabını alınca “Ondan kaçınınız” buyurmuştur. Bunun üzerine Deylem el-Himyeri: “İnsanlar onu bırakmaz” deyince Rasûlüllah: “Bırakmazlarsa onları öldürün” buyurmuştur. Zikrettiğimiz bu hadis iki noktaya işaret etmektedir. Birincisi, bir suç, faillerin çokluğu ile büyür, suçu işleyenler sayıca çok diye o suçta suç unsuru zayıflamaz. İşte bu yaklaşım günümüzdeki hukuk sosyolojisi ilkelerine aykırı, beşerî hukukun suça bakışına muhaliftir. Çünkü modern hukuka göre insanlar arasında yayılıp herkes tarafından işlenen suçların cezası hafifletilmektedir. Çünkü modern hukukun önemli kaynaklarından birisi insanların örf ve âdetleridir. Suçun yaygın olması ve işleyenlerin çokluğu, insanların o davranışı suç olarak görmediklerine ya da benimsediklerine delalet eder. Halka rağmen hukukun olmayacağı da sosyolojik bir vakadır. Kaynağı insanüstü bir iradeye dayanan İslâm hukukunun yaklaşımı ise bundan farklıdır. Allah, koyduğu bir hükmü, günahkâr topluluklar istiyor diye kaldırmaz ya da değiştirmez. Binaenaleyh İslâm hukuku nezdinde bir suçu işleyenlerin çokluğu sadece bu suça karşı mukavemetin şiddetlenmesine yol açar. İslam’a göre kötülük ne kadar büyükse ona karşı mukavemet de o derece büyük olur. Hadisin işaret ettiği ikinci nokta da şudur: Bazen ta‘zîr cezası o konuda belirlenmiş olan cezadan daha büyük olabilir. Suç artık fert boyutlarını aşmış ve toplumun fiili haline gelmiş ise bu suçun ta‘zîr cezası o konudaki had cezasından daha sert olabilir ki, İmam Mâlik’in verdiği ölüm cezalarında bu husus çok net olarak görülmektedir. VI. Suçun İspatı ve Uygulanması Kul hakkının galip geldiği hususlarda ceza verilebilmesi için hak sahibinin davacı olması gerekmektedir. Mağdurun şikâyet etmemesi veya affetmesi durumunda mahkeme tarafından ceza verilemeyeceği genel kabul görmekle birlikte, her suçta Allah hakkının da bulunduğu fikrinden yola çıkarak suçlu kimselere yine de mahkemece ceza verilebileceği görüşünü savunan İslâm hukukçuları vardır. Allah hakkının galip geldiği hususlarda ise şikâyete binaen yahut yönetici, muhtesib veya hâkimin bilgi sahibi olmasıyla dava süreci başlamış olur. Ta‘zîr suçunun ispatı had ve kısas suçlarındaki kadar sıkı şartlara bağlanmamıştır. Bu suçların ispatı ilgili ünitede detaylarıyla ele alınacağı üzere, beyyine (şahitler), yemin ve ikrarın yanı sıra yeminden kaçınma (nükûl), yargı mensuplarının kişisel bilgisi, şahitliğe ehil olmayan kimselerin ihbarları ve çeşitli karinelere dayanabilir. Ancak kul hakkının galip olduğu hususlarda, genellikle malî muamelelerle ilgili davalarda göz önünde bulundurulan ispat vasıtalarının aranacağını öne süren İslâm hukukçuları vardır. Ayrıca Allah haklarının galip olduğu davalarda suçun türüne göre ispat vasıtaları farklılık arz eder. Büyük günahlarda, verilecek cezanın ağırlığı sebebiyle, şahitlik şartlarının ve kuvvetli karinelerin varlığı gerekli görülür. Ta‘zîrin uygulanmasında hem caydırıcılık ve ıslah edicilik amacına uygun olması hem de kastın aşılmaması ve kul hakkına zarar verilmemesi hususlarına dikkat edilmelidir. Cezanın maksadı aşması veya suçluya gereğinden fazla zarar vermesi halinde tazmin gerekip gerekmeyeceği tartışılmıştır. İnfazın usûlüne uygun yapılmasına rağmen suçlunun hastalanması, sakatlanması veya ölümü durumunda Şâfiîlere bazı Mâlikîlere göre tazminat gerekirken diğerlerine göre gerekmemektedir. Mecelle’de bu durum “Cevâz-ı şer‘î damâna münafî olur” kaidesiyle ifade edilmiştir. Eğer uygulayıcının kasıtlı olarak zarar verdiği tespit edilebiliyorsa bu durumda kısas uygulanacağı veya diyet ödeneceği şeklinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. İnfaz hâkimi ta‘zîri uygulayacağı suçlunun durumuna göre ta‘zîr çeşitlerinden birini veya ikisini birlikte uygulayabilir. Ta‘zîr cezası sopa ise, darbelerin şiddeti had darbelerinden fazla olur. Çünkü had cezalarında menetme değil, işlenen günahın karşılığı vardır. Ta‘zîr de ise fazlasıyla menetme vardır ve bu amacın meydana gelmesi için ta‘zîr darbelerinin şiddetli olması gerektiği öne sürülmektedir. Bununla birlikte ta‘zîr uygulanan kimsenin yüzüne, kafasına ve tenasül uzvuna vurmaktan kaçınılır. Ta‘zîr cezası genel olarak suçlunun ölümü, hak sahibinin affetmesi, tövbe, iyi halin görülmesi, zamanaşımı ve sulh sebeplerinden biri ile hükümden veya infazdan önce ya da infaz esnasında düşebilir. Ta‘zîr cezalarında zannı galip ile hüküm verilebildiğinden şüphenin cezayı düşürmedeki etkisi hadlerdekinden çok daha zayıftır. Ta‘zîre cezasını gerektiren haklar vekil yoluyla da elde edilebilir. Kul hakkının galip geldiği suçlarda ancak hak sahibinin affıyla veya sulh yoluyla ta‘zîr cezası düşebilir. Başkasının af yetkisi bulunmadığı gibi bazı istisnalar dışında ölüm, tövbe ve zamanaşımı ile de ceza düşmez. Allah hakkının galip olduğu suçlarda ise yönetici veya hâkimin af yetkisi vardır, ayrıca tövbe ve zaman aşımı cezanın düşmesinde etkili olmaktadır. Kaynaklar Âmir, Abdülaziz, et-Ta‘zîr fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Kahire 1969. Avcı, Mustafa, Osmanlı Ceza Hukukuna Giriş, Konya 2008. Avde, Abdülkadir, et-Teşrîu’l-Cinâiyyü’l-İslâmî Mukârenen bi’l-Kanûni’l-Vad’î, Dâru’l- Kitabi’l-Arabî, Beyrut (t.y.). Aydın, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul 2012. Bardakoğlu, Ali, “Hapis”, DİA, İstanbul 1997. Başoğlu, Tuncay, “Ta‘zîr”, DİA, İstanbul 2011. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Istılahâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul (t.y.). Cin, Halil-Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2011. Ebû Zehra, Muhammed, el-Cerîme, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Beyrut (t.y.) Mergînânî, Burhanüddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ebî Bekr, el-Hidaye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî, İstanbul 1986. Türcan, Talip, “Sürgün”, DİA, İstanbul 2010.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 4 | 147 | 23 Eylül 2024 20:24 |
Mustafa İslamoğlu Sözler | Medineweb.net Videolar | Mihrinaz | 2 | 343 | 30 Nisan 2023 16:51 |
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? | Medineweb.net Videolar | Medine-web | 0 | 250 | 29 Nisan 2023 18:52 |
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE | Hacc-Umre-Kurban | Medine-web | 0 | 1092 | 27 Nisan 2020 21:40 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
islam hukuku ünite 6 | Medine-web | İslam Hukuku-I | 0 | 22 Aralık 2013 19:40 |
islam hukuku ünite 4 | Medine-web | İslam Hukuku-I | 0 | 22 Aralık 2013 19:38 |
islam hukuku ünite 3 | Medine-web | İslam Hukuku-I | 0 | 22 Aralık 2013 19:37 |
islam hukuku ünite 2 | Medine-web | İslam Hukuku-I | 0 | 22 Aralık 2013 19:36 |
islam hukuku ünite 1 | Medine-web | İslam Hukuku-I | 0 | 22 Aralık 2013 19:35 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|