Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 3.Sınıf Dersleri > İslam Mezhepleri Tarihi

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  20 Aralık 2013 (06:29), Konuya Son Cevap : 20 Aralık 2013 (06:29). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 20 Aralık 2013, 06:29   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:8
Cinsiyet:Erkek
Yaş:50
Mesaj: 3.036
Konular: 340
Beğenildi:1437
Beğendi:478
Takdirleri:10498
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart MEZHEPLER TARİHİ 6.hafta

MEZHEPLER TARİHİ 6.hafta

MEZHEPLER TARİHİ 6

MEZHEPLERE AYRILMAYA YOL AÇAN ETKENLER
Tarihi süreç içinde İslâm kültür coğrafyasında görülen mezhep ve fırkaların ortaya çıkışlarına doğrudan veya dolaylı olarak sebep olan birçok etken bulunmaktadır. Mezhep ve fırkaların oluşumuna yol açan bu sebepleri genel olarak dinî, psikolojik, sosyal, siyasî ve dış faktörler/etkenler şeklinde beş ana grup altında toplamak mümkündür.

DİNÎ ETKENLER
1- Nübüvvet Nurunun Uzaklaşması
Hz. Peygamber vefat ettikten sonra Müslümanlar ortaya çıkan her türlü problemlerini artık kendi başlarına çözmek durumunda kalmışlardı. Ayrıca her ne kadar Müslümanların başında halife bulunsa bile hiç bir kimse Resulullah’ın karizmasına ve manevî otoritesine sahip olamayacağı için, yeni meseleler hakkında ileri sürülen çözümlerin hiç birisi Resulullah’ın çözümleri gibi kalpleri tam itminana kavuşturamıyor, tam bir itaati sağlayamıyordu. Bu durum ise ortaya çıkan problemleri Kur’an ve sahih sünnet ışığında çözme konusunda tabiatıyla farklı anlayışların ortaya çıkmasına yol açıyordu. Buna ilaveten gerek Resulullah zamanında gerekse sahabenin çoğunun hayatta olduğu devirlerde Müslümanlar arasına karışmış bulunan münafıklar bulunmaktaydı. Bunlar özellikle asr-ı saadette ve ilk iki halife döneminde kötü emellerini ortaya çıkarma fırsatı bulamamışlarsa da bu fırsatı ancak Hz. Osman dönemi ve sonraki dönemlerde bulabilmişlerdi. Hülasa nübüvvet nurunun ve onun sağladığı manevi otoritenin zaman içinde giderek ilk gücünü yitirmesi Müslümanlar arasında
ihtilafların çıkmasına yol açan faktörlerden biri olmuştur.
2- Nasların Karakterinden Doğan Sebepler
Gerek ayetler gerekse hadislerin hepsinin üslup özellikleri aynı olmayıp onlar, Arap dilinin belagat ve dil kurallarına göre çeşitli üslup farklılıkları içermektedir. Bu bağlamda ayet ve hadislerde teşbih, temsil, mecaz, kinaye, gibi edebî üsluplar kullanılmış, muhkem ve müteşabih karakterli naslar ortaya çıkmıştır. Bunlara ilaveten kıssa ve darb-ı mesellerle de bir takım hususlar izah edilmiştir. Bütün Müslümanlar Kur’an’ın ilâhî vahyin bir mahsulü olduğu hususunda hem fikirdir. Bu itibarla bütün âyetlerin sübutu kat’îdir. Ancak âyetlerin sadece delaletleri çerçevesinde yani onların belli bir konuya delil olup olmadıkları ve ifade ettikleri anlamlar konusunda görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Buna âyetlerin delaletlerinin kat’î veya zannî oluşu denilmektedir.

Hadislere gelince, bunların hem sübut hem de delalet noktasında bir takım problemleri bulunmaktadır. Bazı hadislerin sıhhatiyle alakalı problemler ile sahih oldukları halde içerdikleri anlamların farklı şekillerde yorumlanmaya müsait oluşlarından dolayı delalet yönünden de problemler ortaya çıkmıştır. Böylece hadislerin sübut ve delaletlerinin kat’î veya zannî oluşları sorunu gündeme gelmiştir.
3- Nasların Anlaşılması Güç Mücerred Konular içermesi
Gerek bazı âyetler gerekse hadisler Allah’ın zatı, sıfatları, insanın iradesi ve özgürlüğü, kader, ruh, âhret gibi her yönüyle anlaşılması güç, soyut konuları içermektedir. Bu gibi mücerret ve bir ölçüde dinî-felsefî konuların anlaşılmasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları da mezheplerin oluşmasına yol açan etkenlerdendir. Zira insanların idrakleri, bilgi birikimleri ve anlayış kapasiteleri farklı seviyelerdedir. Bazı insanlar, gerçekleri anlayıp idrak edebilirken bazıları da sadece bunların bir kısmını kavrayabilmektedir. Bazılarına ise vesvese ve kuruntular hakim olmaktadır.

Kur’an ve hadislerin tefsirinde Müslümanlar değişik lüğavi yorumlar yapmışlardır. Bu bağlamda muhkem ve müteşabih âyetlerin lüğavî anlamları hususunda ihtilafa düşüldü. Hiç şüphe yok ki, tecsim ve tenzih görüşünü savunan gruplar buradan neşet etti. Kaza ve kaderin lüğavi yorumundaki ihtilaftan da “cebir” ve “ihtiyar” görüşleri ortaya çıktı. Ayrıca mümin, fasık, kafir kelimelerinin lüğavi yorumları üzerinde düştükleri ihtilaftan “el-menzile beyne’l-menzileteyn” problemi doğdu. Huruc, irca ve itizal kelimelerinin anlamı konusunda düştükleri ihtilaftan da Müslümanların temel dayanaklarından birisi olan “emr bi’l-ma’ruf ve nehy ani’l-münker” anlayışı doğdu. Müslümanlar arasında esma ve ahkam konusunda çıkan ihtilaflardan ise Mûtezile gibi fırkalar doğdu.
4- Dine ve Dinî Naslara Yaklaşım Tarzı veya Metod Farklılığı
Naslara yönelik bu tavırlar; teslimiyetçi, akılcı, zahirci ve sembolik metotlar olarak belirtilebilir. Nitekim Selefiyye, teslimiyetçi bir yaklaşım benimsemiştir. nasların sadece zahirî-yüzeysel anlamlarıyla anlaşılması gerektiğini ileri süren anlayış siyasî ve itikadîalanda Haricileri, fıkhi sahada ise Zahiriye mezhebini doğurmuştur. Keza nasların batinî anlamlarının olduğunu ileri sürülmesi Batıniyye gibi bazı akımların, sırf akılcı-felsefî yaklaşım Mûtezilenin,akıl ve nakil arasında uyumlu bir ilişki kuran telifçi yaklaşım ise Eş’ariyye ile Matüridiyye mezheplerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu yaklaşım ve metot farklılıklarının fıkıh alanındaki tezahürleri ise Hanefiyye gibi “Ehli Rey”, Hanbeliyye gibi “Ehli Hadis” ve Davud ez-Zâhirî gibi “Zahiriyye” ekolleri şeklinde olmuştur.
5- İslâm’daki Fikir Hürriyeti ve Düşünme ve Araştırmaya Teşvik

Kur’an-ı Kerim, Müslümanların dinin hakikatini anlamaları için düşünmelerini, akıllarını kullanmalarını istemiş, akla ve düşünceye büyük önem vermiştir. Çünkü dinin her türlü emir ve yükümlülükleri, bunları değerlendirme ve anlayıp kavrama gücüne sahip insana ve onun aklına hitap etmektedir. Allah, körü körüne inanmayı değil, bilerek, tefekkür ederek ve araştırarak inanmayı emretmektedir.
Müslümanlar, Kur’an’a yönelip onu okumaya ve tefekkür etmeye başladıklarında Kur’an âyetlerinin çok yönlü anlamlarla yüklü olduğunu, herkesin kendi bilgi birikimi ve kültürüne göre ondan istediğini aldığını gördüler. İlahi nassın derinliklerine kadar inen bu tefekkür ve tedebbürden sonra İslâm düşünce yapısı şekillenmeye başladı. Kur’an’ın ameli hayata yönelik kanunlarından fıkıh mezhepleri doğdu.

6- İlâhî Takdir

Hz. Osman ve Hz. Ali dönemleri sonrasında Muaviye iş başına gelmiş, Emevilerin yaptığı haksızlıkları ve Ehli Beyte yönelik acımasız tutumlarını ilahî takdir olarak izaha çalışmışlardır. Şam’da Muaviye cebir görüşünü ilan etmiş ve bunu desteklemiştir. Muaviye ; Allah beni bu işe ehil olduğumu görmeseydi bu işi bana bırakmazdı, şayet Allah yaptığımızdan razı olmasaydı içinde bulunduğumuz durumu değiştirirdi, demiştir. “Ben Allah’ın hazinedarıyım, Allah kime neyi takdir etmişse onu veriyor, neyi menetmişse onu da yasaklıyorum, şayet Allah bir şeyi kötü görmüşse onu değiştirir” demiştir. Böylece Cebriyye görüşü, Emevilerin Ali taraftarlarına ve diğer Müslümanlara karşı kullandıkları siyasî bir davet biçimi olmuştur.
Muhammed b. Hanefiyye, Medine’de Kaderiyye akımının ilk belirtilerini ortaya koymuştur. O, insan hürriyetini ön planda tutuyor, yaptıklarımızın kendi fiillerimiz olduğunu, bu itibarla da sorumlu olduğumuzu ileri sürüyordu. Daha sonraları Mabed el-Cüheni tarafından seslendirilecek bu kaderi anlayış, Mûtezile tarafından benimsenmiştir.

PSİKOLOJİK ETKENLER
1- İnsanların Karakterleri, Zihniyetleri ve Anlayışlarının Farklı Olması


İnsanlar farklı özelliklerde yaratılmışlardır. Farklı zekâ, huy ve mizaçlar içinde yaratılan insanların çeşitli meselelere karşı farklı tepkiler vermeleri gayet tabiidir.İnsanların sahip olduğu psikolojik özellikler, onun inanç dünyasına yansımaktadır. Nitekim bazı insanın öne geçme, lider olma, başkalarına hükmetme duygusu, onların pek çok insanı yönlendirmelerine, kendi çevresinde yeni gruplar oluşturmalarına yol açmaktadır. Bazı insanlar da bunun aksine hep kendisini yönlendirecek, güvenip bağlana bileceği, kendisinden üstün vasıflar olduğuna inandığı karizmatik şahsiyetler ararlar. Kısaca insanın ruh âlemi ve bunun dışa yansıyan boyutları onların dinî hayatlarını oluşturma sürecinde önemli rol oynar.
2- Gaye ve Niyetlerin Farklı Olması


İslâm’a girenlerin hepsinin aynı inanç ve samimiyet içinde oldukları söylenemez. Abdullah b. Sebe, Hz. Osman’ın şehit edilmesinin sonrasında Hz. Ali’nin şahsında vasilik ve hulul fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Zamanla onun bu girişimleri Şia içinde şekillenen aşırı fırkalar olarak kendini göstermiştir.Arapların kendilerine galip gelmelerini ve devletlerini yıkmalarını hazmedemeyen bazı İranlılar, İslâm’a girmiş gibi görünüp nifak hareketlerini devam ettirmişlerdir. Hz. Ali’nin halife seçilmesini bazıları benimsemiş ve onun taraftarı olmuş, bazıları ise bunu hoş karşılamamıştı. Bu dönemde yeni Müslüman olmuş Yahudiler ve İslâm’a amansız bir kin besleyen bazı Farslıların Ehli Beyt ailesi etrafında oluşan siyasî muhalefete etkin olarak katılmaları, yeni fırkaların oluşmasını sağladı. Hz. Osman’ı destekleyenler aslında cahiliye taassubuyla İslâm’dan ve Raşid halifelerden nefret ediyorlardı. Hz. Osman katledilince bunu büyük bir fırsat bildiler. Böylece İslâm tarihinin en önemli problemi olan hilafet/imamet tartışmaları ortaya çıktı. Bu tartışmalar birçok fırkanın zuhuruna sebep olmuştur.


3- Başkalarına Hükmetme Arzusu veya Liderlik Tutkusu

İslâmiyet öncesindeki Ümeyye oğulları-Haşimî oğulları arasındaki iktidar mücadelesi, Hz. Osman’ın hilafetinin son yıllarında özellikle Emevî ailesine mensup bazı valiler tarafından körüklenmiş, diğer ailelerin de bu noktadaki duyarlılıklarını diriltmiştir.Hz. Ali’nin meşri halife seçilmesine rağmen Muaviye’nin liderliği bırakmama arzusu, kendisinden sonra oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi bu liderlik tutkusu ve hükmetme arzusuyla yakından alakalıdır. Emevîlerin liderlik sevdasının ilk dönemden itibaren Müslümanların en önemli ihtilaf konusu olan imamet tartışmalarına zemin hazırlamış, Şiî-Sünnî tartışmalarının ana eksenini oluşturmuştur.


SOSYAL ETKENLER


İnsan sosyal bir varlık olup, hayatını devam ettirebilmek için diğer insanlara muhtaçtır. Bu ihtiyaç, onun topluluklar halinde yaşamasına ve fert olarak içinde yaşadığı toplumla diyalog kurmasına; onların inanç, kültür ve

fikirlerinden etkilenmesine, aynı gelenek ve görenekleri benimsemesine sebebiyet vermiştir.Mezheplerin ortaya çıkış süreçleri incelenirken onların hangi çevrede, toplumda veya coğrafyada zuhur ettiklerini tetkik etmek gerekir. Toplumların eğitim düzeyleri, toplumun ya da fertlerin göçebe, yarı göçebe veya yerleşik oluşları onların dinin asıl kaynaklarını anlama ve algılama süreçlerini etkiler ve farklılıklara yol açar. Bedevilikten hadariliğe hızlı bir şekilde geçiş yapan Müslüman Araplar, kurumlaşmış devlet yapısına sahip topluma dönüştükçe önemli sosyal buhranlarla karşılaşmışlar, Harici isyanları gibi bazı sosyal patlamalara maruz kalmışlardır.Sosyal farklılaşmanın tipik bir örneğine Türklerin İslâmlaşma sürecinde şahit olmaktayız. Bugün Alevi-Sünnî farklılaşmasının temelinde göçebe-yerleşik toplulukların merkez-çevre ilişkileri içinde birbirlerinden uzaklaşması ve bazen düşmanca duygularla birbirlerini hor görmeleri yatmaktadır.


1- Irkçılık

İslâm dini “Müminler kardeştir” âyetiyle bütün müntesiplerini manevi çatısı altında birleştirmiş, dil ve kan birliği temeline dayalı eski binayı yıkarak onun yerine inanç birliği üzerine kurulu bir toplum vücuda getirmiştir. Kur’an’da bu topluluğun adı “Ümmet” olarak ifade edilmiştir. İlk halifenin seçimi sırasında Saide oğullarının gölgeliğinde gerçekleşen konuşmalar, Evs ile Hazreç arasındaki husumetin tamamen ortadan kaldırılamadığı
anlamına gelmektedir. Ayrıca imamet konusunda her hangi bir kesin delil olmamasına rağmen hilafetin Haşim oğulları yani Hz. Ali ve soyuna ait olduğu fikri Müslüman toplum arasında soy ve kabile üstünlüğü anlayışının hala yaşadığını göstermektedir. Özellikle kabile rekabeti şeklindeki bu anlayış daha sert kalıplar halinde Hz. Osman’ın hilafeti ile birlikte kendini göstermiştir. Ümeyye oğullarına mensup bazı valilerin Cahiliye dönemindeki aile rekabetlerini diriltecek bir tavrı körüklemeleri, diğer kabilelerinde bu şekilde davranmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Emeviler döneminde Arap ırkçılığı zirveye ulaşmıştır. Mevali-köle diye isimlendirdikleri yeni


müslüman olmuş halkı ve özellikle İranlıları küçümsemişler ve toplumsal hayatta Araplarla aynı seviyede olmalarına izin vermemişlerdir. Bu ırkçı anlayış, tabii olarak karşı görüşleri harekete geçirmiştir. Böylece yeniden baş gösteren kabile ve kavim taassubu, Emevî ve Abbasî iktidarları boyunca, birçok fırkanın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.


2- Ekonomik Sebepler
Hz. Osman döneminde ganimetlerin çokluğu sade ve gösterişsiz hayatı etkiledi ve Müslümanların refah seviyesi arttıkça dünya malına verdikleri değer de arttı. Ekonomik alandaki bu gelişmeler İslâm dünyasında ve özellikle Mekke ve Medine gibi merkezi şehirlerde müreffeh ve lüks bir hayatın baş göstermesine sebep oldu. Bu durum, Asr-ı saadetin mütevazi hayatına alışmış samimi Müslümanları rahatsız etmiş, engel olamayınca da dünyadan el-etek çekerek kendilerini züht ve takvaya vermelerine sebep olmuştur. Böylece züht ve takva ile başlayan bu hareket İslâm düşüncesinin disiplinlerinden birisi olan tasavvufun kurumlaşıp kök salması sonucunu doğurmuştur. Diğer taraftan fakir halk yığınlarının yönlendirilmesinde büyük ölçüde etkili olan iktisadi durumun, fakir halk topluluklarının Hz. Ali’nin etrafında toplanmasında etkili olmuştur.


Hz. Osman’a yöneltilen temel itirazlardan biri de, onun ganimetleri kendi yakınlarına dağıtması ve onların lüks içinde yaşamalarına karşı çıkmamasıyla alakalıdır. Ona karşı isyan girişimi ve bunun feci bir şekilde sonuçlanmasının başlangıcında ekonomik sebeplerin olduğu kaydedilmiştir.


Ayrıca Kaderiyye fırkasının doğuşunda ekonomik sebeplerin etkili olduğu belirtilmiştir. Nitekim Ma’bed el-Cühenî, “ şu melikler yok mu, Müslümanların kanlarını döküyorlar ve mallarına el koyuyorlar, sonra da “yaptıklarımız Allah’ın kaderiyle olmaktadır” diyorlar.” şeklinde bir itiraz dile getirdiği kaydedilmiştir.


SİYÂSÎ ETKENLER
1- Devlet Yönetimi (İmâmet-Hilafet Meselesi)
Hz. Peygamberin vefatından sonra Saide oğullarının gölgeliğinde toplanan Ensar, burada kendilerine bir lider seçmek için tartışmaya başlamıştı. Durumu haber alan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hemen oraya gitmiş ve tartışmaya dahil olmuştu. Ensar, hilafet konusundaki iddiasından Ebû Bekir’in Hz. Peygamberden rivayet ettiği “İmâmlar Kureyş’tendir” hadisi sebebiyle vazgeçmiştir. Sonuçta Hz. Ebû Bekir ilk halife olarak seçilmiş ve kendisine biat edilmiştir. Ancak bu durum, o sırada Peygamberin teçhiz, tekfin ve defni ile meşgul olan Haşim oğulları tarafından hoş karşılanmamıştır. Nitekim Hz. Osman’ın şehit edilmesiyle birlikte hilafet tartışmaları alevlenmiş, Müslümanlar arasında onulmaz yaralar açılmıştır.

İmamet tartışmalarıyla alakalı sürecin
sonunda ilk olarak Hariciler ortaya çıkmıştır. Bunlar, Hakem olayını kabul etmemiş; Hz. Ali, Muaviye ve Amr b. As’ı küfürle itham etmişlerdir.Bunlara karşı Ali’ye yardım eden grup Şia olmuştur. Bu tartışmalardan uzak kalmaya çalışan ve Müslümanların



birbiriyle yaptıkları savaşlarda ölen ve öldürülenlerin durumunu âhrete irca edenler ise Mürcie fırkasının ilk temsilcileri olmuştur.

İmâmet veya hilafet kelimeleri, fırkaların teşekkül sürecinde meseleye bakış açılarıyla birlikte kavramlaşmaya başlamış, bazı fırkalar Müslümanların dünyevi işlerinin devamını sağlamak açısından imameti veya hilafeti gerekli görürken bazıları da buna farklı anlamlar yüklemişlerdi. Nitekim Şia, Hz. Ali ve neslinden gelen on bir imamın imametlerini kabul etmeyi hem Şiî olmanın ön şartı kabul etmiş hem de Müslümanlığın bir gereği
olarak nitelendirmiştir.

2- Siyasî Cinayetler ve İç Harpler


Hz. Osman’ın şehit edilmesi (35/656) ve sonrasında Cemel ve Sıffin savaşları vuku bulmuştu. Müslümanlar üzerinde büyüt tesirler icra eden ve acı hatıralar bırakan bu iç savaşlar, çözümü zor bazı akaid problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ortada bir ölme ve öldürme hadisesi vardır ve her iki taraf da müslümandır. Halbuki bir insanı haksız yere öldürmek İslâm’da büyük günahlardandır. O halde büyük günah işleyen bir müminin imam bakımından durumu nedir? Sonra “öldürme” gibi bir fiili işleyen insanın bu fiili kendi hür iradesiyle mi işlemiştir? Yoksa kader-i ilâhîninmecburi bir tatbikçisi midir? şeklinde pek çok mesele tartışılmaya başlanmıştır. Bu gibi tartışmakonuları Mürcie, Mûtezile, Havaric gibi fırkaların zuhurunda etkili olmuştur.

DIŞ ETKENLER


1- Farklı Dil, Din, Irk ve Kültürlerle Temas
Hz. Ömer döneminde İslâm fütuhatının hızla genişlemesi beraberinde bazı dinî-itikadî problemleri de getirmiştir. Kültür etkileşimini çok iyi gözleyen Halife Hz. Ömer, elinden geldiğince önleyici tedbirler almaya çalışmıştır. Mesela, Müslümanların gayr-i Müslim bayanlarla evlenmesi helal olduğu halde Müslüman neslinin bozulmasına sebep olacağı endişesiyle bunu yasaklamıştı. Emeviler İslâm devletinin başkentini Kûfe gibi Irak ve İran etkisine açık, Şam gibi Bizans ve Grek tesir alanındaki bölgelere taşınması ve ardından da Bağdat gibi yakın ve uzak doğunun etkisinde bir yere nakledilmesi yabancı kültürlerin etkisinin artmasında rol oynamıştır.

İslâm’a yeni giren fert veya toplumlar, yeni dinin öğretilerini genel prensipler halinde öğrenmelerine rağmen bunların hayata uygulanması hususunda eski din, örf ve adetlerinden faydalandıkları, bir bakıma eski kültür ve birikimlerini İslâmlaştırmak suretiyle muhafaza ettikleri görülmektedir.

Türkler arasında atalara saygı inancı çok yaygındı. Bu inanca bağlı olarak ölünün ardından yedi, kırk, elli ikinci gün veya ölüm yılı devriyesinde düzenlenen periyodik törenler, İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da büyük ölçüde devam etmiştir. Ayrıca İranlıların İslâm’a girmesiyle birlikte Fars kültüründe var olan karizmatik lider anlayışı, Hz. Ali ve onun neslinde tezahür etmiş ve İslâm’ın temel esprisine aykırı gibi gözüken bir imamet inancının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Mezheplerin ortaya çıkmasında ya da daha geniş anlamıyla Müslümanlar arasında bir takım görüş farklılıklarının zuhur etmesinde Yahudilik ve Hıristiyanlığın etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Mesela Yahudilikte vesayet anlayışı, -bazılarına göre Abdullah b. Sebe’nin etkisiyle- Hz. Ali’nin Hz. Peygamberin vasîsi ve halefi olduğu kılıfı altında İslâm’a sokulmuştur. Yine Yahudilikte var olan mesih ve mehdî inancı bazı İslâm fırkalarında kendine yer bulmuş, mezhebin en önemli unsuru olmuştur.


2- Felsefî Eserlerin Tercüme Edilmesi
İslâm coğrafyasının genişlemesiyle Müslümanların Helenistik, İran, Hint ve diğer kültürlerle temasları sonucu bunlara karşı kendilerinde geniş bir ilgi ve merak uyanmıştı. Ayrıca bu farklı kültürler arasında ortaya çıkan bir takım sürtüşme ve tartışmalarda Müslümanlar kendi inanç ve düşüncelerini tutarlı bir şekilde savunmak ve İslâm’ın üstünlüğünü göstermek için bu kültürleri çok iyi tanımak zorundaydılar. Bu gibi sebeplerden ötürü antik dünyanın bilinen ilmî ve felsefî eserlerini Arapça’ya çevirmek ihtiyacı doğdu.Fakat bu durum bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Zira tercüme faaliyetleri beraberinde başta Grek felsefesi olmak üzere eski İran, Mezopotamya ve Hint kültürlerinden pek çok yabancı unsurun İslâm kültürüne girmesine ve İslâm’ın saf akidesini zedeleyecek yorum ve inançların taraftar bulmasına yol açmıştır.Çünkü tercüme faaliyetleri tabiat ilimleriyle sınırlı kalmamış; dinî ve felsefî eserler de Arapçaya çevrilmiştir. Felsefî eserlerin tercüme edilmesi ilahiyat bahislerinin, Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarıyla ilgili konuların ve irade hürriyetiyle ilgili tartışmaların daha felsefî bir zemine çekilmesine zemin hazırlamıştır. Nasların zahirine bağlı kalan ve yorum kabul etmeyen selef anlayışı, bu felsefî akımlar karşısında mücadele etmede yetersiz kalınca İslâm akidesini akıl ve nasların ışığında savunma ihtiyacı hasıl olmuş ve bu vazifeyi akılcılığıyla ön plana çıkan Mûtezile mezhebi yerine getirmiştir
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması... Medineweb.net Videolar Medine-web 5 211 23 Eylül 2024 20:24
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 394 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 264 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 1106 27 Nisan 2020 21:40

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
BAP İSLAM MEZHEPLER TARİHİ 2015-2016 Güz D.Sonu Sinavı Mihrinaz 2.Sınıf 0 16 Ocak 2017 13:45
İSLAM MEZHEPLER TARİHİ 7. ÜNİTE kendi çalışmam ^_^ nzr İslam Mezhepler Tarihi 0 07 Ocak 2014 07:10
Mezhepler tarihi 1.2.VE 3.hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 2 20 Aralık 2013 12:03
Mezhepler tarihi 9.10.11.hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 2 20 Aralık 2013 06:45
Mezhepler tarihi 4.ve 5. Hafta Medine-web İslam Mezhepleri Tarihi 1 20 Aralık 2013 06:31

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.