|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi: 11 Şubat 2008 (19:12), Konuya Son Cevap : 12 Mayıs 2009 (10:19). Konuya 9 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
11 Şubat 2008, 19:12 | Mesaj No:1 |
Fıtrat Fıtrat FITRAT Yaratılış, yapı, karakter, tabiat, mizaç, Peygamberlerin sünneti, Kâlb-i selim, adetullah. Ayrıca hilkat, tabii eğilim, hazır olmak, huy, cibilliyet, içgüdü, istidât gibi manalara da gelir. Terim olarak fıtrat: "Allah Teâlâ'nın mahlûkatını kendisini bilip tanıyacak ve idrak edecek bir hal, bir kabiliyet üzere yaratmasıdır (İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, Beyrut, (t.y.), V, 55). Fa-ta-ra fiil kökünden türeyen fatr: yarmak, ayırmak; iftar: orucu açmak; infitâr: yarılmak, açılmak; futûr: yarıklar, çatlaklar anlamındadırlar. Fıtrat; ilk yaratılışı kavramlaştırdığı gibi, sürüp giden her yaratılışı da anlamında toplar. Yani herhangi bir şeyin bir maddeden veya ilk yaratılıştaki gibi yokluktan ilk icadı ve ilk çıkışına fatr, bunun ortaya çıkış biçimine ve taşıdığı özellikleriyle birlikte görünüşüne fıtrat denir. Yaratığın fitrat üzerinde kazandığı öz niteliklerine de tabiat denilmiştir. Kâinatın Allah'ın fitratı üzere işleyişi İslâmî dilde âdetullah, sünnetullah, fitratullah ifadeleriyle isimlendirilmektedir (Râgıp el-İsfahânî, el-Müfredât, 38 vd.; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1889 vd.; Ali Ünal, Kur'an'da Temel Kavramlar, İstanbul 1986, 198 vd). Fıtratın geniş anlamları Kur'an-ı Kerîm'de şu ayetlerde açıklanmaktadır: "Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30). "Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir'' (en-Nahl, 16/78). "Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın " (el-Fâtır, 35/43; Ayrıca bk. el-İsrâ, 17/77; el-Ahzâb, 33/62; el-Mümin, 40/85; el-Feth, 48/23). "Nefse ve onu şekillendirene... Ona bozukluğunu ve korunmasını ilham edene andolsun ki nefsini temizleyen iflâh olmuş, onu kirletip örten ziyana uğramıştır. Semûd, azgınlığından yalanlandı... Rableri de günahları yüzünden azabı başlarına geçirdi, orayı dümdüz etti" (eş-Şems, 91/7-14). "Biz ona hayır ve şer olmak üzere iki yol gösterdik" (el-Beled, 90/10). "Biz ona yolu gösterdik, ya şükredici veya nankör olur" (el-İnsân, 76/3). "Rabbimiz, her şeye yaratılışını verip sonra onu doğru yola iletendir" (Tâhâ, 20/50). "Kendini tezkiye eden mutluluğa ermiştir'' (el-A'lâ, 87/14). "O (adamın) tezkiye olmamasından sana ne?" (Abese, 80/7). "De ki: Herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir"? (el-İsrâ, 17/84). "Nefislerinizde olanı gözlemiyor musunuz?" (ez-Zariyât, 51/21). "Öncekilere uygulanan yasayı görmezler mi? Sen, Allah'ın kanununda bir değişiklik bulamazsın" (el-Fâtır, 35/43) "Dilediğini yaratır ve onlar için hayırlı olanı seçer" (el-Kasâs, 28/68). "De ki: Yeryüzünde gezin ve bakın, yaratılış nasıl başlamış?" (el-Ankebût, 29/20). "Yaratıcıların en güzeli olan Allah'ın şanı ne yücedir" (el-Mü'minûn, 23/14). "Onlar nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah bir toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 13/11).
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
Konu Sahibi Seleme 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Üniversiteli Bayanla Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 20 | 9588 | 20 Mayıs 2009 19:42 |
Üniversiteli Erkekle Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 1 | 2426 | 20 Mayıs 2009 19:35 |
A.Hakan'dan Döneklik Konferansı | Serbest Kürsü | kurtmehmet | 4 | 2356 | 10 Mayıs 2009 20:54 |
Hanefi Mezhebi: İslamda Kazanç | Zekat-İnfak | Seleme | 0 | 2309 | 19 Nisan 2009 04:52 |
Hanefi Mezhebi: Alışveriş | İlmihal Bölümü | Seleme | 0 | 2388 | 19 Nisan 2009 04:51 |
11 Şubat 2008, 19:17 | Mesaj No:2 |
Cvp: FıTRaT
Kur'an-ı Kerîm'deki bu ayetler birbirini tefsir ederek fıtratın anlamını açıklar. Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şu hadisleri bu anlamı apaçık bir şekilde genişletmektedir: "Kötülük yapmak seni üzüyorsa, artık sen müminsin" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 251-252). "Her çocuğu annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Onun bu hali konuşma çağına kadar devam eder, sonra ebeveyni onu hristiyan; yahûdi, mecûsî yapar. Eğer ana-babası müslüman iseler, çocuk da müslüman olur" (Buhâri, Cenâiz, 79; Müslîm, Kader, 23-25; İman, 264; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 233, 435). "Beş şey fıtrattandır: Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, bıyıkları kısaltmak, tırnakları kesmek, koltuk altındaki tüyleri yolmak" (Buhâri, Libas, 51, 63, 64; Müslim, Tahara, 49; Ebû Dâvûd, Tereccül, 16; Tirmizî, Edeb, 14). ''Çocuklarınıza öğreteceğiniz ilk söz Lailaheillallah olsun " (Abdurrezzak Sanânı, Musannef, Beyrut 1970, IV, 334) "İçini tırmalayan, kalbinde çarpıntılar oluşturan, gönlünü bulandıran şeyi terket" (İbn Hibban. Hakîm). "Hayr, nefsin kendisine ısındığı, kalbin rahatladığı, yüreğin oturduğu şeydir. Şer de nefsin kendisine ısınamadığı, kalbin mutmain olmadığı, içinde tereddüt ve ıztırablar meydana getiren şeydir, her ne kadar müftiler hilafına fetva verseler de. " (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194). "Müftiler sana fetva verseler de bir kere kalbine danış" (Dârimî, Buyû, 2). "Ameller niyete göredir" (Buhâri, Itk., 6). "Seni işkillendiren şeyi bırak, işkillendirmeyene geç" (Hanbel, Nesâî, Taberânî), "Kötülük, insanın içine sıkıntı verir" (Müslim, Birr, 14). "Rabbim buyuruyor ki: Ben bütün insanları Hanif (salim fıtrat) üzere dünyaya gönderdim. Sonra şeytanlar onu dinden saptırdılar. Benim helâl ettiklerimi onlara haram ettiler, insanlara bana ortak koşmalarını söylediler. Oysa o ortaklar hakkında hiçbir delil indirmemiştim" (Müslim, Cennet, 63; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 162). Bütün bu açıklamalar fıtratın anlamını belirlemektedir: Her doğan Allah'ın en güzel yaratması ile doğar. Eğitim ve çevre faktörü, fıtratı ya İslâm üzere devam ettirir, yahut fıtratı bozarak yaratılış amacından saptırır. Bütün insanlar Hanif üzere yaratılmakta, sonra şeytan ve nefis onları bozmaktadır. Allah insanın nefsini takva ve fücurla yoğurarak yaratmış, şeytanın hilelerine karşı yine de kullarını kurtarmak için peygamberler aracılığıyla onları fıtrat dini hakkında bilgilendirmiştir. Allah'ın yaratılış kanunu kevnî ve şer'î şekillerde değişmeyen bir yasadır. İnsanı yaratan Allah onda iyilik ve kötülüklerle dolu dünya hayatında iyilikten yana tercih yapabilecek bir kabiliyet (vicdan) vermiştir. Bozulmamış, fıtratım korumuş insan iyiden yana tavır aldığı gibi, herhangi bir şekilde Allah'ın ayetlerini de akıl veya kalble kavramaya meyillidir. Ancak insanoğlunun kalbine her an şeytan veya melekler tarafından hayır ve şer telkin edilmektedir. İşte bunu kesin olarak hidâyete çevirmek İslâm dininin görevidir. İslâm, fıtratı korur, geliştirir, nefsi arındırarak insanların kurtuluşunu gerçekleştirir. Allah, yaratıklarını en güzel şekilde yaratır ve terbiye eder. Vahye bilerek karşı çıkan insanı şeytan ve grubu -fıtrata aykırı her türlü eğitimci, devlet, aile, toplum düzeni- saptırır. Bu aşamada İslâm ancak bir öğüt, bir tebliğdir, dileyen inanır, kurtulur, dileyen batağa sapar. İslâm ümmeti insanları yaratılışlarındaki hayra eğilimli taraflarını ortaya çıkarmak ve onları en yüksek ahlâka ulaştırmakla yükümlüdür. İnsanlığın günah ve şirk bataklığından doğru yola çekilmesi, vicdanların ilâhı saflığına dönüşü, takva ile en güzel olana uyulması için ilâhı, kutsal bir nur yani İslâm'ın rehberliği şarttır. -İnsanlar fert olarak nefislerinde olanı gözlerlerse veya kainattaki her çeşit, sayısız nimetleri aklederlerse veya geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret alabilirse hakikati idrak edebilirler. Her insan, nefsine ve topluma karşı yaptıklarında bir kötülük oluştuğunun farkındaysa vicdan azabı duyabiliyorsa onda bozulmamış bir ahlâkı yapı vardır. "En güzel ahlâkı" tamamlamıştır, artık geçerli olan onun ahlâkıdır. Bütün yaratılmış varlıklar bu kâinatta Allah'ın değişmeyen yasası (âdetullah)na göre yasamaktadırlar. İnsan bu kâinatta halife olarak yaratılmış ve emaneti yerine getirmekle sorumlu tutulmuştur: Allah'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye yaratılışta sorguladığı insan, Rabbine şu sözü vermişti: "Evet, şahidiz."(el-A'râf, 7/132). Allah insanı yaratmış, ona düzen ve ölçülü bir biçim vermiştir. Onu en güzel şekilde yaratmış, doğruyu ve yanlışı göstermiş, insan da ya şükreder yahut inkâr eder halde temkin edilmiştir. Bundan sonra dünya hayatında kendini arıtan, yüzünü hanif olarak Allah'a çeviren, kendisini fatr edene ibadet eden kurtulacaktır (bk. el-İnsân, 76/3; et-Tîn, 95/4; el-Beled, 50/10; en-Nisâ, 4/28; el-İsrâ, 17/51; el-Mülk, 67/3; el-İnfitâr, 82/7-8). Yine Kur'an-ı Kerîm'deki kutsal bilgilendirme yolu, insanı âfâk ve enfüsteki ayetleri düşünmeye, akletmeye çağırdığı gibi, insanın en çok acz içindeyken, meselâ denizde bir gemide yol alırken aniden gelen bir fırtınada deniz orasında acz içinde kalınca, bütün yalanlama, fitne ve fücûru, ortak koştuklarını unutan insan, hemen Allah'a dua etmektedir. Bu, insanın fıtraten Allah'ın bilincinde olduğuna bir delildir. Bu manevî hak duygusu her ferdde mevcuttur ve İnsanı yoldan çıkaran, işlediklerini süslü göstererek onu asi yapan şeytandır (Münâvî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972, V. 34; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1978, VI, 3822). Dünyadaki her yeni doğan çocuk, tertemiz, sâf, her şeyi alma kabiliyeti ile donatılmış yapısını konuşma çağına kadar sürdürür. Bundan sonra ona Lailaheillallah öğretilmez ve fıtratın anlamıyla eğitilmezse ailesi onu yahudi, hıristiyan, mecusi, vb. yollarda eğitir ve buna göre onda bir kişilik yapısı gelişir. Halbuki Allah: "Yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir. Allah'ın sıfatlarında sebat et ki o insanları bu fıtrat üzerinde yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30) buyurmaktadır. Buna göre bütün insanlar Allah'a inanmak ve ona kulluk etmekle fıtratta sebat etmelidirler. Yoksa Allah'ın öğütlerinden yüz çevirerek, bağımsız davranarak, ayetleri yalanlayarak fıtrata aykırı düşüleceği gibi, bu sebeple Allah'ın azabına da müstahak olurlar. Çünkü fıtratı bozmak, Allah'a karşı gelmek demektir. Meselâ müşrikler, fıtrata uygun doğan hayvan' yavrularının kulağını keserlerdi. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Kâbe'de Allah'a ortak koştukları birçok putlar bulundururlardı. Fıtratı inkâr etmek için kendilerine de vahiy indirilmesini veya peygamberlerin birer melek olması gerektiğini ileri sürerlerdi. Onların helâk edilmeleri de bu yüzden oldu. Hiç kimse Allah'ın insanı kul olarak yaratması kanununu değiştiremedi ve değiştirmeye kalkanların azabla kuşatılması da bir kanun olarak uygulandı. İslâm'a göre hayatın anlamı ancak fıtrata uygun yaşamaktır. Yeryüzündeki gelmiş geçmiş hiçbir din ve ideoloji bunu sağlayamamıştır. Üstelik lâik çağdaş düşünce sistemleri, vahye karşı "doğal-pozitif akıl lâiklik" karşıtlığıyla oldukça, basit ve insan fıtratıyla uyum sağlamayan bir şekilde insanın kurtuluşunu din dışı bir yola sokmak istemişlerdir. Ancak insanın fıtratı her şeye rağmen, her türlü muhteşem teknik gelişmelere, maddi ilerlemelere rağmen tabiatı gereği gerçek mutluluğu bulamamakta, büyük bir manevî boşluğa düşmektedir. Bu boşluk Allah'ın sınırlarını aşmak ve nefsine zulmetmektir (et-Talâk, 65/1). Bu boşluğu çeşitli dinler doldurmak istemekte ancak hepsi de fıtrata aykırı muharref ve ilkel teklifler getirdikleri için insanlar İslâm'dan başka kurtuluş olmadığını anlamaktadırlar. Çünkü: "Kalpler ancak Allah'ı sanmakla huzur bulur" (er-Ra'd, 1 3/28). M. Emin AY Sait KIZILIRMAK
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
12 Şubat 2008, 20:10 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat [B]I. İÇİMİZDEKİ NİZAM: FITRAT Fıtrat, insanın diğer varlıklara benzemeyen yaratılışıdır. Başlangıcı ve nihayeti itibariyle, insanın varlığından önce bulunan, onun geleceğini, kendisini, vasıtasıyla gerçekleştireceği fiillerini yönlendirecek olan "insani kıvam," hususiyyettir. Fıtrat, insanın hususi mahiyeti olunca, tabii karakterleri ve eğilimleri aşan, onları "kendine has İlahi yaratılış" çizgisinde tutan bir yönlendirici fonksiyonunu da icrâ etmektedir. Değişik bir ifadeyle, insanlık terazisinin ayarı, mihenk taşı.. Varlığının, insaniyetinin tam bir hali.. Hak Teâlâ, İlahi mesajında, insanın fıtratından söz açtığı kelâmında şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın, insanları üzerinde yaratmış olduğu fıtratına sarıl!" (Rum, 30). Gereğince olmamız ve, hevâ ile şeytanın baştan çıkarmasına uyarak ihlâl etmememiz emrolunan (1) "Fıtrat" ın mahiyetini tam olarak anlayabilmemiz için, Kur'ân-ı Kerim'de, “fetara” kelimesinin sadece Allah hakkında kullanılıyor olmasının ötesinde ilgili ifadenin Kur'ân'ı Kerim'de ki yerini tesbit etmemiz gerekmektedir. "Fıtratullah" tamlamasını aydınlatan ifadeler, şunlardır: "Muvahhid olarak, dosdoğru bir biçimde kendini dine ver" (Rum, 30). "İşte, dosdoğru din budur" (Rum,30) "Daima O'na yönelmiş olarak, O'ndan sakınınız, namazı kılınız, müşriklerden olmayınız" (Rum, 31). Mânâsı izaha ve tafsile muhtaç "fıtrat" kelimesinin, birbirlerini beyân örgüsü içinde birlikte bulunduğu bu açık ifadeler bize şu fikri vermektedir. Fıtrat, başka hiçbir cihete yönelmeyen tam bir tevhid ve bağlanıştır (hanifen).. Dosdoğru bir din, selim ve sahih bir gidişattır. Ve nihâyet fıtrat, sadece Allah'a ilticâ (nanif enmunibin laymotivi), O'ndan ittikâ, namazı dosdoğru edâ, şirk içinde bulunanlardan olmamadır. Şuurlu varlığın, kendi varoluş özünü hak olan dine teslim etmesini konu alan ve, sıdk'tan, doğruluktan batıl'a meyletmenin aksine, dalâletten istikâmete yönelme anlamındaki (2) “hanifen” hâl kelimesiyle de manâsı daha pekişmiş hissolunan “fe ekim vecheke lid dini hanifen” pasajı, yaratılışın bu âdil kıvam üzere devam ettirilmesine, çok güzel bir dolaylı anlatım örneği oluşturmaktadır. Çünkü, esasen burada amaçlanan, "İslâm dinine yönelmeyi, bu din üzere müstakim olup onda sebat etmeyi" ve onun vesilelerini yerine getirmeye itinâ göstermeyi emretmektir. Şöyle ki: Bu söz, bu hususta getirilmiş sembolik bir anlatım biçimidir; çünkü, göz (basar) ile hissolunan bir şeye ilgi duyup onunla ilgilenen bir kimse, yönünü ona çevirir, bakışları ona doğru yöneltir ve ondan bir an bile yüz çevirmeksizin, tamamen ona teveccüh eder. İşte bu bakımdan sanki şöyle denilmiş gibidir: "Artık yüzünü (özünü), dosdoğru bir biçimde dine ver ve, sağa ya da sola sapmaksızın, tam ve kâmil bir biçimde O'na yönel" (3). Zira insanın yüzü, insanın bütün idrâk hâsselerini kendinde toplamakta olup, onların kadri en yüce olanıdır (4). Istılahi terimlerimizle, siyak ve sibaktan hareketle elde edilen mânaya göre "Fıtratullah", İslâm dini üzere olmak, özümüzü, varoluşumuzun yönetici merkezini ve kadrosunu buna tahsis etmek ve, bunu, sürekliliğe kavuşturmaktır. Bu bakımdan, Rum, 31. ayeti, menfi tek emir ifadesi olan, "Ve, müşriklerden olmayınız" cümlesi de tam bir bütünlük arzetmektedir. Çünkü, burada şirk, "Allah'ın fıtratını, yaratış nizamını değiştirmek, bozmak" anl----- gelmektedir (5). Rum, 30. âyetinin tefsirlerine baktığımızda ise, "fıtrat"a, ruhi ve manevi bir istidad, gerçeğe, hakka bir inkiyad kabiliyeti şeklinde psikolojik ve inançla irtibatlı mânâlar verildiğini görürüz. Meselâ Nesefi (6) ve İbn Kesir (7) "Fıtratullah" a, Cenâb-ı Hakk'ın, insanları kendi ma'rifeti ve tevhidini; O'ndan başka bir ilah olmadığını bilmek liyakati üzere yaratmış olduğu mânâsını vermektedirler. Bu tarife göre, insanlar, Hak inanç ile başbaşa bırakıldıklarında, başka bir inanç ve dini, bu Hak dine tercih etmezler... "Fıtratullah"ı, "tevhid (Allah'ın vahdaniyyeti)" ile açıklayan bir başka müfessir ise, Fahruddin er-Râzi'dir. Ancak o, bu mefhum ile A'raf, 172 âyeti arasında bir münasebet kurarak, Allah'ın insanları bu fıtrat üzere, onları Adem'in sırtından alıp da, onlara, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu ve onlardan misak aldığı zaman yarattığını söylemektedir (8). "Hakkı tanıyıp kabul etmek ve onu kavramak istidadı.." şeklindeki bu anlayışı benimseyen Alusi (9), Ebu's-Suud'a paralel olarak (10), Fıtratullah'a sarılmaya ve ona yapışmaya, "Bu fıtratın icablarına göre hareket etmek; hevâ'ya tâbi olarak, ins ve cin şeytanlarının da kışkırtmalarına kapılarak fıtratı bozmamak" anlamını verirken, ayni zamanda, Fıtratullahın üzerini örten, tezahürünü engelleyen perdelerden leke ve toz tabakalarından temizlenmesi mecburiyetine de dikkatimizi çekmektedir. Ve bütün peygamberler, onların getirdiği ilahi bilgi ve davranış modelleri, makrokozmik barışın da menşei olacak olan bu has yaratılışın taşıdığı sükûn ve huzuru devam ettirmek gayesini gözetmişlerdir, öyleyse fıtrat, her kademedeki nizamın korumak zorunda olduğu mukaddes bir vediadır. Daha açıkcası o, çocuğun ruhunda bir yaratılış ve bir durum olup, çocuk onunla Allah'ın fiillerini ayırdedebilsin, onlarla Rabbinin mevcudiyetine yol bulabilsin ve, 0'nun kanunlarını tanıyıp O'na iman edebilsin diye hazırlanıp var edilmiştir (11 . |
12 Şubat 2008, 20:10 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat [B]II. FITRATULLAHIN ALEMŞÛMÛLLUĞU Birinci bölümdeki açıklamalarımızda, insanın ilahi-tabii bir iç nizamı, mânevi ahengi; kevni armoninin bir enfüsi vechesi şeklinde sunduğumuz ''Fıtratullah'', düşünülebilecek sıfat ve fiillerin en yüce ve mutlağı ile nitelenmiş olan, yine de bütün ifade ve tariflerin sınırlanmasından müteâl olan (tecrid-i mutlak, tenzih-i tâm) Allah'u Teâlâ'nın ezeli ilim ve hikmetinin, tesviyesinin, ta'dilinin içimizde hazır bulduğumuz bir yankısıdır. Yarattığı ve kulları olan bütün beşeriyetin kadrü kıymetine bir işaret olmak üzere kendi hususi Kudret Eliyle yaratıldığı beyan buyrulan, bu kainatın göz bebeği "insan"ın (Sâd, 75) ayni ahengin nağmeleri, ayni ezginin sözleri olması da beklenecektir.. Kısaca, "Fıtratullah'ın, bütün insanlarda gizli ve mevcut olması.. "Fıtratullah"ın bir atiyye-i ilahi ve aynı zamanda, insaniyyet mefhumunun tahakkuku için var olması lüzumlu olan irâde, seçme, onu geliştirme ya da engelleme vb. yeteneklerle çakışmaması için, mekanik bir işleyişle statik bir vak'a değil, yaratılışın başlangıcında herkese verilmiş olan, geliştirilmesi veya engellenmesi, değişik şartların bulunmasıyla alâkalı kılınmış şeffaf bir keyfiyyet olması umulur ve beklenir.. Bu gerekçeyledir ki, hiç kimsenin yokluğunu ileri süremeyeceği doğuştan gelen bir kazançtır Fıtratullah.. Rum, 30.âyetinin "Allah'ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur" kısmı "fıtrat" ile insanın varoluşunun birbirinden ayrılamaz bir mahiyette olduğuna delalet eder. Burada, bir mahiyet halinde "Tevhid"e yönelme ve imân etme kolaylığının insanlarda kök salmış olduğuna, bunun, varlığının iliğini oluşturduğuna dikkat çekilirken (12), değişmezliğe, (Yani, Yaratıcı tarafından bu "fıtrat "ta ve yaratış düzeninde hiçbir değiştirme olmaz ve durum, hiçbir surette bunun aksine tezahür etmez" (13) parmak basılmaktadır. Fıtrat, pürüzsüz dalgasız bir okyanus gibidir. Mustafa el-Meragi, tefsirinde, buradaki "haber" cümlesinin "inşai" mahiyette olduğunu belirttikten sonra, şu değerli açıklamalar bulunur: "Burada sanki, "Allah'ın dinini şirkle değiştirmeyiniz!.." denilmiştir. Çünkü bunun açıklaması şu şekildedir: İnsan aklı, beyaz bir sayfa gibi olup, kendisine kazınacak olan nakışları kabule müheyyâ ve hazırdır. Tıpkı, toprak gibi; o, kendisine dikilen her şeyi kabul eder; bundan ötürü, hem Ebu Cehil karpuzu bitirir, hem de lezzetli meyveleri; hem, deva olacak şeyler, hem de zehir.. Bunun gibi, insan ruhuna da pekçok inançlar ve bilgiler sunulur, o da kabul eder.. Hayır İse, onun üzerinde şer'den daha etkili ve müessirdir (14). Bu pasajlardan da çıkarılacağı gibi, "fıtri bir safvet; potansiyel bir inanç ve bağlılık istidadı" olarak görülen bu lekesiz sayfa, tıpkı bir ayna misali kendisine ne aksettirilirse onları yansıtır. Ve, bu sayfaya yönelen şeyler de pek çoktur ki, Hz. Peygamber, az sonra zikredeceğimiz hadisinde, "ana-baba"yı bütün bu faktörlerin bir sembolü olarak zikretmiştir (15). Burada, insanın istidad ve liyakat hislerine olumlu ya da olumsuz diye nitelenebilecek bir biçimde tesir eden a posteriori dış dünya realitesi ile karşılaşmaktayız.. Buradaki dış dünya, ferdi ben'i kuşatan tabiat ile sosyal vakıalardır.. Ve zaten, fıtri gelişimin sergilendiği sahne de, bu çerçevedir. Bu kaçınılmaz süreçten dolayıdır ki, fıtri ve potansiyel imânın değil de, emrolunan şer'i imanın muteber olduğu dünya ahkâmı (16) nın gözlendiği dış dünya, Fıtratullah için ya mutâbık bir faktör olur, veya onunla çatışan bir "başkası, yabancı!.". Fıtri imânın yetersiz kalması da (17), bu bakımlardan ortaya çıkacak olan neticeye göredir.. Bu dış âmillerle yüzyüze gelinceye kadar, Fıtratullah'ın lekesiz bir zemin üzerinde bulunduğunu; istisnasız her ferdin, bu tek doğru üzerinde geliştiğini ifade eden şu hadis-i şerif çok dikkate değer: "Doğan her çocuk, Fıtratullah üzere doğar. Sonra ebeveyni onu, ya yahudi yapar, ya nasrani ya da mecusi.." (18). Fıtratullah'ın âlem şümullüğünü ortaya koyan bu hadisle alâkalı olarak Kurtubi'de yer alan şu açıklamalar, gerçekten zikre değer: "Allah'u Teâlâ, ademoğullarının kalblerini, Hakk'ı kabul etmeye elverişli bir biçimde yaratmıştır. Tıpkı, gözleri ve kulakları, görülen ve duyulan şeyleri idrake müsait yaratmış olması gibi.. İşte bundan dolayı bu kalbler, bu kabul etmek liyâkati ve bu ehliyyet üzere kalmaya devam ederse, Hakk'ı ve gerçek din olan İslâm dinini kabul eder. Hz. Peygamber'in "Şunun gibi ki, her hayvanın yavrusu, uzuvları tam ve kusursuz olarak doğar.. Siz, hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görebilir misiniz?.." ifadesi de, buna delâlet etmektedir. Yani, "Her hayvan yavrusunu, kusur ve ayıplardan salim, eksiksiz bir hilkatle doğurur. Şayet o, bu kusursuz yaratılış üzere bırakılırsa, ayıplardan uzak ve mükemmel bir biçimde hayatını devam ettirir. Fakat ne var ki, bu hayvan üzerinde tasarrufta bulunulur da, onun kulağı kesilir ve yüzü dağlanır.. Böylece, başına pekçok âfet ve kusurlar gelir de, ilk halinden çıkar. İşte, insan da böyledir. Bu, gerçeğe mutabık bir teşbih olup, illeti ise, gayet açıktır" (19). |
12 Şubat 2008, 20:11 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat Anladığımıza göre, insanın nihai kaderinin belirmesinde bu dış amiller birinci derecede rol oynarken, "olumlu veya olumsuz şartlar çerçevesi" ni teşkil ederler. Ancak ne var ki, bu "şartlar çerçevesi"nin tesiri de, katı bir determinizm mânâsında müessir olmayıp, müsbet gelişmede, akide ve İnsana has bu fıtri özellik, bütün maddi çerçevelerin temel zeminini teşkil eder. Öyleyse akide, dış faktörlerin baskısı çok yoğun olsa da insanı "fıtratın derinliklerinde bulunan ve bir takım mikroplar tarafından örtülmüş olan gerçeğe yöneltmektedir" (20). Yaratılışımızda ki bu fıtri özellikten dolayı, olumlu ya da olumsuz tesirlerin söz konusu olmadığı tam bir denge durumunda, "fıtrat", varoluşun yolunu aydınlatan, nedenleri ve niçinleri çözümleyen bir ışık kaynağı halini alır. Fıtratı itibariyle bulur Allah'ı ruh.. çünkü çıkış noktası Allah'ın nefettiği ruhdur (...) Binâenaleyh o doğrudan doğruya bulur Allah'ı ve kendisine has bir yolla bulur (21). Bu sebeple, "zaman zaman, Ruhun evrendeki mevcudiyetini ve fiilini, insan ruhunun hissedebilme fırsatını yakalamamış olduğu hiçbir beşer topluluğu bulunmamaktadır" (22). Böylece insan artık, "akli olan bir dünya veya sosyal bir çevre içine gömülmüş olarak görülmemektedir. Onun mutlakı yakalama imkanı daima bulunmaktadır (23). İşte burada, akıl düzeniyle bastırılmaya çalışılsa da, Fıtratullah'ın, insanlığın yolunu aydınlatmada merkezi önemi haiz olan "Kalp düzeni"nin doğuşu müşâhede edilir. Çünkü beşeri varoluşun düşünce plânına kalb ve gönül düzeniyle cevap verilir, imâna ve tasdike ulaşmanın sonsuz yolları, insanın önüne serilir.. Fıtratın kabarttığı varlık okyanusunun içten davet ve cezbelerine yönelinerek, nihai teslimiyetin yolları hayranlıkla açılır. İnsan aklı tarafından dünya ve onun müşahhas hâdiseleri gözden geçirildiğinde, onun yetersizliklerinin boyutları daha iyi anlaşılır: Bu da, dini ve filozofik muhtevada metafizik bir heyecan uyandırır ve bilim adamını yeni hipotezlerin araştırılmasına sevkeder (24). İdrâk ve anlamanın henüz denenmemiş yolları araştırılır. Böylece şuur madde,üstü bir boyuta yükselirken, saydam bir "kosmos-kâinat'ın anlamlı ve konuşan çehresiyle yüzyüze gelmiştir artık.. Kendi hususi tecrübesinde, kulca duygunun yoğurduğu sükunet dolu bir alçak gönüllülüğün yeşertip geliştirdiği ilhâm ile Allah'ın bilgisine ulaşılabileceğini söylerken, "Fıtratullah" ı ortaya çıkarabilmek için üzerinde durulması zorunlu başka varlık tabakalarına dikkatimizi yönelten Paskal, bu anlamlı çehre karşısındaki hayranlık ve hayreti, huşû dolu şu kelimelerle dile getirir: "Bu sonsuz uzayların sessizliği beni ürkütmektedir" (25). Korku ve hayranlık; hayranlık ve acziyyet.. Fıtratı harekete geçiren bu duyguyla birlikte, ikrar ve teslimiyyet.. İşte, acziyyet ve hayranlık hislerinin korlandırdığı fıtratın, yine Paskal'ın ifadesiyle, "alaca bir karanlık içinde yüzer göründüğü dünyayı aydınlatması.. (26). Bu, insandaki en büyük dönüşümü başlatan ve derin bir dini şuura eşiklik yapan âhenkli mantığını bir itirafıdır. İnsana, "başka şeyleri görmek imkânı veren" bu âhenkli mantığın insan üzerinde meydana getirdiği değişimi Paul Eluard şöyle ifade eder: "Şiir, (...) insana, başka bir şekilde, başka şeyleri görmek imkânı verir.. Artık, onun (şairin) eski evren görüşü ölü, ve yanlıştır. Yeni bir dünya keşfeder ve yeni bir İnsan olur" (27). Bu, nihai hakikate elleriyle dokunma yolunda, insanın kendi özel perdelerini aralaması safhasıdır: "Şüphesiz ki Allah, onlar kendilerinde olan (durumu) değiştirmedikçe, bir toplumdaki hali değiştirmez" (Ra'd, 11). İnsanın içinde taşıdığı bu en emsalsiz ışık kaynağı, en çaresiz anlarda, onun elinden tutabilir; kalıcı, yüce nazların dünyasına sürükler.. İşte Tolstoy, kendi fırtınalı, yokluk duygusuyla altüst edilmiş kederli hayatının böylesi göz kamaştırıcı bir anına değindiği satırlarında, içindeki küllenmiş fıtrat'ın dirilişine neşelenmektedir: "Erken gelmiş bir ilkbahar günü, ormanda tek başımaydım, onun seslerini dinliyordum. Son üç yıldır yaşamış olduğum bunalım ve sıkıntılarımı, Tanrı'ya ulaşma çabamı, sürekli olarak mutluluktan ümitsizliğe geçmelerimi düşünüyordum.. Ve birden gördüm ki, ben ancak, Tanrı'ya inanabildiğim için yaşabiliyordum. Bunu düşündükçe, içimde, hayatın mutluluk dalgaları yükseliyordu. Etrafta her şey canlanıyor, her şey bir mânâ kazanıyordu. Ama, artık in anmadığımdaysa, hayat birden sona eriyordu. "O halde, ben hâlâ daha neyi arıyorum?" diye, içimden bir ses çığlık attı. Bu, öyleyse O, kendisi olmaksızın artık yaşanılamayan!." (28). Bu bakış açısına göre kâinat büyük, güzel, iyi, muntazam, düzenli ve anlamlı sonsuzluğu müşahede etmemizi besleyen, sembolik işaretlerle dolar, ışır.. (29). Şu satırlarındaysa Tolstoy'un, sanatçı ruhunun duyarlılıklarıyla yaşadığı hayatın acı tecrübelerinin en olgun meyvesinin, içindeki bu ateşi keşfetmek olduğunu bize anlatır: "İnanıyorum ki, hayatım, aklım ışığım bana bilhassa, insanları aydınlatmak için verilmiştir. İnanıyorum ki, benim gerçeğe ait bilgim, bu amaçla bana verilmiş olan bir istidattır.. Ve yine inanıyorum ki bu istidat, ancak yakıp tutuşturduğunda ateş olabilen bir ateştir. İnanıyorum ki hayatımın yegane mânâsı, içimde taşımış olduğum bu ışık içinde yaşamak ve onu, görsünler diye, insanların önünde hep yukarda tutmaktır.." (30). İnsanın kendi derinliklerine doğru yol bularak içindeki gizli madeni bulmasına; bütün diyalogların başı olan "kendi benliği"yle temasa geçmesine bir set ve bir engel olmadığı "cehennem olan başkaları ve bir tuzak"tan bahsedilemediği sürece, insanın bu evrensel adımı atması, uyuyan hayat kaynağının canlanması zorunludur. Bu, içimizdeki "Allah'ın fıtratı"dır: İlahi kodlama. |
12 Şubat 2008, 20:11 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat [B]III. FITRATULLAH'IN UYANIŞI İstisnasız bütün insanların, ayni "Kudret eli" tarafından yaratılıp ayni hareketler ve hedefler için kodlanmış olmasına rağmen, kevni yasalara da muvafık bir biçimde, çok değişik toplum ve düzenler sistemine bağlı olarak, bazan, içimizdeki bu ateş yakıcılığını kaybedebilir. Bu nedenle, bir zamanlar çok dolu bir dünya sunan, hayat ve ümidin bizzat kendisini sembolize eden üstün değerler menba'ları, bu arada değerin en üst kaynağı olan Allah'a merbutiyyet duygusu da körelir, giderek dumura uğrar ve yok olur. Bunun yerine ikame edilmiş olan "profan ve seküler, yani, kutsal dışı ve dünyevi" değerlerin ve motiflerin, zaman zaman da "modern mitoslar"m kıskanç ve müsamahasız baskıları karşısında, Yaratan yaratılan münasebeti de unutulur. Hatta, insanların dimağlarında "lafz-ı bi medlül" (manası olmayan kuru lafız) durumuna düşer. Kur'ân-ı Kerim'de, Yüce Yaratıcı'nın, en şümullü ve mutlak'ı sembolize edici bir ifadeyle sunulmasından önce, keyfiyyetinin açıklamaları durumundaki isimler ve sıfatlarla tanıtımının gayesi de bu idi. Bu, imân dünyasının merkezinin müphem çağrışımlara ve zihnin sınırlı muhayyile gücüne havale edilmeksizin, tam bir dolulukla hissoluncaya kadar "neye?" den önce "niçin ve neden?"lerin başa alınmasıydı. Yani, en yalın ve en kâmil "Muarref" (Tarif edilen)in takdiminden önce, tarifler ile zihnimize ve kalbimize açılması.. Kur'ân'ın, gönülleri yeniden bir diriliş hareketiyle ihyasından önce "Allah" adı, müşrikler nezdinde, uluhiyyet ve rububiyyet fiilleri yok olmuş, artık yaratmak şe'ninden olmayan bir "uzak tanrı", sönmüş, hayatiyetini yitirmiş bir yıldız haline dönüşmüştü.. Ferdi ve toplumsal yapı ile, bu yapının oluşturduğu "kognitif" (zihni idrak ve idrak tarzı) sistemin yeniden düzenlenmesi, "uzak bir hatıra" ya dönüşmüş olan Yaratıcı kudret inancıyla onun beraberinde getirdiği kabullerin yeniden ihyası için Kur'ân, pek sık olarak evrendeki kudret tecellisine, hikmete, ince nizama, bilgi ve dirâyet yüklü kevni akışlara dikkat çeker... Bunun için, insanla beraber kâinattaki her hadise, bir vasıtadır. Kısaca, enfüsi âlem ile afaki âlem. Nitekim, vahiy çağının ilk dönemlerinde özellikle Rab isminin kullanılmasında da bu incelik yatmaktaydı.. Zira, "Allah ismi, müşrikler arasında "lâfz-ı bi medlül" durumunda idi. Rabb vasfının dolgun mânâsı, Kur'ân'ın ona verdiği muazzam aktivite ile son derece kemâle erip, Allah'ın en has vasfı haline gelince ve böylece Allah ismi olarak hakikatiyle tarif edilmiş olunca, uluhiyyet kendisini, daha fazla olarak "alem-i hass"ı olan Allah lâfz-ı celâli ile bildiren âyetler göndermiştir" (31). Bu şekilde, "Kur'ân, Rabb vasfını gerçek Uluhiyyetin dışındaki sahalardan alıp yükseltirken, öbür taraftan uluhiyyet mefhumu, Rububiyyetin zengin aktivitesi ile insanlar nezdinde değer kazanıyordu" (32). Bu hedefe ulaşırken Kur'ân-ı Kerim, fıtratın yoluna devam etmesini engelleyen perdeleri kaldırır. Böylece insana akıl ve kalbi üzerine gerilmiş olan perdeyi yırtmayı emreder ve afaki âlemdeki bedahetleri ortaya koyar. Kendi varlığının derinliklerindeki gerçek ile ayni menşe'den kaynaklandıklarına dikkat çekilerek, inkârı mümkün olamayacak bir açıklığa kavuşmuş olan (33) Hâlık'ın kudretinin tecelligâhları olan göklerin ve yerin yaratılışına (Ankebut, 61; Lokman, 25; Zümer, 38; Zuhruf, 9,87); gökten inen ve, ölen toprakların kendisiyle hayat bulduğu yağmura (Bakara, 164; En'âm, 99; A'raf, 57 ,vd); bulutlara (Bakara, 164; Ra'd,12; A raf, 157; Nur, 43; Rum, 48; Fatır, 9); dağlara (Taha, 105; Nebe', 7; Naziat, 32) vb. işârette bulunur. Çok açık bir ifadeyle onların da kendi fıtri yollarını izleyerek ilahi marifetin nurlarına gark oldukları, kendi kulluk yollarından ayrılmadıkları beyan edilir: "Görmedin mi ki, gökte olanlar, yerdekiler, havada kanatlarını çırparak uçan kuşlar, gerçekte hep Allah'ı teşbih ediyorlar, bunların her biri duasını da, teşbihini de bilmiştir..." (Nur, 41). Bu, Allah'u Teâlâ'nın, her varlığı yarattıktan sonra, onları yöneltmiş olduğu hidâyet yolunun (Taha, 50) ayniliğini göstermektedir. Objektif âlemin, çözümlenmesi zorunlu bir sembol, "âyet"; intizam içindeki bir "kozmos" olduğunu vurgularken, ilahi kudretin bütün yönlerden kuşatıcılığı açıklanır.. Kademeli bir şekilde, önce, dinleyeninin ilk alâkalanacağı hususla, bir şeyin, sert bir kayanın ta içlerinde bulunmasıyla, başlanır; sonra, dinleyene en ilginç gelecek şey olan ulvi âlemden yani göklerden bahsedilir; nihayet, müşahede eden için nesnelerin yer aldığı mekân olan yere yönelinir (34) ve tam bir katiyyetle şöyle denilir: "... yapılan iyi veya kötü iş, bir hardal tanesi ağırlığında olsa da bir kaya içinde, yahut göklerde veya yerin dibinde gizlense, Allah onu meydana çıkarır" (Lokman, 16). Bu yolla, akıl ve bedahet hislerine hitap edilerek, fıtratullah'ın yeniden hayat bulması hedeflenir.. |
12 Şubat 2008, 20:12 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat [B]"Fıtratullah" üzerindeki diğer müessir bir perde de, sorumlu olan ferdin içinde yaşadığı toplumun yerleşmiş gelenekleridir; yani, kendine göre değer yargıları üretme; kabul veya red yoluyla bir elemeye tâbi tutma gücünü elinde bulunduran yerleşik düzen, "Statuko".. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim, bu değerler bütününü, Hakk'ın tezahürünün en büyük engelleyicisi olarak görmekte; akli incelemenin, delillere tutunmanın, bilinçli ve insanca hayatın zıddı olan bu varoluş tarzını gözden düşürmek, değersizliğini ortaya koymak için de (35), zaman zaman şöyle buyurmaktadır: "Onlara, 'Allah'ın indirdiği Kur'ân'a tâbi olun' denildiği zaman derler ki: Hayır, biz atalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak, ona tâbi oluruz. Şeytan, onların atalarını cehennem azabına çağırıyor idiyse de mi?" (Lokman, 21).. Bu ve benzeri âyet-i kerimeler, fıtri hakikatin yol bulmasını, filizlenip kendisine verilen yaratılışı gerçekleştirmesini baskı altında tutan, onları tehdit eden bu tür davranıştan "toplumsal bir zindan" diye tanımlarken, kör taklidi, tefekkür ve düşünceden uzaklaşarak, kimi şahıslara tâbi olmayı yermekte, kötülemekte ve kınamaktadır. (...) Kör taklit, inadına taassub göstermek, hevâ ve hevese uymak, cahiliyye asabiyyeti, hayvanlara özgü bir cehâlet ve asılsız kuruntular... İşte bunların her biri akla, kalbe, fikre, irâdeye, duyup anlamaya, basiret sahibi olmaya, bunların peşinden gelen zahiri ve batıni idrak yetenekleri ile insani şuur, fıtri istidatlar, insanın yeryüzündeki halifelik vazifesi, vb. şeylere aykırı düşmektedir.. (36). Ancak, bütün harici baskı unsurları gibi, fıtratın kendi yolunu bulmasını engelleyen iç zindanların da kırılıp parçalanacağı toplumsal ön kabullerin çözülerek, fıtratın sesine uzanan şiirsel bir hassasiyetle kalbin, ruhun ve varlığımızın en derin duygu ve özlemlerinin sağanaktan boşanırcasına bir coşkuyla gerçek hürriyete kavuşacağı anlar da bulunmaktadır. Bu temas anları insanlık gelişiminin zirvelerini oluştururlar.. Kur'ân'da, insanın temel karakterlerinden birisi olarak "helu" vasfı zikredilmektedir; (Meâric. 19). Bu, onun mizaç ve davranışlarındaki istikrarsızlığı, dengesizlik üzere olmayı ifade eder. Ona, kendi varlığının sınırlarını ve imkânlarını gösteren; sınırlı ve sonlu bir varlık olduğunu hissettiren hadiseler geldiğinde çığlıklar koparan (Meâric, 20), ümitsizlikler içine düşen, ye's içinde boğulan (Fussilet, 49), uzun uzun duâ ve yakarışlarda bulunan (Fussilet, 51); ama kendisine yönelik bir tehdit bulunmadığı zamansa yan çizen (İsrâ, 83), daha önce hiç dua etmemişçesine (Yunus, 12), Allah ile olan kulluk bağını da sona erdiren (Meâric, 21) bir varlık.. İşte, refah ve rahatlık anları, bir anlamda fıtratı perdeleyen haller olurken, "kriz anları" diye niteleyebileceğimiz daha özel durumlar da, fıtratullah'ın tezahürüne, kula yakışan bir oluş haline, kendini yeniden bulmaya, asli hale dönmeye vesile olurlar. Bu açıdan Kur'ân’ı incelediğimizde, pekçok sahne ile karşılaşmaktayız. Bu sahnelerin bize sunduğu tema, hep aynidir: İnsan, güç ve kudretinin sonuna geldiğinde, bitiş ve tükenişin kanunlarına boyun eğmek zorunda kaldığında, onu kuşatan perdeler açılır, insâniyet cevherini kuşatan küller savrulur, âdeta bu küllerden yeni bir insan, daha doğrusu "yitirilmiş insan" doğar. Bu doğum, varoluşu alâkadar eden bir krizle başlayıp, sathileşmiş varoluşu ta derinliğine etkileyen, onu dönüştüren bir itmi'nân ve huzur halidir. "... Hatta siz gemide olduğunuz zaman, güzel bir rüzgârla, o gemi içindekilerle giderken, onlar sevinirler.. Derken bir fırtına çıkarak her taraftan dalgalar kendilerine gelince ve kuşatıldıklarını anlayınca, dini sadece Allah'a has kılarak ve samimi bir biçimde duâ ederler" (Yunus, 22). Burada, sadece, Allah'a duâ ederken ilahlarını O'na ortak koşmamak söz konusu değil, aynı zamanda ibâdette de hiçbir şeyi O'na şerik koşmamak söz konusudur. Çünkü, duâyı sadece Allah'a tahsis etmekle, "dinde muhlis" olunmaz" ((37). Dini sadece Allah'a tahsis etmek, şuur ve batın halleriyle beraber, en geniş anlamda, davranışların da aynı amaca yönelik olmasını gerektirir. Allah'a ihtiyaç duymayıp kendi kendine yeterlilik duygusu, Kur'ân'ı ifade ile "istiğna" (Alak, 7) ve benlik kulesinin çatlamasında, Kur'ân'ın sunuşuna göre, tabiat güçleriyle karşılaşmak birinci derecede müessirdir. Şu âyetlerde bunu, çok güzel bir biçimde müşahede etmekteyiz: "Onları, kara bulutlar gibi dalga sardığı vakit, dini sırf Allah'a has kılarak, O'na yalvarır ve duâ ederler" (Lokman, 32); "Gemiye bindikleri zaman, dini sadece Allah'a has kılarak, O'na duâ ederler" (Ankebut, 65). Tabii kuvvetlerin, âdeta insana, Fıtratullah'ı hatırlatması... Başlarına gelen bu türden büyük belâ ve musibetlerin, fıtratı perdeleyen hevâ ve taklidin hükümranlığına son vererek (38) onları, daha önce kendileri için uzak bir kavram, "lafz-ı bi medlül bir ilah" durumunda olan Rabb'e, Allah'a yöneltmesi şunu göstermektedir ki, "hayatlarının hakikaten tehlikede olduğunu sezdikleri zaman müşrik Arablar geçici bir tevhide başvuruyorlardı. ..."dini yalnız Allah'a has kılarak" cümlesine bakarak bu harekete "duâdaki bir içtenlikten" ibaret olmayıp, 'geçici tevhid' diyebiliriz. Zira Kur'ân'da birçok âyetlerde böyle duâ eden kimselerin, kıyıya vardıkları, karaya çıkacaklarından emin oldukları zaman derhal dönüp "Allah'a ortak koştukları" (39) belirtilir (Bkz. Ankebut, 65, vd). Kur'ân'ın, müşrik Arablar hakkında naklettiği bu durum, esasen bütün insanlığın herhangi bir kesitini, "prototip'ini oluşturur. Şöyle ki: Kendi varlığının eksiksiz ve mükemmel olmayıp, burada "zaman içinde" bir varlık; dolayısıyla da "fani ve sonlu" olduğunu anlayan her insan, mutlak olan Yaratıcı'ya, Allah'a döner, "din", duygusunu ve bağlanışını sadece O'na has kılar. Bu noktaya geldiğimizde, insan tarihinin, "Fıtratullah" ile onu engelleyen nefsi, akli, toplumsal perdeler arasında cereyan etmekte olan bir mücadeleye dönüşmüş olduğunu müşahede ederiz. İnsanda ve toplumlarda, ilahi âlemşümül Fıtratullah'ın tecellisine zemin hazırlayarak, gerçek gelişmeye ve kemâle ermeye bir araç olması muhtemel olan bu faktörler, menfi nitelikleriyle, bir tuzağa dönüşürler. Başka bir ifadeyle, kendisinde Fıtratullah saklı olan "insan" için, "cehennem" olur; onun için, "cehennem olan başkaları" haline dönüşür. |
12 Şubat 2008, 20:12 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat SON DEĞERLENDİRME Afâki oluş harikasının bekâsı, lâhuti sükun ve düzenin, nasıl kendine has fıtratına riâyetine bağlı ise, gerek fert gerek toplum olarak "insan"ın bütün anlarında ve durumlarındaki kurtuluşu da, makrokozmos'un fıtratıyla uyum içindeki kendi fıtratına riâyetine bağlıdır. Şurasını unutmamak gerekir: Kâinatın fıtri yasalarındaki bir gedik, genel nizamın esenliğini tehdit eder. Zamanın derinliklerinden beri gelen o anlamlı sükunet bozulur, kâinat çapında kaos ve anarşi başlar. Böyle bir korkunun insanın yüreğine düşmesi, bizi, yok olmak vehminin girdabına sürükleye bilir. Henüz karşılaşmadığımız bir kesinliktir bu. İnsanın fıtratındaki sapma veya sapmalar ise, bir dokudaki hücreleri yok eden "ölüm hücresi" gibi fert fert, cemiyet cemiyet, ülke ülke bütün dünyayı, kendi düzensizlik ve çarpıklığının bozuk mantığına boyun eğdirir, yok eder.. Bu ise, bir ihtimal değil, yüzyüze kaldığımız bir vakıa, tarihin mukadder bir kesitidir. |
12 Şubat 2008, 20:13 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Fıtrat DİPNOTLAR: 1) Ebu's-Suud, İrşâdu'l-akli's-Selim.VII. 60 2) el-Alüsi, Ruhu'l-meâni, XX1/29. 3) el-Alus; Ruhu'l-meâni, XX 1/38. 4) el-Kurtubi, el-Câmi li ahkâmi'l-Kur'ân, XIV/24. 5) Ebu's-Suud, İrşâd, V1I/60; el-Alusi, Ruhu'l-meâni, XXl/40. 6) Medâriku't-Tenzil, MI/12. 7) Tefsiru'l-Kur'ân'İ'l-Azim, MI/432. 8) et-Tefsiru'l-Kebir, XXV/120. 9) el-Alusi, Ruhu'l-Meâni, XXI/40. 10) İrşâd, V1I/60. 11) el-Kurtubi, el-Câmi, XlV/29. 12) er-Râzi, et-Tefsiru'l, Kebir, XXV/120. 13) el-Kurtubi, el-Câmi, XIV/31. 14) et-Tefsiru'l Merâği, XXI/46. 15) el-Kurtubi, el-Câmi, XIV/29. 16) el-Hatibu'ş-Şirbini, es-Sirâcu'l-Munir, 111/168. 17) er-Razi, et-TefSir, XXV/120. 18) K. Miras, Techd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, 4/532. 19) el-Kurtubi, el-Câmi, XlV/29. 20) Murıammed Kutub, İnsan Psikolojisi, çev. Akif Nuri, İst.l977.s283. 21) M. Kutub, a.e.. s.282. 22) H. Cazelles P.S.S.. Ecriture, Parole et Esprit, Desclee, Paris, 1970, s.165. 23) Cazelles, a.e.. S.166. 24) M.Arkoun, J. Le Goff, T. Fahd, M. Rodinson, l'Etrange et le Merveitieux dans I'İslâm Medieval, Paris, 1978,s.3 25) Jean Wahl, Tableau de la philosophie Francaise, Gallimard, 1962, s.30. 26) Wahl, a.e.. s.31. 27) M.Arkoun et collab.. l'Etrange, s.22. 28) Romain Rolland, Vie de Tolstoi, Hachette, 1921, s.85. 29) M. Arkoun et collab.. l'Etrange, s.21-22. 30) Roliand, Vie de Tolstoi, s.109. 31) Suat Yıldırım, Kur'ân'da Uluhiyyet, Kayıhan Yay.. İst.1987, s.94. 32) Yıldırım, a.y.. a.y. 33) el-Meraği, et-TefSiru'l-Merâği, XXl/ 92. 34) el-Alusi, Ruhu'l-Meâni, XXI/88. 35) el-Merâği, et-Tefsiru'l-Meraği, XXI/ 89. 36) el-Erâşiki, Tefsiru Sureti Lukmân, el-Mektebetu'l-İslâmiyye, Diyârbekr, s.88, 89. 37) Ebu's-Suud, İrşâd, İV/134. 38) Ebu's-Suud, İrsâd, VII/77. 39) Toshihiko İzutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Kevser Yayınları, Ank. s.97. |
12 Mayıs 2009, 10:19 | Mesaj No:10 |
RE: Fıtrat
Sen Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yaratılışta (Fıtratallah) verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (er-Rûm, 30/30). "Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalb vermiştir'' (en-Nahl, 16/78). | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Fıtrat | MERVE DEMİR | İslami Kavramlar | 3 | 04 Mayıs 2014 03:46 |
Fıtrat dinine dönüş /Mevlüt Hönül | Mevlüt HÖNÜL | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 21 Mayıs 2012 14:24 |
Kur’an’da Geçen Hanif ve Fıtrat Kavramları /Mevlüt Hönül | Mevlüt HÖNÜL | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 20 Mayıs 2012 23:06 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|