|
Konu Kimliği: Konu Sahibi iklimya,Açılış Tarihi: 16 Ocak 2008 (02:08), Konuya Son Cevap : 13 Aralık 2024 (08:25). Konuya 30 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
16 Ocak 2008, 12:26 | Mesaj No:21 |
Cvp: Tövbe Hazreti Ali keremællahu vecheh den ; Tevbe nin kabulünün şartları : 1__Geçmiş günahlara karşı duyulan pişmanlık.. 2__İşlenmiş günahlara karşı duyulan tiksinti.. 3__Yapılmayan farzları eda etmek... 4__Haksız yere alınan şeyleri iade etmek.. 5__Nefsi Allah'a isyanda bulundurduğun gibi , O'na itaatte de eritmek.. 6__Her bir gülüşe bedel ağlamaktır.... | |
10Haziran 2008, 15:35 | Mesaj No:22 |
Cvp: Tövbe
Tevbe veya tövbe yaptığı kötülükten pişmanlık duymak, bir daha yapmamaya karar vererek, Cenâbı Allah'tan af dilemektir. Yalnız günah işlemiş olanların değil, bütün mü'minlerin günahlardan arınarak kurtulmaları, ancak tövbe etmekle mümkün olur. Tövbe, bir kulluk görevidir ve her zaman yapılması gerekli bir ibadet şeklidir. Hucurat 49/11: Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimdir. " ALLAH TÖVBE EDENLERİ SEVER 2/222: ... Allah, çok tövbe edenleri sever... 9/118: ... Şüphesiz ki Allah TEVVÂB'tır, Tövbeleri çok kabul edicidir, RAHÎM'dir, merhameti sınırsızdır. Tövbe edenler, Cenâbı Allah'ın sevgisi ile yücelmiş mutlu benliklerdir. Onlar Allahü Teâlâ'ya yönelerek her zaman çok ve pek çok tövbe ederek kulluk görevlerini yerine getirirler. Cenâbı Allah'ın bir isim sıfatı da tövbeleri çok kabul eden, tövbe nasip eden, Kendisine yönelenleri karşılıksız bırakmayan anlamında TEVVÂB oluşudur. Tevvâb'lık ve kuldaki " tövbe etme " ilişkisi, bir yaratılış yasası olarak her zaman devam etmektedir. Kul, bilip bilmediği günahlardan dolayı Cenâbı Allah'a sığınarak tövbe edecek ve çok affedici ve merhametli olan Yüce Allah'da kulunu bağışlayacaktır. AF DİLEMEK BİR İBADET ŞEKLİDİR 24/31: ... Ey mü'minler, hepiniz topluca Allah'a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz. 51/18: Takva sahipleri seher vakitlerinde af dilerlerdi. Tövbe, sadece günahlardan kurtulma değil, aynı zamanda bir ibadet şeklidir. Cenâbı Allah, bütün mü'minleri tövbe etmeye çağırmaktadır. Allahü Teâlâ'ya sığınarak tövbe etmek, aynı zamanda imanın kuvvetlenmesini de gerçekleştirir. Böylece bilip bilmediği günahlardan affa erişen mü'min, günahsız olarak bir üst mertebeye çıkarak yücelecektir. Hadis de:" Tövbe eden hiç günah işlememiştir. "diye buyrulması tövbenin önemini vurgulamaktadır. Kur'ân; kemale ermiş benliklerin temsilcisi takva sahiplerinin tövbe ibadetlerini gecenin son üçte biri olan seher vakitlerinde yaptıklarını belirtmektedir. Tövbe, günün her vaktinde yapılırsa da seher vakti; dua, af ve merhametin kabulü bakımından çok önemli bir zaman dilimidir. Peygamber Efendimiz : [I]" Ben her gün 70 defadan çok tövbe ederim. diye buyurmakla tövbenin her zaman yapılması gereğine açıklık getirmiştir. TÖVBE İLE İMANA YÖNELİŞ 5/74: Halâ Allah'a yönelip tövbe ederek O'ndan af dilemiyorlar mı?... 9/126: İman etmeyenler her sene bir veya iki defa çeşitli belâlara çarptırılarak imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Böyle iken yine tövbe etmiyorlar, ibret almıyorlar. 7/153: Günahları işledikten sonra tövbe edip imana sarılanlara gelince, tövbe ve imandan sonra Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır. Cenâbı Allah, birçok ayetlerle günahkarları ve yanılgı halindeki insanları tövbe etmeye çağırıyor. Onlar görmüyorlarmı ki, her sene bir iki defa çeşitli belalar ile sınava tabi oluyorlar. Hastalık, kaza, sıkıntı v.s. onları perişan ediyor. Halâ tövbe etmiyor, gerçekleri göremiyorlar. Ancak kalplerinde iman ışığı yanar da; " Suçluyum, kötülük yaptım, pişmanım, vazgeçiyorum. " derlerse durum değişir. O zaman Allah'ı çok affedici ve çok merhamet edici bulacaklardır. Cenâbı Allah'a giden yolda bir köprü durumunda olan tövbe etme sırrı, imanı gönlünde hissetmenin de bir neticesidir. SEN AFFETMEYİ ESAS AL 7/199: Sen affetmeyi esas al... 42/40: Kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Fakat affedip barışmayı esas alanın ödülünü bizzat Allah verir... 3/134: Takva sahipleri... insanların kusurlarını affederler. Allah da o iyilik edenleri sever. 24/22: Affetsinler, hoş görsünler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Kur'ân yapılan bir kötülüğe, ancak eş ve dengi bir cezayı öngörmekte, adaletin böylece işleyeceğini açıklamaktadır. Kötülüklerin karşılığı olarak ceza verilirken, haddi aşarak zulüm de yapılmamalıdır. Ancak, affetmeyi esas almanın ödülü ise bizzat Cenâbı Hakk tarafından verilir. En sevgili kul olan takva sahipleri; kendilerine yapılan kötülükleri ve kusurları, ceza vermeye güçleri yettiği halde, hep hoş görmeyi ve affetmeyi tercih ederler. Nasıl ki Allahü Teâlâ bizlerin günahlarını affediyorsa, sen de affı tercih ederek barışmayı esas al. RAHMETİMDEN ÜMİT KESMEYİN 39/53-54: De ki : Ey günah işlemekte haddi aşarak kendilerine zulmetmiş kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O; çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. Öyle ise azap yakanıza yapışmadan Rabbinize dönüp O'na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. 23/118: Şöyle yakar: Rabbim! Affet, merhamet et, Sen merhametlilerin en hayırlısısın. İslâm bilginleri bu ayeti, kulun işlemiş olduğu en büyük günahlarını bile affedebileceğinin müjdesi olarak görmüşlerdir. Bu suça teşvik değil, insanların en kötü şartlarda bile Cenâbı Allah'a sığınmak sureti ile af edilebileceklerinin bir kanıtıdır. Şu halde bütün günahlar, hatta şirk (Allah'a ortak koşma) bile Yüce Yaratıcı'nın sonsuz rahmetinin lütfu olarak tövbe ile affedilmektedir. Nisa 4/116: " Doğrusu, Allah Kendine şirk koşulmasını asla bağışlamaz..." ayetinin hüküm ihtiva etmesi, kulun af dilemediği takdirdedir. Yoksa tövbe edildiği zaman Cenâbı Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günah yoktur. Ancak kul, aynı suçu bir daha tekrarlamamalıdır. TÖVBELERİ ASLA KABUL EDİLMEZ 3/90: İmanlarının arkasından inkâr yoluna sapmış, sonra da inkârlarında daha da azıtmış kimselerin tövbeleri asla kabul edilmez. Onlar sapıkların ta kendileridir.[/B] İman ettikten sonra; nankörlük ederek hak ve hakikatten, İslâmiyet yolundan sapanlar ve sonra inkârlarında daha da ileri gidenler için sonsuz kurtuluşlarını sağlayacak tövbe yolu onlara tamamiyle kapatılır. Çünkü onlar, ne yaptığını bilmeyen sapıklardan başkası değildir. Kur'ân inkâr etmeyi adet haline getirenler için kalbin mühürlenmesi ifadesini kullanmaktadır. Araf 7/101: "... Allah, inkar etmeyi adet haline getirenlerin kalblerini işte böyle mühürler. " ÖLÜM DÖŞEĞİNDE TÖVBE 10/90-91: Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun ve ordusu azgınlık ve düşmanlıkla onları izlemekteydi. Nihayet suda boğulmaya başlayınca: " İnandım; gerçekten İsrailoğullarının iman ettiğinden başka tanrı yok. Ben de O'na teslim olanlardanım. " dedi. Ona: " Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan evvel isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. " dendi. 4/18: Devamlı kötülük yapıp da herbirine ölüm gelince: " İşte ben şimdi tövbe ettim. " diyenler için tövbe yoktur. Kâfir olarak ölenlere de tövbe yoktur. Böylelerine Biz korkunç bir azab hazırladık. Kur'ân; kötülükleri yapıp yapıp da, ölümün acı gerçeği ile can çekişirken " İman ettim " demenin geçersiz olacağını açıklamaktadır. Ancak akıl ve şuur yerinde iken ve ölüm ile karşılaşmadan daha evvel, Cenâbı Allah'a sığınması, tövbe ederek de iman etmesi ile af gerçekleşebilir.
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
12Haziran 2008, 04:08 | Mesaj No:23 |
Cvp: Tövbe
| |
09 Ağustos 2008, 19:05 | Mesaj No:24 |
Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Tövbe
TÖVBE NAMAZI Yapılan tövbenin kabulü için kılınan iki rekatlık namaz. Mendup sayılan nafile bir ibadettir. Bir Müslüman, insan olarak bir günah işlerse, bundan pişmanlık duyması yani tövbe etmesi gerekir. İşlenen her çeşit günahtan dolayı Allah Teâlâ'ya tövbe etmek ve bir daha işlememek üzere "kalbi azim"de bulunmak esastır. İşlediği günahlarına pişman olan kişinin Allah'ın fazl ve keremine, tövbeleri kabul ediciliğine sığınmaya ihtiyacı vardır. Bunun için iki rekat namaz kılarak işlediği günahtan dolayı mağrifet olunmayı dilemesi menduptur. Tövbe namazı ile ilgili bir hadis râviyeti şöyledir: Ali bin Ebî Talib (r.a) den şöyle demiştir: Ben Resulullah (s.a.v)'den bir hadis işittiğim zaman, Allah dilediği kadar beni o hadisten yararlandırdı. Başkası ondan bana hadis rivâyet ettiği zaman râviye yemin teklif ederdim. Yemin ettiği zaman onu tasdik ederdim. Ebû Bekir (r.a) da bana bir hadis rivâyet etti. Ebû Bekir doğru söyledi. Dedi ki, Resulullah (s.a.v): "Günah işleyen bir adam, günah işledikten sonra abdest alır, abdestini (sünnet ve âdâbına dikkat ederek) güzelce alır, sonra iki rekat namaz kılar, ve günahının mağrifetini Allah 'tan dilerse, Allah ona mağrifet eder buyurdu" (İbn Mâce, Sünen, Kitabü İkametü's-Salât, 193). Aynı hadisin diğer bir rivâyeti de şöyledir: ..Esma b. el-Hakem, Ali (r.a)'yi şöyle derken işittim, demiştir: "Ben Resulullah (s.a.v)'den bir şey duyduğum zaman Allah'ın dilediği ölçüde onunla amel etmeye çalışan biriyim Efendimizin ashabından birisi bana bir hadis verirse, ondan yemin etmesini ister, yemin ederse kabul ederim. Ebû Bekir (r.a) doğru söyler-bana şöyle haber verdi: "Resulullah (s.a.v)'ı "Bu kimse bir günah işler de akabinde güzelce abdest alır, sonra kalkıp iki rekat namaz kılar ve Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah onu mutlaka bağışlar" derken işittim, Resulullah devamla: "Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah 'ı anarlar..." meâlindeki ayeti sonuna kadar okudu" (Ebû Davûd, Sünen, Vitr, 26). Bu rivâyetler, işlenen bir günahtan sonra yapılan tövbenin o günahın bağışlanmasına vesile olacağına işaret etmektedir. Fakat kaide olarak tövbeden önce Allah Resulunun ifadesiyle "güzelce sünnete ve adâba rivayeten abdesti alınması, ardından da iki rekat namaz kılınması gerekir. Tövbe ve istiğfardan önce kılınan iki rekat namaz kişiyi dünyadan ve dünya zevklerinden uzaklaştırıp Allah'a yaklaştırır. Yaptığı rükû ve secdeler Allah'ın huzurunda ihtiyaç ve zaafına, onun gücü karşısında aczine işaret eder. Bu ruh hali içerisinde Rabbine el açıp dua eden, af dileyen kişinin dua ve tövbesi kabul edilmeye daha lâyıktır. Ayrıca yapılan kötülükten sonra namaz kılmakta, ...İyilikler kötülükleri giderir." (Hud,11/114) meâlindeki ayet-i kerimenin ifade ettiği manânın tahakkuku görülmektedir (Ebu Davud, Sünen, terc. heyet, 6/23, Ayrıca bkz: Tefsiru Sindî, Âl-i İmran, 14; Tirmizî, Salât, 181; Ahmed b. Hanbel, I, 2-9-10). Rivâyette geçen ayetin tam meâli şöyledir: "Onlar fena bir şey yaptıklarında vera kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Âl-i İmran, 3/135). Ayet-i Kerime'deki "fena birşey"den murat, "zina misali çok çirkin, görülen fiiller, bunun yanında büyük günahlar ve başkasını da ilgilendiren günahlardır" (M. Hamdi Yazır, Kur'an Dili, II, 1177). "Kendine yani nefse zulüm "de tefsirlerde geçtiği şekliyle, zina kaydı olmadan herhangi bir günah veya başkasını ilgilendirmeyen, başkasına dokunulmayan günahlar ve küçük günahlardır (Seyyid Kutub, Fizilâl-il-Kur'an, terc. heyet, II, 454; İbn Kesir, Tefsir, terc. B. Çetiner, B. Karlığa, IV, 1370; M. Hamdi Yazır, Kur'an Dili, II, 1177). Bütün bunlardan anlaşılan odur ki, Allah'ın muttaki kullarının hasbelbeşer işledikleri herhangi bir günahta derhal Allah'ı hatırlayarak haya ve korkularından dolayı günahlarına tövbe etmeleridir. Bunun da çıkar yolu Allah Resulununn öngördüğü şekilde iki rekat namaz kılıp daha sonra istiğfar etmeleridir Abdulmelik ERDOGAN
__________________ Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir. Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30. |
09 Ağustos 2008, 19:06 | Mesaj No:25 |
Durumu: Medine No : 7 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: Tövbe
TÖVBE SÛRESİ Kur'an-ı Kerîm'in dokuzuncu suresi. Yüzyirmidokuz ayet, ikibindörtyüzyetmişdokuz kelime ve onbinseksenyedi harften ibarettir. Fasılası be, ra, mim ve nun harfleridir. Medenî surelerden olup, Maide suresinden sonra Hicri 9. yılda nâzil olmuştur. Adını yüzikinci ayetinde geçen "tövbe" kelimesinden almıştır. Ayrıca, birinci ayetin ilk kelimesi olan, "aklanmak, yükümlülükten kurtulmak" anlamlarına gelen "el-Berae" de surenin adı olarak kullanılmaktadır. Tamamen istisnai bir durum olarak, diğer surelerde olduğu gibi bu surenin başında besmele yoktur. İlk ayetler, müşriklere karşı sert bir ültimatom niteliğinde olduğu için için de Allah Teâlâ'nın Rahman ve Rahîm sıfatları bulunan besmele ile başlamak, uygun görülmemiştir. Besmele ile başlamamasının muhtemel bir sebebi de muhteva açısından bütünlük oluşturduğu Enfâl sûresi ile tek bir sure olarak kabul edilmesidir. Ancak, Tövbe suresinin müstakil bir sure olduğu kesindir. Kur'an okumaya, surenin başından başlandığı zaman, sadece "E'üzü" çekilir ve okumaya başlanır. Enfâl sûresinden veya başka bir sureden, bu sureye geçilirse, okunan surenin devamıymış gibi, araya hiç bir şey sokulmadan okumaya devam edilir. Surenin başından değil de başka bir ayetinden okumaya başlandığında, "Besmele" çekildikten sonra geçilir.Sure, Müslümanların Arap yarımadasında siyasî ve askerî bir güç olarak varlıklarını göstermeye başladığı bir dönemde nâzil olmuştur. Medine'de oluşan ve süratle çevresini genişleten İslâm devletini, artık yok etmelerinin mümkün olmadığını anlayan Mekkeli müşrikler, varlıklarını sürdürmek ve uygun şartlar oluşturup, Müslümanların imha edilmesini sağlayabilmek için, tarihe, Hudeybiye Anlaşması olarak geçen anlaşmaya imza koymuşlardı (bk. Hudeybiye mad.) Mekke yönünden gelebilecek bir tehdidi, bu barış ile ortadan kaldıran Resulullah, bir taraftan Medine için bir tehdit oluşturan Heyber'i Yahudilerden temizliyor, öte taraftan, Bizans imparatoru ve İran şahı da dahil, geniş bir alanı kaplayan bir tarzda İslâm'a davet mektupları gönderiyordu. Ayrıca, Medine çevresi ve daha uzak yerlerdeki Arap kabilelerini İslâm'a davet ediyor ve onlarla anlaşmalar akdediyordu. Daha sonra, Müslümanların Mute mevkiinde kalabalık bir Bizans ordusu ile savaşa tutuşup, mağlub olmadan maslahata uygun olarak geri çekilmeleri, bütün Arap yarımadasında yankılara sebep olmuş ve yarımadanın her yerinden akın akın gelen kabileler İslâm'a girmeye başlamıştı. Hudeybiye Anlaşması çerçevesinde bir takım kabilelerle anlaşmalar yaparak güç kazanmak isteyen Mekkeli müşrikler, anlaşmadan sonra, Müslümanlar lehine cereyan eden çok süratli gelişmeler karşısında korkuya kapılmışlar ve Hudeybiye anlaşmasındaki şartlara mugayir davranışlar göstermeye başlamışlardı. Ayrıca Medineli münafıklarla da gizliden gizliye anlaşmalar yaparak, Müslümanları içten parçalamak isteyen güçlere destek sağılıyorlardı. Ancak, onların bu çalışmaları hiçbir netice vermemiş, zahiren Müslümanların tamamen aleyhinde görülen Hudeybiye antlaşmasının İslam lehine verdiği sonuçlar, Mekke'yi İslâm'a boyun eğmek zorunda bırakmıştı. Bu aşamadan sonra yapılması gereken şey, bütün Arap yarımadasının putperestlerden, temizlenmesi ve insanlığın geri kalan kısmına İslâm'ın nurunun ulaştırılması yolunda, kıyamete kadar sürecek olan cihadın daha geniş ve kapsamlı bir şekilde sürdürülmesi idi. Sure, müşriklere karşı mücadelede takip edilecek metodu ve onlarla olan anlaşmaların geleceği hakkındaki hükümleri ortaya koymaktadır. Surenin bir kısmı nazil olduğu zaman, İslâm ordusu Tebük seferi için hazırlıklar yapıyordu. İnananların bu savaş hazırlıklarına ve sefere katılmak için var güçleriyle çalışmaları istenirken, bunda tereddüt gösterenler şiddetli bir şekilde kınanmaktadır. Ayrıca, sefere katılmamak için mazeretler ileri süren kimselerin münafıklıkları ortaya konuyor ve nefislerine uyarak seferden geri kalan üç Müslümanın samimi tövbeleri dile getiriliyor. Surenin birinci bölümünü oluşturan ayetler, Arap yarımadasındaki putperestlere bir ültimatom niteliği taşımaktadır. Allah Teâlâ, onlara bir mühlet vermekte ve bu zaman zarfında, İslâm'a girmelerini istemektedir. Aksi halde, hiçbir hukukî güvencelerinin kalmayacağı bildirilmektedir: "Allah'tan ve peygamberinden, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır. Yeryüzünde dört ay daha dolaşabilirsiniz. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı, Allah'ın inkarcıları zelil edeceğini bilin. Allah'ın ve peygamberinin, puta tapanlardan uzak olduğunu büyük hac günü, Allah ve peygamberi insanlara ilan eder. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Yüz çevirirseniz, bilin ki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. (Ey Muhammed) inkar edenlere can yakıcı azabı müjdele" (1-3). Fetihten sonraki ilk hac için Resulullah (s.a.s) kendisi Mekke'ye gitmemiş, Ebû Bekir (r.a)'ı hac amiri tayin ederek bir kafile ile birlikte haccetmek için Mekke'ye göndermişti. Bu kafile henüz Mekke'ye ulaşmadan, nâzil olan bu ayetlerin, hacda insanlara ilân edilmesini sağlamak için Resulullah (s.a.s), Hz. Ali (r.a)'ı hemen yola çıkarmıştı. Hz. Ali (r.a) bu ayetleri, Resulullah (s.a.s)'in istediği şekilde, Kâbe'de okumuştu. Devam eden ayetlerde, kendileriyle anlaşma yapılıp, bu anlaşmalara sadık kalanlara, anlaşma süreleri dolana kadar dokunulmaması istenmekte, bunların dışında kalan müşriklerin ise, haram aylar çıktıktan sonra ele geçirildiklerinde öldürülmeleri emredilmekte, ayrıca, onlara karşı uygulanacak tebliğde takib edilecek metod bildirilmektedir. Allah Teâlâ, İslâm'ı kabul edenlerin, diğer Müslümanlarla aynı konuma kavuştuklarını bildirdikten sonra, Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları bozan topluluklara karşı takınılacak tavrı bir hüküm şeklinde ortaya koymaktadır: "Eğer antlaşmalarından sonra, yeminlerini bozarlar, dininize dil uzatırlarsa, inkarda önde gidenlerle savaşın. Onlar için artık and yoktur. Belki vazgeçerler" (12). Müslümanlara, korkmadan, cesaretle kâfirler topluluğu ile savaşmaları gerektiği bildirilerek, ancak böyle davranılırsa, kâfirlerin hor ve zelil kılınacağı gerçeği dile getirilmektedir. Böylece müminlerin kalpleri huzura ve güvene kavuşabilecektir: "Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de müminlerin gönüllerini ferahlandırsın" (14). İnsanların sadece iman ettiklerini söylemeleri, onların kurtuluşa ermeleri için yeterli değildir. Allah Teâlâ, bu sözlerinde samimi olup olmadıklarını bir imtihan vesilesi kıldığı cihat ve Müslümanların güvenliğini dert edinmekle sınayarak ortaya çıkaracağını; "Allah, içinizden cihat edenleri, Allah'tan peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize terkedeceğini mi zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır" (16) ayetiyle bildirmektedir. Yani müminle, münafığın ayırdedici en belirgin özelliği, Allah yolunda savaşmaya karşı takındıkları tavırlarıdır. nanan insanlar uyarılarak, inanç birliği dışındaki bağların, bir kimseyi dost edinmek için bir gerekçe olamayacağı dile getiriliyor: "Ey inananlar! Babalarınızı, kardeşlerinizi -küfrü imana tercih ediyorlarsa- dost edinmeyin. Sizden onları kim dost edinirse doğrusu kendine yazık etmiş olur" (23). Daha sonra, Mescid-i Haram'la ilgi temel hükümlerden birisi "Ey inananlar! Doğrusu puta tapanlar pistirler, bu sebeble, bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar" (28) ayetiyle tesbit edilmektedir. Bu yasaklamayı âlimler, farklı şekillerde yorumlamışlardır Yahudiler ve Hristiyanların sapık akideleri tenkit edilerek, teşri'in sadece Allah'a ait olduğu, bu hakkı ondan başkasına tanımanın şirk koşmaktan başka bir şey olmadığı bildirilmektedir. Allah Teâlâ, bu duruma düşen Hristiyanları misal göstererek Müslümanların, Allah'ın kanunlarından başka kanunlara; yasaklama ve serbest bırakmalara itibar etmemeleri, aksi halde Allah'tan başkasına ibadet etmiş olacaklarını şu ayet-i kerime ile ortaya koymaktadır: "Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryemoğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa tek bir ilahtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilâh yoktur. Allah koştukları eşlerden münezzehtir” (31). Resulullah (s.a.s), bu ayeti Hristiyan olup, henüz Müslüman olmamış olan Adiy b. Hatem'in yanında okuduğu zaman o, buna itiraz ederek, Hristiyanların, papazlara tapınmadıklarını, onlara ibadet etmediklerini söylemişti. Resulullah (s.a.s), Allah Teâlâ'nın emrettiklerine muhalif olarak, papazların helâl kılıp, yasakladıklarına uymanın, onları ilâh edinip, onlara tapınmaktan başka bir şey olmadığını söylemişti (İbn Kesir, Tefsiru'l-Kur'an-ı-Azim, İstanbul 1985, IV, 76). Kâfirler, Allah'ın dinini yeryüzünden kaldırmak insanları ona uymaktan alıkoymak için var güçleriyle çalışmakta, İslâm aleyhinde iftiralara dayalı şayialarla onu tesirsiz hale getirmek istemektedirler. Ancak Allah Teâlâ, kâfirlerin bütün bu gayretlerinin boşa gideceğini, onlar istese de istemese de dinini yeryüzüne yayacağını bildirmektedir: Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır” (32). Para biriktirip, onları Allah yolunda sarfetmekten ve insanların istifadesine sunmaktan kaçınan kapitalist zihniyetli tipler, şiddetle uyarıldıktan sonra, Müslümanlara savaş ilân eden kâfirlerle topyekün savaşılmasının gerekliliği bildirilerek, Allah yolunda savaşmak, farz halini aldıktan sonra, onlarla savaşmaktan geri kalan ve dünya hayatına sarılan kimselerin de bu uyuşuklukları karşılığında can yakıcı bir azaba müstahak olacakları gözler önüne serilmektedir: "Ey inananlar! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman yere çöküp kaldınız? Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz?” (38). Peşi sıra gelen ayetlerde Allah Teâlâ, dini yüceltmek, İslâm ümmetine yönelen tehlikeleri ortadan kaldırmak için, müminlerin ne şekilde davranmaları gerektiğini ve onların savaş çağrısı karşısında takındıkları tavırlarını dile getirir. "Allah ve ahiret gününe inananlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak istediklerinden ötürü geri kalmak için senden izin istemezler. Allah sakınanları bilir" (44). Bu ayetler, Tebük seferi esnasında nâzil olmuştur. Bu sefere katılmamak için mazeretler gösterip, geri kalmak isteyenlerin durumları, münafıklık olarak nitelendirilmektedir: "Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler senden izin istedi" (45). Bu ayetler, kıyamete kadar sürecek olan İslâm-küfür savaşında insanların bu savaşa karşı tutumlarıyla değerlendirileceklerini ortaya koymaktadır. Daha sonra, münafıkların iki yüzlü davranışları ve onların bu davranışlarına sebeb olan etkenler teferruatıyla zikredilerek, onların bu düşmanca davranışlarının ve komplolarının Müslümanlara bir zarar veremeyeceği dile getirilirken, inanan insanlara Allah'ın takdirine tevekkül etmeleri öğütlenmektedir: "Allah'ın bize yazdığından başkası başımıza gelmez. O bizim mevlamızdır. İnananlar Allah 'a güvensin” (51). Peşinden, münafıkların gizlenmek için yemini kendilerine siper edindikleri zikredilerek, bunların aslında korkak bir zümre olduklarından bahsedilmektedir. Yine onların, zekâtın dağıtılması hakkındaki itirazları sözkonusu edilerek, bunun sebebinin Allah'a tevekküllerinin olmayışından kaynaklandığı bildirilmektedir. Allah Teâlâ, varlıklı müminlere ödemekle farz kıldığı zekâtın sarfedileceği yerleri de yine kendisi tesbit etmiştir: "Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir. Allah bilendir, Hakimdir" (60) İki yüzlü insanların ve gerçek anlamda iman etmiş olanların iç dünyaları ve bunun dışa yansımaları, aralarındaki kesin farklar belli olsun diye karşılıklı olarak gözler önüne serildikten sonra, iki yüzlü erkek ve kadınların aynı grubun mensubu oldukları ve bunların kötülüğü yaymaya, iyiliği de engellemeye çalıştıkları haber verilmektedir: "İki yüzlü erkek ve kadınlar da birbirlerindendir: Kötülüğü emreder, iyiliğe de engel olurlar..." (67). Bunun tam zıddı olan mümin erkek ve mümin kadınların da, birbirlerinin velileri oldukları ve onların iyiliği emredip, insanların helâk olmasına sebeb olacak fenalıklardan alıkoymaya çalıştıkları, onlara ait diğer bir takım özelliklerle birlikte zikredilmektedir: Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir: İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar; namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakîmdir” (71). Sure, tekrar tekrar nifak içindeki insanların fiilerine temas ederek, bu kötü hallerinin neticesinde içine sürüklendikleri açmazları ortaya koymakta, onların bu davranışlarındaki mantık dışılıkları vurgulanmaktadır. Allah Teâlâ, iyilik için söz verip, fakat işlerine gelmediği zaman sürekli döneklik yapan ve inananları aldattıklarını zannederek alay edenler, tehdit ifade eden bir üslûpla şöyle seslenmektedir: "İkiyüzlüler, Allah'ın onların sırlarını ve gizli toplantılarını bildiğini, Allah'ın görünmeyenleri bilen olduğunu bilmiyorlar mıydı?" (78). Peşinden, münafıkların Tebûk seferi hazırlıkları esnasında ve daha sonra bu seferle alâkalı ortaya koydukları tavırları sergilenerek, onların asla bağışlanmayacakları bildirilmektedir: "(Ey Muhammed) Onların ister bağışlanmasını dile, ister dileme birdir. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamayacaktır" (80). Bu duruma düşmelerinin sebebi, Müslümanlarla alay edip, bir savaşa çıkıldığı zaman yalan mazeretler uydurup geri kalmalarıdır. Buna örnek olarak, surenin son bölümünün inmesine sebep olan Tebûk seferi ile ilgili olaylar gösterilir. Allah Teâlâ, Allah yolunda cihad etmek için can atan, ancak, ellerinde olmayan sebeblerden dolayı geri kalanlar için bir vebalin sözkonusu olmadığını bildirmektedir: "Güçsüzlere, hastalar ve sarfedecek bir şeyi bulunmayanlara Allah ve peygamberine bağlı kaldıkları müddetçe sorumluluk yoktur" (91). Allah yolunda savaşmaktan kaçınıp, münafıklık edenlerin zelil durumları teferruatlı bir şekilde dile getirildikten sonra Allah Teâlâ, kendi yolunda cihat edenlere cenneti vadetmiş olduğunu ve bunu daha önce gönderdiği kitaplarında da bildirdiğini; "Alah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını - Tevrat, İncil ve Kur'an 'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah 'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alış-verişe sevinin; bu büyük başarıdır" (111) ayetiyle gözler önüne sermektedir. Bedevilerin cehâlet ve anlayışsızlıklarından dolayı sapıklıkta aşırı gittikleri zikredilerek, Tebûk seferinden geri kalan ve samimiyetle suçlarını itiraf edip bağışlanmak dileyen Ka'b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rubaî'nin durumları dile getirilerek, tövbelerinin kabul edilişleri anlatılır. Onlar, Resulullah'a durumlarını itiraf ettiklerinde o, Allah Teâlâ'nın haklarında hükmünü verinceye kadar beklemelerini söyledi. Bütün Müslümanlar onlarla ilişkilerini kesmişti. Hatta hiç kimse, onlara selam vermiyordu. Bu, elli gün devam etmişti. Onlar bu zaman zarfında çok büyük manevî sıkıntılar çektiler. Allah Teâlâ, onların içinde bulundukları ruhî sıkıntıları ve tövbelerindeki samimiyeti şu ayet-i kerîme ile ortaya koyarak, onların tövbelerini kabul ettiğini bildirmektedir: "Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir..." (118). Allah Teâlâ, savaşa çıkıldığı zaman geri de, İslâm'ı öğrenip, geri dönen mücahideleri uyarmak, onları eğitmek ve yaptıkları işlerin şuuruna erdirmek için mutlaka bir grubun kalması gerektiğine işaret etmektedir: "İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek ve geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı ? Ki, böylece belki yanlış hareketlerden çekinirler" (122). Peşinden gelen ayette inananlara, yakınlarında bulunan inkârcılarla savaşmaları emredilmektedir. Böylece o kâfirler, müminleri kendilerine karşı çok sert ve çetin bulacaklardır: "Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkârcılarla savasın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir" (123). Sure, tekrar münafıkların hallerine temas ederek, ümmetinin sıkıntıları ve günahlarından ötürü cezalandırılmaları endişesinden dolayı üzülen, inanlara şefkatli, merhametli ve onlara düşkün bir peygamber olarak vasıflandırılan Hz. Muhammed (s.a.s)'e davetine yüz çeviren topluluklara karşı takınması gereken tavır bildirilerek son buluyor. Bu hitap peygamberin şahsında kıyamete kadar gelecek bütün tebliğcileri kapsamaktadır: "(Ey Muhammed!) Eğer yüz çevirirlerse, de ki: Allah bana yeter; ondan başka ilâh yoktur, yalnız O'na güveniyorum; O, büyük Arş'ın Rabb'idir" ( 129). Ömer TELLİOĞLU
__________________ Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir. Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30. |
17 Ocak 2014, 00:55 | Mesaj No:26 |
Durumu: Medine No : 20781 Üyelik T.:
10 Ekim 2012 | Cevap: Tövbe (İstiğfara devam edeni, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Ummadığı yerden rızıklandırır.) [Nesai] (Bir mümin günah işleyince, melek üç saat bekler, eğer o kimse istiğfar ederse, o günahı yazmaz.) [Hakim] (Günahınız çok olup göklere kadar ulaşsa, pişman olunca, Allahü teâlâ, tevbenizi kabul eder.) [İbni Mace] (Günahlar kalbi paslandırır, karartır. Kalblerin cilası ise istiğfardır.) [Beyheki] (Derdinizi ve devasını bildireyim. Derdiniz, günahlar, devası da istiğfardır.) [Hakim] |
28 Şubat 2014, 15:38 | Mesaj No:27 |
Cevap: Tövbe Bir adam Resul-ü Ekrem’in (asm) huzuruna giderek: “Ne dersin, bütün günahları işleyen, yapmadık kötülük bırakmayan bir kimse tevbe etse kabul olunur mu?” deyince: “İslam dinine girdin mi?” buyurdu. Adam: “Ben Allah’dan başka ibadet ve taate layık hiçbir ilah olmadığına, şehadet ederim” dedi. Hz. Peygamber (asm): “Hayır, işler yapar, kötülükleri bırakırsın. O zaman Allah geçmişteki bütün yaptıklarını hayır amellere çevirir” buyurdu. Adam: “İşlediğim günahları ve kötülükleri de mi?” dedi. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): “Evet” buyurdu: Adam gözden kayboluncaya kadar: “Allah’ü Ekber (Allah her şeyden daha büyüktür.) Allah’ü Ekber, Allah’ü Ekber…” diyerek gitti. (Taberâni) “Kul tevbe ettiğinde Allah onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Aynı şekilde onun organlarına unutturur. İşlediği yerdeki izlerini de yok eder. Ta ki Allah’ın huzuruna vardığında günah işlediğine dair aleyhinde şahitlik edecek bir şey bulunmasın.” (İbn-i Asâkir) | |
04 Mart 2014, 02:33 | Mesaj No:28 |
Durumu: Medine No : 20781 Üyelik T.:
10 Ekim 2012 | Cevap: Tövbe Tevbe Edenler Diğer İbadetlerde De Başarılı Olurlar Günahtan sakınmak tevbeyle uğraşmaktan kolaydır. Günaha düşürücü şeylerden de uzaklaşmak gerekir. Bunun ilki nefse muhalefet ve kötü insanlarla arkadaş olmayı terk etmektir. Zira insanı Hak’tan uzaklaştıran ve doğru yolda tereddütlere düşüren bu ikisidir. Bunlardan Allah’a sığınırız. Allah’a dayanınız, yalnız O’ndan yardım bekleyiniz. Çünkü Allah bize yeter. O ne güzel vekildir. Tevhid ne güzel dayanak ve eserdir. Tevbe edenler diğer ibadetlerde de başarılı olurlar. Allahu Teâlâ buyuruyor ki: “O tevbe edenler, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırı koruyanlar..Müjdele o müminleri!” Tevbe Sûresi, ayet 112 Rasûlullah (s.a.v) efendimiz de buyuruyor ki: “Bir kimse, “Estağfirullah el-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül kayyûme ve etûbü ileyh” (Hayy ve Kayyûm olan ve kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’tan mağfiret diler ve O’na tevbe ederim!) derse, harpten kaçmış bile olsa bağışlanır. Tirmizî, c.5, De’avat 117, h.3577 alıntı |
14 Nisan 2018, 15:14 | Mesaj No:29 |
Durumu: Medine No : 38944 Üyelik T.:
09 Şubat 2014 | Estağfirullah min külli ma kerihAllah Estağfirullah el azim el kerim ellezi lâ ilâhe illâ hüvel hayyul kayyum ve etübü ileyh
__________________ O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR |
16 Mart 2024, 15:30 | Mesaj No:30 |
Durumu: Medine No : 13055 Üyelik T.:
18 Aralık 2010 | Peygamber Efendimiz (sas), “Günahtan tövbe eden, bir günah işlememiş gibidir.” buyurmuştur. “Kul bir günah işler, sonra da günahını itirafla tövbe ederse, Allah Teâlâ tövbesini kabul ve affeder.”
__________________ "Bir yαrım αklın kuyusundα öbür yαrım αşkın kuytusundα... Cennet ve cehennem αrαsındα.Ucu sırαttαn geçen bir uçurum kenαrındα... Â'râftα..... Ârâfın dα αrαsındα...Ar ve αf yαrαsındα..." |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Allah'a tövbe etmek | YaŞuHa | Allah(c.c) | 1 | 26 Ocak 2023 22:44 |
bir avuç tövbe kırıntısı | antivirüs | Dua Bölümü | 1 | 09 Temmuz 2015 19:41 |
Gözyaşının Gücü Ve Tövbe | günışığı | Dua Bölümü | 3 | 26 Ağustos 2014 16:22 |
tövbe | aslıı | İlmihal Bölümü | 0 | 22 Mayıs 2012 21:52 |
tövbe duası | Seyyid | Dua Bölümü | 1 | 27 Eylül 2008 01:15 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|