Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > .::MEDİNEWEB DİN HİZMETLERİ ALAN BİLGİSİ SINAVLARI-(DHBT).::. > DHBT-1-Sınav Konuları > İslam İbadet Esasları(DHBT)

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  21 Mayıs 2014 (17:26), Konuya Son Cevap : 21 Mayıs 2014 (17:48). Konuya 8 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 21 Mayıs 2014, 17:26   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Namaz kavramı ve çeşitleri

Namaz kavramı ve çeşitleri

Namazın Tanımı ve Mahiyeti

Namaz, Farsça bir kelime olup Arapça karşılığı “salât”tır. Salât, sözlükte dua
etmek, yalvarmak, rahmet etmek gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak
salât (namaz) “tekbîr” ile başlayıp “selam” ile tamamlanan belirli hareket ve
sözlerden oluşan ibadeti ifade eder. Namaz kılan kişiye “musallî” denir. Öte
yandan dinî literatürde “salât” kelimesi özellikle Peygamberimiz için hayır
duada bulunma ve ona saygı ve bağlılığı göstermek amacıyla söylenen söz
anlamında da kullanılır.
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken şartlar vardır ki,
bunlar hadesten tahâret, necâsetten tahâret, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit
ve niyetten ibarettir. Tanımda geçen “belirli hareket ve sözler” kaydından
maksat, namazın rükünleri olan kıyam, kıraat, rükû, sücûd ve ku‘ûddur.
Kıyam kıbleye karşı el bağlayıp ayakta durmak; kıraat Kur’ân’dan Fâtiha
sûresini ve buna ilâve olarak bir sûre veya birkaç ayet okumak; rükû, ayakta
iken eğilip üç kere sübhâne rabbiye’l-azîm demek; sücûd, oturup yere
kapanmak ve üç kere sübhâne rabbiye’l-a‘lâ demektir. Bu dört fiilin
toplamına rek‘at denir. Bir rek‘atta bir rükû ve iki secde vardır. Namazlar
rek‘atlardan meydana gelir. Ku‘ûd oturup tahiyyat okumaktır ki bu namazın
sonunda, bir de her iki rek’atın sonunda olur. Bu rükünlerden biri olmaksızın
namaz olmaz. Ancak cenâze namazının rükünleri iki olup dört tekbir ile
kıyamdır. Namaz kılan kişi Hakkın huzurunda olduğu için huşû içerisinde
durup önünden başka tarafa bakamaz, kimseyle konuşamaz, kimse de onunla
konuşamaz ve önünden geçemez. Namaza “Allahu ekber” diyerek başlar ve
her bir rükünden diğerine geçerken bu tekbiri tekrarlar, en sonunda “es
selâmu aleyküm ve rahmetullah” diyerek iki tarafına selam vererek namazına
son verir. Namaz, kerâhet vakitleri dışında her zaman kılınabilir. Namaz
bedenî bir ibadet olduğu için bir başkasının yerine kılınamaz
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 33953 23 Mayıs 2015 21:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 4091 10 Mayıs 2015 16:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2745 10 Mayıs 2015 16:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 9033 30 Nisan 2015 14:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3353 19 Nisan 2015 15:45

Alt 21 Mayıs 2014, 17:29   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

Namaz Çeşitleri ve Rek‘atları
Hanefî fıkıh bilginlerine göre, namazlar, şer’î hükmü açısından farz, vacip,
sünnet ve nâfile olmak üzere dört çeşittir.

Farz Namazlar
Farz namazlar farz-ı ayın ve farz-ı kifâî olmak üzere iki kısma ayrılır.
Günlük beş vakit namaz ile haftalık cuma namazı farz-ı ayındır. Günlük beş
vakit namaz, yükümlülük çağındaki her bir Müslümana ayrı ayrı farzdır.
Günlük farz namazlar, sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört
olmak üzere bir günde toplam on yedi rekâttır. Farz-ı ayın olan haftalık cuma
namazı, cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine iki rekât olarak kılınır.
Kendisine cuma namazı farz olmayan kişiler (mesela hanımlar) de gönüllü
olarak bu namazı kılınca ayrıca öğle namazı kılmazlar. Defin edilmeden önce
ölü için kılınan cenaze namazı ise farz-ı kifâyedir. Bu namaz bir kısım
Müslüman tarafından kılınınca, diğer Müslümanlardan sorumluluk kalkar.
Rükû ve secdesi olmayan bir namaz olduğu için bu namazın rek‘atı yoktur.

Vacip Namazlar
Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı ile ramazan ve kurban
bayramlarında ikişer rek‘at kılınan bayram namazları vacip namazlardır. Bu
namazlar, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezheplerinde sünnet namazlar arasında
yer almakla birlikte, bu mezheplerde bayram namazlarının farz-ı kifâî olduğu
görüşü de vardır. Bir kimsenin kendi iradesiyle kılmayı adadığı nezir
namazları da vacip hükmündedir. Bu namazlar en az iki rek‘at olur. İki
rek‘at olan tavaf namazı da vaciptir.

Sünnet Namazlar
Bunlar, farz namazlardan önce veya sonra Hz. Peygamber’in sünnetine
uyularak kılınan namazlardır. Bunlara revâtib adı da veriler. Bunlardan bir
kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-i müekkede olarak
isimlendirilir. Gayri müekked sünnetlere müstehab ve mendub da denir.
Sabah namazının farzından önce iki, öğle namazının farzından önce dört
farzından sonra iki, ikindinin farzından önce dört, akşam namazının farzından
sonra iki, yatsı namazının farzından önce dört farzından sonra iki rekât sünnet
kılınır. Ramazan ayında yatsı namazından sonra yirmi rek‘at kılınan terâvih
namazı da sünnet-i müekkede türünden bir namazdır. Cuma namazının
farzından önce kılınan dört rek‘at ilk sünneti, farzının hemen akabinde
kılınan dört rek‘at son sünneti vardır.

Nâfile Namazlar
Nâfile kelimesinin biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki anlamı vardır. Nâfile
kelimesi geniş anlamıyla farz ve vacip namazların dışında kalan bütün
namazları ifade eder. Sünnet namazlar da bu kapsamda sayılır. Nâfile
kelimesi dâr anlamıyla ise farz, vacip ve sünnet namazların dışında kalan
namazları ifade eder. Bunlara reğâib, müstehab, mendub ve tatavvu‘
namazları da denir. Bu namazlara tahiyyetü’l-mescid, tesbih, istihâre gibi
nâfile namazlar örnek olarak verilebilir. Bunlar, Hz. Peygamber’in uygula
malarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle Allah’a
yaklaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlardır. Nâfile
namazlar en az ikişer rekât kılınır. Bir hadiste, kulun ilk önce farz
namazlardan sorguya çekileceği ve farzların eksik olması halinde bunların
sünnet ve nâfile namazlarla tamamlanacağı belirtilmiştir (Buhârî, “Salât,”
188). Mümin, farz, sünnet, nâfile ayırımı yapmaksızın bütün bu ibadetleri
yerine getirmeli ve böylece âhirete hazırlık yapmalıdır.




Namaz Yükümlülüğü
Bir kimsenin namaz ibadeti ile yükümlü olması, farz veya vacip bir namazın
bir kimsenin zimmetinde sabit olup ondan sorumlu tutulması için o kimsede
bazı şartlar aranır. Bu şartlar şunlardır:
Müslüman Olmak
Müslüman olan her erkek ve kadına namaz farzdır. Fıkıh bilginlerinin
çoğunluğu, Müslüman olmayanların namazla yükümlü olmadığı
kanaatindedir. Yeni Müslüman olmuş bir kimsenin daha önceki namazları
kazâ etmekle yükümlü olmadığı hususunda dört mezhep görüş birliği
içindedir. “İnkâr edenlere, inkârcılıklarından vazgeçerlerse, geçmiş
günahlarının bağışlanacağını söyle” (el-Enfâl 8/38) meâlindeki ayet ve
“İslâm, daha öncesini siler” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,199,204)
anlamındaki hadis bu hükmün açık delilidir.
Büluğ (Erginlik)
Büluğ, çocukluk çağının son bulup gençlik çağının başlaması demektir.
Erginlik çağına ulaşmamış çocuklar Allah katında namazla yükümlü
değildir. Ancak temyiz yeteneği gelişmiş çocuk namaz kılarsa bu geçerlidir.
Hz. Peygamber’in, çocukların yükümlülük çağına gelmeden önce namaz
disiplinini kazanmış olmalarını sağlamayı hedefleyen hadisi (Ebû Dâvûd,
“Salât”, 26; Müsned, II,180,187) gereğince, çocuk yedi yaşına gelince velisi
tarafından yavaş yavaş namaza alıştırılır; on yaşına ulaştığında bunun
üzerinde biraz daha fazla durulması, hattâ hafif zorlayıcı ve disiplin sağlayıcı
tedbirlere başvurulması gerekir. Pek tabiidir ki, bu hususta söz konusu görev
ve yükümlülük, büluğ çağına ulaşmamış çocuğa değil, velisine yöneliktir.
Nitekim “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et” (Tâhâ
20/132), “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden
koruyun” (et-Tahrîm 66 /6) meâlindeki ayetler de bu konuda velinin görevli
ve yükümlü bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Akıl
Dinî yükümlülüklerin söz konusu olabilmesi için, kişinin aklî melekelerinin
yerinde olması (temyiz gücüne sahip bulunması) şarttır. Aklî melekeleri
yerinde olmayan kişiye mecnun (deli) denir ki, günümüzde bu akıl hastası

terimi ile ifade edilmektedir. Akıl hastalığı sürekli olduğu gibi kısa süreli de
olabilir. Kısa süreli baygınlık hali, uyku gibidir; bayılan kişi bu hal geçince
kılamadığı namazları kazâ eder. Uzun süreli baygınlık hali ise namaz
yönünden kısa süreli akıl hastalığı gibidir. Uyuyan kişiden namaz
yükümlülüğü düşmez. “Bir namazı uyku veya unutma sebebiyle vaktinde
kılamayan kimse, onu hatırladığı zaman kılsın” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 11)
anlamındaki hadis, uyuyan kişinin uykuda geçen namazlarını ve unutanın
unuttuğu namazları kazâ etmesi gerektiğinin açık bir delilidir. Kadınlar hayız
ve nifas hallerinde ne edâ ne de kazâ yoluyla namaz kılmakla mükellef
değillerdir. Aksine bu dönemlerinde namaz kılmaları haramdır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:30   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

NAMAZIN FARZLARI

Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı
da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması
gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara
da namazın rükünleri denir. Namazın şartları ve rükünleri sırasıyla
açıklanacaktır.

Namazın Şartları

Hadesten Tahâret
Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve
loğusalık hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya âdet yahut
loğusalık hali sona ermişse boy abdesti (gusül) almadan, bu durumlardan biri
söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti
veya abdest alacak su bulamayan veya bulduğu halde kullanma imkânı
olmayan kişi teyemmüm eder.

Necâsetten Tahâret
Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde
necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan
necis maddelerin bulunmaması şarttır. Bir kimse, bilmeyerek namazın
sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan necâset bulaşmış bir elbise ile kıldığı
namazı elbisesini temizledikten sonra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde
benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgari şart,
ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır.
Üzerinde necâset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında
kılınan namaz geçerlidir. Necâset bulunan bir yerin üzerine, necâsetle irtibatı
kesecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya
temiz toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir.

Setr-i Avret
Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer demektir. Dinî
terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan
uzuvlara avret mahalli denir. Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri sayılan
uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır. Kadınların ise
yüz ile eller hariç, bütün vücudu avrettir. Namazda ayaklarının avret
sayılması konusunda görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte tercih edileni avret
olmadığı görüşüdür. Giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek
şekilde olması, yani, tül v.s. gibi şeffaf olmaması gerekir. Ancak, vücudun
hatlarını belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh
olmakla birlikte- geçerlidir.

İstikbâl-i Kıble
İstikbâl-i kıble kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de
Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Kıbleye yönelmek
namazın şartlarından biridir. Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin
namazı ve tilâvet secdesi sahih olmaz. Bir kimse hasta olduğu için veya
düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediği takdirde,
gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Uçak, otobüs gibi bir
vasıta ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek namazını kılar,
vasıtanın yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar.
Gemi içinde namaz kılınacaksa temel ilke kıbleye dönmek, gemi döndükçe
kıbleye dönmeye devam etmektir. Ancak, bindiği nakil aracının hareketlerini
izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak
belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar. Müslümanların namaz
kılarken, yeryüzünün en eski ve en kutsal mâbedi olan Kâbe’ye yönelmeleri,
aralarındaki birliği canlandırmalarının, nizam ve intizamlarını korumalarının,
gönüllerini ortak bir ibadetin ilâhî neş’esiyle ve nuruyla aydınlatmalarının bir
ifadesidir.

Vakit
Vakit, namazın farz olmasının sebebi ve edâsının da şartıdır. Farz namazlar
ile bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vaktin girmiş
olması şarttır. Farz namazlar: sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı
namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli
bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa
adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden
kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz kendisi için
belirlenen vakitten sonra kılınanca “edâ” olmayıp “kazâ” olur. Hanefîler’e
göre cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kazâ edilmez.

Niyet
Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin
ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda
niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı
kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymetleri, sevapları
niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalı, ibadetini şuurlu bir halde
yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmelidir.
Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu
vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile
söylenmesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz câiz olur.
Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile
söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip
namazlarda, hangi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek (sabah namazı,
cuma namazı, vitir namazı gibi) şarttır. Kazâ namazı kılarken de hem vaktin
hem de günün belirlenmesi (en son kazâya kalan sabah namazı gibi) gerekir.
Cemaat halinde kılınan namazlarda ayrıca imama uyulduğuna dair niyet
edilmesi gerekir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam
olarak namaz kıldıran kişinin imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak,
cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın kendisine uyan
erkek ve kadınlara imamlık yaptığına dair niyet etmesi şarttır. Sünnet ve
nâfile namazlar için belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi
yeterlidir; fakat belirlemek (terâvih namazına, sabah namazının sünnetine
gibi) daha iyidir
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:32   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

Namazın Rükünleri

İftitâh Tekbiri
İftitâh (başlangıç) tekbiri namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi
işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en
büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle
namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kılınmış ve dış âlemle
ilgi kesilmiş olur.

Kıyam (Ayakta Durmak)
Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitâh ve her rek‘atta Kur’ân’dan
okunması gereken en az miktar boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam,
namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz
veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz. Ancak hasta veya
ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya ayağa kalkınca hastalığının
artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkan
kişi, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü
İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve
zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Hareket halindeki gemi, uçak,
otobüs gibi bir vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk
yapan kişi, bu araçlarda ayakta namaz kılması mümkün olmazsa, oturarak
veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini ima ile yapar.
Ancak secde için rükûdan daha fazla eğilir. Sünnet ve nâfile namazları,
ayakta kılmak daha faziletli olmakla birlikte, bir özür bulunmasa da
oturularak kılınabilir. Çünkü nâfile namazlar kolaylık ve genişlik esasına
dayanır.

Kıraat
Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin,
Kur’ân’ın ayetlerinden bir miktarını kendisinin işitebileceği şekilde
okumasını ifade eder. Kıraat namazın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan
kişi, bir miktar Kur’ân ayetini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat
harflerini belirterek, imam ise, sesli namazlarda yakınında bulunanların
işiteceği bir ses tonuyla okur. Namazda farz olan kıraat miktarına gelince, bu
miktar Ebû Hanîfe’ye göre kısa da olsa bir ayettir Hanefî mezhebinde imama uyan kimsenin Kur’ân okuması gerekmez;
onun hem sesli hem de sessiz namazlarda da susması vaciptir. Diğer üç
mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz
namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli namazlarda da, Şâfiî mezhebine
göre, imama uyan kişinin Fâtihayı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî
mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler.
İslâm bilginleri, kıraat farîzasının ancak Kur’ân’ın asıl metniyle yapılması
halinde yerine getirilmiş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Çünkü
Kur’ân Arapça olarak inmiştir. Kıraatin tek bir lisanla gerçekleşmesi
Müslümanların birlik ve beraberliğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca da
uygulama böyle olmuştur. Diğer taraftan kıraatin Arapça olarak yapılması,
çok zor da değildir. Hattâ, namazın sahih olmasını sağlayacak kıraat miktarı
sûre ve ayetleri öğrenip ezberlemek Arapça dilini bilmeyenler için bile bir
günlük, hattâ bir iki saatlik bir iştir.

Rükû (Eğilmek)
Rükû, namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eğilerek rükûya
varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır.
Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını
da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meydana getirmelidir. Bu şekil tam bir
rükûdur. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine
paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir Rükûda bir süre rükû
vaziyetinde beklemek ve rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde
beklemek (kavme) gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı
“sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.

Secde
Secde (yere kapanmak), namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kılan kimse,
rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere
değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur. Sadece alnı ve burnu
yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki
dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazimde bulunur. Bu secde, her rek‘atta
birbiri ardınca iki defa yapılır.
Tam ve mükemmel bir secde yedi aza üzerine yapılan secdedir.
Peygamberimizden nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz (alın ve burun), iki
el, iki diz ve iki ayak (iki ayağın parmakları) olduğu belirtilmiştir (Buhârî,
“Ezan”, 133-137). Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel
özründen dolayı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye
kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır.
Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmaktan
(yaklaşık 23 cm.) daha yüksek olmamalıdır. Cemaat kalabalık olunca veya
başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık
sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri
de câizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde
edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ile burun yerin
sertliğini hissetmiyorsa secde câiz olmaz. Secdede ve iki secde arasında secde
denebilecek kadar bir süre durmak yeterlidir. Hanefî mezhebinde bu sürenin
en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir.


Fakat rükû ve secdede sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih
(sübhâne’llâhi’l-azîm gibi) okumaktır. Ortası beş, en mükemmel olanı da
yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte
bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten
fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan
kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih: “Sübhâne rabbiye’l azîm
(Pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden uzaktır) ve seccedeki tesbih
de: “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ (Pek yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden
uzaktır) şeklindedir.

Ka‘de-i ahîre (Son Oturuş)
Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna
ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘attan sonra, üç rek‘atlı
namazlarda üçüncü rek‘attan sonra, dört rek‘atlı namazlarda dördüncü
rek‘attan sonraki oturuşlar son oturuş yani ka’de-i ahîre sayılır. Ka‘de-i
ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre teşehhüd
miktarıdır. Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuyacak kadar bir süredir.
Teşehhüdün ya da tahiyyâtın metni şöyledir: “et-Tahiyyâtü li’llâhi va’s
salavâtü vet’tayyibâtü. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetü’l
llâhi ve berekâtühü. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’l-llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü
en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûlühü”
(Buhârî, “Ezan”,148,150; Müslim, “Salât”, 16; İbn Mâce, “İkâmetü’s
salât”,24). Türkçesi: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî
ibadetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun,
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve
Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehâdet ederim ki yani kesin olarak bilir ve
açıklarım ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur ve şehâdet ederim ki,
Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür.”
Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler bunlardan ibaret olmakla
birlikte Ebû Yusuf, Şâfiî, Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre ta’dîl-i erkân,
Ebû Hanîfe’ye göre ise namazdan kendi fiili ile çıkmak namazın farzları
arasında yer alır. Ta‘dîl-i erkân, rükû ve secde gibi rükünlerin hakkının
verilerek yapılmasını, rükûdan doğrulurken vücut dimdik bir hale gelip en az
bir kere; “Sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulmasını, ondan
sonra secdeye varılmasını ve iki secde arasında “Sübhâne’llâhi’l
azîm”diyecek miktar oturulmasını ifade eder.

NAMAZIN VACİPLERİ, SÜNNETLERİ VE
ÂDÂBI


Namazın Vacipleri
Namazın farzları gibi bazı vacipleri de vardır. Hanefî fıkıh âlimlerinin vacip
olarak kabul ettikleri hususların bir kısmı diğer mezheplere göre farz, bir
kısmı da sünnet olarak nitelendirilmiştir. Bu vaciplere riayet ile namazın
farzları tamamlanmış, noksanları telâfi edilmiş olur. Hanefîler’e göre
vaciplerden birini unutarak terk eden ya da geciktiren kimsenin sehiv secdesi
yapması vaciptir. Vaciplerden birinin kasden terk edilmesi halinde ise
namazın yeniden kılınması gerekir. Hanefîler’e göre namazın vacipleri
şunlardır:


. Namaza “Allahu ekber” gibi tekbir ifade eden bir cümle ile başlamak.
(Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde farzdır.)
2. Fâtiha sûresini okumak (diğer üç mezhepte her rek‘atta okumak farzdır).
3. Farz namazların ilk iki rek‘atında, vacip, sünnet ve nâfile namazların her
rek‘atında Fâtiha’dan sonra kısa bir sûre veya buna denk miktarda ayet
veya ayetler okumak (Sûre eklemek anlamında “zamm-ı sûre” denen bu
işlem diğer mezheplerde sünnettir).
4. Fâtiha’yı zamm-ı sûreden önce okumak. Farz namazlarda farz olan kıraati,
ilk iki rek‘atta yerine getirmek.
5. Tek başına namaz kılarken, öğle ve ikindi namazları ile gündüz vakti
kılınan nâfile namazlarda kıraati gizli yapmak. Sabah, akşam ve yatsı
namazlarında ve geceleyin kılınan sünnet ve nâfile namazlarda kıraat
açıktan veya gizli olarak yapılabilir.
6. İmam olan kimsenin, cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram,
terâvih, vitir namazlarının her rek‘atında, akşam ve yatsı namazlarının ilk
iki rek‘atlarında kıraati açıktan yapması, öğle ve ikindi namazlarının
bütün rek‘atlarıyla akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının da son iki
rek‘atında kıraati içinden yapması vaciptir. İmama uyan kişi, okumaz,
namaz sesli ise dinler, sessiz ise susar.
7. Secdede sadece alın ile yetinmeyip alın ile birlikte burnu da yere koymak.
8. Üç ve dört rek‘atlı namazların ikinci rek‘atının sonunda oturmak (ka’de-i
ulâ).
9. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okumak.
10. Namazın farzlarında sıraya (tertîb) riayet etmek.
11. Namazın sonunda sağ ve sol taraflara selam vermek. Ancak, Hanefîler’de
bir görüşe göre, sağ tarafa selam vermek vacip, sol tarafa selam vermek
ise sünnettir.
12. Ta‘dîl-i erkâna riayet etmek. Bu, Ebû Yusuf ve diğer üç mezhebe göre
farzdır.
13. Vitir namazında kunût duasını okumak ve kunût tekbirini almak.
14. Bayram namazlarına mahsus üçer ilâve tekbir almak.
15. Sehven farzın geciktirilmesi ve vacibin terk veya geciktirilmesinden
dolayı sehiv secdesi yapmak.
16. Namazda okunan secde ayetlerinden dolayı tilâvet secdesinde bulunmak.

Namazın Sünnetleri
Namazda dinen yapılması farz ve vacip derecesinde olmaksızın yapılması
istenen fiiller vardır ki bunlara namazın sünnetleri denir. Bunların terki
namazı bozmaz ve sehiv secdesini gerektirmez; fakat bunlara sürekli riayet

etmek, Peygamber’in yolunu izlemede titizlik gösterme anlamını taşır.
Sünnetler, vacipleri tamamlayıcı özellikte olup, vaciplerdeki kusur ve
noksanların telâfisine ve sevap kazanılmasına vesile teşkil eder. Hanefîler’e
göre namazın sünnetlerinin başlıcaları şunlardır:
1.Beş vakit farz ve cuma namazında ezan okumak ve kâmet getirmek. Bu
hüküm erkekler içindir.
2. İftitâh tekbirinde elleri yukarı kaldırmak. Erkekler, her iki başparmağını –
parmak aralıkları tabii açıklıkta olmak üzere ve avuç içleri kıbleye veya
birbirine dönük tutularak- kulak yumuşaklarına değecek ölçüde, kadınlar
ise ellerinin parmak uçlarını göğüs hizasına kadar kaldırırlar ve bu
vaziyette iken “Allahu ekber” derler. Şâfiî ve Mâlikîler’e göre erkekler de
iftitah tekbirinde ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar. Şâfiî ve
Hanbelîler’e göre, rükûya eğilirken ve rükûdan doğrulurken de elleri
kaldırmak sünnettir.
3. Kıyamda sağ eli sol el üzerine koymak. Erkekler sağ elin başparmağı ile
serçe parmağını halka yaparak sol elin bileğinden tutarlar ve diğer
parmaklarını sol kolun üzerine uzatırlar. Kadınlar ise sağ ellerini
göğüsleri üzerinde sol elleri üzerine halka yapmaksızın koyarlar.
4. Namazların başlangıcında Sübhâneke’yi içinden okumak, bundan sonra
yine içinden eûzü-besmele çekmek ve diğer rek‘atlarda Fâtiha’dan önce
besmele çekmek ve Fâtiha’dan sonra içinden “âmîn” demek. Bir görüşe
göre Fâtiha’dan önce okunan besmele vaciptir. İmama uyan eûzü-besmele
okumaz. Fâtiha’dan sonra okunacak sûrelerin başındaki besmele
okunmaz. Ancak İmam Muhammed’e göre sessiz namazlarda sûre
başlarındaki besmele okunur.
5. Rükûya ve secdeye giderken, secdeden kalkarken “Allahu ekber” demek
ve rükûdan kalkarken “Semi’allahu limen hamideh” demek. İmama uyan
rükûdan kalkarken içinden “Rabbenâ leke’l-hamd” veya “Allahümme
Rabbenâ ve leke’l-hamd” der. Yalnız başına kılan bu ikisini yani hem
“Semi‘allhu limen hamideh” ve hem de “Rabbenâ leke’l-hamd”ı söyler.
6. Rükûda en az üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm” ve secdelerde en az üç
defa “Sübhane rabbiye’l-a‘lâ” demek.
7. Kıyamda bir özür yoksa iki ayak arasını dört parmak kadar açık
bulundurmak.
8. Rükûda incikleri (diz’in arkasını) dik ve sırtı düz tutmak ve parmak
aralıkları açık olduğu halde dizleri tutmak. Kadınlar ise dizlerini biraz
bükerler ve sırtlarını yukarıya doğru meyilli tutarlar ve parmaklarını
açmaksızın dizlerinin üzerine koyarlar.
9. Secdeye giderken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak.
Secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri, sonra da elleri dizlerin
üzerine koyarak kıyama doğrulmak veya oturuşa geçmek. Ayrıca secdeyi,
yüz iki el arasına gelecek şekilde yapmak.
10. Secde oturuşları ile teşehhüd oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp üzerine
oturmak, sağ ayağı ise dikmek ve ayak parmaklarını kıbleye yöneltmek


Kadınlar sağ ve sol ayaklarını sağ taraflarına yatırıp beden sola meyilli bir
biçimde yere otururlar.
11. Ka‘de ve celselerde ( secde oturuşlarında) elleri parmaklar az açılarak
uyluklar üzerine koymak.
12. Secdede karnı uyluklardan, dirsekleri yanlardan ve dirsekleri yerden uzak
tutmak. Kadınlar kollarını yanlarına birleştirir ve karnını uyluklarına
yapıştırırlar.
13. Tahiyyat esnasında “Lâ ilâhe” denirken sağ elin şehâdet parmağını
kaldırmak; bu halde başparmak ile orta parmak halka edilir ve diğer iki
parmak yumruk halinde bükülür. “İllâllah” derken ise, şehâdet parmağı
indirilir. Ancak bazı âlimler, bu sünneti yerli yerince yapmak zor olduğu
için terk edilmesini uygun görmüşlerdir.
14. Farz, vacip ve müekked sünnetlerin son oturuşu ile gayri müekked sünnet
ile nâfile namazların her oturuşunda tahiyyattan sonra Hz. Peygamber’e
ve âline salât ü selam okumak.
15. Her namazın son oturuşunda selam vermeden önce Kur’ân’da bulunan
veya hadislerde yer alan dualardan okumak.
16. Namazın sonunda selam verirken yüzü önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa
çevirmek.
17. Kur’ân-ı Kerim’i namazda sırasıyla okumakta bir sakınca yoktur. Ancak
mukim için sünnet olan “mufassal” denilen sûreleri okumaktır. Dinen
yolcu sayılan kişi, Fâtiha’dan sonra dilediği sûreyi okuyabilir. Mukim için
sünnet olan, sabah ve öğle namazlarında Fâtiha’dan sonra “tıvâl-ı
mufassal” denilen uzun sûrelerden, ikindi ve yatsı namazlarında “evsât-ı
mufassal” denilen orta uzunluktaki sûrelerden, akşam namazlarında ise
“kısâr-ı mufassal” denilen kısa sûrelerden bir sûre okumaktır. Hucurât
sûresinden “Bürûc” sûresinin sonuna kadar olan sûreler “tıvâl-ı
mufassal”, “Târık” sûresinden “Beyyine” sûresinin sonuna kadar olan
sûreler “evsât-ı mufassal” ve bundan sonraki sûreler ise “kısâr-ı
mufassal”dır.
18. Önünden geçilmesi ihtimali varsa sütre koymak.

Namazın Âdâbı
Namaz kılarken yerine getirilmesi faziletli kabul edilen ve namazı âdâbı
olarak isimlendirilen bazı davranışlar vardır ki bunlar birer müstehab
demektir. Bunları terk etmek, azarlanmayı gerektirmez, fakat bunlara
uyulması daha fazla sevap kazanmaya sebep olur. Bilinçli bir Müslüman
namazın büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz sayesinde Yaradan Rabbinin
manevi huzurunda olduğunu anlar, Cenâb-ı Hakkın kendisini görüp bildiğini
düşünerek son derece edebe riayet eder, görünüş itibariyle pek mütevazı bir
vaziyet alır, bâtınen kalbini mümkün mertebede mâsivâdan (Allah’tan
gayrısından), dünyevi ilişkilerden kurtarmaya çalışır. Bu yüzden, “mükemmel
bir namaz ancak kalb huzuruyladır” denilmiştir. Namazın başlıca âdâbı
şunlardır: 1.Namazda Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak bir
huşû ve tevazu halinde bulunmak. 2. Üst elbidüğümlemek ve bütün rükünlerin hakkını verebilmek için uzun ve geniş
elbiseler giymek. 3. Kıyamda secde yerine, rükûda ayakların üzerine, secdede
burnun iki yanına, ka‘dede kucağa, selam verirken sağ ve sol omuz başlarına
bakmak, böylece kendisini sırf ibadete vermek ve namazın dışındaki
meşguliyetten korunmak. 4. Rükû ve secde tesbihlerini tek başına kılan için
üçten fazla yapmak. 5. Öksürmemeye ve geğirmemeye gayret etmek,
esnerken ağzı fazla açmamak ve gerekiyorsa elle kapamak.
seyi açık bulundurmayıp
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:35   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

NAMAZIN MEKRUHLARI, NAMAZI BOZAN DURUMLAR, NAMAZI KESME (BOZMA) DURUMLARI VE NAMAZ KILMANIN MEKRUH OLDUĞU VAKİTLER


Namazın Mekruhları
İbadet, Allah rızasının kazanılması için yapılır. Allah rızasının kazanılması
ise, yapılacak ibadet için belirlenen esaslara riayet etmekle mümkündür. İşte
bedenî bir ibadet olan namaz da böyledir. Bu ibadet, kendisi için belirlenen
esaslar çerçevesinde yerine getirilir. Peygamberimiz: “Beni namaz kılarken
gördüğünüz gibi, siz de öyle kılın” buyurmuştur. Namazın farz, vacip, sünnet
ve edeplerine tam olarak riayet edilerek kılınan bir namaz mükemmel bir
namazdır. Namaz kılarken, namazı geçersiz yapmamakla birlikte yapılması
dinen hoş karşılanmayan ve namazın faziletini azaltan söz, fiil ve
davranışlara “namazın mekruhları” adı verilir. Namazın mekruhları, tahrîmî
ve tenzîhî olmak üzere iki çeşittir. Namazın vaciplerini terk etmek, harama
yakın bir davranış olup tahrîmen mekruhtur. Bazı müekked sünnetleri terk
etmek de böyledir. Namazın müekked olmayan sünnetlerini terk etmek ve
edeplerine aykırı davranışlar ise tenzîhen mekruhtur. Fakihler mekruh
içerecek şekilde kılınan bir namazın -vakit varsa- yeniden kılınmasının
müstehap olduğunu söylemişlerdir. Hanefîler’e göre mekruh olarak
nitelendirilip namazın faziletini azaltan davranışların başlıcaları şunlardır:

1. Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın yere, direğe, duvara, değneğe
dayanmak; tek ayak üzerine durmak veya bir ayağı yerden kesmek
veyahut diğerine dayanmak; bir özür bulunmaksızın bağdaş kurarak
oturmak veya dizleri dikip oturmak; namazda gerinmek, esnemek ve
mecbur olmadıkça öksürmek. Yine, namazda bir şeyi koklamak, gözleri
yummak, sağa sola, arkaya bakmak veya eğilmek. Bir şeye gözü takılarak
dikkatin dağılmaması veya namazda daha fazla huşû meydana gelmesi
için gözleri yummada bir sakınca yoktur.

2. Namazda bir özür bulunmaksızın birkaç adım yürümek. Fakat yılan, akrep
gibi zararlı bir hayvanı uzaklaştırmak veya öldürmek için atılacak birkaç
adım mekruh değildir.

3. Namazdan önce veya namaz esnasında erkekler için elbiselerinin kollarını
dirseklere doğru toplamak.

4. Namazda secdeye giderken dizleri yere koymadan elleri yere koymak veya
secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak; namaz sona ermeden
terleri veya yüze dokunmuş tozları silmek.

5. Namazda elbise, beden veya sakalla oynamak, eli ağıza koymak; namaz
esnasında birinin verdiği selamı el veya baş işaretiyle almak

6. Cemaatle kılınan namazda imamdan önce rükûya veya secdeye gitmek
veya ondan önce rükû ve secdeden başını kaldırmak.

7. Rükû ve secdede tesbihleri terk etmek veya üçten az söylemek.

8. Kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçme hallerinde
söylenmesi gereken tekbir ve zikirleri yerli yerince okumayıp gecikerek
okumak. Kıyamdan rükûya vardıktan sonra “Allahu ekber” demek gibi.

9. Başkasına ait bir yerde veya sahibinin iznini almadan onun elbisesiyle
namaz kılmak.

10. Namazı temiz olmayan şeylere karşı veya temiz olmayan şeylerin
yakınında kılmak. Mezarlıkta, yol ortasında, mezbahada, hamamda namaz
kılmak böyledir. Ancak bu gibi yerlerde namaz için ayrılmış temiz bir yer
varsa, orada namaz kılmakta bir sakınca yoktur.

11. Namazı, zihni meşgul edecek, kalbin huzur ve huşûunu kaçıracak
şeylerin bulunduğu bir yerde kılmak
.
12. Bir kimsenin yüzüne karşı arada perde, duvar, korkuluk gibi bir engel
olmaksızın namaz kılmak.

13. Yemek sofrası hazır iken namaza başlamak. Ancak vakit darlaşmış ise
kılmakta bir sakınca yoktur.

14.Sıkışıp da abdesti bozma ihtiyacı varken bu haldeki abdestle namaz
kılmak.

15. Namazı, namazın sıhhatine engel olmayacak miktarda necaset bulaşmış
bir elbise ile veya temiz bir elbise varken, dinen necis sayılmasa da kirli
bir elbise ile kılmak.

16. Elbiseyi, dizlerinin yıpranmasından veya ütüsünün bozulmasından
korumak için rükûya ve secdeye varırken hafifçe yukarı çekmek.

17. Ateşe ve puta tapınmayı çağrıştıracağı sebebiyle kor halindeki ateşe karşı
namaz kılmak, üzerinde insan veya hayvan resimleri bulunan elbise ile
veya böyle bir kumaş üzerinde namaz kılmak. Ancak böyle bir elbisenin
üzerine ceket, pardesü veya cübbe gibi bir şey giyilirse, onunla namaz
kılınmasında bir sakınca yoktur. Yine namaz kılanın başı üstünde, ön
veya yanlarındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış kabartmalı yahut
resim halinde canlı tasvirinin bulunması sakıncalıdır ve fakat namaz
kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan
bakılınca uzuvları fark edilmeyecek kadar küçük olan suretin bulunması
namaz bakımından kerâhet doğurmaz. Kimlik kartı, nüfus cüzdanı,
pasaport gibi belgeler üzerindeki resimlerle, kâğıt paraların üstünde
resmedilmiş bulunan suretler, bu belge ve paralar cüzdan veya çanta
veyahut ceplerde kapalı bulundukları için ne namaz içinde ve ne de
namaz dışında bir sakınca doğurmaz.

18. İkinci rek‘attaki kıraati birinci rek‘attaki kıraatten daha uzun okumak.
Uzun okumanın ölçüsü, üç ayet daha fazla okumaktır. Yine kıraatte,
Kur’ân-ı Kerim’deki sıraya uymamak.




Namazı Bozan Durumlar (Namazın Müfsidleri)

Şart veya rükünlerine uyularak kılınan bir namaza sahih namaz denir.
Namazın şart ve rükünlerindeki bir eksiklik onu geçersiz kılar ve böyle bir
namaz da fâsid veya bâtıl namaz olarak nitelendirilir. Bir de namaz esnasında
yapılmaması yani kaçınılması gereken durumlar vardır ki, bunlara namazın
müfsidleri adı verilir. Bunlardan birinin bulunması halinde de namaz geçersiz
yani fâsid/bâtıl olur. Hanefîler’e göre başlanmış bir namazı bozan durumların
başlıcaları şunlardır:
1. Namazda konuşmak.

2. Huşû halinin dışında ağlamak, inlemek.

3. Geçerli bir özrü olmaksızın boğazı hareket ettirip öksürmeye çalışmak.

4. Yemek, içmek.

5. Dışarıdan bakan kişide namazda olmadığı izlenimi verecek davranışta
bulunmak (amel-i kesîr )

6. Özürsüz olarak kıbleden başka bir yöne dönmek.

7. Kahkaha ile gülmek.

8. Bayılmak, delirmek.



Namaz Kesme (Bozma) Durumları
Başlanılan bir ibadetin herhangi bir mazeret bulunmaksızın kasden bozulması
büyük bir günahtır. Nitekim bir ayette, “Amellerinizi ibtal etmeyin”
(Muhammed 47/33) buyrularak geçerli bir mazeret bulunmadıkça başlanılmış
bir namazın bozulmasının haram olduğu belirtilmiştir. Ancak, namazı
bozmak bazı durumlarda vacip, bazı durumlarda müstehab, bazı durumlarda
da câiz olabilir. Hiç şüphesiz, namaz kılanın kendisi veya başkası için can ve
mal kaybının veya tehlikesinin söz konusu olduğu durumlarda başlanılmış bir
ibadetin bozulması vacip olur. Mesela, bir yangını söndürmek, kalp krizi
geçirmekte olan birini tedavi etmek veya onu hastaneye götürmek,
boğulmakta olan birini kurtarmak, yırtıcı bir hayvanı savmak için namazı
bozmak gibi. Hatta bu gibi hallerde namazın kazâya bırakılmasında da bir
günah bulunmamaktadır. Cemaate katılmak veya malı çalmakta olan hırsıza
engel olmak ve benzeri durumlar için namazı bozmak ise müstehaptır.
Namazın bozulmasının câiz olduğuna, çocuğunun başına bir tehlike
gelmesinden endişelen veya yemeğin yanmasından korkan birisinin namazını
bozması örnek olarak gösterilebilir.

Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler
Bazı vakitler vardır ki, bu vakitlerde namaz kılmak yasaklanmıştır. Bu
vakitlere “mekruh vakitler” veya “kerâhet vakti” denir ve şunlardır:

1. Güneşin doğmasından bir veya iki mızrak boyu yükselmesine kadar olan
vakit. Güneşin bir veya iki mızrak boyu yani beş derece yükselmesi
demektir ki, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık otuz dakika sürer.
Temkin süresi de buna eklenirse, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık

40-50 dakika kadar bir süre namaz kılınmamalıdır. Bu süreden sonra
kerâhet vakti çıkmış olur. Artık istenilen nâfile veya kazâ namazları
kılınabilir. Kerâhet vaktinin çıkıp çıkmadığı basit bir usûlle de
belirlenebilir. Şöyle ki, çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakılır; eğer
güneş ufuktan yükselmiş olduğu için görülmezse, kerâhet vakti çıkmış
demektir.

2. Güneşin tam tepe noktasında bulunduğu zamandan zevâlin bitimi vaktine,
yani öğle namazı vakti girdiği zamana kadar olan vakit. Hatırlanacağı
gibi, bazı fıkıh bilginleri şer’î gündüzü esas alarak kerâhet vaktinin
başlangıcını zevâlden yaklaşık 40-50 dakika öncesi olarak kabul
etmişlerdir.

3. Güneşin sararıp gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden batmasına kadar
olan vakit.
Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Üç vakit vardır ki, Resûlullah bize bu
vakitlerde namaz kılmamızı ve ölülerimizi defnetmemizi yasakladı: Güneş
doğduğu zaman yükselinceye kadar, güneş tepe noktasına geldiği zaman
zevâline kadar, güneş batmaya meylettiği zaman”
Bu sebeple bu üç kerâhet
vaktinde ne kazâya kalmış farz veya vacip namazlar, ne de cenaze namazı
kılınır. Söz konusu vakitlerde bunları kılmak haramdır. Daha önce okunmuş
bir secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi de yapılamaz. Yapılırsa iâde edilir.
Bu üç vakitte nâfile namaz da kılınamaz. Ancak kılınırsa mekruh olmakla
birlikte geçerli olur ve iâdesi gerekmez. Tam zevâl anına rastlayan bir namaz,
farz veya vacip ise fâsit, nâfile ise mekruh olur. Ancak Ebû Yusuf’tan bir
rivayete göre cuma günü zevâl vaktinde nâfile namaz kılmak mekruh
değildir. İmam Şâfiî de bu görüştedir. Diğer taraftan, bu üç vaktin, ateşe
tapanların ibadet vakitleri olduğu ve ibadet ederken onlara benzememenin
dinimizin prensiplerinden biri olduğu bilinmelidir.

Bu üç vaktin dışında, aşağıda zikredeceğimiz vakitlerde ise sadece nâfile
(buna sünnetler dahil) namaz kılmak mekruhtur.
1. İkinci fecrin yani fecr-i sâdığın doğmasından güneşin doğacağı zamana
kadar olan vakit. Bu vakitte nâfile namaz olarak sadece sabah namazının
iki rek‘at sünneti kılınabilir.
2. İkindi namazının farzı kılındıktan sonra güneşin batımına kadar geçen
sürede nâfile namaz kılmak mekruhtur.
3. Akşam namazının farzından önce nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak
Şâfiî mezhebine göre akşam namazının farzından önce iki rek‘at namaz
kılmak, sünnet-i gayri müekkede olup müstehaptır.
4. Bayram namazlarından önce ve sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur.
Ancak Ebû Hanife’ye göre bayram namazından sonra evde nâfile namaz
kılmak mekruh değildir.
5. Farz namaz için kâmet getirilirken sabah namazının iki rek‘atlık sünneti
dışında nâfile namaz kılmak mekruhtur.
6. Hac esnasında Arafat ve Müzdelife’de namazlar cem‘ edilirken aradaki
sünnetleri kılmak mekruhtur.
7. Hatip hutbeye çıktığı zaman ve hutbe esnasında nâfile namaz kılmak
mekruhtur. Ancak hatip hutbeye çıkmadan önce başlanılan sünnet
tamamlanır.
8. Farz namaz için vakit daraldığı halde nâfile namaz kılmak mekruhtur
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:45   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

Namaz Vakitleri
Kur’ân’da namazın şart ve rükünlerinin nelerden ibaret olduğu topluca değil
parça parça açıklanmıştır. Günlük farz namazların rek‘at sayıları; sabah iki,
öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört olmak üzere toplam on yedi
rek‘at olarak Peygamberimiz’in uygulamalarıyla sabit olmuştur. Kur’ân’da
beş vakit farz namaza işaret edilmekle birlikte, her bir namaz vaktinin
başlangıç ve sonu, yerkürenin her yerinde aynı olmadığı için açıkca
belirtilmemiştir. Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonu hadis-i şeriflerle
özellikle “Cebrâil’in imamlığı” adıyla meşhur olan bir hadis ile açıklanmıştır.
Fıkıh bilginleri, Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak namaz
vakitlerinin başlangıç ve sonunu tesbit etmeye çalışmışlardır. Ayrıca Kutup
bölgeleri ile onlara yakın bölgelerde namaz vakitlerinin hangi esaslara göre
belirleneceğini ve iki namazın bir vakitte birleştirilerek kılınıp
kılınamayacağını tartışmışlardır.
1. Sabah namazının vakti, ikinci fecrin meydana gelmesinden, yani tan
yerinin ağarmasıyla başlar, güneşin doğmasıyla son bulur. İki fecir
vardır. “Fecr-i kâzib” (aldatan fecir, yalancı tan) adı verilen birinci fecir,
doğu ufkunda beliren ve ufuktan yukarıya doğru dikey olarak yarı daire
şeklinde yükselen bir beyazlık/aydınlıktır. Bu beyazlık/aydınlık kısa bir
zaman sonra kaybolur ve kendisini normal bir gece karanlığı izler. Bu
karanlıktan sonra “fecr-i sâdık” (gerçek fecir, gerçek tan) diye
adlandırılan ikinci fecir meydana gelir ki bu, sabaha karşı doğu ufkuna
yayılmaya başlayan bir beyazlık/aydınlıktan ibarettir. Bununla yatsı
namazının vakti çıkmış ve sabah namazının vakti girmiş olur. Bu aynı
zamanda oruç için imsâk vaktidir; oruç ibadetinin yasaklarının
başlangıcıdır. Hanefî mezhebine göre, sabah namazını, halkın cemaate
rahatlıkla katılabilmesi için, ortalık biraz aydınlandıktan sonra (isfâr)
kılınması müstehaptır. Bununla birlikte, namaz herhangi bir sebeple
bozulduğu takdirde, bozulan bu namazın âdâb ve erkânına uygun bir
biçimde yeniden kılınacağı da dikkate alınarak bu namazı güneşin doğum
vaktine kadar geciktirmek de doğru değildir. Diğer üç mezhebe göre, her
zaman sabah namazını ortalık henüz alaca karanlık iken (tağlîs) erkenden
kılmak daha faziletlidir.
2. Öğle namazının vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan
(istivâ) batıya doğru meyletmesiyle (zevâl) başlar. Bu vaktin sonu ile
ilgili iki görüş vardır. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve
Ahmed b. Hanbel’e göre öğle vakti, cisimlerin gölgesi bir misli
uzayıncaya kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktasında iken
yere düşen gölgesi (fey-i zevâl) bunun dışındadır. Bununla öğle vakti
çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna “asr-ı evvel” (birinci ikindi) denir.
Ebû Hanîfe’ye göre ise öğle vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi
iki katına uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle vakti çıkmış, ikindi
vakti girmiş olur. Buna da “asr-ı sânî” (ikinci ikindi) denir. Bu konudaki
görüş farklılıkları dikkate alınarak, öğle namazının “asr-ı evvel”den önce,
ikindi namazının ise, “asr-ı sânî”den sonra kılınması tavsiye edilmiştir.
Yaz mevsiminde öğle namazını, namaz kılanların camiye giderken
sıcaktan etkilenmemeleri için biraz geciktirilerek serinde kılınması
(ibrâd), diğer mevsimlerde ise hemen vakit girince kılınması müstehaptır.
3. İkindi namazının vakti, daha önce belirtildiği üzere öğle vaktinin çıktığı
andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Yukarıdaki asr-ı
evvel ve asr-ı sânî ihtilafını gözeterek ikindi namazını, biraz geciktirerek
kılmak müstehaptır. Ülkemizdeki namaz vakitleri çizelgeleri veya
takvimler asr-ı evveli esas almaktadır. Ancak, bu namazın, kerâhet vakti
olarak bilinen güneşin sararıp gözleri kamaştırmayacağı vakte kadar
geciktirilmemesine de dikkat edilmelidir.
4. Akşam namazının vakti, güneşin batmasıyla başlar, batı ufkunda meydana
gelen “şafak”ın kaybolmasıyla sona erer. Ebû Hanîfe’ye göre, “şafak”
akşamleyin batı ufkundaki kızartı/kızıllıktan sonra meydana gelen
beyazlık/aydınlıktır. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer üç mezhebe
göre ise, “şafak” ufukta meydana gelen kızıllıktır. Bu kızıllık gidince
akşam namazının vakti çıkmış, yatsı vakti girmiş olur. Batı ufkunda
kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlık/aydınlık, ekvator bölgeleri ile
bunlara yakın bölgelerde yaklaşık on iki dakikalık bir süre devam
etmektedir. Kızıllık ve beyazlık arasındaki bu süre, ekvatordan güney ve
kuzey bölgelere doğru gidildikçe daha da uzamaktadır. Bu durum ise yaz
mevsiminde yatsı namazının geç kılınmasını, halkın uzun bir süre
yatmaksızın yatsı namazını beklemelerini ve dolayısıyla erkenden yatıp
erkenden işine gitmek isteyen kişileri sıkıntıya sokmaktadır. Hanefî
mezhebinde bu husus da dikkate alınarak, ufuktaki kızıllığın
kaybolmasıyla akşam namazının vaktinin çıkıp yatsı namazının vaktinin
girdiğine ilişkin Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in görüşü tercih edilmiş
ve fetva da bu görüşe göre verilmiştir. Akşam namazının vakti çok kısa
sürdüğü için ilk vaktinde kılmak müstehaptır.

5. Yatsı namazının vakti, yukarıda belirtilen batı ufkunda beliren şafağın
kaybolmasından itibaren başlar, ikinci fecrin oluşumuna kadar devam
eder. İkinci fecir ortaya çıkınca, yani tan yeri ağarınca yatsı namazının
vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. İkinci fecir aynı zamanda
oruç için imsâkın da başlangıcıdır. Yatsı namazını gecenin üçte birine
kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek
mubah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise
mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırma ihtimali söz konusu olur.
6. Fıkıh bilginleri, kutuplarda ve namaz vakitlerinden birinin veya ikisinin
gerçekleşmediği bölgelerde yaşayan kişilere, o vakitler için namazın farz
olup olmadığını tartışmışlardır. Fakihlerden bir kısmı, yılın bir
mevsiminde batı ufkundaki akşamın şafağı kaybolup karanlık durumu
meydana gelmeden tanyerinin ağardığı yerdeki bir kişiye, yatsı namazının
farz olmadığına fetva vermişlerdir. Bu fetvalarını, abdest organlarından
bir veya ikisini kaybeden kimsenin bu organları yıkama yükümlülüğünün
düşmesine kıyas ederek ortaya koymuşlardır. Fıkıh bilginlerinin
çoğunluğu ise, bu bölgelerde yaşayan Müslümanların da beş vakit namazı
kılmakla yükümlü olduklarını ifade etmişlerdir. Bu âlimlere göre, bu
bölgelerde yaşayan kişiler, bulundukları yerde bu namazlardan herhangi
birinin vakti gerçekleşmezse ya o namazı kazâ olarak kılarlar veyahut o
beldeye en yakın olup, beş vakit namazın vakitleri tam olarak gerçekleşen
beldenin vakitlerine göre, vakitleri takdir ederek namazları edâya
çalışırlar. Çünkü her ne kadar vakit, namazın edâsının bir şartı ve farz
olmasının bir sebebi/belirtisi ise de, namazın farz olmasının asıl sebebi
Allah’ın “Namazı kılınız” (el-Bakara 2/110) anlamındaki hitabıdır. Bu
görüşte olan âlimler, aynı şekilde, bu gibi yerlerde yaşayan
Müslümanların, oruç, zekât, hayız, nifas, iddet ve benzeri yükümlülükleri
konusunda da bu şekilde bir hesap ve takdirin yapılmasını uygun
görmüşlerdir. Günümüz fıkıh bilginlerinden bir kısmı, kutuplara
yaklaşıldıkça güneşin doğuş ve batışları çok farklı olan bölgelerde, 45.
paralel üzerinde geçerli namaz vakitlerinin, 45. paralelden 90. paralele
kadar yani kutuplara kadar uzanan bölgelerde dahi geçerli olacağını, bir
kısmı ise bu gibi bölgelerde Mekke’deki namaz vakitlerinin esas alınması
gerektiği tezini savunmuşlardır.
7. Fıkıh bilginleri, iki namazı bir vakitte kılmanın (cem‘u’s-salâteyn) câiz
olup olmadığını tartışmışlardır. İki namazın birleştirilerek bir vakitte
kılınması, sadece “öğle ile ikindi”, “akşam ile yatsı” namazları için söz
konusudur. İki namazın, bunlardan birincisinin vakti içinde birleştirilerek
peş peşe kılınmasına “cem-i takdîm” (öne alarak birleştirmek), ikincisinin
vakti içinde birleştirilerek peş peşe kılınmasına ise “cem-i te’hîr” (sona
bırakarak birleştirmek) adı verilmiştir. Buna göre öğle ile ikindiyi öğle
vaktinde, akşam ile yatsıyı akşam vaktinde birleştirilerek peş peşe kılmak
cem-i takdîm olur. Buna karşılık, öğle ile ikindiyi ikindi vaktinde, akşam
ile yatsıyı yatsı vaktinde birleştirilerek peş peşe kılmak da cem-i te’hîr
olur. Bunlardan başka, öğleyi geciktirerek kendine ait son vaktinde
kılmak ve ardından ikindiyi de kendisine ait ilk vaktinde kılmak, akşamı
geciktirerek son vaktinde kılıp ardından da yatsıyı kendisine ait ilk
vaktinde kılmak da görünüş itibariyle yani şeklen bir cem sayılır ki, buna
da “cem-i sûrî” denir. Görünüş itibariyle birleştirmeyi câiz gören
Hanefîlere göre, hac esnasında Arafat ve Müzdelife’de yapılan cemlerin
dışında namazlar birleştirilerek kılınmaz. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere
göre gerek hacda ve gerekse belirli şartlar dâhilinde yolculuk, korku, aşırı
yağmur ve benzeri mazeretler sebebiyle namazlar birleştirilebilir. Hanbelî
mezhebine göre hastalar ve geçerli bir ihtiyaç ve mazereti bulunanlar da
mezkûr namazları birleştirebilir. Mâlikîler’den Eşheb, Şâfiîler’den İbn
Münzir gibi azınlıkta kalan bazı fakihler, “alışkanlık veya devamlılık”
haline getirmemek şartıyla, az önce sayılan sebeplerden biri olmaksızın da
yukarıda belirtilen namazların gerektiğinde cem edilebileceğini ileri
sürmüşlerdir. Bazı fıkıh bilginleri tarafından ihtiyaca binaen ve belirli
şartlar altında ceme cevaz verilmekle birlikte, bu ruhsatın amacı
doğrultusunda kullanılması, namazın beş vakit olarak teşri kılınmasın
daki hikmetlerden uzaklaştırıcı ve namaz vakitlerini üç vakte indirici
izlenimini verecek davranışlardan olabildiğince kaçınılması gerektiği de
bilinmelidir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:46   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

Cuma Namazı

Cumanın Önemi ve Hükmü
1. Cumanın önemi ve fazileti: Cuma Müslümanların haftalık bayram
günüdür, bu mübarek günde Müslümanlar mâbetlerde toplanır, okunacak
hutbeleri can kulağıyla dinleyip bunlardan feyz alır, bilgilerini artırırlar.
Hep birlikte cuma namazını kılarlar, namazdan sonra birbirlerinin hal ve
hatırlarını sorarlar ve tekrar normal günlük işlerine dönerler. Hz.
Peygamber’den cuma günü ve cuma namazının fazileti hakkında pek çok
hadis nakledilmiştir (Buhârî, “Cumu’a”, 3, 6, 19; Müslim, “Cumu’a”, 15).
Cuma günü, beden temizliği yapmak, boy abdesti almak, güzel ve temiz
elbiseler giymek, başka şeylerle uğraşmayıp erkence camiye gitmek,
tahiyyetü’l-mescid olmak üzere iki rek‘at namaz kılmak, Kehf sûresini
okumak veya dinlemek müstehaptır.
2. İlk Cuma namazı: Hz. Peygamber hicretleri esnasında Medine
yakınlarında, Sâlim b. Avf yurdunda “Rânûnâ” denilen vadi içersinde
bulunan “Benî Sâlim namazgâhı”nda ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk
cuma namazını kıldırmıştır.
3. Cuma namazının hükmü: Şartlarını taşıyan kimseler için cuma namazı
farz-ı ayındır ve iki rek‘attır. Bu namazın farz olduğu Kitap, Sünnet ve
icma ile sabittir. “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan
okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın.
Bilesiniz ki bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne
dağılın, Allah’ın lûtfundan isteyin, Allah’ı çok zikredin; umulur ki
kurtuluşa erersiniz.” (el-Cumu’a 62/9-10) ayeti, bu namazının farz
olduğunu gösterir. Peygamber Efendimiz de, cuma namazının farz
olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Cumu’a”, 40; Ebû Dâvûd, “Salât”, 204;
Tirmizî, “Cumu’a”, 4). İslâm bilginleri cuma namazının farz olduğunda
görüş birliği içindedirler. Cuma namazının diğer namazlardaki şartlardan
başka kendisine ait bazı özel şartları vardır. Bu şartlardan bir kısmı
cumanın bir kimseye farz olmasının şartlarıdır, diğerleri ise cumanın
sahih ve muteber olmasının şartlarıdır.



Cuma Namazının Farz Olmasının (Vücup) Şartları
Cuma namazı herkese farz değildir. Cuma namazının vücup şartları yani bir
kimseye - Müslüman, akıllı ve bâliğ olma şartlarına ek olarak- farz olmasının
şartları şunlardır:
1. Erkek olmak. Cuma kadına farz değildir, fakat kılarsa sahih olur ve artık o
günün öğle namazını kılmaz.
2. Hür olmak. Köleye cuma namazı farz değildir, kılarsa öğle namazı yerine
geçer.
3. Mukîm olmak. Cuma namazı, cuma namazı kılınan yerde ikamet eden
kimselere farzdır. Buna göre, dinen yolcu (müsafir) sayılan kimseye
cuma namazı farz değildir, kılarsa sahih olur ve artık öğle namazını
kılmaz.
4. Sağlıklı olmak. Hasta olup cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının
artmasından veya uzamasından korkan kimseye cuma namazı farz
değildir. Yürümekten aciz bulunan yaşlı kimse ile hasta bakıcı da
böyledir. Bazı fakihlere göre, kör ve kötürüm kişilere, kendilerini
cumaya götürecek kimseleri olsa bile cuma namazı farz değildir.
5. Mazereti olmamak. Bir mazereti sebebiyle cumaya gidemeyen veya
cumaya gittiği takdirde, mal, can ve namusunun zayi olacağından endişe
eden kimselere cuma namazı farz değildir. Mahpus olmak, can, namus ve
mal güvenliği için nöbet tutmak, düşman korkusu, tehlikeli soğuk veya
sıcak, şiddetli yağmur, çok çamur ve benzeri durumlar, cuma namazına
gitmemeyi mubah kılan özürlerin başlıcalarını teşkil etmektedir.

Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları
Kılınan cuma namazının sahih ve muteber olması ve öğle namazının yerini
tutabilmesi için aranan şartlar da şunlardır:
1. Cuma namazını, devlet başkanının veya onun görevlendirdiği bir kişinin
kıldırması şarttır.
2. Genel izin. Cuma namazının, yöneticiler tarafından izin verilen ve halka
açık camilerde kılınması gerekir. Cuma namazı için izin verilen camiin
kapısı kapatılarak, orada sadece belirli kişilerin cuma namazını kılmaları
geçerli değildir.
3. Vakit. Cuma namazı öğle namazı vaktinde kılınır. Bu vakitten önce veya
vakit çıktıktan sonra Cuma namazı ne edâ ve ne de kazâ suretiyle
kılınabilir.
4. Cemaat. Fıkıh bilginleri, cuma namazının cemaatle kılınması halinde
geçerli olacağını ifade etmişlerdir. Ancak cemaatin sayısı hakkında farklı
sayılar ileri sürmüşlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre cuma namazı için aranan
cemaatin en az sayısı imam dışında üç, Ebû Yûsuf’a göre imam dışında
iki, İmam Mâlik’den bir görüşe göre otuz, İmam Şâfiî ve Ahmed b.
Hanbel’e göre de kırk kişidir.


5. Hutbe. İki rek‘atlık bir farz olan cuma namazından önce hutbe okunması
şarttır. Cuma hutbesinin rüknü, Ebû Hanîfe’ye göre “zikrullah”tan
ibarettir. Bu sebeple yalnız “el-Hamdu lillah” veya “Sübhânellah”
veyahut “Lâ ilâhe illâllah” denecek olsa kifayet eder. Ebû Yûsuf ve İmam
Muhammed’e göre ise hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden
ibarettir. Bunun da en az miktarı, tahiyyat duası uzunluğunda hamd ve
salâvât ile Müslümanlara duadır. Hutbenin vacipleri, hatibin hutbeyi
abdestli ve ayakta okumasıdır. Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma
ayırmak, bunların arasında bir tesbih veya üç ayet okunacak kadar
oturmaktır. Bu yönüyle buna “iki hutbe” denir. Bu iki hutbeden her biri
“hamd”i, “kelime-i şehâdet”i ve “salât ü selâm”ı ihtiva etmeli ve birinci
hutbe bir ayetin okunması ile bu ayetin anlamı çerçevesinde yapılacak bir
nasihatı, ikinci hutbe de müminler hakkında duayı içermelidir. Her iki
hutbeyi de uzatmamak sünnettir. Cemaatin acil işleri olduğu düşünülerek
hutbe kısa tutulmalıdır. Zira, hutbelerin kısa, fakat özlü, faydalı olması
hatibin dirayet ve faziletine bir delildir. Nitekim bir hadis şu anlamdadır:
“Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa olması dini iyi anladığının
işaretidir; namazı uzatın, hutbeyi ise kısa tutun, kuşkusuz bazı sözler
vardır ki, bir sihir gibi kalbleri büyüler” (Müslim, “Cumu’a”, 47).
Sahâbîler, Hz. Peygamber’in namaz ve hutbesinin ne uzun ne de kısa
olduğunu, aksine orta halli olduğunu rivayet etmişlerdir (Müslim,
“Cumu’a”, 41-42). Hatip, iç ezan okununcaya kadar minberde oturur,
sonra ayağa kalkar, gizlice eûzü-besmele okuyarak, açıktan hamd ü
senâda bulunur, hutbesini cemaate karşı sunar. Bunlar da hutbenin
sünnetlerindendir. Hutbe bitince kâmet getirilir. Hatibin hutbenin
sünnetlerine riayet etmemesi veya hutbe esnasında gereksiz konuşması
mekruhtur.
6. Şehir. Cuma namazının şehir ve civarında kılınması cumanın sıhhat
şartlarından biridir. Bu şartı getiren Hanefîler’e göre şehir (mısr), “valisi,
yargıcı bulunan belde”, “en büyük camisi, cuma kılması gereken kişileri
almayacak kadar kalabalık bir nüfusu barındıran mahal”, “devletin şehir
saydığı yer” ve benzeri şekillerde tanımlanmıştır. “Şehir civarı”nın ölçüsü
normal şartlarda ezan sesinin duyulacağı sahadır. Şâfiîler ile Mâlikîler,
cumanın halkın devamlı oturduğu köy ve şehirlerde kılınması gerektiği
görüşünü savunmuşlardır. Hanbelîler ise ancak cuma namazı ile mükellef
olan en az kırk kişinin oturduğu bir yerleşim bölgesinde kılınabileceğini
söylemişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bir soru üzerine, 1933 yılında
konuyu ele alıp incelemiş, bu konudaki dinî delilleri değerlendirerek
köylerde de cuma namazının kılınabileceği cevabını vermiştir.

Cuma Namazının Kılınışı
Cuma namazı öğle vaktinde ve cemaatle kılınır. Önce minareden ezan (dış
ezan) okunur. Sonra dört rek‘atlık cuma namazının sünneti, öğle namazının
sünneti gibi kılınır. Hatip minbere hutbe okumak üzere çıkıyorsa, bu namaza
başlanmaz. Ancak önceden başlanmış ise tamamlanır. Hatip minbere
çıkmaya başlayınca müezzin ezan (iç ezan) okur, hatip ezanı minberde
oturarak dinler. Ezan bittikten sonra, hutbesini ayakta cemaate yönelerek
sunar. Hatip hutbesini sunarken cemaat her hangi bir işle meşgul olmaz,
konuşmayıp susar ve büyük bir dikkatle hutbeyi dinler. Hatip hutbeyi
bitirdikten sonra müezzin kâmet getirir. Bu esnada hatip minberden inerek
mihraba geçer ve iki rek’at cuma namazını, sabah namazının iki rek’at farzı
gibi kıldırır. Cuma namazının farzı kılındıktan sonra dört rek’at cuma
namazının son sünneti, öğle namazının dört rek’at sünneti gibi kılınır.
Böylece namaz tamamlanır.
Ülkemizde uzun yıllardan beri bir de “zuhr-i âhir” (ez-zuhru’l-âhir)
adıyla dört rek‘atlik bir namaz daha kılınmaktadır. Son öğle namazı anlamına
gelen bu ilave namaz, cumanın şartlarıyla ilgili ihtilaflardan ve aşırı
sayılabilecek bir hassasiyetten kaynaklanmıştır. Bir yerleşim yerinde birden
fazla camide cuma namazı kılınmışsa bunlardan birisinin geçerli diğerlerinin
şüpheli olacağını söyleyen bazı müctehitler, söz konusu şüpheyi “Vaktine
yetiştiğim halde henüz edâ etmediğim yahut henüz üzerimden düşmeyen son
öğle namazını kılmaya” niyetiyle edâ edilecek dört rek‘atlik bir namaz ile
gidermeyi düşünmüşlerdir. İbadetler, dinin ana kaynaklarının emrettiği
biçimde yapıldıktan sonra yersiz şüpheye yer olmadığından, insanların
kendiliklerinden bir ibadet ihdas etme hakları bulunmadığından ve ilave
ibadet uygulamalarının bid‘at kapsamına girmesi tehlikesi bulunduğundan
hangi isim ile olursa olsun böyle bir namazın kılınması çok doğru
olmayacaktır.
Cuma namazının farzına imam selam vermeden önce yetişen kişi, imam
selam verdikten sonra ayağa kalkarak cuma namazını tamamlayabilir. Ancak
İmam Muhammed’e göre ikinci rek‘atın rükû‘undan sonra imama uyan kişi,
cuma namazını değil öğle namazını tamamlar. Cuma namazı cemaatle
kılındıktan sonra kılmayanlar tarafından kazâ edilemez. Bunun yerine öğle
namazı kılınır. Kur’ân-ı Kerim’de, cuma namazı için ezan okunduğu zaman
alış veriş gibi kişiyi ibadetten alıkoyan akitlerin yasaklandığı bildirilmiştir
(el-Cumu’a 62/9). Fıkıh bilginleri, bu yasağın namaz bitinceye kadar devam
ettiğini ve bu yasağın yalnız cuma namazını kılmakla yükümlü kişilerle ilgili
olduğunu açıklamışlardır. Hanefi ve Şâfiî fıkıh bilginleri, cuma namazını
kılmakla yükümlü kişilerin yasağa rağmen yaptıkları akitlerin mekruh
olmakla birlikte câiz olduğunu, Mâlikî ve Hanbelî fıkıh bilginleri ise bu tür
akitlerin geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:46   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

VÂCİP NAMAZLAR
Vitir, bayram namazları yanı sıra tavaf, nezir namazları da vaciptir. Tavaf
namazı iki rek‘attır. Nezrin de en azı iki rek‘attır.

Vitir Namazı
Vitir kelimesi sözlükte çiftin karşıtı olan tek anlamına gelir. Vitir namazı
vacip olup üç rek’attır. Vitir namazının vakti yatsı vaktidir, ancak ondan
sonra kılınır. Vitir namazının ilk iki rek‘atı yatsı namazının farzının ilk iki
rek‘atı gibi kılınır. Üçüncü rek’atta besmele, Fâtiha ve bir miktar Kur’ân
okunduktan sonra daha ayakta iken eller kaldırılıp “Allahu ekber” diye tekbir
alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta iken “kunût” duası okunur, sonra “Allahu
ekber” denilerek rükû ve secdelere varılır, daha sonra oturulur ki, bu da son
oturuştur. Bu oturuşta “Tahiyyât”, “Allahümme salli-bârik” ve “Rabbenâ
âtinâ” duaları okunup selam verilerek namaz bitirilmiş olur. Vitir namazı,
sadece ramazan ayında cemaatle kılınır ve imam bu namazı açıktan kıldırır.
Hem imam hem de cemaat kunût duasını gizli okur. Hanefîler’e göre vitirden
başka namazlarda kunût duası okunmaz. Yalnız, sıkıntı, fitne ve belâ
meydana gelmesi halinde sabah namazlarının farzında kunût duası okunabilir.
İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise her zaman sabah namazlarının farzında
ikinci rek‘atın rükû‘undan sonra ayakta kunût duası okunur. Bu kunût
Mâlikîler’e göre müstehap, Şâfiîler’e göre ise sünnettir. Sabah namazında
kunût duasını okuyan bir Şâfiî veya Mâlikî imama uyan bir Hanefî susar,
kunûtu okumaz. Eğer okuyacaksa içinden okur. Vitir namazında okunan
kunût duası şöyledir: “Allahümme innâ nes’te’înüke ve nes’tağfirüke ve
nes’tehdîke ve nü’minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî
aleyke’l-hayra küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahle’u ve netrükü men
yefcürüke. “Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke
nes‘â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bi’l-küffâri
mülhikun”. Türkçesi: “Allahım! Senden yardım ve mağfiret ister, Senden
hidayet dileriz. Sana iman edip Seni tasdik eder, günahlarımızdan dolayı
Sana tevbe eder, Sana itimat ederiz. Seni bütün hayırlar ile sena ve zikirde
bulunur, nimetini itiraf ile Sana şükrederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan
edip duranları reddeder, terk ederiz, kendileriyle ilişkilerimizi keseriz.
Allahım! Biz ancak Sana ibadet eder, Senin için namaz kılar, Sana secde
ederiz. Senin rızanı ve kulluğunu elde etmek için çalışır, koşarız. Senin
rahmetini umar, azabından korkarız. Şüphe yok ki, Senin azabın kâfirlere
erişicidir”. Kunût duasını bilmeyen sadece “ Rabbenâ atinâ fî’d-dünya
haseneten ve fi’l-âhirati haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr” ayetini okuyabilir.
Üç defa “Allahümmağfirlî” (Allahım beni bağışla) de diyebilir. Üç defa “Yâ
Rab” (Ey Rabbim) demesi de câizdir.

Bayram Namazları

Bayramların Önemi
Bayram, neşe, sevinç ve eğlence günü demektir. Hz. Peygamber, Medine’ye
hicret edince, Medinelîler’in yılda iki bayram, eğlence ve sevinç günü
olduğunu görüp “Yüce Allah size o iki bayram günlerine bedel olarak daha
hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur” diye müjdelemiş, o günlerin
Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir. İşte
o tarihten itibaren Müslümanlar, bu günleri biri Ramazan Bayramı, diğeri
Kurban Bayramı olarak kutlamaya devam etmişlerdir. Ramazan Bayramı üç,
Kurban Bayramı ise dört gündür. Müslümanların kutladıkları bu bayramlar,
hem dinî hem de sosyal yönlüdür. Ramazan ayında zekât ve fitrelerle
birbirleriyle yardımlaşıp dostluk ve kardeşliklerini perçinleyen ve her çeşit
meşakkatlere katlanıp oruçlarını tutan Müslümanlar, bir aylık yasaktan sonra
yeme içme serbestliğine ulaşmış ve artık bayram yapmayı hak etmişlerdir.
Yine dünyanın dört bir köşesinden gelip Mekke’de buluşarak hac görevini îfâ
eden hacılar ile dünyanın her bir köşesinde yaşayan diğer bütün Müslümanlar
aynı günde kurbanlarını kesip kurban etlerini paylaşarak büyük bir coşkuyla
bayramlarını yaparlar.

Bayram Namazlarının Hükmü ve Kılınışı
Kendilerine cuma namazı farz olan kişilere, bayram namazları vaciptir.
Ancak bayram namazlarında hutbe namazdan sonra okunur ve sünnettir.
Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre, bayram namazları farz-ı kifâye, Şâfiî ve
Mâlikî mezheplerine göre ise müekked sünnettir. Bayram namazlarının ilk
vakti, güneşin yaklaşık beş, altı derece yükseldiği zamandır. Bu vaki
güneşin doğuşundan yaklaşık 40-50 dakika sonradır. İşte bayram namazı bu
vakitten itibaren başlamak üzere öğle namazına kadar kılınabilir. Bayram
namazları, ikişer rek‘attır. Cemaatle kılınır ve kıraat açıktan yapılır. Ezan ve
kâmet okunmaz. İmam, “Niyet ettim Allah rızası için iki rek’at Ramazan
veya Kurban bayramı namazını kılmaya” diye niyet eder. Cemaat de, “Niyet
ettim Allah rızası için iki rek’at Ramazan veya Kurban bayramı namazını
kılmaya, uydum hazır olan imama” şeklinde niyet eder. Eller yukarı
kaldırılıp “Allahu ekber” denerek başlangıç tekbiri alınır. Eller bağlanır ve
gizlice “Sübhaneke” okunur. İmam açıktan, cemaat de gizlice “Allahu ekber”
diye üç defa tekbir alır. Her defasında eller yukarıya kaldırılıp daha sonra
yanlara salıverilir ve her tekbir arasında üç tekbir miktarı durulur. Üçüncü
tekbirin ardından yine eller bağlanır, imam gizlice “Eûzü-Besmele”yi okur ve
daha sonra Fâtiha ile bir miktar da Kur’ân’dan okur, açıktan “Allahu ekber”
diyerek -bilindiği şekilde- rükû ve secdelere gider. Cemaat de gizlice tekbir
alarak imama uyar. Sonra tekbir alınarak ikinci rek’ata kalkılır, imam gizlice
“Besmele”yi okuduktan sonra açıktan Fâtiha ile bir miktar da Kur’ân’dan
okur, tekrar üç defa eller kaldırılarak, birinci rek’atta olduğu gibi tekbir alınır,
bu üç tekbirden sonra yine imam açıktan cemaat de gizlice “Allahu ekber”
diye tekbir alarak rükû ve secdelere varılır. Daha sonra oturulup “Tahiyyât”,
“Allahümme salli-bârik” ve “Rabbenâ âtinâ” duaları gizlice okunarak sağa
sola selam verilerek namaza son verilir. Bu duruma göre, her bir rek’atda üç
fazla tekbir bulunur ki, bunlar da vaciptir. Hatip, bayram namazından sonra
minbere çıkar, oturmaksızın hutbeye başlar, Cumada olduğu gibi iki hutbe
sunar. Ancak, bayram hutbelerine tekbir ile başlanır, cemaat de bu tekbirlere
hafifçe katılır. Hatip, Ramazan Bayramı hutbesinde cemaate özellikle fitre,
Kurban Bayramında ise kurban ile teşrik tekbirleri hakkında bilgi verir.
Cuma hutbesinde sünnet olan hususlar bayram hutbesinde de sünnettir,
mekruh olan hususlar da mekruhtur. Bayram namazında birinci rek’atın
rükûunda iken imama uyan kişi, bu rükûya yetişeceğine kanaat getirirse,
ayakta gizlice başlangıç tekbiri ile bayram tekbirlerini alır ve daha sonra
rükûya varır. Rükûyu kaçıracağından korkarsa, başlangıç tekbirinden sonra
rükûya varır. Bayram tekbirlerini rükûda iken ellerini kaldırmaksızın alır,
imam rükûdan doğrulunca, bayram tekbirlerini bitirmese bile kendisi de
kalkar. Artık bitiremediği tekbirler, onun üzerinden düşer. Bayram namazının
ikinci rek’atına yetişen kişi, birinci rek’atı kazâ etmek üzere kalkınca, önce
gizlice “Besmele” ve Fâtiha sûresi ile bir miktar da Kur’ân’dan okur, sonra
yine gizlice bayram tekbirlerini alır ve namazını tamamlar. Bayram namazına
hiç yetişemiyen kişi, kendi başına bayram namazını kılamaz, dilerse dört
rek’at nâfile namazı kılar, bu bir kuşluk namazı yerine geçer. Şâfiîler’e göre,
bayram namazlarını cemaatle kılmak daha faziletlidir. Ancak bu namaz,
onlara göre tek başına hutbesiz de kılınabilir. Bu sebeple, kadınlar ve yolcular
da bu namazı kılabilirler. Hanbelî mezhebine göre de, imam ile kılmayan bir
kişinin bu namazı tek başına kazâ etmesi sünnettir. Bayram günlerinde, erken
kalkmak, boy abdesti almak, güzel hafif kokular sürünmek, en güzel elbiseler
giyinmek, karşılaştığı mümin kardeşlerine karşı güler yüzlü olmak, fazlaca
sadaka vermek, bayram gecelerini ibadetle geçirmek müstehaptır.

Teşrîk Tekbirleri
Arefe gününün sabah namazından itibaren kurban bayramın dördüncü
gününün ikindi namazına (bunlar dâhil) kadar yirmi üç vakit farz namazını
müteakip bir defa : “Allahu ekber, Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu
ekber, Allahu ekber ve lillahilhamd” diye tekbir getirilir ki, buna “teşrîk
tekbirleri” denir. Etleri asıp kurutmak anlamına gelen bu kelime aynı
zamanda kurban bayramı günlerine verilen bir isim olduğundan, o günlerdeki
tekbirler de böyle isimlendirilmiştir. Teşrîk tekbirinin anlamı şöyledir: Allah
yücedir, Allah yücedir. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah yücedir, Allah
yücedir. Hamd Allah’a mahsustur”. Teşrîk tekbirleri, fıkıh bilginlerinin
çoğunluğuna göre vaciptir. Buna sünnet diyenler de vardır. Tek başına kılan
da, cemaatle kılan da teşrîk tekbirini getirir. Erkekler tekbiri açıktan, kadınlar
ise içlerinden getirir. Zamanında getirilmeyen tekbirlerin kazâsı yoktur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Mayıs 2014, 17:48   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:342
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri

SÜNNET VE NÂFİLE NAMAZLAR
Sünnet Namazlar

Farz Namazlara Tâbi Sünnet Namazlar (Revâtib)
Beş vakit farz namaz ile cuma namazının farzının öünde ve sonunda kılınan
namazlar sünnet namazlar olarak isimlendirilir. Farz namazlara tâbi sünnet
namazlar terâvih namazı dışanda tek başına yani cemaatsiz kılınır. Belli bir
düzen içinde kılınan bu namazlara revâtib adı verilmiştir. Farzlara tâbi olarak
kılanan bu namazların bir kısmı müekked sünnet (Hz. Peygamber’in devamlı
kıldığı) ve gayri müekked sünnet (Hz. Peygamber’in ara sıra terk ettiği)
şeklinde iki kısma ayrılır. Gayri müekked sünnetler müstehab veya mendup
olarak da adlandırılır. Hanefîler’e göre başlanılmış bir sünnetin bozulması
halinde kazâsı vaciptir. Hanefîler’e göre farza tâbi sünnet namazlar vakit
çıktıktan sonra kazâ edilmez. Sadece sabah namazının sünneti farzı ile
birlikte kerâhet vakti çıktıktan sonra o günün öğle vaktine kadar bir zaman
diliminde kazâ edilebilir. Sünnet namazların her rek‘atında kıraat farzdır.
Dört rek‘atlık gayri müekked sünnet namazlarda (ikindi namazının sünneti ile
yatsı namazının ilk sünneti), müekked sünnetlerden farklı olarak ilk oturuşda
tahiyyattan sonra salli-bârik duaları okunur ve üçüncü rek’ata sübhâneke ile
başlanır. Farz namazların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlar
farz namazlara hazırlayıcı, onları koruyucu ve eksiklerini telâfi edici
ibadetlerdir. Ayrıca bu namazlar Hz.Peygamber’e bağlılığın bir göstergesi
olup terk edilmesi hoş karşılanmaz.

Terâvih Namazı
Terâvih namazı Ramazan ayına mahsus bir namaz olup yatsı namazının
vaktinde vitirden önce yirmi rek’at olarak kılınır. Terâvih Arapça tervîha
kelimesinin çoğulu olup sözlükte nefsi dinlendirmek, rahatlatmak gibi
anlamlara gelir. Terâvih namazının her dört rek‘atı sonunda bir süre
oturularak istirahat edildiği için bu dört rek‘ata bir tervîha adı verilmiştir.
Dolayısıyla bir terâvih namazında beş tervîha vardır. Hz. Peygamber “Her
kim Ramazan’da faziletine inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek terâvih
namazı kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, “İman”, 37)
hadisleriyle Müslümanları terâvih namazını kılmaya teşvik buyurmuşlardır.
Terâvih namazı Hz. Peygamber’den itibaren günümüze kadar kesintisiz
olarak yatsı namazını müteâkiben kılınagelmiştir. Terâvih namazının hükmü
sünnet-i müekkededir. Terâvih namazı tek başına kılınabilmekle birlikte
cemaatle kılınması daha faziletlidir. En faziletlisi camide kılınanıdır. Fıkıh
bilginlerinin çoğunluğuna göre terâvih namazının cemaatle kılınmasının
hükmü sünnet-i kifâyedir. Bunun anlamı şudur: Bir belde halkının tamamı
olmasa da hiç değilse bir kısmı bu namazı cemaatle kılmalıdır; belde
halkının topluca cemaatle terâvih namazını kılmayı terkedip onu evlerinde
tek başlarına kılmaları doğru değildir. Terâvih namazı, her iki rek‘atta bir
selam vermek suretiyle kılınır, Böyle kılınması daha faziletli olmakla birlikte,
dört rek‘atta bir selam vererek kılmak da mümkündür. Altı, sekiz, on rek‘atta
selam vermek suretiyle kılınması ise mekruhtur. İki rek‘atta bir selam
verildiği takdirde, bu namaz akşam namazının sünneti gibi kılınır. Dört
rek‘atta bir selam verilmesi halinde ise, yatsı namazının ilk sünneti gibi
kılınır. Teravih orucun sünneti olmayıp vaktin sünneti olduğu için hasta ve
yolcu gibi mazeretleri sebebiyle oruç tutmakla yükümlü olmayanlar için de
bu namazı kılmak sünnettir. Yatsı namazının kılınmasının ardından mescide
gelen kişi, önce yatsı namazını kılar, daha sonra imamla birlikte terâvih
namazını kılmaya başlar, eksik kalan rek‘atları ya imamla birlikte vitir
namazını bitirdikten sonra kılar veya önce terâvihten kılamadığı eksik kalan
kısımları tamamlar, daha sonra vitir namazını tek başına kılar.

Nâfile (Tatavvu‘) Namazlar
Hükümleri müstehap, mendup olarak nitelendirilen nâfile (tatavvu‘)
namazların başlıcaları şunlardır:

Tahiyyyetü’l-Mescid
Tahiyye, selam vermek, “tahiyyetü’l-mescid” ise, mescidin Rabbine selam
vermek, O’na tâzimde bulunmak demektir. Ziyaret, eğitim, öğretim gibi bir
maksatla bir mescide giren Müslümanın, mescidde Rabbine tâzimde
bulunmak üzere iki rek‘at nâfile namaz kılması müstehaptır. Günde birkaç
defa mescide giren bir kişinin, bu namazı bir defa kılması yeterlidir. Bu
namazın mescide girip henüz oturulmadan kılınması daha faziletlidir. Bir
mescide girip meşguliyetinden veya vaktin kerâhati gibi bir sebepten dolayı
bu namazı kılamayan kişinin “Sübhânallâhi ve’l-hamdu lillâhi ve lâ ilâhe
illallâhu va’llâhu ekber” demesi de müstehap görülmüştür. Diğer taraftan bir
mescide herhangi bir namazı kılmak veya farz namazı cemaatle kılmak
niyetiyle girmek de tahiyyetü’l-mescid yerine geçer.

Kuşluk (Duhâ) Namazı
Güneş doğup kerâhet vakti çıktıktan sonra istivâ vaktine kadar iki, dört, sekiz
veya on iki rek’at namaz kılmak müstehaptır. Bu, Hz. Peygamber’in fiili ile
sâbittir. Kuşluk namazının sekiz rek’at kılınması daha faziletlidir. Bu ibadet
işrâk namazı olarak da bilinir.

Teheccüd Namazı
Yatsı namazının ardından daha uyumadan veya biraz uyuduktan sonra
kılınacak nâfile namazına “gece namazı” denir ki, bunun sevabı çoktur. Bir
süre uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa “teheccüd namazı” adını alır.
Teheccüd namazı iki rek’attan sekiz rek’ata kadardır. Her iki rek’atta bir
selam verilmesi daha faziletlidir. Tehüccüd namazı, Peygamber Efendimiz
hakkında farz idi (bk. el-İsrâ 17/79). Teheccüd namazına, diğer Müslümanları
da teşvik eden ayet ve hadisler vardır


İstihâre Namazı
İstihâre, bir şeyin hayırlısını istemek anlamına gelir. Hakkında nasıl hareket
etmenin doğru olduğu bilinemeyen mubah işlerde, manevi bir işarete nâil
olmak için kılınan iki rek’atlık bir namazdır. İlk rek’atta “Kâfirûn” sûresi,
ikinci rek’atta ise “İhlâs” sûresi okunur. Ardından istihâre duası yapılır.
Abdestli olarak kıbleye yönelerek yatılır, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi
hayır ve iyiliğe; kırmızı veya siyah görülmesi de şerre delâlet eder. Herhangi
bir rüya görülmediği takdirde kalbin ilk meylettiği yön de esas alınabilir.
İstihâre yaptıktan sonra mesele aydınlanmazsa, istihâre namazı üç veya yedi
gece tekrarlanabilir. İstihâre duası şöyledir: “Ey Allahım! Sen bildiğin için,
senden hakkımda hayırlısını bana bildirmeni dilerim. Ve gücün yettiği için,
ben Senden güç ve tâkat isterim. Hayra ermemi, Senin büyük fazl ve
kereminden niyaz eylerim. Çünkü Senin her şeye gücün yeter. Benim ise
gücüm yetmez. Ve Sen her şeyi bilirsin, hâlbuki ben bilemem. Sen gayb
âlemini de bilirsin. Ey Allahım! Sen bilirsin, eğer bu iş, benim dinim,
yaşayışım, işimin sonucu, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı ise bunu bana
nasip ve müyesser eyle. Sonra bunda benim için feyiz ve bereket meydana
getir. Ve eğer bu iş, benim dinim, yaşayışım, işimin sonucu, dünya ve
âhiretim hakkında benim için bir şer varsa, bunu benden çevir, beni de
bundan çevir. Benim için gönlümde bir meyil bırakma ve benim için hayır
nerede ise müyesser kıl, sonra da beni bu takdir edilen hayır ile hoşnut kıl”
(Buhârî, “Teheccüd”, 25; Tirmizî, “Vitr”, 15).

Tesbih Namazı
Tesbih namazı, her rek’atında yetmiş beş defa “Sübhânallâhi ve’l-hamdü
lillâhi ve lâ ilâhe ille’llahu ve’llâhu ekber” diye tesbih okunan dört rek’atlı bir
namazdır ve sevabı pek çoktur. Bu namaz her vakit kılınabilir; hiç değilse
haftada veya ayda ya da yılda bir defa kılınmalıdır, bu aralıklarla kılınamazsa
hiç olmazsa ömürde bir defa kılınması önerilmiştir (Ebû Dâvûd, “Tatavvu‘”,
14; “Salât”, 303; Tirmizî, “Salât”, 350).

Hâcet Namazı
Uhrevî veya dünyevi bir ihtiyacı bulunan kişi, yatsı namazından sonra iki
veya dört rek’at namaz kılar, ardında da bir dua yaparak, ihtiyaç duyduğu işin
meydana gelmesi için Allah’tan niyaz eder. Hâcet namazının ilk rek’atında
Fâtiha’dan sonra üç defa “Âyete’l-kürsî”, diğer rek’atlarda Fâtiha’dan birer
defa İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri okunur.

Yağmur Duası
Kuraklık olduğu zaman Müslümanlar, yağmur (istiskâ) duasına çıkar ve
Cenab-ı Hak’tan yağmur yağdırmasını niyaz ederler. Ebû Hanîfe’ye göre, bu
durumda dua edilir, insanlar isterlerse, ayrı ayrı namaz kılabilirler. Ebû Yusuf
ve İmam Muhammed’e göre, cuma namazını kıldıran imamın, cuma namazı
gibi, açıktan iki rek’at namaz kıldırması menduptur. Namazın ardından
minbere çıkmadan bir hutbe okur. Üç gün yağmur duasına çıkılması
müstehaptır. İmamın üzerindeki ceket veya hırkasını ters çevirip giymesi de
sünnettir (Müslim, “İstiskâ”, 1).


Küsûf ve Husûf (Güneş ve Ay Tutulması) Namazı
Güneş tutulduğu zaman (küsûf) cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve
kâmetsiz iki rek’at namaz kıldırır. Ebû Hanîfe’ye göre, kıraati sessizce, Ebû
Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise açıktan yapar. İmam, namazın
ardından dua okur ve cemaat de “amin”der. Bu namaz, camilerde kılınacağı
gibi sahrada da kılınabilir. Ebû Hanife, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel’e
göre, küsûf namazında hutbe okunmaz. İmam Şâfiî’ye göre, hutbe okunması
müstehaptır. Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim bir buçuk yaşında iken vefat
etti. Onun vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. İnsanlar, masum çocuğun
vefatından dolayı güneşin tutulduğunu zannetmişlerdi. Hz. Peygamber,
insanların bu şekildeki yanlış kanaatlerini değiştirmek için şöyle bir konuşma
yapmıştır: “Güneş ve ay, Allah’ın varlığını gösteren ayetlerdir. Hiç bir
kimsenin ne ölmesinden ne de hayat bulmasından dolayı tutulmazlar. Böyle
bir tutulma durumu gördüğünüz zaman, ay ve güneş tutulması sona erinceye
kadar namaz kılın ve Allah’a dua edin.” (Buhârî, “Küsûf”, 1). Ay tutulduğu
zaman (husûf) Müslümanların evlerinde tek başlarına iki veya dört rek’at
namaz kılması menduptur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, bu namaz
cemaatle kılınır.

Kandil Gecelerinde Namaz
Eskiden gerek mevlid-i nebî münasetiyle ve gerekse regâib, berât, mirâc
gecelerinde minarelerin kandillerle donatılmasından dolayı, halk arasında bu
gecelerin “kandil geceleri” şeklinde isimlendirilmesi yaygınlık kazanmıştır.
Kandil gecelerine mahsus bir namaz bulunmamakla birlikte Müslümanlar bu
geceleri evlerinde veya camilere giderek namazlarını cemaatle kılmakla,
va’z dinlemekle, münferiden kazâ veya nâfile namazları kılmakla, Kur’ân
okumakla, dua ve istiğfarda bulunmakla, Allah’ı anmakla, fakirlere yardım
etmekle, yakınlarının ve din kardeşlerinin gönlünü almakla veya bunlara
benzer ibadetlerle güzelce değerlendirebilirler.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Nüzul Kavramı Hakkında MERVE DEMİR Sürelerin Nuzul Sebepleri 1 21 Mayıs 2019 16:02
Fetret Kavramı MERVE DEMİR İslami Kavramlar 1 12 Mayıs 2009 10:31
İffet kavramı ..... akgün Hadis-i Şerif 0 26 Kasım 2008 23:30
Yahudilik'te Din Kavramı ve Din Anlayışı Emekdar Üye İslam/Dinler/Mezhepler 0 10 Temmuz 2008 23:48
Ben Kavramı Üzerine KEVİR Makale ve Köşe Yazıları 0 23 Mayıs 2008 01:03

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.