|
Konu Kimliği: Konu Sahibi iklimya,Açılış Tarihi: 16 Ocak 2008 (02:08), Konuya Son Cevap : 13 Aralık 2024 (08:25). Konuya 30 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
16 Ocak 2008, 12:14 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (11/3) Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (11/52) Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (11/61) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (11/90) Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir. (11/112) Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (16/119) Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (19/60) Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (20/82) Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti. (20/122) Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (24/5) Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (24/10) Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (24/31) Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (25/70) Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (25/71) Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. (28/67) Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafaatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/24) Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/73) Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır. (40/3) Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (40/7) Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur. (42/25) Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (46/15) Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (49/11) |
16 Ocak 2008, 12:14 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (11/52) Semud (halkına da) kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı. Öyleyse O'ndan bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, (duaları) kabul edendir." (11/61) Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Gerçekten benim Rabbim, esirgeyendir, sevendir." (11/90) Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran. Ve azıtmayın. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir. (11/112) Sonra gerçekten Rabbin, cehalet sonucu kötülük işleyen, sonra bunun ardından tevbe eden ve ıslah olanlar(la beraberdir). Şüphesiz Rabbin bundan sonra bağışlayandır, esirgeyendir. (16/119) Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunanlar (onların dışındadır); işte bunlar, cennete girecekler ve hiçbir şeyle zulme uğratılmayacaklar. (19/60) Gerçekten ben, tevbe eden, inanan, salih amellerde bulunup da sonra doğru yola erişen kimseyi şüphesiz bağışlayıcıyım. (20/82) Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti. (20/122) Ancak bundan sonra tevbe eden ve salihçe davrananlar hariç. Çünkü gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (24/5) Eğer Allah'ın sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı ve Allah gerçekten tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (ne yapardınız)? (24/10) Mü'min kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz." (24/31) Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (25/70) Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah'a döner. (25/71) Ancak kim tevbe edip iman eder ve salih amellerde bulunursa artık kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir. (28/67) Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sâdıkları sadakatlerinden dolayı mükafaatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/24) Şundan ki: Allah, münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları azablandıracak; mü'min erkeklerin ve mü'min kadınların tevbesini kabul edecektir. Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (33/73) Günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şiddetli olan ve lütuf sahibi (Allah'tan). O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır. (40/3) Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: "Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından herşeyi kuşatıp-sardın, tevbe edenler ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru." (40/7) Kullarından tevbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve işlediklerinizi bilen O'dur. (42/25) Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım." (46/15) Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakablarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (49/11) Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (49/12) Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (58/13)<!-- / message --> |
16 Ocak 2008, 12:16 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. (66/4) Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler' verir. (66/5) Ey iman edenler, Allah'a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki, Allah sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: "Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, herşeye güç yetirensin." (66/8) Gerçekten Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde (namaz için) kalktığını bilir; seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını bilir). Geceyi ve gündüzü Allah takdir eder. Sizin bunu sayamıyacağınızı bildi, böylece tevbenizi (O'na dönüşünüzü) kabul etti. Şu halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Allah sizden hastalar olduğunu, başkalarının Allah'ın fazlından aramak için yeryüzünde gezip-dolaşacaklarını ve diğerlerinin Allah yolunda çarpışacaklarını bilmiştir. Öyleyse ondan (Kur'an'dan) kolay geleni okuyun. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin. Hayır olarak kendi nefisleriniz için önceden takdim ettiğiniz şeyleri daha hayırlı ve daha büyük bir ecir (karşılık) olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (73/20) Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (85/10) Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. (110/3) |
16 Ocak 2008, 12:18 | Mesaj No:14 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Soru: Tevbe ettikten sonra veya tevbe esnasında aynı günaha düşme endişesi varsa bu tevbe geçerli ve yararlı olur mu? Cevap: İnsan yaratılırken, hata işlemeye kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Yani insanı günaha çekebilecek duygular, hisler vardır tabiatında. Bu duygu ve hisler, iyi şeylere esas teşkil etsin diye insanın tabiatına yerleştirilmiştir. Ama her zaman bunları değerlendirmek mümkün olmayabilir. Meselâ, öfke insana niye verilmiştir? Elbetteki iyi şeyler için. Bununla insan gazilik ve şehidlik de kazanabilir. “El-buğdu fillah vel-hubbu fillah” fehvasınca kin, buğz ve öfke de, sevgi ve muhabbet de Allah için olursa bunlarla insan sevab kazanabilir, kazanabilir de her an hayatını cihadda geçiriyor gibi olur. Bedenî hislere, şehevanî duygulara sahip bir insan, bunlara sabretse, onun için cihad sevabı hasıl olur. Bunlar zabt u rabt altına alınmadığı zaman ise, insanı başaşağı götürebilirler. Yani hata, insanın eşi gibidir. İnsan günah ve hataların ağırlığını vicdanında duymalıdır. Duymazsa, hissetmezse tıpkı cansız bir cisim gibi yaşar. Kalbinde bir kısım derunî duygular, latifeler varsa bunlar da zamanla söner. Öyleyse insan hemen kısa yoldan tevbeye müracaat etmelidir. Hadis-i Nebevî’de: “Her insan hata işleyicidir. Hata işleyenlerin en hayırlısı da (hemen) tevbe edenlerdir” buyurulmuştur. Tevbeye sarılmalı ve hemen Allah’a teveccüh edip “Eznebtü” “Günah işledim” demelidir. Ayrıca, tevbede, bir daha yapmamaya azim ve cehd olmalıdır. Hiç olmazsa tevbe esnasında insanda tereddüt olmamalıdır. Bundan da öte, kesin ve katî bir şekilde, bir daha dönmemeye niyet ve kasıt olmalıdır. Ancak, tabiat-ı beşer muktezası olarak insan, sonradan yine -tabii kasıd olmayarak- hata ve günaha girebilir. Evet, insan tevbe ederken şek ve şüpheye yer vermeden mutlak “Bu sondur” demeli ve kararlı olmalıdır.[3] TEVBE İLE GÜNAH ÖNCESİ MANEVÎ HÂLİ AŞMA Hz. Yunus'un (as) kavmini bırakıp gitmesi, sanki, kavminin iman etmesi için nihaî nokta gibi görünüyor. Kendisi için her ne kadar bir zelle de olsa, fakat çok büyük bir hayra kapı açmış gibi. Böyle, işlenen bazı günahlardan tevbe ile, günahtan önceki hâlden daha öte bir hâle ulaşmak mümkündür denebilir mi? Hz. Yunus (as), kavmini Allah'tan izin almadan terk etti. Peygamberler, kavimlerini terk etmek gerektiğinde de, yine izin alırlar. Meselâ, melekler Hz. Lût'a, bizzat onun kavmini terk etmesi emrini getirmişlerdir. Allah (cc), Hz. Nuh'a gemiye binip, mü'min olanları da yanına almasını ve kavmini öyle terk etmesini emretmiştir. Aynı şekilde, Peygamberimiz'e (sav), Hz. İbrahim'e (as) daha başka bazı peygamberlere de hicret emri verilmiştir. Fakat Hz. Yunus (as), Allah'ın emrini almadan kavmini terkettiği için, malûm mihnete maruz kalmıştır. Şu kadar ki, peygamberin böyle kavmini terkedip gitmesi, kavmi üzerinde önemli bir tesir bırakmış ve o kavim, azap alâmetleri de belirince, hemen tevbe ve istiğfara yönelmiştir. Kur'an-ı Kerim, bunu benzeri olmayan bir hâdise olarak zikreder: "Bir belde halkının, zamanında inanmaları gerekmez miydi ki, imanları kendilerine fayda versin (ve onları muhakkak bir azaptan kurtarsın. Fakat Yunus'un kavmi hariç." (Yunus/98) Yunus'un (as) terk edip gitmesi ve arkasından onun kavmini tehdit ettiği azabın işaretlerinin görülmesi, o kavmi birden tebaha getirdi, uyandırdı ve hemen tevbeye koştular. Tabiî bu sonuçta, Yunus'un (as) o zellesi neticesinde maruz kaldığı mihnetin de tesiri olmuştur. Mü'minlerin başlarına gelen musibetlerin, bir hemen verilen, bir de daha sonra verilen iki mükâfatı vardır. Sonrası, Yunus (as), balığın karnında sürekli tesbihte bulunmuştur. Zaten, hep tesbih eden bir insandı. Neticede hem kendisi o mihnetten kurtulmuş, hem de 100 binden fazla insan birden ona iman etmiştir. Gerçi, bir günah işleyeyim, tevbe edeyim ve daha büyük bin mükâfata nail olayım denmez ve denmemeli. Ancak, insanın kendisini günahsız, suçsuz görmesindense, bata çıka gidip, kendisini hiç görmesi, bir günahkâr bilmesi ve devamlı tevbe etmesi çok daha hayırlıdır. İnsan, hiçbir şeydir; aslında şümullü manâya sahip bu üç kelime bile, insan için çoktur. Sıfırdır insan; ve o, kendisini böyle bilmelidir. Sıfır ne güzeldir; hele o nokta gibi olan sıfır, bir atom mudur, bir partikül müdür; işte insan, kendisini hep öyle bilmeli, böyle olduğuna kendisini inandırmalıdır. Hattâ yan yana pek çok sıfır olarak bilirse, başına gelecek bir rakamla, sonsuz değere ulaşma kapısını açmış olur. Kendisini tamamen sıfır gördüğü, bütün bütün şeffaflaştığı zaman, kendisinde Allah'ın tecellisi için pak bir ayna vasfı kazanmış olur. Allah'ın o biricik Habibi, o en büyük insan için, önce 'Abdühû (O'nun kulu)' demiyor muyuz? Evet, kulluktan daha üstün bir makam yoktur. En büyük kul, en büyük insandır. Çünkü onda, Allah mütecellidir dâim.[4] Fasıldan Fasıla 1 |
16 Ocak 2008, 12:19 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe TEVBE Sözcük anlamı, dönmek, vazgeçmek, yönelmek demek olan tevbe; Kur’an’da, kulun yaptığı kötü işten, günahtan veya küfürden/şirkten vazgeçerek, pişmanlık duyarak Allah’a yönelmesi anlamında kullanılmıştır. Bu yönelme bağışlanma isteğini de içermektedir. Tevbe kelimesinin türemişi olan tevvab ise Allah için kullanılmaktadır. Allah’ın isimlerinden biri de; Allah’ın kulunun tevbesini kabul etmesi, onu bağışlaması ve tevbeleri çok çok kabul eden anl----- gelen Tevvab’tır. Anlam içeriğiyle tevbeye, Allah’ın kuluna sağladığı “kurtulma imkanı” da diyebiliriz. Tevbe bu bakımdan çok büyük bir nimettir. Kul, şirk de dahil, işlediği günah ne olursa olsun bu imkandan yararlanarak kendini af ettirebilir. Bu imkanla, her türlü kötülükten kurtulabileceği gibi, ahiretini de kurtarmış olur. Tevbenin silemeyeceği hiçbir günah yok edemeyeceği hiçbir kötülük yoktur. En ağır günah/zulüm sayılan şirk bile iman etmekle bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar. “Hiçbir günah Allah’ın bağışlayıcılığından daha büyük değildir.” Tevbe, kulun, yaratıcının koruyucusu ve kurtarıcısı olduğunun bilinciyle, işlediği günaha teslim olmaktan kurtulabileceği, açık-gizli her türlü davranışını paylaşacağı, yanlışlarının ve günahlarının dayanılmaz ağırlığından kurtulabileceği ve kişisel sırlarını açabileceği bir sığınma halidir. Tevbe yalnızca günahların bağışlanması için başvurulan bir yol olmayıp, aynı zamanda sürekli bir birlikteliği paylaşma bilincidir. Yalnız şu husus çok iyi bilinmelidir ki, Allah’ın bağışlayıcılığı ve bağışlayıcılığındaki sınırsız rahmetini düşünerek, peşin bir anlayışla günaha yönelmek; “nasıl olsa tevbe ederek kendimi bağışlatırım” düşüncesiyle hareket etmek, kulun kendisine tanınan hakkı, verilen imkanı kötüye kullanması olur. Ve kul böyle bir ön yargıyla hareket etmekle, yalnızca kendini aldatmış olur. Zira, Allah kendisini kötüye alet ettirmez. Böyle bir ön kabul olmaksızın; böyle bir aldatmaca ve düzenbazlık olmaksızın; kulun, aldanarak, gaflete düşerek, heva ve hevesine uyarak, Şeytan’ın aldatmasına yenilerek; bir şekilde kendisini içinde bulduğu veya yaptığı yanlış bir şeyden dolayı pişmanlık duyarak (Allah’ı asla kandıramayacağının bilincinde olarak) vazgeçip, kendisini düzeltmesi durumunda; Allah’ta onun tevbe etmedeki samimiyetine uygun olarak günahlarını affetmek de dahil en güzel karşılığı verecektir. Eğer tevbe etme imkanı olmasaydı kötülük insan üzerinde kesin bir hakimiyet kurardı. Tevbe, bu hakimiyete ya baştan müsaade etmez ya da hakimiyet olmuşsa onu yok eder. Yeter ki kul yalnız olmadığının, sahibinin Allah olduğunun bilincinde olsun. Allah’la bağlantısını kesmesin. O, Allah’a yöneldiği an, Allah onu karşılıksız/sahipsiz bırakmayacaktır. Tevbe ile ilgili ayetlere bakıldığında görülmektedir ki: Allah, kurtulmak isteyeni, “bundan sonra ‘insan’ olmak istiyorum” diyeni kurtaracak ve yeniden insana yaraşır bir hayat yaşamasını sağlayacaktır. Tevbe, günah işlemeyi kolaylaştırmak veya günaha kapı aralamak için değil, tam aksine işlenmekte olunan günahı terk etmek, yapılan kötülüğe son vermek içindir. Hangi nedenle olursa olsun, kötülükle girilen ilişkiyi sona erdirmek içindir. Tevbe, kulunun günah batağından kurtulması için Allah’ın uzattığı rahmet elidir. İşlediği günah veya yaptığı kötülük ne olursa olsun, kul, Allah’ın kendisine uzattığı ele tutunmalıdır. Kötülüğe teslim olup, umutsuzluğa düşerek Allah’tan umudunu keseni, Allah, sapık olarak tanımlamaktadır. (Hicr -56) Bu da kulun hangi durum ve şartta olursa olsun Allah’a yöneldiği takdirde, Allah’ın onu yalnız bırakmayacağını göstermektedir. Günah işlemekte olan kimsenin kendisini kuşatan günahın/günahların kendince dönülemez bir hal alması sonucunda oluşan “artık af edilmem” düşüncesi, Şeytan’a teslim olmaktan başka bir şey değildir. Bu durum, tam da Şeytan’ın istediği bir sonuçtur. Zaten günah işlerken Şeytan’ın istediği olmuştur; umudunu yitirmekle, ikinci kez Şeytan’ın dediği/istediği olacaktır. Böylece Şeytan’ın galibiyeti kesinlik kazanacaktır. Ve esas olarak kaybetmek ve Şeytan’ın hakimiyetine girmek bu noktadan sonradır. Oysa ki tevbenin sunduğu imkandan faydalanarak, yeniden ve arınmış olarak, Şeytan’ın hakimiyetine son verip onu yenilgiye uğratmak ve Allah’ın yoluna, kurtuluşa dönmek mümkündür. Ölüm gelip çatmadan, tevbe etme imkanı, Şeytana tutsaklıktan kurtulma imkanı hep vardır. Ölüm döşeğinde iken veya kendisini taşıyamayacak kadar güçsüz duruma düştükten sonra tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Tevbe bu dünyada geçerlidir. Kur’an, bu dünya hayatının son bulması demek olan ölüm halindeki tevbenin geçerli olmadığını söylemektedir: “Sürekli günah işleyip ölüm vakti geldiğinde: “ben artık tevbe ettim” diyenlerin ve kafir olarak ölenlerin tevbesi geçersizdir. İşte onlara can yakıcı bir azap hazırladık.” (Nisa-18) “İman ettikten sonra hakikati inkara kalkışanlara ve sonra hakikati reddetmede (daha büyük bir inatla) ısrar edenlere gelince, şüphesiz, onların (diğer günahlardan dolayı) tevbeleri kabul edilmeyecektir. İşte onlar gerçek sapkınlardır.” (Al-i İmran - 90) Bu ayetlerden şu anlam da çıkabilir: tevbe, zamanında yapılmalıdır. Yani günah işlemeye devam etmekte iken, artık o günahı işleyecek gücü ve imkanı kalmadığında tevbe etmenin hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Peygamberler de dahil hiçbir insan (ama az- ama çok) kötülük işlemiş olmaktan, yanlış yapmış olmaktan uzak değildir. Ancak Abese suresinin ilk 10 ayetinde Hz. Muhammed (sav) uyarılmasında olduğu gibi, peygamberler, görevleri gereği, yaşarken düzeltilmişlerdir. İnsan yaradılışı itibariyle, bizzat varlığında iyinin ve kötünün mücadele alanıdır. Yaptıklarının tamamı ile sürekli bir imtihan içindedir. Böyle olunca da, kimi tercihlerinde yanılabileceği gibi, zayıf bir anında Şeytan’a yenik de düşebilir. Onun için tevbe, yaşadığı sürece herkese gereklidir: “İmdi, eğer Allah, (bu dünyada) yaptıkları zulümlerinden (kötülüklerden) ötürü, insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yer yüzünde tek bir canlı kalmazdı. Ne var ki, onları, belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar erteliyor. Süreleri dolduğu zaman, sonlarını bir an olsun ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler.” (Nahl 61) ayeti dikkate alındığında, günahsız insanın olmadığı/olamayacağı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan tevbe insan için büyük bir ihtiyaçtır. Çünkü insan sürekli hareket halinde bir varlıktır; kendi dışındaki alemle -hatta içindeki alemle de- sürekli ilişki içindedir: kendisiyle, ailesiyle, komşularıyla, mesai arkadaşlarıyla, sokaktaki insanla, kısacası her türlü canlı ve cansız varlıkla. Bu denli yoğun bir ilişki biçiminde, hayatın ve bu ilişkilerin dayattığı bir çok engel ve zorluk karşısında her zaman doğru ve adil hareket edemeyebilir; istemeden de olsa haksızlığa neden olabilir. Veya kimi zaman yanlışı doğru görebilir. Kimi zaman dengeyi bozabilir. İşte tevbe, burada devreye girerek insanın ifsad olmasına, zulüm üzere yaşamasına, Şeytan’a hizmet etmesine, kötülüğün taşıyıcısı ve yaşatıcısı olmasına son vererek, kurtulmasına, kendisini düzeltmesine ve bozduğu dengeyi yeniden kurmasına imkan ve fırsat verir. Tevbe, çaresizliğe düşmüş olana yeniden çare olmaktır. Deyim yerinde ise tevbe, hastalığın sebebi/mikrobu değil, ondan kurtulmanın ilacıdır. Zira hastalık ne olursa olsun, hasta dilerse tevbe ile bu hastalıktan kurtulabilir. Tevbenin geçerliliğinin ve gerçekleşmesinin şartı, samimiyettir. Samimi olunmadığı takdirde ne kadar tevbe edilirse edilsin hiçbir yararı olmaz. Samimiyet ise tevbe edilen şeyin düzeltilmesi veya tekrar edilmemesidir. Maide-39′da Allah: “ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve davranışlarını düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” demektedir. Yine Tahrim-8′de, tevbe etmekle yetinmeyip, bunun kabul edilebilmesinin şartı olarak düzeltilmesi ve içtenlikle olması şart koşulmaktadır. Yine Hud-3′de Allah, tevbenin geçerliliğinin olabilmesi için bağışlanma dileğiyle birlikte O’na yönelmenin de şart olduğunu açıkça bildirmektedir. Haksızlık yapmak, gerçeğe ve doğruya karşı ters davranmak günahları doğurur. Şayet tevbe ile bu günahların önüne geçilmezse günahlar insanın her bir yanını kuşatmaya başlar ve Kur’an’ın deyimi ile günah işleyip de günahı kendisini kuşatmış olanlar, içinde ebedi kalmak üzere cehennemlik olurlar. “(ama) dikkat edin, mücrimler cehennem azabı içinde temelli kalacaklardır.” (Zuhruf-74) Günahın büyüğü de küçüğü de tevbenin kapsamındadır. Kur’an günahı büyük ve küçük olarak ayırmış, büyüklerinden sakınılırsa, küçüklerin bağışlanacağını belirtmiştir. Nisa-31′de : “Uzak durmanız emredilen büyük günahlardan kaçınırsanız, (küçük) kusurlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir meskene yerleştiririz” denmektedir. Ancak büyüklük ve küçüklük kaps----- hangi günahların girdiğinin listesini vermemiştir. Yine de Kur’an’a bakıldığında bazı büyük günahlardan ismen söz edildiği görülmektedir. Bunların başında da zulüm, şirk, haset, cimrilik, içki, kumar, zina, büyü, yalan… gelmektedir. Ancak kişiden kişiye kısmen farklılık olsa da Kur’ani açıdan bakılarak hangi günahın büyük, hangisinin küçük sayılacağını belirlemek mümkündür. Israrla ve sürekli yapılan her küçük günah, büyük günah kaps----- gireceği gibi, yapılan şeyin karşı tarafı ne oranda etkilediği de günahın büyüklüğünü ve küçüklüğünü belirlemede birinci derecede belirleyici olmaktadır. “Bana kul hakkı ile gelmeyin, kul hakkı hariç diğer günahlarınızı bağışlarım” şeklinde Allah’a isnat edilen söylentinin! İslami bir dayanağı ve gerçekçi bir yanı yoktur. Zira Allah’ın, kulun hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur. O, kulundan ne yapmasını veya nasıl davranmasını istemişse, onun iyiliği içindir; veya insan ne yapıyorsa kendisi içindir; kendi ihtiyacı içindir. Allah’ın kulundan uymasını istediği her şey onun mutluluğunu sağlamak içindir. Yapılacak iyiliğin de kötülüğün de sonucunda, kazanacak veya kaybedecek olan kuldur. Hak veya haksızlık bu bağlamda tamamen kul ile ilgilidir. Kul, istese de Allah’a ‘zarar’ veremez. Zaten buna gücü de yetmez. Kaldı ki ayrıca kul ile Allah arasında zarar verme açısından haksızlığa konu olacak bir şey de yoktur: “Çünkü günah işleyen kimse yalnız kendine zarar verir. Ve Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Nisa 111) Bağışlanacak günahta aranan şart, günahın büyüklüğü veya küçüklüğü değil, tevbenin nasuh olmasıdır. “Nasihat sözcüğü ile ilgili olan nasuh, halislik ve safilik anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anl----- da gelir. Çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik, yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı demektir.” Nasuh tevbe de günahtan kalpte bir karartı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve amelde meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır. Sonuç olarak, hangi konu olursa olsun Kur’an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. Tek başına ele alınan konunun/kavramın doğru anlaşılması mümkün değildir. O bakımdan tevbe konusu da Kur’an bütünlüğü içinde ele alınmalıdır. İnsanın hayra ve şerre ne yaparsa karşılığını göreceği, zerre kadar da olsa yaptığı iyi ve kötü her şeyden sorumlu tutulacağı, günahı sevabından fazla olanın cehennemlik olacağı, hiç kimsenin kimseye şefaat edemeyeceği gerçeği, sadece tevbe etmekle ortadan kalkmaz. Tevbe, iyi olanda, hayırlı ve güzel olanda meydana gelen kesinti veya arızayı gidermektir. Kötülük yapan, kötü olan bir kimse, iyi insan olmaya karar vermeden tevbenin ona hiçbir yararı olmaz. Kişi önce iyi insan olmaya karar vermelidir. Zaten iyi bir kimse ise, onun için tevbe; iyiliğinde meydana gelen kesintinin giderilmesidir. Tevbe, suçu sabit hale getirmek yerine, ortadan kaldırmaktır. Yoksa baştan ayağa kötü olanın, ‘iyi olmaya’ karar vermeden, tevbe etmesinin hiçbir yararı yoktur. Tevbe, tertemiz bir niyete Allah’ın destek olmasıdır. Veya küfürde olanın, küfrünü hakla değiştirmesidir. İnsan kendini yeterli (müstağni) görmedikçe hep tevbe etme gereği duyar. Başını yastığa koyduğunda; geride bıraktığı günün muhasebesini yaptığı zaman, tevbeye konu olacak bir çok şeyin yapıldığı ve tevbeye ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Peygamber efendimizin “doğrusu günde yüz kere tevbe edip Allah’a yöneliyorum” dediği rivayet edilmiştir. “Ey Rabbimiz, bizi Sana teslim olanlardan kıl ve bizim soyumuzdan Sana teslim olacak bir topluluk çıkar, bize ibadet yollarını göster ve tevbemizi kabul et: şüphesiz yalnız Sensin tevbeleri kabul eden, rahmet dağıtan!” (Bakara-128) |
16 Ocak 2008, 12:20 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe “Günahlarına tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.” Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Kul deyince aklınıza ne gelir? Sıralıyabileceğiniz birçok özelliğin arasında, hiç şüphesiz ‘muhtaç varlık’ tanımı da vardır. Gerçekten de makamı-mevkisi, parası-pulu ne olursa olsun, kul olarak yaratılan insanoğlunun en temel vasıflarından biri, her an ihtiyaç içinde bulunmasıdır. İnsan her şeyden önce Yaratıcısı’na muhtaçtır. Ve bu ihtiyacı dünya ve ahirette hiçbir zaman bitmeyecektir. Esas olarak, ihtiyaç içinde olmak bir kusurdur. Kusur deyince hemen günah anlaşılmasın. Hayatı bile başka birinin elinde olan bir varlık devamlı noksanlık içindedir. Noksanlık bir kusurdur. Hiç bir kusuru bulunmayan ve kimseye ihtiyacı olmayan sadece Aliahu Tealâ’dır, Onun bu sıfatta da tek olduğunu ifade için, ‘kusursuz kul yoktur’ denir. Peygamberler dahil, bütün insanlar ihtiyaç içindedirler. Bu ihtiyaçlarını gideren Yüce Allah’a karşı teşekkür ve minnettarlık, yani şükür farzdır. Şükrün en başı da nimet sahibini tanımak ve ona saygı göstermektir. İşte buna iman denir, Yüce Allah’a şükür O’na imanla başlar, ve bir sonu yoktur. Çünkü kulun ihtiyaçları hiç bitmez, Bu ihtiyaçları gideren Yüce Allah’ın ikramlarının da bir sonu yoktur. Peygamberler başta olmak üzere bütün insanların Yüce Allah’a karşı yapacakları en büyük amel, kul olduğunu bilmektir. Sonra acizliğini görmek gelir. Aciz kulun en faziletli işi, Yüce Rabbi’nin iyilik, ihsan ve nimetlerine karşı şükürdeki kusurlarını kabul ve itiraf etmektir. Peygamberlerin gözyaşı döktükleri kusurlar, işte bu tür kusurlardır. Onlar, Yüce Mevlâ’ya kulluk olarak ne yapsalar az görür, kusurlu bulur, bunun için göz yaşı döker, tevbe yapar, istiğfar ederler. Bu, sevenlerin korkusu ve gözyaşıdır. Kalbin O'na Dönüşü: NASUH TEVBESİ Tevbe dönmektir. Nasuh, samimi olmaktır. Nasuh tevbesi ise, içi ve dışıyla samimi olarak Yüce Allah’a dönmektir. Nasuh tevbesi, kalp, gönül, dil, hal ve azalarla günah işlememeye kesin olarak karar vermektir. Nasuh tevbesi, Yüce Allah’a dostluğu seçmektir. Bunun için O’nun razı olmadığı her şeyi sevgi ve iradesiyle terk etmektir. Sevgi olmadan yönelme olmaz. İrade olmadan kulluk yapılmaz. Tevbenin aslı, Yüce Allah’a sevgi ve saygıya dayanır. Saygının içinde korku da vardır. Bu korku azap korkusu değil, ayrılık korkusudur. Kulun Yüce Rabbi’nin sevgi ve rahmetinden uzaklaştırılması ve cemalullah nimetinden ebediyyen mahrum olması, cehennem ateşinde daha şiddetli, daha korkunç, daha acı verici bir azaptır. Nasuh tevbesi, Yüce Allah’ın davetini can u gönülden kabul etmektir. Samimi tövbe, sırf Allah rızası için yapılır. Kınanmaktan kurtulmak, insanlar arasındaki şerefini korumak, dünyevî bir menfaat ele geçirmek, günahın zilletinden uzak kalmak için yapılan tevbeler, samimi ve saf değildir. Hatta manevi dereceler elde etmek, ibadetle itibarlı olmak, itaat içinde tatlı bir hayat yaşamak, keşif ve kerametlere ulaşmak gibi manevî nimetler için yapılan tevbeler de arifler tarafından tenkit edilmiştir. Çünkü onlarda nefsin hoşlandığı şeylerön plana çıkmaktadır. Halbuki nasuh tevbesinde tek hedef, Yüce Allah’ın rızasına ulaşmaktır. Bu çok ince bir noktadır. Tevbe Peygamberlerin Ahlâkıdır Ariflerin belirttiği gibi, tevbe bizlere insanlığın babası ilk peygamber Hz. Adem A.S.‘dan miras kalmıştır, Hz, Adem A.S. dünyaya tevbe ederek gelmiştir, tevbe ederek gitmiştir. Sadece o mu? Bütün peygamberlerin ahlâkı böyledir. Yüce Rabbi’ne tevbe etmeyen, kusurlarına ağlamayan, nefsi ve ümmeti için inlemeyen hiçbir peygamber yoktur. Peygamberler böyle olunca, diğer insanlar tevbeden nasıl uzak kalabilir? Tevbe, insanoğluna takdir edilmiş ezeli bir hükümdür. Değişmesine de imkan yoktur, Kâfir olsun mümin olsun, bütün insanlar tevbeye muhtaçtır, tevbe ile yükümlüdür. Ve bu yükümlülük ölene kadar devam etmektedir. (Gazalî, İhya) Bütün gelmiş ve gelecek günahları affedilmiş Hz. Muhammed A.S. Efendimiz’in şu beyanları meselenin ciddiyetini anlatmaya yeterlidir: “Ey insanlar! Allah’a tevbe ediniz. Şüphesiz ben günde yetmişten fazla, (ya da yüz defa) Allah’a tevbe ediyorum.” (Buharî, Müslim) “Kalbimi (nurdan bir takım) perdeler kaplar ve bu sebepten dolayı Allahu Tealâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.” (Müslim, Ebu Davud) Hiç kusur işlemeyen kul yoktur. ‘Kusurum yok’ demek, en büyük kusurdur. Peygamberlerin kusuru, kendi makamlarına göredir. Onlar devamlı Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunmaktadırlar. Norma! şartlarda güzel ve doğru olan bazı şeyler, o huzurda kusur gibi uyarı alabilir. Tevbe, Allah’ın dostlarının en sevimli amelidir, Kur’an’da peygamberler ve ümmetleri devamlı tevbeye davet edilmiştir. Bu haliyle tevbe başlı başına bir ibadettir. Her yönüyle zikirdir, şükürdür, tefekkürdür. Ya Şeytana Teslimiyet, Ya Allah'a Tevbe edilecek amellerin en başında Yüce Allah’ı inkâr gelir. Sonra sırasıyla şirk, nifak, fısk denilen büyük günahlar ve küçük günahlar gelir. Büyük günahların başında dini tahrif, bid’at, sünneti inkâr, yalan söyleme, kibir, riya, kendini beğenme, insanları küçük görme, ibadetiyle övünme, haset, gıybet, aşırı dünya sevgisi, zikirden gaflet, ahireti unutma, namazı terk etmek gibi günahlar gelmektedir. Nasuh tevbesi, gizli-açık, büyük-küçük, zahirî-batinî bütün günah çeşitlerinden kalbi ve kalıbı temiz tutmaktır. Bu, ölene kadar devam edecek bir vazifedir. Kâmil mümin, haramlara dikkat ettiği kadar, iyilik ve ibadetlerindeki kusurlara da dikkat eder. Çünkü şeytan harama götüremediği müminden elini çekmez, onun ibadetlerine musallat olur, İbadeti ile zarara sokmaya çalışır. İbadetin içindeki edepleri hafife almak, gaflete düşmek, ibadetine gösteriş katmak, ameline güvenmek, yaptığı hayırlarla sonunun kesin cennet olduğunu düşünüp tevbeyi terk etmek, kendisini insanların en takvalısı ve faziletlisi görmek gibi gizli günahlarla onu felakete sürükler, Bunun için her mümin bir kusur işlediği zaman tevbeye sarıldığı gibi, bir ibadet yaptığı zaman da peşinden tevbe ve istiğfar etmelidir. Edep budur. Emniyet, ibadete değil, Yüce Allah’a güvenmektir. Bir arifin belirttiği gibi, halk günahlarından, veliler ise yaptığı iyiliklerdeki kusurlarından Allah’a tevbe eder. (Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb) Günahlarda Saklı Hikmet Allahu Tealâ yeryüzünde kusur işlenmesini istemeseydi, nefis ve şeytanı yaratmazdı. Tevbeleri kabul etmeseydi, “tevbe ediniz” emrini vermezdi, Allahu Tealâ’nın haram ve isyanda rızası yoktur, fakat iyilik ve kötülüğü yaratan O’dur. O’nun yarattığı her şeyde bir hikmet, ibret, ilim ve terbiye vardır. O, kullarını hayır ve şer içinde imtihan eder. Böylece onlara tek ilâhlığını, mutlak rablığını, sonsuz kudretini, ilmini, hikmetini, rahmetini, lütfunu ve kahrını gösterir. Ayrıca bu imtihan içinde kulların acziyetini ispat eder, nefislerini tanıtır, terbiyelerini gerçekleştirir. Yüce Allah’ın her işinde hayır vardır. Kul günahta ısrar eder ve tevbeye yanaşmazsa, sonuç felaket olur. Kusurunu anlayan, haline ağlayan ve el açıp Rabbi’ne yalvaran bir kul ne güzel kuldur! Rasulullah A.S. Efendimiz’in şu beyanlarındaki inceliği düşünelim: “Bütün insanlar hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı ise, çokça tevbe edendir.” (Tirmizî, Ahmed, Hakim) “Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder, günah işlediğinde hemen istiğfar eden ve kendilerini affettiği insanlar getirirdi.” (Müslim, Tirmizî, Ahmed) Bu hadis-i şerifte, günah işlemenin normal ve basit bir şey olduğu anlatılmıyor. Burada dikkat çekilen husus şudur: Cenab-ı Hakk’ın “Rahman”, “Rahim”, “Gaffar”, “Settâr”, “Tevvab” gibi yüce sıfatları mevcuttur. O, bunlarla tecelli edip yüceliğini göstermeyi murat etmektedir, Bunun tezahürü için bir sebep ve mahal gerekmektedir. Bu sıfatların tecellisi için en güzel sebeplerden birisi, kusur içindeki kulun hatasını anlayıp, Yüce Rabbi’ne yalvarmasıdır, Kula düşen, kusurunu anlayıp ağlamak, Yüce Rabb’e layık olan ise bağışlamaktır. Böylece kulların acizliği, Mevlâ’nın yüceliği anlaşılmış olacaktır. Helali bırakıp harama girmek büyük bir kusurdur. Aynı şekilde günaha dalan bir kulun onu küçümseyip, “yaptığım ne ki?” diyerek tevbeyi terk etmesi, daha büyük bir kusurdur. Bunun için Yüce Rabbimiz: “Tevbe etmeyenler, zalimdir.” (Hucurat /11) buyurmuştur, Derman Yüce Allah'ta Tevbe herkese lazımdır. Tevbe, kulun hasta kalbine acıması ve ilâhî rahmete koşup ilacını istemesidir. Dert kulda ise, derman Yüce Allah’tadır, Günahların bir kısmına tevbe etmek de geçerlidir. Bir insan bazı günahları kolayca terk edebiliyor fakat bir kısmına tevbe ettiği halde koruyamıyorsa, tam tevbe ettiği günahları affedilir. Her günahın peşinden hemen tövbe etmek farzdır. Sonra tövbe ederim demek yanlıştır ve felaket sebebidir. “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” (Bakara/195) ayet-i celilesinin tefsirinde bazı alimler derler ki: Kendisini tehlikeye atan kimse, büyük bir günah işledikten sonra, ‘helâk oldum! Artık bana hiç bir amel fayda vermez, ben affolmam,’ deyip, tevbe ve istiğfarı terkeden kimsedir, (Taberî, Camiu’l-Beyan; lbnu Kesir, Tefsir) Eğer Yüce Rabbimiz kullarını ilk kusurlarının peşinden yakalayıp cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde ikinci kez günah işleyecek kimse kalmazdı. Bize verilen ilâhî emir şudur: “Ey iman edenler! Nasuh bir tövbe İle Allah’a tövbe ediniz. Bunu yaparsanız Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlerine koyar.” (Tahrim/8) Samimi tevbenin bir diğer hediyesi de, daha önce işlenen günahların affedilmesi ve yerine iyilik yazılmasıdır. Bunu şu ayetten anlıyoruz; “Allah, tevbe ve iman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah çok affedici ve çok acıyandır.” (Furkan/70) Güzelliklere Omuz Omuza Yürümek Tevbe ve istiğfar, her yerde, her zaman tek başına yapılabilir, yapılmalıdır. Bu iş, müminlerin şahitliği ve dua desteği ile cemaat halinde de yapılabilir. Tek başına tevbe yapmak ve istiğfar etmek kolaydır, fakat tevbeyi korumak zordur. Allahu Tealâ; “Ey iman edenler, topluca tevbe edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur/31) ayetinde, şeytana ve günahlara karşı birlik içinde hareket etmeyi emretmiştir. “Takvada ve iyilikte birbirinize yardımcı olun.” (Maide/2) ayeti de, takvanın tek başına bulunamayacağına işaret eder. Bunun için cemaat halinde tevbe etmek ve Allah yolunda birbirini desteklemek gerekmektedir. Bu, güzel kulluk için en faydalı ve en kolay yoldur. Tasavvufta mürşid nezaretinde yapılan tevbe, ayette emredildiği gibi topluca tevbe etmektir. Tevbe sadece Yüce Allah’a yapılır. Kâmil mürşid ve müminler bu tevbeye şahitlik yapar, tevbe edene destek verir, kusurlarını tanımada ve terk etmede yardımcı olur. Mürşide ‘beni affet’ denmez; ‘benim affım için Rabbim’e istiğfar et, tevbe etmede bana yardımcı ol’ denir. Bir müminin, anne-babası, evlatları, diğer mümin kardeşleri ve dostları için istiğfar etmesi, ağlaması, Yüce Allah’a yalvarması en faziletli amellerden birisidir. Bu, Kur’an ve Sünnet’te teşvik edilmiştir. Tasavvufta manevi terbiyeye girerken önce Yüce Allah’a tevbe edilir, peşinden mürşide intisap yapılır. İntisap, Allah yolunda güzel kulluk yapmak için kâmil mürşide talebe olmak ve bunun hakkını yerine getireceğine dair söz vermektir. Bu iş, Allah yolunda Allah dostunu kendine rehber edinmek, şahit yapmak, yardımcı seçmek ve örnek almaktan ibarettir. Mürşidle yapılan tevbe ve intisap, Kur’an ve Sünnet’te biat olarak zikredilir. Biat, Allah yolunda sadık olacağına ve güzel kulluk yapacağına dair Allah’ın halifesi önünde söz vermektir. Bu halife hayatta iken Hz. Peygamber A.S.’dır. Kendisinden sonra da ümmetin idare ve terbiyesini üstlenen gerçek alimlerdir. Kâmil bir mürşid huzurunda tevbe yapmayı hırıstiyanların papaz önündeki vaftiz olayına ya da günah çıkama işine benzetmek çok büyük bir hatadır Hırıstiyanlar, yaptıkları günahları papaza bir bir anlatıp kendisinden affedilmeyi ve temizlenmeyi isterler. Papaz da onlara merhamet edip, günahlarını temizlediğini ve Allah adına affettiği söyler. Bu yanlıştır. Hiç kimsenin Allah adına günah affetme yetkisi yoktur. Günahları temizlemek de sadece Yüce Allah’a ait bir iştir. Kâmil mürşidin işi insanların kusurlarını dinlemek, günahlarını silmek ve isyanlarını affetmek değildir. O sadece Yüce Allah’a yönelmek ve tevbe etmek isteyen bir kula, bu yönelmede yardımcı olur, tevbe etmede yol gösterir, kendisi ve talebesi için istiğfar eder, samimiyetle ilâhî huzurda boyun büker ve Allah’tan af diler, Sonra kendisine intisap eden talebesinin manevi terbiyesi ile meşgul olur. Ona kalbini gaflet, isyan, şehvet, kibir, haset, gösteriş gibi manevi kirlerden temizlemek için lazım olan zikir ve ibadetleri öğretir. Şeytan ve nefse karşı uyanık tutar, tedbir alır. İşte buna takva ve edep yolunda yardımlaşma denir. |
16 Ocak 2008, 12:21 | Mesaj No:17 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe
[B]O, ÖZÜR DİLEYENLERİ ÇOK SEVİYOR Yaptığımız hatalardan ve haksızlıklardan pişman olmak ve özür dilemek, her halde çok zor bir iş olmalı. Bazen haksızlık yaptığımızı içimizden kabul ettiğimiz halde, “özür dilerim, hakkınızı helal edin” diyemiyoruz. İçimizdeki bir kuvvet, dudaklarımızı kenetliyor adeta. Bir dilimiz çözülse ve içimizde duyduğumuz pişmanlığımızı bir söyleyebilsek, hiçbir kin ve düşmanlık kalmayacak insanlarla aramızda. Bu kolay ve güzel yolu niçin seçemiyoruz? [B]Özür dileyebilmeniz için, her şeyden önce karşınızdaki kişinin bazı haklara sahip olduğunu ve onlara dokunulmaması gerektiğini kabul etmeniz gerekir. Bundan sonra da onun özür dilenmeye layık bir kişi olduğuna kani olmanız icap eder. Demek ki özür dilemeye engel olan iki duygu vardır. Birisi başkalarına hak tanımama duygusudur. Başkalarına hak tanımayan, kendisinin haksızlık yaptığını kabul edemez, dolayısıyla özür dileme gereği hissedemez. Çünkü bütün hakların kendisine ait olduğunu düşünür. Diğeri ise başkalarının hakkını kabul etmekle birlikte, onları önemsememe duygusudur. Böylece onları dikkate alamaz ve özür dilemeye layık göremez. Oysa insan olarak birbirimizin hakkına saygılı davranmak görevimiz. Haksızlık söz konusu olduğunda özür dilemek ve helallik istemek, insan olma özelliğimizdir. Kullar arasında hakların gözetilmesi ve haksızlık halinde özür dilenip helallik istenmesi, işte bu kadar önemli. Peki bütün varlığımızla kendisine ait olduğumuz Yaratıcımız’a karşı tutumumuz ne olmalı? Şüphesiz en büyük haksızlık, yaratıcı gücü yani Allah’ı tanımamaktır. Kainatta yapılabilecek en büyük zulüm budur. Bu tür insanlardan beklenen tek şey, kendilerine verdikleri bu büyük zarardan bir an önce vazgeçmeleri ve Allah’a iman etmeleridir. İnananlara gelince, onlar, Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu kabul ederler. Fakat kul olmanın bir gereği, hata ve günah işleyerek O’nun rızasına aykırı davranabilirler. Bu durumda, Allah’ın gazabı ve cezalandırması söz konusu olur. Allah’ın gazabından ve cezasından kurtulmanın bir yolu olmalı... Size haksızlık yaptığını kabul edip özür dileyen bir insan ile aranızda kin kalır mı? Bir can düşmanınızın olduğunu düşününüz. İlk gördüğünüz yerde saldırmaya yeltenebileceğiniz bir düşman. Bir gün evinizde otururken kapınızın zili çalar. Kapıyı açtığınızda, karşınızda o can düşmanınız. İster istemez yumruklarınız sıkılır. Ama o da ne?.. Düşmanız olan insanın elleri yanda, boynu bükük, yalvaran bir ses tonu ile, “hatamı anladım, size çok büyük haksızlık ettim, sizden özür diliyorum. İşte önünüzdeyim, ister intikam alın, ister affedin. Siz bilirsiniz” diyerek önünüze diz çöktüğünü düşününüz. Ne yaparsınız? Eliniz kalkar mı o insana? Onun kılına dokunmayı bile düşünemezsiniz değil mi? Belki de onu kaldırır, bağrınıza basarsınız. Şimdi soruyorum size: Siz mi daha çok merhametlisiniz, yoksa Allah mı? Bütün varlığı ile Allah’a ait olduğunu kabul eden bir insan, günah işlediğini ama artık pişman olduğunu samimi olarak Allah’a arz edecek ve Allah onun özrünü kabul etmeyecek! Böyle bir şey olur mu? O’nun ismi “Afüv”, yani çok affeden; “Gafur”, yani çok bağışlayan; “Tevvab” yani tevbeleri çok kabul eden olacak da, samimi olan kulunu affetmeyecek? Bu mümkün mü? “Kullarının tevbesini Allah’ın kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hâlâ bilmezler mi?” (Tevbe/104) İlk insandan bu güne hatta kıyamete dek Allah’ın kullarından istediği en temel şey, tevbedir. Yeryüzüne indirildikten sonra Hz. Adem A.S.’ın ilk işi tevbe olmadı mı? Tevbe, küçüklüğün, acziyetin ve hiçliğin bilincine varmaktır. Bütün güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğunu gönülden kabul edip, hataların ve günahların bize ait olduğunun samimi ifadesidir. Böylece yaramaz bir çocuğun gözyaşları içinde kendisini annesinin şefkatli kollarına attığı gibi, günahlarını itiraf eden ve pişmanlığı ruhunda hisseden bir kulun, Allah’ın sonsuz merhametine kendisini bırakmasıdır. Allah, kullarının samimi olarak pişman olmalarını istiyor. Kullarını affetmek için bir nevi bahane arıyor. Bu konuda Ninova halkının hikayesi ne kadar etkileyicidir. Ninova, Asur Devleti’nin başşehri idi. Şehir halkı putlara tapar ve çeşitli ahlâksızlıklar yapardı. Allah, bu şehirde yaşayan ve tertemiz bir hayat süren otuz yaşlarındaki Yunus A.S.’ı peygamber olarak gönderdi. Yunus A.S. otuzüç yıl gece-gündüz, bıkmadan-usanmadan onlara hizmet etti. İşledikleri günahlardan vazgeçip Allah’a kulluk yapmalarını tavsiye etti. Bu süre içinde Yunus A.S.’ı kabul eden sadece iki kişi oldu. Yüzbinden fazla insan arasından sadece iki kişi. (İbn-i Esir) Yunus A.S. artık dayanamıyordu. Sonunda onlara beddua etti ve bir köşeye çekildi. Allahu Tealâ da ona vahyederek, kırk gün daha tebliğe devam etmesini istedi. Yunus A.S. tekrar insanları davete başladı. Otuzyedinci günün akşamı olduğunda insanlarda hiçbir değişiklik olmadığını gördü. Otuzüç senede alınamayan sonucun üç günde alınması da beklenemezdi. Bütün ümidi kesildi ve oradan ayrılmaya karar verdi. Ayrılmadan önce de, Ninova halkına üzerlerine pek yakında bir azap geleceğini haber verdi. Azap gelmeden önce yüzlerinin renginin değişeceğini ve ondan sonra helâk olacaklarını bildirdi. Kırkıncı günün sabahında, insanlar yüz renklerinin değiştiğini görünce endişelenmeye başladılar. Ne kadar aradılarsa da Yunus A.S.’ı bulamadılar. İyice şaşırmışlar ve ciddi olarak korkmuşlardı. Hele ertesi gün siyah bulutların şehrin tepelerine doğru geldiğini görünc,e bunun apaçık bir azap habercisi olduğuna şüpheleri kalmadı. Kalplerini pişmanlık ateşi yakmaya başladı. Hep bir ağızdan, hep bir gönülden, pişmanlıklarını dile getiren sözlerle, yaş dolu gözlerle ağlaya ağlaya yalvarıyorlardı. Bir müddet sonra bulut, yavaş yavaş çekildi. Allah tevbelerini kabul etti. Artık bir daha günah işlemeyeceklerine tamamen karar vermişlerdi. Yunus A.S. ise Allah’tan gelecek olan emri beklemeye durmuştu. Binmiş olduğu gemi denize açıldıktan sonra aniden bir fırtına çıktı. Yapılan görüşmeler sonucunda gemide bir suçlu bulunduğuna ve bu yüzden fırtınanın çıktığına karar verdiler. Suçlunun kendiliğinden ortaya çıkmaması üzerine kura çektiler ve kura Yunus A.S.’a çıktı. Böylece onu gece karanlığında denize attılar. Büyük bir balık Yunus A.S.’ı yuttu. Balığın karnında şöyle yakarıyordu: “Senden başka ilâh yoktur. Seni tesbih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum.” Balık bir müddet sonra Yunus A.S.’ı karaya çıkarıp bıraktı. Balığın karnından gücünü kuvvetini yitirmiş, zayıf bir halde çıkan Yunus A.S. iyileşip kendine geldikten sonra kavminin yanına gitti. Tevbekâr Ninova halkı, peygamberi hasretle kucakladı ve ömrlerinin sonuna kadar Allah’ın razı olacağı bir hayat sürdüler. “Keşke azabımız gelip çattığı zaman iman edip, bu imanın kendisine fayda vereceği bir memleket halkı bulunsaydı... Bu hiç olmamıştır. Ancak Yunus’un kavmi müstesnadır ki, onlar iman ettikleri zaman, dünya hayatında gelecek olan alçaltıcı azabın onlardan giderdik ve onları bir zamana kadar faydalandırdık.” (Yunus/98) Otuzüç yıl direnen bir halk olmalarına rağmen, yaptıklarına pişman olup Allah’a iman ettikleri anda, Allah onların tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü kulları hangi günahı işlemiş olurlarsa olsunlar, pişman oldukları anda Allah onları affeder. Hatta o kadar sevinir ki!.. Allah’ın bu sevincini Efendimiz A.S. şöyle anlatır: “Birinizin çölde yolculuk yaptığını düşünelim. Yanında yiyeceği-içeceği bütün malzemelerini yüklediği bir bineği var. Çölün ortasında hayvanı elinden kaçar. Aramasına rağmen bulamaz ve artık ümidini keser. Bir ağaç bulur ve onun gölgesine uzanır. Hayvanından tamamen ümidini kesmiştir. Tam bu esnada bineğinin karşısında durduğunu görür, hemen yularını yakalar. O kadar sevinir ki sevincinden şaşırıverir ve “ey Allahım! Sen benim Rabbimsin, ben de senin kulun” diyeceği yerde, “ey Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim!” deyiverir. İşte bir kul tevbe yaptığında, Allah, şu insanın sevincinden daha fazla sevinir. (Buharî, Müslim, Tirmizî) Allah’ı memnun etmek istemez misiniz? |
16 Ocak 2008, 12:22 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe
[B]HER MAKAMIN BAŞLANGICIDIR Her işin inceliklerine vakıf olan görüş sahipleri ve keskin zekâlı hakikat erbabı tarafından da bilindiği üzere, her ilmin kendine has kavramları vardır. Bir kimsenin bir ilmin kavramlarına tam olarak vukufu yoksa, onun o ilmin hakikatlerini kavraması gerçek anlamda mümkün olamaz. Evet, bil ki, tasavvuf ilminin kavramlarından birisi de tevbedir. Tevbe, bütün makamların aslı ve her halin anahtarıdır. [B]Yine tevbe makamların başlangıcı olup, binaya nisbetle yeryüzü mesabesindedir. Nitekim yeri olmayanın binası olamayacağı gibi, tevbesi olmayanın da hiçbir hal ve makamı olamaz. Madem ki tevbe bütün makamların aslıdır, makam sahibi olmak isteyen kimsenin ilk olarak tevbe gelininin zülfüne el sürmesi gerekir. Tevbe eden kimsenin, tevbeden önce günahı dost bildiği gibi, tevbeden sonra da aynı şekilde düşman kabul etmesi gerekir. Yahya b. Muaz şöyle demiştir: “Tevbe edenin tevbesinden sonraki bir tek günahı, tevbe etmezden önceki yetmiş günahından daha fenadır. Tevbe ister ihtiyarlıkta, ister gençlik zamanında olsun, her zaman övülmüştür.” Şöyle anlatırlar: Bir adam ihtiyarlığında tevbe etti. Ona şöyle dediler: Sen tevbede hem acele ettin, hem de ağır davrandın. Ağır davranman, tevbeyi ihtiyarlayana kadar geciktirmen; acele etmen ise, ölümden önce tevbe etmiş olmandır. *** Tevbe etmeyip de günaha bulaşmış olduğu halde mağfiret tütsüsüyle tütsülenmek, rahmet kokusuyla kokulanmak isteyen kişi, tam anlamıyla boğazına kadar mezbelede pisliğe batmış kişiye benzer. Bu kişi üstü başı pisliğe bulaşmış halde attar dükkanına gidip: “Ey attar! Üstüme-başıma sürebileceğim bir kokun var mı?” diye sorar. Attar da şöyle cevap verir: “Var, ancak kokuyu kullanacak üst-baş sende ne gezer?” der. Adam, “o kokuyu hak etmek için ne yapayım?” diye sorunca attar: “İlk önce git bir sabun satın al, hamama git, üstünü-başını bu pislikten iyice temizle, sonra gel. Böylelikle bendeki kokuya layık olursun.” der. Azizim, iyi dinle! Mağfiret kokusunu arayan kimse gibi, Hak yolcusu da ilk olarak uyanıklık kesesini ve pişmanlık sabununu eline alıp, korku ve haşyet ham----- girip, tevbe ve haya suyuyla üstünü-başını iyice temizlemeli, vefa imamesini başına koyup ihlâs cübbesini omuzuna atmalıdır. Böyle yapan kimsenin kalbini Cenab-ı Allah hidayet miskinin kokusuyla ve inayet kâfurunun esintisiyle tatlılaştırsın. Onu dostluk tahtına oturtsun ve yakınlık yastığına yaslandırsın. (Ziyaüddin Nahşebî, Silku’s-Sulûk) |
16 Ocak 2008, 12:23 | Mesaj No:19 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Herkes tevbe ettiğine kanaat getiriyor, yalnız tevbelerin kabulünün bazı şartları vardır. Üç meseleyle tevbekârın alameti belli olur: Dilini lüzumsuz söz, gıybet, söz gezdirme, yalan gibi afetlerden korur. Hiç kimseye karşı kalbinde haset ve düşmanlık yoktur. Bütün günahlarından ve kötü arkadaşlarından Allah Tealâ onu ayırır. Şu halde tevbe , sadece sözleri ile: “Ya Rabbi bağışla, ben pişmanım.” demekten ibaret değildir. Tevbenin hukuku çok derindir. Mümin kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil olmaz. Şu halde tevbelerimiz noksandır. Kâmil bir makama götürmek için tevbenin hakikatına , tevbe -i nasuha ulaşacak sebeplere yapışmamız lazım gelir. Ulemanın bildirdiğine göre, Allah Tealâ tevbekâr kuluna dört ikramda bulunur: Kötü arkadaşları bırakır. Zira kötü arkadaş insanın kötü yola gitmesine vasıtadır. Hadis-i şerifteki: “İmanın en alt derecesi yoldaki taşı kaldırmaktır.” sözlerini Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yoldaki taştan maksad nefstir . Zira Allah yolundaki insanın en kötü arkadaşı kendi nefsidir. Tüm taatlara yönelik olmak şartıyla ve ibadetleri ifa etmekle her günahı bırakır. Kalpten dünya sevgisi gider. Ahiret hüznü yerleşir. Allah Tealâ'nın kefil olduğu şeylere karşı bir endişe duymaz, fakat akıbetinin ne olacağını da kestiremez. Ebu Ümame Bahilî Hazretleri, Rasul-i Kibriya s.a.v.'den şöyle rivayet etmiştir: “Sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin kumandanıdır. Kul bir iyilik yaptığı zaman hemen onun lehine on iyilik yazar. Kul bir kötülük işlediği zaman sol taraftaki melek onu yazmak isterse sağdaki melek şu emri verir. ‘Şimdilik dur!' Bu şekilde onun hatasını altı veya yedi saat bekleyerek, kul ettiğine tevbe edip Allah'dan bağışlanmayı isteyene kadar yazmaz. Allah'dan bağışlanmasını istemediği takdirde onun aleyhine bir kötülük yazar.” Hz. Ebu Bekir r.a.'dan bildirilen hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Bir günah işlediğinizde derhal bir iyilik edin. Zira abdest ve gusül alır da Allah'ın huzuruna durup iki rekât namaz kılar, o iyilikten sonra bir tevbe ederseniz, Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul buyurur.” Bunun için her birimizin günahın arkasından iyilik etmeyi adet edinmemiz lazım gelir. Nice arif menkıbelerinde vardır ki, murad için bir arif-i billaha giden kimse, o mübareğin şöyle bir hitabıyla karşılaşır. - Yanında biraz para filan var mı? - Var efendim. - Sen git, onunla yetimlere ve sadakaya muhtaç olanlara iyilik et. Elinden gelirse birkaç gün oruç tut. Gece seherlerde kalk, bir miktar namaz kıl. Sonra Allah Tealâ'ya sıdk ile tevbe et, Allah Tealâ seni muradına erdirir. Görülüyor ki iyilikler kötülükleri yok ettiği gibi, her bir kötülük de makamımızı aşağıya dü şürür. İmam-ı Hasan r.a.'dan beyan buyurulan hadis-i şerifte Rasululah s.a.v. şöyle buyurmu ştur: “Her kulun iki meleği vardır. Bunlar Kiramen Kâtibin'dir . Sağ taraftaki melek sol taraftakininin kumandanıdır. Kul kötü bir iş işlediği zaman sol taraftaki melek sorar: ‘Bunu yazayım mı?' Sağ taraftaki şöyle buyurur: ‘Beş günah işleyinceye kadar yazma.' Beş günah işledikten sonra sol taraftaki tekrar sorar: ‘Yazayım mı?' Sağ taraftaki melek: ‘Bir iyilik yapıncaya kadar bekle.' der. Bir iyilik yaptığı zaman sağ taraftaki melek şöyle der: ‘Bize bir iyiliğe on sevap yazmamız emredildi. Gel, bu yaptığı bir iyilik için on kötülüğü silelim. Ayrıca lehine beş iyilik yazalım.' Bunun üzerine şeytan bağırıp sızlanarak: ‘Ben insanlara ne zamana kadar yetişebileyim!' der.” Allah Tealâ buyurmuştur: “Muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım.” Tevbede sabit kalmanın en güzel yolu sadıklarla beraber olmak, gönlünü Allah'a bağlayan, ilmiyle âmil ulemanın, ariflerin terbiyesine girmektir. |
16 Ocak 2008, 12:23 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Tövbe Herkes tevbe ettiğine kanaat getiriyor, yalnız tevbelerin kabulünün bazı şartları vardır. Üç meseleyle tevbekârın alameti belli olur: Dilini lüzumsuz söz, gıybet, söz gezdirme, yalan gibi afetlerden korur. Hiç kimseye karşı kalbinde haset ve düşmanlık yoktur. Bütün günahlarından ve kötü arkadaşlarından Allah Tealâ onu ayırır. Şu halde tevbe , sadece sözleri ile: “Ya Rabbi bağışla, ben pişmanım.” demekten ibaret değildir. Tevbenin hukuku çok derindir. Mümin kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe kâmil olmaz. Şu halde tevbelerimiz noksandır. Kâmil bir makama götürmek için tevbenin hakikatına , tevbe -i nasuha ulaşacak sebeplere yapışmamız lazım gelir. Ulemanın bildirdiğine göre, Allah Tealâ tevbekâr kuluna dört ikramda bulunur: Kötü arkadaşları bırakır. Zira kötü arkadaş insanın kötü yola gitmesine vasıtadır. Hadis-i şerifteki: “İmanın en alt derecesi yoldaki taşı kaldırmaktır.” sözlerini Şah-ı Nakşibend Hazretleri şöyle açıklamıştır: Yoldaki taştan maksad nefstir . Zira Allah yolundaki insanın en kötü arkadaşı kendi nefsidir. Tüm taatlara yönelik olmak şartıyla ve ibadetleri ifa etmekle her günahı bırakır. Kalpten dünya sevgisi gider. Ahiret hüznü yerleşir. Allah Tealâ'nın kefil olduğu şeylere karşı bir endişe duymaz, fakat akıbetinin ne olacağını da kestiremez. Ebu Ümame Bahilî Hazretleri, Rasul-i Kibriya s.a.v.'den şöyle rivayet etmiştir: “Sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğin kumandanıdır. Kul bir iyilik yaptığı zaman hemen onun lehine on iyilik yazar. Kul bir kötülük işlediği zaman sol taraftaki melek onu yazmak isterse sağdaki melek şu emri verir. ‘Şimdilik dur!' Bu şekilde onun hatasını altı veya yedi saat bekleyerek, kul ettiğine tevbe edip Allah'dan bağışlanmayı isteyene kadar yazmaz. Allah'dan bağışlanmasını istemediği takdirde onun aleyhine bir kötülük yazar.” Hz. Ebu Bekir r.a.'dan bildirilen hadis-i şerifte de Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor: “Bir günah işlediğinizde derhal bir iyilik edin. Zira abdest ve gusül alır da Allah'ın huzuruna durup iki rekât namaz kılar, o iyilikten sonra bir tevbe ederseniz, Allah Tealâ sizin tevbenizi kabul buyurur.” Bunun için her birimizin günahın arkasından iyilik etmeyi adet edinmemiz lazım gelir. Nice arif menkıbelerinde vardır ki, murad için bir arif-i billaha giden kimse, o mübareğin şöyle bir hitabıyla karşılaşır. - Yanında biraz para filan var mı? - Var efendim. - Sen git, onunla yetimlere ve sadakaya muhtaç olanlara iyilik et. Elinden gelirse birkaç gün oruç tut. Gece seherlerde kalk, bir miktar namaz kıl. Sonra Allah Tealâ'ya sıdk ile tevbe et, Allah Tealâ seni muradına erdirir. Görülüyor ki iyilikler kötülükleri yok ettiği gibi, her bir kötülük de makamımızı aşağıya dü şürür. İmam-ı Hasan r.a.'dan beyan buyurulan hadis-i şerifte Rasululah s.a.v. şöyle buyurmu ştur: “Her kulun iki meleği vardır. Bunlar Kiramen Kâtibin'dir . Sağ taraftaki melek sol taraftakininin kumandanıdır. Kul kötü bir iş işlediği zaman sol taraftaki melek sorar: ‘Bunu yazayım mı?' Sağ taraftaki şöyle buyurur: ‘Beş günah işleyinceye kadar yazma.' Beş günah işledikten sonra sol taraftaki tekrar sorar: ‘Yazayım mı?' Sağ taraftaki melek: ‘Bir iyilik yapıncaya kadar bekle.' der. Bir iyilik yaptığı zaman sağ taraftaki melek şöyle der: ‘Bize bir iyiliğe on sevap yazmamız emredildi. Gel, bu yaptığı bir iyilik için on kötülüğü silelim. Ayrıca lehine beş iyilik yazalım.' Bunun üzerine şeytan bağırıp sızlanarak: ‘Ben insanlara ne zamana kadar yetişebileyim!' der.” Allah Tealâ buyurmuştur: “Muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım.” Tevbede sabit kalmanın en güzel yolu sadıklarla beraber olmak, gönlünü Allah'a bağlayan, ilmiyle âmil ulemanın, ariflerin terbiyesine girmektir. |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Allah'a tövbe etmek | YaŞuHa | Allah(c.c) | 1 | 26 Ocak 2023 22:44 |
bir avuç tövbe kırıntısı | antivirüs | Dua Bölümü | 1 | 09 Temmuz 2015 19:41 |
Gözyaşının Gücü Ve Tövbe | günışığı | Dua Bölümü | 3 | 26 Ağustos 2014 16:22 |
tövbe | aslıı | İlmihal Bölümü | 0 | 22 Mayıs 2012 21:52 |
tövbe duası | Seyyid | Dua Bölümü | 1 | 27 Eylül 2008 01:15 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|