|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 29 Nisan 2008 (12:38), Konuya Son Cevap : 30 Mart 2014 (02:11). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
29 Nisan 2008, 12:38 | Mesaj No:1 |
Abd Abd ABD ‘Abd’ sözlükte, kul, köle, yaratık, insan gibi anlamlara gelir. ‘Abd’ kelimesinin kök fiili, itaat etmek, alçak gönüllülük (tevazu) göstermek; daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye isyan etmeksizin, ondan yüz çevirmeksizin, karşılık vermeksizin itaat etmesi ve boyun eğmesidir. İtaat edilen kimse onu dilediği şekilde hizmet ettirebilir. ‘Abd’, ibadet ve ubudiyyet kavramlarının köküdür. Bunlar; kulluk etmek, güç ve iktidar sahibi birisine karşı boyun eğmek anl----- gelir. (Bakınız: İbadet) Bunlar aynı zamanda, kişinin üstün gördüğü bir güç önünde itiraz etmeksizin itaat etmesi, kendi özgürlüğünü onun için terkedip tam bir bağlılıkla onun emrine girmesi demektir. İbadet veya ubudiyyetin gerçek anlamı budur. Bu kulluk’ta, itaat edenin yalnızca boyun eğip söz dinlemesi yeterli değildir. İtaat eden kul (abd), aynı zamanda önünde boyun eğdiği efendisinin yaptığı iyilikleri de bilir. Verdiği nimetlere teşekkür ederek (veya şükrederek) kalpten ona bağlanır. Verilen nimetler için teşekkürü yerine getirmek üzere, efendisine karşı görevini yapar, efendisini yüceltir, onu kalpten sever ve onun önünde en derin saygıyı duyar. İslâm’dan önce efendilerine karşı bu şekilde olması gereken köleye ‘abd’ denirdi. Cahiliye insanları ayrıca putlarına karşı böyle davranır, onların karşısında kendilerini ‘köle-abd’ gibi düşünürlerdi. İslâm, bu şekilde bir boyun eğmenin, kayıtsız şartsız itaatin ve bu yüceltmenin ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı yapılabileceğini, bunun kulluk (ibadet) olduğunu ve insanın varoluş sebebinin de bu şekilde bir ‘kulluk’olduğunu ortaya koymuştur. a-Abd’ın Kur’an’daki Kullanımları: ‘Abd’ kelimesi Kur’an’da dört anlamda kullanılmaktadır. Birincisi, hukuk açısından ‘abd’ köle demektir. Yani hürriyeti olmayan, alınıp-satılan, mülk haline gelen kimse. Özellikle savaş sebebiyle gündeme gelen esir olma durumu. (Sevinerek söyleyebiliriz ki kölelik son asırlarda hukuken ortadan kalkmıştır. Ancak ne yazık ki kölelik mantığı günümüzde farklı isimler altında, değişik pozisyonlarda ve kimilerinin şeytaní oyunlarıyla hâlâ devam etmektedir.) Kısas âyetinde, hür bir kimsenin yine hür bir kimse ile, kölenin de ancak köleye karşı ‘kısas’ olabileceği söyleniyor. (2 Bekara /178) Evlenme açısından mü’min bir kölenin, müşrik hür bir kimseden daha hayırlı olduğu belirtiliyor. (2 Bekara /221) Kendisine mal verilen hür bir kimse ile, hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan kölenin sorumluluk açısından bir olmayacağı bildiriliyor. (16 Nahl /75) İkincisi, yaratılması açısından ‘abd’; bu da her şeyin Allah’ın bir yaratığı olduğunu ifade eder. Böyle bir yaratma yalnızca Allah’a aittir. O’nun yarattığı her şey, yani bütün abd’ler (kullar) Allah’a itaat ederler. Bu itaat da ya isteyerek ya da zorunlu olur. İnsanların dışındaki bütün varlıklar istemeden de olsa Allah’a itaat ederler. Hiç bir yaratık Allah’ın kendileri için çizdiği çizginin dışına çıkamaz. Kur’an şöyle buyuruyor: “Göklerde ve yerde onların tümü, Rahman (olan Allah’a) yalnızca abd (kul) olarak gelecektir.” (19 Meryem /93) Bir çok âyette, yerde ve göklerde olan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği, O’nu noksan sıfatlardan uzak tuttuğu, O’nu zikrettiği (andığı) söyleniyor. (57 Hadid /1. 59 Haşr /1. 61 Saff/1. 17 İsra /44) Her şey O’na isteyerek veya istemeyerek teslim olmaktadır (3 Âli İmran /83) veya secde etmektedir. (13 Ra’d /15) (Bakınız: Tesbih) İnsanlardan mü’min olanlar bilerek ve iradelerini kullanarak Rablerine kulluk yaparlar, boyun eğip-itaat ederler. Üçüncüsü, Allah’a kulluk yapmak açısından ‘abd’. Bu, Kur’an’da bir övgü sıfatıdır. Allah (cc) kendi yarattığı insana ‘abd-kul’ demektedir. Bunun anlamı; insan Allah’a itaat etmek durumundadır. Kulun bu itaatı bilinçli bir itaat olduğu için onu diğer varlıklardan daha üstün bir yere çıkarır. Bu anlamda bütün insanlar Allah’ın kuludur (yani hepsi de abdullah’tır). Allah (cc) insanların mevlâ’sıdır. (3 Âli İmran/150. 2 Bekara/286. 22 Hacc/78). İnsanları koruyan, gözeten ve nimet veren sahip O’dur. İnsanlar bu en yüce Mevlâ’ya kalpten bağlanmalı ve yalnızca O’na itaat etmeli ve kulluğu yalnızca O’na yapmalıdır. Allah (cc) en yüce Efendi, insanlar ise değerli birer ‘abd’dirler. (Bakınız: Mevlâ, Veli) Hz. İsa (as) şöyle diyor: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum, O bana kitab verdi ve beni peygamber yaptı.” (19 Meryem/36) Allah (cc) çok sabırlı olduğu için Eyyûb (as)’u övüyor ve O’nun güzel bir ‘abd-kul’ olduğunu söylüyor. (38 Sad/30). Nuh (as) da şükreden bir abd’di (kuldu). (17 İsra/3). ‘Abd’ sıfatı Hz.Muhammed için de kullanılan övücü bir sıfattır. Rabbimiz bazı peygamberler için ‘kulumuz’ dediği gibi Hz. Muhammed’e de ‘kulumuz’ demektedir. “Eğer kulumuz’a (Hz. Muhammed’e) indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibi bir kitab getirin bakalım...” (2 Bekara/23). Mü’minler eğer Allah’ın kulu (Hz. Muhammed’e) indirilen kitab’a iman ediyorsalar; O kitaba göre hareket etmek durumundadırlar. (8 Enfal/41). O Allah (cc) kulu (abd’i) olan Hz.Muhammed’i, bazı âyetlerini göstermek için bir gece Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksa’ya götürmüştür. (İsra ve Mirac olayı) (17 İsra/1) Yine Kur’an, peygamberimize kitap indirildiğinden söz ederken ‘kulumuza indirdiğimiz’, ‘kulumuza indirilen’ demektedir ve Hz. Muhammed’i seçkin bir kul olarak anmaktadır. (18 Kehf/1. 25 Furkan/1. 53 Necm/10. 57 Hadid/9). Şu âyette ise Allah’ın abd’i (kulu) Hz. Muhammed’e her konuda yeterli olduğunu söylüyor: “Allah, kuluna yeterli değil mi?...” (39 Zümer/36) Melekler (4 Nisa/172) ve cinler de Allah’ın kullarıdır. (51 Zariyet/56). İnsanların ve cinlerin yaratılma sebebi de Allah’a kulluk (ibadet) yapmaları, Allah’ın dışında hiç bir tanrıya ibadet etmemeleridir. (Aynı âyet) Peygamberimiz (sav) kendisine ‘abdullah- Allah’ın kulu’ denilmesinden hoşlanır, dua ederken sürekli ‘Yarabbi senin kulun...’ kelimesini kullanırdı. Şehâdet kelimesinde Hz. Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğunun söylenmesinden sonra, O’nun Allah’ın kulu olduğunun vurgulanması oldukça dikkat çekicidir. Demek ki ‘abd-kul’ olma sıfatı yüceltici bir sıfattır ve inanan kulların Allah’a itaat ve ibadet ettiklerinin göstergesidir. Kendini bu şekilde niteleyen mü’min, kulluğu yalnızca Allah’a yaptığını, mutlak boyun eğişin yalnızca O’na yapılması gerektiğini ve başka şeylere kulluğun alçaltıcı olduğunu ilân etmiş olur. Abd’in dördüncü anlamı; dünyalıklara, mala ve servete aşırı bağlılıktır. Paraya, çıkara, dünyalıklara aşırı bir ilgi gösterip te Allah’ı unutanlar kötü insanlardır. Kimileri için maldan, servetten, paradan üstün bir şey yoktur. Bu gibi şeyler onun gözünde çok kutsaldır, başka kutsal bir şey yoktur. Böyleleri bu kötü ahlâkları yüzünden Allah’a insan olarak yapmaları gereken kulluğu unuturlar. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Altına, gümüşe ve lükse abd-kul olan kahrolsun” (İbni Mace, Zühd/8, Hadis no: 4136, 2/1386. Tirmizí, Zühd/42, Hadis no: 2375, 4/587) b-Abd’in Anlam Sahası: Allah (cc) insanı ‘abd-kul’ olarak yaratmıştır. Dolaysıyla insana düşen bu kulluğun şuurunda olmaktır. Abd, efendisinin emrine itiraz etmeksizin, karşı gelmeksizin uyar. Verilen emri yerine getirir, istenen hizmeti görür. Çünkü efendisi onun sahibidir, ona nimet vermektedir, ona sayısız iyilikte bulunmaktadır. İnsan öldüğü zaman da hayatının hesabını bu efendisine (Mevlâ’sına)verecektir. Abd olarak yaratılan insanın, kendisine sonsuz bağışta bulunan Mevlâsı Allah’ı bırakıp, kendisine faydası veya zararı olmayan putları, az bir faydası var zannettiği tağutları ve sahte ilâhları mevla bilip onlara kulluk yapması ne kadar yanlıştır? Elbette gercek Efendiye kulluğu unutanlar, başka yalancı mevlâlar (efendiler) bulurlar. İman eden kimse, bir anlamda bütün kölelikleri, bütün yanlış kul ve kulluk anlayışlarını reddettiğini ilân etmiş olur. O, imanıyla der ki, ‘ben âlemlerin Rabbini ilâh olarak kabul ediyorum, ben O’nun kuluyum. Dolaysıyla mutlak itaati, mutlak hizmeti ve ibadeti yalnızca O’na yapacağım. O benim sahibimdir, O benim her şeyime hakimdir, her şeyimi bilmektedir ve yaptığım her şeyi görmektedir. Ben O’na aitim, O’ndan geldim ve yine O’na döneceğim.’ Allah’a kullukla ve O’na şükretmekle doyan (tatmin olmuş) bir nefse Allah (cc) şöyle hitap etmektedir: “Ey tatmin olmuş (doymuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici (razı) ve hoşnut edilmiş (razı olunmuş) olarak dön. Artık ‘kullarımın’ arasına katıl. Cennetime de gir.” (89 Fecr/27-30) Burada ‘ibadi-kullarım’ diye övülen kimseler, Allah’ın kendilerinden razı olduğu güzel mü’minlerdir. Görülüyor ki burada ‘abd-kul’ sıfatı cennetlik kulların özel bir sıfatıdır. Ancak Allah (cc) kendisine itaat etmeyen, O’na şirk (ortak) koşan, O’nu tanımayan ve O’na karşı kibirlenen azgınları lanetler, onların bir kısmını davranış yönünden başka hayvanlara benzetir ve bir kısmını da ‘tağut’a ‘abd-kul’ yapar. İşte böyleleri doğru yoldan ayrılıp, sapık yollara gidenlerdir. (5 Maide /60) (Bakınız: Tağut) Allah’a kulluk yapmayı reddedenler kendileri için yeni ve yalancı ilâh bulurlar, sonra da onun onunde abd-kul olurlar. Bu durum insan için alçaltıcı bir konumdur, insanın şerefine yakışmayan bir durumdur. Mü’min, Allah’a abd-kul olduğunun şuuruyla kulluk gorevlerini yerine getirmeye çalışır, Rabbinin rızasını kazanmaya çaba harcar, O’na mümkün olduğu kadar samimiyetle bağlanır, davranış ve ibadetleriyle O’na tazim eder (saygısını gosterir). Allah’a yönelen bu davranışlara ibadet denir. (Bakınız: İbadet) Bu şekilde ibadet eden kullara (abd’lere) ‘ibad’, yani Allah’ın kulları denilir. Müslümanlar arasında en yaygın isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır. Bunlar, ‘Allah’ın kulu, Rahman’ın kulu’ demektir ki en güzel isimler bunlardır. Allah’ın güzel isimlerinin başına ‘abd’ getirilerek yapılan bütün isimler güzeldir. Çünkü hepsi de Allah’ın kulu olmayı ifade ederler. Hüseyin K. Ece | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2904 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3645 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3285 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7827 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7287 | 02 Ekim 2012 21:16 |
30 Mart 2014, 02:11 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 20781 Üyelik T.:
10 Ekim 2012 | Cevap: Abd
Abd nedir – (Kulluk) ** Kul, köle, mahlûk, insan. İtaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye, ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesidir. Abd kelimesinin masdarı olan ubudiyyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır. Sâmî menşeli olduğu için; İbrânîce’de ve diğer akraba dillerde de görülen Abd kelimesi, Arapça’da bazı hususiyetler ifade etmektedir. insanın yaratılış hikmetinin Allah’u Teâlâ (Celle Celaluhu)’ya kulluğa dayandığı kat’i nasslarla sabittir. ** “Bana karşı imtihan ettiğin -başıma kaktığın- ganimet, İsrailoğullarını kendine kul -köle- edindiğin için. ” ifâdesindeki meâl, Musa (Alehisselam)’ın Firavuna cevabında olduğu gibi “kul”, “köle” edindin demektir (eş-Şuarâ, 26/22). ** Abd kelimesinin masdarı olan ubûdiyet ve kulluk, insanın; rubûbiyet ise Allah’ın sıfatıdır. Zaman zaman müstekbir ve mütekebbir insanlar, ilâhlık taslayarak Allah’a ait vasıfların kendilerinde de bulunduğunu iddia ederler. Bilhassa hüküm vermede ve kanun yapmada bu durum kendini açıkça belli eder. Cenâb-ı Hak ise bu durum karşısında bütün insanların kul olduğunu, hüküm koymanın yalnız Allah’a ait bulunduğunu, bir insanın Allah’ın hükümlerine bağlı kalarak mükemmel bir kul ve insan olacağı üzerinde Kur’ân’da ısrarla durmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de: “Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri için yarattım” (ez-Zâriyât, 51/56) hükmü beyan buyurulmuştur. Bütün peygamberler abd olduklarını övünerek söylemişlerdir. Hristiyanlar tarafından ilâh olduğu ileri sürülen Hazreti İsa (Aleyhisselam) bu iddiayı kesinlikle reddederek Kur’ân-ı Kerim’in tabiriyle şöyle der: “Ben Allah’ın bir kuluyum.” (Meryem, 19/30). Hz. Davud (Aleyhisselam) için “O ne güzel bir kuldu” (Sâd, 38/30) diye buyrulurken Hz. Eyyüb (Aleyhisselam) hakkında da sabrından dolayı şöyle ifade edilmektedir: “Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk. O ne güzel kuldu” (Sâd, 38/44). Kur’ân-ı Kerim’de birçok isim ve sıfatla anılan Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için en şerefli isim olarak“abd”*tabiri kullanılmaktadır. Cenâb-ı Allah’a en yakın bulunduğu Mîrac gecesinde kendisinden “abd” diye sözedilmektedir (el-İsra, 17/1; en-Necm, 53/10) . ** Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in “abd” yönü ve özelliği rasûl sıfatından daha üstündür. Zira kul olma yönüyle Hakk’a ubûdiyet özelliğini yansıtır; rasûl yönüyle ise insanlara tebliğ özelliğini ifade eder. Allah’a yönelik kul olma özelliği, halka yönelik rasûl özelliğinden daha önemli ve daha üstündür. Bundan dolayı da Kelime-i Şehâdet ve Kelime-i Tevhid’de önce abd (kul) sıfatı sonra rasûl sıfatı zikredilmektedir. Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de “Allah Kur’ân’ı kuluna indirdi.” (el-Kehf, 18/1) âyetiyle peygarnberlik görevinden söz ederken Rasûlullah’tan “kul” diye söz etmektedir. ** Hazreti Âdem (Aleyhisselam)’den itibaren bütün peygamberler insanları, Allah’u Teâlâ (Celle Celaluhu)’ya ibadet etmeye davet etmişlerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “Andolsun ki biz her kavme: -Allah’a ibadet edin, tâğuta kulluk etmekten kaçının diye- (tebligat yapması için) bir peygamber göndermişizdir” (en-Nahl, 16/36) buyurulmaktadır. Bilindiği gibi tâğut; Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın indirdiği hükümlere karşı ayaklanan (tuğyan eden) her güce verilen bir isimdir. Bunun insan olması, şeytan olması, put olması veya bir ideoloji olması, mahiyetini değiştirmez. Nitekim:“İman edenler, Allah yolunda cihad ederler; küfredenler de (kâfirler) tâğut yolunda savaşırlar”*(en-Nisâ, 4/76) âyet-i kerimesi insanların, ya Allah’a iman edip O’nun dini için cihad edeceklerini, ya da küfredip (kâfir olup) tâğut yolunda savaşacağını sarih olarak ortaya koymuştur. Bu iki hâlin dışında, üçüncü bir hâlden söz etmek mümkün değildir. Bu mücadelenin ortaya çıkardığı hukûkî bir durum “abd” kavramı ile alâkalıdır. Şöyle ki; abd kelimesi, köle mânâsına da kullanılmıştır. (el-Bakara, 2/221) Şimdi bu mâhiyet üzerinde kısaca duralım. ** Ruhlar âleminde iken Allah’u Teâlâ (Celle Celaluhu) bütün insanlardan “mîsak” almıştır. Bu bir anlamda Allah’u Teâlâ (Celle Celaluhu) ile insanlar arasında tahakkuk eden mânevî bir mukaveledir. Her mü’min “Ne zamandan beri müslümansın?” suâline; “Kâlû Belâ’dan beri” diyerek, bu manevî mukâveleyi ikrar eder. Kur’ân-ı Kerim’de; Allah (Celle Celaluhu)’ın “emâneti” göklere, dağlara ve yeryüzüne teklif ettiğini, onların bu emanetin ağırlığı karşısında endişeye düştükleri, insanın ise kendi iradesiyle yüklendiği bildirilmiştir. (el-Ahzab, 33/72) Emânet; Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın tekliflerinin tamamına verilen isimdir. Ruhlar âleminde gerçekleşen mîsak ve yüklenilen emânet sebebiyle; insan, yeryüzünde Allah (Celle Celaluhu)’ın halîfesi hükmündedir. Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar” müjdesi sarihtir. insan; dünyaya geldikten sonra mîsakı unutur, emânete ihanet eder ve İslâm’a karşı savaşırsa “kölelik” (abd, rakik, memlûk, cariye vs…) gündeme girer. Nitekim Molla Hüsrev: “Kölelik; tevhid akîdesinden yüz çevirmenin cezası olarak, Allah’u Teâlâ (c.c.)’nın takdir ettiği bir hakirliktir” (Molla Hüsrev, ed-Dürer, İstanbul 1307, II, 6) diyerek, meselenin içeriğine işaret etmiştir. İbn Âbidîn’de bu konuyla ilgili olarak şu hükümlere yer verilmiştir: “Bulunan çocuk (lâkit) bütün hükümlerde hürdür. Hattâ kazf (zina isnadı iftirası) edene, had vurulur. Çünkü âdemoğlu için asıl olan hürriyettir. Zira insanlar müslümanların en hayırlıları olan, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın çocuklarıdırlar. Bazı insanlardaki kölelik hâli ise, daha sonra ortaya çıkan küfür sebebiyle meydana gelmiştir.” Dikkat edilirse köleliğin tahakkuku, ruhlar âleminde gerçekleşen mîsakı reddetmek ve emânete ihanet ederek İslâm’a karşı savaşmakla ilgilidir. Müsteşriklerin (veya onları taklid eden kimselerin) iddia ettikleri gibi kaba kuvvetle alâkası yoktur. Rasûlullah’ın hür bir insanı, kuvvet kullanarak kendisine hizmetçi yapanın namazının asla kabul edilmeyeceğini ve kıyâmet gününde onun karşısında olacağını ifade ettiği bilinmektedir. (Buhârî, İcare, 10) Dolayısıyla bir İslâm beldesi kâfirlerin istilâsına uğrarsa, o beldedeki müslümanlar “esir” olabilirler, ancak kat’iyyen “köle” olamazlar. Alıntı |