Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > İslami Kavramlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi Emekdar Üye,Açılış Tarihi:  12 Şubat 2008 (23:39), Konuya Son Cevap : 10 Kasım 2023 (08:29). Konuya 50 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı1Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 12 Şubat 2008, 23:39   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İhlas

ihlas

İHLÂS

Sözlükte; temiz ve katışıksız yapmak, seçmek, samimiyet, içtenlik, gönülden bağlılık, hulûs-i kalp ile yapılan iş ve eylem, iyi niyetli olmak, içten pazarlıklı olmamak anlamlarına gelir.(1)

İhlâs kelimesi ile birlikte anılan diğer kavramlar, ‘muhlis’ ve ‘muhlas’tır. Muhlis, kendi iradesi ve gayreti ile ihlâsa kavuşandır. Muhlas ise, muhlisliğe ilaveten Allah tarafından kendisine ihlâs bahşolunan zat demektir.(2)

Terim olarak ise; tutum ve davranışlarda sadece Allah’ın rızasını gözetme, özün söze, sözün öze uyması, riyakâr ve ikiyüzlü olmama anlamlarına gelmektedir.(3) Bundan başka, amellerin riya ve gösterişten arındırılması, ibadet ve davranışları yalnız Allah’a has kılarak yapmak, başka düşüncelerden temizlenmek şeklinde de tanımlanmaktadır.(4)

Cenâb-ı Hakk bir âyet-i kerimede; “Dikkat edin! Hâlis din yalnız Allah’ındır.”(5) buyurmaktadır. Allah Rasûlü (s.a.v.) de bir hadîs-i şeriflerinde buyurmuşlardır ki: “Şu üç hususta bir müslümanın kalbi hıyanet ve hasette bulunmaz. Allah için ihlâs ile amel yapmak, devlet adamlarına samimi surette tavsiye ve nasihatte bulunmak ve her halükarda İslâm cemaati ile olmak.”(6)

İslâm’da, itikadî konuların ruhu tevhit, ibadetlerin ruhu ihlâs, dünyevî işlerin ruhu ise adalettir.(7) Yani ihlâs tevhit inancının özünü oluşturmaktadır. Bu sebepledir ki Allah Teâlâ’nın birliğini en güzel ve özlü bir biçimde anlatan sûreye “İhlâs sûresi” denilmiştir.

İhlâs, ancak ibadet ve itaatle sadece Allah Teâlâ’ya yaklaşmayı (takarrub) irade etmek suretiyle gerçekleşmektedir. Bir amelin Allah Teâlâ’dan başkası için, gösteriş amacıyla, halk tarafından sevilme ve meth-ü sena edilme gayesiyle ve Allah’a yaklaşma niyeti dışında herhangi bir maksatla yapılması ihlâsa mani olmaktadır.

İhlâs, riyanın zıddı olup kalbi, temizliğini bozacak düşüncelerden uzak tutmaktır. İhlâs, sahibini yine ihlâsa götüren bir ahlakî vasıftır. Bu yüzden Allah Teâlâ, “Kendilerine; dini yalnız Allah’a hâlis kılarak, O’na ibadet etmeleri emrolundu.”(8) buyurmaktadır. Yine ihlâs, salih amelin temel şartlarından biri olduğundan Allah Teâlâ, “Her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse, yararlı bir iş yapsın ve Rabbine yaptığı ibadete kimseyi ortak etmesin.”(9) buyurarak ibadetlerde riya kapısının kapatılmasını emretmektedir.(10)

Sehl b. Abdullah Tüsterî, riyanın bilinebilmesini ihlâs sahibi olma şartına bağlayarak “İhlâs sahibi olmayandan başkası riyayı tanımaz” demiştir.(11) Seriyyü’s-Sakatî ise bunu Allah’ın rızası açısından değerlendirerek, “Kim kendisinde bulunmayan bir şey ile halka süslü görünürse Allah Teâlâ’nın gözünden düşer.”(12) demiştir.

Öyleyse ihlâs için şu tanımı yapmak da doğrudur: “İhlâs; fiillerin insanların mülahaza ve takdirlerinden arındırılması ve korunmasıdır.”

Ebû Ali Dekkâk, ihlâsı sıdk ile birlikte değerlendirerek bu konuda şunları söyler: “İhlâs, halkın mülahaza ve ameli takdir etme arzusundan sakınmaktır. Sıdk ise, nefsin mütalaasından ve ameli görüp kendini beğenmişlik haline kapılmasında arınmaktır. İhlâs sahibi olan muhliste riya yoktur. Sıdk sahibi olan sâdıkta ise kendini beğenmişlik hali yoktur.”(13) Yani salik ihlâsla riya (başkalarına kendini beğendirme) halinden, sıdk ile de ucub (kendini beğenme) halinden kurtulmuş olmaktadır.

İhlâs ahlâkına sahip olabilmek için riya’nın yanı sıra, riyanın gizlisi ve kolay kolay anlaşılamayanı olarak kabul edilen ucub ahlâkından da sakınmak gerekmektedir. Bunu Ebû Yakup Sûsî şu sözüyle çok güzel ifade etmişlerdir: “İnsanlar, ihlâslarında ihlâs gördükleri zaman ihlâsları ihlâsa muhtaç olur.”(14)

Burada hemen kulun fiillerinin zahirde ve batında müsavi (eşit) olması demek olan ihlâsın alametlerini sıralamak faydalı olacaktır. Zinnûn-u Mısrî, şöyle bir sıralama yapar: “Şu üç şey ihlâsın alametleridir: Kişinin nezdinde halkın övmesi ve yermesi eşit olmak, amelde ameli görmeyi unutmak, âhirette sevap getireceğini hatırdan çıkarmak.” Ebû Ali Dekkâk ise “Her insanın ihlâsındaki eksikliği amelinde ihlâsı görmesidir.” der.

Devamında ise şunları söyler: “Allah Teâlâ, bir kulun ihlâsını riya ve kendini beğenmeden halis kılmayı murat ettiği zaman ihlâsından ‘ihlâsı görme’ keyfiyetini çıkarır. O zaman kul, muhlis (ihlâsa sahip olan) değil; muhlas (ihlâsa sahip kılınan) olur.”(15) Durum böyle olunca da ihlâsın neticesinde Mekhûl’ün dediği gibi, “Kırk gün ihlâs üzere bulunan hiçbir kul yoktur ki, kalbinden zuhur eden hikmet membaları dilinden dökülmüş olmasın.” tecellisi gerçekleşmiş olmaktadır.

Öyleyse ihlâsı sözde, fiilde, ibadette, hal ve hareketlerde gerçekleşmek üzere kısımlara ayırmak mümkündür. Ayrıca ihlâs, kulların dereceleri açısından da avam ve havasın ihlâsı şeklinde kısımlara ayrılmaktadır.

Ebû Abdurrahman Sülemî şöyle der: “İşlenen amelde hiçbir şekilde nefsin hazzı ve nasibi olmazsa bu, halkın (avamın) ihlâsı adını alır. Havasın ihlâsına gelince bu, Rableri tarafından üzerlerine tatbik edilen bir şeydir. Yani havas amel işler, fakat daima o ameli lütfedene önem verirler. İyi amelleri kendilerinden değil, Rablerinden bilirler.”(16)

Sehl b. Abdullah Tüsterî’nin “İnsanlara en ağır gelen amel!” olarak tanımladığı ihlâsın zorluğunun sebebi, nefse ait bir pay taşımamasındandır. Bu konuda Cüneyd-i Bağdadî şöyle der: “İhlâs, kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın. Şeytan ona muttali olmaz ki ifsat etsin. Heva ve heves onu fark edemez ki kendisine meylettirsin.” Zinnûn-u Mısrî de, “İhlâs, düşmanın (şeytanın) ifsat etmesinden muhafaza edilen ameldir.”(17) der. Yapılan bu tanımından ihlâsla yapılan her bir amelin hem meleklere hem de şeytana kapalı olduğu, sevabının sadece Allah’a ait olduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi amellerin değeri niyetlere göredir. Niyet de ihlâsla değer kazanmaktadır. İhlâs ve samimiyet duyulmayan bir niyete dayalı olarak yapılan amellerden bir fayda beklenmesi düşünülemez.(18) Öyleyse salikin en önemli görevlerinden biri de bütün davranışlarında ihlâsı gözetmek, ihlâsı ortadan kaldıran riya ve gösterişten uzak durmak olmalıdır.

İhlâs sahibi olmak isteyen bir salik bilmelidir ki, bütün güç ve kudret Hz. Allah’a aittir. Yapılan ibadet ve itaatler ancak O’nun yardımı ile gerçekleşmektedir. Hal böyle olunca kişinin amelleri sebebiyle benlik davasında bulunması yersizdir. Bu nedenle salik yaptığı ameller karşılığında bir ücret beklememeli, elde edebildiği karşılıkları, ulaşabildiği makam ve mertebeleri Allah’ın lütuf ve kereminin, fazl ve ihsanının neticesi olarak görmelidir.(19)

Kaynakça:
1. Gazâlî, İhyâ, c. IV, s. 350.
2. Kur’ân-ı Kerim’de her iki tabir de kullanılmaktadır. Bkz. el-Ğafir, 40/14; es-Sâd, 38/83.
3. Serrâc, Lum’a, 289.
4. Kuşeyrî, Risâle, 353.
5. ez-Zümer, 39/3.
6. İbn-i Mâce, Mukaddime, 18.
7. ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 446.
8. el-Beyyine, 98/9.
9. el-Kehf, 18/110.
10. YILMAZ H. Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, 178.
11. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
12. Kuşeyrî, a.g.e., 355.
13. Kuşeyrî, a.g.e., 353.
14. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
15. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
16. Kuşeyrî, a.g.e., 354.
17. Kuşeyrî, a.g.e., 354-355. Riya ve ihlâs konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Hâris b. Esed Muhâsibî, er-Riâye li-Hukûkillah.
18. YETİK Erhan, İsmail-i Ankarâvî Hayatı Eserleri, 196.
19. Ankarâvî, Minhâcü’l-Fukarâ, 172
.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Emekdar Üye 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Hz. Ali ile Fatıma'nın Aç Kalmaları İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2444 31 Temmuz 2008 02:53
Seleme bin el-Ekvâ'nın Hz Peygambere Ölüm Üzerine... Ölüm-Ahiret-Sırat-Mizan-Kader Emekdar Üye 0 2296 31 Temmuz 2008 02:52
Mekke, Savaşılmadan Nasıl Fethedildi? İslam/Dinler/Mezhepler Emekdar Üye 0 2714 31 Temmuz 2008 02:51
Hz. Peygamber'in Hac Esnasındaki Hutbeleri Hacc-Umre-Kurban GÖKCEN_AZRA 1 3053 31 Temmuz 2008 02:49
Bu Mübarek Zat kimdir ?? Hz.Muhammed(s.a.v) Mihrinaz 4 2876 31 Temmuz 2008 00:27

Alt 12 Şubat 2008, 23:41   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas

İHLÂS

Bir şeyi saf temiz ve arıtılmış hale getirmek. Kalbi saf etmek, çıkar ve şöhret amacı güdülmeyen, içten, riyasız, samimi sevgi ve bağlılık. Yapılan
İbadet ve işlerde gösterişe yer vermeme, ibadet ve taatda riyadan uzaklaşma hali ve kalbin safasına keder veren şeyden, kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızasını düşünmek, ona göre hareket etmek ve sadece Allah için ibadet etmek.
İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşünmemesidir. Ayrıca İhlâs, "kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmaktır" şeklinde tarif edilmiştir. İhlâsta Hakkın rızâsı talep edilir, yapıları işlerde, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gayesi güdülmez.
"Bir şey karışıklıktan arındığı zaman, temiz olur. Saf ve temiz hareketlere de ihlâs denir" (İmâm Gazzâ1î, İhyâ u'ulumi'd-din, IV, ş 379). İhlâs bir kalp hareketi ve ruhâni bir davranış olmaktadır. Kalbî davranışların makbul oluşu, niyet ve irademizin sağlamlığına bağlıdır. İhlâs, kalp sağlamlığının bir delilidir. Böyle olunca her işe başlandığı zaman niyette ihlas, yani her türlü dünyevî karşılık beklemekten uzak olmak gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın rızası ihlâs ile kazanılır. Yoksa ihlâs kişinin başarı ve becerileriyle elde edilemez. Bazen ihlas ile söylenmiş bir tek kelime ile kişi kurtuluşa erer ve Cenab-ı Hakk'ın rızasını elde edilebilir. Bazan bir tek adamın irşadı, bin kişinin irşadı kadar Allah rızasına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: "Ben Cebrail'den ihlâsın ne olduğunu sordum. Şöyle cevap verdi: Ben de Aziz ve Celil olan Allah'a: "İhlâs nedir?" diye sordum o şöyle buyurdu: "İhlas benim bir sırrımdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine koyarım."
Kur'an-ı Kerîm, ihlâsı lüzum, fayda ve neticeleriyle belirtmiştir. Buna göre ihlas, ibadet ve davranışta Allah'a özden bağlanmaktır. "Yaptıklarımızın mükâfatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası da size aittir. Biz ona özümüzle bağlanmışız" (el-Bakara, 2/139) ayeti, amellerinde sadece Allah'ın rızasını gözetenlerin hâlis insanlar olduğuna işaret etmektedir.
Böyle bir ihlâsı taşıyanlar, Allah'ın dininde ihlâslı ve samimi olan özyürekli kişilerdir. İhlâs ve samimiyetlerini ibadeti Allah için yaparak gösterirler, nefisleri hoşlanmasa da bu hallerine devam ederler ve Allah'a hamdetmekten geri kalmazlar (el-A'râf, 7/29; Yûnus, 10/22; Lokmân, 31/32; en-Nisâ, 4/46; ez-Zümer, 39/2, II, 14; el-Mümin, 40/14, 65).
İhlâs, fenalığı ve kötülüğü gideren bir fazilettir. "İşte biz ondan (Yûsuf'tan), fenalığı ve fuhşu gidermek için böyle yaparız. Çünkü o, bizim ihlâslı kullarımızdandır"(Yûsuf, 12/24) ayetinde, evdeki kadınla Hz. Yûsuf arasında geçen olayda ve kadının niyetinin neticesiz kalışında en büyük etkenin, Hz. Yûsuf'un ihlâsı olduğu görülmektedir.
İnsanlık için ihlâsın gereği her zaman emredilen bir keyfiyet oluşuyla da anlaşılmaktadır. Çünkü ihlas, ehl-i kitaba, yapacakları diğer ibadetlerle birlikte emredilmişti (el-Beyyine, 98/5).
İhlas, şeytanın kişiye süslemeye çalıştığı fenâlıklara ve insanları azdırma gayretine engel olan bir tutumdur. Bu durum şeytanın, "Yeryüzünde insanlara (fenâlıkları) süsleyeceğim, elbette onların hepsini azdıracağım. Ancak içlerinde ihlâsa sahip müminler bunun dışındadır" (el-Hicr, 15/40; Sâd, 38/83). Ayetlerinde ifadesini buları itiraftan anlaşılmaktadır.
Şirkten, kitabı ve peygamberi yalanlamadan, sapık yollara sapıp tevhit akidesine aykırı inanç düşünceler beslemeden dolayı gerçekleşecek ilâhî azaptan, "Allah'ın ihlâs sahibi kulları istisna" (es-Sâffât, 37/40, 74, 128, 160) sözedilerek azâbtan kurtuluşta ihlâsın yeri ve önemi belirtilmiştir.
Ahlâk önderleri peygamberler, varlıkları ihlâsla yoğrulmuş şahsiyetlerdir. Hz. Mûsâ, Hz. Yûsuf, Hz. İbrahim, Hz. İsmâil, Hz. Ya'kûb ve Hz. Peygamber (s.a.s)'in özellikleri anlatılırken Kur'an onları ihlâslı kullar olarak nitelemiştir (Meryem, 19/51; Yûsuf, 12/24; Sâd, 38/45, 46; ez-Zümer, 39/11). Çünkü Peygamberler davet ve tebliğlerinde daima, Hakk'ın, rızasından başka bir gaye ve maksat gütmeyerek, ihlâslarını ortaya koymuşlardır.
Fudayl b. İyâd (r.a): "Halk için ameli terketmek, riyadır; halk işin amel etmek ise şirktir. İhlas, Allahu Teâlâ (c.c)'ın bu iki şeyden seni afiyette kılmasıdır" diyor. Hz. Ebû Bekir (r.a) bir hutbesinde şöyle der: "Biliyorsunuz ki, malum bir ecelin peşinde gece-gündüz koşuyoruz. Allahu Teâlâ'nın (c.c) rızası için söylenmeyen hiçbir şeyde hayır yoktur. Aziz ve Celil olan Allah'ın (c.c) yolunda harcanmayan hiç bir malda hayır yoktur. Bilgiçlik taslayarak gurura kapılanlarda hayır olmadığı gibi, Allah (c.c) için yaptıklarında insanların kınamasından endişeye düşenlerde de hayır yoktur" (Kuşeyri Risalesi, İstanbul 1978, s. 3, 7).
Müminler bütün söz ve fiillerinde Allah (c.c)'ın rızasını gözetmek zorundadırlar. Eğer insanların hoşlarına gitmek niyetiyle amelde bulunurlarsa, kendi kendilerini helâk ederler. Nitekim Uhud savaşında Müminlerin en önde savaşanlarından birisi de Kuzman idi. Medine'deki hurmalıklarını korumak niyetiyle savaştığı için, Cehennemlik olmuştur (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Beyrut 1969, IV, 342). Hz. Peygamber (s.a.s)' şöyle buyurmaktadır: "üç hususta müslümanın kalbi hıyanet edemez: Allah için ihlâs ile amel yapmak, İslâm devletinin yöneticilerine samimiyetle öğüt vermek ve İslâm cemaatı ile birlikte olmak" (İbn Mace, Mukaddime, 18)
İhlâsın zıddı rıda ve gösteriştir. Bu da insanı şirke sürükler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Şüphesiz Cenab-ı Allah sadece kendisi için ve kendisinin rızası için olmayan bir amelden başkasını kabul etmez" (en-Nesâî, cihad, 24).
Şâmil İA.
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:42   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


İhlâs
Kişiyi (dünya ve âhireti için) çalışmaya, bu çalışmasında en iyi ve en doğruyu aramaya ve bu yoldaki zahmetlere katlanmaya râzı olmaya sebep olan birçok faktör vardır. Bunların bir kısmı bu çalışma esnasında görülecek kadar yakın, diğer bir kısmı da kişinin nefsinde derinleşip bilinmeyen unsurlardır. İnsanı çalışmaya bu unsurlar ittiği halde neredeyse tarafından bile bilinmezler.
İnsanları çalışmaya sevkeden malum unsurlar, hayatı devam ettiren genel esaslardır. En basiti, önünde çalışan birinde gördüğün; kendini sevmesi, huzur talep etmesi, mala olan hırsı, kibirlenmeye olan meyli ve cemiyette tanınma arzusu gibi şeylerdir. İnsanlar arasında olup biten tüm meselelerin, konşulan tüm hadiselerin esas sebepleri, kişilerin kibirlenmeleri, büyüklük taslamaları, başkalarını beğenmemeleri ve diğerlerini kusurlara konu yapma hadiseleridir. Gerçekten de bu gibi olaylar cemiyette ne kadar çoktur.
İslâm, kişinin hareketlerine karışan niyet, te'sir ve meyilleri titizlikle kontrol eder. İslâm'da bir amelin kıymeti, -herşeyden önce- onu yapmaya teşvik eden faktöre bağlıdır. Mesela: biri, insanların kalplerim celbetmek için büyük bağışlarda bulunabilir. Kendisine önceden iyilikte bulunanlara iyilikte bulunabilir. Bu şahsın verdiği bu iki bağış her ne kadar kendi iradesiyle olmuş ise de, İslâm'da sadakanın makbul olabilmesi için, niyetin nefsî şaibelerden âri bulundurulması ve sırf Allah rızası için olması şarttır. Kur'an bu hususta şöyle der: "Size ancak Allah rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir hediye isteriz ne de bir teşekkür. "(159)
"Malını hayra veren, gösteriş yapmayarak temizlenen... Onda (bu takva sahibinde) hiç kimsenin bir nimeti yoktur ki (yaptığı hayırlı amel) o nimete karşılık tutulmuş olsun. O ancak yüce Rabbının rızasını kazanmak için verir. Muhakkak o ileride (Allah'ın kendisine ihsan edeceği cennet nimetlerinden ötürü) razı olacaktır."(160)
Resulullah (s.a.v.) kalbirı müştekim olup değersiz isteklerden arınması hususunda şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki ameller niyetlere göre hüküm alır. Kişiye ancak niyetinin karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve Resul'ü için ise hicretinin sevabı da Allah ve Resulüne aittir... Kimin hicreti de elde etmek istediği dünya veya nikahlanmak istediği kadın için ise bunun hicret (sevabı) da bunlara âittir. (Buhari)
Binlerce yolcu, Mekke ve Medine arasını çeşitli maksatlarla kateder. Fakat dine yardım ve o uğurda kendini feda etme niyeti yolcu ile muhaciri birbirinden ayırır. İsterse her ikisinin yolculuk şekli de aynı olsun, durum değişmez.
Kim Mekke'den Medine'ye, dinini muhafaza ve orada bir devlet kurma niyetiyle giderse, işte o Muhacir olur. Fakat başka niyetlerle gidenin hicretle alakası yoktur. İyi niyet ile, yapılan amellerde, Allah rızasını kasdetmek, dünyalık âdetleri makbul ibâdetler mertebesine yükseltir.
Kötü niyetler de mutlak ibâdetleri kişinin hiç istifade edemiyeceği isyanlara çevirir. Bu uğurda katlanacağı tüm eziyetler de boşa gidip, hüsran ve zararla neticelenir.
Bir kimse, bağlık - bahçelik çok geniş bir alanda yüksek bir apartman diker içinde de sultanlar gibi oturur, yaptığı bu apartmanla da insanlara fayda sağlamayı niyet ederse kendisine bu apartmandan devamlı sevap gelir...
Bu hususta Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim zulüm ve kimsenin hakkına tecavüz etmeksizin bir ev yapar, bir ağaç dikerse, onlardan fayda sağlandığı müddetçe kendisine sevap yazılır." (161)" Bir müslüman, bir ağaç diker veya birşey ekerse insan veya kuşlar da ondan istifade görürlerse kendisine sadaka yazılır. "(162)
Hatta nefsin arzuladığı şeyler, iyi niyet ve güzel hedefler kastedilerek alınırsa, bunlar da ibâdetler hükmünü alır.
Bir insan, din ve namusunu muhafaza niyetiyle hanımıyla cinsî münasebette bulursa, kendisine ecir yazılır. Hadis şöyledir: "Sizden biriniz cinsî münasebette bulunması da sadaka hükmündedir. "(163)
Kişi; yediği, çoluk-çocuğu ve hanımına yedirdiğine iyi niyet eklerse bunlarla sevap kazanmış olur.
Sa'd bin Ebi Vakkas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah rızasını kasdederek infak ettiğin her şeyde sana ecir vardır. Hatta hanımının ağzına verdiğin lokma da bile. ..(164) "Kendi yediğin, çocuğuna, hanımına ve hizmetçine yedirdiğin senin için sadakadır." (165)
Kişi, yüzünü Allah'a çevirip, ihlasla işlere yöneldiği müddetçe, oturması, kalkması, uyuması kendisi için makbul ibadet sayılır. Bazen insan mâlî veya bedenî yetersizlikten dolayı arzuladığı hayrı yerine getirmekten âciz kalır. İnsanın nefsindeki herşeye muttali olan Allah (c.c.) onun bu acz ve çırpınmasını, bu ameli yapanların mertebesinde kabul eder. Cihada katılmayı can-ı gönülden arzulayıp bu konuda muvaffak olamıyorsa Allah (c.c.) ona mücahidlerin eriştiği rütbeyi verir.
Çünkü bunların bu samimi niyetleri, onların imkân bulamamalarının yerine geçip daha da makbul sayılmaktadır. Üsre savaşında Resulullah (s.a.v.)'in onları teçhiz ederek askerî imkânı olmadığı için onları orduya almadı. Onlarda gözyaşları dökerek geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Bunun üzerine şu âyeti kerîme nazil oldu "Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa sevk edesin diye sana geldikleri zaman kendilerine" Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum" demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kendilerinden gözleri yaş döke döke döndüler."(166)
Görüyorsun! Bu derin istek ve yüce akideyi yerinden oynatmak veya yok etmek mümkün müdür? Hayır...
Resulullah (s.a.v.) bunların îman ve ihlâsını savaşa katılan askerlere şöyle metheder: "Ashabımdan bir grup bizimle savaşa katılamayıp Medine'de kaldı. Onlar geçtiğimiz her vâdi ve yolda (manen) bizimleydiler. Çünkü özürden dolayı bunlar gelememişlerdi."(167) Evet, imkânsızlıklar onları oturttuğu için temiz niyetleri onlara mücahidlerin elde ettiği sevabı kazandırmıştır. Madem ki iyi niyet, sahibine böyle büyük sevaplar kazandırmaktadır, öyle ise kötü niyetler de sahibinin iyi amellerini, onu, "Veyle" müstahak edecek masiyyetler şekline dönüştürür (Veyl cehennemde bir vadi ismidir).
"İşte bu vasıflarla beraber (namaz) kılan (münafık)ların vay haline ki onlar namazlarında gafildirler onlar riyakarların tâ kendileridir."(168)
İhlassız ve riya ile kılınan namaz, hayırsız, ruhsuz bir ibadet olup sahibi için bir cürümdür. Zekat da böyledir. O, Allah rızası için ve isteyerek verilmediği takdirde makbul olmayıp, bâtıl bir amel sayılır. "Ey îman edenler! Sadakalarını, malını insanların gösterişi için harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan bir kimse için başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyin. Çünkü Onun hali, üzerinde bir toprak bulunup da kendine şiddetli bir yağmur isabet eden, bu suretle kendisini kaskatı bir taş haline bırakmış olan kaypak bir kayanın hali gibidir. Onlar (dünyada) istedikleri hiçbir şeyden (sevap) kazanmaya muktedir olamazlar."(169)
Üstü toprakla örtülü bir kayada bitki yeşermediği gibi, ihlassız bir kalbin de amelleri kabul görmez. Hiçbir şekilde kabuklar özün yerine geçmez. İhlas ne kadar büyük ve ne kadar bereketli bir haslettir ki o, küçücük bir ameli dağlar kadar büyüttüğü gibi koskoca amelleri de değersiz hale getirir. Bunun için Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Dinde ihlaslı ol, sana az amel yeter."(170) İyi amellerden dolayı kazanılan sevabın bazen 10, bazen de 700 kat... olması bu amellerin dayandığı ve Allah'tan başka kimsenin muttali olamadığı ihlas sırrından dolayıdır. Amellerin derecesi ihlasları ve insanlara olan faydasının çokluğu nisbetinde yükselir. İnsana suret ve dış görünüş birşey kazandırmaz. Allah (c.c.) ihlaslı ve gösterişsiz olan kullarından ameli kabul edip onları rızasına nail eder. Bunun dışında kalan dünya süsü ve benzeri çırpınmaların Allah katında değer ve önemi yoktur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Allah (c.c.) sizlerin cisim ve suretlerinize önem vermez. O, ancak sizin kalbinize önem verir."(l71) "Kıyamet gününde dünyada işlenen her şey getirilir. Allah (c.c.) rızası için olanlar kabul görür. Allah (c.c.) rızası için olmayanlar ise sahibiyle ateşe atılır."(172) Kim bu hakikatlerle hayatına yön verirse rahat bulup âhirete hazırlanmış olur. Yapamadığı ona zarar vermediği gibi âhirete göndermiş olduğu amellerden de endişe etmez. Resulullah (s.a.v.): "Kim muhlisâne ve Allah'a ortak koşmadan namazını kılar ve zekatını verir ve bu haliyle de bu dünyadan göçerse Allah kendisinden râzı olduğu halde göçmüştür". Bu hadisi şu ayet de tasdik eder. "Halbuki onlar, ancak Allah'a onu dininde ihlas sahipleri olarak, diğer bâtıl dinlerden İslâm'a yönelerek ibâdet etsinler, namazı gereği üzere kılsınlar ve zekatı versinler diye emrolunmuşlardır. İşte bu emredildikleri şey, dosdoğru hak dindîr."(173)
İhlas bilhassa şiddetli ve zor anlarda şahıs üzerine nurunu saçar. İnsan, heva ve hatalarından sıyrılıp Allah (c.c.)'a yönelirse; Onun cezasından korkup rahmetini de umar. Kur'an, şaşkınlık anındaki insanın korkusunu ve bu durumdan kurtulmak için Allah(c.c.)'a nasıl yöneldiğini şöyle tasvir eder: "De ki, karada ve denizde olan karanlıklardan (tehlikelerden) sizi kim kurtarır? O halde iken ki gizli ve aşikar Allah (c.c.)'a şöyle dua ederdiniz: "And olsun! Eğer bizi bu tehlikeden kurtarırsan muhakkak şükredenlerden olacağız" De ki: "Allah (c.c.) sizi o tehlikelerden ve bütün kederlerden kurtarır. Sonra yine siz ona eş koşarsınız."(174) Böyle bir ihlas geçici bir hâldir. İnsanda bazen bulunup, bazen bulunmayan hâller ahlâk değildir. Allah (c.c.) kullarından kendisini tam bir şekilde bilip takdir etmelerini, bollukta ve darlıkta ihlaslı bulunmalarım ve bu ihlaslarını içlerinde saklamalarını başka kimse için amelde bulunmamalarını ve kendisine olan bağlılıklarını yitirmemelerini emretmiştir.
Makam ve can sevgisi, methedilme arzusu ve başkasına kendini üstün görme hasletleri baş gösterince insanda ihlas nuru yavaş yavaş sönmeye başlar. Çünkü Allah (c.c.) tüm afatlardan arındırılmış amelleri kabul eder. "İyi bil ki, hâlis din ancak Allah'ındır."(175) İslâm'daki iyi hasletler tazeliğini korumaya muhtaç meyveler gibidir. Bunlar tüm âfet ve tehlikelerden uzak bırakılmalıdırlar. İslâm, iyi amellere riya karıştırmayı çok büyük bir âfet îlan edip, onu Allah (c.c.)'a şirk olarak telakki eder. Gerçekten riya amellere musallat olan âfettir. O, insanda bulaşıcı hastalığın mikrobunu yaydığı gibi yayıldığında, sahibini cehenneme sürükleyecek bir nevi putperestlik halini alır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Riya ile yapılan basit bir amel dâhi şirktir. Kim Allah (c.c.)'ın dostlarına düşmanlık ederse, Allah (c.c.)'a harp ilan etmiş olur. Muhakkak ki Allah (c.c.) kulları içerisinde iyi, muttaki, riyasız, hazır bulunmadıkları zaman aranmayan, hazır olduklarında bilinmeyen, kalpleri hidayet nurları misâli ve her zifiri karanlıkta ortaya çıkan mümin kullarını sever."(176)
İbn-i Abbas (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'den şu hadîsi rivayet eder: "Bir adam Resulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! ben herhangi bir meselede hem Allah (c.c.)'ın rızasını hem de insanlar indinde yerimin bilinmesini isterim" dedi. Resulullah (s.a.v.) şu âyet nazil olmadan ona cevap vermedi: "Kim Rabbına kavuşmayı arzu ediyorsa sâlih bir amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadette hiç kimseyi ortak etmesin."(177) İslâm'ın riya ve ihlassızlıktan doğan diğer amellere karşı takındığı bu kesin ve şiddetli tavır bu amellerin büyük fesat, şehvanî arzu ve gizli desiselere sebep olmalarından dolayıdır. Açık günahlar cemiyette cürüm meydana getiren cılız münkerlerdir. İnsanın geç veya erken, günün birinde bu günahların çirkinliklerinin farkına vararak dönmesi umulur. Fakat itaat n----- yapılan (ihlassız) günahları cemiyet ve bu günah sahipleri için korkunç kötülüklerdir.
Bu kötülükleri işleyenler Allah'ı râzı etme iddiasıyla şehvanî arzularını doyurmaya çalışmaktadırlar. Böyle bir günah işlendiğini nasıl kabul edip onlardan nasıl tevbe eder? Çünkü o, bu günahları hayır nâmına işlemektedir.
Büyük cemiyetlerde, münafık aydınlardan gelen dini musibetler avam tabakasından gelen bayağı günahlardan daha tehlikelidir.
Makam ve ilim sahiplerinin ihlaslarında samimi olmamaları ülkeleri viranelere ve çok gerilere götürür. Faziletleri nefsanî arzularla kirletmek bu faziletlerin değerini düşürmektir. Bu da ihlassızlığın neticesidir.
Yaptıklarını insanlar için yapıp Allah (c.c.) rızasını unutan gafil ne yaptığının farkında değildir. O, güç kuvvet,azamet ve ikram sahibi yüce Allah (c.c.)'tan yüzünü çevirip güçsüz -kuvvetsiz zavallı ve fukara olan insanlara yönelmektedir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim kıyamet gününde Allah (c.c.)'in tüm insanları topladığı bir anda bir münâdi şöyle seslenecektir: "Kim yaptıklarını Allah (c.c.) için değil de, herhangi biri için yapmışsa bugün yaptığının sevabını da ondan istesin. Çünkü muhakkak ki Allah (c.c.) böyle bir şirkte bulunanların şirkinden beridir."(178)
Komutan ve nefer, tüm askerlerin yaptıkları cihadı her türlü şüphe ve kinden uzak bulundurmaları gerek. Onlar tüm varlıklarını mukaddes bir davaya adamışlar. Böyle bir dava karşısında tüm makam, rütbe ve menfaatlar cılız kalır. Böyle mücahidler Allah indindekilerini tüm dünya metaına tercih etmeli, tüm gayretlerinde şeref ve izzetli fedakarlık misali olmalıdır.
Abdullah b. Amr b. As anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! Bana cihad ve gazadan haber ver, dedim" -"Ey Amr' ın oğlu
Abdullah karşılığını Allah (c.c.)'tan bekliyerek ve sabırla cihad edersen, Allah (c.c.) seni sabırlı ve ihlaslı bir şekilde hasreder. Yok eğer riya ve ganimetleri toplamak niyetiyle savaşırsan, kıyamet gününde Allah (c.c.) seni bu halinle hasreder. Ey Amr'ın oğlu Abdullah; Hangi hal ve niyet üzere savaşırsan o halinle haşrolursun. "(179)
Bütün yetkililer, ellerinden gelen tüm hizmetleri sadece Allah (c.c.) rızası ve nıüslümanların yararına yapmalılar. Hayvanlar günün belirli saatlerinde, yemeleri karşılığı çalıştırılırlar. Bazen insan da şerefli makamından hayvan seviyesine iner ve sadece maaş karşılığı çalışır. Fakat akıllı kişi, fikir ve gayretine büyük paha biçer. Ve onu daha şerefli bir yerde kullanır. Üzüntüyle belirteyim ki yığınlarca görevli, sadece mal ve (üstleri gözünde) yükselmek mantığıyla çalışmaktadırlar. Dünya ve âhiretleri, rıza ve öfkeleri, çırpınma ve gayretleri sadece bu mantık ölçüsüyledir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Âhir zamanda insanlar üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka sadece Allah rızâsı için ibâdet edecek. Bir fırka sırf gösteriş için ibâdet edecektir. Diğer fırka da insanlardan faydalanmak için ibâdet edecektir. Kıyamet günü Allah (c.c.) onları bir yerde topladığında, insanlardan faydalanmak için ibadet eden fırkaya şöyle diyecektir. "İzzet ve Azametim hakkı için söyle bakalım. Bana ibâdet etmekten maksadın ne idi?" "O, İzzet ve Azametin için insanlardan faydalanmak için ibadet ediyorum," diyecek. Allah (c.c.): "Sana tüm yaptıkların fayda vermedi" diyecek ve "Onu cehenneme atın," buyuracak. Sonra da Allah (c.c.) riya ile ibâdet edene: "İzzet ve Azametim hakkı için, söyle bakalım. Bana ibâdet etmekteki maksadın ne idi?" buyuracak. O, -"İzzet ve Azametime yemin ederim ki insanlara gösteriş olsun diye ibâdet ederdim," diyecek. Bunun üzerine Allah (c.c.): Bu yaptıklarından, bana hiçbir şey ulaşmadı. Öyle ise bunu da cehenneme " atın, buyuracak. Allah (c.c.) en son olarak kendi rızası ipin ibâdet edene "İzzet ve Azametim için söyle bakalım. Bana ibâdet etmendeki maksadın ne idi?" -"O, izzet ve Azametime yemin ederim ki yaptıklarımı benden daha iyi bilirsin. Ben, ibâdetlerimi sırf senin rızân için yaptım, diyecek. Allah (c.c.): "Kulum doğru söylemiştir. Bundan dolayı onu cennete götürün," diye emir buyuracatır. "(180)
Köklü bir İhlasın en fazla lâzım olduğu yer, kültür ve ilim alanıdır. Çünkü Allah (c.c.)'ın insanoğluna verdiği en büyük şeref, Ilim'dir. En büyük rezalet, kişinin bu şerefli rütbeye kötülük, fitne ve şehevî arzularda sarfetmesidir. Bugün dünyanın çektiği birçok musibet varsa o da, kötü âlimlerin yüce ahlâk ve şerefli seciyyelerini kaybetmelerinden dolayıdır, islâm, âlim-talebe herkese ilme sarılmayı ve herşeyden önce yüce hedef ve umumi maslahatlar için gayret göstermelerini farz kılmıştır. Bu zamandaki çoğu insanların yaptığı gibi sadece mal ve şahsî menfaatler için öğrenmek, hakikatta bu ulvi makamlarla istihta etmek ve ilmin asıl rütbesini heder etmektir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Kim Allah (c.c.) rızası için talep edilmesi gereken bir ilmi, menfaat için taleb ederse cennet kokusunu alamaz."(181) islâm, aynı zamanda insanlara kibir taslamak, tartışmak ve gürültü yapmak niyetiyle ilim taleb etmeyi de yasaklamıştır. Bu konudaki hadis şöyledir: "Alimlere karşı öğünmek, düşük kimselerle tartışmak ve oturma meclislerinde sevgi görmek niyetiyle (maksadıyla) ilim talep etmeyin. Kim bu maksatlar için taleb ederse, ona ateş vardır."(182)
Dünyevî ve uhrevî tüm dallarıyla ilim, ancak değersiz arzulardan sıyrılma ve sadece hakkı arama niyetiyle olursa, çoğalıp arzu edilen hedefe ulaşır. Bu durum, âlim ve talebelerin çok zor durum ve geçim sıkıntılarına maruz bırakılmaları demek değildir. Çünkü halisane niyyet, sahibinin güçlük ve eziyetlere katlanmasını gerektirmez.
İhlassızlıktan neş'et eden manevî hastalıklar çoktur. Bunlar başıboş bırakılırsa îmanı yok ederler. Bazı gedikler bırakılınca da şeytan hemen oralardan nüfuz eder. Allah (c.c.): mal, makam kulluğu ve bunlara benzer riyakar ve menfaatperest inanlara buğzeder. Müslümana yaraşan, Allah (c.c.) yolunda tüm arzu ve taleblerini feda etmesidir. Yoksa Allah (c.c.) rızâsını böyle basit şeylere feda etmek değil.
Firavn'un sihirbazları, sağlam inanç ve yüce ihlas için büyük misal teşkil eder. Çünkü onlar, mal ve makam sevgisini ayaklar altına almış, korkmadan dünya arzularını terkedip tağûti bir hükümdar olan Firavn'a şöyle demişlerdi: "Artık neye hakim isen hükmünü ver. Sen hükmünü ancak bu dünya hayatında geçirebilirsin. Biz günahlarımızı ve bizi zorladığın sihri yarlığaması için Rabbımıza gerçek îman ettik. Allah'ın (c.c.) sevabı senden hayırlı azabı da seninkinden daha süreklidir."(183)
Dünya metaını değersiz bilip Allah (c.c.) yolunda çalışanlar ile kıymetsiz dünya menfaatleri ve hakir arzuları için dini oyuncak haline getirenler arasında ne kadar da büyük fark vardır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:43   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


Ihlasin maddi gucu

İ'la-yı Kelimetullah (Allah'ın dinine, İslâm medeniyetine hizmet); birbiriyle uğraşmak ve cedelleşmekle değil; ekonomik güç, ilimde terakkî ile mümkün. Bunlar da ancak ihlâs ile elde edilir. Zira;

"Bu dünyada, özelikle âhirete yönelik hizmetlerde en mühim bir esas, ihlâstır. En büyük bir kuvvet, ihlastır. En makbul bir şefaatçi, ihlâstır. En metin bir istinat noktası, ihlâstır. En kısa hakikat yolu, ihlastır. En makbul manevî bir duâ, ihlastır. Maksatlara ulaşmada en kerâmetli (harika) vesile, ihlastır. En yüksek bir haslet, ihlâstır. En safi kulluk, ihlastır."1

Unutmayalım ki, bütün duygu ve hasletlerimiz potansiyel bir enerji kaynağıdır. Onları, düşünce ve imanımızla harekete geçirebilir, yükseltebilir, yönlendirebiliriz. Çünkü ruhî olgunluk neticesinde duygu ve duyularının enerjisini kontrol edebilme mahareti gösteren evliyanın kerâmeti (olağanüstü, harika hali) olduğu gibi, halis niyetin ve samimiyetin, ihlâsın dahi kerâmeti vardır.2

Düşüncemizi bilek, kol, pazu, omuz, el ve ayağımıza odaklaştırdığımızda o uzvumuz normalin üstünde bir güç kazanmaz mı? İhlasımızın gücünü de bu metotla yükseltip faaliyet ve hareketlerimize yansıtırsak harika işler başarırız.

İhlâs, diğer duygularımız gibi şarj edilebilen bir enerji kaynağıdır. Bedenimiz elektrik ve sair enerji türleri, ruh ve düşüncelerimizle de duygu üretiriz. Bu duygularımızı samimiyet, dürüstlük, doğruluk ve içtenlikle birleştirirsek, ihlasın gücü ortaya çıkar. İmanımız ve samimiyet derecemiz ne kadar yüksek ise, ihlasımız da o nispette güçlü olur.

İhlasla işine sarılan, harika sonuçlar alır. Anne babaların yüksek şefkat ve fedakârlıkları3 ve olağanüstü enerjileri, dayanma ve savunma güçleri, ihlas gücünün delilidir. Onlar, yavruları için gösterdikleri fedakârlık karşısında maddî çıkar veya nefis hesabına ne kazanıyorlar? Hiçbir şey! Hatta hesapsız maddî kayıplar, nefsî lezzetlerden mahrum kalıyorlar.

Şu halde, onca fedakârlıklara katlanacak güç/kuvvet/enerjiyi kazandıran şey nedir? Hiç şüphesiz ki, ihlâslı şefkatleridir& Korkak tavuğun yavrularını korumak için köpeğe, tilkiye saldırmasındaki güç de ihlâsa dayanır. Maddî güç ve imkândan mahrum bir avuç sahabinin (Peygamberimizin arkadaşlarının), insan hak, hürriyet ve adaleti hâkim kılması; Bediüzzaman'ın dünya çapında eserler ortaya koyması; Edison gibi kâşiflerin harika buluşlar yapması, ısrarlı ve halis samimiyetin/ihlâsın sonucudur.

İhlâsta, işin büyüğüne küçüğüne değil, fonksiyonuna bakmak gerekir. Bir civata veya çivi küçüktür, ama çark kadar önemli vazifeler görmektedir. Sonuç itibarıyla bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır&

Bu sırra binaen ihlas, zerreyi yıldız yapar, denmiştir. Çünkü vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Sonuç, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaksa, ihlasla yapılan küçük bir şey, büyüktür.4 Yani hazinesi dolu padişah, fakir insanların getirdiği hediyenin değerine bakmaz, samimiyet ve bağlılığına bakar.

Bediüzzaman, ihlasın müthiş gücünün sırrını şöyle tasvir eder:

"Üç elif ittihat etmezse (bir araya gelmezse) üç kıymeti var. Sırr-ı adediyet ile ittihat etse yüz on bir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, on altı kıymeti var. Eğer kardeşlik sırrı ve ve maksatta birlik ve görevde beraberlik ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dört bin dört yüz kırk dört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi, hakiki sırr-ı ihlas ile, on altı fedakâr kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i mâneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuât-ı tarihiye şahadet ediyor.

"Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakiki, samimî bir ittifakta her bir fert, sair kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakiki müttehit adamın her biri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır."5

Öyle ise, herşeyde olduğu gibi, müessesenin güçlenmesi veya gazete tirajı için de, ihlasa öncelik vermeli. Çünkü, en büyük güç ihlâstır. Gerisi lâf u güzaftır...



Dipnotlar:
1- Lem'alar, s. 163.; 2- Barla Lâhikası, s. 15.; 3- Lem'alar, s. 201.; 4- Age., s. 159.; 5-Age.,
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:44   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


İhlâsın dinî anlamı, gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah'a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir. İmtihan ve kulluk için gelinmiş olan şu alemde, bir Müslümanın kendi olarak var olabilmesi için olmazsa olmaz faziletlerden birisi ihlâstır. Hatırlanacağı üzere, Hz. Âdem (as)'in yaratılışı ve kendisine meleklerin secde etmesi münasebetiyle, mel'un İblis'in anlatıldığı kıssada, Meleklerden farklı olarak İblis, Yüce Allah'ın, Adem (as)'e secde emrine kibirinden dolayı uymayarak fıska düşmüş, neticede dergah-ı ilahîden ebediyyen kovulmuş ve kendisine kıyamete kadar da mühlet verilmişti. İlgili âyetlerde İblis, insanoğlunun Yüce Yaratıcı'sına karşı isyan etmesi için her türlü yola başvuracağını, pek çoğunu azdıracağını yemin ederek dile getirmiştir. Bütün kin ve nefretini kusmasına ve kendisinden pek emin görünmesine rağmen, Allah'ın bazı kullarını saptıramayacağını da itiraf etmiştir. İşte Şeytanın iğvâlarının kendilerine ilişemediği, tesir icra edemediği ve İblis'i çaresiz eli boş bırakan bu insanlar, Allah'ın ihlâsa erdirdiği, ihlâs sahibi müminlerden başkası değildir.
Meseleyi en genel manada resmeden İblis'in iğvasından ve hilelerinden korunmuş kimseleri anlatan âyette geçen "Allah'ın muhlas kulları" ifadesinin tefsiri de konumuz açısından önemlidir. "İblis, Yâ Rabbi dedi, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlâsa erdirdiğin kulların müstesnâ, onların hepsini azdıracağım…!" (Hicr, 15/40-42) Bu kıssanın anlatıldığı bir diğer ayette muhlas kulların bazı sıfatları zikredilmek suretiyle şöylece tefsir edilmektedir: "Aslında, iman edip Rab'lerine güvenen ve dayananlar üzerinde onun (şeytanın) bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu, ancak onu dost edinenler ve onu Allah'a ortak koşanlar üzerindedir" (Nahl, 16/99-100). Anlaşıldığı gibi muhlas kullar, iman edip Allah'a dayanan ve Onu vekîl olarak tanıyanlardır.
Kur'an-ı Kerim'de :"(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez" (Zümer, 39/2- 3). Bu âyetteki ed-din, genel itibarıyla Allah'a, ibadet ve itaatte şirk koşmamak olarak tefsir edilirken "ed-dinü'l-hâlis" ise, şirkten arınmış, şirk bulaşmamış din ve diyanet şeklinde açıklanmıştır. İlk âyette ihlâs ile ibadet emredildikten ve İslâm veya Allah'a karşı kulluk diyebileceğimiz dinin mahiyeti belirtildikten sonra, devam eden âyetlerde mesele zıtlarıyla karşılaştırılarak daha da anlaşılır hale getirilmektedir. Yani ihlâsa zıt bir ibadetin ve dinin mahiyeti gözler önüne serilmektedir. Bu ise putlara Allah'a yaklaştırsınlar diye tapınmak olan şirktir.
İhlâs suresinin muhtevasına, isimlendirilişine ve faziletine ait rivâyetlere bakıldığında da, ihlâs teriminin, tevhid anlamını içerdiği açıktır. Zaten bazı alimler, ihlâsı tevhid ile eşdeğer görmüşlerdir.
Kuşeyrî, ihlâsı genel olarak yapılan ibadetin son derece huşû içinde gerçekleşmesi olarak açıkladıktan sonra, nefis, kalp ve ruh olmak üzere ihlâsın üç mertebesi olduğunu belirtir. Nefisle gerçekleşen ihlâs, ibadetin eksiksiz kusursuz eda edilmesidir. Kalp ile ihlâs, kişilerin onun ibadetini görmesini görmemek, riyadan uzaklaşmaktır. Ruh ile ihlâs ise, manevî beklentilerden arınmaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in Dilinden İhlâs, Allah dostu Cüneyd-i Bağdadî (k.s.)'nin sufî tarifinde ifade edildiği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in bir remzidir. Büyük Veli, sufî'yi şöyle tarif eder: "Sufî, İbrahim (a.s.)'ın kalbi gibi dünyevî kaygılardan selamet bulduğu halde Allah'ın emirlerine itaat eden bir kalbe sahip olan kişidir. Yine sufî, teslimiyeti İsmail (a.s.)'ın teslimiyeti, hüznü Davud (a.s.)'ın hüznü, fakrı İsa (a.s.)'ın fakrı, münacattaki şevki, Musa (a.s.) şevki gibi olan kimsedir. Ve ihlâsı da Muhammed (s.a.s.)'in ihlâsı gibi olan kişidir.
Pek çok hadis-i şerifte, ihlâsın niteliği ve önemine vurgu yapılmıştır. Bir defasında Allah Resûlü, "Benim şefaatim ihlâs ile 'lâ ilahe illallah' diyenleredir. Çünkü muhlis olanın kalbi dilini, dili kalbini doğrular."
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:45   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


İhlâs, iman kadar amel için de önemli bir yapı taşıdır. İhlâs amelin özü mesabesindedir. Bu sebeple bir hadis-i şerifte bu durum şöylece ifade edilir: "Ey insanlar biliniz ki (mü'min) kalpler şu üç şeyde hainlik yapmaz (onları tam olarak yerine getirir). Ameli sırf Allah rızası için yapmak, idarecilerin hayrını istemek, Müslümanların cemaatine bağlı kalmak. Zira Müslümanların duası onları arkalarından kuşatır." (Darimî, Mukaddime 24.)
İbadetin özünde ,duanın önemli bir yeri olduğu gibi, ibadet ve duanın kabülünde de ihlâsın önemli bir yeri vardır. Bir keresinde, "Bir müslümanın cenaze namazını kıldığınızda onun için ihlâsla dua edin." (Ebû Davud, Cenaiz 60) diye tavsiyede bulunan Resûlullah bir başka hadisinde ise "Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Allah sadece amelin halis olanını kabul eder." (Münâvî, 1/217) diyerek amellerin ihlâs merkezli olmasına dikkatleri çeker. Yine "Dini hayatında ihlâslı ol, az da olsa ihlâslı amel sana yeter." (Münâvî, 1/216) buyurur. Peygamber Efendimiz bir kısım hadislerinde de ihlâs kelimesini zikretmeksizin içeriğine vurgu yapmıştır: "Şüphesiz Allah sizin suret ve dış görünüşlerinize değil; kalplerinize bakar." (Müslim, Birr 33; İbn Mâce, Zühd 9) İhlâs bir kalp amelidir ve Allah
Bir defasında Resûlullah, arkadaşlarının yanına geldiğinde, onlara "Sizin hakkınızda beni, Deccal'in şerrinden daha çok endişelendiren bir kaygımı haber vereyim mi" buyurmuştu. Onlar da, "Buyur Ey Allah'ın Rasulü" diye mukabele etmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, "Bu gizli şirktir ki kişinin namaz kılmaya kalktığında kendisini görenler için namazını güzelleştirmesi allayıp pullamasıdır." (İbn Mâce, Zühd 21) diye cevap vermiştir. Bu hadisin benzeri diğer iki rivâyette ise, şirk-i hafî yerine şirk-i sağîr ifadeleri yer almaktadır (Müsned, 2/30). Küçük şirk veya şirk-i hafî ise, müslüman bir ferdin, dinî bazı iş ve amelleri yaparken, Allah'ın dışında kişilerin rızasını hesaba katmasıdır ki İslâmî terminolojide, riya terimiyle ifade edilmektedir.
Hz. Peygamber'in riya ile ilgili hadislerinden birinde "Sizin hakkınızda kaygılandığım küçük şirkten sizi uyarırım" buyurulur. Küçük şirk nedir diye kendisine sorulduğunda ise "riyadır" diye cevap verir ve devamında "Yüce Allah, amellerinin karşılıklarını görecekleri günde kullarına şöyle buyuracaktır: "Dünyadayken yaranmaya çalıştığınız kimselerin yanına gidin, bakın onlardan bir karşılık görecek misiniz?" (Tirmizî, Nüzûr 3; İbn Mâce Fiten 19) Yine bir hadiste "Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiç bir amel kabul edilmeyecektir." (Müslim, İman 148,149; Ebû Davud, Libas 26) buyurulmaktadır.
Abdullah el-Ensârî'ye göre ihlâs, amelin her türlü yabancı şeylerden arındırılması, dupduru edâ edilmesi olarak tanımlamakta ve üç derecesinin olduğu belirtilmektedir: Birinci derece, Kişinin amelini kendinden bilmekten, ona güvenmekten, yetinmekten ve karşılık beklemekten kurtulmasıdır. İkinci derece, kişinin bütün gayretiyle amel etmesine reğmen amelinden haya duyması, nefsiyle değil de Allah'ın fazlı ve keremiyle irtibatlandırmasıdır. Üçüncüsüne gelince Amelini ilme tâbi kılıp kendisini de hakkın hükmüne teslim etmesi, mâsivadan kurtulmasıdır.
Sonuç olarak denilebilir ki ihlâs, kişinin kalbî ve bedenî olmak üzere bütün ibadet ve amellerinde, nefsine pay çıkarmaması, hattâ ihlâsını dahi görmemesidir. Evet özetle ihlâs, doğru, samimi, katışıksız, dupduru olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma ve yaşama halidir. Diğer bir deyişle gönül safveti , fikir istikameti ,Allah ile münasebetlerinde dünyevî ve uhrevi garazlardan uzak kalma ve tam bir sadakatle kullukta bulunma halidir.
(Müsned, 2/307) buyurmuştur. Yine "Kim kalbini, imanın dışındaki şeylerden arındırır, sadece imana tahsis ederse kurtulur" buyurarak inancın niteliği açısından ihlâsın önemini beyan etmişlerdir. da kalplerin değişim ve temayüllerine göre insana değer verir.
Abdulkadir Yılmaz
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:45   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas

İHLAS VE RİYA HAKKINDA BÜYÜKLERİN SÖZLERİ

Hasan-ı Basri Hazretleri buyuruyor ki :
Öyle adamlara yetiştim ki şöhret korkusu ile kendisinin ve etrafındakilerin istifade edecekleri hikmetli sözlerden vazgeçerlerdi..."

Yolda giderken halkı rahatsız eden bir şeyi gördüğünde şöhret korkusuyla onu temizlemezdi.


Gösterişçi kıyamet günü dört isimle çağrılır.

Ey riyakar !
Hilekar !
Zarar veren !
Ahlaksız !


Bu isimlerle çağrılarak ‘kim için amel ettinse , git mükafatını ondan al , bizim nezdimizde senin bir
mükafatın yoktur’ denir.

Hz. Ali (r.a) buyurmuştur ki :

Gösterişçinin üç belirtisi vardır.

1 -Yalnız kaldımı amelinde tembelleşir .
2 -Halk içindeyken gayrete gelir.
3 -Övüldüğü zaman amelini çoğaltır, yerildiği zaman amelinde gevşer.


Fudayl Hazretleri(r.a) buyuruyor ki:

[B]"Selefi salihin yaptıkları amellerle gösteriş yapmazken şimdiki insanlar ,yapmadıklarını yapmış gibi
göstererek riyakarlık ediyorlar."


İkrime Hazretleri (r.a) buyuruyor ki:
"AllahüTeala kulun ameline vermediği mükafatı niyetine verir, zira niyette riya söz konusu değildir."

Ebu Ümame El Bahili mescidde bir adamın ağladığını görünce;
‘ey adam sen sensin,burada ağlamana ne lüzum var, evinde ağlasan daha iyi olmaz mı? dedi


Lokman (a.s) oğluna şöyle demiştir:
"Oğlum kalbin katı olduğu halde insanların hürmet etmesi için kendini Allah’tan korkar gibi göstermeye çalışmaya."


Sehl İbn-i Abdullah Et-Tüsteri(k.s) buyurduki .

riya üç kısımdır:

1-Bir işi Allahü Teala'dan başkası için yapıp ,Allah için yaptığını anlatmaya çalışmak.bu imandaki
şüpheden kaynaklanan bir nevi münafıklıktır.

2-Bir şeye Allah için girip , başkası tarafından görününce sevinmek,bundan tevbe eden kul
yaptıklarının hepsini iade etmelidir.

3- Bir işe ihlasla girip Allah için bitirmek fakat sonra duyulduğunda milletin mehdine sevinmek.
İşte Allahü Teala'nın nehyettiği riya budur.


Lokman hekim oğluna buyurmuştur ki:
"Riya amelinin karşılığını dünyada beklemektir."

Allahın dostları ise ahiret için amel etmişlerdir..o zaman kendisine riyanın ilacı nedir ? diye sorulduğunda
‘ameli gizlemektir’ buyurdu. ‘Peki amel nasıl gizlenir? diye sorulunca: ‘Açık yapmaya mecbur olduğun
amelleri ancak ihlas ile yap, açıklamaya mecbur olmadıklarını ise Allah’tan başka kimsenin görmemesini
iste. Milletin gördüğü amelini amelden sayma’.


Eyyüb Es Sahtiyani Hazretleri :
Amellerinin bilinmesini isteyen kişi akıllı değildir’ buyurmuştur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:46   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


Kur'an'da İhlas

Hayalinizde iki insan canlandırın. Bu insanların her ikisine de dünya hayatında Allah'ın rızasını kazanabilecekleri kadar bir süre tanınmış, doğrudan ve yanlıştan yana her şey anlatılmış olsun. Bu kişiler hayatlarının sonuna kadar dinin gereklerini yerine getirip, görünüşte Müslüman’ca bir hayat sürsünler. İkisi de her konuda başarılı, iyi bir işe ve aileye sahip, sevilen ve sayılan birer insan haline gelsinler. Bu iki kişinin yaşantılarına şahit olan insanlara, hangisinin hayatta daha "başarılı" olduğunu soracak olursanız, 'en çalışkan ve en atak olanı ya da en çok çaba harcayanı' gibi yanıtlar alabilirsiniz. Ancak dikkat edilirse "başarılı" kelimesini tanımlayan bu cevapların, Kuran'a göre değil de dünyevi kıstaslara göre verilmiş olduğu anlaşılacaktır. Kuran'a göre ne çok çalışmak, ne çok yorulmak, ne de insanlardan saygı ve sevgi görmek bir üstünlük nedeni değildir. İnsanları Allah katında üstün kılan özellik imanları, Allah rızasını kazanmak için yaptıkları salih ameller ve tüm bu amelleri yaparken kalplerinde sakladıkları niyetleridir. Allah bu durumu bizlere Kuran'da söyle bir örnekle açıklamıştır:
"Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O' na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver." { Hac Suresi, 37}
Ayette belirtildiği gibi Allah adına bir hayvan kesen kişinin yaptığını Allah katında değerli kılan, bu kişinin takvası, yani Allah korkusudur. Bir insanın Allah'ın adını anarak kestiği hayvanların etlerinin ya da kanlarının -eğer insan bunu Allah rızası için yapmıyorsa- Allah katında bir değeri yoktur. Önemli olan insanın bir salih amelde ya da bir ibadette bulunurken bunu salih bir niyetle yapması ve Allah'a karşı samimi olmasıdır. Dolayısıyla kişiye Allah katında değer kazandıran sadece yaptığı iyilikler, yerine getirdiği ibadetler, gösterdiği tavırlar, söylediği güzel sözler değildir. Tabi ki bunlar her Müslüman’ın hayatı boyunca yapması gereken salih davranışlardır ve her birinin hesap gününde güzel bir karşılığı olacağı umulmaktadır. Ancak asıl önemli olan kişinin tüm bunları yaparken Allah'a karsı ne kadar samimi olduğudur. Önemli olan yaptığı islerin çokluğu değil, insanın İhlasla ve samimi bir kalple Allah'a yönelmesidir.
İhlas, "insanın yaptığı isleri, hiçbir menfaat gözetmeksizin, başka hiçbir beklenti içerisine girmeksizin sadece Allah emrettiği için yapması"dır. İhlas sahibi bir insan yaptığı her iste, attığı her adımda, söylediği her sözde, ibadetinde ya da günlük hayatında gönülden Allah'a yönelir ve katıksız olarak O'nun rızasını hedefler. İşte bu da ona güçlü bir iman verir ve onu 'takva' sahibi bir insan haline getirir. Kuran'da insanların Allah katındaki asil üstünlük ölçülerinin de bu olduğu bizlere söyle açıklanmıştır:
... Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. { Hucurat Suresi, 13 }
Kuran'ın pek çok ayetinde "sadece Allah'ın rızası gözetilerek" yapılan salih amelin önemine dikkat çekilmiştir. Ancak buna rağmen kimi insanlar bu konunun önemini göz ardı ederler. Bir işe baslarken, bir konuşma yaparken, bir yardımda ya da bir özveride bulunurken kalplerindeki niyetlerinin halis olup olmadığını düşünmeye gerek duymaz, "Nasıl olsa ibadetlerimi yerine getiriyorum" diyerek yaptıklarını yeterli görürler. Oysa Allah Kuran'da hayatlarının sonuna kadar çalışmış, çaba harcamış olup da yaptıkları boşa gitmiş insanların durumundan bahsetmektedir. Demek ki her insanın Ahiret gününde böyle bir ihtimalle karşılaşması söz konusu olabilir.
Allah "O gün, öyle yüzler vardır ki, 'zillet içinde aşağılanmıştır.' Çalışmış, boşuna yorulmuştur.” { Gaşiye, 88/2-3 } ayetiyle tüm insanları böyle önemli bir tehlikeye karşı uyarmıştır. Dolayısıyla insan Ahirette iki farklı durumla karşılaşabilir. Hayatları boyunca görünüşte neredeyse birbirleriyle aynı işleri yapan, aynı çabayı harcayıp, aynı azmi gösteren iki insan sırf niyetlerindeki farklılık nedeniyle Ahirette farklı karşılıklar alabilirler. Hesap gününde İhlas sahipleri cennetle müjdelenirken, hayatları boyunca İhlası gözetmeyenler ise sonsuz cehennem azabıyla karşılık görürler. Bu yazının amaçlarından biri hayatları boyunca katıksızca Allah'ın rızası için yasamayan insanları, yaptıkları amellerin boşa gitmesi ihtimaline karsı uyarmak ve hesap günü gelmeden evvel İhlasa davet etmektir. Bunların yani sıra tüm iman edenlere İhlası zedeleyecek düşüncelerin, sözlerin ve amellerin sonsuz Ahiret hayatları açısından ne kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatmaktır.

Harun YAHYA
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:46   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


İhlaslı İnsan Nasıl Olur?

ALLAH'A SIMSIKI SARILIR VE DİNİ KATIKSIZCA ALLAH'A HALİS KILAR

Allah, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir." (Nisa Suresi, 146) ayetiyle müminlere, dini; 'Allah'a sımsıkı sarılan ve dinlerini katıksız olarak Allah için halis kılan' kimseler olarak yaşamalarını emretmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi ihlastır. Allah, Kuran'da "... Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir." (Al-i İmran Suresi, 101) şeklinde buyurmaktadır.
'Dini katıksızca Allah'a halis kılmak' ise, kişinin din ahlakını yaşarken başka hiçbir çıkar ya da menfaat gözetmeksizin sadece Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu hedeflemesidir. Allah bu konunun önemini bir başka ayette; "Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur" (Beyyine Suresi, 5) hükmüyle vurgulamış ve din ahlakının ancak bu şekilde yaşanabileceğini belirtmiştir.
İnanan bir kişi yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. Eğer böyle bir arayışı olursa, bu da ayetlerdeki tanımların aksine, kişinin Allah'a tam bir samimiyet ve ihlasla yönelmemiş olduğunu gösterir. Aslında insanların "ibadet ya da salih amellerini Allah rızası dışında başka amaçlarla yapması" çevremizde sık sık rastladığımız bir durumdur. Örneğin bir fakire yardımda bulunurken bunu diğer insanlara gösteriş olsun diye yapan, namaz kılarken bu önemli ibadetle bir itibar kazanmayı ya da çıkar sağlamayı hedefleyen insanlar vardır. Kuran'da bazı insanların namazlarını gösteriş için kıldıklarından, mallarını da yine gösteriş amaçlı infak ettiklerinden şöyle bahsedilir:
Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösteriş yapmaktadırlar. (Ma'un Suresi, 1-6)
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın... (Bakara Suresi, 264)
Bir insanın gösteriş içinde olması demek o kişinin Allah'ın rızası dışında başka kişilerin rızasını araması demektir. Bir yardımda bulunurken, güzel bir tavır sergilerken, ibadet halindeyken ya da bir fedakarlık yaparken bunu diğer kişilere göstermeyi hedef edinmek, iman eden bir kişinin şiddetle kaçınması gereken bir ahlaktır. Oysa dini katıksızca Allah'a halis kılarak iman eden bir insanın tek hedefi Allah'ı razı etmek olmalıdır. Kuran'da peygamberlerin de başka hiçbir karşılık ve menfaat gözetmeden sırf Allah rızası için ihlasla ibadet ettiklerine Hz. Hud'un kavmine söylediği şu sözler ile dikkat çekilmiştir:
Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)
İman eden bir kişi Allah'tan başka hiç kimseyi razı etme peşinde olmaz. Çünkü o kalplerin Allah'ın elinde olduğunu, Allah dilediği takdirde tüm insanların razı olacağını bilir. Üstelik insan dünya hayatında ne kadar takdir, övgü ya da iltifat görürse görsün, bunlar sonsuz ahiret hayatında ona hiçbir şey kazandırmayacaktır. O gün her insan yapayalnız, yalın olarak ve tek başına Rabbimizin önünde hesaba çekilecek ve tüm yapıp ettikleri önüne getirilecektir. O gün asıl olarak, kişinin imanı, takvası, samimiyeti ve teslimiyeti önemli olacaktır. Nitekim Peygamberimiz (sav) de "Amellerinizi Allah için halis kılınız. Zira Allah Teala ancak kendisi için ihlasla yapılan ameli kabul eder."
[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]şeklindeki sözleriyle iman edenlere ihlasın önemini hatırlatmışlardır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 12 Şubat 2008, 23:47   Mesaj No:10
Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:48
Mesaj: 4.079
Konular: 315
Beğenildi:49
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: İhlas


GÖNÜLDEN BAĞLANARAK, ALLAH'A YÖNELİR
Allah, "'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın." (Rum Suresi, 31) ayetiyle inananlara gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildirmiştir. Yine bir başka ayette geçen "… Bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim." (Lokman Suresi, 15) sözleriyle de Allah doğru yolun, elçilerin ve bu ahlakı yaşayan insanların yolu olduğuna dikkat çekmiştir.
Allah'a gönülden bağlanmak, her ne şart altında olursa olsun, O'na olan iman, bağlılık ve sadakatten vazgeçemeyecek kadar çok sevmek ve haşyet dolu bir korku duymaktır. Allah'a, O'nun razı olmayacağı bir tavır göstermekten içi titreyerek korkacak ve şiddetle kaçınacak kadar büyük bir saygı ile inanmaktır. Allah'a bu şekilde gönülden bağlanan bir insan ihlası da kazanmış demektir. Allah'a karşı böyle güçlü bir inanç ve bağlılığı olan kişi, gerek ibadetlerinde gerekse de Allah'ın rızasını gözeterek yaptığı diğer tüm işlerinde ihlas ve samimiyetle hareket eder. Müminler ihlaslarının temelini oluşturan bu özellikleri dolayısıyla Kuran'da 'Rablerine kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanan kimseler' (Hud Suresi, 23) olarak tanımlanmış ve cennetle müjdelenmişlerdir.
Allah inanan kimselerin, Kuran'da bildirilen emir ve ibadetleri Allah'a karşı gönülden bir boyun eğicilikle yani ihlas ve samimiyetle yerine getirmelerini bildirmiştir. Allah "'Gönülden katıksız bağlılar' olarak, O'na yönelin ve O'ndan korkup-sakının, dosdoğru namazı kılın ve müşriklerden olmayın." (Rum Suresi, 31) ayetiyle iman edenleri bütün ibadetlerinde ihlasa ve teslimiyete çağırmaktadır. Bir başka ayette ise Allah "Meryem, Rabbine gönülden itaatte bulun, secde et ve rüku edenlerle birlikte rüku et" (Al-i İmran Suresi, 43) şeklinde bildirerek Hz. Meryem'e Allah'a gönülden itaatte bulunmasını hatırlatmıştır. Ayrıca Allah, Kendisi'nden sakınıp-korkan, gönülden yönelerek O'nun emirlerini yerine getiren kimselere rahmetinden iki kat vereceğini de şöyle müjdelemiştir:
Ama sizden kim Allah'a ve Resûlü'ne gönülden - itaat eder ve salih bir amelde bulunursa, ona ecrini iki kat veririz. Ve biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır. (Ahzab Suresi, 31)
Müminlerin "Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir" (Al-i İmran Suresi, 17) ayetiyle de ifade edilen bu özellikleri, en yoğun olarak Allah'ın kullarına uyarıcı olarak gönderdiği elçilerinde görülür. Kuran'da elçilerin gönülden Allah'a yönelen, ihlas sahibi kullar olduklarına dikkat çeken pek çok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
"Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi." (Nahl Suresi, 120)
"Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da hatırla. Gerçekten Biz onları, katıksızca (ahiretteki asıl) yurdu düşünüp-anan ihlas sahipleri kıldık." (Sad Suresi, 45-46)
Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi. (Hud Suresi, 75)
"Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi." (Meryem Suresi, 51)
İmran'ın kızı Meryem'i de. Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Sadien Duha insirah ihlas & Medineweb.net enderhafızım Sesli-Görüntülü-Dinle 1 18 Ocak 2022 08:21
Abdüssamed Ihlas & Medineweb.net enderhafızım Sesli-Görüntülü-Dinle 1 07 Temmuz 2015 15:33
Bediüzzaman: Kurban arefesinde 1000 ihlas okunur EyMeN&TaLhA Risale_i Nur (Said Nursi) 0 02 Ekim 2014 10:13
ihlas (kitabut tevhid) MusabBinumeyr Tevhid Ve Şirk Konuları 0 05 Mayıs 2012 22:46
Arefe günü bin ihlas okumak Seher Yeli Dua Bölümü 4 30 Eylül 2008 00:09

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.