Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > İslami Kavramlar

Konu Kimliği: Konu Sahibi Tuba_,Açılış Tarihi:  05 Nisan 2014 (01:36), Konuya Son Cevap : 14 Nisan 2014 (01:20). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 05 Nisan 2014, 01:36   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Tuba_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Tuba_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20781
Üyelik T.: 10 Ekim 2012
Arkadaşları:13
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 1.326
Konular: 73
Beğenildi:18
Beğendi:6
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Nesh

Nesh

“Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.” (2/Bakara, 106)


Nesh; Anlam ve Mâhiyeti
Nesh; lügatta bir şeyi iptal etmek ve onun yerine başka bir şeyi getirmek, yok etmek, nakletmek, kaldırmak, hükümsüz kılmak, istinsah etmek, yazdırmak, değiştirmek gibi anlamlara gelir. Istılahta ise, şer’î bir delil ile sâbit şer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgâsı, değiştirilmesidir. Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir. Mensuh olan hükümle amel edilmez.

Klâsik görüşte nesh, genel olarak bu şekilde anlaşılmakla birlikte, bazı âlimler, bu kavramı başka anlamlarda kullanmışlardır. Meselâ, İbn Mes’ud’a göre müteşâbih âyetler mensûh, muhkem âyetler nâsih olarak isimlendirilmiştir. Zerkeşî ise, Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan indirilişini nesh olarak tanımlamıştır. İbn Hazm ise, beyan ve istisnânın nesh olduğu konusunda ısrar etmiştir. Kendisine Tercümanü’l-Kur’an denilen İbn Abbas, “muhkem” ve “müteşâbih”i nesh saydığı gibi, bazı rivâyetlerde “istisnâ”yı bile nesh saymıştır. Şâtıbî’nin Muvâfakat’ında belirttiği gibi, İbn Abbas, içinde istisnâ edatı bulunan birçok âyete mensûh demiştir. İbn Mes’ud’a göre de, müteşâbih âyetler mensûh; muhkem âyetler nâsih olarak isimlendirilmiştir. Hz. Âişe ve Abdullah bin Zübeyr’in nesh anlayışları da bunun gibidir. Zerkeşî ise Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan indirilişini nesh olarak tanımlamıştır. İbn Hazm, beyan ve istisnânın nesh olduğu konusunda ısrar etmiştir. Yani, klâsik anlayıştaki nesh kavramı üzerinde bile tam bir ittifak yoktur. Neshin câiz olup olmadığı ve vukuu konusunda İslâm âlimleri arasında değişik görüşler vardır.

Nesh Konusunun Önemi: Nesh, Kur’ânî hükümlerin hayata geçirilme çabası ile -aynı zamanda akîde ile- ilgili bir meseledir. Ve Kur’an’ın hükümlerini yaşama azmi taşıyan herkesin bu konu ile yüzyüze gelmesi kaçınılmazdır. Genelde, Kur’an’da bir âyetin hükmünü diğer bir âyetin iptal etmesi şeklinde yaygın kabul gören “nesh” anlayışının gerek tanımında, gerekse kapsamı hususunda âlimlerin ittifak sağlayamamış olmaları ve yine konunun Kur’an’ın “ebediyete kadar hükmü geçerli” olma özelliği ile çelişiyor olması, meselenin önemini ve doğru tahlilini zorunlu kılmaktadır.

Kur’an’ın çelişkisizliği açısından akîdevî bir boyut taşımakta ve şer’î hükümlerin sürekliliği bakımından hayatî öneme hâiz bulunmaktadır. Nesh konusunda Somali’deki hükümetin 1970’lerdeki uygulaması, ibret vericidir. Somali’deki tâğutî iktidar, geleneksel tefsir usûlünün yargılarından kalkarak Kur’an’ın bazı âyetlerinin nesh edildiğini iddia etmiş ve geleneksel ulemânın bu iddiasına dayanarak, Kur’an’ın bazı muhkem âyetleriyle çelişen kanunlar çıkartmıştır. Bu iddialara karşı çıkan bazı müslümanlar ise idam edilmiştir. Bu olay karşısında Kahire Ezher Üniversitesine bağlı İslâmî İlimler Araştırmalar Akademisi, Şubat 1975’te bir toplantı düzenleyip idamları kınamış ve konuyu tartışmıştır (Ezher Dergisi, 48/3; s. 265-268, Mısır, 1975).




Kur’an-ı Kerim’de Nesh Kavramı

Kur’an’da “nesh” kelimesi ve türevleri 4 âyette geçer. Bu âyetler: 2/Bakara, 106, 7/A’râf, 154, 22/Hacc, 52 ve 45/Câsiye, 29 âyetleridir. “Nesh” kelimesi geçmemesine rağmen, neshten bahsettiği kabul edilen bir başka âyet de, 16/Nahl, 101 âyetidir. Kur’an’ın hiçbir yerinde “şu âyet veya âyetler neshedilmiştir” diye açık veya işaretle anlatılan bir ifade yoktur.

“Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.” (2/Bakara, 106)

“Mûsâ’nın öfkesi dinince, levhaları aldı. Onlardaki yazıda (nüshada) Rablerinden korkanlar için hidâyet ve rahmet vardır.” (7/A’râf, 154)

“(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir rasûl ve nebî göndermedik ki, o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun dileğine ille de (beşerî arzular) katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah, şeytanın katacağı şeyi iptal (nesh) eder. Sonra Allah, kendi âyetlerini (peygamberlerin kalbinde ve zihninde) sağlam olarak yerleştirir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (22/Hacc, 52)

“Bu bizim kitabımızdır; sizin hakkınızda gerçeği söylüyor. Çünkü Biz, yaptıklarınızı kaydediyorduk (istinsah ediyorduk)." (45/Câsiye, 29)

“Allah neyi indireceğini çok iyi bildiği halde, Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” (16/Nahl, 101)


Nesh Konusunda İhtilâflar (Kur’an Hükümleri Arasında Nesh Var mıdır?)

1- Nesh konusunda başlıca üç mesele ortaya çıkmaktadır:
2- Prensip olarak nesh keyfiyeti, aklen câiz midir?
3- Câiz ise, herhangi bir şekilde vuku bulmuş mudur?
4- Kur’ân-ı Kerim âyetleri arasında nesh var mıdır?

İlk iki madde konusunda İslâm âlimleri arasında pek tartışma olmamış; esas ihtilâf, Kur’an’ın ahkâmla ilgili bazı âyetlerinin, başka bir âyet veya hadisle nesh edilmesi konusunda ortaya çıkmıştır.

Neshin Aklen Câiz Olması ve Eski Şeriatlerde Vuku Bulması: Neshin aklen câiz olmasıyla ilgili günlük hayatımızdan bazı misaller verilir. Doktorun hastalarını tedâvi ederken uyguladığı prensipler, annesinin çocuğunu büyütürken tatbik ettiği büyütme usûlleri, öğretmenin öğrencilerini eğitirken basitten zora doğru bir yöntem uygulaması ileri sürülen aklî deliller arasında yer almaktadır.

İlk peygamber Hz. Âdem ile son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.) arasında görev yapan her peygamberin tebliğ ettiği iman esaslarının bir olduğu bilinmektedir (16/Nahl, 36; 21/Enbiyâ, 25 vb.). Her peygamber inanç konusunda aynı hakikatleri insanlığa iletmiştir. Bu temel meselede nesh mümkün değildir. Diğer taraftan iman esasları aynı kalmakla beraber; her peygambere gelen emirler arasında birtakım farklılıklar olduğu bilinir. Tevrat, İncil ve Kur’an arasında da bunu görmek mümkündür. Meselâ, Tevrat’ta Hz. Âdem’in çocukları hakkında birbirleriyle evlenmesi câiz görülmüşken, sonradan bu neshedilmiştir. Yine yahûdiler için cumartesi günleri iş yapmak yasaklanmışken, İncil’de böyle bir yasak mevcut değildir. İşte bu gibi örnekler neshin pratik olarak şeriatler arasında vuku bulduğunu göstermektedir. Son olarak Kur’ân-ı Kerim gönderilir. Kur’an, kendinden önceki kitap ve şeriatlerdeki hüküm ve âyetleri neshetmiştir. Kur’an’ın ehl-i kitabın elindekileri tasdik edici olarak geldiğini söylemesi (bkz. 2/Bakara, 41, 91, 97; 4/Nisâ, 47; 5/Mâide, 48) bu tesbitle çelişmez. Çünkü genel esaslar bakımından peygamberlerin tümünün mesajı aynıdır. Bunlarda nesh sözkonusu olmaz. Nesh, muâmele ve pratik yaşayışta olur. Bu anlamda her peygamber yeni hükümler getirmiştir. Kur’an’ın kendinden öncekileri tasdik ediciliği genel ve temel hükümler bakımındandır; muâmelât sözkonusu olduğunda Kur’an, kendinden önceki bütün hükümleri neshetmiştir. Bunun aksini söylemek, “Kur’an olsa da olurdu, olmasa da” şeklinde bir sonuca götürür ki, bu, Kur’an’ın gereksizliğini ilân etmektir.

Kur’an’ın gelmesiyle önceki ilâhî kitapların yürürlükten kalkmış olması, tabiî olmaktadır. Zira Yüce Allah; “Muhammed, Allah’ın rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilir.” (33/Ahzab, 40) buyurur. Dolayısıyla Kur’an’ın diğer kitapları nesh ettiğinde müslümanların ittifakı vardır. Bu anlamdaki neshi kabul etmeyenlerin başında yahûdiler gelir. Onlar, kendi kitaplarının geçerliliğini ileri sürerler. Nesh konusundaki en önemli iki âyet (2/Bakara, 106 ve 16/Nahl, 101) âyetlerinin siyak ve sibakları ile (önceleri ve sonralarıyla) değerlendirildiğinde, yahûdilerin bu itirazlarına cevap mâhiyetinde ve bu anlamda (eski din ve şeriatlerin neshedildiği şeklinde) neshin vuku bulduğu anlaşılır.

Yüce Allah, insanlara önce iman esaslarını emir buyurmuş, daha sonra tedrîcî emirler göndermiştir. Kur’an’ın 23 sene gibi bir zamanda gönderilmesi, insanlığın kabulünü daha da kolaylaştırmış olmaktadır. Kötülükleri yavaş yavaş kaldırması, birden haram kılmayışı, İslâm’ın uygulanabilirliğini kolaylaştırdığı gibi, iman edenlerin bağlılığını artırmıştır. Bunlar, Allah’ın, kullarına olan rahmetinin neticesi olmaktadır.

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in son peygamber olması, getirdiği dinin/şeriatin en üstün oluşu, bütün insanlığı İslâmî emirlerden sorumlu kılmaktadır. İslâm’ın herkesi kapsadığı açık şekilde bilinmektedir. Bu durumda diğer dinlerin tamamı nesh edilmiş olmaktadır. Nesh, aklen mümkün olmamış olsaydı, sözkonusu ilâhî dinlerin de yürürlükte olması gerekirdi. Bunun sonucu Hz. Muhammed (s.a.s.)’in risâleti, belirli bir kavme münhasır olurdu ki, bu, İslâm’ın bünyesine ters düşmektedir. Oysa Allah; “Allah indinde tek din İslâm’dır” (3/Âl-i İmrân, 19) buyurmakta, ancak İslâm’dan râzı olacağını (5/Mâide, 3) ifade etmektedir.

Kur’an âyetleri arasında neshin olup olmadığı konusuna gelince; Kur’an’da neshi kabul etmeyenler olduğu gibi; Kur’an’ın yüzlerce âyetinin mensûh olduğu, hükmünün uygulanamayacağını ileri sürenler de olmuştur. Hatta sadece “seyf (kılıç) âyeti”yle (9/Tevbe, 5), üç yüz âyetin neshedildiğini savunanlar olmuştur. Klâsik eski İslâm müfessirlerinin cumhûru (çoğunluğu) Kur’an âyetleri arasında neshin vuku bulduğunu kabul ederler. Fakat, özellikle sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin nesh konusundaki tanımları, yer yer farklı olduğu için, Kur’an’da nesh olduğunu söyleyen mütekaddimîn ulemâ, bununla Kur’an’da istisnâ, tahsis ve müteşâbihin mevcûdiyetini kasdetmiş olabilirler. (İstisnâ, bir kısım âyetlerin hükmünü “illâ” gibi bir edatla hâriç bırakma demektir. Tahsis ise, âmm (genel) olan bir sözü, içine aldığı fertlerden bazılarına hasretmektir. “Namaz her müslümana farzdır, fakat bâliğ olmayanlara farz değildir” denilince, yalnız ergenlik çağına gelenlere farz olduğu anlaşılır. Müteşâbih de, lafzı ve mânâsı anlaşılamayan, anlamı çeşitli ihtimaller taşıyan, akıl ve mantık bakımından açıklanması güç olan âyetler anlamında kullanılır.) Ayrıca, hadis-i şerifin veya genel olarak sünnetin âyeti neshetmesi konusunda, müctehid ve âlimler arasında ihtilâflar bilinmektedir.

Eski âlim ve müfessirlerden, Ebû Müslim el-İsfahanî, Kur’an’da neshin olmadığını kesin bir şekilde savunmuştur. Bazı âlimler, Fahreddin Râzi’nin de -çok belirgin bir şekilde ifade etmemiş olsa da- nesih konusundaki üslûbundan dolayı, Kur’an’da neshi aslında kabul etmiyor değerlendirmesini yapmışlardır. Son devir Kur’an araştırmacıları, müfessir ve âlimlerinden ise Kur’an’da neshin varlığını kabul etmeyenler hayli çoktur. Muhammed Gazâli şöyle der: “Karşılaştığım, dinlediğim veya kitaplarını okuduğum bütün çağdaş âlimlerin nesh konusundaki görüşü, neshi Kur’an’da bulunan bazı âyetlerin iptali olarak algılayan müteahhir müfessirlerin görüşünden farklıdır.” (M. Gazâlî, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, s. 107). Muhammed Ebû Zehra, Muhammed Esed, Muhammed Draz, Muhammed el-Behiy, Muhammed Gazâli, İzzet Derveze, Seyyid Ahmed Han, Muhammed el-Hudarî, Eslem Cayrapûrî, Reşid Rıza, Mustafa İslâmoğlu, M. Sait Şimşek, Süleyman Ateş, Ömer Rıza Doğrul, Ali Ünal, Abdullah Yıldız, Şemseddin Özdemir, Arif Özel, Necmettin Şahinler... gibi bu konuyla ilgili araştırma yapan, eser yazan niceleri klasik anlayışın yanlışlığını vurgulamış, kesin bir dille Kur’an’da, bir hükmün diğer bir hükümle neshinin olmadığı görüşünü savunmuşlardır.

Bunlardan Süleyman Ateş ve Mustafa İslâmoğlu, Kur’an’da neshin sadece Peygamber’in unuttuğu, Allah tarafından unutturulan ve o yüzden Kur’an’a geçmeyen vahiyle sınırlı olduğunu kabul etmişler, bunun dışında, Kur’an’daki hiçbir âyetin hükmünün neshini kabul etmemişlerdir. Diğer ismi geçen isimler ise böyle bir unutma ile de olsa, Kur’an’da neshin gerçekleşmediği görüşündedirler denebilir. İsimleri çoğaltılabilecek bu araştırmacı ve âlimlere göre, nesh, eski şeriatlerin hükümlerinin Kur’an’la nesh edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir.

Klasik Usûl-i Fıkıh ve Tefsir Usûlünde nesih meselesi ayrıntılarıyla incelenir ve şu sınıflama yapılır:

Hem lafız (söz, metin) ve hem hüküm bakımından neshedilip kaldırılan, ilgâ edilen âyetler. Bunların hükmü kalmamış, Kur’an’a lafızları da geçmemiştir. (Bu konu hakkında münâkaşa yoktur.)

b- Lafızları (sözleri, metinleri) Kur’an’da olduğu halde hükümleri nesh edilmiş, geçersiz kılınmış âyetler olduğu (Esas tartışma, bunlar hakkındadır).

c- Lafızları (sözleri) Kur’an’dan silinmiş, Kur’an’da lafızları olmayan fakat hükümleri bâki ve geçerli olan Kur’an dışında âyetlerin olduğu. Buna Hz. Ömer’e atfedilen recm âyeti denilen bir rivâyetle örnek verilir. Arapça dil kullanılışı yönüyle bile hatalı ve farklı kelimelerle rivâyet edilen bu ifadenin âyet olduğu, ama Kur’an’a geçmediği (Bu konu da tartışmalıdır).

Neshin şartları: Usûl kitaplarında, neshin şartlarıyla ilgili bazı bilgiler yer alır. Bu şartları taşımayan âyetlerin nesh edilemeyeceği kabul edilir. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:

a- Neshedilen hüküm, şer’î bir hüküm olmalı, mensûh âyetin ebedî olduğuna dair bir ifade bulunmamalıdır. (Cihad hükmünün nesh edilemeyeceği, kıyamete kadar bâki olduğu örnek verilir.)

b- Nâsih-mensûh arasında zaman bakımından fark olmalıdır. İkisi de aynı anda gelirse nesh olmaz. İki emrin bir arada kullanılması mümkün olmadığı zaman, tarih yoluyla âyetlerin nüzûlü tesbit edilir. Tarih itibarıyla daha sonra gelen emir nâsih olarak kabul edilir.

c- Her iki nass arasında neshi gerektirecek bir zıtlığın bulunması gerekmektedir. Nasslar arasında neshe konu olabilecek zıtlık yoksa, nesh mümkün görülmez. Diğer taraftan nâsihin de şer’î bir delil olması gerekmektedir.

d- Neshe konu olan hüküm, iyi ve kötü olduğuna dair, akıl erbâbının üzerinde ittifak ettiği şeylerden olmamalıdır. Ana-babaya iyilik, zulüm ve ahlâksızlık gibi hükümlerin neshi sözkonusu değildir.
Ahmed Kalkan
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Tuba_ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Her bid’at delalet midir? Hurafeler-Bi'datlar Yitiksevda 1 2166 14 Temmuz 2014 17:57
Nur suresini sorularla tanıyalım Sorularla Sureleri Tanıyalım bilinmez 32 15297 14 Temmuz 2014 05:20
Hikmet İslami Kavramlar Tuba_ 0 2052 19 Mayıs 2014 03:02
Mina İslami Kavramlar GÖKCEN_AZRA 1 1943 19 Mayıs 2014 02:58
Hurâfeci Tahrif Akımlarından Hurûfîlik,... Hurafeler-Bi'datlar Tuba_ 0 2037 19 Mayıs 2014 02:53

Alt 14 Nisan 2014, 01:20   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Tuba_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Tuba_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20781
Üyelik T.: 10 Ekim 2012
Arkadaşları:13
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 1.326
Konular: 73
Beğenildi:18
Beğendi:6
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Nesh

Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Varlığını Savunanların Delilleri

Allah, kullarını çok sevmektedir. Herhangi bir hükmü geçici olarak onlara emreder, onları eğittikten sonra fıtratlarına ve bulundukları ortama uygun diğer yeni bir hükmü emretmesi maslahata aykırı değildir. Kaldırılan hükmün tilâvet edilmesi de onlara önceki durumlarını hatırlatması açısından yarardan hâlî değildir. Allah’ın bazı âyetleri kaldırıp yerine başkasını koyması, hikmetinin gereği kabul edilmekte, bu durum zâtının yüceliği ve kullarına olan merhametinin sonsuzluğunu ifade ettiği belirtilmektedir. Neshin Kur’an’da varlığını savunanlar, Kur’an’dan şu âyetleri delil getirirler:

“Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler.” (16/Nahl, 101) “Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” (2/Bakara, 106) “Allah istediğini silip iptal eder, dilediğini de sâbit bırakır, ana kitap (bütün kitapların aslı) O’nun yanındadır.” (13/Ra’d, 39)

İmam Şâfiî’nin kabul etmemesine karşılık, Kur’an’da neshin varlığını kabul edenlerin hemen hepsi, sünnetin/hadisin de âyeti nesh edebileceğini kabul ederler. 24/Nûr sûresinde yer alan zina edenlere yüzer değnek vurulması emri, Hz. Peygamber’in hadisinde (ki, bazıları bunu lafzı neshedilmiş ama hükmü bâki kalmış âyet kabul eder) ve sünnetinde yer alan “recm” cezâsıyla nesh edildiği değerlendirilir.



Kur’an Âyetleri Arasında Neshin Olmadığıyla İlgili Deliller

Kur’an âyetleri arasında nesih yoktur diyenlerin delilleri, şu maddelerle özetlenebilir:

1- Nesh, Kur’ân-ı Kerim’de bilfiil vaki olmamıştır.

2- Mensûh âyetlerden maksat, Tevrat ve İncil’deki, yani eski şeriatlerdeki hükümlerdir.

3- Neshi kabul edenler, mensûh âyetin önce, nâsihin ise sonradan nâzil olduğuna dair çok defa kesin bir delile sahip değillerdir.

4- Kur’ân-ı Kerim’de şu veya bu âyetin, şu veya bu âyeti nesh ettiğine dair bir ifade yoktur. Şüphesiz ki Allah, kitabının hangi âyetinin geçerli, hangisinin geçersiz olduğunu kullarının ictihadına bırakmamıştır. O’nun kitabının tümü, “Âyetleri sağlamlaştırılmış, sonra da güzelce açıklanmıştır” (11/Hûd, 1). O’nun kitabı, içinde hiçbir tenâkuz ve eğrilik (18/Kehf, 1), şüphe olmayan (2/Bakara, 2) ve içine bâtılın karışmadığı (41/Fussılet, 42), eşsiz (41/Fussılet, 41) bir kitaptır.

5- Şu veya bu âyetin, şu veya bu âyet ile neshedildiğini açık ve kesin bir şekilde ifade eden Hz. Peygamber’den rivâyet edilen sahih hiçbir hadis-i şerif yoktur.

6- Nâsih ve mensuh âyetlerin sayıları hakkında bile ittifak hâsıl olmuş değildir.

7- Neshi kabul edenler, bir taraftan neshin ancak emir veya nehiylere ait hükümlerle sınırlı olduğunu iddia ederlerken; diğer taraftan “ahbâr”a (haberler) ait lafızların bile nesh olduğunu kabul etmektedirler. Meselâ “Ademoğlunda mal dolu iki vâdi de olsa...”

8- Âhad rivâyetle Kur’ân-ı Kerim’im âyetleri isbat olunamadığı gibi, inkâr da olunamaz. Bu sebepten, bazı âyetlerin vahiy olarak Peygamber’e indiği halde, Kur’an’a yazılmadığı veya Kur’an’da olduğu halde hükmünün geçersiz olduğuna dair rivâyet ve görüşler, Kur’an’ın korunmuşluğuna, eksiklik ve fazlalıktan uzak olma inancına aykırıdır.

9- Bu nesh anlayışı, Kur’an’ın ebediyete kadar hükmünün geçerli olma özelliği ile çelişmektedir.

10- Hz. Peygamber, kendisine nâzil olan Kur’ân-ı Kerim’i halka tebliğ etmiş, kâtiplere yazdırmış, diğer bazı sahâbiler de kendileri için bu mukaddes metni çoğaltmış, birçoğu da ezberlemiş bulunuyordu. Kurân-ı Kerim metinleri namazlarda, hutbelerde ve diğer durumlarda Hz. Peygamber tarafından pek çok defa tekrarlanmış olduğu gibi, esasen daha hayatta bulunduğu sıralarda bütün sûrelerin hangi âyetlerden teşekkül ettiği de tesbit edilmiş bulunuyordu. Hz. Peygamber’in vefatından sonra da Kur’an metinleri bir araya toplanmıştı. Hz. Osman döneminde elimizdeki şekilde yazılıp çoğaltıldı, muhtelif bölgelere gönderildi. Bu mushaflar, Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen Kur’an’ın aynısıdır. Bu konuda en küçük bir ihtilâf, tartışma sözkonusu değildir. İçinde mensûh ve nâsih âyetlerin mevcut olduğunu isbat etmek için, ileri sürülen delillerden çok daha kuvvetli deliller getirmek icap eder.

Şimdi, bu konuları biraz daha açalım; Kur’an bünyesinde neshin varlığını savunanların delil olarak getirdikleri âyetleri inceleyelim:

“Allah neyi indireceğini çok iyi bildiği halde, Biz bir âyeti başka bir âyetin yerine değiştirdiğimiz (tebdîl ettiğimiz) zaman, ‘sen ancak bir iftirâcısın’ derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” (16/Nahl, 101) Bu âyet hakkında ilk dikkate alınacak husus, âyetin Mekkî oluşudur. Emir ve nehiy bildiren âyetler ise genellikle Medenîdir. Dolayısıyla bunların yer değiştirmesi (neshi) sözkonusu olamaz. Nesh meselesini Kur’an’a dayandırmak isteyenlerin bu âyeti delil getirmeleri bu yüzden geçerli değildir. Nitekim bu âyetler, İslâm’dan önce gönderilen şeriatlerin neshinden ve İslâm’ın onların yerine gelmesinden bahsetmektedir. Âyetin indiği sıralarda yahûdi ve hıristiyanlar kendi dönemlerinin ve büyük oranda tahrif edilmiş bulunan dinlerinin son bulmasını kabullenemedikleri için Hz. Peygamber’e karşı çıkıyorlar ve çeşitli ithamlarda bulunuyorlardı. Yine bütün bunlarla ilgili olarak, bu âyet, onların şeriatlerinin yerine artık Hz. Muhammed’in şeriatinin geldiğini ve onun geçerli olduğunu bildirmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da “âyet” kelimesinin kullanılmasıdır. Âyet kelimesi, Kur’an'da tekil sigayla kullanıldığında “delâlet, hüccet, mûcize, işâret ve geçmiş risâletler” anlamı kastedilir. Bu âyette de bu kelime, geçmiş risâletler anlamında kullanılmıştır. Nitekim İbn Abbas’ın talebesi müfessir Mücâhid, buradaki âyetin “şeriat” anlamında olduğunu söyler. Buradan da âyetteki değiştirmenin/neshin önceki risâletlere işaret ettiğini rahatlıkla anlayabiliriz. Dolayısıyla bu âyet, Kur’an’daki âyetlerin birbirini iptal etmesi anlamında neshe delil olamaz. Kur’an’da neshin varlığını kabul edenler, burada geçen “âyet” kelimesini Kur’an âyeti mânâsında anlayarak hataya düşmüşlerdir. Halbuki, Kur’an dilinde âyet, sadece Kur’an’ın belirli parçaları değil; varlık ve oluştaki herşey anlamındadır. Allah’ın varlığının ve söylediklerinin ispatı olan her şey için “âyet” lafzı kullanılır. Kur’an’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “âyet”ler vardır. “Ayet” kelimesinin çoğulu olan “âyât”, Kur’an’da, mûcize, belge, delil, işaret, Kur’an âyetleri mânâlarında kullanıldığı halde; bu kelimenin tekili olan âyet kelimesi, Kur’an’ın hiçbir yerinde Kur’an âyeti mânâsında kullanılmamıştır. Âyetteki nesh/değiştirme ve daha iyisini getirmenin, kâinattaki sürekli oluşun Kur’an diliyle bir ifadesi olduğu anlaşılır. Nesh, sürekli yaratış ve oluşun, tekâmül seyri boyunca her an bir öncekinden daha iyiyi ortaya koymasını da ifade eder.

Bu âyet-i kerîmeye dikkat edersek, Peygamberimiz'in burada hasımları tarafından iftirâcı olarak itham olunduğunu görürüz ve hasımlarının onu bu tarzda itham etmelerinin sebebi, Kur’an’dan şu veya bu âyetin nesholunmuş olması değildi. Söylediği sözün ilâhî vahy olduğunu bildirmesi idi. Hasımların buna karşı iddiâlarını da biliyoruz. Bunlar aynı sûrenin 103. âyetinden anlaşıldığına göre şu sözleri söylüyorlardı: “Muhammed'e bütün bunları öğreten bir beşerdir.” (16/Nahl, 103) Hz. Peygamber, Kur’ân-ı Kerim’i bildiriyor ve bunun Allah tarafından vahyolunduğunu söylüyordu. Hasımları ise bunu kabul etmiyor, bunun uydurma bir şey olduğunu, Peygamber’in ancak bir başkasından öğrendiği şeyleri tekrarladığını iddiâ ediyorlardı. Buna mukabil, Hz. Peygamber de bunun bir uydurma olmadığını, bilâkis Allah tarafından daha önce gönderilen kitapların yerini tutacak yeni bir kitap olduğunu anlatıyordu.

Konuyla ilgili delil olarak gündeme gelen diğer âyet de Bakara sûresinde, içinde “nesh” kelimesi geçen âyettir: “Biz, bir âyeti nesh eder (yürürlükten kaldırır) veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir.” (2/Bakara, 106) Burada “nesh”, “daha iyisini veya benzerini getirme” şartına bağlanıyor. Daha iyisi veya benzeri getirilince zâten o âyetin iptali demek olmaz; aksine sağlamlaştırılması sözkonusu olur. Dolayısıyla buradaki nesh, bizim anladığımız şekilde -ıstılahî mânâdaki, klasik anlayıştaki- nesh değildir. O halde burada neyin neshi anlatılıyor? Âyeti, siyak ve sibakıyla ele alır, nüzul ortamını da göz önünde bulundurursak, buradaki neshin de daha önceki âyette (16/Nahl, 101) olduğu gibi, geçmiş risâletlerin iptali anlamında olduğunu kolaylıkla anlarız. Şöyle ki, âyet, yine yahûdilerin durumlarının anlatıldığı bir ortamda geçiyor. Kendi şeriatlerinin geçerliliğinin kaldırılmasına, Peygamber’in kendi soylarından gelmemesini bir türlü hazmedemeyen yahûdiler, çeşitli şekilde itham ve itirazlarda bulunuyorlardı. “Allah yaptığını bozar mı? İndirdiğini iptal eder mi? Öğretilerinin unutulması mümkün mü?” şeklinde karşı çıkıyorlardı. Kıblenin değiştirilmesi olayını da dillerine dolamışlar, “Muhammed ashâbına bir şey emrediyor, ertesi gün ondan vazgeçiyor” diyorlardı. Rabbimiz bu âyetle onların şeriatlerinin son bulduğunu, onun yerine gönderdiği Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şeriatine uymaları gerektiğini emir buyurmuştur. İslâm’dan önceki şeriatin sembolü olan Kudüs’ün kıbleliğinin neshedilmesi, değiştirilmesi de bunun bir işaretidir.

Bakara sûresinin, Hicretin ilk yıllarında Medine’de nâzil olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla âyet, müşriklerin iddialarına cevap olarak inmiş olmamalıdır. Kurân âyetlerini anlamak için, âyetin nüzûl ortamını, hem de içinde bulunduğu âyet grubuyla irtibatını iyi tahlil etmek gerekir. Bakara sûresinde insanlar; mü’min, kâfir ve münâfık olarak, Allah ile, İslâm ile irtibatlarının kuvvet ve zaafına göre sınıflandırıldıktan ve dünyada varoluş amaçları bildirildikten sonra, tarihin ikinci perdesinin aktörleri olan İsrâiloğulları sözkonusu edilir ve onların din karşısında sergiledikleri tutumlar, yalpalamalar derinlemesine tahlillerle ele alınır. Bakara sûresi, 40-141 âyetleri benî İsrâilin yahûdileşme sürecini anlatır. İşte, nesh âyeti de, bu âyetler grubu arasında yer alır. O yüzden, âyetin bağlamı, nüzul ortamı bu gerçeklerden koparılırsa, yanlışlığa yol açabilir.

Kıblenin Kudüs’ten Kâbe’ye değiştirilmesiyle birlikte, özellikle yahûdiler açısından gündemin ilk sırasına oturan bir sorun ortaya çıktı: Yeni bir şeriatin gelmesi ve Tevrat’ın bazı hükümlerini geçersiz kılması. Yahûdiler, Allah’ın irâdesinin tek olduğunu, indirmiş olduğu hükümlerde bir değişiklik olmaması gerektiğini söylerler. Gerekçe olarak da, böyle bir değişmenin, İlâhî irâdede bir değişmeyi doğuracağını; değişmenin, yaratılmışların bir niteliği olduğu ve ulûhiyetin şânına halel getirdiğini ileri sürüyorlardı. Onlara göre bunun diğer bir anlamı da, ilm-i İlâhînin kemâlini inkâr etmek, Allah'a -hâşâ- câhillik atfetmektir. Madem Allah, hükümlerin değiştirileceğini biliyor; o halde neden önceki hükmü vaz’etmiştir? Veya, önceki hüküm doğruysa neden ikinci hükmü indirmiştir? Bu gibi sorularla Hz. Peygamber’i sıkıştırarak, geçmiş şeriat(ler)in bâki olduğunu, neshin vukuunun mümkün ve câiz olmadığını isbâta çalışmışlar ve neticede Hz. Muhammed (s.a.s.)’in onlara göre çelişkilerini ızharla, O’nun peygamberliğini inkâr etmeye ve ettirmeye gerekçe göstermişlerdir. İşte, “Eğer Biz bir âyeti nesheder veya...” âyeti, bunlara cevap teşkil etmektedir.

Âyetteki “nunsihâ” kelimesi hakkında iki anlam zikredilir: 1- Unutturursak, 2- Erteler, bırakırsak. Rivâyete göre, İbn Abbas, “hükmünü bırakır, değiştirmez ve kaldırmazsak” şeklinde anlam vermiş (Sâbûnî, Kur’an İlimleri, s. 82) ve neshedilmeyen hükümleri ifade ettiğini söylemiştir. “Unutturulma” anlamını verenler ise, eseri kalmayan sayfalardaki hükümlerin veya sürgün ve hicretler yüzünden yurtsuz kalan İsrâiloğullarının ellerinde kaybolan, yazılı kültürün olmadığı uzun bir dönemden sonra unutulan Tevrat sayfalarının kastedildiğini söylemişlerdir. Çoğunluk, “hem hükmen, hem de metin olarak kaldırılan, dolayısıyla Allah tarafından unutturulan âyetlerden bahsederler. Ama bunun âyetin bağlamı ve olayın bize göre imkânı yönüyle doğru olmadığı kanaatini taşıyoruz. Bu âyette geçen “insâ (unutturulma)” kelimesi, Kur’an için düşünülmez. Bilâkis Kur’an’ın saklanmış ve korunmuş olduğu (15/Hıcr, 9) bildirilmekten başka, Hz. Peygamber’e “Biz sana Kur’an’ı okutacağız ve sen asla unutmayacaksın.” (87/A’lâ, 6) deniliyor. Esasen Kur’ân-ı Kerim’in âyetleri vahyoldukça hemen yazıldığı ve çok sayıda insan tarafından ezberlendiği için, onun unutulmasına imkân yoktur. Buna mukabil, İslâm’dan önceki dinlerden ve şeriatlerden mühim kısımların unutulmuş olduğu tarihî bir gerçektir. Onun için Kur’an, bu âyetle, daha önce gönderilen şeriatlerin unutulmuş ve neshedilmiş, fakat ondan daha hayırlısının İslâm dini ile gönderilmiş olduğunu bildirmektedir.

“Biz, bir âyeti nesh eder veya onu unutturursak (ertelersek), mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.” Klasik anlamda neshi kabul edenler, nâsih ile mensûh âyetler arasında benzerlik değil; tenâkuz, telif edilemeyen bir çelişki olması gerektiğini belirtirler. Halbuki, neshedilen âyetle yeni âyet (nâsih) arasında bir aykırılık sözkonusu değildir. Öyle olsaydı, ikincisi birincisinin “benzeri” olmazdı. Âyette belirtildiği gibi benzeri olduğuna, olması gerektiğine göre, önceki ile sonraki arasında anlam karşıtlığı yoktur. Yani âyetin bu cümle parçası da klasik nesh anlayışına müsaade etmez.

Ayrıca, bir önceki âyette; “Kitap ehlinden kâfirler ve müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Halbuki Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük fazl/lütuf sahibidir.” (2/Bakara, 105) buyuruluyor. Fahreddin Râzi, bu âyetteki “rahmet” kelimesinin “vahy” demek olduğunu söylüyor ve “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?” (43/Zuhruf, 32) âyetini de buna delil getiriyor (F. Râzi, T. Kebir, 3/295). Yani yahûdiler kendi soylarından olmayan birine “rahmet”in indirilmesini kıskanıyorlar. Allah ise rahmetini dilediğine tahsis edeceğini haber veriyor. Zaten âyetin siyak ve sibakı da bunları tamamlayıcı bir seyir çiziyor. Kısacası bu âyette de Kur’an bünyesindeki nesh değil; geçmiş şeriatlerin neshi ve unutturulması anlatılmaktadır. Nitekim 6/En’âm sûresinin 146. âyetinde yahûdilere tırnaklı her hayvanın, sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hâriç, iç yağlarının haram kılınmasından bahsedilir. Bu hükümler Hz. Muhammed (s.a.s.)’in risâletiyle neshedilmiştir ve bu yiyecekler müslümanlara helâl kılınmıştır. Âyetin Medine dönemi başlarında, yani neshe konu olacak âyetlerin henüz inmediği bir ortamda inzâl edilmesi de bu görüşü kesinleştirmektedir.

Kur’an’da klasik anlamda neshin olduğunu ileri sürenlerin delilerinden biri de; “Allah istediğini silip iptal eder, dilediğini de sâbit bırakır, ana kitap (bütün kitapların aslı) O’nun yanındadır.” (13/Ra’d, 39) âyetidir. Bu âyete geçmeden, bir önceki âyeti de okumamız yerinde olur: “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için mûcize (âyet) getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap (hüküm, son) vardır.” (13/Ra’d, 38) Burada yine Allah Teâlâ, tespit edilmiş bir sürenin sonundan haber veriyor. Yani yine Kur’an’ın vahyedilmesine itiraz eden ehl-i kitaba dönemlerinin son bulduğu ve Allah’ın dilediğini silip dilediğini bırakacağı haber veriliyor. Âyetin Mekkî oluşu da üzerinde durduğumuz neshe delil olamayacağı konusunu belirlemektedir.

Şurası açıktır ki, âlimlerin âyet üzerinde tartışıp ihtilâf etmeleri, hükmü kalkmış veya kalkmamış şeklinde görüş bildirmeleri, Kur’ân-ı Kerim âyetleri üzerinde herhangi bir değiştirme ve tesir gücüne sahip değildir. Tüm İslâm âlimleri, bir âyete mensûh deseler, onu Kur’an’dan çıkarma yetkisine sahip olamazlar. Ancak, “bu âyetin hükmü kaldırılmış, fakat gözlere şifâ olması için Kur’an’da vardır” demenin de hiçbir anlamı yoktur. Kaldı ki Kur’an’da herhangi bir âyetin hükmünü kaldırma yetkisi Hz. Peygamber’e bile verilmemiştir. Rasûlullah’tan bize ulaşan haberlerin hiçbirinde, “şu âyet, şunu neshetmiştir” şeklinde tek bir hadis-i şerif nakledilmemiştir. Bunun aksine; Rasûlullah (s.a.s.), bir âyet hakkında tartışan bir cemaatin yanına gelmiş ve “size ne oluyor? Sizden evvelki milletler böyle davranmakla ve peygamberlerine muhâlefet etmekle ve kitabın bir kısmını bir kısmıyla çarpıştırmakla helâk oldu. Muhakkak ki Kur’an, bir kısmı bir kısmını yalanlar olarak inmedi. Aksine birbirini doğrular olarak indi. Ondan anladığınızla amel edin ve bilmediğinizi bilene havâle edin.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/181) buyurmuştur. Bu konuda Hz. Peygamber, ashâbının bir âyet hakkında ortaya çıkan anlaşmazlığı, diğer bir âyet-i kerîme ile gidermiş olduğunu kasdetmiştir. (1)

Kur'an âyetlerinde neshin vuku bulduğu anlayışı, müslümanların ve İslâm’ın önüne iki temel açmaz çıkarmaktadır: Birincisi, İslâm’ın evrensel karakterine gölge düşürmekte, onun her zaman ve zeminde müslümanların sorunlarına çare olma özelliğine zaafiyet, hatta zâiliyet düşürmektedir. “İşte bu Kur’an, en doğruya hidâyet eder.” (17/İsrâ, 79). “O ancak âlemlere bir öğüt/hatırlatmadır.” (81/Tekvîr, 27). İkincisi, Kur’ân-ı Kerim’i bir çelişkiler ve anlamsızlıklar hazinesi durumuna düşürmektedir. “Hâlâ Kur’ân’ı düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, onda birçok ihtilâf (tutarsızlık, çelişki) bulacaklardı.” (4/Nisâ, 82). Mevcut haliyle, içinde bulunduğumuz döneme çözümsüzlükten başka bir şey önermeyen “nesh” konusu, Kur’an’ın şâmil ve hâdî vasıflarıyla ortaya konacak şekilde, yine Kur’an’ın mantukuna göre açıklanıp yorumlanması mutlak bir zorunluluktur.

ahmed KALKAN
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Nesh Caiz midir? NUR Kur'ân-ı Kerim Genel 1 25 Aralık 2009 21:00
Nesh Hangi Mevzularda Olur? NUR Kur'ân-ı Kerim Genel 1 25 Aralık 2009 21:00
Nesh Hakkında Genel Bilgiler NUR Kur'ân-ı Kerim Genel 0 21 Mart 2009 13:10

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.