|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi: 21 Ocak 2008 (02:27), Konuya Son Cevap : 06 Kasım 2023 (22:35). Konuya 9 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
21 Ocak 2008, 02:27 | Mesaj No:1 |
Kibir Kibir Büyüklenmek, büyüklük taslamak, ululuk iddia etmek. Kendini başkalarından yüksek görerek onları aşağılamak. Şeytan'a ait bir özellik olan kibir, onun Hz. Adem'e secde etmesini engellemişti. Cenab-ı Allah bunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle anlatmaktadır: "(Hz. Adem'e) secde etmekten yalnızca İblis kaçındı. Kibirlendi ve kâfirlerden oldu" (el-Bakara, 2/34). Küfür ve inkârın en önemli sebebi kibirdir. Bunu Hz. Adem (a.s)'ın kıssasında görmek mümkündür. Nitekim şeytan'ın kibrinden dolayı isyanından sonra, inkâr ve isyan edenlerin çoğu kibir nedeniyle isyan etmişlerdir. Hz. Musa'nın apaçık delilleri karşısında Firavun inkâr etmişti. "Sonra da Musa'yı ve Harun'u, firavun ve topluluğuna mucizelerimizle gönderdik. fakat onlar, kibirlendiler ve suçlu bir kavim oldular" (Yûnus 10/75). Hz. Peygamber ( s.a.s) döneminde inkâr eden zengin ve ileri gelen insanlar kibir neticesinde inkar etmişlerdir. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "En sonunda da sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve şöyle dedi: "Bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir" (el-Müddesir, 74/23-24), Zenginlik, ululuk ve makam sahibi olmakla kibrin yakın alakası, Allah Teâlâ'nın beytan'a şu hitabında görülmektedir: "Kibirlendin mi, yoksa kendini yüce mi zannettin?" (Sâd, 38/75), Kibir inkârda önemli bir rol oynadığından Allah Teâlâ Kur'ân'da kibirden ve bu kelimenin türevleri olan istikbâr, müstekbir ve kibriya'dan sık sık bahsetmektedir, Hz, Nuh (a.s) oğluna vasiyet ederken "iki şeyden seni menederim, biri şirk diğeri kibirdir" buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, I, 170). Ebu Reyhâne (r,a) Hz. Peygamber (s.a.s)'den şöyle rivayet etmiştir: "Cennete kibirden hiçbir şey giremez". Orada bulunanlardan biri şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasülü! Ben, kamçımın şaklaması ve ayakkabımın sağlamlığı ile güzel görünmekten hoşlanırım, bu kibir midir?" Hz, Peygamber ( s.a.s) "Hayır bu kibir değildir. Allah güzeldir güzeli sever Kibir hakkı küçük görmek ve başı gözü ile insanlarla alay etmektir" (Müslim, İman, 47; Ahmed b Hanbel, lV, 133-134) buyurdu. Bu hadis-i şerif hakk karşısındaki alaycılık ve inkârın kibir olduğunu anlatmakla birlikte insanlarla alay etmenin kibirden kaynaklandığına işaret etmektedir. Hz. Peygamber yanında sol eli ile yemek yiyen bir adama "sağınla ye" demiştir. Adam "sağımla yiyemiyorum" deyince Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yiyemez ol; Bu adamın sağıyla yemek yiyemiyorum demesi yalnızca kibrindendir" (Müslim, Eşribe, 107). Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan hiç bir kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar tekebbür bulunan hiç bir kimse de cennete giremez" (Müslim, İman, 147, 148, 149; Ebû Dâvud, Libâs, 26; Tirmizi, Birr, 610; İbn Mâce Mukaddime, 9; Zühd, 16), Bu hadis-i şerifin Müslim'in es-Sahih'indeki bab başlığı, "kibrin haram olması ve bunun açıklanması" şeklindedir. Buradan da anlaşılacağı gibi kibir haram olan kötü huylardan birisidir. Hadisteki ifade kibirli insanın cennete giremeyeceğini anlatmaktadır. Ancak buradaki kibir, Allah'a ve Peygamber ( s.a.s)'e karşı olan kibirdir. Ahlâkî bir özellik olarak kibir, başkalarını küçük görmek ve onlarla alay etmek anlamıyla düşünülürse bu özellik insanı dinden çıkaran bir özellik değildir. Ancak haramdır, insanı dinden çıkarabilecek fiiller işlenmesine sebep olabilir. Böyle bir özellik sahibi de cehennemde kibrinin cezasını çektikten sonra Allah'ın afv ve mağfiretiyle cennete girecektir, Nitekim bir âyet-i kerime'de Allah Teâlâ: "Biz onların kalblerindeki kin ve hasedi çıkaracağız" (el-Hicr, 15/47) buyurarak, cennete giren insanların kalbinden dünyadaki ahlâkî kusurlarının temizleneceğini anlatmaktadır. Bu konudaki bir başka hadis-i şerif şöyledir: "Kendini büyük gören yahut kibirli kibirli yürüyen kimse Allah'ın huzuruna, Allah kendisine gazablanmış olarak çıkar" (Ahmed b. Hanbel, II, 118). Bu hadis kibirlinin âhiretteki durumunu gözler önüne sermektedir. Bu tür bir gazab-ı ilâhiye sebep olarak Hz. Peygamber insanın elbisesini sürüyerek çalım satmasını ve kibirlenmesini de göstermiş ve: "Elbisesini kibirle yerde sürüyen kimseye Allah merhamet nazarı ile bakmaz" (Müslim, Libâs, 42) buyurmuştur. Bu hadis-i şerifler ahlâkı bir kusur olan kibrin Allah nezdinde ne derece kötü kabul edildiğini anlatmaktadır. Bir başka kibir şekli olan hakka karşı büyüklenmek ise kâfirlikle bir kabul edilmiş ve lanetlenmiştir. Hz, Peygamber şöyle buyurur: "Mütekebbirler kıyamet gününde, insan yeklinde küçük karıncalar gibi hasredilir. Bütün her taraflarından zillet onları kuşatır..." (Tirmizî, Kıyâme, 47; Ahmed b Hanbel, II, 179). Hz, Peygamber, kibirlilerin cehenneme gireceğini şöyle anlatmıştır: "Cennet ile cehennem münakaşa ettiler. Cehennem şöyle dedi: "Bana zâlimlerle kibirliler girecek" Cennet onu şöyle cevapladı. "Bana zayıflarla yoksullar girecek" Bunun üzerine Allah ( c.c) berikine "Sen benim azabımsın seninle dilediğime azab ederim" buyurdu. Ötekine de "Sen benim rahmetimsin, Seninle dilediğime rahmet ederim Sizin her biriniz için dolu dolu insanlar var" (Müslim, Cenne, 34, 35, 36) buyurdu. Bu konudaki kudsi bir hadis-i şerifte Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Kibriyâ ridam, azâmet izârımdır. Kim bu ikisinden herhangi birinde benimle çekişirse onu cehenneme atarım" (Ebû Dâvud, Libâs, 25; İbn Mâce, Zühd, 16). Hz. Peygamber ( s.aş) kibri zemmettiği gibi, kibrin müspet karşıtı olan tevâzuyu da övmüştür. Bir hutbelerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah azze ve celle bana şöyle vahyetti: Mütevâzî olun, öyle mütevâzî olun ki, biriniz diğerine karşı övünmede bile bulunmasın" (ibn Mâce, Zühd, 16) İslâm bir ahlâkî kusur olan kibri yasaklamıştır. Böyle bir kibir haramdır, Allah'ın rahmetinden kovulma sebebidir. Ancak bir kibir daha vardır ki Kur'an bunu "Müstekbir" ifadesiyle ifade etmiştir. Müstekbirler Allah'ın arzında bizzat kendi güzelliklerini tesis etmek için gayret gösteren azgınlar ve zorbalardır. Bunlar Allah'ın kullarını kendi köleleri yapmak için Allah'ın dinine karşı büyüklenirler. Allah Teâlâ bu çeşit insanlar için şöyle buyurmaktadır: "İşte âhiret yurdu; Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk çıkarmayı istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) sonuç muttakilerindir" (el-Kasas, 28/83). Zübeyr TEKKEŞİN
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
Konu Sahibi Seleme 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Üniversiteli Bayanla Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 20 | 9551 | 20 Mayıs 2009 19:42 |
Üniversiteli Erkekle Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 1 | 2422 | 20 Mayıs 2009 19:35 |
A.Hakan'dan Döneklik Konferansı | Serbest Kürsü | kurtmehmet | 4 | 2350 | 10 Mayıs 2009 20:54 |
Hanefi Mezhebi: İslamda Kazanç | Zekat-İnfak | Seleme | 0 | 2306 | 19 Nisan 2009 04:52 |
Hanefi Mezhebi: Alışveriş | İlmihal Bölümü | Seleme | 0 | 2376 | 19 Nisan 2009 04:51 |
21 Ocak 2008, 22:58 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir
Kibir Sual: Kibrin, kendini başkalarından üstün görmenin dindeki yeri nedir? CEVAP Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kibir, hakka, razı olmamak ve insanları küçük görmektir.) [Müslim] Fudayl bin Iyad hazretleri "Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir" buyuruyor. Kabul edemeyen kibirlidir. Kibirli, kendini başkasından üstün görmekle, kalbi rahat eder. Burada başkasını düşünmez. Kendini ve ibadetlerini beğenir. Kibir; kötü huydur,haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim] (Yiyin, için, giyinin ve sadaka verin, fakat israftan ve kibirden sakının.) [İbni Mace] (Hazret-i Nuh, ölürken çocuklarına, “Şirk ile kibirden çok sakının” buyurdu.) [Hakim] (Kibir, İblisi Hazret-i Âdem’e doğru secde ettirmemiştir.) [İ. Asakir] (Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.) [Tirmizi] (Allahü teâlânın buğzettiği üç kimse: Zâni ihtiyar, kibirli fakir ve zalim lider.) [Tirmizi, Nesai] (Kibir, her güzelliğin, [her iyiliğin, her nimetin] âfetidir.) [Deylemi] (Kibirli fakire şiddetli azap vardır.) [Müslim] (Cehennem, kibirsiz olan müslümana haram olur.) [Beyheki] (Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehenneme hazırlansın!) [İ. Ahmed] (En şerliniz, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed] (Kibirli, ahirette Allahü teâlâyı gazaplı bulur.) [Buhari] (Kibir, hıyanet ve borçtan temiz olarak ölenin gideceği yer Cennettir.) [Nesai] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.) [Müslim] Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü, kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah’ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor. Bu suçun biraz daha aşağısı ilahlığa ortak olmaktır. Hükümdarın maiyetine hakaret eden, onlara üstünlük taslayan ve onları kendi idaresine almak isteyen kimse, bir noktada hükümdara ortak olmuş sayılır. Her ne kadar bunun tahtına oturmak gibi değilse de ona yakındır. Bütün yaratıklar, Allahü teâlânın kullarıdır. Bunlar üzerinde büyüklük, hakimiyet, yalnız Ona mahsustur. İnsanlara bu şekilde kibirlenen, Allahü teâlâya ortak olmuş sayılır. Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Büyüklenerek ben demek feyz ve bereketi keser. Hazret-i Ebu Bekir buyuruyor ki: Kibirden sakının. Topraktan yaratılıp, yine toprağa dönecek olan bir varlığın kibirlenmesi, bugün var, yarın yok olan bir varlığın kendini beğenmesi ne kadar anlamsızdır. Tevazu ve kibirli görünmek Tevazu göstermekle, tevazu sahibi olmak çok farklıdır. Tevazu sahibi övülmüş, tevazu göstermeye çalışan ise yerilmiştir. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, (Tevazu göstermeye çalışmak da kibirdir. Çünkü kendinde bir varlık hisseden tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki, tevazu göstermeye çalışsın. Onun tevazuu tabiidir, yapmacık değildir) buyuruyor. Bazısı da, (Bu günahkâr, bu fakir) diyerek kendinin tevazu ehli olduğunu göstermeye çalışır. Bir günahını söyleyince hemen kızar. O zaman sözünde yapmacık olduğu anlaşılır. Din büyükleri de "bu fakir" diye kullanırlar. Fakat bunlar böyle sözlerinde samimidir. Kibirlenmekle, kibirli görünmek de tevazu farklıdır. Kibirliye karşı, kibirli görünmek sadaka vermek gibi sevaptır. Hadis-i şerifte, (Kibirliye kibirli görün ki, onu hakir ve küçük düşürmüş olursun) buyuruldu. (İ. Gazali) Kibir sahibine karşı tevazu eden kimse, kendisine zulmetmiş olur. Bid'at sahiplerine ve zenginlere karşı da kibirli görünmek caizdir. Bu kibir, kendini yüksek göstermek için değildir. Onlara ders vermek, gafletten uyandırmak içindir. Savaşta, bid’at ehli ile münazara ederken onlara karşı kibirli görünmek de sevaptır. Sadaka verirken de neşe ile karışık kibirli görünmek, malı parayı çöpe atar gibi vermek gerekir. Sadaka verenin kibirli görünmesi, fakire karşı değildir. Verdiği malı küçültmek, mala kıymet vermediğini gösterir. Gösteriş yapan riyakârlara karşı da kibirli görünmek caizdir. Kendinden aşağı olanlara karşı tevazu göstermek iyi ise de, bunun aşırı olmaması gerekir. Aşırı olan tevazua yaltaklanmak [tezellül] denir ki bu ancak üstada ve âlime karşı caizdir. Başkalarına karşı caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Yaltaklanmak, Müslüman ahlakından değildir.) [Berika] (Hak için zillete girmek, kibirlenmeye göre izzete daha yakındır.) [Deylemi] (Fakir ile oturmak, merkebe binmek, davarını sığırını sağmak kibirden uzaklaştırır.) [Beyheki] (Fakirlikten dolayı eski elbise giyende de kibir olur.) [İ. Ahmed] (İnsanlar çok bozuldu diyerek kendini onlardan üstün gören helak olmuştur.) [Müslim] (Selamı önce vermek kibirden uzaklaştırır.) [Beyheki] (Sadaka vermek kibri de giderir.) [Taberani] (Sökük yerini diken, ayakkabısını tamir eden, hizmetçisi ile yemek yiyen ve çarşıdan yükünü kendi taşıyan kibirden uzaktır.) [Ebu Nuaym] Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, bilsin ki bu da kibirdendir. Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır. Büyüklenmek üç çeşittir Kibir, kendini başkasından üstün görmektir. Yapıldığı yerlere göre üçe ayrılır: 1- Allahü teâlâya karşı kibirdir: Kibrin en kötüsü budur. Nemrud, Firavun böyle idi. İlahlık iddiasında bulundular. Bazı dinsizler de imanı, ibadeti, namaz kılmayı aşağılık, gericilik sanarak kibirlenirler. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Büyüklenerek bana ibadet etmeyenler alçalmış olarak Cehenneme girecektir.) [Mümin 60] (Cehennem, kibirliler için ne çirkin, ne kötü bir yerdir.) [Nahl 29] 2- Peygamberlere karşı kibirdir: Bazıları, Peygamberleri kendileri gibi bir insan gördükleri için, kibirlenerek onlara uymayı kabul etmediler. Mesela Peygamber efendimiz için dediler ki: (Bu da sizin gibi bir insan. Kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, hüsrana uğrarsınız.) [Müminun 33, 34] 3- İnsanlara karşı kibirdir: Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir. Kibrin sebepleri şunlardır: İlim, ibadet, soy, güzellik, kuvvet, servet, mevki, yakınların çokluğu. İlim: İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte, (Âlimin afeti, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. (İ. Gazali) İbadet: İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için "Çok ibadet edenin, kibirden kurtulması zor olur" buyurulmuştur. Soy: Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem’in oğlu idi. Babasının Peygamber olması, bunu küfürden kurtarmadı. Hadis-i şerifte, (Atalarınız ile övünmeyi terk edin) buyuruldu. (Ebu Davud) Bir gün iki kişi birbirine üstünlük taslayarak biri, "Ben falancanın oğlu filanım. Ya sen kimsin?" dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz aleyhisselam buyurdu ki (Hazret-i Musa’nın yanında iki kişi birbirine karşı övünmeye başladı. Biri ecdadını 9 göbek geriye doğru saydı. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya, "Ona söyle, iftihar ettiği 9 kişi Cehennemdedir. Kendi de onuncusudur" diye vahyetmiştir.) [İ. Ahmed] Güzellik: Bu daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir. Kuvvet: Kuvveti ile zayıflara üstünlük sağlar. Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır. Mesela bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz. Servet: Çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karun’un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti. Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Mevki: Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Bir çok krallar, derebeyler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevki, makamı ile övünmesi neye yarar? Şam Ordusu kumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri büyük bir kalabalıkla Hazret-i Ömer’i karşıladı. Hazret-i Ömer kölesi ile nöbetleşe deveye bindiğinden, Halife devesinden indi. Yerine kölesi bindi. Devenin yularından tuttu. Ayakkabılarını çıkarıp deredeki sudan geçti. Bunu gören kumandan dedi ki: - Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl izah edebiliriz? Hazret-i Ömer buyurdu ki: - Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelil ve hakir bir kavimdik. Allahü teâlâ, bizleri müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelil eder, her şeyden aşağı eder. Yakınların çokluğu: Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar? Kibir ve tevazu Allahü teâlâ, bütün kitaplarda, kibri kötülemiş ve yasak etmiştir. Kur'an-ı kerimde de, (Allah, kibirli olanları elbette sevmez!) buyurmuştur. (Nahl 23) Aklı olan, kendini ve Rabbini tanıyan, hiç kibredebilir mi? İnsan aşağılığını, acizliğini, Rabbine karşı her an izhar etmek mecburiyetindedir. Bunun için her an her yerde aczini göstermesi, tevazu üzere bulunması gerekir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allah rızası için tevazu edeni, [kendini, Müslümanlardan üstün görmeyeni] Allahü teâlâ yükseltir.) [Bezzar] Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyorlar ki: Allahü teâlâ ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsan buyurmuştur. Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsustur. Bu üç sıfattan hiçbir mahlukuna vermemiştir. Bu üç sıfatı, kibriya, gani olmak ve yaratmak sıfatlarıdır. Kibriya, büyüklük, üstünlük demektir. Gani olmak, başkalarına muhtaç olmamak, her şey Ona muhtaç olmak demektir. İnsan ise ihtiyaç sahibidir. Allah yaratıcıdır, insan ise yaratıktır, fanidir. Bunun için kibirlenmek, Allahü teâlânın sıfatına, hakkına tecavüz etmek olur. Kula kibirlenmek yakışmaz. En büyük günahtır. Hadis-i kudside buyuruldu ki: (Azamet ve kibriya bana mahsustur. Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azap ederim.) [Müslim] Tevazu sahibi olabilmek için dünyaya niçin geldiğini, nereye gideceğini bilmek gerekir. İnsan, hiç yok idi. Önce bir şey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihayet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Dünya zindanında, her an, ne zaman azaba götürüleceğini beklemektedir. Ölecek, leş olacak, böceklere yem olacak, kabir azabı çekecek, sonra diriltilip kıyamet sıkıntılarını çekecektir. Cehennemde sonsuz yanmak korkusu içinde yaşayan kimseye tekebbür mü yakışır, tevazu mu? Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.) [Müslim] (Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyheki] Kibirli hakkı kabul etmez Asıl düşman içerdedir, bu da nefsimizdir. En büyük düşman, insanın nefsidir. Nefsinin arzularına tâbi olanın, Allahü teâlâya kul olması zordur. Nefs daima kötü şeyleri ister. Haram işlemek nefse esir olmayı gösterir. Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu en ahmak yaratıktır. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi zanneder, halbuki süper cahildir. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Asıl arzusu ilah olmaktır. Tatmin olmaz kötülük yaptırmakla, rahat bulur kendine taptırmakla. Büyük küçük herkeste nefs vardır. Hiç kimse emir almak istemez. Küçük diye, çocuk diye geçmemeli, onun gururu ile oynamamalı. Ankara’ya yeğenimi ziyarete gitmiştim. Yeğenimin 2-3 yaşlarındaki kızının ayakları çıplaktı. Bir ayağı betonda bir ayağı halının üzerindeydi. Ona, betona basma, öteki ayağını da halının üstüne koy dedim. Sen bana ne karışıyorsun, ben kârımı zararımı bilmez miyim der gibi, bana ters ters baktı. Sonra hışımla, inatla halıdaki ayağını kaldırıp betondaki öteki ayağının yanına sertçe koydu. Çocuk olduğu için tepkisini gizleyemedi. Büyükler de aynen o tepkiyi gösteriyorlar, fakat ayıplanacağız diye tepkilerini belli etmemeye çalışıyorlar. Bir arkadaş anlattı: Kime sabah namazına gel dediysem herkes bir mazeret buldu, inşallah geliriz diyen kimse çıkmadı. Kimisi, (Sen yatsıya gelmiyorsun biz de sabaha, sen önce kendine bak. Hem biz evde çoluk çocukla cemaat yapıyoruz) dedi. Halbuki haklı bile olsalar, geçerli bir mazeretleri bulunsa bile, tepki göstermemeleri gerekirdi. Doğru söz kimden gelirse gelsin inat etmeden kabul etmek gerekirdi. Mazeretinden dolayı gelemiyorsa, (İnşallah) da denemez miydi? Nefs, kibir hepimizde mevcuttur. Bunu azaltmaya çalışmamız lazımdır. Dinin her emrine uymakta ve yasak ettiği her şeyden kaçmakta mutlaka nefsi kırma payı vardır. Buna riyazet ve mücahede denir. Riyazet, nefsin arzularını [haram ve mekruhları] yapmamaktır. Mücahede, nefsin istemediği şeyleri [ibadetleri] yapmak demektir. Kibir, şirkin kardeşidir. Kibir taşıyan kafada, akıl bulunmaz. Nefsi aradan çekmeli, kendimizi beğenmemeliyiz, kendimizden iğrenmeliyiz, kendinden tiksinmeyen kurtulamaz. Bir kimseye emri maruf yapınca, Allah’tan kork şunu yap, şunu yapma denince, eğer kabul etmezse o kişi nefsine mağlup olmuş demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah’tan kork diyene, sen önce kendine bak diyeni Allahü teâlâ sevmez.) [Beyheki] Hakkı, doğruyu kim söylerse söylesin kabul etmek gerekir. Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden ileri gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari] (Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi] (Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.) [İ.Ebiddünya] (Din kardeşine itiraz etme.) [Tirmizi] (Kibirli, hakkı küçük görür, inkâr eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali] (Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.) [Müslim] (Kendini beğenen helak olur.) [Buhari] Fudayl bin Iyad hazretleri "Tevazu, ister cahilden, ister çocuktan duyulsa da hakkı tereddütsüz kabul etmektir. Kabul edemeyen kibirlidir" buyuruyor. Abdülkadir Geylani hazretleri de, (Kardeşinin yaptığı öğüdü kabul et. Ona itiraz etme) buyurdu. Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemeli Sual: Bir müslümanın, kendini Cennetlik gibi, günahkârları da Cehennemlik gibi görmesi doğru mudur? CEVAP Günahkârları beğenmemelidir, fakat kendini günahkârlardan üstün de görmemelidir. Kendini Cennetlik, günahkârı Cehennemlik bilmemelidir. Hatta kâfir için bile böyle düşünmemelidir. Kâfir, bir Kelime-i şehadet getirerek Cennetlik, kendisi bir söz söyliyerek Cehennemlik olabilir. İsrailoğullarından bir eşkıya, kırk yıl günah işler. Bir gün Hazret-i İsa’yı havarilerden biri ile giderken görür. Yaptığı eşkıyalığa pişman olur. "Ben bunlara katılayım" diyerek peşlerine takılır. Havarinin yanına yaklaşır, "Benim gibi bir eşkıyanın böyle bir zatın yanında gitmesi uygun olur mu?" diye düşünür. Havari de, "Bu yol kesici nereden çıktı? Benimle nasıl gelir?" diyerek ondan uzaklaşıp İsa aleyhisselama yaklaşır. Allahü teâlâ Hazret-i İsa'ya vahyeder ki: (İkisine de söyle! İkisinin de geçmişlerini mahvettim. Yeniden amele başlasınlar. Kendini beğendiği için havarinin ibadetini mahvettim. Kendini aşağı gördüğü için de eşkıyanın günahlarını affettim.) Hazret-i İsa, durumu her ikisine de bildirir ve eşkıyayı havarileri arasına alır. (İ. Gazali) Amr bin Şeybe hazretleri anlatır: "Mekke’de Safa ile Merve arasında bulunuyorduk. Bir adamın katır üzerinde geldiğini, etrafındaki hizmetçilerin herkese karşı sert davrandıklarını, adamın heybet ve ihtişam içinde olduğunu gördük. Aradan yıllar geçti, deve üzerinde Bağdat’a girdim. Orada başı açık, yalınayak, uzun saçlı pejmürde bir adam gördüm. Tanıyacak gibi oldum. Adam, kendine dikkatle bakışımın sebebini sordu. (Seni birine benzetiyorum) dedim ve kime benzettiğimi anlattım. Adam da, (İşte o gördüğün benim. Tevazu gösterilmesi gereken yerde kibirlendim. Şimdi ise bu hâle düştüm) dedi." Kibirden doğan hastalıklar Bir kimse, biraz bilgiliyse, ibadet de yapıyorsa, kibirden zor kurtulur. Bilgisiz insanı, hayvan gibi görür. Kendisi için sevdiğini başkası için sevemez. Hak ve hakikati başkalarından duysa kabul etmek istemez. Onların nasihatine, tavsiyesine uymayı nefsine yediremez. Bunun için hıkd, gazap, haset, riya, hicr, şematet, gadr, hıyanet, suizan gibi hastalıklardan kurtulamaz. Kibirlinin maruz kaldığı bu hastalıklar ise hafife alınamaz. Hıkd: Kibirli, başkalarına karşı kin ve düşmanlık besler, onlardan nefret eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Üç şey bulunmayan kişinin günahlarının affı umulur. Bunlardan biri, din kardeşine hıkd etmemektir.) [Taberani] Gazap: Kibirli, aşırı sinirlenince, küfre düşebilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Gazap imanı bozar.) [Beyheki] Haset: Kibirli, sevmediği kimsede bulunan nimetleri kıskanır, ondan çıkmasını ister. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!) [İ. Ahmed] Riya: Kibirli, ibadetini göstererek halkın sevgisini kazanmaya çalışır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Riya ile ibadet edene, Kıyamette, "Ey kötü insan, bugün sana sevap yoktur. Dünyada kime ibadet ettiysen, sevabını ondan iste!" denir.) [İbni Ebiddünya] Hicr: Kibirli, beğenmediği kimselere dargın durur, küser, onlarla olan dostluğunu bırakır. Halbuki, müslümanın, üç günden fazla dargın durmaması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sana darılana git, barış! Zulmedeni affet, kötülük edene iyilik et!) [Berika] Şematet: Kibirli, başkasına gelen belaya sevinir. Başkasına gelen belaya, zarara sevinenin aynı şeye maruz kalacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Tirmizi) Gadr: Kibirli, verdiği sözde durmaz. Sözünde durmayan kimsenin, Kıyamette kötü şekilde cezasını göreceği hadis-i şerifte bildirilmiştir. (Müslim) Hıyanet: Kibirli, kendini emin, güvenilir tanıttıktan sonra, o emniyeti bozucu iş yapar. Hıyanetin zıddı emanettir. Emanete hıyanet etmek münafıklık alametidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Emin olmayanın imanı, sözünde durmayanın dini yoktur.) [Bezzar] [Bu hadis-i şerif, emanete hıyanet edenin imanı kâmil olmayacağını, buna önem vermeyenin imanının kalmayacağını bildirmektedir.] Suizan: Kibirli, mümin kardeşine kötü gözle bakar, kusurlarını araştırır, onun günah işlediğini zanneder. Dinimiz, suizandan kaçınılmasını, hüsnü zan etmeyi emretmiştir. Kibirli, buna benzer birçok hastalıklara yakalanır. Her müslüman kendinde hangi kötü huylar varsa, tespit edip çaresine bakmalıdır! Kibir ve ucub Sual: Kibretmekle, ucub etmek birbirine çok benziyor. Birinin diğerinden farkı nedir? CEVAP Kibir, kendini başkasından üstün göstermek, ucub ise, kendini başkasından üstün bilmektir. Hiç kimsenin bulunmadığı yerde insan ucub sahibi olabilir, fakat kibirli olamaz. Çünkü insan, kimse olmasa da kendini ve işini beğenebilir. Fakat kimse olmadığı için kendini büyük gösteremez, kibirlenemez. Ucub, yaptığı iyi işler sebebiyle kendini beğenmektir. İnsan, kendini beğenince, başkalarından üstün görebilir. Bu üstün görme işi de kibirdir. Ucubdan kibir doğar. Bir örnek: Bir kadın, evinde güzel bir dantel işledi. Bir marangoz güzel bir masa yaptı. Bir ressam güzel bir tablo çizdi. Bunların yaptıkları şeye bakıp da beğenmeleri ucub olur. Bunların, ne maharetli kimseyiz, bizim gibi kaç kişi çıkar diye övünmeleri ucub olur. Eğer yanında başkaları da varsa, bakın bendeniz veya üstadınız neler yapabiliyor diye, büyüklenerek onlara sanatını göstermesi kibir olur. Ucbu onu kibre sürüklemiş oluyor. Kibirden kurtulmak için tevazu sahibi olmaya, ucubdan kurtulmak için de minnet ehli olmaya çalışmalıdır! Diyelim ki bir kimsenin hitabeti güzeldir. Bundan dolayı kendini beğenir, yani ucbeder. Minnet, nimete kendi eliyle değil, Allahü teâlânın lütfu ile kavuştuğunu düşünmektir. Hitabet güzelliğinin Cenab-ı Hakkın bir lütfu olduğunu düşünen, kendini beğenemez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Üç şey insanı felakete götürür: Hasislik, nefse uymak, ucublu olmak.) [Beyheki] Bir kimsenin ucub sahibi olup olmadığı şu alametlerden belli olur: Ucublu kimse, 1- Kibirli olur. 2- Günahlarını unutur. 3- Allahü teâlânın azabını unutur. 4- Büyüklerden istifade edemez, âlimlerin sohbetinden mahrum kalır. 5- Kimseyle meşveret etmez, danışmaz. Bütün müslümanlara dua etmeli Sual: Bende bir huy oluştu; karşımdaki kişinin fasık, mezhepsiz, bid’at ehli vs. olup olmadığına çok dikkat ediyorum. Öyle olunca da kendimi korumak için araya mesafe koyuyorum. Bazen kibirlenirim diye de korkuyorum. Kibirlenmemek için ne düşünmek lazım? CEVAP O İyi huy. Kibirlenmemek elde değil yani bundan kurtulmak çok zor. İnsanların hâli ortada. Bakıyorsunuz adam fasık, yahut mezhepsiz bid’at ehli. Fasık, mezhepsiz bid’at ehli olmadığımız için ister istemez elhamdülillah ben değilim diyorsunuz. Kibirlenmemek için, o bir gün tevbe eder kurtulur da, Allah saklasın ben sapıtabilirim diyerek kendimizi ondan üstün bilmemeliyiz. Bütün müslümanların ehl-i sünnet itikadına kavuşmaları, dünya ve ahiret saadetine nail olmaları için dua etmeliyiz. Büyükleri kalkarak karşılamalı Sual: Hadis-i şerifte, bir kimse gelince, ayağa kalkmanın yasak olduğu bildiriliyormuş. Şimdi birisi gelince ayağa kalkınca günah mı işliyoruz? CEVAP Hadis-i şerifleri herkes anlayamaz. Hadis-i şerifleri âlimlerin açıklaması ile okumalıdır! Evet hadis-i şeriflerde (Haşimoğulları hariç birbirinize ayağa kalkmayın!) ve (Hasan ve Hüseyin ve onların sülalesi [Şerifler ve Seyyidler] hariç, Kureyşe ayağa kalkmayın!) buyuruldu. Bu hadis-i şeriflerin açıklamasında, İslam âlimleri, (Büyükler gelince kalkarak karşılamak müstehaptır. Kendi gelince, kalkılmasını sevmek mekruhtur) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar) Bu fakir ne demektir? Sual: İslam alimleri kitaplarında kendilerinden “bu fakir” diye bahsediyorlar. Buradaki fakir ne demektir? Biz de bu fakir diye konuşabilir miyiz? CEVAP Fakir, muhtaç demektir. Peygamber efendimizin Allahü teâlâdan istediği ve övündüğü fakirlik, her zaman, her işte, Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. Abdullah Dehlevi hazretleri, (Tasavvufta fakir, muradı olmayan, yani Allahü teâlânın rızasından başka dileği olmayan demektir) buyuruyor. (Dürr-ül-mearif) Tasavvufta fakir, nafaka olmayınca, sabır ve kanaat eder. Allahü teâlânın fiilinden ve iradesinden razı olur. Allahü teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışır. Çalışırken, ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de, İslamiyet’e uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmasına sebep olur. Fakat nefsine uyarak, sabır ve kanaat etmeyen kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca, az verdin diye itiraz eder. Zengin olursa doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de, fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur. (İslam Ahlakı) Bizim de bu fakir diyebilmemiz için, yüksek dereceye kavuşmamız gerekir. Yoksa çok yapmacık olur, sırıtır, işin ehli bize güler. Tevazu göstereceğiz derken kibirli olduğumuz meydana çıkar. Ben veya biz demek Sual: Ben diye konuşmak uygun mudur? CEVAP Genel olarak, ben demek kibirden kaynaklanır. Mesela şu işi ben yaptım, bunu ancak ben yaparım gibi. Kendinde bir varlık hissederek, ben anlamında biz demek daha kötüdür. Mesela, biz adamın ciğerini sökeriz demek gibi. Şu halde ben ve biz kelimelerini, hiç kullanmamak değil, yerli yerinde kullanmak önemlidir. Tenkit etme hastalığı Sual: Ufak olaylardan çok etkileniyorum. Tez kızıyor, ana-babamı ve başka büyüklerimi üzüyorum. Yanlışlarına tahammül edemiyor, hemen eleştiriyorum. Sonra da, pişman oluyorum. Bu kötü huyumu frenleyebilmek için, ne yapmam gerekir? CEVAP İslam âlimleri, öfkenin, sinirlenmenin, kibirden, kendini beğenmekten ileri geldiğini bildiriyor. Tenkit etmek [eleştirmek], genelde, (Ben bunu biliyorum, sen bilmiyorsun, seni uyarıyorum, bu yanlış yoldan dön) demektir. Bu, hiç kimseye söylenmez, hele ana-baba gibi büyüklere asla söylenmez. Bilgi, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. Bilgisi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte, (İlim sahibinin felaketi, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. O halde, aklı olan kimse, ben daha iyi biliyorum diyerek kendisini felakete atmaz. Kibir, kötü huydur, haramdır. Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Çok kimse, bu kötü hastalığa yakalanmıştır. Kibirli olan, salih insan olamaz. Kibir, her iyiliğe engeldir. Kibirli değilim diyen, kibirlidir. Yanına başkasının oturmasını istememek ve hastalarla birlikte oturmamak, evine lazım olan eşyaları alıp evine getirmemek ve eski elbisesini tekrar giymekten hoşlanmamak, iş başında iş elbisesi giymek istememek, fakirlerin davetine gitmek istemeyip zenginlerinkini tercih etmek, akrabasının ve çocuklarının ihtiyaçlarını temin etmemek, doğru sözü, haklı tenkitleri kabul etmeyip münakaşa etmek, kusurunu, kabahatini bildirenlere teşekkür etmemek, içeri girince, oradakilerin ayağa kalkmaları hoşuna gitmek gibi şeyler kibir alametidir. Başkasının tenkidinden hoşlanmıyor, onun benden ne farkı var, o da bir insan diyorsa, hakkı onun ağzından duymak zor geliyorsa, kibirdendir. Kibir, insanı, Allahü teâlânın bütün emirlerine muhalefete sevk eder. Çünkü kibirli insan, başka birinden hak ve hakikati duysa, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkar. Dini konularda bile münazara edilse, hemen inkâra kalkışır. Hatta hakkı, karşıdakinin dilinden duysa, hemen çeşitli yollardan, doğru olduğunu bile bile onu çürütmeye çalışır. Kötülükler, her zaman öfkeden doğar. Bir insanda kibir varsa, bunun alameti öfkesidir. Kibirden, öfke doğar. Bir kimse, asık suratlı ve öfkeliyse, iyiye alamet değil. Öfke insanın aklını örter. O zaman şeytanın avucuna düşer. Şeytan da onu istediği yere sürükler. Öfkelenmek insanın dinini imanını götürebilir, bundan çok korkmalı. Kendini üstün görmek Sual: Mektubat’ta, kendisini Frenk kâfirinden aşağı görmek diye bir ifade var. Kendini Frenk kâfirinden aşağı görmek ne demek? Bir de orada, (Sol tarafımdaki melek durmadan günahlarımı yazıyor; ama sağ tarafımdaki melek yirmi yıldır hiçbir şey yazmıyor) deniyor. Bu ne demektir? CEVAP O büyüklerde ruh ve nefis birbirinden o kadar ayrılmışlardır ki, onlar nefsi kendileri olarak görürler. Nefiste hiçbir iyilik yoktur. Çünkü nefsin nihai hedefi günah işlete işlete kâfir yapmaktır. Nefis, adeta kötülüklerin posasıdır. Sanki bademyağı ile posası gibidir. Hâlbuki kâfirlerde ruh ölüdür ama dürüstlük, cömertlik gibi iyi vasıflar vardır. O büyükler bundan dolayı kendi nefislerini o Frenk kâfirinden üstün görmezler. Bundan dolayı da sağ tarafındaki meleğin hiç yazmadığını; sol tarafındaki meleğin ise devamlı yazdığını görürler. [/B][/SIZE] |
21 Ocak 2008, 23:30 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir Kur’an’ın mucizevî beyanları, Allah Rasulü s.a.v.’in sözleri, gösterdiği onca mucize dahi, kibir ve benlik sahiplerine kâr etmemişti. Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve diğer kaynaklarımız, ısrarla bu körlüğe insanlığın dikkatini çeker. Halid b. Velid r.a. ve Ebu Cehil birbirleriyle akrabadırlar. Hz. Halid r.a. tevazu ve teslimiyetle hakikate gönlünü açıp sahabenin büyükleri arasına girerken, Ebu Cehil Hz. Peygamber s.a.v.’in hak olduğunu bildiği halde, kibri sebebiyle inkâr edip esfel-i safiline, aşağıların aşağısına yuvarlanmıştır. ŞİRKE GÖTÜREN KİBİR Mukaddes Kitabımız, kibirin insanı iteceği dipsiz karanlıkları, neredeyse peygamber kıssalarının esas mesajı olarak sunar. Mesela Nemrut, Cenab-ı Mevlâ ile harp etmeyi düşünmüş, Firavun da kavmine, “Ben sizin rabbinizim” (Naziat, 24) diyerek, Allah’a kul olmayı reddetmiştir. Musa a.s. Firavun’a, “iman et saltanatın sende kalsın” demiş, ama Firavun danıştığı veziri Haman’ın, “nasıl olur, biz seni bir rab bilirken, şimdi ibadet eden bir kul mu olacaksın?” sözüne uyup, Allah’a kul, Musa a.s.’a ümmet olmaktan yüz çevirmiştir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle bunlara: “Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların durağı ne kötüdür!” denecektir. (Zümer, 72) Bu kıssalarada anlatılanlar, şüphesiz kibrin insanı vardıracağı uç noktalardır. Ama en hafifinden en kuvvetlisine, kibir duygusunun ortak bir karakter taşıdığını göz ardı etmemek gerekir. Tavus kuşu yumurtadan çıkıp, göz kamaştırıcı haliyle salınırken, bakışları şartlı olanlar o güzelliği görmez de, bu kuş şu yumurtadan çıktı derler. Efendimiz s.a.v. bütün cihanı nurla dolduran bir mesajla gelirken, “bu Ebu Talib’in yetimidir” diyen kibir sahipleri, Rableri’nin rızasına ve O’nun Cemali’ne talip olan fakir-fukara ve köleler ile oturmaktan kaçınmışlardı. Peygamber Efendimiz s.a.v.’e, “şu ayak takımı insanlar senin çevreni almışken, biz seninle nasıl otururuz?” demişlerdir. Rabbanî alim ve mürşid-i kâmillere karşı kibirlenenlerin durumu da bundan farklı değildir. “İmam-ı Azam da kim! Bu dönemde yaşasaydı ben onu ikna ederdim” veya “İmam Rabbani, Şah-ı Geylânî de kim oluyor ki!” zihniyetinde olanların davranışlarının temelinde yatan sebep aynıdır: Kibir ve benlik. ÜÇ HAVARİ ve ANTAKYA Yasin Suresi ve tefsirinde anlatıldığı üzere, İsa a.s. Allahu Tealâ’nın emriyle havarilerinden Yuhanna ve Pavlus adındaki zatları Antakya’ya göndermiş, fakat Antakya halkı bu Allah dostlarını reddetmişlerdi. Sonra İsa a.s, Şemun adındaki üçüncü bir veliyi onların yardımına göndermişti. Bu üç Allah dostu, Antakya halkına, “Biz size gönderilmiş elçileriz” (Yasin, 14) dediler. Sözlerinin doğruluğuna şahit olarak da Allah’ın izniyle körün gözünü açmak, ölüyü diriltmek ve hastaları iyi etmek gibi deliller gösterdiler. (Beyzavî, Razî, Celâleyn, Medarik Tefsirleri) Buna rağmen kibirlerinin mağlubu olan Antakya halkı, “Siz sadece bizim gibi insanlarsınız” (Yasin, 15) diyerek, gösterilen mucizeleri ve getirilen mesajı inkâr edip kötü sonlarını hazırladılar. Öte yandan, bu Allah dostlarına gönlünü açan, fakat kavmi tarafından şehit edilen Habib-i Neccar, veliler mak----- çıkarak Rabbi’nin ikr----- mazhar oldu. Habib-i Neccar’ın durumu Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Denildi ki: Haydi, gir cennete! O da, ‘ah ne olurdu, kavmim Rabbim’in beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını bilseydi’ dedi.” (Yasin, 26-27) İLİM KİBRE DEĞİL, TEVAZUYA GÖTÜRMELİ İmam-ı Gazalî k.s. Hazretleri, kibre müptela olanların daha çok ilim sahipleri arasından çıktığını söyler ve bu gibi alimlerin gerçekte cahil olduğuna hükmeder. İmam-ı Gazalî, alimlerin kibrini şöyle anlatır: Bu alimler, başkalarını cehaletle itham eder, hatta onlara insan nazarıyla bile bakmazlar. Onlardan her yerde hürmet ve saygı beklerler. Saygısızlık edenlere kızar, kendi ilimlerinin derinliğinden, okudukları kitaplardan, ders gördükleri hocalardan dem vururlar. Yanlarında alim ve veli kişilerden bahsedilince yüzlerini ekşitirler. İnsanlar onların hakkında iyi dedikleri halde, onlar insanlara iyi demez. Ziyarete karşılık vermezler. Hoca olurlarsa talebelerine sert ve kaba davranırlar. Onları hususi işlerinde çalıştırırlar. Ahiretle alakalı olarak da ilimleri sayesinde kendilerini herkesten ziyade Allah’a yakın kabul eder, başkaları hakkında endişeli olurlar. Başka birinden hak ve hakikati duysalar, onu kabul etmek istemez, hemen karşısına çıkarlar. Münazara ederken birbirlerine girerler. Hatta hakkı hasmının dilinde duysa hemen çeşitli yollardan bile bile onu çürütmeye çalışırlar. Halbuki bu hal kâfir ve münafıkların vasfıdır. Nitekim Kur’an’da: ‘İnkâr edenler, bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsiniz, dediler.’ (Fussılet, 26) buyurulmuştur.” Yaklaşık on asır öncesine ait bu tesbitler bugün için de doğru değil mi? Bunun sırrı şu: kibir ve benlik her yerde, her zamanda aynı. BİR TEVAZU ÖRNEĞİ İmam-ı Gazalî k.s. Hazretleri’ni dinlemeye devam edlim: “Halbuki ilim, insanın emniyette olmasını değil, Allah’tan korkusunu, tevazu ve huşuunu artırır. Alimin, ilim nimetinin şükrünü ödeyemediğini ve bu ilim ile ne yaptığının sorguya çekileceğini düşünerek herkesi kendisinden hayırlı görmesi gerekir. Hz. Ömer r.a. gibi niceleri var ki, bir azap ayeti duydukları zaman yıkılıp gidiyor ve kendilerinden geçiyorlardı. Hz. Peygamber s.a.v.’in münafıklar listesinde acaba bende var mıyım diye kendilerini yiyip bitiriyorlardı. Bir gün halifeliği sırasında Hz. Ömer r.a., hutbeden kadınlara verilen mehir hususunda aşırıya gidilmemesini emrediyordu. Hutbeden indikten sonra bir kadın ayetle delil getirerek (Nisa, 20) buna itiraz etti. Bu haklı cevap karşısında,’Allahım beni affet. Bütün insanlar Ömer’den daha anlayışlı’ diyen Hz. Ömer, tekrar hutbeye çıkıp sözlerini düzeltti.” "BENDEN LİYAKATLİSİ YOK DİYE DÜŞÜNDÜM" Bir gün cemaate namaz kıldıran Hz. Huzeyfe r.a., selam verdikten sonra, “artık bundan sonra ya başka imam bulur veya namazınızı tek başınıza kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken aklımdan, bu cemaatte benden daha liyakatlisi yok, diye bir düşünce geçti. Bu ise kibir alametidir. Binaenaleyh bu vazifeyi bir daha yapmam” diyordu. Bu hadiseyi anlatan İmam-ı Gazali k.s. Hazretleri şöyle devam ediyor: “Yer yüzünde nerde bulursun öyle bir alim ki, onun ilmi kibrini kırmış ve tevazusunu artırmıştır. Böyleleri çok ender bulunur. Böyle bir zat zamanının ‘sıddîkı’dır. Onun ilim ve irfanından istifade şöyle dursun, mübarek simasına bakmak bile ibadettir. Ahlâkıyla ahlâklanabilmek ve bereketinden istifade etmek için Çin’de de böyle bir zat bilsek koşarak ona giderdik.” Gazali’nin tasvir ettiği bu gibi zatları Çin’e kadar gitmeden bulabilen müminler, gerçekte Allahu Tealâ’nın kendilerine ikramda bulunduğu müminlerdir. Böyle bir nimeti bulanlar kadrini iyi bilmelidirler. ALLAH MAHZUN KALPLERDEDİR Müminin kalbi daima kırık ve mahzun olmalıdır. Çünkü Allahu Tealâ daima mahzun kalplerdedir. O, kendisine yalvaran, benliksiz, mütevazi müminleri sever. Evliyanın nisbeti böyleleri üzerine açılmış, mürşid-i kâmiller de hep onların arasından çıkmıştır. Allah dostları kendilerini hep küçük görmüş, kibirden kaçınmışlardır. Bir Allah dostu yanındakilere evliyanın faziletinden bahsettikten sonra, “biz onların ayaklarının tozu bile olamayız.” demiştir. İşte büyüklerin tevazusu böyledir. NEFSİNİ HAKİR GÖRMEK Şah-ı Hazne k.s. Hazretleri, Gavs k.s. Hazretlerine yazdığı bir mektubunda, “insan, nefsini kâfirden dahi aşağı görmelidir” diyor. Gerçi mümin iman cihetiyle kâfirden üstündür, fakat son nefesinin ne olacağı belli değildir. Ayrıca ahlâkı müslümana benzeyen bir kısım kâfirler var, ahlâkı kâfire benzeyen bir kısım müslümanlar da. Bayezid-i Bistami k.s. Hazretleri şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse müslümanlar arasında kendisinden daha şerli birinin olduğunu zannetse, o kimse kibirlidir.” Yakinen ve samimi bir şekilde kendisinin herkesten aşağı olduğuna inanan kimse mütevazidir. Fakat başkalarının kusurlarıyla meşgul olan bir kimsenin kendi kusurlarını layıkı veçhile görmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber s.a.v., “kendi nefsinin ayıbıyla meşgul olmaktan dolayı insanların ayıplarıyla ilgilenmeyen kimseye müjdeler olsun” (Mecmau’z-Zevaid) buyuruyor. Aziz Mahmud Hüdayî k.s., bir gün Şeyhi Üftâde Hazretleri’ne sorar: “İnsanların hata ve kusurlarını görmekten kurtulamıyorum. Ne emredersiniz?” Hazret şöyle cevap verir: “Ben de aynı hususu şeyhime şikayet etmiştim. Bana, ‘herkesin iyi bir yönü vardır, insanların o yönüne bak’ diye emretmişti. Ondan sonra halkı kutup gibi görmeye başladım. Şimdi sen de bu dertten kurtulmak için hakir gördüğün kimsenin elini öp, Allah’ın izniyle kurtulursun.” Görüldüğü gibi evliyaullah, kibirlerini kırmak için ciddi mücahede etmişlerdir. Üftâde Hazretleri’nin eski Bursa Kadısı olan müridi Hüdayî’ye sokaklarda ciğer sattırması da aynı hikmettendir. Kuran-ı Kerim’de: “Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri ayetlerimi idrakten uzaklaştıracağım” (A’raf, 146) buyrulmaktadır. Yani gökyüzünden sağnak sağnak rahmet ve ilim yağsa, kibirli kimse hiçbir şey elde edemez.<!-- / message --> |
21 Ocak 2008, 23:31 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir GÜNAHLARIN İLKİ Yüce Rabbimiz Hz. Adem a.s.’ı yarattığı zaman meleklere, “Adem’e secde edin” buyurmuş, İblis dışındaki bütün melekler bu ilâhi hitabın gereğini yerine getirirken o bundan kaçınmıştı. Kur’an-ı Kerim, bu başkaldırı ve sapmayı “diretti, kibre saptı ve kâfirlerden oldu” (Bakara, 34) ifadeleriyle anlatır. Varlık aleminde Yüce Allah’a karşı işlenen ilk günah olması dolayısıyla şeytanî özelliklerin başı olan kibir için İmam Şafiî, “onda her olumsuzluk mevcuttur” der. (Beyhakî, Şuabu’l-İman) Sözlükler, “kibir”i “böbürlenmek, kendisinde olmayan özellikleri varmış gibi göstermeye çalışarak büyüklenmek, büyüklük taslamak, kendisinde bir büyüklük vehmetmek” ifadeleriyle açıklıyor. Semerkand okuyucularının hatırlayacağı gibi, fıtrat, Yüce Allah’ın bütün mahlukata hakim kıldığı “yaradılış yasası” anl----- geliyor. Yukarıdaki ayette İblis’in sergilediği tavrın “küfür”le neticelenmesinin sebebi olarak anılan iki durum, “ilahî buyruklara direnme” ve “kibre sapma”, fıtratı tahrip eden tavırlardan olmaları dolyayısıyla birer “arızî durum”dur. İNSANA DÜŞMAN BİR TAVIR “Büyüklenmek” şüphesiz sadece İblis’e mahsus bir tavır değil. Tarih boyunca kendisinde olmayan özellikler vehmeden pek çok “ekâbir”, bu “iblisçe” tavırları sebebiyle kınanmış, lânetlenmiş ve helâk olmuşlardır. Kur’an’ın bu konudaki beyanları gerçekten çarpıcıdır. Fıtrata yabancı olduğu ve yabancılaştırdığı için şeytanî bir özellik olarak anılmayı hak eden kibir, insanın hakikati kabul ve iman etmesini engellemesi sebebiyle “insana düşman bir tavır” olarak tasbit edilmelidir. Kur’an-ı Hakim bu noktayı şöyle dile getirir: “Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de yine ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler; ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” (A’raf, 146) Allah’ın ayetlerinden yüz çevirenlerin hemen tamamı hakkında Kur’an’da kullanıldığını gördüğümüz bu özellik, kimi zaman da –Firavun örneğinde olduğu gibi– kişiyi, kendisinde ilâhlık özellikleri vehmetmek gibi uç noktalara kadar götürebilmektedir. Ki, bu amansız hastalığın böyle durumlarda sadece sahibini helâke götürmekle kalmayıp, kitlelerin de dünya ve ahiret hayatlarının mahvına sebep olduğu tarihin sıkça müşahede ettiği olaylardandır. Yazıya girerken kibirin, “insanın, kendisinde bir büyüklük vehmetmesi” hali olduğunu söylemiştik. Bu şu anlama geliyor: Aslında insanda, büyüklük hissine kapılmasını haklı kılacak herhangi bir özellik bulunmamaktadır. Çünkü atası topraktan yaratılan insan, bir damla sudan üremektedir. Kendisine, aslında hiçbir zaman sahip olamayacağı özellikler atfetmekle, elim bir azapla noktalanacak acıklı bir sonu kendi eliyle hazırladığı ve başkalarını da azaba sürüklediği için “çok zalim”, aynı zamanda yaptığı işin ne anlama geldiğini fark edemeyecek kadar da “çok cahil”dir. (Ahzab, 72) Dolayısıyla, yaradılışında “zayıflık” bulunan (Nisa, 28) insanın, aslında hiçbir zaman ulaşamayacağı bir takım özellikleri kendisinde vehmetmesi, sonunun hüsranla biteceği daha baştan belli olan bir maceraya atılması demektir. Yüce Kitabımız bu çarpıcı gerçeği şöyle ifadelendiriyor: “Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar var ya, onların göğüslerinde asla erişemeyecekleri bir büyüklük (hevesin)den başka birşey yoktur.” (Mü’min, 56) Şu halde insandaki büyüklenme hissi, kuruntudan ve asla sahip olamayacağı kimi özellikler kendisinde mevcutmuş vehmine kapılmaktan başka hiçbir temele dayanmamaktadır. Bu özelliği sebebiyle kibir “şeytanî” bir tavırdır ve asla gerçekçi değildir. MÜMİN ve KİBİR Yükselmenin kibirle değil tevazuyla olacağını Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in haber vermesiyle şuuruna yerleştiren müminin kalbinde kibirin zerresi bile olmamalıdır. Zira Efendimiz, büyüklüğün sadece Allah Tealâ’ya mahsus olduğunu şu kudsi hadiste (manası Allah Tealâ’dan, lafızları Efendimiz’den olan hadis) ifade buyurmuştur: “Kibriya ridam, izzet izarımdır (bunlar bana mahsus sıfatlardır). Bu ikisinden herhangi birisi konusunda benimle çekişen, bana ortaklığa yeltenen kimseyi cehenneme atarım.” (Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud) Efendimiz s.a.v’in, “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez” (Müslim, Ahmed b. Hanbel) buyurmasındaki hikmeti burada aramalıdır. Zira böyle bir durumdaki kişi, münhasıran Yüce Allah’a ait olan bir sıfatta O’na ortaklık etmeye kalkışmış olmaktadır. Oysa belirttiğimiz gibi, kuluk yükselişi kibirle değil, tevazudadır. Efendimiz s.a.v., bu ilginç durumu şöyle ifade ediyor: “Hiçbir sadaka malı eksiltmez. İnsan (kendisine yapılan haksızlıkları) affettikçe Allah da onun izzet ve şerefini artırır. Kim de Allah için tevazu ederse Allah onu yükseltir.” (Müslim) Diğer dinler, felsefî, sosyal ve ahlâkî anlayışlar ne derse desin, insanın da, onun elindekilerin de gerçek sahibi olan Yüce Allah’ın son elçisi s.a.v. “sadaka vermekle malınız eksilmez” diyorsa öyledir. Keza insanın yükselişinin de ancak büyüklenmemekten ve tevazudan geçtiğini haber veriyorsa, buna da bütün kalbimizle inanır ve insan hakkındaki tek doğrunun bu olduğunu tasdik ederiz. "SECDE ET, YAKLAŞ" İlk anda çelişkili gibi görünse de bu durum, “Secde et ve yaklaş” (Alak, 19) ayeti ile de bir başka şekilde ifade edilmiştir. Bedenimizdeki en önemli kısmın başımız olduğunda şüphe yok. Hemen bütün hayatî organlarımız başımızda olduğu gibi, bedenimizin diğer uzuvlarına göre başımız en yüksekte bulunmaktadır. İşte insan, bedeninin bu en hayatî ve en yüksek noktasını ve bu noktanın da bütün güzelliğinin simgesi olan yüzünü en aşağı noktaya, ayaklarının altına gelen zemine indirdiği zaman, evet ancak o zaman Yüce Yaratıcı’ya yaklaşmaktadır. Burada mekânla ilgili bir yaklaşmanın kastedilmediği açık olduğuna göre, bir mertebe yükselişinden söz ediliyor demektir. Bir başka deyişle insan, Yaratıcısı karşısında alçaldıkça mertebe olarak yükselmekte, küçüldükçe gerçek anlamda büyümektedir. Efendimiz s.a.v. de bu gerçeği, “Kulun Rabb’ine en yakın olduğu durum, secde durumudur” (Müslim) şeklinde ifade eder. Bu temel gerçeğin farkında olan bir mümin, kalbinde kibire nasıl yer verebilir? BU BÜYÜKLENME NİYE? Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz bir gün ashabına, Hz. Nuh a.s.’ın oğluna tavsiyede bulunurken, “seni şirkten ve kibirden sakındırırım” dediğini anlattı. Orada bulunanlar, şirkin ne olduğunu bildiklerini, ancak kibirden kastın ne olduğunu anlamadıklarını söylediler ve eklediler: “Bizlerin güzel bir elbise, gösterişli ayakkabı giymesi midir, güzel bir binite sahip olması veya kendilerinhe ikramda bulunduğu arkadaşlarının bulunması mıdır?” Efendimiz s.a.v. bunların hiç birisinin kibir olmadığını söyledi ve ekledi: “Kibir, hakkı kabul etmemek ve insanları hakir görmektir.” (Buharî, el-Edebü’l-Müfred, 1/192) Bu hadis ışığında meseleye baktığımızda, mümin için kibir sebepleri konusunda şunları tesbit edebiliyoruz: En basitinden en önemlisine kadar herhangi bir meselede haksız olduğu, yanlış yaptığı ortaya çıktığında, bir kimsenin bu durumu kabullenmesi halinde küçüleceğini, itibar kaybedeceğini düşünerek hakkı kabule yanaşmaması, kibirli olduğunun göstergesidir. Bu türlü bir kibire düşme tehlikesi özellikle ilim sahipleri için söz konusudur. Özellikle ilmin kendilerine yüklediği sorumluluğun idrakinde olmayan, gösterişi ve şöhreti seven ilim adamlarının bu hastalığa yakalanmaları kolay olmaktadır. Oysa Kur’an, “Kulları arasında ancak alimler Allah’tan hakkıyla korkar” (Fâtır, 28) buyurarak gerçek ilim adamlarının temel bir özelliğinin altını çizmektedir. Burada bir de amel-ibadet ehli için kibre düşme tehlikesi bulunduğunu belirtmemiz gerekiyor. Çok ibadet eden ve güzel ameller işleyen bir kimsenin, “diğer insanların yapamadığını yapıyorum” hissine kapılması ve böylece kendisini diğer insanlardan üstün görmesi, kibir hastalığına yakalanmasını kolaylaştıran önemli bir husustur. İmam Gazalî rh.a., İhyâ’nın 3. cildinde bu noktayla ilgili önemli uyarılarda bulunmaktadır. Bir diğer kibir sebebi de dünyalık (makam, mevki, para, şöhret) sahibi olmak, soy-sop ve beden güzelliği gibi hususlardır. Oysa bunların bir kısmına sahip olmakta kişinin hiçbir inisiyatifinin bulunmadığı, bir kısmının da gelip geçici şeyler olduğu düşünüldüğünde, imtihan esprisini gözden kaçırmayan kimseler için kibire ve gurura kapılacak bir yön bulunmadığı kolayca anlaşılır. Sahabe’den Abdullah b. Selâm r.a. birgün başının üzerinde taşıdığı bir demet odunu satmak için pazara gitmişti. Onun böyle birşeye ihtiyaç duyacak kadar düşkün olmadığını bilenler şaşkınlıklarını gizleyemez ve bu durumun sebebini sorarlar. Verdiği cevap şudur: “Kalbimden kibir duygusunu tamamen silmek için böyle yapıyorum. Çünkü ben Rasulullah s.a.v.’ın, ‘Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez’ buyurduğunu işittim.” (Tirmizî, Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, 1/291)<!-- / message --> |
21 Ocak 2008, 23:33 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir
Kibir büyüklenme, kendini yüksek görme olarak ifade edilebilecek bir duygudur. İnsan fıtratına: İslâm'ın izzetini, Kur'ân'ın şerefini, Din'in haysiyetini, ulvî görülen şeyleri, cematini, ırzını, namusunu ve benzeri kıymetlerini korumak için yerleştirilmiştir. Bu duygu su-i istimâl edilirse geri tepen silah gibi kişinin aleyhine işleyerek azgınlığa, sapkınlığa ve küfre düşmeye sebep olur. Allah'ın sıfatı olan "büyük olmak" tan ferde tecelli edecek şey; Allah'ın İslâm'ın Kur'ân'ın ve Resûlullah'ın izzetini, şerefini ve haysiyetini koruma uğruna başını eğmemek, küfür adına yapılan herşeye karşı tavır alarak yüksekten bakmak, büyüklenmek, başını dikmektir. Tefekkürsüzlük ve düşüncesizlik neticesinde su-i isti'mâl edilen bu duygu çok zaman mü'minlerin aleyhine işlemiş, onların şirazeden çıkmalarına sebebiyet vermiştir. Kur'ân-ı Kerim âyetler ve misallerle bunu da anlatır. "Bizimle karşılaşmayı, karşımıza çıkmayı, hayatın hesabını bize vermeyi düşünmemiş ve bizim karşımıza çıkacağına inanmamış o insanlar derler ki; Bizim üzerimize Allah'ın emirlerini getirecek bir melek olsaydı ya..." (2) Niye Nûh'a oldu, Mûsa'ya oldu, Muhammed'e oldu. Allah bir melek gönderse ya "Göndereceği adamı niye Ebu Talib'in yeğeni olarak gönderiyor?" Yahut "Rabb'imizi açıkça görsek ya. Eğer varsa varlığını bize açıkça göstersin." Dünün ve bugünün zavallı kafiri hep aynı iddiadadır. Kâinatta hepsi ayrı bir hesap ve plânla, peşi peşine cereyan eden hâdiselerin O'nu gösterdiğini bilmez.. Dünyanın bir yerinde helozanlar çizen hortumun bir başka yerdeki vakumlar meydana getiren akıntılarla alâkalı olduğunu bilmez. Bu harikulade şeylerin bir hesap ve plânla insanları ikaz edip onları uyarmak ve Hakk'ı göstermek için Dest-i Kudret'ten gelen İlâhî ikazlar olduğunu bilmez. Yerdeki karınca kadar değeri olmayan, sinek kadar işe yaramayan, onbeş yaşına kadar hayrını-şerrini tefrik ve temyiz edemeyen, bir küçük mikroba boyun eğen, çok defa burnunun ucunu bile göremeyen, ızdıraplar ve sıkıntılara düçar kalıp elemlere düşen, mütemadiyen çırpınıp heyecan ve helecanlar geçiren bu insanlar; kendilerini pek büyük görür, böbürlenir, kibirlenirler de utanmadan "Rabb'imiz bize görünse ya" derler. Allah'a karşı büyük bir edepsizlik ifadesi olan bu sözler devam eder. Cenâb-ı Mûsa'nın ümmeti de "Vallahi, Ya Mûsa biz sana îman etmeyiz. Bize bahsettiğin Allah'ı açıktan açığa görmeyince" (3) der. Fezaya giden adam, Atmosfer etrafında bir-iki tur atıp yere inince "Gezip, dolaştığım yerde Allah n----- birşey görmedim" der. Mektepteki çocuklara dinsizlik ve îmansızlık telkin ederken "Beni görüyor musunuz? Görüyorsunuz. Çünkü ben varım. Allah var mı? Yok. Çünkü O'nu görmüyorsunuz" derler. Kendini büyük görmenin, kibirlenmenin, böbürlenmenin ve edepsizliğin ifadesi olan bu laflar ne kadar da birbirine benziyor. O kafirler bilmiyorlar, bilmediklerini de bilmiyorlar. Varlık âlemini şu şehadet âleminden, hâttâ sadece görebildiklerinden ibaret zannediyorlar. Basit bir diyelaktikle onlara desek ki: "Aklın var mı? Duyguların hissiyatın var mı? Çekme ve itme kanunları var mı? Bunları gösterebilir misin? Şu galaksileri, yıldızları ve atomları birbirine bağlayan şey nedir? Aşk, muhabbet, şefkat nedir? Nedir kadını erkeğe bağlayan, birbirine çeken şey? Bütün bunları gösterebilir misin? Göremediğin, bana da gösteremediğin hâlde varlıklarına inanıyorsun. Ama buna rağmen, 'Ben görmediğime inanmam' diyerek, Cenâb-ı Hakk’ı inkara yelteniyorsun. Hâlbuki sen kibrinin, gururunun, enaniyetinin, nefsaniyetinin altında eziliyorsun..." Hazret-i Adem'in karşısında, Cenâb-ı Nuh'un karşısında, Resûl-ü Ekrem'in karşısında tarizde bulunan kafirler ile bugünün fen ve teknik n----- hakikatleri tahrif edip küfrünü telkine yeltenen kafir bu sorular karşısında ne diyebilecektir? HÜVE Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini O’ndan bilmek.. ihsanları O’na izafe ederek hatırlamak bir şükr-ü manevidir. Bu da, o türden nimetlerin ziyadeleşmesine vesile olur. Onu görmezlikten gelmek ise nankörlüktür. Nankörlük de azab-ı ilahîyi gerektirir ve nimetin inkıtaına vesile olur. Hususiyle “enaniyet asrı” diyebileceğimiz içinde yaşadığımız zaman diliminde, insanlar pöhpöhlenmek, övülmek için bahaneler arıyor.. her şey bir çalıma, kuruntu ve riyaya bağlanmış gidiyor, her yerde bir hevâîlik hakim. Bu hevâîliğe karşı ciddi olmak iktiza ediyor. Eğer insanın davranışları, azmi, cehdi ve tercihi herhangi bir şeyin meydana gelmesi için bir sebepse ve buna bir değer atfedilecekse bunu öbür aleme bırakmalı. Burada onlara değer atfettiğimiz zaman hiç farkına varmadan, işi o işin asıl sahibinden koparmış ve kendimize mâletmiş oluruz. Bunda da bir şirk-i hafî vardır. “Vallahu halakakum vemâ ta’melûn - Sizi de, yaptığınız şeyleri de yaratan Allah’tır.”(Sâffât, 96) ilahî beyanı bize bunu ifade ediyor. Bu sebeple başkalarını takdir edenler, takdir ederken temkinli olmalılar; hem fiilleri asıl sahibinden koparmamaları, hem de takdir ettikleri insana zarar vermemeleri açısından dikkatli davranmalılar. Bazen kendisine başarı isnad edilen şahıs öyle bir takdir karşısında dayanamayacak kadar zayıf, çelimsiz bir adam olabilir. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle bir münasebetle “kardeşinin boynunu kırdın” diyor. “O yaptı, o etti, o mükemmel, o şöyle, eşi-menendi yok” şeklinde şeyler söylenince “onun boynunu kırdın” buyuruyor. Üstad Hazretleri de hem onları övmek suretiyle boyunlarını kırmamak, hem de başkalarında rekabet, kıskançlık ve haset hislerini tahrik etmemek için talebelerinde sadakat, samimiyet ve vefa arıyor. Onları keşif, keramet ya da harikuladeliklere değil, bu vasıfları elde etmeye ve mübalağalardan kaçarak herşeye rağmen vefalı olmaya çağırıyor. Öyleyse, herşeyi silmeli, O demeli. “Ene”den vazgeçip “Hüve”ye bağlanmalı. Bütün meseleleri “Hû”ya irca etmeli. Gerçi, Üstad Hazretleri, “ene”yi yırt, “nahnü”yü göster diyor. Bu mülahazanın manası şudur: İlle de bazı işler, başarılar, muvaffakiyetler için bir sebep gösterilecekse heyet gösterilmeli, tek tek fertler değil de onların vifak ve ittifakıyla hasıl olan şahs-ı manevî nazara verilmeli.. Cenab-ı Hakk’ın tevfîkinin tahakkuku için vifak ve ittifak bir şart-ı adîdir mülahazasına bağlanmalı. Fakat, esas tevhîde ulaşma ene’yi yırtıp nahnü’den geçip Hüve’yi göstermekle olur. Temelde ene (ben), ente (sen), entüm (siz) ve nahnü (biz), bunların hepsi Hüve’ye bağlanmalıdır. Acz, fakr yolunun esası da budur: Herşey Senden, Sen ganîsin Rabbim Sana döndüm yüzüm. BÜYÜKLÜK Halkın teveccühüne karşı bazı şahıslar yanılabilir ve o makama lâyık olabilmek için riyaya, tasannuya düşebilirler. Selman ve Amr b. Âs, Medain’de valilik yaptılar. Halkla o kadar bütünleşmişlerdi ki, bir defasında bir yabancı, hamal zannederek Hz. Selman’a yükünü taşıttırmıştı. Yolda görenler Hz. Selman’a “Emir Emir” diye ta’zimde bulununca, yabancı anladı ki, hamal zannettiği emirmiş; bu sefer de yaptığına pişman oldu. Birinin boyu uzunsa, görünmemek için iki büklüm olacak. Mes’eleye bu zaviyeden bakmak “BEN” Kişi, kendi içerisinde hep kendi mevcûdiyetini hissettirme duygusuyla yaşıyorsa, bu bir riyakârlıktır. Yok, bu düşünce aklına bir an gelmiş ve hemen istiğfara sarılmışsa, o zaman bu, hava boşluğuna maruz kalma gibi birşeydir sayılır ve ona zarar vermez. “Ben” diyen insandan uzaklaşın. “Bu da’vâda benim yerim neresidir?” diyene, “gayyâ” deyin ve “yerini şimdiye kadar bilmiyorduk ama, şimdi öğrendik” ilâvesiyle suratına tükürün. ÜÇ SINIF İNSAN Kİ.. Soru: “Üç sınıf insan var ki, Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları azab-ı elim içinde bırakır. İhtiyar zinakâr, yalancı melik ve kibirli fakir” hadîsinde kişiler arasındaki vech-i münasebet nedir? Cevap: Hepsinin hali, yaptıkları şeye ters. Zinayı genç yaparsa, “bedenine yenik düştü” denir. Ama bunu gençlik devresini atlatmış bir ihtiyar yaparsa, affedilir gibi değildir. Yalan her zaman çok çirkindir ama bunu bir devlet başkanı yaparsa, o topyekün bir toplumu sarsar. Kibir aslında kötüdür. Ama bu kibri yapan fakir olursa, o bütün bütün küstahlık etmiş olur. BENLİĞİ TERKETME Benliği ve benlik buudlu şeyleri terketmek çok önemlidir ve önemine binaen de üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Zira kâmil insan olabilmenin birinci şartı budur. O ise, insan olmanın yegane gayesidir. Şeytan benlik ve enaniyet sebebiyle huzurdan kovulmuştur. Her halde, onun huzurdan kovulmasını netice veren şeyler, insanın huzura kabulüne sebep olacak değildir. Halbuki kâmil insan olma, Cenâb-ı Hakk’ın huzur-u hassına kabul demektir. İlim, irfan elde edilen mertebeye sadece buud kazandırabilir. Yoksa, bizzat manevî mertebe kazandıramaz. Zannediyorum ilmine irfanına güvenip caka satanlar, ahirette bir çobandan farksız olarak haşrolacaklardır. “BEN YAPTIM, BEN ETTIM...” Çoğu zaman yaptığımız işlerde, şükrün bereketine mazhar olmak yerine, “ben yaptım, ben ettim..” gibi kelimelerle şirk kapılarını aralayabiliyoruz. Halbuki her insan, “beni de, davranışlarımı da yaratan Allah’tır” anlayışından hareketle, kendisine lütfedilen başarıları kendi nefsine mâl etmemelidir. Mesela; insanın, “yemek yedim” demesindeki “yeme” Allah’ın yarattığı bir şeydir. Yani onu ağızda çiğneme-öğütme, sonra mideye gönderme-hazmetme, daha sonra da yararlı kısımlarını alıp, diğerlerini dışarıya atma... gibi işler, bütünüyle iradenin dışında cereyan etmektedir. İşte insanın buna sahip çıkıp, “ben yedim” demesi akıl ve mantıkla izah edilemediği gibi, misalini verdiğimiz veya vermediğimiz bütün mazhariyetlerinde de, kendi dahlinin onda bir bile olmadığını görüp, “Allah’ın izniyle böyle oldu, Allah ihsan etti vs.” diyerek şükür kapısını açık tutması gerekir. Bu düşünce hem nimetlerin sağnak sağnak devam etmesine vesiledir, hem de şirk kapısının kapalı kalmasını sağlar. Böyle düşünüp ve bu düşünce üzerinde hayatı şekillendirme, şükre açık olma demektir. Fakat insanın bu hakikata uyanması, onu kavrayıp hayatına mal etmesi zaman ister. Onun için insan, iç sezisiyle onu kavrayacağı, vicdanı inkişaf edip, söylediklerinin doğru olduğunu anlayacağı âna kadar, bunu bir prensip olarak kabul edip söylemeli ve bütün güzelliklerde hep O’nu kaynak bilip, O’na yönelmelidir. |
21 Ocak 2008, 23:36 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. (7/82) Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler) dediler ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp-çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz." (Şuayb "Biz istemesek de mi?" dedi. (7/88) Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." (7/123) Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler (ayetler) olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık. Yine büyüklük tasladılar ve suçlu-günahkar bir kavim oldular. (7/133) Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. (7/146) Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O'na ibadet etmekten büyüklenmezler; O'nu tesbih ederler ve yalnız O'na secde ederler. (7/206) Sonra bunların ardından Firavun'a ve onun önde gelen çevresine Musa'yı ve Harun'u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi. (10/75) Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (10/83) Ve andolsun, kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet taddırsak, kuşkusuz; "Kötülükler benden gidiverdi" der. Çünkü o, şımarıktır, böbürlenendir. (11/10) Ancak İblis, secde edenlerle birlikte olmaktan kaçınıp-dayattı. (15/31) Dedi ki: "Ey İblis, sana ne oluyor, secde edenlerle birlikte olmadın?" (15/32) Dedi ki: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." (15/33) Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanların kalpleri ise inkarcıdır ve onlar müstekbir (büyüklenmekte) olanlardır. (16/22) Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (16/23) Öyleyse içinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların konaklama yeri ne kötüdür. (16/29) Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (16/49) Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik: "Muhakkak siz yer(yüzün) de iki defa bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle kibirlenecek-yükseleceksiniz. (17/4) Yeryüzünde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin. (17/37) Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?" (17/61) "Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir." (18/50) "Allah'ın yolundan saptırmak amacıyla 'gururla salınıp-kasılarak' (bunu yapar); dünyada onun için aşağılanma vardır, kıyamet günü de yakıcı azabı ona taddıracağız." (22/9) "Çünkü onlara: "Allah'tan başka ilah yoktur" denildiği zaman, büyüklük taslarlardı." (37/35) "İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından girin. Artık mütekebbirlerin konaklama yeri ne kötüdür." (40/76) "Allah'a karşı büyüklenmeyin; şüphesiz size apaçık, bir delil getiriyorum." (44/19) "Firavun'dan. Çünkü, o, ölçüyü taşıran bir mütekebbirdi." (44/31) "İnkar edenlere gelince; "Size karşı ayetlerim okunduğunda büyüklük taslayan (müstekbir olan)lar ve suçlu-günahkar bir kavim olanlar sizler değil miydiniz?"(45/31) "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır." (54/25) |
21 Ocak 2008, 23:37 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir Kibir Hakkındaki Risale-i Nur Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nimetleri söyleyip ilân ve tahdis-i nimet etmek, bazan gurura ve kibre incirar eder. Tevazu kasdıyla da o nimetleri ketmetmek iyi değildir. Binaenaleyhv ifrat ve tefritten kurtulmak için istikamet mizanına müracaat edilmeli. Şöyle ki: Her bir nimetin iki vechi vardır. Bir vechi insana aittir ki insanı tezyin eder, medar-ı lezzeti olur. Halk içinde temayüze sebeb olur. Mucib-i fahr olur, sarhoş olur. Mâlik-i Hakikî'yi unutur. En nihayet kibir ve gurur kuyusuna düşürtür. İkinci vechi ise, in'am edene bakar ki, keremini izhar, derece-i rahmetini ilân, in'amını ifşa, esmasına şehadet eder. Binaenaleyh tevazu, ancak birinci vecihle tevazu olabilir. Ve illâ küfranı tazammun etmiş olur. Tahdis-i nimet dahi, ikinci vecihle manevî bir şükür olmakla memduh olur. Yoksa kibir ve gururu tazammun ettiğinden mezmundur. Tevazu ile tahdis-i nimet şöylece bir içtimaları var: Bir adam hediye olarak bir palto birisine veriyor. Paltoyu giyen adama başka bir adam "Ne kadar güzel oldun." dediğine karşı "Güzellik paltonundur." dediği zaman, tevazu ile tahdis-i nîmeti cem'etmiş olur. Mesnevi s:207 |
21 Ocak 2008, 23:38 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir BÜYÜK GÖRÜNME KÜÇÜLÜRSÜN Ey enesi çifteli, kafası da kibirli! Şu mizanı bilmeli: Her adam için elbet cem'iyet-i beşerde, içtimaî binada, Görmek görünmek için şu mertebe denilen bir penceresi var. Ger pencere, kamet-i kıymetinden yüksekse, tekebbürle tetâvül edecek, uzanacak. Ger pencere, kamet-i himmetinden alçaksa, tevazu'la tekavvüs edecek, eğilecek. Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük. Nâkıslarda, küçüklük mizanıdır büyüklük... Sözler , Lemaat KÜÇÜKLÜĞÜN MİZANI [FONT=Verdana][SIZE=3]Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetavül edecek; eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise, tevazu' ile tekavvüs edecek ve eğilecek.. tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası; küçüklüktür, yani tevazu'dur. Küçüklüğün mizanı; büyüklüktür, yani tekebbürdür. Mektubat, Hakikat Çekirdekleri ŞEYTANIN MÜHİM BİR DESİSESİ İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksirattan takdis etsin. Evet şeytanı dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur. 13. Lem’a ÜÇÜNCÜ HASTALIK: "GURUR"DUR. Evet, gururla, insan maddî ve mânevî kemâlât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemâlâtına tenezzül etmeyip kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izâmın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama mâruz kalarak, bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki, eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar. Arkadaş! Tahtel'arz yaptığım hayalî bir seyahatte gördüğüm bazı hakikatleri zikredeceğim: Birinci hakikat: Arkadaş! Mâlik-i Hakikîden gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur. Evet, taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın Mâlik-i Hakikîsini unutan, kendisini kendisine mâlik zannederek hâkimiyet tevehhümünde bulunur. Ve başkaları da, bilhassa esbabı, kendisine kıyasla hâkim ve mâlik defterine kaydeder. Ve bu vesileyle, Allah'ın mülkünü, malını kendilerine taksim ederek ahkâm-ı İlâhiyeye karşı muaraza ve mübarezeye başlar. Halbuki, Cenab-ı Hak tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, ulûhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasî vazifesini görüyor. Maalesef, sû-i ihtiyarla hâkimiyet ve istiklâliyete âlet ederek tam bir firavun olur. Arkadaş! Bu ince hakikat, tam vuzuh ve zuhuruyla şöyle bana göründü ki: Gaflet suyuyla tenebbüt eden benlik, Hâlıkın sıfatlarını fehmetmek için bir vahid-i kıyastır. Çünkü, insanlar görmedikleri şeyleri kıyas ve temsillerle bilirler. Meselâ, bir adam Cenab-ı Hakkın kudretini anlamak için bir taksimat yapar. "Buradan buraya benim kudretimdedir, bundan o yanı da Onun kudretindedir" diye vehmî bir çizgi çizmekle meseleyi anlar. Sonra mevhum hattı bozar, hepsini de ona teslim eder. Çünkü, nefis, nefsine mâlik olmadığı gibi, cismine de mâlik değildir. Cismi, ancak acip bir makine-i İlâhiyedir. Kaza ve kader kalemiyle kudret-i ezeliye, bir cilveciği o makinede çalışıyor. Binaenaleyh, insan o firavunluk dâvâsından vazgeçmekle, mülkü mâlikine teslim etsin, emanete hıyanet etmesin! Eğer hıyanetle bir zerreyi nefsine isnad ederse, Allah'ın mülkünü esbab-ı câmideye taksim etmiş olacaktır |
22 Ocak 2008, 00:17 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Kibir
[B]Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Müslim] (Yiyin, için, giyinin ve sadaka verin, fakat israftan ve kibirden sakının.) [İbni Mace] (Hazret-i Nuh, ölürken çocuklarına, �Şirk ile kibirden çok sakının� buyurdu.) [Hakim] (Kibir, İblisi Hazret-i Âdem�e doğru secde ettirmemiştir.) [İ. Asakir] (Kibirliler kıyamette zerre gibi ayak altında kalır. Herkes onları çiğner.) [Tirmizi] (Allahü teâlânın buğzettiği üç kimse: Zâni ihtiyar, kibirli fakir ve zalim lider.) [Tirmizi, Nesai] (Kibir, her güzelliğin, [her iyiliğin, her nimetin] âfetidir.) [Deylemi] (Kibirli fakire şiddetli azap vardır.) [Müslim] (Cehennem, kibirsiz olan müslümana haram olur.) [Beyheki] (Kendisine el pençe divan durulmasını isteyen Cehenneme hazırlansın!) [İ. Ahmed] (En şerliniz, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed] (Kibirli, ahirette Allahü teâlâyı gazaplı bulur.) [Buhari] (Kibir, hıyanet ve borçtan temiz olarak ölenin gideceği yer Cennettir.) [Nesai] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Kibriya ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.) [Müslim] Kibir, diğer günahlardan niçin daha büyüktür? Çünkü, kibir, yani büyüklük ancak Allahü teâlâya mahsus iken, kulun kibirlenmesi, bir kölenin hükümdarın tacını başına geçirerek onun tahtında oturup hükmetmesine benzer. Hükümdarın bir emrini yapmayarak suç işlemekle, hükümdarlığına sahip çıkmak arasında elbette büyük fark vardır. İşte kibirlenmek, Allah�ın emrini yapmamak gibi bir suç değil, bizzat ilah olmak gibi büyük suç oluyor. Herhangi bir hususta kendini başkasından üstün gören kibirlidir. Kibrin sebepleri şunlardır: İlim: İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlmi ile kibirlenmek, büyük felakettir. Hadis-i şerifte, (Âlimin afeti, kendini büyük görmesidir) buyuruldu. (İ. Gazali) İbadet: İbadeti sebebiyle kibirlenmek de büyük felakettir. Bunun için "Çok ibadet edenin, kibirden kurtulması zor olur" buyurulmuştur. Soy: Soyu ile övünmek ahmaklıktır. Kabil, Hazret-i Âdem�in oğlu idi. Babasının Peygamber olması, bunu küfürden kurtarmadı. Hadis-i şerifte, (Atalarınız ile övünmeyi terk edin) buyuruldu. (Ebu Davud) Güzellik: Bu daha çok kadınlarda görülür. Başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete vesile olur. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, er-geç gider. Geçici olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Kibredenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir. Kuvvet: Kuvveti ile zayıflara üstünlük sağlar. Gücü, kuvveti ile kibretmek de, cahilliktir. Çünkü hayvanların kuvvetleri, insanlardan çok fazladır. Mesela bir insan fil kadar kuvvetli olamaz. Kaplan gibi koşamaz. Kuş gibi uçamaz. Hayvanlar, bir bakımdan insandan üstündür. Hayvanlarda da bulunan üstünlüklerle kibirlenmek elbette uygun olmaz. Servet: Çok zengin olmak da üstün olmayı gerektirmez. Karun�un çok malı vardı. Malı ile beraber kahrolup gitti. Geçici olarak sahip olunan servet ile, mal ile kibirlenmek, çok çirkindir. Mevki: Gelip geçici olan makam, mevki de üstünlük sebebi değildir. Bir çok krallar, derebeyler, Firavunlar mevki sahibiydi. Hepsi gitti. Ancak iyilerin iyiliği, kötülerin kötülüğü söylenmektedir. Kötü birinin mevki, makamı ile övünmesi neye yarar? Yakınların çokluğu: Akraba ve tanıdıklarının çokluğu ile üstünlük taslamak da yanlıştır. Bir kimsenin kendi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar? Kibir ne kadar kötü ise, tevazu da o kadar iyidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah için affedenin şerefi artar, tevazu eden de yücelir.) [Müslim] (Kişi kibirlenince, iki melek, "Ya Rabbi bunu alçalt!" derler. Tevazu ederse, "Ya Rabbi bunu yükselt!" derler.) [Beyheki] (Kendini beğenen helak olur.) [Buhari] Kibirli hakkı kabul etmez Asıl düşman içerdedir, bu da nefsimizdir. En büyük düşman, insanın nefsidir. Nefsinin arzularına tâbi olanın, Allahü teâlâya kul olması zordur. Nefs daima kötü şeyleri ister. Haram işlemek nefse esir olmayı gösterir. Nefs, bütün iyiliklerden süzülmüş, sadece bütün kötülüklerin bulunduğu en ahmak yaratıktır. Nefs bir kötülük deposudur. Kendini iyi zanneder, halbuki süper cahildir. Her istediği aleyhinedir. Gıdası haramlardır. Asıl arzusu ilah olmaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmekte inat edendir.) [Buhari] (Küçük, büyük, iyi kötü veya hoşlanmadığın biri, hakkı söylerse, kabul et.) [Deylemi] (Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.) [İ.Ebiddünya] (Din kardeşine itiraz etme.) [Tirmizi] (Kibirli, hakkı küçük görür, inkâr eder, insanlara hakaret gözü ile bakar.) [İ.Gazali] (Müslümanı hakir görmek, kişiye kötülük olarak yeter.) [Müslim] (Kendini beğenen helak olur.) [Buhari] |
06 Kasım 2023, 22:35 | Mesaj No:10 |
Medineweb Baş Editörü Durumu: Medine No : 14593 Üyelik T.:
15 Kasım 2011 |
COLOR=#ff0000]Kibir hakkında ayetler [/COLOR] Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (2/13) Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu. (2/34) Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (2/206) Kendilerini (övgüyle) temize çıkaranları görmedin mi? Hayır; Allah, dilediğini temizleyip yüceltir. Onlar, 'bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (4/49) Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır. (4/172) Ama iman edenler ve salih amellerde bulunanlar, onlara ecirlerini eksiksiz ödeyecek ve onlara kendi fazlından ekleyecektir de. Çekimser davrananlar ve büyüklenenler, onları acıklı bir azabla azablandıracaktır ve kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır. (4/173) (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (7/12) (Allah) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (7/13) Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. (7/36) Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. (7/40) Burcun üstündeki adamlar, kendilerini yüzlerinden tanıdıkları (ileri gelen birtakım) adamlara seslenerek derler ki: "Ne (güç ve servet) toplamış olmanız, ne büyüklük taslamanız (istikbarınız) size bir yarar sağlamadı." (7/48) Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. (7/75) Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (7/76)
__________________ ~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Bizde Kibir Olmaz :) | Nebevi Sevda | Komik Paylaşımlar | 0 | 27 Kasım 2020 23:07 |
Kibir hastalıktır.. | İslaminesil | Bilgi Dağarcığı | 5 | 16 Nisan 2014 23:22 |
Dikkat, Kibir Çıkabilir! | Esma_Nur | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 0 | 02 Temmuz 2012 17:34 |
Kibir Ve Gurur | İmamHüseyin | Çocuk ve Aile Sağlığı | 0 | 13 Nisan 2009 17:43 |
Hutbe:Kibir ve tevazu | Arasat | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 23 Mart 2009 14:28 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|