|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 18 Ocak 2008 (17:43), Konuya Son Cevap : 07 Mayıs 2009 (17:42). Konuya 8 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
18 Ocak 2008, 17:43 | Mesaj No:1 |
Cahilliye Cahilliye İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir. Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de bazı imtiyazlı kişilerin kendi hevâ ve hevesine uygun olarak koyduğu emir ve yasaklara ve düşüncelere inanmasıdır. Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derlerdi. (Zümer,/3) Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. İslâm'da içkinin, kesin olarak haram kılındığı, Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından ilân edildiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3). Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur: "Ben ölürsem, sen, aciz, konuşma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme." Tefecilik almış yürümüştü. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. Bunun üzerine inen ayette : "Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân/130) buyurulmuştur. Faizcilik Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibidir" diyorlardı. Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla birlikte olması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. İyi bir çocuğa sahip olmak için kocası karısına "şu adama git ve ondan hamile kal" diyebilirdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmaz, daha sonra yaklaşabilirdi. Bir kadın isterse, sayıları üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, hepsi de onunla birlikte olurdu. Kadın doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı. Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp benzetme yoluyla çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36) Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mehrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten men ederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir. " buyurulmuştur. (Nisâ, /19) Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, /139) Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "Onlardan birine bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (Zuhruf, /17), " Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (Tekvir, /8-9), Ekin ve hayvanlarla ilgili şu adetleri vardı: Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. (En'âm, /136) Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (En'âm/138). "Bahîra", bir dişi deve dört batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı. Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezlerdi. Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunamazdı. Kureyşliler Fil Vakr17;ası r16;ndan hemen sonra, r0;Humsr1; denilen bir asalet fikrini ortaya koydular ve uygulamaya başladılar. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafını, r0;Siyab-ı Humsr1; adı verdikleri bir elbise ile yapmalarını kararlaştırmışlardı. Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atmak zorunda idi. Diğer bir uygulama ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesiydi. | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2876 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3621 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3266 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7698 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7199 | 02 Ekim 2012 21:16 |
23 Ocak 2008, 20:53 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye
[B]CAHİLİYYE-CAHİL a-Cahil Kelimesini Anlam Sahası: ‘Cahiliyye’, ‘cehl’ fiilinden türemiş bir masdardır. Yaygın olarak ‘bilgisizlik’ anlamında kullanılmaktadır ama daha başka manaları da vardır. ‘Cahiliyye’nin türediği ‘cehl’ fiili sözlükte, bilmemek, tanımamak, kaba davranmak, gücendirmek, fıkır fıkır kaynamak gibi anlamlara gelir. Bazılarına göre bu fiil, bilginin zıddı olarak bilgisizlik ve hafiflik, kendini bilmezlik gibi iki anlam sahasına sahiptir. Aslında ikinci anlam birincisini doğurmuştur. Ragıb el-İsfehâní ‘cehl’e üç anlam vermektedir: Birincisi, nefsin bilgiden boş olması, İkincisi, gerçeğin dışında bir şeye inanma, Üçüncüsü, bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmadır. (Müfredat, s: 143) ‘Cahil’, ‘cehl’ sahibi, bilgiden mahrum olan, davranışları olgun olmayan, kendini bilmeyen demektir ki ‘cehl’ fiilinin fail (özne) ismidir. Kur’an-ı Kerim, bu fiili ve bunun türevleri olan ‘cahil’, ‘cahiliyye’, ‘cehalet’, ‘cehûl’ kelimelerini kullanmaktadır. ‘Cehûl’ çok cahil demektir. ‘Cehâlet’ ise cahil olma halini, ‘cehl’ içinde olma durumunu ifade eder. Türkçe’de ‘cahillik’; cehalet, bilgisizlik, bilmeme manasında, ‘cahil’ ise; bilmeyen, ilimden ve olgun davranıştan uzak, biraz da genç ve tercübesiz kimse anlamında kullanılmaktadır. |
23 Ocak 2008, 20:54 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye b-Cahiliyyenin Kapsamı: Bir çok tefsir ve tercümede ‘bilgisiz olma, ilinden uzak olma’ diye anlaşılan ‘cahilliye’: Íslâm’a inanmayan kişi ve toplumların tutum, davranış, yaşantı, anlayış ve sistemlerini nitelemek üzere kullanılan bir kavramdır. İslâm kültüründe ‘cahiliyye’, kendinden önceki dönemin inanç, tutum ve davranışlarını niteleyen ayırdedici önemli bir kavramdır. İslâm’dan önceki dönemin adı ‘cahiliyye dönemi’ dir. Bu niteleme olmuş-bitmiş bir dönemin adı olmaktan ziyade; Íslâm dışı inanış ve davranışların genel adıdır. İnsanların düşünüş ve davranışlarına inançları ya da dünya hayatını algılayışları yön verir. Kişi hangi dünya görüşüne inanıyorsa tutum ve davranışları ona uygun olur. Onun kabul ettiği değer yargıları, ahlâk ilkeleri inancından kaynaklanır. İşte bir takım değer yargılarını, inanç esaslarını, düşünme ve davranış biçimlerini, ahlâk kurallarını bünyesinde toplayıp onlara yön veren iki sistem vardır. Bunlardan biri Allah’ın dini İslâm, diğeri de hangi ad altında olursa olsun ‘cahiliyye’ sistemleri, ya da ‘cahiliyye’ dinleridir. Şirk bu sistemin daha çok inanç yönüne ad olurken, cahiliyye ise bu gibi sistemlerin tutum, davranış ve değer yargılarına ad olmaktadır. İslâm’dan önce cahiliyye insanları hem gerçek bilgi ve bu bilginin kurduğu sağlıklı toplum ve uygarlıktan yoksundular, hem de kendilerine doğru yolu gösterecek kitap ve peygamberden mahrum olduklari için güzel davranışlardan uzaktılar. İnsana olgun hareket etme imkanı veren bilgiden ve anlayıştan mahrum olduklari için kaba ve serttiler. Erken kızarlardı, akıllı hareket etmeyi bilmezlerdi, taassuba ve haksızlığa düşerlerdi. Bu durum bir anlamda barbarlıktı. İslâm’dan uzak olan kişi ve toplumlar genellikle ‘heva’larına uyarlar. Onlar canlarının, yani keyiflerinin istediğini yapmaktan başka bir şey bilmezler. DolaysIyla, hak-hukuk, erdem ve iyilik, başkasına saygılı davranma ve olgunluk gösterme onların yapacağı iş değildir. Üstelik bu gibiler, hevalarına uyduklari için yanlış inançlara düşerler, uydurma ilâhlar bulurlar ve Allah’tan başkasına ibadet etmekten çekinmezler. Bütün bunlar ‘cahilliyye’nin görüntüsüdür |
23 Ocak 2008, 20:54 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye b1-Cahiliye ve Hilm: Kimilerine göre cahiliyye’ ‘hilm’in karşıtıdır. ‘Hilm’ sözlükte, düşünerek hareket etme (teenni), sakinlik, yumuşak huyluluk, ahlâk ve karakter sağlamlığı, çok duygusal olmama, tedbirli davranma ve ılımlı olma gibi anlamlara gelir. ‘Cahillik’ ise bütün bu ahlakî davranışların zıddıdır. Cahiliyye ‘hilm’ sahibi olmama durumudur. ‘Hilm’ sahibi olma bir anlamda ‘medeni’ insan olma sıfatıdır. Bunun tam karşıtı olan cahillik ise, azgın, arzularının esiri, taşkın içgüdülerine uyan, aceleci bir karakteri olan, olgun davranışlardan yoksun, vahşi ve kaba kimsedir. Cahiliyye dönemi insanı, Allah inancından uzak olduğu için gerçek bilgiden, barış ve sakinlikten, adaletli bir sistemdan mahrumdur. O yüzden o dönemin insanı vahşi ve kabaydı. Kuvvetliler zayıflarını eziyordu. Eline güç geçirenler başkalarına haksız yere saldırabiliyordu. Hak hep kuvvetlinindi. İnsanlar birbirine sevgi ve saygı değil, kan bağı ve çıkar bağı bağlıyordu. Yaptıkları yanlışların farkında bile değillerdi. Şiddet ve saldırganlığı erdem sayıyorlardı. Cehâletleri yüzünden putlara ilâh diye tapınıyor ve onlardan kaynaklandığını sandıkları bir dine inanıyorlardı. Cahiliyye, iyiyi kötüden ayırmasını bilmeyen bir anlayışın adıdır. Bu anlayışa sahip olanlar kör bir inat üzerindedirler. Onlar gerçeğe karşı kör ve sağır gibi davranırlar. İslâm öncesi müşrikler öylesine kin ve saplantı içerisinde idiler ki, bu yüzden sonu gelmez kavgaların, kan davalarının, şiddet ve baskınların arkasından koşup duruyorlardı. İslâm ile şereflenen sahebeler ‘cahiliyye dönemi’ ne ait her şeyi terkettiklerini söylerken, cahiliyyenin kibir ve taassubunu, sürekli sürtüşmeye yol açan kabilecilik anlayışını, kaba ve hayırsız barbar davranışlarını, vahşi karakterini ve putçuluğuna ait her şeyi kasdediyorladı. Nitekim Habeşistan’a hicret eden Ca’fer ibni Ebi Talib (ra) oradaki krala: “Ey hükümdar! Biz cahiliyye düşüncesine sahip kimselerdik; putlara tapar, ölü hayvan eti yer , fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarını keser, komşu haklarına uymazdık, içimizde güçlü olanlar zayıfların (hakkını) yerdi . İşte biz böyle iken, Allah (cc) bize içimizden bir elçi günderdi …” (İbni Hişam, 1/336) Kur’an; cahil, cahiliyye, cahillik etme kelimelerini farklı yerlerde benzer anlamlarda kullanmaktadır. Bu kullanımlardaki ortak nokta, cehaletin yanlızca bilgisizlik olmadığı, düşüncesizce haraket etme, işin doğrusu dururken yanlış yapma, ilme değil de zanna (sanrılara) ve hayallere (ümniyye’ye) dayanma ön plana çıkmaktadır. Zaten böyle yapmak cahillerin davranış özelliğidir. (Bakınız : Ümniyye) Hz. Musa (as) İsrailoğullarını denizden ve firavunun zulmünden kurtardıktan sonra, onlar puta tapan bir kavim (topluluk) gördüler ve Hz. Musa’dan gördükleri gibi bir tanrı istediler. Hz. Musa (as) onların bu yanlış isteklerine “Siz gerçekten cahillikte bulunan bir kavimsiniz” dedi. (7 A’raf/138) Hz. Musa gibi bir Allah rasûlünün yanında iken putları ilâh diye istemek cahillikten başka bir şey olamazdı. Hz. Hûd’dan (as), fakir kimseleri yanından kovumasını isteyenlerin tutumu (11 Hûd/29), kadınları bırakıp ta erkeklere şehvetle giden Lût (as) kavminin çirkin işleri, putlara tapmaktan vazgeçmeyen ve peygamberini tehdit eden Âd kavminin davranışı cehâletten başka bir şey değildir. (46 Ahkaf/23. 6 En’am/111) Hz. Yûsuf (as) kardeşlerinin kendisini kuyuya atmalarını ve onun hakkında kötülük düşünmelerini ‘cahillik’ diye nitelendiriyor. Çünkü kardeşleri bu yaptıklarının ne denli kötü olduğunu, kendilerine pek çok zarar verdiğini hesap etmemişlerdi, bu konuda cahil olmuşlardı. (12 Yûsuf/89) Allah’tan başkasına kulluk edenler cahillerdir: “De ki: Ey cahiller, Allah’ın dışında bir başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” (39 Zümer/64) Allah’ın vahy yoluyla bildirdiği âyetlerinden yüz çevirenler, yaptıkları hatanın farkında değillerdir. Allah’ın dışında başka tanrılara ibadet yaparak elde ettikleri zararı hesap etmiyorlar. Allah’a ibadette bulunarak elde edecekleri mükâfatları da bilmiyorlar. Bu konuda duyarsız ve Hakk’a karşı boşuna kör ve sağır gibi davranıyorlar. Hz. Musa (as) kavmine “Allah (cc) size bir sığır boğazlamanızı emrediyor” deyince onlar, “bizimle alay mi ediyorsun?” dediler. Hz. Musa’nın cevabı şöyle oldu : “Ben cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.” (2 Bekara/67) Allah (cc) adına yalan uydurmak O’nun emretmediği bir şeyi O’nun adına ortaya atmak ve O’nun adına din ve yeni ibadet türleri uydurmak cahilliğin ta kandisidir. Hz. Nûh (as)’a inanmayan ve kurtuluş gemisine binmeyen inkârcı oğlu için af dileyince Allah (cc) onu uyararak şöyle demişti: “O kesinlikle senin ailenden değildi. Çünkü o salih (doğru) olmayan bir iş yaptı. Öyleyse hakkınde bilgin olmayan bir şeyi benden isteme. Gerçekten, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.” (11 Hûd /46) Cahâlet, cahillik her zaman kişiye kötülük yaptırır, günah işletir. Böyleleri eğer tevbe ederlerse, Allah (cc) onların tevbesini kabul eder. (4 Nisa/17. 6 En’am/54) Allah (cc) gönderdiği âyetlere iman ettiği halde kimileri cahillikleri ve yaptıklarının sonunu düşünmemeleri nedeniyle hataya düşebilirler. (16 Nahl/119) Kur’an diyor ki: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık (günahtan korkmayan) birisi size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa cehâlet sonucu (farkında olmadan) bir topluluğa kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (49 Hucurât/6) Mü’minler, kulaktan dolma malumatla, uydurma haberlerle ve sağlam bir delile dayanmayan bilgilerle bir şey ve kişiler hakkında hüküm vermemeliler. Cehâletle verilen kararlar isabetli olmazlar. Kur’an’ın cahil dediği kimseler, insanın yeryüzündeki konumunu idrak etmeyen, kaba ve sert, iyi düşünmekten ve akıllı uslu hareket etmekten mahrum kişilerdir. Onlar yaptıklerı işleri, gösterdikleri davranışları sağlam bir bilgiye uyarak yapmazlar. Kendi heva’larına ve doğru sandıkları hayallerine uyarlar. Bu nedenle hem bilgisizce hatalara düşerler hem de davranışlarıyla bir sürü zarara yol açarlar. Hatta cehâletleri yüzünden, Allah’ın âyetlerinden yüz çevirir, elçilere ve onların tebliğ ettiklerine aldırmazlar, dünyada ve ahirette pek çok zarara uğrarlar. (Bakınız : Hevâ) Bütün bu tutum ve davranışlar ‘cahilliye’ ahlâkıdır. Allah’a hakkıyla kulluk yapan güzel insanlar, yeryüzünde vakarla, alçak gönüllü ve ciddiyetle yürürler. Cahiller kendilerine sataştığı zaman da yüksek bir olgunlukla, onların seviyesinde inmeden ‘selâm’ der ve geçerler. (25 Furkan/63 ) Allah (cc) Peygamberimize şöyle emrediyor: “Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâma) uygun olan örfü emret ve cahillerden yüz çevir.” (7 A’raf/199) |
23 Ocak 2008, 20:54 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye c-Cahiliyye Allah’ı İdrak Edememe İdeolojisidir: Cahiliyye, cehâlet mantığı üzerine kurulu dünya görüşünün, tutum ve davranışların genel adıdır. Bu görüşe sahip olanların davranışlarına cahilí düşünceler ve inançlar yön verir. Onlar sağlam bir bilgiye, insanı hakka ve en doğru bir yola götürecek bir ilme sahip olmadıkları için kendi hevalarının ölçüsünü doğru sanırlar. O yüzden putlara tapmayı, peygamberlere ve Allah’ın âyetlerine karşı gelmeyi doğru zannederler. Zenginlik ve servetin üstünlük olduğunu düşünür ve yoksullarla bir arada bulunmak istemezler. (11/Hûd/20) Mü’minler, sabırlı, ağırbaşlı, teenni ile, düşünerek hareket ederlerken; cahiller, ‘cahiliyye hamiyyeti - cahillik gayreti’yle davrandıkları için, sert ve kaba, düşüncesiz ve hafif meşrep davranırlar. Yerli yersiz öfkelenirler, kızgınlık ve gazap sahibidirler. Bu yüzden Hakk’a ve adalete göre iş yapamazlar. Kur’an buna ‘cahiliyye hamiyyeti’ demektir. İnkârcılar kalplerine bu cahiliyye çabasını koydukları zaman Allah (cc) da mü’minler üzerine ‘sekine- kalbi sakinleştirici’sini indirir ve onları ‘takva sözüne-Tevhid kelimesine’ bağlı tutar. (48 Fetih/26) Yukarıda geçtiği gibi ‘cahiliyye’ yalnızca İslâmdan önceki müşriklerin hayatının adı değildir. Kişilerin İslâmí hayatlarından önceki yaşantılarına da ‘cahiliyye’ denilir. Bununla beraber cahiliyye, cehâlet üzerine kurulu bütün tutum ve davranışların, İslâm’dan kaynaklanmayan bütün sistemlerin, bütün hükümlerin genel adıdır. Çünkü İslâm ve ona ait hükümler Allah’tan gelen sağlam bir ilme, diğerleri ise insanların hevalarından kaynaklanan zanlara dayanır. Cahilí davranışlar her devirde ve her yerde görülebilir. Cahil kimselerin özelliklerine bakarsak, cahiliyyenin her zaman ve her yerde olabileceğini daha rahat anlarız. Medine döneminde olan şu olay ilginç bir örnektir. Bu olay üzerine Peygamberimiz (sav) her zaman gündeme gelebilecek cahiliyye davranışlarına dikkat çekmiş ve ümmetini uyarmıştır. Cahiliyye döneminde birbirlerine düşman olan ve uzun seneler boyu süren kan davaları sebebiyle birbirlerine saldıran Evs ve Hacrec kabileleri müslüman olduktan sonra kardeş oldular ve düşmanlığa son verdiler. Bir gün onların tatlı tatlı sohbetlerini gören ve bunu kıskanan bir Medineli yahudi birisini göndererek onlara eski günlerini hatırlatmalarını söyledi. O gönderilen kişi de denileni yapınca her iki taraf silaha sarılarak savaşa kalkıştılar. Bunu öğrenen Peygamberimiz (sav): “Ey müslümanlar! Allah, Allah ! (Allah’tan korkun), ben aranızda iken, Allah (cc) size hidayet verdikten sonra birbirinizi cahiliyye’ye mi davet ediyorsunuz?……” (İbni İshak, nak. Íbni Hişam 2/555-556) Hz. Bilal-i Habeşí’ye (ra) ‘siyah kadının oğlu’ diyerek hakaret eden Hz. Ebu Zerr’e (ra) Peygamberimiz (sav): “Onu annesinin renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki sende hala cahiliyye ahlâkı bulunmaktadır.” (Buharí. İman/22. 1/14) Yine Peygamberimiz (sav) cahiliyye davası; cahiliyye zamanında gibi kavmiyyetçilik ve asabiyye güdenleri ‘bizden değildir’ buyurmaktadır. (Müslim, İmare/53, Hadis no: 1848, 3/1476. Buharí, Cenaiz/39, 2/104) Ümmetimin içinde cahiliyye döneminden kalma, temamen terkedemeyecekleri dört âdet vardır: Asaletleriyle övünmek, Başkalarını soyuna dil uzatmak, Yıldızlar vesilesiyle yağmur istemek, Ölünün arkasından yüksek sesle ağlamak.” (Müslim, Cenaiz/29, Hadis no: 934, 2/644) Kur’an, müslüman kadınlara ‘cahiliyye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın’ diyor. (33 Ahzab/33) Mü’minler, inançta, düşüncede, ahlâk ve davranışlarda, karar vermede ve insanlarla ilişkilerde Allah’ın indirdiği hükümlere uyarlar. Cahiliyye düşüncesine sahip olanlar ise Allah’ın hükümlerini tanımazlar, onları beğenmezler ve kendi hevalarına uyarlar. Kur’an şöyle diyor: “ Onlar hâlâ cahiliyye’nin hükmünü mü arıyorlar? Kesin bir bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?” (5 Maide/50) |
23 Ocak 2008, 20:55 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye d-Günümüzde Cahiliyye: Cahiliyye’yi, yanlızca İslâm’dan önceki dönem diye çevirme yanlış olacaktır. O dönemin adı da ‘cahiliyye’dir. Ancak bu kavram, cahilí davranış ve inançların genel adıdır. Firavun nasıl, haddi aşan, azan, kibirlenip kendini Allah’a muhtaç görmeyen, zulmün ve tuğyanın (azıp-sapıtmanın) sembolü ise; cahiliyye de bilgisizliğin, bilgisizce hareket etmenin, yaptığı şeyin sonucunu düşünmemenin, Allah’ı ve O’nun âyetlerini anlamamanın, Allah’a isyan etmenin ne kadar kötü olduğunu idrak edememenin sembol kavramıdır. İnsanların hevalarına uyduğu, nefislerinin, isteklerinin kulu oldukları, Allah’ın hükümlerinin kabul edilmediği, çeşitli ilâhlara ibadet edildiği, sömürü ve zulmün bulunduğu, kavmiyetçilik ve asabiyyenin (tarafgirliğin) yaygın olduğu, hüküm vermede hakkın ve adaletin uygulanmadığı her yer ve zamanda cahiliyye var demektir. Günümüzde de çeşitli yerlerde, tıpkı cahiliyye döneminde olduğu gibi Allah(cc) unutulmuştur. O ve O’nun hükümleri hayata ve insanların işlerine sokulmamaktadır. O’nun gönderdiği hükümlere uymayı bir tarafa bırakalım; yanlış, eksik ve hatta çağdışı sayılmaktadır. Günümüz insanlarının çoğu unuttukları âlemlerin Rabbi Allah’ın yerine sayısız ilâhlar ve putlar bulmuşlardır. Tıpkı cahiliyye olduğu gibi sahte tanrılara ibadet edilmektedir. Ölçüler ilâhí kaynaktan değil, hevalardan alınmaktadır. Güçlünün borusu ötmekte, sözü geçmektedir. Zayıflar yine ezilmekte, insanlar haklarına yine gereği gibi kavuşamamaktadır. Kumar, zina, fuhuş, hırsızlık en geniş şekilde yapılmakta, içki su yerine içilmekte, riba (faiz) ekonominin can damarı kabul edilmektedir. İslâmın günah dediği pek çok şey çağdaş ahlâk sayılmaktadır. Kadınlar yine alınıp satılmakta, açılıp saçılmaları kadın hakkı, çağdaşlık kabul edilmektedir. Kısaca, Kuran’ın cahiliyye toplumu dediği müşrik toplumun anlayışı ve ahlâkı az bir değişiklikle günümüzde de aynen devam ediyor. Allah (cc), O’nun yüce hükümleri ve Ahiret hesaba pek katılmıyor. Bu durum da ‘cahiliyye’den başka bir şey değildir. |
23 Ocak 2008, 20:55 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Cahilliye CÂHİLİYYE Bilgisizlik, gerçeği tanımama. İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adı verilmiştir. Cahiliyye, insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düşüncelere inanmasıdır. Kur'an-ı Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. İslâm'ın hakim olmadığı ortamlar Cahiliyye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin kaynağından yoksun olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliyye Arapları'nın sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür: Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi. Şarap içmek adeti çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân ettiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır (Müslim, Eşribe, 3). Cahiliyye çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliyye Arapları kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri karısına şöyle vasiyette bulunur: "Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, ki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme." Tefecilik almış yürümüştü. Para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan Allah, özellikle Araplar'ın bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli İmrân,3/130) buyurmuştur. Faizcilik Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmuştur. Cahiliyye Araplar'ı arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. Cariyelerini zorla fuhuşa sürükleyenler vardı. Kur'an-ı Kerîm'de bu hususa işaretle: "İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur. Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. Fuhuşla ilgili Cahiliyye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz: Kadın âdetinden temizlendikten sonra kocası ona "şu adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadın istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi. Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı. Sayıları üç ila on arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın hamile kalıp da doğum yaparsa doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek "çocuğun babası sensin" derdi. O da bundan kaçınamazdı. Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı. (Buhârî, Nikah, 36) Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirascı olmaya kalkmanız size helâl değildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmuştur. (Şevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440). Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139) Cahiliyye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137) Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah'ındır, Şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136). Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı. (el-En'âm, 6/138). Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı: Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi. Saibe*; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı. Vasîle*; koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi. Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı. Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı. İbn İshak şunları aktarıyor: "Kureyş, ya Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bid'at ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir." Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı. İbn İshâk devamla: "Kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi. Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi. Bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir. Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bid'atler de yasaklanmıştır. Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.) Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktır" demiştir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körükörüne taklide çalışmışlardır. "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" (el-Mâide, 5/104). İslâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır" (el-Mâide, 5/103). Bütün bunlara baktığımızda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir. Cahiliyye; insanın insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde toplanmasını temine çalışan, insanı insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beşeriyeti Allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşerî sistem ve prensiplere itaata zorlayan yönetimin adıdır. İnsanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür. Kısaca cahiliyye, Allah'ın hükmünden başka hüküm arayan ve Allah'ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin tavrı, hayat biçimi ve sistemidir. Ahmed AĞIRAKÇA Durak PUSMAZ |
22 Ekim 2008, 20:35 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 | Cvp: Cahilliye
[FONT=Book Antiqua][SIZE=3][B]Bilgisizlik, gerçegi tanimama. Islâm, tam bir aydinlik ve bilgi devri oldugu için, Arabistan'da Islâmiyet'in yayilmasindan önceki devre, daha dar anlami ile Hz. Isa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliyye" devri adi verilmistir. Cahiliyye, insanin Allah'i geregi gibi tanimamasi, ona kulluk etmekten uzaklasmasi, onun ilâhî hükümlerine degil de kisinin kendi hevâ ve hevesine uymasi, insanlarin koydugu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düsüncelere inanmasidir. Kur'an-i Kerîm'de: "Onlar hâlâ Cahiliyye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçegi bilen bir millet için Allah'dan daha iyi hüküm veren kim var?" (el-Mâide, 5/50) buyurulur. Islâm'in hakim olmadigi ortamlar Cahiliyye çaglaridir. Çünkü ilâhî bilginin kaynagindan yoksun olan ortamlardir. Islâm'in gelisinden önceki dönemde yasayan müsrikler Allah'a isyan etmis onun hükümlerine sirt çevirmis bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardi. Cahiliyye Araplari'nin sürdügü hayattan ve içinde yasadiklari ortamdan bazi örnekleri söyle siralamak mümkündür: Putlara Taparlardi Cahiliyye insanlari Allah'in varligini kabul etmekle beraber putlara taparlardi. Onlar putlarinin Allah katinda kendilerine sefaatçi olacaklarina inanirlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklastirsinlar diye ibadet ediyoruz" (ez-Zümer, 39/3) derlerdi. Icki Icerlerdi Sarap içmek adeti çok yaygindi. Sairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki siirleri edebiyatlarinin büyük bir kismini teskil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdigine göre Islâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve doksanbirinci ayetleriyle kesin olarak haram kilinmis, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bagirttirarak bunu ilân ettiginde Medine sokaklarinda sel gibi içki akmistir (Müslim, Esribe, 3) Kumar Oynarlardi Cahiliyye çaginda kumar da çok yaygindi. Cahiliyye Araplari kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katilmamak ayip sayilirdi. Onlarin sairlerinden biri karisina söyle vasiyette bulunur: "Ben ölürsem, sen, aciz ve konusma bilmeyen, iki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme." Tefecilik Yaparlardi Tefecilik almis yürümüstü. Para ve benzeri seyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alirlardi. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artirayim mi?" derdi. Onun da ödeme imkâni varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katina, üçüncü sene için dört kat ina çikarir ve artirma islemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çesidini haram kilan Allah, özellikle Araplar'in bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." (Âli Imrân,3/130) buyurmustur. Faiz Oranlari Cok Büyüktü Faizcilik Araplar arasinda o kadar yerlesmisti ki ticaretle onun arasini ayiramiyorlar; "Faiz de tipki alis-veris gibi" diyorlardi. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alis-verisi helâl, faizi ise haram kilmistir. " (el-Bakarâ, 2/275) buyrulmustur. Fuhus Cok Büyük Orandaydi Cahiliyye Araplar'i arasinda fuhus da nadir seylerden degildi. Cariyelerini zorla fuhusa sürükleyenler vardi. Kur'an-i Kerîm'de bu hususa isaretle: "Iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhsa zorlamayin. " (en-Nûr, 24/33) buyurulur. Kocanin birkaç metresi oldugu gibi, kadinin da baskalariyla iliskide bulunmasi, bazi çevrelerce nefretle karsilanmayan bir davranisti. Fuhusla ilgili Cahiliyye Araplarinin su adetlerini zikredebiliriz: Kadin âdetinden temizlendikten sonra kocasi ona "su adama git ve ondan hamile kal" derdi. Kadin istenilen adamla beraber olduktan sonra kocasi hamileligi belli oluncaya kadar ona yaklasmazdi. Sonra yaklasabilirdi. Bu, iyi bir çocuga sahip olmak için yapilirdi. Sayilari üç ila on arasinda degisen bir grup erkek kadinin evine girerek, sirasiyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadin hamile kalip da dogum yaparsa dogumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çagirir, erkekler de zorunlu olarak bu davete istirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanlari biliyo rsunuz, dogum yaptim" içlerinden birine isaret ederek "çocugun babasi sensin" derdi. O da bundan kaçinamazdi. Bazi fuhus yapan kadinlar da taninmalari için kapilarina bayrak asarlardi. Bu tür kadinlardan biri dogum yaptigi zaman teshis heyeti toplanip çocugun kime ait oldugunu tespit ederdi. O da çocugun babasi oldugunu kabul etmek zorunda kalirdi. (Buhârî, Nikah, 36) Kadina deger verilmez, hak ve hukuku taninmaz, adeta bir esya gibi telakki edilip miras alinirdi. Biri ölüp karisi dul kalinca ölenin varislerinden gözü açik biri hemen elbisesini kadinin üzerine atardi. Kadin daha önce kaçip bu halden kurtulamazsa artik onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir baskasiyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanir ve kadina bundan birs ey vermezdi. Dilerse, kocasindan kendisine kalan mirasi elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadinlara zorla mirasci olmaya kalkmaniz size helâl degildir. " (en-Nisâ, 4/19) buyurulmustur. (Sevkânî, Fethu'l-Kadir, I, 440). Yiyeceklerin bazisi yalniz erkeklere ait olup kadinlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanlarin karinlarinda olan yavrular yalniz erkeklerimize mahsus olup, eslerimize yasaktir. Ölü dogacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler (En'âm, 6/139) Kizlari Diri Diri Topraga Gömerlerdi Cahiliyye Araplari'nin kötü adetlerinden biri de kiz çocuklarini diri diri topraga gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarini korumak veya ar telakki ettikleri için, bazilari da sakat ve çirkin olarak dogduklarindan yapiyorlardi. Kur'an-i Kerîm'de su ayetlerde buna isaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kiz evlâd müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi. " (ez-Zuhruf, 43/17), " Diri diri topraga gömülen kiz çocugunun hangi suç la öldürüldügü soruldugu zaman... " (Tekvir, 81/8-9), "Ortak kostuklari Seyler müsriklerden çoguna çocuklarini öldürmeyi süslü gösterirdi. "(el-En'âm, 6/137) Ekin ve hayvanlarini iki kisma ayiriyor bir kismini Allah'in böyle emrettigini sanarak Allah'a veriyor ve bir kismini da Allah'a es kostuklari putlarina ayiriyorlardi. Onlar bu batil inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'in payina düseni aliyorlar, onu es kostuklari putlarin payina ekliyorlardi. Ama putlarinin payindan alip öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu. "Allah'in yarattigi ekin ve hayvanlardan O'na pay ayirdilar ve kendi iddialarina göre: "Bu Allah'indir, Su da ortak kostuklarimizindir" dediler. Ortaklari için ayirdiklari Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayirdiklari ortaklar i için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!" (el-En'âm, 6/136). Bir kisim hayvanlarla ekinlerin bazisini dilediklerinden baskasina yasakliyorlardi. Ayrica bir kisim hayvanlara binerken ve keserken Allah'in adinin anilmasina engel oluyorlardi. (el-En'âm, 6/138). Bunun disinda hayvanlarla ilgili su adetleri de vardi: Deve bes batin dogurup besincisinde erkek dogurursa kulagini çentip serbest birakirlardi. Artik ona binmeyi ve sütünü sagmayi haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra"* derlerdi. Saibe*; dilegi yerine gelen kimsenin putlara adadigi deve idi. Buna da binilmez ve sütü sagilmazdi. Vasîle*; koyun disi dogurursa kendileri için; erkek dogurursa putlari için olurdu. Sayet biri erkek, biri disi olmak üzere ikiz dogurursa, disinin hatiri için erkegi de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi. Hâm* ; bir erkek devenin soyundan on döl alinirsa onun sirti haram sayilir, su ve otlakta serbest birakilirdi. Kimse ona dokunmazdi. Bütün bunlardan baska müsrikler atalarindan devraldiklari birtakim adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunlarin bazilarinin, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklastirdiklarini ileri sürüyorlardi. Ibn Ishak sunlari aktariyor: "Kureys, ya Fil olayindan evvel veya daha sonra meydana geldigini tahmin ettigim bir bid'at ortaya çikardi ki, tarihte (Hums) diye anilip, asalet-i diniye iddiasindan ibarettir." Bunlar: "Biz, Ibrahim'in evladiyiz, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip oldugumuz bu se ref ve itibara sahip degildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin seref ve itibarini korumaliyiz. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir seye tazim etmeyip bütün ihtiramatimizi Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sirada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardi. Ibn Ishâk devamla: "Kureysliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da basladi. Arafat'a çikmayi, Arafat'tan ifazâyi terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardi. Ve "Biz ehlullahiz, Harem-i Serif'in hâdimleriyiz" diyerek, digerleriyle esitligi kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin Ibrahim (a.s.)'in dini muktezasi oldugunu bili yorlardi. Kinâne ile Hüzâaogulari da bu hususta Kureys'e iltihak etmislerdi. Bunlar hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmislerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafi Siyab-i Hums ile tavaf etmelerini kararlastirdilar ve uyguladilar. Bu kararin neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çikarip atmasi zarûrî idi. Bu kararlarin ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çiplak; kadinlarin da yalniz önü yirtmaçli kisa iç gömlegi ile tavafa mecbur edilmesidir. Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Rasûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da A'râf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çiplak tavaf ile birlikte diger bid'atler de yasaklanmistir. Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Siddik (r.a.) Vedâ Hacc'indan (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafindan Hac Emîri* olarak (Mekke'ye) gönderildiginde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayrami'nin ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (su iki maddeyi) ilâna memur kilmistir. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! Iyi biliniz, bu yildan sonra müsriklerin haccetmeleri, çiplaklarin da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktir" demistir. (Sahîh-i Buhâri, Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI,13) Fakat onlar bunu kabule yanasmamislar, atalarini körükörüne taklide çalismislardir. "Onlara: Allah'in indirdigine ve peygambere gelin dendigi zaman: Atalarimizi üzerinde buldugumuz sey bize yeter' derler. Alalari bir sey bilmeyen ve dogru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mi?" (el-Mâide, 5/104). Islâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranislarini tamamen yasaklamistir" (el-Mâide, 5/103). Bütün bunlara baktigimizda, Cahiliyye'nin bir inanma biçimi oldugunu görüyoruz. Cahiliyye; bir seyi gerçegi disinda bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanin ve toplumun Islâm öncesi ve Islâm disi bir yasayis biçimiyle yasamasi demektir.Dogru yolun ziddi, ilmin aksi olan, eskiyen ve degisken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayislara göre kurulan her türlü Islâm disi rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.[/JUSTIFY] Kaynak: Islam tarihi |
07 Mayıs 2009, 17:42 | Mesaj No:9 |
RE: Cahilliye
Cahiliyye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçı olacaklarına inanırlar ve: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" derlerdi. (Zümer,/3)
| |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Asırlara Meydan Okuyan Cahilliye Kafasının Kurbanı:"Kadın"/Muhsin Arslan | Muhsin Arslan | Muhsin Arslan | 8 | 03 Kasım 2012 23:11 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|