|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 21 Mayıs 2014 (17:26), Konuya Son Cevap : 21 Mayıs 2014 (17:48). Konuya 8 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
21 Mayıs 2014, 17:26 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Namaz kavramı ve çeşitleri Namaz kavramı ve çeşitleri Namazın Tanımı ve Mahiyeti Namaz, Farsça bir kelime olup Arapça karşılığı “salât”tır. Salât, sözlükte dua etmek, yalvarmak, rahmet etmek gibi anlamlara gelir. Dinî bir terim olarak salât (namaz) “tekbîr” ile başlayıp “selam” ile tamamlanan belirli hareket ve sözlerden oluşan ibadeti ifade eder. Namaz kılan kişiye “musallî” denir. Öte yandan dinî literatürde “salât” kelimesi özellikle Peygamberimiz için hayır duada bulunma ve ona saygı ve bağlılığı göstermek amacıyla söylenen söz anlamında da kullanılır. Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken şartlar vardır ki, bunlar hadesten tahâret, necâsetten tahâret, setr-i avret, istikbâl-i kıble, vakit ve niyetten ibarettir. Tanımda geçen “belirli hareket ve sözler” kaydından maksat, namazın rükünleri olan kıyam, kıraat, rükû, sücûd ve ku‘ûddur. Kıyam kıbleye karşı el bağlayıp ayakta durmak; kıraat Kur’ân’dan Fâtiha sûresini ve buna ilâve olarak bir sûre veya birkaç ayet okumak; rükû, ayakta iken eğilip üç kere sübhâne rabbiye’l-azîm demek; sücûd, oturup yere kapanmak ve üç kere sübhâne rabbiye’l-a‘lâ demektir. Bu dört fiilin toplamına rek‘at denir. Bir rek‘atta bir rükû ve iki secde vardır. Namazlar rek‘atlardan meydana gelir. Ku‘ûd oturup tahiyyat okumaktır ki bu namazın sonunda, bir de her iki rek’atın sonunda olur. Bu rükünlerden biri olmaksızın namaz olmaz. Ancak cenâze namazının rükünleri iki olup dört tekbir ile kıyamdır. Namaz kılan kişi Hakkın huzurunda olduğu için huşû içerisinde durup önünden başka tarafa bakamaz, kimseyle konuşamaz, kimse de onunla konuşamaz ve önünden geçemez. Namaza “Allahu ekber” diyerek başlar ve her bir rükünden diğerine geçerken bu tekbiri tekrarlar, en sonunda “es selâmu aleyküm ve rahmetullah” diyerek iki tarafına selam vererek namazına son verir. Namaz, kerâhet vakitleri dışında her zaman kılınabilir. Namaz bedenî bir ibadet olduğu için bir başkasının yerine kılınamaz |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 33953 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4091 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2745 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 9033 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3353 | 19 Nisan 2015 15:45 |
21 Mayıs 2014, 17:29 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri Namaz Çeşitleri ve Rek‘atları Hanefî fıkıh bilginlerine göre, namazlar, şer’î hükmü açısından farz, vacip, sünnet ve nâfile olmak üzere dört çeşittir. Farz Namazlar Farz namazlar farz-ı ayın ve farz-ı kifâî olmak üzere iki kısma ayrılır. Günlük beş vakit namaz ile haftalık cuma namazı farz-ı ayındır. Günlük beş vakit namaz, yükümlülük çağındaki her bir Müslümana ayrı ayrı farzdır. Günlük farz namazlar, sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört olmak üzere bir günde toplam on yedi rekâttır. Farz-ı ayın olan haftalık cuma namazı, cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine iki rekât olarak kılınır. Kendisine cuma namazı farz olmayan kişiler (mesela hanımlar) de gönüllü olarak bu namazı kılınca ayrıca öğle namazı kılmazlar. Defin edilmeden önce ölü için kılınan cenaze namazı ise farz-ı kifâyedir. Bu namaz bir kısım Müslüman tarafından kılınınca, diğer Müslümanlardan sorumluluk kalkar. Rükû ve secdesi olmayan bir namaz olduğu için bu namazın rek‘atı yoktur. Vacip Namazlar Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramlarında ikişer rek‘at kılınan bayram namazları vacip namazlardır. Bu namazlar, Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikî mezheplerinde sünnet namazlar arasında yer almakla birlikte, bu mezheplerde bayram namazlarının farz-ı kifâî olduğu görüşü de vardır. Bir kimsenin kendi iradesiyle kılmayı adadığı nezir namazları da vacip hükmündedir. Bu namazlar en az iki rek‘at olur. İki rek‘at olan tavaf namazı da vaciptir. Sünnet Namazlar Bunlar, farz namazlardan önce veya sonra Hz. Peygamber’in sünnetine uyularak kılınan namazlardır. Bunlara revâtib adı da veriler. Bunlardan bir kısmı sünnet-i müekkede, bir kısmı da sünnet-i gayr-i müekkede olarak isimlendirilir. Gayri müekked sünnetlere müstehab ve mendub da denir. Sabah namazının farzından önce iki, öğle namazının farzından önce dört farzından sonra iki, ikindinin farzından önce dört, akşam namazının farzından sonra iki, yatsı namazının farzından önce dört farzından sonra iki rekât sünnet kılınır. Ramazan ayında yatsı namazından sonra yirmi rek‘at kılınan terâvih namazı da sünnet-i müekkede türünden bir namazdır. Cuma namazının farzından önce kılınan dört rek‘at ilk sünneti, farzının hemen akabinde kılınan dört rek‘at son sünneti vardır. Nâfile Namazlar Nâfile kelimesinin biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki anlamı vardır. Nâfile kelimesi geniş anlamıyla farz ve vacip namazların dışında kalan bütün namazları ifade eder. Sünnet namazlar da bu kapsamda sayılır. Nâfile kelimesi dâr anlamıyla ise farz, vacip ve sünnet namazların dışında kalan namazları ifade eder. Bunlara reğâib, müstehab, mendub ve tatavvu‘ namazları da denir. Bu namazlara tahiyyetü’l-mescid, tesbih, istihâre gibi nâfile namazlar örnek olarak verilebilir. Bunlar, Hz. Peygamber’in uygula malarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle Allah’a yaklaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlardır. Nâfile namazlar en az ikişer rekât kılınır. Bir hadiste, kulun ilk önce farz namazlardan sorguya çekileceği ve farzların eksik olması halinde bunların sünnet ve nâfile namazlarla tamamlanacağı belirtilmiştir (Buhârî, “Salât,” 188). Mümin, farz, sünnet, nâfile ayırımı yapmaksızın bütün bu ibadetleri yerine getirmeli ve böylece âhirete hazırlık yapmalıdır. Namaz Yükümlülüğü Bir kimsenin namaz ibadeti ile yükümlü olması, farz veya vacip bir namazın bir kimsenin zimmetinde sabit olup ondan sorumlu tutulması için o kimsede bazı şartlar aranır. Bu şartlar şunlardır: Müslüman Olmak Müslüman olan her erkek ve kadına namaz farzdır. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu, Müslüman olmayanların namazla yükümlü olmadığı kanaatindedir. Yeni Müslüman olmuş bir kimsenin daha önceki namazları kazâ etmekle yükümlü olmadığı hususunda dört mezhep görüş birliği içindedir. “İnkâr edenlere, inkârcılıklarından vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle” (el-Enfâl 8/38) meâlindeki ayet ve “İslâm, daha öncesini siler” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,199,204) anlamındaki hadis bu hükmün açık delilidir. Büluğ (Erginlik) Büluğ, çocukluk çağının son bulup gençlik çağının başlaması demektir. Erginlik çağına ulaşmamış çocuklar Allah katında namazla yükümlü değildir. Ancak temyiz yeteneği gelişmiş çocuk namaz kılarsa bu geçerlidir. Hz. Peygamber’in, çocukların yükümlülük çağına gelmeden önce namaz disiplinini kazanmış olmalarını sağlamayı hedefleyen hadisi (Ebû Dâvûd, “Salât”, 26; Müsned, II,180,187) gereğince, çocuk yedi yaşına gelince velisi tarafından yavaş yavaş namaza alıştırılır; on yaşına ulaştığında bunun üzerinde biraz daha fazla durulması, hattâ hafif zorlayıcı ve disiplin sağlayıcı tedbirlere başvurulması gerekir. Pek tabiidir ki, bu hususta söz konusu görev ve yükümlülük, büluğ çağına ulaşmamış çocuğa değil, velisine yöneliktir. Nitekim “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et” (Tâhâ 20/132), “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyun” (et-Tahrîm 66 /6) meâlindeki ayetler de bu konuda velinin görevli ve yükümlü bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Akıl Dinî yükümlülüklerin söz konusu olabilmesi için, kişinin aklî melekelerinin yerinde olması (temyiz gücüne sahip bulunması) şarttır. Aklî melekeleri yerinde olmayan kişiye mecnun (deli) denir ki, günümüzde bu akıl hastası terimi ile ifade edilmektedir. Akıl hastalığı sürekli olduğu gibi kısa süreli de olabilir. Kısa süreli baygınlık hali, uyku gibidir; bayılan kişi bu hal geçince kılamadığı namazları kazâ eder. Uzun süreli baygınlık hali ise namaz yönünden kısa süreli akıl hastalığı gibidir. Uyuyan kişiden namaz yükümlülüğü düşmez. “Bir namazı uyku veya unutma sebebiyle vaktinde kılamayan kimse, onu hatırladığı zaman kılsın” (Ebû Dâvûd, “Salât”, 11) anlamındaki hadis, uyuyan kişinin uykuda geçen namazlarını ve unutanın unuttuğu namazları kazâ etmesi gerektiğinin açık bir delilidir. Kadınlar hayız ve nifas hallerinde ne edâ ne de kazâ yoluyla namaz kılmakla mükellef değillerdir. Aksine bu dönemlerinde namaz kılmaları haramdır. |
21 Mayıs 2014, 17:30 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri NAMAZIN FARZLARI Namazın farzları on ikidir. Bunlardan altısı namaza başlamadan önce, altısı da namazın içinde bulunması gerekir. Namaza başlamadan önce bulunması gereken farzlara namazın şartları, namazın içinde bulunması gereken farzlara da namazın rükünleri denir. Namazın şartları ve rükünleri sırasıyla açıklanacaktır. Namazın Şartları Hadesten Tahâret Hades, abdestsizlik ve guslü gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve loğusalık hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cünüp ise veya âdet yahut loğusalık hali sona ermişse boy abdesti (gusül) almadan, bu durumlardan biri söz konusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti veya abdest alacak su bulamayan veya bulduğu halde kullanma imkânı olmayan kişi teyemmüm eder. Necâsetten Tahâret Namazın geçerli olabilmesi için bedende, elbisede ve namaz kılınacak yerde necis yani dinen pis sayılan ve namazın sıhhatini engelleyecek miktara ulaşan necis maddelerin bulunmaması şarttır. Bir kimse, bilmeyerek namazın sıhhatini engelleyen bir miktara ulaşan necâset bulaşmış bir elbise ile kıldığı namazı elbisesini temizledikten sonra yeniden kılar. Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği ile ilgili asgari şart, ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır. Üzerinde necâset bulunan halı, kilim gibi bir serginin temiz kalan kısmında kılınan namaz geçerlidir. Necâset bulunan bir yerin üzerine, necâsetle irtibatı kesecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir sergi serilirse veya temiz toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir. Setr-i Avret Setr kelimesi örtmek, avret kelimesi ise örtülmesi gereken yer demektir. Dinî terim olarak, örtülmesi farz olan, başkalarının bakması câiz olmayan uzuvlara avret mahalli denir. Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri sayılan uzuvları, göbek altından dizlerin altına kadar olan kısımdır. Kadınların ise yüz ile eller hariç, bütün vücudu avrettir. Namazda ayaklarının avret sayılması konusunda görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte tercih edileni avret olmadığı görüşüdür. Giyilen elbisenin vücudun rengini göstermeyecek şekilde olması, yani, tül v.s. gibi şeffaf olmaması gerekir. Ancak, vücudun hatlarını belli eden dar ve bedene yapışık elbise ile kılınan namaz -mekruh olmakla birlikte- geçerlidir. İstikbâl-i Kıble İstikbâl-i kıble kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi Mekke’de Mescid-i Harâm’ın içinde bulunan Kâbe-i Muazzama’dır. Kıbleye yönelmek namazın şartlarından biridir. Kıbleden başka tarafa bilerek yönelen kişinin namazı ve tilâvet secdesi sahih olmaz. Bir kimse hasta olduğu için veya düşman, yırtıcı hayvan korkusu sebebiyle kıble yönüne dönemediği takdirde, gücü yettiği tarafa doğru yönelerek namazını kılar. Uçak, otobüs gibi bir vasıta ile yolculuk yapan kişi, gücü yeterse kıbleye dönerek namazını kılar, vasıtanın yönü değiştikçe yönünü kıbleye çevirerek namazını tamamlar. Gemi içinde namaz kılınacaksa temel ilke kıbleye dönmek, gemi döndükçe kıbleye dönmeye devam etmektir. Ancak, bindiği nakil aracının hareketlerini izleme imkânına sahip olmayan bir kişi, namaza başlarken kıble olarak belirlediği yöne doğru namazını kılıp tamamlar. Müslümanların namaz kılarken, yeryüzünün en eski ve en kutsal mâbedi olan Kâbe’ye yönelmeleri, aralarındaki birliği canlandırmalarının, nizam ve intizamlarını korumalarının, gönüllerini ortak bir ibadetin ilâhî neş’esiyle ve nuruyla aydınlatmalarının bir ifadesidir. Vakit Vakit, namazın farz olmasının sebebi ve edâsının da şartıdır. Farz namazlar ile bunların sünnetleri, vitir, terâvih ve bayram namazları için vaktin girmiş olması şarttır. Farz namazlar: sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarıdır. Cuma namazı da farz olarak öğle namazı yerine geçer. Belirli bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kılınırsa adak vecibesi yerine gelmez. Vakte bağlı bir namaz, vakit daha girmeden kılınınca muteber olmaz, yeniden kılınması gerekir. Bir namaz kendisi için belirlenen vakitten sonra kılınanca “edâ” olmayıp “kazâ” olur. Hanefîler’e göre cuma, bayram ve sünnet namazları, vakitleri çıkınca artık kazâ edilmez. Niyet Namazlarda niyet şarttır. Niyet, kalbin bir şeye karar vermesi, bir işin ve fiilin ne için yapıldığının şuuruna vararak onu bilmesi demektir. Namaz hususunda niyet, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemeyi ve hangi namazı kıldığının bilincine varmayı ifade eder. Amellerin kıymetleri, sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti hâlis olmalı, ibadetini şuurlu bir halde yapmalı, işlerini Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmelidir. Niyetin kalp ile yapılması esastır. Bununla birlikte kalp ile yapılıp, “şu vaktin farz veya sünnet namazını kılmaya niyet ettim” şeklinde dil ile söylenmesi de iyidir. Dil ile bir şey söylenmese, yine de namaz câiz olur. Kişinin kalbinden geçirdiği ile dilinden söylediği birbirine uymuyorsa, dil ile söylenen geçersizdir. Farz namazlarda, vitir, bayram ve adak gibi vacip namazlarda, hangi farzın veya vacibin kılındığını belirlemek (sabah namazı, cuma namazı, vitir namazı gibi) şarttır. Kazâ namazı kılarken de hem vaktin hem de günün belirlenmesi (en son kazâya kalan sabah namazı gibi) gerekir. Cemaat halinde kılınan namazlarda ayrıca imama uyulduğuna dair niyet edilmesi gerekir. Sadece erkeklerden meydana gelen bir cemaate imam olarak namaz kıldıran kişinin imamete niyet etmesi gerekmez. Ancak, cemaat arasında kadınlar bulunuyorsa, bu takdirde imamın kendisine uyan erkek ve kadınlara imamlık yaptığına dair niyet etmesi şarttır. Sünnet ve nâfile namazlar için belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi yeterlidir; fakat belirlemek (terâvih namazına, sabah namazının sünnetine gibi) daha iyidir |
21 Mayıs 2014, 17:32 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri Namazın Rükünleri İftitâh Tekbiri İftitâh (başlangıç) tekbiri namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi işitebileceği bir sesle “Allahu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en büyüktür” anlamına gelir. Bu tekbire, “tahrîme” de denir. Zira bu tekbirle namaza girilmiş, namazla bağdaşmayacak fiiller haram kılınmış ve dış âlemle ilgi kesilmiş olur. Kıyam (Ayakta Durmak) Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitâh ve her rek‘atta Kur’ân’dan okunması gereken en az miktar boyunca ayakta durmayı ifade eder. Kıyam, namazın bir rüknü olduğu için, ayakta durmaya gücü yeten bir kişinin farz veya vacip bir namazı oturarak kılması geçerli sayılmaz. Ancak hasta veya ayakta namaz kılmaya güç yetiremeyen veya ayağa kalkınca hastalığının artmasından veya uzamasından yahut da şiddetli ağrı duymasından korkan kişi, namazı oturduğu yerde kılar, gücü yeterse rükû ve secdeye varır. Çünkü İslâm’ın genel kurallarına göre, zorluk ve ihtiyaç kolaylığı celbeder ve zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. Hareket halindeki gemi, uçak, otobüs gibi bir vasıtada namaz vaktini kapsayacak kadar bir süre yolculuk yapan kişi, bu araçlarda ayakta namaz kılması mümkün olmazsa, oturarak veya oturduğu koltukta namazını kılar, rükû ve secdelerini ima ile yapar. Ancak secde için rükûdan daha fazla eğilir. Sünnet ve nâfile namazları, ayakta kılmak daha faziletli olmakla birlikte, bir özür bulunmasa da oturularak kılınabilir. Çünkü nâfile namazlar kolaylık ve genişlik esasına dayanır. Kıraat Kıraat, sözlükte okumak demektir. Fıkıhta ise, namaz kılan kişinin, Kur’ân’ın ayetlerinden bir miktarını kendisinin işitebileceği şekilde okumasını ifade eder. Kıraat namazın bir rüknü olup farzdır. Tek başına kılan kişi, bir miktar Kur’ân ayetini ayakta iken kendi işiteceği şekilde ve fakat harflerini belirterek, imam ise, sesli namazlarda yakınında bulunanların işiteceği bir ses tonuyla okur. Namazda farz olan kıraat miktarına gelince, bu miktar Ebû Hanîfe’ye göre kısa da olsa bir ayettir Hanefî mezhebinde imama uyan kimsenin Kur’ân okuması gerekmez; onun hem sesli hem de sessiz namazlarda da susması vaciptir. Diğer üç mezhepte ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için farz olduğu gibi sessiz namazlarda imama uyan için de farzdır. Sesli namazlarda da, Şâfiî mezhebine göre, imama uyan kişinin Fâtihayı okuması farzdır. Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ise, sesli namazlarda cemaat okumaz, dinler. İslâm bilginleri, kıraat farîzasının ancak Kur’ân’ın asıl metniyle yapılması halinde yerine getirilmiş olacağı hususunda görüş birliği içindedirler. Çünkü Kur’ân Arapça olarak inmiştir. Kıraatin tek bir lisanla gerçekleşmesi Müslümanların birlik ve beraberliğinin bir göstergesidir. Tarih boyunca da uygulama böyle olmuştur. Diğer taraftan kıraatin Arapça olarak yapılması, çok zor da değildir. Hattâ, namazın sahih olmasını sağlayacak kıraat miktarı sûre ve ayetleri öğrenip ezberlemek Arapça dilini bilmeyenler için bile bir günlük, hattâ bir iki saatlik bir iştir. Rükû (Eğilmek) Rükû, namazın bir rüknü olup farzdır. Kıraat bittikten sonra eğilerek rükûya varılır, baş ile sırt düz tutulur ve eller dizlere kadar varır ve dize dayanılır. Ayakta namaz kılan kimse için sadece başını eğmesi yeterli değildir, sırtını da eğerek baş ve sırt tam bir düz satıh meydana getirmelidir. Bu şekil tam bir rükûdur. Oturduğu halde namaz kılan kimsenin, rükû ederken alnı dizlerine paralel olacak derecede sırtını eğmesi yeterlidir Rükûda bir süre rükû vaziyetinde beklemek ve rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde beklemek (kavme) gerekir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir. Secde Secde (yere kapanmak), namazın bir rüknü olup farzdır. Namaz kılan kimse, rükûdan sonra kıyama geçer ve hemen arkasından secdeye varır; alnı yere değdiğinde rükû vaziyetinden daha fazla eğilmiş olur. Sadece alnı ve burnu yere değecek kadar yüzünü ve ayrıca iki ayağının parmakları, iki eli ve iki dizini yere koyar. Böylece Allah’a tazimde bulunur. Bu secde, her rek‘atta birbiri ardınca iki defa yapılır. Tam ve mükemmel bir secde yedi aza üzerine yapılan secdedir. Peygamberimizden nakledilen bir hadiste, bu azaların yüz (alın ve burun), iki el, iki diz ve iki ayak (iki ayağın parmakları) olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Ezan”, 133-137). Gücü yetmediği için oturarak namazını kılıp, bedelsel özründen dolayı veya vasıta içinde namaz kıldığından dolayı secdeye kapanamayan bir kişinin, secdesi rükûundan daha fazla eğik olmalıdır. Secde edilecek yerin yüksekliği, taban seviyesinden on iki parmaktan (yaklaşık 23 cm.) daha yüksek olmamalıdır. Cemaat kalabalık olunca veya başka bir mazeret bulununca dizler üzerine de secde edilebilir. Yine kalabalık sebebiyle aynı namazı cemaatle kılanların birbirlerinin sırtına secde etmeleri de câizdir. Atılmış yün, pamuk gibi yumuşak bir şey üzerine secde edildiğinde yüz bunların içinde tamamen kayboluyorsa ve alın ile burun yerin sertliğini hissetmiyorsa secde câiz olmaz. Secdede ve iki secde arasında secde denebilecek kadar bir süre durmak yeterlidir. Hanefî mezhebinde bu sürenin en azı “sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimidir. Fakat rükû ve secdede sünnet miktarının en azı üçer kere tesbih (sübhâne’llâhi’l-azîm gibi) okumaktır. Ortası beş, en mükemmel olanı da yedi kere tesbih okumaktır. Namazı tek başına kılan kimse, daha çok tesbihte bulunabilir. Fakat imam olan kimse, cemaatin rızası bulunmadıkça, üçten fazla tesbih okumamalıdır. Çünkü cemaati usandırmak ve namazdan kaçırmak uygun değildir. Rükûda okunacak tesbih: “Sübhâne rabbiye’l azîm (Pek büyük olan Rabbim, her türlü eksikliklerden uzaktır) ve seccedeki tesbih de: “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ (Pek yüce olan Rabbim, bütün eksikliklerden uzaktır) şeklindedir. Ka‘de-i ahîre (Son Oturuş) Namazların sonunda teşehhüd miktarı oturmak bir rükün olup farzdır. Buna ka‘de-i ahîre denir. İki rek‘atlı namazlarda ikinci rek‘attan sonra, üç rek‘atlı namazlarda üçüncü rek‘attan sonra, dört rek‘atlı namazlarda dördüncü rek‘attan sonraki oturuşlar son oturuş yani ka’de-i ahîre sayılır. Ka‘de-i ahîrede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre teşehhüd miktarıdır. Teşehhüd miktarı ise tahiyyât okuyacak kadar bir süredir. Teşehhüdün ya da tahiyyâtın metni şöyledir: “et-Tahiyyâtü li’llâhi va’s salavâtü vet’tayyibâtü. es-Selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetü’l llâhi ve berekâtühü. es-Selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’l-llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasûlühü” (Buhârî, “Ezan”,148,150; Müslim, “Salât”, 16; İbn Mâce, “İkâmetü’s salât”,24). Türkçesi: “Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah Teâlâ’ya mahsustur. Ey Peygamber! Sana selam olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. (Ey Rabbimiz)! Selam bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Şehâdet ederim ki yani kesin olarak bilir ve açıklarım ki, Allah’tan başka hakikî ma’bud yoktur ve şehâdet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve resûlüdür.” Namazın esasını oluşturan şartlar ve rükünler bunlardan ibaret olmakla birlikte Ebû Yusuf, Şâfiî, Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre ta’dîl-i erkân, Ebû Hanîfe’ye göre ise namazdan kendi fiili ile çıkmak namazın farzları arasında yer alır. Ta‘dîl-i erkân, rükû ve secde gibi rükünlerin hakkının verilerek yapılmasını, rükûdan doğrulurken vücut dimdik bir hale gelip en az bir kere; “Sübhâne’llâhi’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulmasını, ondan sonra secdeye varılmasını ve iki secde arasında “Sübhâne’llâhi’l azîm”diyecek miktar oturulmasını ifade eder. NAMAZIN VACİPLERİ, SÜNNETLERİ VE ÂDÂBI Namazın Vacipleri Namazın farzları gibi bazı vacipleri de vardır. Hanefî fıkıh âlimlerinin vacip olarak kabul ettikleri hususların bir kısmı diğer mezheplere göre farz, bir kısmı da sünnet olarak nitelendirilmiştir. Bu vaciplere riayet ile namazın farzları tamamlanmış, noksanları telâfi edilmiş olur. Hanefîler’e göre vaciplerden birini unutarak terk eden ya da geciktiren kimsenin sehiv secdesi yapması vaciptir. Vaciplerden birinin kasden terk edilmesi halinde ise namazın yeniden kılınması gerekir. Hanefîler’e göre namazın vacipleri şunlardır: . Namaza “Allahu ekber” gibi tekbir ifade eden bir cümle ile başlamak. (Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde farzdır.) 2. Fâtiha sûresini okumak (diğer üç mezhepte her rek‘atta okumak farzdır). 3. Farz namazların ilk iki rek‘atında, vacip, sünnet ve nâfile namazların her rek‘atında Fâtiha’dan sonra kısa bir sûre veya buna denk miktarda ayet veya ayetler okumak (Sûre eklemek anlamında “zamm-ı sûre” denen bu işlem diğer mezheplerde sünnettir). 4. Fâtiha’yı zamm-ı sûreden önce okumak. Farz namazlarda farz olan kıraati, ilk iki rek‘atta yerine getirmek. 5. Tek başına namaz kılarken, öğle ve ikindi namazları ile gündüz vakti kılınan nâfile namazlarda kıraati gizli yapmak. Sabah, akşam ve yatsı namazlarında ve geceleyin kılınan sünnet ve nâfile namazlarda kıraat açıktan veya gizli olarak yapılabilir. 6. İmam olan kimsenin, cemaatle kılınan namazlardan sabah, cuma, bayram, terâvih, vitir namazlarının her rek‘atında, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek‘atlarında kıraati açıktan yapması, öğle ve ikindi namazlarının bütün rek‘atlarıyla akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının da son iki rek‘atında kıraati içinden yapması vaciptir. İmama uyan kişi, okumaz, namaz sesli ise dinler, sessiz ise susar. 7. Secdede sadece alın ile yetinmeyip alın ile birlikte burnu da yere koymak. 8. Üç ve dört rek‘atlı namazların ikinci rek‘atının sonunda oturmak (ka’de-i ulâ). 9. İlk ve son oturuşlarda tahiyyatı okumak. 10. Namazın farzlarında sıraya (tertîb) riayet etmek. 11. Namazın sonunda sağ ve sol taraflara selam vermek. Ancak, Hanefîler’de bir görüşe göre, sağ tarafa selam vermek vacip, sol tarafa selam vermek ise sünnettir. 12. Ta‘dîl-i erkâna riayet etmek. Bu, Ebû Yusuf ve diğer üç mezhebe göre farzdır. 13. Vitir namazında kunût duasını okumak ve kunût tekbirini almak. 14. Bayram namazlarına mahsus üçer ilâve tekbir almak. 15. Sehven farzın geciktirilmesi ve vacibin terk veya geciktirilmesinden dolayı sehiv secdesi yapmak. 16. Namazda okunan secde ayetlerinden dolayı tilâvet secdesinde bulunmak. Namazın Sünnetleri Namazda dinen yapılması farz ve vacip derecesinde olmaksızın yapılması istenen fiiller vardır ki bunlara namazın sünnetleri denir. Bunların terki namazı bozmaz ve sehiv secdesini gerektirmez; fakat bunlara sürekli riayet etmek, Peygamber’in yolunu izlemede titizlik gösterme anlamını taşır. Sünnetler, vacipleri tamamlayıcı özellikte olup, vaciplerdeki kusur ve noksanların telâfisine ve sevap kazanılmasına vesile teşkil eder. Hanefîler’e göre namazın sünnetlerinin başlıcaları şunlardır: 1.Beş vakit farz ve cuma namazında ezan okumak ve kâmet getirmek. Bu hüküm erkekler içindir. 2. İftitâh tekbirinde elleri yukarı kaldırmak. Erkekler, her iki başparmağını – parmak aralıkları tabii açıklıkta olmak üzere ve avuç içleri kıbleye veya birbirine dönük tutularak- kulak yumuşaklarına değecek ölçüde, kadınlar ise ellerinin parmak uçlarını göğüs hizasına kadar kaldırırlar ve bu vaziyette iken “Allahu ekber” derler. Şâfiî ve Mâlikîler’e göre erkekler de iftitah tekbirinde ellerini omuz hizasına kadar kaldırırlar. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre, rükûya eğilirken ve rükûdan doğrulurken de elleri kaldırmak sünnettir. 3. Kıyamda sağ eli sol el üzerine koymak. Erkekler sağ elin başparmağı ile serçe parmağını halka yaparak sol elin bileğinden tutarlar ve diğer parmaklarını sol kolun üzerine uzatırlar. Kadınlar ise sağ ellerini göğüsleri üzerinde sol elleri üzerine halka yapmaksızın koyarlar. 4. Namazların başlangıcında Sübhâneke’yi içinden okumak, bundan sonra yine içinden eûzü-besmele çekmek ve diğer rek‘atlarda Fâtiha’dan önce besmele çekmek ve Fâtiha’dan sonra içinden “âmîn” demek. Bir görüşe göre Fâtiha’dan önce okunan besmele vaciptir. İmama uyan eûzü-besmele okumaz. Fâtiha’dan sonra okunacak sûrelerin başındaki besmele okunmaz. Ancak İmam Muhammed’e göre sessiz namazlarda sûre başlarındaki besmele okunur. 5. Rükûya ve secdeye giderken, secdeden kalkarken “Allahu ekber” demek ve rükûdan kalkarken “Semi’allahu limen hamideh” demek. İmama uyan rükûdan kalkarken içinden “Rabbenâ leke’l-hamd” veya “Allahümme Rabbenâ ve leke’l-hamd” der. Yalnız başına kılan bu ikisini yani hem “Semi‘allhu limen hamideh” ve hem de “Rabbenâ leke’l-hamd”ı söyler. 6. Rükûda en az üç defa “Sübhane rabbiye’l-azîm” ve secdelerde en az üç defa “Sübhane rabbiye’l-a‘lâ” demek. 7. Kıyamda bir özür yoksa iki ayak arasını dört parmak kadar açık bulundurmak. 8. Rükûda incikleri (diz’in arkasını) dik ve sırtı düz tutmak ve parmak aralıkları açık olduğu halde dizleri tutmak. Kadınlar ise dizlerini biraz bükerler ve sırtlarını yukarıya doğru meyilli tutarlar ve parmaklarını açmaksızın dizlerinin üzerine koyarlar. 9. Secdeye giderken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak. Secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra elleri, sonra da elleri dizlerin üzerine koyarak kıyama doğrulmak veya oturuşa geçmek. Ayrıca secdeyi, yüz iki el arasına gelecek şekilde yapmak. 10. Secde oturuşları ile teşehhüd oturuşlarında sol ayağı yere yatırıp üzerine oturmak, sağ ayağı ise dikmek ve ayak parmaklarını kıbleye yöneltmek Kadınlar sağ ve sol ayaklarını sağ taraflarına yatırıp beden sola meyilli bir biçimde yere otururlar. 11. Ka‘de ve celselerde ( secde oturuşlarında) elleri parmaklar az açılarak uyluklar üzerine koymak. 12. Secdede karnı uyluklardan, dirsekleri yanlardan ve dirsekleri yerden uzak tutmak. Kadınlar kollarını yanlarına birleştirir ve karnını uyluklarına yapıştırırlar. 13. Tahiyyat esnasında “Lâ ilâhe” denirken sağ elin şehâdet parmağını kaldırmak; bu halde başparmak ile orta parmak halka edilir ve diğer iki parmak yumruk halinde bükülür. “İllâllah” derken ise, şehâdet parmağı indirilir. Ancak bazı âlimler, bu sünneti yerli yerince yapmak zor olduğu için terk edilmesini uygun görmüşlerdir. 14. Farz, vacip ve müekked sünnetlerin son oturuşu ile gayri müekked sünnet ile nâfile namazların her oturuşunda tahiyyattan sonra Hz. Peygamber’e ve âline salât ü selam okumak. 15. Her namazın son oturuşunda selam vermeden önce Kur’ân’da bulunan veya hadislerde yer alan dualardan okumak. 16. Namazın sonunda selam verirken yüzü önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa çevirmek. 17. Kur’ân-ı Kerim’i namazda sırasıyla okumakta bir sakınca yoktur. Ancak mukim için sünnet olan “mufassal” denilen sûreleri okumaktır. Dinen yolcu sayılan kişi, Fâtiha’dan sonra dilediği sûreyi okuyabilir. Mukim için sünnet olan, sabah ve öğle namazlarında Fâtiha’dan sonra “tıvâl-ı mufassal” denilen uzun sûrelerden, ikindi ve yatsı namazlarında “evsât-ı mufassal” denilen orta uzunluktaki sûrelerden, akşam namazlarında ise “kısâr-ı mufassal” denilen kısa sûrelerden bir sûre okumaktır. Hucurât sûresinden “Bürûc” sûresinin sonuna kadar olan sûreler “tıvâl-ı mufassal”, “Târık” sûresinden “Beyyine” sûresinin sonuna kadar olan sûreler “evsât-ı mufassal” ve bundan sonraki sûreler ise “kısâr-ı mufassal”dır. 18. Önünden geçilmesi ihtimali varsa sütre koymak. Namazın Âdâbı Namaz kılarken yerine getirilmesi faziletli kabul edilen ve namazı âdâbı olarak isimlendirilen bazı davranışlar vardır ki bunlar birer müstehab demektir. Bunları terk etmek, azarlanmayı gerektirmez, fakat bunlara uyulması daha fazla sevap kazanmaya sebep olur. Bilinçli bir Müslüman namazın büyük bir ibadet olduğunu bilir, namaz sayesinde Yaradan Rabbinin manevi huzurunda olduğunu anlar, Cenâb-ı Hakkın kendisini görüp bildiğini düşünerek son derece edebe riayet eder, görünüş itibariyle pek mütevazı bir vaziyet alır, bâtınen kalbini mümkün mertebede mâsivâdan (Allah’tan gayrısından), dünyevi ilişkilerden kurtarmaya çalışır. Bu yüzden, “mükemmel bir namaz ancak kalb huzuruyladır” denilmiştir. Namazın başlıca âdâbı şunlardır: 1.Namazda Allah’ın huzurunda durulduğunun farkında olarak bir huşû ve tevazu halinde bulunmak. 2. Üst elbidüğümlemek ve bütün rükünlerin hakkını verebilmek için uzun ve geniş elbiseler giymek. 3. Kıyamda secde yerine, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, ka‘dede kucağa, selam verirken sağ ve sol omuz başlarına bakmak, böylece kendisini sırf ibadete vermek ve namazın dışındaki meşguliyetten korunmak. 4. Rükû ve secde tesbihlerini tek başına kılan için üçten fazla yapmak. 5. Öksürmemeye ve geğirmemeye gayret etmek, esnerken ağzı fazla açmamak ve gerekiyorsa elle kapamak. seyi açık bulundurmayıp |
21 Mayıs 2014, 17:35 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri NAMAZIN MEKRUHLARI, NAMAZI BOZAN DURUMLAR, NAMAZI KESME (BOZMA) DURUMLARI VE NAMAZ KILMANIN MEKRUH OLDUĞU VAKİTLER Namazın Mekruhları İbadet, Allah rızasının kazanılması için yapılır. Allah rızasının kazanılması ise, yapılacak ibadet için belirlenen esaslara riayet etmekle mümkündür. İşte bedenî bir ibadet olan namaz da böyledir. Bu ibadet, kendisi için belirlenen esaslar çerçevesinde yerine getirilir. Peygamberimiz: “Beni namaz kılarken gördüğünüz gibi, siz de öyle kılın” buyurmuştur. Namazın farz, vacip, sünnet ve edeplerine tam olarak riayet edilerek kılınan bir namaz mükemmel bir namazdır. Namaz kılarken, namazı geçersiz yapmamakla birlikte yapılması dinen hoş karşılanmayan ve namazın faziletini azaltan söz, fiil ve davranışlara “namazın mekruhları” adı verilir. Namazın mekruhları, tahrîmî ve tenzîhî olmak üzere iki çeşittir. Namazın vaciplerini terk etmek, harama yakın bir davranış olup tahrîmen mekruhtur. Bazı müekked sünnetleri terk etmek de böyledir. Namazın müekked olmayan sünnetlerini terk etmek ve edeplerine aykırı davranışlar ise tenzîhen mekruhtur. Fakihler mekruh içerecek şekilde kılınan bir namazın -vakit varsa- yeniden kılınmasının müstehap olduğunu söylemişlerdir. Hanefîler’e göre mekruh olarak nitelendirilip namazın faziletini azaltan davranışların başlıcaları şunlardır: 1. Namaz kılarken bir özür bulunmaksızın yere, direğe, duvara, değneğe dayanmak; tek ayak üzerine durmak veya bir ayağı yerden kesmek veyahut diğerine dayanmak; bir özür bulunmaksızın bağdaş kurarak oturmak veya dizleri dikip oturmak; namazda gerinmek, esnemek ve mecbur olmadıkça öksürmek. Yine, namazda bir şeyi koklamak, gözleri yummak, sağa sola, arkaya bakmak veya eğilmek. Bir şeye gözü takılarak dikkatin dağılmaması veya namazda daha fazla huşû meydana gelmesi için gözleri yummada bir sakınca yoktur. 2. Namazda bir özür bulunmaksızın birkaç adım yürümek. Fakat yılan, akrep gibi zararlı bir hayvanı uzaklaştırmak veya öldürmek için atılacak birkaç adım mekruh değildir. 3. Namazdan önce veya namaz esnasında erkekler için elbiselerinin kollarını dirseklere doğru toplamak. 4. Namazda secdeye giderken dizleri yere koymadan elleri yere koymak veya secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak; namaz sona ermeden terleri veya yüze dokunmuş tozları silmek. 5. Namazda elbise, beden veya sakalla oynamak, eli ağıza koymak; namaz esnasında birinin verdiği selamı el veya baş işaretiyle almak 6. Cemaatle kılınan namazda imamdan önce rükûya veya secdeye gitmek veya ondan önce rükû ve secdeden başını kaldırmak. 7. Rükû ve secdede tesbihleri terk etmek veya üçten az söylemek. 8. Kıyamdan rükûya, rükûdan secdeye, secdeden kıyama geçme hallerinde söylenmesi gereken tekbir ve zikirleri yerli yerince okumayıp gecikerek okumak. Kıyamdan rükûya vardıktan sonra “Allahu ekber” demek gibi. 9. Başkasına ait bir yerde veya sahibinin iznini almadan onun elbisesiyle namaz kılmak. 10. Namazı temiz olmayan şeylere karşı veya temiz olmayan şeylerin yakınında kılmak. Mezarlıkta, yol ortasında, mezbahada, hamamda namaz kılmak böyledir. Ancak bu gibi yerlerde namaz için ayrılmış temiz bir yer varsa, orada namaz kılmakta bir sakınca yoktur. 11. Namazı, zihni meşgul edecek, kalbin huzur ve huşûunu kaçıracak şeylerin bulunduğu bir yerde kılmak . 12. Bir kimsenin yüzüne karşı arada perde, duvar, korkuluk gibi bir engel olmaksızın namaz kılmak. 13. Yemek sofrası hazır iken namaza başlamak. Ancak vakit darlaşmış ise kılmakta bir sakınca yoktur. 14.Sıkışıp da abdesti bozma ihtiyacı varken bu haldeki abdestle namaz kılmak. 15. Namazı, namazın sıhhatine engel olmayacak miktarda necaset bulaşmış bir elbise ile veya temiz bir elbise varken, dinen necis sayılmasa da kirli bir elbise ile kılmak. 16. Elbiseyi, dizlerinin yıpranmasından veya ütüsünün bozulmasından korumak için rükûya ve secdeye varırken hafifçe yukarı çekmek. 17. Ateşe ve puta tapınmayı çağrıştıracağı sebebiyle kor halindeki ateşe karşı namaz kılmak, üzerinde insan veya hayvan resimleri bulunan elbise ile veya böyle bir kumaş üzerinde namaz kılmak. Ancak böyle bir elbisenin üzerine ceket, pardesü veya cübbe gibi bir şey giyilirse, onunla namaz kılınmasında bir sakınca yoktur. Yine namaz kılanın başı üstünde, ön veya yanlarındaki duvar veya tavan üzerine yapılmış kabartmalı yahut resim halinde canlı tasvirinin bulunması sakıncalıdır ve fakat namaz kılanın ayakları altında veya oturduğu yerde bulunan veya karşıdan bakılınca uzuvları fark edilmeyecek kadar küçük olan suretin bulunması namaz bakımından kerâhet doğurmaz. Kimlik kartı, nüfus cüzdanı, pasaport gibi belgeler üzerindeki resimlerle, kâğıt paraların üstünde resmedilmiş bulunan suretler, bu belge ve paralar cüzdan veya çanta veyahut ceplerde kapalı bulundukları için ne namaz içinde ve ne de namaz dışında bir sakınca doğurmaz. 18. İkinci rek‘attaki kıraati birinci rek‘attaki kıraatten daha uzun okumak. Uzun okumanın ölçüsü, üç ayet daha fazla okumaktır. Yine kıraatte, Kur’ân-ı Kerim’deki sıraya uymamak. Namazı Bozan Durumlar (Namazın Müfsidleri) Şart veya rükünlerine uyularak kılınan bir namaza sahih namaz denir. Namazın şart ve rükünlerindeki bir eksiklik onu geçersiz kılar ve böyle bir namaz da fâsid veya bâtıl namaz olarak nitelendirilir. Bir de namaz esnasında yapılmaması yani kaçınılması gereken durumlar vardır ki, bunlara namazın müfsidleri adı verilir. Bunlardan birinin bulunması halinde de namaz geçersiz yani fâsid/bâtıl olur. Hanefîler’e göre başlanmış bir namazı bozan durumların başlıcaları şunlardır: 1. Namazda konuşmak. 2. Huşû halinin dışında ağlamak, inlemek. 3. Geçerli bir özrü olmaksızın boğazı hareket ettirip öksürmeye çalışmak. 4. Yemek, içmek. 5. Dışarıdan bakan kişide namazda olmadığı izlenimi verecek davranışta bulunmak (amel-i kesîr ) 6. Özürsüz olarak kıbleden başka bir yöne dönmek. 7. Kahkaha ile gülmek. 8. Bayılmak, delirmek. Namaz Kesme (Bozma) Durumları Başlanılan bir ibadetin herhangi bir mazeret bulunmaksızın kasden bozulması büyük bir günahtır. Nitekim bir ayette, “Amellerinizi ibtal etmeyin” (Muhammed 47/33) buyrularak geçerli bir mazeret bulunmadıkça başlanılmış bir namazın bozulmasının haram olduğu belirtilmiştir. Ancak, namazı bozmak bazı durumlarda vacip, bazı durumlarda müstehab, bazı durumlarda da câiz olabilir. Hiç şüphesiz, namaz kılanın kendisi veya başkası için can ve mal kaybının veya tehlikesinin söz konusu olduğu durumlarda başlanılmış bir ibadetin bozulması vacip olur. Mesela, bir yangını söndürmek, kalp krizi geçirmekte olan birini tedavi etmek veya onu hastaneye götürmek, boğulmakta olan birini kurtarmak, yırtıcı bir hayvanı savmak için namazı bozmak gibi. Hatta bu gibi hallerde namazın kazâya bırakılmasında da bir günah bulunmamaktadır. Cemaate katılmak veya malı çalmakta olan hırsıza engel olmak ve benzeri durumlar için namazı bozmak ise müstehaptır. Namazın bozulmasının câiz olduğuna, çocuğunun başına bir tehlike gelmesinden endişelen veya yemeğin yanmasından korkan birisinin namazını bozması örnek olarak gösterilebilir. Namaz Kılmanın Mekruh Olduğu Vakitler Bazı vakitler vardır ki, bu vakitlerde namaz kılmak yasaklanmıştır. Bu vakitlere “mekruh vakitler” veya “kerâhet vakti” denir ve şunlardır: 1. Güneşin doğmasından bir veya iki mızrak boyu yükselmesine kadar olan vakit. Güneşin bir veya iki mızrak boyu yani beş derece yükselmesi demektir ki, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık otuz dakika sürer. Temkin süresi de buna eklenirse, güneşin doğuşundan itibaren yaklaşık 40-50 dakika kadar bir süre namaz kılınmamalıdır. Bu süreden sonra kerâhet vakti çıkmış olur. Artık istenilen nâfile veya kazâ namazları kılınabilir. Kerâhet vaktinin çıkıp çıkmadığı basit bir usûlle de belirlenebilir. Şöyle ki, çeneyi göğse dayayarak güneşe doğru bakılır; eğer güneş ufuktan yükselmiş olduğu için görülmezse, kerâhet vakti çıkmış demektir. 2. Güneşin tam tepe noktasında bulunduğu zamandan zevâlin bitimi vaktine, yani öğle namazı vakti girdiği zamana kadar olan vakit. Hatırlanacağı gibi, bazı fıkıh bilginleri şer’î gündüzü esas alarak kerâhet vaktinin başlangıcını zevâlden yaklaşık 40-50 dakika öncesi olarak kabul etmişlerdir. 3. Güneşin sararıp gözleri kamaştırmaz bir hale gelmesinden batmasına kadar olan vakit. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Üç vakit vardır ki, Resûlullah bize bu vakitlerde namaz kılmamızı ve ölülerimizi defnetmemizi yasakladı: Güneş doğduğu zaman yükselinceye kadar, güneş tepe noktasına geldiği zaman zevâline kadar, güneş batmaya meylettiği zaman” Bu sebeple bu üç kerâhet vaktinde ne kazâya kalmış farz veya vacip namazlar, ne de cenaze namazı kılınır. Söz konusu vakitlerde bunları kılmak haramdır. Daha önce okunmuş bir secde ayetinden dolayı tilâvet secdesi de yapılamaz. Yapılırsa iâde edilir. Bu üç vakitte nâfile namaz da kılınamaz. Ancak kılınırsa mekruh olmakla birlikte geçerli olur ve iâdesi gerekmez. Tam zevâl anına rastlayan bir namaz, farz veya vacip ise fâsit, nâfile ise mekruh olur. Ancak Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre cuma günü zevâl vaktinde nâfile namaz kılmak mekruh değildir. İmam Şâfiî de bu görüştedir. Diğer taraftan, bu üç vaktin, ateşe tapanların ibadet vakitleri olduğu ve ibadet ederken onlara benzememenin dinimizin prensiplerinden biri olduğu bilinmelidir. Bu üç vaktin dışında, aşağıda zikredeceğimiz vakitlerde ise sadece nâfile (buna sünnetler dahil) namaz kılmak mekruhtur. 1. İkinci fecrin yani fecr-i sâdığın doğmasından güneşin doğacağı zamana kadar olan vakit. Bu vakitte nâfile namaz olarak sadece sabah namazının iki rek‘at sünneti kılınabilir. 2. İkindi namazının farzı kılındıktan sonra güneşin batımına kadar geçen sürede nâfile namaz kılmak mekruhtur. 3. Akşam namazının farzından önce nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak Şâfiî mezhebine göre akşam namazının farzından önce iki rek‘at namaz kılmak, sünnet-i gayri müekkede olup müstehaptır. 4. Bayram namazlarından önce ve sonra nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak Ebû Hanife’ye göre bayram namazından sonra evde nâfile namaz kılmak mekruh değildir. 5. Farz namaz için kâmet getirilirken sabah namazının iki rek‘atlık sünneti dışında nâfile namaz kılmak mekruhtur. 6. Hac esnasında Arafat ve Müzdelife’de namazlar cem‘ edilirken aradaki sünnetleri kılmak mekruhtur. 7. Hatip hutbeye çıktığı zaman ve hutbe esnasında nâfile namaz kılmak mekruhtur. Ancak hatip hutbeye çıkmadan önce başlanılan sünnet tamamlanır. 8. Farz namaz için vakit daraldığı halde nâfile namaz kılmak mekruhtur |
21 Mayıs 2014, 17:45 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri
Namaz Vakitleri Kur’ân’da namazın şart ve rükünlerinin nelerden ibaret olduğu topluca değil parça parça açıklanmıştır. Günlük farz namazların rek‘at sayıları; sabah iki, öğle dört, ikindi dört, akşam üç ve yatsı dört olmak üzere toplam on yedi rek‘at olarak Peygamberimiz’in uygulamalarıyla sabit olmuştur. Kur’ân’da beş vakit farz namaza işaret edilmekle birlikte, her bir namaz vaktinin başlangıç ve sonu, yerkürenin her yerinde aynı olmadığı için açıkca belirtilmemiştir. Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonu hadis-i şeriflerle özellikle “Cebrâil’in imamlığı” adıyla meşhur olan bir hadis ile açıklanmıştır. Fıkıh bilginleri, Peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak namaz vakitlerinin başlangıç ve sonunu tesbit etmeye çalışmışlardır. Ayrıca Kutup bölgeleri ile onlara yakın bölgelerde namaz vakitlerinin hangi esaslara göre belirleneceğini ve iki namazın bir vakitte birleştirilerek kılınıp kılınamayacağını tartışmışlardır. 1. Sabah namazının vakti, ikinci fecrin meydana gelmesinden, yani tan yerinin ağarmasıyla başlar, güneşin doğmasıyla son bulur. İki fecir vardır. “Fecr-i kâzib” (aldatan fecir, yalancı tan) adı verilen birinci fecir, doğu ufkunda beliren ve ufuktan yukarıya doğru dikey olarak yarı daire şeklinde yükselen bir beyazlık/aydınlıktır. Bu beyazlık/aydınlık kısa bir zaman sonra kaybolur ve kendisini normal bir gece karanlığı izler. Bu karanlıktan sonra “fecr-i sâdık” (gerçek fecir, gerçek tan) diye adlandırılan ikinci fecir meydana gelir ki bu, sabaha karşı doğu ufkuna yayılmaya başlayan bir beyazlık/aydınlıktan ibarettir. Bununla yatsı namazının vakti çıkmış ve sabah namazının vakti girmiş olur. Bu aynı zamanda oruç için imsâk vaktidir; oruç ibadetinin yasaklarının başlangıcıdır. Hanefî mezhebine göre, sabah namazını, halkın cemaate rahatlıkla katılabilmesi için, ortalık biraz aydınlandıktan sonra (isfâr) kılınması müstehaptır. Bununla birlikte, namaz herhangi bir sebeple bozulduğu takdirde, bozulan bu namazın âdâb ve erkânına uygun bir biçimde yeniden kılınacağı da dikkate alınarak bu namazı güneşin doğum vaktine kadar geciktirmek de doğru değildir. Diğer üç mezhebe göre, her zaman sabah namazını ortalık henüz alaca karanlık iken (tağlîs) erkenden kılmak daha faziletlidir. 2. Öğle namazının vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan (istivâ) batıya doğru meyletmesiyle (zevâl) başlar. Bu vaktin sonu ile ilgili iki görüş vardır. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre öğle vakti, cisimlerin gölgesi bir misli uzayıncaya kadar devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktasında iken yere düşen gölgesi (fey-i zevâl) bunun dışındadır. Bununla öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna “asr-ı evvel” (birinci ikindi) denir. Ebû Hanîfe’ye göre ise öğle vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi iki katına uzayıncaya kadar devam eder. Bununla öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur. Buna da “asr-ı sânî” (ikinci ikindi) denir. Bu konudaki görüş farklılıkları dikkate alınarak, öğle namazının “asr-ı evvel”den önce, ikindi namazının ise, “asr-ı sânî”den sonra kılınması tavsiye edilmiştir. Yaz mevsiminde öğle namazını, namaz kılanların camiye giderken sıcaktan etkilenmemeleri için biraz geciktirilerek serinde kılınması (ibrâd), diğer mevsimlerde ise hemen vakit girince kılınması müstehaptır. 3. İkindi namazının vakti, daha önce belirtildiği üzere öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve güneşin batması ile son bulur. Yukarıdaki asr-ı evvel ve asr-ı sânî ihtilafını gözeterek ikindi namazını, biraz geciktirerek kılmak müstehaptır. Ülkemizdeki namaz vakitleri çizelgeleri veya takvimler asr-ı evveli esas almaktadır. Ancak, bu namazın, kerâhet vakti olarak bilinen güneşin sararıp gözleri kamaştırmayacağı vakte kadar geciktirilmemesine de dikkat edilmelidir. 4. Akşam namazının vakti, güneşin batmasıyla başlar, batı ufkunda meydana gelen “şafak”ın kaybolmasıyla sona erer. Ebû Hanîfe’ye göre, “şafak” akşamleyin batı ufkundaki kızartı/kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlık/aydınlıktır. Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve diğer üç mezhebe göre ise, “şafak” ufukta meydana gelen kızıllıktır. Bu kızıllık gidince akşam namazının vakti çıkmış, yatsı vakti girmiş olur. Batı ufkunda kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlık/aydınlık, ekvator bölgeleri ile bunlara yakın bölgelerde yaklaşık on iki dakikalık bir süre devam etmektedir. Kızıllık ve beyazlık arasındaki bu süre, ekvatordan güney ve kuzey bölgelere doğru gidildikçe daha da uzamaktadır. Bu durum ise yaz mevsiminde yatsı namazının geç kılınmasını, halkın uzun bir süre yatmaksızın yatsı namazını beklemelerini ve dolayısıyla erkenden yatıp erkenden işine gitmek isteyen kişileri sıkıntıya sokmaktadır. Hanefî mezhebinde bu husus da dikkate alınarak, ufuktaki kızıllığın kaybolmasıyla akşam namazının vaktinin çıkıp yatsı namazının vaktinin girdiğine ilişkin Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’in görüşü tercih edilmiş ve fetva da bu görüşe göre verilmiştir. Akşam namazının vakti çok kısa sürdüğü için ilk vaktinde kılmak müstehaptır. 5. Yatsı namazının vakti, yukarıda belirtilen batı ufkunda beliren şafağın kaybolmasından itibaren başlar, ikinci fecrin oluşumuna kadar devam eder. İkinci fecir ortaya çıkınca, yani tan yeri ağarınca yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. İkinci fecir aynı zamanda oruç için imsâkın da başlangıcıdır. Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirmek mubah, bir özür bulunmadıkça ikinci fecre kadar geciktirmek ise mekruhtur. Çünkü bu durumda namazı kaçırma ihtimali söz konusu olur. 6. Fıkıh bilginleri, kutuplarda ve namaz vakitlerinden birinin veya ikisinin gerçekleşmediği bölgelerde yaşayan kişilere, o vakitler için namazın farz olup olmadığını tartışmışlardır. Fakihlerden bir kısmı, yılın bir mevsiminde batı ufkundaki akşamın şafağı kaybolup karanlık durumu meydana gelmeden tanyerinin ağardığı yerdeki bir kişiye, yatsı namazının farz olmadığına fetva vermişlerdir. Bu fetvalarını, abdest organlarından bir veya ikisini kaybeden kimsenin bu organları yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas ederek ortaya koymuşlardır. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğu ise, bu bölgelerde yaşayan Müslümanların da beş vakit namazı kılmakla yükümlü olduklarını ifade etmişlerdir. Bu âlimlere göre, bu bölgelerde yaşayan kişiler, bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti gerçekleşmezse ya o namazı kazâ olarak kılarlar veyahut o beldeye en yakın olup, beş vakit namazın vakitleri tam olarak gerçekleşen beldenin vakitlerine göre, vakitleri takdir ederek namazları edâya çalışırlar. Çünkü her ne kadar vakit, namazın edâsının bir şartı ve farz olmasının bir sebebi/belirtisi ise de, namazın farz olmasının asıl sebebi Allah’ın “Namazı kılınız” (el-Bakara 2/110) anlamındaki hitabıdır. Bu görüşte olan âlimler, aynı şekilde, bu gibi yerlerde yaşayan Müslümanların, oruç, zekât, hayız, nifas, iddet ve benzeri yükümlülükleri konusunda da bu şekilde bir hesap ve takdirin yapılmasını uygun görmüşlerdir. Günümüz fıkıh bilginlerinden bir kısmı, kutuplara yaklaşıldıkça güneşin doğuş ve batışları çok farklı olan bölgelerde, 45. paralel üzerinde geçerli namaz vakitlerinin, 45. paralelden 90. paralele kadar yani kutuplara kadar uzanan bölgelerde dahi geçerli olacağını, bir kısmı ise bu gibi bölgelerde Mekke’deki namaz vakitlerinin esas alınması gerektiği tezini savunmuşlardır. 7. Fıkıh bilginleri, iki namazı bir vakitte kılmanın (cem‘u’s-salâteyn) câiz olup olmadığını tartışmışlardır. İki namazın birleştirilerek bir vakitte kılınması, sadece “öğle ile ikindi”, “akşam ile yatsı” namazları için söz konusudur. İki namazın, bunlardan birincisinin vakti içinde birleştirilerek peş peşe kılınmasına “cem-i takdîm” (öne alarak birleştirmek), ikincisinin vakti içinde birleştirilerek peş peşe kılınmasına ise “cem-i te’hîr” (sona bırakarak birleştirmek) adı verilmiştir. Buna göre öğle ile ikindiyi öğle vaktinde, akşam ile yatsıyı akşam vaktinde birleştirilerek peş peşe kılmak cem-i takdîm olur. Buna karşılık, öğle ile ikindiyi ikindi vaktinde, akşam ile yatsıyı yatsı vaktinde birleştirilerek peş peşe kılmak da cem-i te’hîr olur. Bunlardan başka, öğleyi geciktirerek kendine ait son vaktinde kılmak ve ardından ikindiyi de kendisine ait ilk vaktinde kılmak, akşamı geciktirerek son vaktinde kılıp ardından da yatsıyı kendisine ait ilk vaktinde kılmak da görünüş itibariyle yani şeklen bir cem sayılır ki, buna da “cem-i sûrî” denir. Görünüş itibariyle birleştirmeyi câiz gören Hanefîlere göre, hac esnasında Arafat ve Müzdelife’de yapılan cemlerin dışında namazlar birleştirilerek kılınmaz. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre gerek hacda ve gerekse belirli şartlar dâhilinde yolculuk, korku, aşırı yağmur ve benzeri mazeretler sebebiyle namazlar birleştirilebilir. Hanbelî mezhebine göre hastalar ve geçerli bir ihtiyaç ve mazereti bulunanlar da mezkûr namazları birleştirebilir. Mâlikîler’den Eşheb, Şâfiîler’den İbn Münzir gibi azınlıkta kalan bazı fakihler, “alışkanlık veya devamlılık” haline getirmemek şartıyla, az önce sayılan sebeplerden biri olmaksızın da yukarıda belirtilen namazların gerektiğinde cem edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bazı fıkıh bilginleri tarafından ihtiyaca binaen ve belirli şartlar altında ceme cevaz verilmekle birlikte, bu ruhsatın amacı doğrultusunda kullanılması, namazın beş vakit olarak teşri kılınmasın daki hikmetlerden uzaklaştırıcı ve namaz vakitlerini üç vakte indirici izlenimini verecek davranışlardan olabildiğince kaçınılması gerektiği de bilinmelidir. |
21 Mayıs 2014, 17:46 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri
Cuma Namazı Cumanın Önemi ve Hükmü 1. Cumanın önemi ve fazileti: Cuma Müslümanların haftalık bayram günüdür, bu mübarek günde Müslümanlar mâbetlerde toplanır, okunacak hutbeleri can kulağıyla dinleyip bunlardan feyz alır, bilgilerini artırırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar, namazdan sonra birbirlerinin hal ve hatırlarını sorarlar ve tekrar normal günlük işlerine dönerler. Hz. Peygamber’den cuma günü ve cuma namazının fazileti hakkında pek çok hadis nakledilmiştir (Buhârî, “Cumu’a”, 3, 6, 19; Müslim, “Cumu’a”, 15). Cuma günü, beden temizliği yapmak, boy abdesti almak, güzel ve temiz elbiseler giymek, başka şeylerle uğraşmayıp erkence camiye gitmek, tahiyyetü’l-mescid olmak üzere iki rek‘at namaz kılmak, Kehf sûresini okumak veya dinlemek müstehaptır. 2. İlk Cuma namazı: Hz. Peygamber hicretleri esnasında Medine yakınlarında, Sâlim b. Avf yurdunda “Rânûnâ” denilen vadi içersinde bulunan “Benî Sâlim namazgâhı”nda ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır. 3. Cuma namazının hükmü: Şartlarını taşıyan kimseler için cuma namazı farz-ı ayındır ve iki rek‘attır. Bu namazın farz olduğu Kitap, Sünnet ve icma ile sabittir. “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Bilesiniz ki bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın, Allah’ın lûtfundan isteyin, Allah’ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (el-Cumu’a 62/9-10) ayeti, bu namazının farz olduğunu gösterir. Peygamber Efendimiz de, cuma namazının farz olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Cumu’a”, 40; Ebû Dâvûd, “Salât”, 204; Tirmizî, “Cumu’a”, 4). İslâm bilginleri cuma namazının farz olduğunda görüş birliği içindedirler. Cuma namazının diğer namazlardaki şartlardan başka kendisine ait bazı özel şartları vardır. Bu şartlardan bir kısmı cumanın bir kimseye farz olmasının şartlarıdır, diğerleri ise cumanın sahih ve muteber olmasının şartlarıdır. Cuma Namazının Farz Olmasının (Vücup) Şartları Cuma namazı herkese farz değildir. Cuma namazının vücup şartları yani bir kimseye - Müslüman, akıllı ve bâliğ olma şartlarına ek olarak- farz olmasının şartları şunlardır: 1. Erkek olmak. Cuma kadına farz değildir, fakat kılarsa sahih olur ve artık o günün öğle namazını kılmaz. 2. Hür olmak. Köleye cuma namazı farz değildir, kılarsa öğle namazı yerine geçer. 3. Mukîm olmak. Cuma namazı, cuma namazı kılınan yerde ikamet eden kimselere farzdır. Buna göre, dinen yolcu (müsafir) sayılan kimseye cuma namazı farz değildir, kılarsa sahih olur ve artık öğle namazını kılmaz. 4. Sağlıklı olmak. Hasta olup cuma namazına çıktığı takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimseye cuma namazı farz değildir. Yürümekten aciz bulunan yaşlı kimse ile hasta bakıcı da böyledir. Bazı fakihlere göre, kör ve kötürüm kişilere, kendilerini cumaya götürecek kimseleri olsa bile cuma namazı farz değildir. 5. Mazereti olmamak. Bir mazereti sebebiyle cumaya gidemeyen veya cumaya gittiği takdirde, mal, can ve namusunun zayi olacağından endişe eden kimselere cuma namazı farz değildir. Mahpus olmak, can, namus ve mal güvenliği için nöbet tutmak, düşman korkusu, tehlikeli soğuk veya sıcak, şiddetli yağmur, çok çamur ve benzeri durumlar, cuma namazına gitmemeyi mubah kılan özürlerin başlıcalarını teşkil etmektedir. Cuma Namazının Sahih Olmasının Şartları Kılınan cuma namazının sahih ve muteber olması ve öğle namazının yerini tutabilmesi için aranan şartlar da şunlardır: 1. Cuma namazını, devlet başkanının veya onun görevlendirdiği bir kişinin kıldırması şarttır. 2. Genel izin. Cuma namazının, yöneticiler tarafından izin verilen ve halka açık camilerde kılınması gerekir. Cuma namazı için izin verilen camiin kapısı kapatılarak, orada sadece belirli kişilerin cuma namazını kılmaları geçerli değildir. 3. Vakit. Cuma namazı öğle namazı vaktinde kılınır. Bu vakitten önce veya vakit çıktıktan sonra Cuma namazı ne edâ ve ne de kazâ suretiyle kılınabilir. 4. Cemaat. Fıkıh bilginleri, cuma namazının cemaatle kılınması halinde geçerli olacağını ifade etmişlerdir. Ancak cemaatin sayısı hakkında farklı sayılar ileri sürmüşlerdir. Ebû Hanîfe’ye göre cuma namazı için aranan cemaatin en az sayısı imam dışında üç, Ebû Yûsuf’a göre imam dışında iki, İmam Mâlik’den bir görüşe göre otuz, İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre de kırk kişidir. 5. Hutbe. İki rek‘atlık bir farz olan cuma namazından önce hutbe okunması şarttır. Cuma hutbesinin rüknü, Ebû Hanîfe’ye göre “zikrullah”tan ibarettir. Bu sebeple yalnız “el-Hamdu lillah” veya “Sübhânellah” veyahut “Lâ ilâhe illâllah” denecek olsa kifayet eder. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise hutbe denilecek derecede uzunca bir zikirden ibarettir. Bunun da en az miktarı, tahiyyat duası uzunluğunda hamd ve salâvât ile Müslümanlara duadır. Hutbenin vacipleri, hatibin hutbeyi abdestli ve ayakta okumasıdır. Hutbenin sünnetleri de, hutbeyi iki kısma ayırmak, bunların arasında bir tesbih veya üç ayet okunacak kadar oturmaktır. Bu yönüyle buna “iki hutbe” denir. Bu iki hutbeden her biri “hamd”i, “kelime-i şehâdet”i ve “salât ü selâm”ı ihtiva etmeli ve birinci hutbe bir ayetin okunması ile bu ayetin anlamı çerçevesinde yapılacak bir nasihatı, ikinci hutbe de müminler hakkında duayı içermelidir. Her iki hutbeyi de uzatmamak sünnettir. Cemaatin acil işleri olduğu düşünülerek hutbe kısa tutulmalıdır. Zira, hutbelerin kısa, fakat özlü, faydalı olması hatibin dirayet ve faziletine bir delildir. Nitekim bir hadis şu anlamdadır: “Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa olması dini iyi anladığının işaretidir; namazı uzatın, hutbeyi ise kısa tutun, kuşkusuz bazı sözler vardır ki, bir sihir gibi kalbleri büyüler” (Müslim, “Cumu’a”, 47). Sahâbîler, Hz. Peygamber’in namaz ve hutbesinin ne uzun ne de kısa olduğunu, aksine orta halli olduğunu rivayet etmişlerdir (Müslim, “Cumu’a”, 41-42). Hatip, iç ezan okununcaya kadar minberde oturur, sonra ayağa kalkar, gizlice eûzü-besmele okuyarak, açıktan hamd ü senâda bulunur, hutbesini cemaate karşı sunar. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hutbe bitince kâmet getirilir. Hatibin hutbenin sünnetlerine riayet etmemesi veya hutbe esnasında gereksiz konuşması mekruhtur. 6. Şehir. Cuma namazının şehir ve civarında kılınması cumanın sıhhat şartlarından biridir. Bu şartı getiren Hanefîler’e göre şehir (mısr), “valisi, yargıcı bulunan belde”, “en büyük camisi, cuma kılması gereken kişileri almayacak kadar kalabalık bir nüfusu barındıran mahal”, “devletin şehir saydığı yer” ve benzeri şekillerde tanımlanmıştır. “Şehir civarı”nın ölçüsü normal şartlarda ezan sesinin duyulacağı sahadır. Şâfiîler ile Mâlikîler, cumanın halkın devamlı oturduğu köy ve şehirlerde kılınması gerektiği görüşünü savunmuşlardır. Hanbelîler ise ancak cuma namazı ile mükellef olan en az kırk kişinin oturduğu bir yerleşim bölgesinde kılınabileceğini söylemişlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bir soru üzerine, 1933 yılında konuyu ele alıp incelemiş, bu konudaki dinî delilleri değerlendirerek köylerde de cuma namazının kılınabileceği cevabını vermiştir. Cuma Namazının Kılınışı Cuma namazı öğle vaktinde ve cemaatle kılınır. Önce minareden ezan (dış ezan) okunur. Sonra dört rek‘atlık cuma namazının sünneti, öğle namazının sünneti gibi kılınır. Hatip minbere hutbe okumak üzere çıkıyorsa, bu namaza başlanmaz. Ancak önceden başlanmış ise tamamlanır. Hatip minbere çıkmaya başlayınca müezzin ezan (iç ezan) okur, hatip ezanı minberde oturarak dinler. Ezan bittikten sonra, hutbesini ayakta cemaate yönelerek sunar. Hatip hutbesini sunarken cemaat her hangi bir işle meşgul olmaz, konuşmayıp susar ve büyük bir dikkatle hutbeyi dinler. Hatip hutbeyi bitirdikten sonra müezzin kâmet getirir. Bu esnada hatip minberden inerek mihraba geçer ve iki rek’at cuma namazını, sabah namazının iki rek’at farzı gibi kıldırır. Cuma namazının farzı kılındıktan sonra dört rek’at cuma namazının son sünneti, öğle namazının dört rek’at sünneti gibi kılınır. Böylece namaz tamamlanır. Ülkemizde uzun yıllardan beri bir de “zuhr-i âhir” (ez-zuhru’l-âhir) adıyla dört rek‘atlik bir namaz daha kılınmaktadır. Son öğle namazı anlamına gelen bu ilave namaz, cumanın şartlarıyla ilgili ihtilaflardan ve aşırı sayılabilecek bir hassasiyetten kaynaklanmıştır. Bir yerleşim yerinde birden fazla camide cuma namazı kılınmışsa bunlardan birisinin geçerli diğerlerinin şüpheli olacağını söyleyen bazı müctehitler, söz konusu şüpheyi “Vaktine yetiştiğim halde henüz edâ etmediğim yahut henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazını kılmaya” niyetiyle edâ edilecek dört rek‘atlik bir namaz ile gidermeyi düşünmüşlerdir. İbadetler, dinin ana kaynaklarının emrettiği biçimde yapıldıktan sonra yersiz şüpheye yer olmadığından, insanların kendiliklerinden bir ibadet ihdas etme hakları bulunmadığından ve ilave ibadet uygulamalarının bid‘at kapsamına girmesi tehlikesi bulunduğundan hangi isim ile olursa olsun böyle bir namazın kılınması çok doğru olmayacaktır. Cuma namazının farzına imam selam vermeden önce yetişen kişi, imam selam verdikten sonra ayağa kalkarak cuma namazını tamamlayabilir. Ancak İmam Muhammed’e göre ikinci rek‘atın rükû‘undan sonra imama uyan kişi, cuma namazını değil öğle namazını tamamlar. Cuma namazı cemaatle kılındıktan sonra kılmayanlar tarafından kazâ edilemez. Bunun yerine öğle namazı kılınır. Kur’ân-ı Kerim’de, cuma namazı için ezan okunduğu zaman alış veriş gibi kişiyi ibadetten alıkoyan akitlerin yasaklandığı bildirilmiştir (el-Cumu’a 62/9). Fıkıh bilginleri, bu yasağın namaz bitinceye kadar devam ettiğini ve bu yasağın yalnız cuma namazını kılmakla yükümlü kişilerle ilgili olduğunu açıklamışlardır. Hanefi ve Şâfiî fıkıh bilginleri, cuma namazını kılmakla yükümlü kişilerin yasağa rağmen yaptıkları akitlerin mekruh olmakla birlikte câiz olduğunu, Mâlikî ve Hanbelî fıkıh bilginleri ise bu tür akitlerin geçersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. |
21 Mayıs 2014, 17:46 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri
VÂCİP NAMAZLAR Vitir, bayram namazları yanı sıra tavaf, nezir namazları da vaciptir. Tavaf namazı iki rek‘attır. Nezrin de en azı iki rek‘attır. Vitir Namazı Vitir kelimesi sözlükte çiftin karşıtı olan tek anlamına gelir. Vitir namazı vacip olup üç rek’attır. Vitir namazının vakti yatsı vaktidir, ancak ondan sonra kılınır. Vitir namazının ilk iki rek‘atı yatsı namazının farzının ilk iki rek‘atı gibi kılınır. Üçüncü rek’atta besmele, Fâtiha ve bir miktar Kur’ân okunduktan sonra daha ayakta iken eller kaldırılıp “Allahu ekber” diye tekbir alınır, tekrar eller bağlanıp ayakta iken “kunût” duası okunur, sonra “Allahu ekber” denilerek rükû ve secdelere varılır, daha sonra oturulur ki, bu da son oturuştur. Bu oturuşta “Tahiyyât”, “Allahümme salli-bârik” ve “Rabbenâ âtinâ” duaları okunup selam verilerek namaz bitirilmiş olur. Vitir namazı, sadece ramazan ayında cemaatle kılınır ve imam bu namazı açıktan kıldırır. Hem imam hem de cemaat kunût duasını gizli okur. Hanefîler’e göre vitirden başka namazlarda kunût duası okunmaz. Yalnız, sıkıntı, fitne ve belâ meydana gelmesi halinde sabah namazlarının farzında kunût duası okunabilir. İmam Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise her zaman sabah namazlarının farzında ikinci rek‘atın rükû‘undan sonra ayakta kunût duası okunur. Bu kunût Mâlikîler’e göre müstehap, Şâfiîler’e göre ise sünnettir. Sabah namazında kunût duasını okuyan bir Şâfiî veya Mâlikî imama uyan bir Hanefî susar, kunûtu okumaz. Eğer okuyacaksa içinden okur. Vitir namazında okunan kunût duası şöyledir: “Allahümme innâ nes’te’înüke ve nes’tağfirüke ve nes’tehdîke ve nü’minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke’l-hayra küllehü neşkürüke ve lâ nekfürüke ve nahle’u ve netrükü men yefcürüke. “Allahümme iyyâke na’büdü ve leke nusallî ve nescüdü ve ileyke nes‘â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bi’l-küffâri mülhikun”. Türkçesi: “Allahım! Senden yardım ve mağfiret ister, Senden hidayet dileriz. Sana iman edip Seni tasdik eder, günahlarımızdan dolayı Sana tevbe eder, Sana itimat ederiz. Seni bütün hayırlar ile sena ve zikirde bulunur, nimetini itiraf ile Sana şükrederiz. Seni inkâr etmeyiz. Sana isyan edip duranları reddeder, terk ederiz, kendileriyle ilişkilerimizi keseriz. Allahım! Biz ancak Sana ibadet eder, Senin için namaz kılar, Sana secde ederiz. Senin rızanı ve kulluğunu elde etmek için çalışır, koşarız. Senin rahmetini umar, azabından korkarız. Şüphe yok ki, Senin azabın kâfirlere erişicidir”. Kunût duasını bilmeyen sadece “ Rabbenâ atinâ fî’d-dünya haseneten ve fi’l-âhirati haseneten ve kınâ azâbe’n-nâr” ayetini okuyabilir. Üç defa “Allahümmağfirlî” (Allahım beni bağışla) de diyebilir. Üç defa “Yâ Rab” (Ey Rabbim) demesi de câizdir. Bayram Namazları Bayramların Önemi Bayram, neşe, sevinç ve eğlence günü demektir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicret edince, Medinelîler’in yılda iki bayram, eğlence ve sevinç günü olduğunu görüp “Yüce Allah size o iki bayram günlerine bedel olarak daha hayırlı iki bayram günleri ihsan buyurmuştur” diye müjdelemiş, o günlerin Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı günleri olduğunu haber vermiştir. İşte o tarihten itibaren Müslümanlar, bu günleri biri Ramazan Bayramı, diğeri Kurban Bayramı olarak kutlamaya devam etmişlerdir. Ramazan Bayramı üç, Kurban Bayramı ise dört gündür. Müslümanların kutladıkları bu bayramlar, hem dinî hem de sosyal yönlüdür. Ramazan ayında zekât ve fitrelerle birbirleriyle yardımlaşıp dostluk ve kardeşliklerini perçinleyen ve her çeşit meşakkatlere katlanıp oruçlarını tutan Müslümanlar, bir aylık yasaktan sonra yeme içme serbestliğine ulaşmış ve artık bayram yapmayı hak etmişlerdir. Yine dünyanın dört bir köşesinden gelip Mekke’de buluşarak hac görevini îfâ eden hacılar ile dünyanın her bir köşesinde yaşayan diğer bütün Müslümanlar aynı günde kurbanlarını kesip kurban etlerini paylaşarak büyük bir coşkuyla bayramlarını yaparlar. Bayram Namazlarının Hükmü ve Kılınışı Kendilerine cuma namazı farz olan kişilere, bayram namazları vaciptir. Ancak bayram namazlarında hutbe namazdan sonra okunur ve sünnettir. Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre, bayram namazları farz-ı kifâye, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre ise müekked sünnettir. Bayram namazlarının ilk vakti, güneşin yaklaşık beş, altı derece yükseldiği zamandır. Bu vaki güneşin doğuşundan yaklaşık 40-50 dakika sonradır. İşte bayram namazı bu vakitten itibaren başlamak üzere öğle namazına kadar kılınabilir. Bayram namazları, ikişer rek‘attır. Cemaatle kılınır ve kıraat açıktan yapılır. Ezan ve kâmet okunmaz. İmam, “Niyet ettim Allah rızası için iki rek’at Ramazan veya Kurban bayramı namazını kılmaya” diye niyet eder. Cemaat de, “Niyet ettim Allah rızası için iki rek’at Ramazan veya Kurban bayramı namazını kılmaya, uydum hazır olan imama” şeklinde niyet eder. Eller yukarı kaldırılıp “Allahu ekber” denerek başlangıç tekbiri alınır. Eller bağlanır ve gizlice “Sübhaneke” okunur. İmam açıktan, cemaat de gizlice “Allahu ekber” diye üç defa tekbir alır. Her defasında eller yukarıya kaldırılıp daha sonra yanlara salıverilir ve her tekbir arasında üç tekbir miktarı durulur. Üçüncü tekbirin ardından yine eller bağlanır, imam gizlice “Eûzü-Besmele”yi okur ve daha sonra Fâtiha ile bir miktar da Kur’ân’dan okur, açıktan “Allahu ekber” diyerek -bilindiği şekilde- rükû ve secdelere gider. Cemaat de gizlice tekbir alarak imama uyar. Sonra tekbir alınarak ikinci rek’ata kalkılır, imam gizlice “Besmele”yi okuduktan sonra açıktan Fâtiha ile bir miktar da Kur’ân’dan okur, tekrar üç defa eller kaldırılarak, birinci rek’atta olduğu gibi tekbir alınır, bu üç tekbirden sonra yine imam açıktan cemaat de gizlice “Allahu ekber” diye tekbir alarak rükû ve secdelere varılır. Daha sonra oturulup “Tahiyyât”, “Allahümme salli-bârik” ve “Rabbenâ âtinâ” duaları gizlice okunarak sağa sola selam verilerek namaza son verilir. Bu duruma göre, her bir rek’atda üç fazla tekbir bulunur ki, bunlar da vaciptir. Hatip, bayram namazından sonra minbere çıkar, oturmaksızın hutbeye başlar, Cumada olduğu gibi iki hutbe sunar. Ancak, bayram hutbelerine tekbir ile başlanır, cemaat de bu tekbirlere hafifçe katılır. Hatip, Ramazan Bayramı hutbesinde cemaate özellikle fitre, Kurban Bayramında ise kurban ile teşrik tekbirleri hakkında bilgi verir. Cuma hutbesinde sünnet olan hususlar bayram hutbesinde de sünnettir, mekruh olan hususlar da mekruhtur. Bayram namazında birinci rek’atın rükûunda iken imama uyan kişi, bu rükûya yetişeceğine kanaat getirirse, ayakta gizlice başlangıç tekbiri ile bayram tekbirlerini alır ve daha sonra rükûya varır. Rükûyu kaçıracağından korkarsa, başlangıç tekbirinden sonra rükûya varır. Bayram tekbirlerini rükûda iken ellerini kaldırmaksızın alır, imam rükûdan doğrulunca, bayram tekbirlerini bitirmese bile kendisi de kalkar. Artık bitiremediği tekbirler, onun üzerinden düşer. Bayram namazının ikinci rek’atına yetişen kişi, birinci rek’atı kazâ etmek üzere kalkınca, önce gizlice “Besmele” ve Fâtiha sûresi ile bir miktar da Kur’ân’dan okur, sonra yine gizlice bayram tekbirlerini alır ve namazını tamamlar. Bayram namazına hiç yetişemiyen kişi, kendi başına bayram namazını kılamaz, dilerse dört rek’at nâfile namazı kılar, bu bir kuşluk namazı yerine geçer. Şâfiîler’e göre, bayram namazlarını cemaatle kılmak daha faziletlidir. Ancak bu namaz, onlara göre tek başına hutbesiz de kılınabilir. Bu sebeple, kadınlar ve yolcular da bu namazı kılabilirler. Hanbelî mezhebine göre de, imam ile kılmayan bir kişinin bu namazı tek başına kazâ etmesi sünnettir. Bayram günlerinde, erken kalkmak, boy abdesti almak, güzel hafif kokular sürünmek, en güzel elbiseler giyinmek, karşılaştığı mümin kardeşlerine karşı güler yüzlü olmak, fazlaca sadaka vermek, bayram gecelerini ibadetle geçirmek müstehaptır. Teşrîk Tekbirleri Arefe gününün sabah namazından itibaren kurban bayramın dördüncü gününün ikindi namazına (bunlar dâhil) kadar yirmi üç vakit farz namazını müteakip bir defa : “Allahu ekber, Allahu ekber, Lâ ilâhe illallahu vallahu ekber, Allahu ekber ve lillahilhamd” diye tekbir getirilir ki, buna “teşrîk tekbirleri” denir. Etleri asıp kurutmak anlamına gelen bu kelime aynı zamanda kurban bayramı günlerine verilen bir isim olduğundan, o günlerdeki tekbirler de böyle isimlendirilmiştir. Teşrîk tekbirinin anlamı şöyledir: Allah yücedir, Allah yücedir. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah yücedir, Allah yücedir. Hamd Allah’a mahsustur”. Teşrîk tekbirleri, fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre vaciptir. Buna sünnet diyenler de vardır. Tek başına kılan da, cemaatle kılan da teşrîk tekbirini getirir. Erkekler tekbiri açıktan, kadınlar ise içlerinden getirir. Zamanında getirilmeyen tekbirlerin kazâsı yoktur. |
21 Mayıs 2014, 17:48 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Namaz kavramı ve çeşitleri SÜNNET VE NÂFİLE NAMAZLAR Sünnet Namazlar Farz Namazlara Tâbi Sünnet Namazlar (Revâtib) Beş vakit farz namaz ile cuma namazının farzının öünde ve sonunda kılınan namazlar sünnet namazlar olarak isimlendirilir. Farz namazlara tâbi sünnet namazlar terâvih namazı dışanda tek başına yani cemaatsiz kılınır. Belli bir düzen içinde kılınan bu namazlara revâtib adı verilmiştir. Farzlara tâbi olarak kılanan bu namazların bir kısmı müekked sünnet (Hz. Peygamber’in devamlı kıldığı) ve gayri müekked sünnet (Hz. Peygamber’in ara sıra terk ettiği) şeklinde iki kısma ayrılır. Gayri müekked sünnetler müstehab veya mendup olarak da adlandırılır. Hanefîler’e göre başlanılmış bir sünnetin bozulması halinde kazâsı vaciptir. Hanefîler’e göre farza tâbi sünnet namazlar vakit çıktıktan sonra kazâ edilmez. Sadece sabah namazının sünneti farzı ile birlikte kerâhet vakti çıktıktan sonra o günün öğle vaktine kadar bir zaman diliminde kazâ edilebilir. Sünnet namazların her rek‘atında kıraat farzdır. Dört rek‘atlık gayri müekked sünnet namazlarda (ikindi namazının sünneti ile yatsı namazının ilk sünneti), müekked sünnetlerden farklı olarak ilk oturuşda tahiyyattan sonra salli-bârik duaları okunur ve üçüncü rek’ata sübhâneke ile başlanır. Farz namazların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlar farz namazlara hazırlayıcı, onları koruyucu ve eksiklerini telâfi edici ibadetlerdir. Ayrıca bu namazlar Hz.Peygamber’e bağlılığın bir göstergesi olup terk edilmesi hoş karşılanmaz. Terâvih Namazı Terâvih namazı Ramazan ayına mahsus bir namaz olup yatsı namazının vaktinde vitirden önce yirmi rek’at olarak kılınır. Terâvih Arapça tervîha kelimesinin çoğulu olup sözlükte nefsi dinlendirmek, rahatlatmak gibi anlamlara gelir. Terâvih namazının her dört rek‘atı sonunda bir süre oturularak istirahat edildiği için bu dört rek‘ata bir tervîha adı verilmiştir. Dolayısıyla bir terâvih namazında beş tervîha vardır. Hz. Peygamber “Her kim Ramazan’da faziletine inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek terâvih namazı kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, “İman”, 37) hadisleriyle Müslümanları terâvih namazını kılmaya teşvik buyurmuşlardır. Terâvih namazı Hz. Peygamber’den itibaren günümüze kadar kesintisiz olarak yatsı namazını müteâkiben kılınagelmiştir. Terâvih namazının hükmü sünnet-i müekkededir. Terâvih namazı tek başına kılınabilmekle birlikte cemaatle kılınması daha faziletlidir. En faziletlisi camide kılınanıdır. Fıkıh bilginlerinin çoğunluğuna göre terâvih namazının cemaatle kılınmasının hükmü sünnet-i kifâyedir. Bunun anlamı şudur: Bir belde halkının tamamı olmasa da hiç değilse bir kısmı bu namazı cemaatle kılmalıdır; belde halkının topluca cemaatle terâvih namazını kılmayı terkedip onu evlerinde tek başlarına kılmaları doğru değildir. Terâvih namazı, her iki rek‘atta bir selam vermek suretiyle kılınır, Böyle kılınması daha faziletli olmakla birlikte, dört rek‘atta bir selam vererek kılmak da mümkündür. Altı, sekiz, on rek‘atta selam vermek suretiyle kılınması ise mekruhtur. İki rek‘atta bir selam verildiği takdirde, bu namaz akşam namazının sünneti gibi kılınır. Dört rek‘atta bir selam verilmesi halinde ise, yatsı namazının ilk sünneti gibi kılınır. Teravih orucun sünneti olmayıp vaktin sünneti olduğu için hasta ve yolcu gibi mazeretleri sebebiyle oruç tutmakla yükümlü olmayanlar için de bu namazı kılmak sünnettir. Yatsı namazının kılınmasının ardından mescide gelen kişi, önce yatsı namazını kılar, daha sonra imamla birlikte terâvih namazını kılmaya başlar, eksik kalan rek‘atları ya imamla birlikte vitir namazını bitirdikten sonra kılar veya önce terâvihten kılamadığı eksik kalan kısımları tamamlar, daha sonra vitir namazını tek başına kılar. Nâfile (Tatavvu‘) Namazlar Hükümleri müstehap, mendup olarak nitelendirilen nâfile (tatavvu‘) namazların başlıcaları şunlardır: Tahiyyyetü’l-Mescid Tahiyye, selam vermek, “tahiyyetü’l-mescid” ise, mescidin Rabbine selam vermek, O’na tâzimde bulunmak demektir. Ziyaret, eğitim, öğretim gibi bir maksatla bir mescide giren Müslümanın, mescidde Rabbine tâzimde bulunmak üzere iki rek‘at nâfile namaz kılması müstehaptır. Günde birkaç defa mescide giren bir kişinin, bu namazı bir defa kılması yeterlidir. Bu namazın mescide girip henüz oturulmadan kılınması daha faziletlidir. Bir mescide girip meşguliyetinden veya vaktin kerâhati gibi bir sebepten dolayı bu namazı kılamayan kişinin “Sübhânallâhi ve’l-hamdu lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu va’llâhu ekber” demesi de müstehap görülmüştür. Diğer taraftan bir mescide herhangi bir namazı kılmak veya farz namazı cemaatle kılmak niyetiyle girmek de tahiyyetü’l-mescid yerine geçer. Kuşluk (Duhâ) Namazı Güneş doğup kerâhet vakti çıktıktan sonra istivâ vaktine kadar iki, dört, sekiz veya on iki rek’at namaz kılmak müstehaptır. Bu, Hz. Peygamber’in fiili ile sâbittir. Kuşluk namazının sekiz rek’at kılınması daha faziletlidir. Bu ibadet işrâk namazı olarak da bilinir. Teheccüd Namazı Yatsı namazının ardından daha uyumadan veya biraz uyuduktan sonra kılınacak nâfile namazına “gece namazı” denir ki, bunun sevabı çoktur. Bir süre uyuduktan sonra kalkılıp kılınırsa “teheccüd namazı” adını alır. Teheccüd namazı iki rek’attan sekiz rek’ata kadardır. Her iki rek’atta bir selam verilmesi daha faziletlidir. Tehüccüd namazı, Peygamber Efendimiz hakkında farz idi (bk. el-İsrâ 17/79). Teheccüd namazına, diğer Müslümanları da teşvik eden ayet ve hadisler vardır İstihâre Namazı İstihâre, bir şeyin hayırlısını istemek anlamına gelir. Hakkında nasıl hareket etmenin doğru olduğu bilinemeyen mubah işlerde, manevi bir işarete nâil olmak için kılınan iki rek’atlık bir namazdır. İlk rek’atta “Kâfirûn” sûresi, ikinci rek’atta ise “İhlâs” sûresi okunur. Ardından istihâre duası yapılır. Abdestli olarak kıbleye yönelerek yatılır, rüyada beyaz veya yeşil görülmesi hayır ve iyiliğe; kırmızı veya siyah görülmesi de şerre delâlet eder. Herhangi bir rüya görülmediği takdirde kalbin ilk meylettiği yön de esas alınabilir. İstihâre yaptıktan sonra mesele aydınlanmazsa, istihâre namazı üç veya yedi gece tekrarlanabilir. İstihâre duası şöyledir: “Ey Allahım! Sen bildiğin için, senden hakkımda hayırlısını bana bildirmeni dilerim. Ve gücün yettiği için, ben Senden güç ve tâkat isterim. Hayra ermemi, Senin büyük fazl ve kereminden niyaz eylerim. Çünkü Senin her şeye gücün yeter. Benim ise gücüm yetmez. Ve Sen her şeyi bilirsin, hâlbuki ben bilemem. Sen gayb âlemini de bilirsin. Ey Allahım! Sen bilirsin, eğer bu iş, benim dinim, yaşayışım, işimin sonucu, dünya ve âhiretim hakkında hayırlı ise bunu bana nasip ve müyesser eyle. Sonra bunda benim için feyiz ve bereket meydana getir. Ve eğer bu iş, benim dinim, yaşayışım, işimin sonucu, dünya ve âhiretim hakkında benim için bir şer varsa, bunu benden çevir, beni de bundan çevir. Benim için gönlümde bir meyil bırakma ve benim için hayır nerede ise müyesser kıl, sonra da beni bu takdir edilen hayır ile hoşnut kıl” (Buhârî, “Teheccüd”, 25; Tirmizî, “Vitr”, 15). Tesbih Namazı Tesbih namazı, her rek’atında yetmiş beş defa “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe ille’llahu ve’llâhu ekber” diye tesbih okunan dört rek’atlı bir namazdır ve sevabı pek çoktur. Bu namaz her vakit kılınabilir; hiç değilse haftada veya ayda ya da yılda bir defa kılınmalıdır, bu aralıklarla kılınamazsa hiç olmazsa ömürde bir defa kılınması önerilmiştir (Ebû Dâvûd, “Tatavvu‘”, 14; “Salât”, 303; Tirmizî, “Salât”, 350). Hâcet Namazı Uhrevî veya dünyevi bir ihtiyacı bulunan kişi, yatsı namazından sonra iki veya dört rek’at namaz kılar, ardında da bir dua yaparak, ihtiyaç duyduğu işin meydana gelmesi için Allah’tan niyaz eder. Hâcet namazının ilk rek’atında Fâtiha’dan sonra üç defa “Âyete’l-kürsî”, diğer rek’atlarda Fâtiha’dan birer defa İhlâs ve Muavvizeteyn sûreleri okunur. Yağmur Duası Kuraklık olduğu zaman Müslümanlar, yağmur (istiskâ) duasına çıkar ve Cenab-ı Hak’tan yağmur yağdırmasını niyaz ederler. Ebû Hanîfe’ye göre, bu durumda dua edilir, insanlar isterlerse, ayrı ayrı namaz kılabilirler. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, cuma namazını kıldıran imamın, cuma namazı gibi, açıktan iki rek’at namaz kıldırması menduptur. Namazın ardından minbere çıkmadan bir hutbe okur. Üç gün yağmur duasına çıkılması müstehaptır. İmamın üzerindeki ceket veya hırkasını ters çevirip giymesi de sünnettir (Müslim, “İstiskâ”, 1). Küsûf ve Husûf (Güneş ve Ay Tutulması) Namazı Güneş tutulduğu zaman (küsûf) cuma namazını kıldıran imam, ezansız ve kâmetsiz iki rek’at namaz kıldırır. Ebû Hanîfe’ye göre, kıraati sessizce, Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise açıktan yapar. İmam, namazın ardından dua okur ve cemaat de “amin”der. Bu namaz, camilerde kılınacağı gibi sahrada da kılınabilir. Ebû Hanife, İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel’e göre, küsûf namazında hutbe okunmaz. İmam Şâfiî’ye göre, hutbe okunması müstehaptır. Hz. Peygamber’in oğlu İbrahim bir buçuk yaşında iken vefat etti. Onun vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. İnsanlar, masum çocuğun vefatından dolayı güneşin tutulduğunu zannetmişlerdi. Hz. Peygamber, insanların bu şekildeki yanlış kanaatlerini değiştirmek için şöyle bir konuşma yapmıştır: “Güneş ve ay, Allah’ın varlığını gösteren ayetlerdir. Hiç bir kimsenin ne ölmesinden ne de hayat bulmasından dolayı tutulmazlar. Böyle bir tutulma durumu gördüğünüz zaman, ay ve güneş tutulması sona erinceye kadar namaz kılın ve Allah’a dua edin.” (Buhârî, “Küsûf”, 1). Ay tutulduğu zaman (husûf) Müslümanların evlerinde tek başlarına iki veya dört rek’at namaz kılması menduptur. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre, bu namaz cemaatle kılınır. Kandil Gecelerinde Namaz Eskiden gerek mevlid-i nebî münasetiyle ve gerekse regâib, berât, mirâc gecelerinde minarelerin kandillerle donatılmasından dolayı, halk arasında bu gecelerin “kandil geceleri” şeklinde isimlendirilmesi yaygınlık kazanmıştır. Kandil gecelerine mahsus bir namaz bulunmamakla birlikte Müslümanlar bu geceleri evlerinde veya camilere giderek namazlarını cemaatle kılmakla, va’z dinlemekle, münferiden kazâ veya nâfile namazları kılmakla, Kur’ân okumakla, dua ve istiğfarda bulunmakla, Allah’ı anmakla, fakirlere yardım etmekle, yakınlarının ve din kardeşlerinin gönlünü almakla veya bunlara benzer ibadetlerle güzelce değerlendirebilirler. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Nüzul Kavramı Hakkında | MERVE DEMİR | Sürelerin Nuzul Sebepleri | 1 | 21 Mayıs 2019 16:02 |
Fetret Kavramı | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 1 | 12 Mayıs 2009 10:31 |
İffet kavramı ..... | akgün | Hadis-i Şerif | 0 | 26 Kasım 2008 23:30 |
Yahudilik'te Din Kavramı ve Din Anlayışı | Emekdar Üye | İslam/Dinler/Mezhepler | 0 | 10 Temmuz 2008 23:48 |
Ben Kavramı Üzerine | KEVİR | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 23 Mayıs 2008 01:03 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|