Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > İslami Kavramlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi:  12 Şubat 2008 (22:39), Konuya Son Cevap : 10 Kasım 2023 (07:29). Konuya 50 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 14 Şubat 2008, 21:07   Mesaj No:41
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


ENANİYETİN NELER KAYBETTİRDİĞİNİ FARK ETMEK
Enaniyetin ihlasa verdiği zararları hayatın her aşamasında görebilmek mümkündür. Diğer insanlardan daha büyük olduğu iddiasına kapılan bir insan, bu kimselerden gelecek her türlü eleştiri, uyarı ya da tavsiyeye kapalıdır. Karşı taraf kendisinin düşünemediği önemli bir konuyu hatırlatsa bile, üstünlük iddiası ağır basar ve kişi doğru olana teslim olmak yerine yanlış da olsa kendi dediğini savunur. Dolayısıyla da ihlastan uzaklaşmış, adeta nefsinin emrine girmiş olur. Oysaki böyle bir durum karşısında ihlasa uygun olan, kişinin haklı olduğu bir konuda bile karşı tarafın sözüne uyabilmesi, üstünlük sağlama arzusuna kapılmadan teslimiyet gösterebilmesidir. Bunun için gerekli olan ise öncelikle kişinin enaniyete sebep veren benlik duygusunu bir kenara bırakması, nefsini müdafaa etmekten vazgeçmesidir. Ancak o zaman Kuran ruhuna uygun bir tavır gösterebilecek ve ancak o zaman ihlasla hareket edebilecektir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde enaniyetin neden olduğu bu üstünlük sağlama ve haklı çıkma hırsına yönelik en etkili çözümün 'nefse taraftar olmadan müminlerin aklına teslim olmak' olduğunu hatırlatmıştır:
… Bu illetin yegane çaresi: Nefsini suçlu duruma düşürmek değil ve nefsine değil daima karşısındaki meslekdaşına tarafdar olmak. Fenn-i adab ve ilm-i münazaranın alimleri (terbiye, bilgi eğitimi ve karşılıklı konuşma ilminin alimleri) arasındaki doğruluktan, haktan ayrılmama ve bununla birlikte merhamet, adalet dairesinde hareket kaidesi olan şu: "Eğer bir mes'elenin tartışılmasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır." Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit o tartışmada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir mes'eleyi öğrenip, kazanç sağlamış olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, tarafdar çıkar, memnun olur. 29
İnsanın elde ettiği başarıları kendinden bilmesi de enaniyetten kaynaklanmaktadır ve ihlası zedeleyen bir tavırdır. Oysa insanlara aklı da yeteneği de veren ancak Allah'tır. "Dediler ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)" ayetiyle hatırlatıldığı gibi insanın Allah'ın kendisine öğrettiğinin dışında hiçbir bilgisi yoktur. İnsan Allah'ın yoktan var ettiği, aciz bir varlıktır. İnsanın güç getirebildiği herşey Allah'ın kendisine ihsanda bulunmasıyla ve kuvvet vermesiyle gerçekleşmektedir. Allah'ın sınırsız aklı, sonsuz gücü ve bilgisinin yanında, aciz bir varlık olan insanın elde ettiği başarıları kendinden bilmesi büyük bir gaflet olur. Ancak ne var ki, bir kez büyüklenme iddiasına kapılan bir insan tüm bu gerçekleri bir anda unutmakta, yaptıklarından kendisine pay çıkarabilmektedir. Elde ettiği başarılarla enaniyete kapılıp ihlastan uzaklaşabilmektedir. Samimi bir mümine yakışan ise dünyanın en üstün yeteneklerine sahip, en akıllı, en mükemmel insanı da olsa asla bunları kendinden bilmemesi ve enaniyete kapılmamasıdır. Eğer sahip olduğu tüm bu nimetlere rağmen aczinin farkında olarak hareket ederse, Allah ona daha da güzel nimetler ihsan edecek ve bu ihlaslı tavrından dolayı onu rahmetine, rızasına ve cennetine kavuşturacaktır. Oysa insanların büyük bir bölümü dünya hayatının bir deneme olduğunu unutup, kendilerine bir sıkıntı isabet ettiğinde Allah'a yönelir, sonra bir nimete kavuştuklarında ise nankörlük ederler. Nimetleri kendi kabiliyetleri sayesinde elde ettiklerini, bunun kendi başarıları olduğunu düşünerek çok büyük bir yanılgıya düşerler. Allah Zümer Suresi'nde şu şekilde buyurmaktadır:
İnsana bir zarar dokunduğu zaman, Bize dua eder; sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde, der ki: "Bu, bana ancak bir bilgi(m) dolayısıyla verildi." Hayır; bu bir fitne (kendisini bir deneme)dir. Ancak çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 49)
Yine enaniyetin etkisiyle insanların sıkça içerisine düşebildikleri bir başka hata da, 'ön plana çıkma hırsı'dır. Nefis insanı hayırlı işlerde ve salih amellerde dahi rahmani olmayan bir hırsa sevk edebilmekte ve makul gibi görünen mazeretlerle insanların ihlaslarını kırmaya çalışmaktadır. Said Nursi'nin "Hem ihlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, "Benden ders alıp sevab kazandırsınlar" düşüncesi, nefsin ve enaniyetin bir hilesidir." 30 Örneği ile dikkat çektiği gibi kimi insanlar karşılaştıkları bazı işlerde, o işin en güzel şekilde yapılmasından ya da sonuç bakımından fayda vermesinden çok "bu işi yapan kişi ben olayım" mantığıyla hareket ederler. Ön plana çıkma arzusunun ve enaniyetin hakim olduğu bu davranış ihlası tamamen zedeler.
Bediüzzaman'ın "…"Bu sevabı ben kazanayım, bu insanlara ben doğru yolu göstereyim, benim sözümü dinlesinler." diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve gücüne ve kardeşliğine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârane vaziyet alır. "Talebelerim ne için onun yanına gidiyorlar? Ne için onun kadar talebem bulunmuyor?" diye, enaniyeti oradan fırsat bulup, kötü bir huy olan makam mevki sevgisine meylettirir, ihlası kaçırır, riya kapısını açar." 31 sözleriyle ifade ettiği gibi aksi bir tavırda insan mümin kardeşine karşı bir rekabet içerisine girmiş olur. Güzel bir sorumluluğa bir başkasının talip olmasını ve bunu başarıyla sonuçlandırmasını istememek, bir anlamda da onun ecir kazanmasını, ahireti için fayda getirecek güzel bir sorumluluk yüklenmesini istememek demektir. Oysaki Kuran'a ve ihlasa en uygun olan tavır, diğer inananların ahiretlerine de vesile olmak, kendisi gibi onların da Allah'ın razı olacağı işlerde bulunmalarını teşvik etmek olmalıdır.
Müslüman kendisi ne kadar salih amelde bulunmak istiyorsa, onların da aynı şekilde ecir kazanmalarını ve ahiretleri adına güzel işler yapabilmelerini istemelidir. "Bu işi yapabilecek en ehil kişi benim", "bu işi ne kadar iyi yapabileceğimi görsünler de ne kadar üstün meziyetlere sahip olduğumu daha iyi anlasınlar" ya da "bu işi ben üstleneyim ki müminlerin gözünde iyi bir prestij ve makam elde edeyim" gibi düşüncelerle hayırlı bir işi bir hırs konusu haline getirmek ihlasa uygun olmaz. Bunun yerine bu işte bir başka mümine öncelik tanıyıp, onun ne kadar üstün özelliklere sahip olduğunu ön plana çıkararak güzel ahlak göstermiş ve ihlaslı bir harekette bulunmuş olur. Bediüzzaman Said Nursi enaniyet ve ön plana çıkma hırsına çözüm olacak şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
"Bu mühim illetin merhemi ve ilâcı: "Allah sevgisi" sırrıyla, hak yoluna gidenlere refakatla iftihar etmek ve arkalarından gitmek ve imamlık şerefini onlara bırakmak ve o Hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enaniyetinden vazgeçip ihlası kazanmak ve ihlas ile bir gram amelin, ihlassız kilolarca amele tercih olunduğunu bilmekle ve dolayısıyla mesuliyetlerini bilerek ve zararlı olan liderlik hırsından vazgeçmekle o illetten kurtulur ve ihlası kazanır, ahirete yönelik vazifesini hakkıyla yapabilir." 32
Said Nursi bu sözleriyle ihlasın önemine bir kez daha dikkat çekmekte ve ahiret yurdunu hedefleyen insanların enaniyet, liderlik hırsı ve rekabet duygusu gibi bencil duygularından sıyrılmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Bunun için söz konusu olan din adına yapılacak bir hizmet dahi olsa, ihlasından dolayı bunda bir başka mümine öncelik tanıyabilmesinin, onu ön plana çıkarabilmesinin ve onun başarılarıyla iftihar edebilmesinin önemine dikkat çekmiştir. Başkalarının kendisinden daha üstün olabileceğine inanıp, onlara teslim olabilmesinin ihlasa daha uygun olacağını hatırlatmıştır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:08   Mesaj No:42
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


RİYADAN KAÇINMAK
Riyakarlık, nefsin insanları teşvik ettiği Kuran dışı ahlak özelliklerindendir. Kuran ahlakı ise insana nefsindeki bu zaaflardan kurtulmasını ve bunların yerine dürüstlüğü ve samimiyeti yerleştirmesini emreder. Çünkü kişinin içinde sakladığıyla dışarıya yansıttığı tavrının farklı olmasını ve inandığı gibi hareket etmeyerek ikiyüzlü bir tavır sergilemesini ifade eden riya, ihlası ortadan kaldıran bir ahlak anlayışıdır. Bir insanın böyle bir samimiyetsizlik içerisine girip, içinde ve dışında iki ayrı karakter yaşatabilmesi imanı tam olarak kavrayamadığını, Allah'ı gereği gibi takdir edemediğini gösterir.
Allah, her yeri sarıp kuşatan, gizlinin gizlisini bilen, insanların akıllarından geçirdikleri düşünceleri duyan ve her an her yerde onlara şahit olandır. Bir insanın içinden geçirdiklerini saklayıp olduğundan farklı görünmeye çalışması, bu kişinin Allah'ın bu sıfatlarını unuttuğunun göstergesidir. Bu kişi tavırları ve konuşmalarıyla çevresindeki insanları her ne kadar memnun etse de Allah kalbindekini bilecektir. Allah'ın razı olmayacağı bir tavırda bulunmak ise O'ndan korkan bir insanın sakınması gereken bir durumdur. Belki böyle bir insan gösterdiği riyakar tavır ile dünya hayatında insanların beğenisini toplayacak ama ahiretten yana hiçbir kazanç elde edemeyecektir. Unutulmamalıdır ki dünya hayatında elde edilen menfaatler ahiret hayatınınkilerle kıyaslanamayacak kadar değersiz ve önemsizdir. Allah "… Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır." (Tevbe Suresi, 38) ayetiyle insanlara bu durumu hatırlatmıştır.
Riyakar bir ahlak içindeki kişinin tavırları samimiyetsiz ve yapmacıktır. Müminler ise Allah'ın dilemesiyle bu gibi özellikleri teşhis edebilirler. Özellikle de Allah'ın Kendisinden bir ilimle desteklediği elçileri, ikiyüzlü davranarak gerçek kimliğini gizleyen, çevresindekilere kendini olduğundan farklı tanıtan insanları yüz ifadelerinden ve konuşmalarından tanırlar. Ancak kimi zaman müminlerin arasında teşhis edilmeseler bile Allah bu kişilerin yapmacık ve samimiyetsiz karakterlerini bilmekte, söyledikleri her sözü duymakta, yaptıkları her hareketi görmektedir. Nitekim Allah bir Kuran ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
Göklerde ve yerde olanların tümünü bilir; sizin saklı tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilir. Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Teğabün Suresi, 4)
Müminin kendisini çevresindeki insanlara sevdirebilmek için riyakar bir tavra ihtiyacı yoktur. Çünkü kişiyi diğer insanlara sevdirecek olan Allah'tır. Hayatının her anında ihlasla Allah'ın rızasını kazanmaya çalışan bir mümini, tüm inananlar doğal olarak kalben sevip desteklerler. Güzel ahlaklı, samimi, dürüst ihlaslı ve içi dışı bir olan insanı sevmek müminlerin fıtratında vardır. Allah'ın rızası beraberinde kişiye müminlerin rızasını da kazandırır. Ama sadece insanların rızası için yapılan bir işte Allah'ın rızasından yana hiçbir kazanç sağlanamaz.
İşte bu nedenledir ki insanın nefsinin bu yöndeki telkinlerine kulak asmaması ve ihlası kazanabilmek için samimiyetsiz olan her türlü düşünce ve tavırdan arınması gerekmektedir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:10   Mesaj No:43
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


MAKAM VE MEVKİ HIRSINI TERK ETMEK
İnsanların sadece Allah'ın rızasını hedefleyerek, ahiret yurdu için ihlasla çaba sarf etmelerini engelleyen bir diğer neden ise, dünya hayatındaki makam, mevki, şöhret gibi maddi değerlere olan düşkünlüktür. Oysa maddi imkanlar, mal ya da mevki insana ahiret hayatında hiçbir şey kazandırmaz. Allah, Kuran'ın "Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." (Hucurat Suresi, 13) ayetiyle insanlar arasında üstünlüğün bulundukları makama ya da mevkiye göre değil, yalnızca 'takva'ya göre olduğunu bildirmiştir.
Böyle insanların durumunu Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde şu şekilde ifade eder:
"… Makam mevki sevgisinden gelen şöhretperestlik ateşiyle ve şan ve şeref perdesi altında insanların sevgisini kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enaniyeti okşamak ve nefsine bir makam vermektir ki, en mühim bir ruhi illet olduğu gibi "gizli şirk" tabir edilen riyakârlığa, bencilliğe kapı açar, ihlası zedeler…" 33
Makam ve mevkinin üstünlük sağlayacağı inancı cahiliye toplumlarına ait bir yanılgıdır. İmanı kavrayan bir müminin nefsinin bu yöndeki isteklerine itibar etmemesi ve üstünlüğü ihlasta ve samimiyette araması gerekir. Çünkü bu gibi arzulardan arınan bir insan dünyada kazanılacak tüm makamların üzerinde bir makama eriştirilecek, gerçek onur ve şerefin sahibi olacaktır. Bu durum Kuran'ın "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi 'onurlu-üstün' bir makama sokarız." (Nisa Suresi, 31) ayetiyle insanlara bildirilmiştir. Bu 'onurlu ve üstün' makama layık olabilmek için iman eden bir kimsenin yapması gereken şey "Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir…" (Fatır Suresi, 10) ayetiyle hatırlatılan gerçeğin şuuruna varmasıdır: İzzetin gerçek sahibi Allah'tır ve kişiye bunu kazandıracak olan tek şey de 'salih yani ihlasla yapılan ameller'dir.
Bediüzzaman Said Nursi de risalelerinde bu konuya önemle dikkat çekmiştir. Said Nursi, Allah'ın "… ayetlerimi az bir değere değişmeyin" ayetindeki hatırlatmasına değinerek ahirette ulaştırılacak olan onurlu ve üstün makamın yanında dünya hayatında elde edilecek olan makam mevki ya da şöhretin ne kadar değersiz olduğunu şöyle vurgulamıştır:
"… Ayetlerimizi az bir değer karşılığında değişmeyin. Ve yalnızca benden korkun." (Bakara Suresi, 41) âyetindeki şiddetli Allah'ın yasaklamasına nail olup, ebedi saadetin zararına manasız, lüzumsuz, zararlı kederli, kendini beğendirmeye çalışarak, sakil, samimiyetsiz ve ikiyüzlü bazı aşağılık hislerle ve küçük menfaatlerin hatırı için ihlası kırmakla; hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem Kurana hizmetlerine saldırı, hem imani hakikatlerin büyüklüğüne saygısızlık etmiş oluruz. 34
Makam ve mevki elde etmeye karşı duyulan bu arzu, kişinin yaptığı amellerde ihlaslı olmasını engeller ve kişiyi samimiyetsizliğe sürükler. Bu kişi bir yandan yaptıklarıyla Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmayı hedeflerken, bir yandan da insanlar arasında bir şeref ve itibar elde edeceğini düşünür. Bu da bile bile amellerini geçersiz kılmasına neden olur. İman eden bir kimsenin Kuran'daki bu hatırlatmaları dikkate alarak, nefsini dünya hayatının şan ve şöhretine yönelik isteklerinden arındırıp, Allah Katındaki izzet ve onuru kazanmaya çalışması gerekmektedir. Aksinde ise; "(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' "Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü." (Tekasür Suresi, 1-2) ayetleriyle hatırlatıldığı gibi insan nefsinin bu istekleri doğrultusunda ölümüne dek 'tutkuyla oyalanıp kendinden geçecek' ve bunların hiçbir fayda sağlamadığının farkına da ancak ahirette varabilecektir. Sırf nefsinin istek ve arzularını tatmin etmek uğruna yıllar yılı boş yere çalışıp boş yere yorulmuş ve ahirette de hüsrana uğramış olacaktır. Mümine yakışan ise henüz vakit varken nefsin bu kötülüklerinden arınıp ihlası kazanması ve Allah'ın razı olacağı ahlaka ulaşmasıdır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:11   Mesaj No:44
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


MAL VE CAN KAYGISINI TERK ETMEK
Nefsin bir özelliği de mala ve cana tutkuyla bağlı olmasıdır. Bu nedenle de nefs insanları sürekli olarak bu iki konuda hırsa kapılmaları yönünde teşvik eder. Ancak "Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz..." (Al-i İmran Suresi, 186) ayetiyle de bildirildiği gibi mallar ve canlar tutkuyla bağlanmak için değil, insanların denenmesi için yaratılmıştır. Allah bu dünyevi değerlerin peşi sıra gitmek yerine, bunları Allah'ın rızasını kazanma yolunda seve seve ortaya koyabilenleri cennetle müjdelemiş, büyük kurtuluş ve mutluluğa da ancak bu yolla ulaşılabileceğini şöyle bildirmiştir:
Hiç şüphesiz Allah, mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
İşte inananların, bu ayetin bir gereği olarak mallarını ve canlarını tutku haline getirmekten şiddetle kaçınmaları gerekir. Hiç şüphesiz nefisten bu yönde telkinler ve teşvikler gelecektir. Ancak Allah'ın bu vaadinin şuurunda olarak bir Müslümanın nefsine uyması mümkün değildir. Çünkü dünya hayatında maldan ya da candan yana kazanılabilecek hiçbir menfaat, sonsuz ahiret nimetleriyle kıyaslanamaz. Bu nedenledir ki Allah ayetinde "yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz" şeklinde buyurmaktadır. İnsan dünya hayatında kazandığı maddi değerlerden ancak çok kısa bir süre yararlanabilecek, ardından da hem bedenini hem de yığıp biriktirdiği malını ölümle birlikte terk etmek zorunda kalacaktır. Allah'ın ahirette verecekleri ise sonsuza dek insanın kurtuluşuna ve mutluluğuna vesile olacaktır.
Bediüzzaman Said Nursi insanların mala ve cana karşı duydukları tutkunun ne kadar beyhude olduğuna şu sözleriyle değinmiştir:
Hem mala ve cana karşı şiddetli bir hırs gösterir… bakar ki, geçici olarak onun nezaretine verilmiş o fani mal ve afetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya vesile olan o can, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakiki can olan manevi makamlar ve Hak'ka yakınlaşma dereceleri ve ahiret azığına ve hakiki mal olan salihi amellere teveccüh eder. Fena haslet olan geçici olan şeylere gösterilen hırs ise, âlî bir haslet olan gerçek hırsa dönüşür … 35
Bir başka sözünde ise mal ve can derdine düşen kimselerin, bunun insana bir faydası olmayacağını kavradıklarında düştükleri durumu şu şekilde ifade eder:
"… Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki; o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüd altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli olan endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakiki ve uzun ve gafiller hakkında taahhüd altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder. 36
Aksinde yani can ve mal kaygısına kapılındığında insanın halisane bir kalple Allah'a yönelebilmesi, Allah'a gereği gibi teslim olup, ihlasla hareket edebilmesi mümkün olmaz. Nefsinde gizlediği bu tutkular onu gizliden gizliye yönlendirecek ve Allah'ın rızasından yana değil, hep kendi menfaatlerinden yana davranmasına neden olacaktır. Örneğin malca ihtiyaç içerisinde olan bir kimse gördüğünde ona destek olup infakta bulunması gerekirken, o kendi menfaatlerinden yana tavır koyacaktır. Oysa ihlasa uygun olan, "Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9) ayetiyle de bildirildiği gibi ihtiyaç içerisinde bile olsa insanın malını bir başkasına seve seve verebilmesidir.
Aynı şekilde kendi nefsinin rahatı ve istekleri ona Allah'ın rızasından daha önemli gelecektir. Kuran'ın "De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24) ayetiyle böyle bir tercihin Allah Katındaki karşılığının hüsran olacağına da dikkat çekilmiştir. Rabbimizin, "Tereddi edeceği (başaşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamaz." (Leyl Suresi, 11) ayetiyle de bildirdiği gibi malı o kişiyi ahirette azaptan koruyamayacaktır. Ancak, "Sakınan ise, ondan uzak tutulacaktır. Ki o, malını vererek temizlenip-arınır. Onun yanında hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti (borcu) yoktur. Ancak Yüce Rabbinin rızasını aramak için (verir). Muhakkak kendisi de ileride razı olacaktır." (Leyl Suresi, 17-21) ayetlerinde de bildirildiği gibi ihlaslı davranan sonsuz nimetlerle mükafatlandırılacaktır.
Kuran'da mal gibi can kaygısına kapılarak ihlaslarını kaybeden ve Allah'ın rızasından uzaklaşan insanların durumuna da pek çok örnek verilmiştir. Peygamber kendilerini Allah yolunda canlarıyla savaşmaya çağırdığında kimileri 'güçlerinin yetmediğini' (Tevbe Suresi, 42) kimileri de 'sıcakta savaşmanın kendilerine zor geldiğini' (Tevbe Suresi, 81) öne sürerek nefislerinden yana tavır koymuşlardır. Bu mazeretleri öne sürerken kimisi Allah'ın adını anarak gerçekten güçlerinin yetmediğine dair yemin de etmiştir. Ancak Allah bu kimselerin yalan söylediklerini ve bu tavırlarıyla kendi nefislerini helaka sürüklediklerini bildirerek bu kişilerin samimiyetsizliğini ifade etmiştir. İhlasa uygun olan ise; "Ama Resul ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır." (Tevbe Suresi, 88) ayetinde dikkat çekilen salih müminlerin tavırlarında olduğu gibi, inananların hiçbir hesap yapmadan malları ve canlarıyla Allah'ın rızasından yana tavır koymalarıdır.
Allah bir başka ayetinde de müminlerden mallarını ve canlarını ortaya koyup, Allah'ın rızasını tüm bunların kazandıracağı çıkar ve menfaatlerden üstün tutan kimselerin, derece bakımından Allah Katında daha üstün tutulacağını bildirerek ihlas sahibi müminleri müjdelemiştir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cehd edenleri (çaba harcayanları) oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır. (Nisa Suresi, 95)
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:13   Mesaj No:45
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


TESANÜTLERİNİN NEDENİ İHLASLASLARIDIR
Kendi içlerinde ise büyük bir ihlasla Allah'ın rızasını aradıkları için hiçbir zaman bir kargaşa, anlaşmazlık ya da ihtilafla karşı karşıya gelmezler. Çünkü Allah'ın sözü birdir; Kuran ayetleri açıktır. Tüm inananların Kuran'a kayıtsız şartsız uyduğu ve her zaman Allah'ın rızasının en çoğunu kazanmaya yönelik hareket ettiği bir ortamda müthiş bir uyum ve düzen meydana gelir. Herkes ihlasla Allah'a ve Kuran'a itaat ettiği için tüm işleri akıcı bir düzen içinde kolaylıkla hallolur. Kendi menfaatleriyle çatıştıklarında her biri de dinin ve inananların menfaatlerinden yana tavır koydukları ve her zaman için kardeşlerinin nefislerini kendilerinkinden üstün tuttukları için müthiş bir tesanüt, birlik ve dayanışma ortamı oluşur. Bu birliğin oluşması için Müslümanların her zaman birarada olmaları da gerekmez. Önemli olan birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyor ve hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsunlar iman edenlerin sarsılmayacak bir manevi birlik oluşturmalarıdır.
Bu kişiler sonsuz ahiret arkadaşları olmaya niyet etmiş olmalarından dolayı derin bir sevgi, saygı ve sadakatle birbirlerine bağlanmışlardır. Bundan dolayı da asla rekabete, çekişmeye ya da ihtilafa imkan tanımazlar. Her ne zorluk ya da sıkıntıyla karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, Allah korkularından ve ihlaslarından dolayı asla yılgınlığa, gevşekliğe ya da iradesizliğe kapılmazlar. Birinde bir kusur olacak olsa, bir diğerinin imanı ve ihlası onu da o durumdan çekip çıkarır. Sürekli birbirlerine iyiliği emredip, kötülükten menettikleri için giderek imanları güçlenir, ihlasları ve dolayısıyla da kuvvetleri artar. Amaçları, çabaları ve duaları hep aynı olan ihlas sahiplerinin bu sarsılmaz güç ve kuvvetlerini Bediüzzaman Said Nursi bir sözünde şöyle bir örnekle dile getirmiştir:
… Çünki nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkid etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez.. belki birbirinin noksanını tamamlar, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine yardım eder; yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır. Hem nasılki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârane uğraşmaz, birbirinin önüne geçmeye çalışmaz, birbirinin kusurunu görerek eleştirmek suretiyle şevkini kırıp yılgınlığa uğratmaz. Belki bütün meziyetleriyle, birbirinin hareketini genel amaca yönlendirmek için yardım ederler, hakikî bir dayanışma ve bir birlik ile yaratılış gayelerine doğru yürürler. Eğer zerre mikdar bir saldırı, bir zorbalık karışsa; o fabrikayı karıştıracak, neticesiz meyvesiz bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak. İşte ey Risale-i Nur talebeleri ve Kur'anın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin üyeleriyiz.. ve sonsuz hayat içindeki ebedi mutlulukla netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz.. ve sonsuz güvenlik olan Cennete Muhammedin ümmetini (A.S.M.) çıkaran bir Rabbani gemide çalışan hizmetçileriz. 37
Bediüzzaman'ın verdiği bu örnek müminlerin arasındaki birlik ve beraberliğin anlaşılabilmesi açısından oldukça önemlidir. İhlaslarını zedeleyebilecek her türlü tavırdan arınmış olmalarından dolayı aynı fabrikanın çarklarının biraraya gelerek dev bir güç oluşturması gibi, onlar da sarsılmaz bir manevi kuvvet kazanırlar.
Bediüzzaman'ın müminlerin ihlas sırrına vakıf olmakla nasıl bir kuvvet artışı elde ettiklerini anlatan bir başka sözünde ise şöyle bir örnek vermiştir:
Elbette dört ferdden bin yüz on bir manevi kuvvet sağlayan ihlas sırrını kazanmak ile, dayanışmaya ve hakikate inanmaya muhtacız ve mecburuz. Evet üç elif birleşmezse etmezse, üç kıymeti var. Rakamların sırrı ile birleşse, yüz onbir kıymet alır. Dört kerre dört ayrı ayrı olsa, onaltı kıymeti var. Eğer kardeşlik sırrı ve birlik gayesi ve birleşme vazifesi ile denk gelip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi.. hakikî ihlas sırrı ile, onaltı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok tarihi olaya şahitlik ediyor.
Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî, samimî bir birlikte her bir ferd, diğer kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on gerçek birleşmiş adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır. 38
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:14   Mesaj No:46
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


İHLASIN KAZANDIRDIKLARI
İhlas, iman edenlere hem dünya hayatında hem de ahiret hayatında sonsuz nimetlere ulaşmaları için verilen büyük bir kuvvettir. Bediüzzaman'ın da söylediği gibi "mühim bir esas, en büyük kuvvet, en önemli dayanak noktası, en yüksek karakter ve en safi kulluk"tur. Dünya ve ahiret hayatındaki nimetlerin en büyüğü hiç şüphesiz Allah'ın rızasıdır.
Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmanın sırrı ise ihlastır. Allah, "De ki: "Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin Katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir." (Al-i İmran Suresi, 15)" ayetiyle korkup sakınanlar için ahirette en hayırlı karşılık olarak Allah'ın rızasının olduğunu müjdelemiştir ki, müminlerin dünya hayatlarındaki çabalarının nihai hedefi de zaten budur.
Birçok ayette ise Rabbimiz, Allah'a ve ahiret gününe iman edip yaptığı amelleri Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine bir yol sayan ihlas sahiplerini ve muttakileri rahmetine ve cennetine kavuşturacağını müjdelemiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah Katında bir yakınlaşmaya ve elçinin dua ve bağışlama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onları Kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar; Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 99-100)
Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir. (Kaf Suresi, 31-33)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:14   Mesaj No:47
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


DÜNYADA GÜZEL BİR HAYAT
Allah sonsuz ahiret nimetlerinin yanı sıra, dünya hayatında da ihlas sahiplerine çok güzel bir karşılık verir. "... Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." (Ra'd Suresi, 27)" ayetinde de bildirildiği gibi, Allah Kendisi'ne katıksızca yönelene yardım eder ve onu dosdoğru yola yöneltip iletir. Yine bir başka ayetinde ise Allah ihlas sahiplerine olan desteğini ve yardımını şöyle bildirmiştir:
"Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir." (Maide Suresi, 16)
Rabbimiz ihlas sahiplerine dünya hayatında da sayısız nimetler bahşeder. Onları inkar edenlerin kasvetli, sıkıntılı ve bereketsiz hayatlarından uzaklaştırır. Allah'ın Kuran'da, "Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz." (Nahl Suresi, 97) ayetiyle de bildirdiği gibi onları güzel bir hayat ile yaşatır.
Katıksızca Allah'a yönelen bir insan dünya hayatının tüm sıkıntılarından ve üzüntülerinden uzaklaşır. Sadece Allah'tan korktuğu için tevekküllü, huzurlu, güven dolu bir hayat sürer. Kınayanın kınamasından korkmadığı için dünya hayatına dair hiçbir endişesi ve tedirginliği olmaz. Bir tek Allah'ın rızasını hedeflediği için hiç kimsenin onu ye'se düşürmesi, gerginliğe sürüklemesi mümkün değildir. Yalnızca ahireti hedeflediği için dünya hayatının malı, mülkü onu tasalandırmaz. Ne malını, mülkünü artırmak ne de onları kaybetmek bu kişiyi bir korkuya, endişeye sürüklemez. Her zaman teslimiyetli, tevekküllü, itidalli, müşfik, sabırlı ve tevazuludur.
İhlas ve samimiyetle yapılan işlerde, insanların rızası, dünyevi çıkarlar ya da öne çıkma hırsı gibi konular hedeflenmediği ve sadece Allah'ın rızası arandığı için sonuç hep bereketli olur. Çünkü "Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır." (Nur Suresi, 55) ayetiyle de bildirildiği gibi Allah, Kendisine şirk koşulmadığında, insanların rızasından, dünyevi çıkar beklentilerinden arınıp katıksızca Allah'a yönelindiğinde, müminleri kesin olarak başarıya ulaştıracağını vaat etmiştir
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:15   Mesaj No:48
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


Sonuç

Allah, "Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık." (Sad Suresi, 45-46) ayetleriyle müminlere Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Hz. Yakub'u örnek vermiştir. Ayrıca, "Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi." (Meryem Suresi, 51) ayetiyle de Hz. Musa'nın ihlasın sırrına ulaşmış bir kimse olduğuna dikkat çekilmiştir. Bizlere düşen ise Allah'ın elçilerindeki bu yüksek ahlak üzerinde detaylı olarak düşünmek ve aynı onlar gibi ihlas sahibi kullar olmak için çaba sarf etmek olmalıdır.
Kuran'da ancak basiret gözleri körelip, kulakları sağırlaşanların Allah'ın ayet ve hatırlatmalarından öğüt almayacakları bildirilir. Gerçek müminler ise ayette de bildirildiği gibi, "… Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır." (Furkan Suresi, 73). Allah'tan korkup sakınanlar Kuran ayetlerindeki hikmetleri görebilmekte, onlardan öğüt alabilmekte ve ihlasa ulaşabilmektedirler. O halde Allah'ın bu hatırlatmasına karşı müminlerin duyarsız kalmaları mümkün değildir. Eğer bu güne kadar ihlasın önemini düşünmemiş bile olsa, insanın kısa bir süre içerisinde niyetini yeniden tazelemesi ihlası kazanması için yeterlidir. Bu niyet değişikliği Allah'ın izniyle o andan sonra yapılacak amelleri salih amele çevirip, bu kişiyi Allah Katında 'yaratılmışların en hayırlılarından' olabilme şerefine ulaştıracaktır.
Aksi, yani insanın Allah'ın rızasından yana yaptığı amellerini dünya çıkarlarını araya katarak kirletmesi ve bir parça irade kullanıp ihlası kazanmak varken amellerini geçersiz kılması büyük bir akılsızlık olur. Bu kişi belki yıllar yılı gece gündüz demeden çalışacak, kendini doğru bir yol üzerinde sanacak, ancak ihlası kazanmak için çaba sarf etmediği için katıksızca Allah'a yönelen kullardan olamayacaktır. Kehf Suresi'nde bu insanların durumu şu şekilde bildirilir:
De ki: "Davranış (ameller) bakımından en çok hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?" "Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 103-104)
Ancak kişi, geriye dönüp baktığında dünya hayatında geçirdiği onca seneden tek bir iz dahi kalmadığını görecektir; ne takdirlerini toplamaya çalıştığı insanlar, ne peşinde koşturduğu dünyevi idealler, ne nefsi, ne enaniyeti, ne de ihlasını kırmak için kendisini kandıran şeytan yanında olmayacaktır. Katıksızca Allah'a yönelmediği, imanına, hizmetine, ibadetlerine başka katıklar da katarak ihlasını zedelediği için Allah'ın huzurunda tek başına, yardımsız ve yapayalnız kalacaktır. Allah dünya hayatının nasıl büyük bir aldanış olduğunu Hadid Suresi'nde şu şekilde bildirir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
İhlası kazanmak için çaba sarf etmeyip, Kuran'ın ruhunu gereği gibi yaşamadığı için pek çok kişiye kıyasla daha çok çalıştığı, çabaladığı halde tüm yaptıklarının boşa gittiğini görmek mi? Yoksa niyetini, kalbini ve vicdanını temiz tutmakla, gönülden Allah'a yönelip O'na sımsıkı sarılmak ve O'ndan başka kimsenin rızasını gözetmemekle 'kesintisiz bir ecre' kavuşturulup, 'yaratılmışların en hayırlılarından' olmak mı? Elbette ki ikinci seçenek Allah'ı seven, O'nun dostluğunu isteyen ve O'na kavuşmayı uman bir kimsenin kayıtsız şartsız tercih edeceği tek seçenektir.
İşte bu nedenle biz de bu kitap ile Allah'ı seven, O'nun dostluğunu arayan ve O'na kavuşmayı uman tüm samimi iman ehlini, kurtuluşun sırrını ihlasta aramaya davet ediyoruz. Zira Bediüzzaman'ın sözlerinde de yer verdiği gibi ihlasla yapılan tek bir amel, ihlassızca yapılan binlerce amelden daha değerli olabilir. Ve unutmayın ki eğer niyetiniz halis, ameliniz salih ise Allah rızası için yaptığınız en küçük amel bile Allah Katında zayi olmayacaktır. Çünkü ayetlerde, "Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir..." (İsra Suresi, 25) "... Allah, muttakileri bilendir." (Al-i İmran Suresi, 115) buyrulmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Şubat 2008, 21:16   Mesaj No:49
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


<!-- message -->
2.Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.668
3. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.668
4. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.669
5. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.133
6. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.133
7. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.150
8. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.150
9. Risale-i Nur Külliyatı, Kastamonu Lahikası, s.134
10. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema, s.662-663
11. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.668
12. Risale-i Nur Külliyatı, Barla Lahikası, s.78
13. Risale-i Nur Külliyatı, Hizmet rehberi, s.169
14. Mesnevi-i Nuriye s.215
15. Mesnevi-i Nuriye s.215
16. Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Lahikası, Cilt 1., s.86
17. Risale-i Nur Külliyatı, Hizmet Rehberi, 81-83
18. Ramuz El- Ehadis, (Hadisler Deryasi), Musannif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s), Gonca Yayınevi, 80-16
19. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema. s.670
20. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema, s.160
21. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema. s.662
22. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema. s.669
23. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lemalar, s.157-158
24. Ramuz El-Ehadis, (Hadisler Deryasi), Musannif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s), Mütercim: Abdülaziz Bekkine (k.s), Gonca Yayınevi, 263-325. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.162
25. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.162
26. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema. s.156
27. Ramuz El-Ehadis, (Hadisler Deryasi), Musannif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (k.s), Mütercim: Abdülaziz Bekkine (k.s), Gonca Yayınevi, 423-7
28. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema,s.154
29. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.151
30. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema,s.158
31. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema,s.152
32. Risale-i Nur Külliyatı, 20.Lema,s.153
33. Risale-i Nur Külliyatı, İhlas Risaleleri, s.45
34. Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, s.160
35. Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, s.33
36. Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, s.33
37. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema,s.668-669
38. Risale-i Nur Külliyatı, 21.Lema,s.669

Harun Yahya
Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Nisan 2008, 19:05   Mesaj No:50
Medineweb Sadık Üyesi
Aysima - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Aysima isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1390
Üyelik T.: 16 Nisan 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 685
Konular: 242
Beğenildi:20
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart ihlas

Hayat insana aczini ve fakrını çok farklı şekillerde yaşatıyor. Hastalıklara, musibetlere, felaketlere karşı aczimiz, pek çok anda elimizden bir şey gelmemesi ihtiyarımızın zahiren elimizin yetiştiği yere kadar, hakikat boyutu ile cüz'i ve hiç hükmünde olduğunu ortaya koyuyor. Bu fakirlik ve acizlik içinde çok şiddetli baskılara, strese maruz kalıyoruz. Bazen hayat, kaldırmakta çok zorlandığımız ağır bir yük haline dönüşüyor. İşinden atılmış, eşi kanser tedavisi gören, birkaç ay önce annesi felç geçirmiş ve öksüren çocuğunu doktora götürecek para bulamayan insan, mülk boyutunun ağırlıklarını bariz şekilde omuzlarında hissetmekte, acziyetini ve fakrını en belirgin şekliyle yaşamaktadır. Bu acziyet ve fakrına karşılık bütün ailenin problemlerini çözmek gibi bir sorumluluğu iliklerine kadar hissetmektedir. Toplumun her ferdinde daha hafif ya da daha ağır şekilleri ile farklı tarzlarda ve boyutlarda acz ve fakr ile ulumsuz bir sorumluluk yüklenmenin ağırlığı ve stresi altında genel bir gerginlik, huzursuzluk ve tazyik hali kendini hissettirmektedir. Vefasızlıklar, sevgisizlikler, yolsuzluklar, enflasyon, işsizlik, istikbale yönelik bir güvenin olmayışı, gelecek endişesi, umutsuzluk ve daha bu türden pek çok problem acz ve fakrın yoğurduğu benliğimizin etrafını şarmış, her şey sanki "dehşetli düşmanlar" halini almış. Hayatımız "dağdağalı", her sabah kalktığımızda ne ile karşılaşacağımızın, ev dışında olan yakınımız eve gelene kadar başına bir iş gelip gelmediğinin endişesini taşıyoruz. Bütün bunlar benliğimizde büyük bir sıkıntı, "şiddetli tazyikat" oluşturuyor. Dindar insanların bunlara ek olarak karşı karşıya kaldığı, o­nları dinlerini yaşamaktan uzaklaştırma gayretleri, dünyevileştirme çabaları, Allah ve Resulünün yolundan uzaklaştırma çalışmaları ve bunların İslâmî bir kisve ile önlerine sürülmesinden doğan bid'alar bütün ağırlığı ile hissediliyor. Yanlış İslâm algıları ve kişiler adedince faklı tarzda İslam yaşayışları...

Hele hele ila-yı kelimetullah, emr-i bi'l-maruf gibi vazifeleri üstlenme konumundakiler zahiren "gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz" oldukları halde bu ağır şartlar içinde büyük bir vazifeyi omuzlamışlar. Öyle bir vazife ki, umumu ilgilendiriyor, vazifedarlar sanki kendileri için değil umum için yaşıyorlar, o­nlar için düşünüp, o­nlar için endişe ediyorlar ve akıllara durgunluk verecek bir fedakarlıkla kutsi bir hal sergiliyorlar. Dalgalarla boğuşan bir geminin kendi hayatını hiç düşünmeden, benliği ile ilgili en ufak bir endişe taşımadan, tek endişesi yolcuları selamet sahiline ulaştırmak olan mürettebatının ruh halini yaşıyorlar. Üstelik tahribin kolay olmasıyla ve geminin pek çok yerinde delikler açan tahripkarların bozduklarını tamirle vazifeli olduklarından sıkıntıları kat kat artıyor. Bu "vazife-i imaniye", "hizmet-i Kur'âniye" gerçekten ağır, çok büyük ve herkesi ilgilendiriyor. Ancak bir o kadar da kutsi. O yüzden böyle bir vazife ilahi bir ihsan, büyük bir lütuf. Bu lütfa mazhar olanlar umum içinde gayet az, vazifeleri çok ağır ve o­nlar da bütün insani acziyet ve fakrlarla maluller. Bu kutsi halde bile, bir balon gibi şişirilmiş benlik, geminin işleyişini kendi ile alakadar görüyor, kendini ve bütün mahlukatı kendine malik zannedip sebeplerin hakim olduğu bakış açısı ile mülke yön vermeye çalışıyorsa, büyük bir tazyik altında kalacaktır. Benlik balonunun etrafını saran tabiat ve sebepler balonu, şiştikçe benlik balonunu sıkıştırıp boğulacak duruma getirecektir. Gaye ne kadar kutsi olursa olsun, işleyiş benlik etrafında şekillendikçe aynı sıkıntılar, bunalımlar ve büyük tazyikat ruhta kendini hissettirecektir. Bu basınç altında ezilmekten kurtulmak ise ancak, şişirmeye ve bu şekilde üstündeki basınçla mücadele etmeye çalıştığımız benliğimizi, bir balon gibi içi boş-farazi-enaniyetimizi söndürmekle olur. o­nu daha fazla şişirme gayreti üstümüzdeki basıncı kaldırmaz, bilakis artırır. Benlik balonunun sönmesi ile varlığı tamamen o­nun üzerine kurulu, o­nun varlığı ile yine farazi bir varlık konumuna gelen tabiat ve esbap da sönecektir. Farazi ve şişirilmiş hakikatlerin, benliklerin, teşahhusatların, kesret ve katılıkların ortadan kalkması ile her şey aslına dönecek ve O'na dayanacaktır. Artık Kadir-i Zül'celal, Fatır-ı Hakim bütün o sıkıntıların, dalgalanmaların, mücadelelerin arkasında, balığın karnındaki Yunus Aleyhisselama gözüktüğü gibi gözükecektir. Ruhlar dünyanın boğuculuğu, bunaltıcılığı ve ağır stresinde büyük bir inşirah yaşayacaktır. Çölde, dudakları kurumuş birinin, bulduğu suyu midesine gönderirken ferahlığını bütün zerrelerinde hissetmesi gibi bir haldir bu.

İşte bu hal her şeyin Allah'tan beklenip, O'ndan istenip, O'nun için istenip, O'ndan bilindiği ihlas hali olmalıdır. Amellerde O'nun rızasının esas tutulduğu bu hal, o rıza karşılığında bütün dünyanın elin tersi ile itildiği ve bütün yaratılmışlardan yüz çevrilen ya da bütün yaratılmışları O'na çeviren bu hal, acz ve fakrımızın, azlığımızın, eksikliğimizin en rahatlatıcı ilacıdır. Dünyanın bütün hallerinde, özellikle de uhrevi hizmetlerde en temel dayanak, bütün zorlukları karşı en güçlü yardımcı bu ruh halidir. Çünkü "Ben"in "O"na dönüşü ile artık Sultan-ı Kâinat her türlü işimize imdat edici ve yardımcıdır. En zorlar kolaylaşır, imkansız kalmaz. Artık fıtri şeriat gereği yaratılış kanunlarına uymak şeklinde bir fiili dua durumuna geçen mülk boyutundaki işleyişlerden değil, Rahim-i Zül'celal'den medet beklenecek, vazife yapılıp vazife-i İlahiyeye karışılmayacaktır. Mülk boyutunda gözlenen başarısızlık, eksiklik, belirsizlik gibi hikmetin gereği olan haller ruhu boğmayacak, benlik, katılığını yitirdiği için tazyike maruz kalmayacaktır. İşte, yaşanan bütün sıkıntılar, üzüntüler, bunalımlar Rabb'ini tanımak içindir. Bütün bilgileri en kısa yoldan elde etmek, en açık şekliyle yaşamak yine O'na dayanmakla ve O'nun rızasını esas maksat yapmakla olacaktır. Zaten hakikat de esas itibariyle bu hali yaşamak değil midir? Bu hal hayatı, her fiili ve kalbimizden geçen her şeyi manevi bir duaya dönüştürecek ve Kudret'in imdadına en büyük vesile olacaktır. Artık dünyevi maksatlar bile büyük bir kolaylıkla ortaya çıkacak ve hayatın kendisi bir keramete dönüşüp, duamızın neticesi olarak bize ulaşan her nimet dahi büyük bir şükür vesilesi olup, kerametin verdiği hazza eşit bir ruh hali ile algılanacaktır. Mülk boyutunda, varlık aleminde insanın ulaşabileceği en yüksek nokta, sergileyeceği en ulvi özellik, yaşayabileceği en yüce duygular bu halde hasıl olmalıdır. Sanki, dünyada cennetin numune bir halini yaşamak gibidir. Bütün zorluklar kalkmış ya da hikmetli manalara dönüşmüş, ruh ve bedenin üzerindeki bütün ağırlıklar sanki erimiştir. Bu haldeki bir kulda ve o­nun yaşadığı kullukta artık hesap-kitap, menfaat beklentisi, sevgiye karşılık arayışı kalmamıştır. Karşılıksız bir muhabbet, her haline büyük bir memnuniyetle rıza gösterme ve O'ndan gelen her şeyi bir ni'met bilme hali vardır. İstemediği ve razı almadığı tek hal, bu durumun ortadan kalkması yani küfür ve dalalettir.

Başlı başına bu duyguları, bu teslimiyeti ve bu güzellikleri yaşamak bile hazzı tarifsiz bir mutluluk olsa gerektir. Mülk boyutunda yaşanan bütün sıkıntılar, bunalımlar ve en büyük üzüntüler bu hale ulaşma yolunda, hiç hükmündedir. Dağları delip Şirin'e ulaşan Ferhat'ın mutluluğu, bu mutluluğun yanında çok zayıf olmalıdır. Bu hali gerçek anlamı ile yaşayanlar ve Rahman-ı Zülcemal'e karşı samimi ve karşılıksız muhabbete ulaşanlar bu nedenle kendilerinden ve dünyadan geçmişlerdir. Karşılık beklememek ve benlik için istememek, benliği hakikat yolunda eritmek garip bir haldir. Öyle ki, batıl bir dava uğrunda karşılıksız verme hazzını yaşayanlar, sırf ihlasın hazzını bir nebze ruhlarında hissettikleri için hayatı ve cesedi davaları uğrunda hakir görebilirler. Bütün varlıkları olarak bildikleri cesetlerini ve o­nunla birlikte dünyalarını ateşe atıp yakabilirler. Bu halin kutsiyetine hürmeten ve ihlasın tesirine binaen Kadir-i Zül'celal mülk boyutundaki işleyişleri, kainat çarklarını o­nların muvaffakiyeti doğrultusunda değiştirebilir. Ve değiştirmektedir. İşte ihlas kimde olursa olsun Kâinat Sultanı'nın çok sevdiği ve O'nun sevmesi nedeniyle çok ulvi bir haldir. Bütün ruhların mülk aleminde talep edecekleri en yüksek nokta, yaşayabilecekleri en yüce duygu ve hissedebilecekleri en büyük haz bu olmalıdır.
__________________
''Gönlüm Sükût-u Ezber Eyledi...!''
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 4 Kişi okuyor. (0 Üye ve 4 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Sadien Duha insirah ihlas & Medineweb.net enderhafızım Sesli-Görüntülü-Dinle 1 18 Ocak 2022 07:21
Abdüssamed Ihlas & Medineweb.net enderhafızım Sesli-Görüntülü-Dinle 1 07 Temmuz 2015 14:33
Bediüzzaman: Kurban arefesinde 1000 ihlas okunur EyMeN&TaLhA Risale_i Nur (Said Nursi) 0 02 Ekim 2014 09:13
ihlas (kitabut tevhid) MusabBinumeyr Tevhid Ve Şirk Konuları 0 05 Mayıs 2012 21:46
Arefe günü bin ihlas okumak Seher Yeli Dua Bölümü 4 29 Eylül 2008 23:09

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.