|
Konu Kimliği: Konu Sahibi JAZARİ,Açılış Tarihi: 16 Şubat 2014 (22:22), Konuya Son Cevap : 16 Şubat 2014 (23:01). Konuya 7 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
16 Şubat 2014, 22:22 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 1.ÜNİTE بيت الإنسان İNSANIN EVİ/YUVASI البيت مكان استراحة للإنسان بعد عناء اليوم Günlük yorgunluktan sonra ev, insan için bir dinlenme yeridir. . يجتمع المرء فيه بأهله على مائدة العَشاء Orada insan, akşam sofrasında ailesiyle bir araya gelir. ويقضي يومَيْ عطلة نهاية الأسبوع في بيته مع زوجته وأولاده İki günlük hafta sonu tatilini evinde eşi ve çocuklarıyla birlikte geçirir. وغرف البيت تحدد نمط حياة الإنسان Evin odaları insanın yaşam tarzını belirler. . فعلى سبيل المثال غرفة النوم مريحة تؤثر على جودة النوم لدى المرء Örneğin yatak odası, insanın kaliteli uyku çekeceği şekilde rahattır. وغرفة الطعام واسعة تساعد على تضييف ضيوف كثيرين Yemek odası, çok misafir ağırlamayı mümkün kılacak şekilde geniştir. والأدوات المستخدمة في البيت لها دور كبير في حياة الإنسان Evde kullanılan araç gereçlerin insanın hayatında büyük rolü vardır. أثاث البيت الجميل يعكس ذوق صاحب البيت Evdeki güzel mobilya/eşyalar ev sahibinin zevkini yansıtır. والأجهزة المستخدمة في البيت تسهل الحياة اليومية Evde kullanılan araç gereçler günlük hayatı kolaylaştırır. يمكن بواسطة فرن طهي جيد إعداد أطعمة شهية Kaliteli bir fırınla lezzetli yemekler hazırlamak mümkün olur. . لذا يجب على الإنسان الاهتمام بالبيت وبما يوجد في البيت من أمتعة وأدوات وأسِرّة ومقاعد ومستلزمات الطبخ Bu yüzden insan, evine ve evindeki eşyalara, araç gereçlere, koltuklara, sandalyelere ve mutfak aletlerine özen göstermelidir. . فمقاعد خشب مفضلة على غيرها. Ahşap sandalyeler tercih edilir. البيت مصدر فرح الإنسان Ev insanın neşe kaynağıdır. . وقد يكون مصدر حزن إن لم يحسن الإنسان اختيار موقع بيته Eğer insan evinin yerinin seçimini iyi yapmazsa (yanlış seçerse), üzüntü kaynağı da olabilir. . فقد ورد في مثل شعبي أن البيت الذي لا تدخله الشمس يدخله الطبيب Bir halk atasözü der ki: Güneşin girmediği eve doktor girer. إذن يستحسن السكن في بيت يكثر فيه ضوء الشمس Öyleyse Güneş ışığının çok olduğu bir evde oturmak tercih edilir. ولا غرابة في كون البيوت المطلة على البحر غالية وثمينة Denize nazır evlerin pahalı ve değerli olmasına şaşmamak gerek. . فالمنزل الذي له منظر جميل يعطي لصاحبه الحيوية والنشاط. ويملأ السرور في قلبه Güzel manzarası olan ev, sahibine canlılık ve dinçlik verir, kalbini neşeyle doldurur. طوبي لمن يملك الدار الجميل المريح الذي يهنأ فيه بالعيش Neşe veren rahat ve güzel eve sahip olana ne mutlu! |
Konu Sahibi JAZARİ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Yaşlı Olmasam Dağa Çıkardım | Muhtelif Konular | yasarakkas | 5 | 2277 | 06 Ekim 2015 09:47 |
74 yaşında bir Terörist(!) | Serbest Kürsü | 2 | 1710 | 15 Eylül 2015 16:04 | |
2014 ALES Sonbahar dönemi sınav Başvurusu | ÖSYM'den Duyurular | JAZARİ | 0 | 2462 | 21 Eylül 2014 21:01 |
DHBT Soru-Cevap/Medineweb | DHBT-Çıkmış Sorular-Cevaplar | Mihrinaz | 8 | 13090 | 11 Eylül 2014 23:30 |
2014/2 EKPSS/KURA İle Engelli Memur Yerleştirme... | ÖSYM'den Duyurular | JAZARİ | 0 | 2363 | 11 Eylül 2014 20:12 |
16 Şubat 2014, 22:26 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 2.ÜNİTE ألأقزام السبعة YEDİ CÜCELER كانت ثَلجٌ قد أَوَتْ إلى سريرها مُبَكِّرةً. لكنها لم تستطع النومَ ليلةَذاك. Karbeyaz erkenden yatağına sığınmıştı. Fakat bu gece uyumayı başaramadı. لِأنها كانت سَتبْدأُ العملَ في دار الحضانة صبيحة تلك الليلةِ. Çünkü o gecenin hemen sabahında kreşte çalışmaya başlayacaktı. كانت تتقلب في السرير تحاول أن تنام و تبذل كلَّ جهدِها لكنّ السَّهَرَ يغلب عليها و لا يتركها تنام. Yatakta bir o yana bir bu yana dönüyor, bütün gücünü harcayarak uyumaya çalışıyor, fakat uykusuzluk kendisine galip gelip geliyor, uyumasına izin vermiyordu. ثَلْجٌ كانت تُحبُّ الأطفال و تحب أن تلعب معهم كأنها واحدة منهم. Karbeyaz çocukları sever, sanki içlerinden biriymiş gibi kendileriyle oynamaktan hoşlanırdı. والأطفال كانوا يحبونها في الوهلة الأولى و إن كانوا لا يعرفونها قبلُ. Daha önce kendisini tanımadıkları halde çocuklar da onu daha ilk karşılaşmada severlerdi. والآنَ ثَلْجٌ كانت قد حصلت على الشهادة لتعليم الأطفال بعد أن أنهتِ الدراسةَ و صارت معلمةً. Karbeyaz öğrenimini tamamladıktan sonra şimdi anaokulu öğretmenliği diploması almış ve öğretmen olmuştu. لذلك كانت تَشعُر بالهيَجان و تضطجع تحت اللحاف مُؤَرّقَةً. O nedenle heyecan hissediyor, yorganın altında uykusuz yatıyordu. بعد أن قضت ثلج ليلها ساهرةً سمعت صوت المؤذن و قامت لتصلي. و انتظرت حتى انْبَلَجَ الفجرُ Karbeyaz gecesini uykusuz geçirdikten sonra müezzinin sesini işitti, namaz kılmak için kalktı. Şafak sökene kadar bekledi. و كانت تمشي في الغرفة و تقف و تجلس و تقوم. أخيرا حان الوقت و تأهبت للخروج... Odada kâh yürüyor, kâh duruyor, kâh oturuyor, kâh kalkıyordu. Sonunda vakit geldi. Çıkmak için harekete geçti. فكانت قد فكرت خلال الطريق فيما كانت تحكي للأطفال فلم يخطر ببالها أيُّ حكايةٍ كأنها لم تقرأ و لم تسمع قصةً ولا أسطورةً من قبلُ. Yoldayken çocuklara ne anlatacağı konusunda düşünmüş, aklına herhangi bir öykü gelmemişti. Sanki daha önce ne bir öykü ne de bir masal okumuştu. انتهى الطريق أمام دار الحضانة. نزلت المعلمة الشابة من الحافلة و اتخذت سَمْتَها نحو باب حديقة الحضانة المحاطة بالجدار. Kreşin önünde yol sona erdi. Genç öğretmen otobüsten indi, duvarla çevrili kreş bahçesinin kapısına doğru yöneldi. وكانت ترتفع أصوات الأطفال كلما تقاربت منها. فوقفت أمام البوابة و رنَّتْ الجرس. Yaklaştıkça çocukları sesleri yükseliyordu. Kapının önünde durdu ve zili çaldı. بعد أن وقفت قليلا فتح البوابة رجلٌ مُسنٌّ شديد بياضِ اللحية مبتسم الوجه. Biraz durduktan sonra kapıyı güler yüzlü ve bembeyaz sakallı ihtiyar bir adam açtı. سلمت عليه المعلمة الشابة و عرفته بنفسها و أخبرته بأنها هي المعلمة الجديدة. رحبها البواب الكبير السنِّ و دلَّها على الصف. Genç öğretmen ona selam verdi, kendini tanıttı ve kendisinin yeni öğretmen olduğunu belirtti. Yaşı ileri kapıcı ona hoş geldin dedi, kendisine sınıfı gösterdi. دخلت المُعَلِّمةُ ثَلجٌ الصفَّ مشرقة الوجه. سلمت على الأطفال تكلمت معهم و أَبْهَجَتْهم و ربَّتَتْ على خدودهم. Öğretmen Karbeyaz parlak bir çehreyle sınıfa girdi. Çocuklara selam verdi. Kendileriyle konuştu, onları neşelendirdi, yanaklarını okşadı. صار الاطفال مَرِحين مسرورين بمعلمتهم. فما إن لاحظت ثلج أنَّ في الصف سبعةَ أطفال حتى تذكرت أقصوصةَ الأقزام السبعة. فبدأت رواية تلك القصة لهم: Çocuklar öğretmenleri dolayısıyla neşe ve sevinçle dolmuşlardı. Karbeyaz sınıfta yedi çocuğun bulunduğunu fark eder etmez “Yedi Cüceler” masalını hatırladı ve o hikayeyi kendilerine anlatmaya başladı: كان يا ما كان في قديم الزمان Bir varmış, bir yokmuş evvel zaman içinde بين الجبال الشامخة المغطَّاة القمم بالثلوج و الأكتافِ بالأعشاب والأشجار كان هناك غابة منعزلة عن الأنظار. Doruğu karlarla, yamaçları otlar ve ağaçlarla kaplı dağlar arasında gözlerden ırak bir orman vardı. و في غياهيب الغابة تحت الأشجار الطويلة الأغصان و الجذوع الكثيرة الأوراق كان أناس صغار قصيرو القامة سريعو الحركات طويلو العمر خفيفو الأوزان. Ormanın derinliklerinde uzun dallı ağaçların, gür yapraklı kütüklerin altında kısa boylu, çevik hareketli, uzun ömürlü ve hafif kilolu küçük insanlar vardı. وكانوا سبعة مختلفة الطبائع. Değişik karakterli yedi kişiydiler. كان أحدهم كثير الأكل و الآخر كان شديد الغضب. İçlerinden biri obur, diğeri çok öfkeliydi. والثالث منهم يعمل كثيرا بينما الرابع ينام طويلا. İçlerinden üçüncüsü çok çalışırdı, oysa dördüncüsü fazlaca uyurdu. والخامس كان يحب المزاح و السادس فيهم يتظاهر بالعلم بينما السابع كثير المرح... Beşincisi şakayı sever, altıncısı bilgili görünür, yedincisi ise çok kibirliydi. لم تُنْهِ المعلمة ثلج رواية القصة إلا و صار الأطفال نياماً مطأطِئي الرؤوس Karbeyaz Öğretmen masalı anlatmayı henüz bitirmeden çocuklar başlarını eğerek uyumaya başladılar. |
16 Şubat 2014, 22:41 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 5.ÜNİTE Konstantinopolis’in Fethi… Nebevi Müjde فتح القسطنطينية... بشارة نبوية Peygamber (a.s.) sayıca az, mühimmat bakımından zayıf olan Müslümanlara dönemin iki büyük devletinden biri olan Bizans Devleti’nin başkenti Konstantinopolis’in fethini müjdeledi. لقد بشر الرسول عليه السلام المسلمين وهم في قلة عددا وضعف عدة، بفتح القسطنطينية عاصمة الدولة البيزنطية وهى احدى الدولتين العظميين حينذاك Şöyle ki: Allah Resûlü (s.a.s.): “Konstantinopolis (Kastantiniye) bir gün fethedilecek. Onu fetheden komutan ne iyi komutandır, o ordu ne iyi ordudur. حيث قال (صلى الله عليه وسلم): "لتفتحن القسطنطينية، فلنعم الأمير أميرها، ولنعم الجيش ذلك الجيش." Müslümanlar sekiz asırdan fazladır heyecanla bu nebevi müjdenin gerçekleşmesini beklediler. وانتظر المسلمون أكثر من ثمانية قرون متطلعين الى تحقق هذه البشارة النبوية Konstantinopolis’in fethi yüce bir hayal ve değer verilen bir umuttu. وكان فتح القسطنطينية حلمًا غاليا وأملا عزيزا Bu hayal ve umut asırlarca, her biri Peygamber’in (s.a.s.) müjdesi ve övgüsüne mazhar olmayı uman (umarak) Müslüman kumandan ve fatihlerin zihnini meşgul etti. راود القادة والفاتحين المسلمين قرونا، آملا كل منهم أن يكون صاحب بشارة ومحل ثناء النبي (صلى الله عليه وسلم). Daha önce Konstantinopolis’in fethi için Müslümanların bir kaç takdire şayan (güzel) çabası olmuştu. لقد كانت هناك محاولات جميلة من قبل المسلمين لفتح القسطنطينية Konstantinopolis’in fethi için on bir teşebbüs oldu. حيث قامت احدى عشرة محاولة لفتح القسطنطينية İlk ciddi teşebbüsler Muaviye b. Ebî Süfyan zamanında başladı. وقد بدأت المحاولات الجادة في عهد معاوية بن أبي سفيان Fakat ilk hamle, başarı nasip olmadan/başarısızlıkla sonuçlandı. . ولكن الحملة الأولى انتهت غيرَمكتوب لها النجاح Kötü hava şartları, Müslümanların şehir üzerine kurdukları kuşatmayı sürdürmelerine mani oldu. فقد حال سوء الأحوال الجوية دون استمرار المسلمين في الحصار الذي فرضوه على المدينة Onun döneminde başka hamleler de oldu; ancak hepsi de başarısızlıkla sonuçlandı. وقد تكررت حملات أخرى في عهده إلا أنه حظيت كلها بالفشل I. Abbasiler dönemi, Bizans devletine karşı yoğun cihat kampanyalarına tanık oldu. وشهد العصر العباسي الأول حملات جهادية مكثفة ضد الدولة البيزنطية Ancak Konstantinopolis’e ulaşamadı; ancak sarstı ve iç olayları etkiledi. ولكنها لم تتمكن من الوصول إلى القسطنطينية مع أنها هزتها وأثرت على الأحداث داخلها. Sonra Osmanlı döneminin başında Konstantinopolis’i fetih umudu yeniden yeşerdi, Osmanlı sultanlarını fetih hayali sardı. ، ثم تجدد الأمل في فتح القسطنطينية في مطلع عهود العثمانيين وملك على سلاطينهم حلم الفتح، İnsanların İslam’a en fazla bağlılık gösterenleri ve askerlik hayatına en yatkın olanlarıydı. وكانوا من أشد الناس حماسا للإسلام وأطبعهم على حياة الجندية Tarihi şehri I. Beyazıt ve II. Murat, her biri Peygamber’in müjdesine nail olmak için elinden gelen gayreti göstererek ve sahip olduğu güç ve imkânları kullanarak kuşattı. فحاصر المدينة العتيدة كل من السلطان بايزيد الأول ومراد الثاني باذلاً كل منهما ما بوسعه من جهد ومستخدما ما يملك من قوة وامكانية حتى ينال ببشارة النبي (صلى الله عليه وسلم) Fakat ikisinin de çabaları başarı ve zaferle taçlanmadı. ولكن لم تكلل جهودُهما بالنجاح والظفر Allah, büyük fethin ve değerli nebevi müjdenin sahibinin II. Murat’ın oğlu II. Mehmet olmasını diledi. وشاء الله أن يكون محمد الثاني بن مراد الثاني هو صاحب الفتح العظيم والبشارة النبوية الكريمة. Fatih Sultan Mehmet Osmanlı Devletinin yedinci padişahı babası Sultan II. Murad’ın gözetiminde yetişti. نشأ السلطان محمد الفاتح في كنف أبيه السلطان مراد الثاني سابع سلاطين الدولة العثمانية، Sultan Murat, saltanata ehil ve saltanat yükünü kaldırmaya muktedir olması için onun yetişmesi ve eğitimiyle bizzat ilgilendi. الذي تعهده بالرعاية والتعليم؛ ليكون جديرا بالسلطنة والنهوض بتبعاتها Küçük yaşta Kur’ân’ı ezberledi, hadis okudu, fıkıh öğrendi, matematik ve astronomi dersleri aldı. ؛ فحفظ القرآن صغيرا وقرأ الحديث وتعلم الفقه ودرس الرياضيات والفلك Harp ve savaş tekniklerini sağlam öğrendi. İyi düzeyde Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca öğrendi. Savaşlara ve seferlere katıldı. وأتقن فنون الحرب والقتال، وأجاد العربية والفارسية واللاتينية واليونانية واشترك في الحروب والغزوات Babasının vefatından sonar 22 yaşında, son derece azimli ve hırslı bir genç olarak saltanat görevini üslendi. وبعد وفاة أبيه تولى السلطنة فتى في الثانية والعشرين من عمره وافرَ العزم شديدَ الطموح. Sultan I. Beyazıt Konstantinopolis’i kuşatması sırasında Boğazın Asya yakasına, şehrin surlarının karşısına Anadolu hisarı adıyla bilinen bir kale inşa etmişti. كان السلطان بايزيد الأول قد أنشأ على ضفة البوسفور الآسيوية في أثناء حصاره للقسطنطينية حصنا تجاه أسوارها عُرف باسم قلعة الأناضول Kale, İstanbul boğazının en dar noktasında kurulmuştu. وكانت تقوم على أضيق نقطة من مضيق البوسفور Fatih Sultan Mehmet de boğazın Avrupa yakasına, onun karşısına, Konstantinopolis surlarına bakan bir kale kurmaya karar verdi. ، وعزم محمد الفاتح أن يبني قلعة تجاهها على الجانب الأوروبي من البوسفور في مواجهة الأسوار القسطنطينية Kale inşaatı, başı dik olarak yükselmeye başladı. وبدأ البناء في الارتفاع شامخَ الرأس İmparator Konstantin bu inşaatı durdurma imkânına sahip değildi. وكان الإمبراطور قسطنطين لا يملك وقف هذا البناء Kendisini çembere alan bu beklenmedik tehlikeyi savmak için elinden hiçbir şey gelmediğini görerek, olanları üzüntüyle izlemekle yetindi. واكتفى بالنظر حزنا وهو يرى أن الخطر الداهم سيحدق به دون أن يملك من دفعه شيئا Üç ay geçmeden kalenin yapımı tamamlandı ve bu kale “Rumeli Hisarı”, yani Rum kalesi, adıyla meşhur oldu. ولم تمض ثلاثة شهور حتى تم بناء القلعة وقد عرفت هذه القلعة باسم "روملي حصار"، أي قلعة الروم. Sultan II. Mehmet Konstantinopolis’in fethini düşünüyor, aklı ve bütün azalarına fetih fikri egemen olmuş bir halde hedef ve tutkusunu gerçekleştirmek için yapılabileceklerle ilgili planlama yapıyordu. كان السلطان محمد الثاني يفكر في فتح القسطنطينية ويخطط لما يمكن عمله من أجل تحقيق الهدف والطموح، مسيطرة على عقله وكل جوارحه فكرة الفتح Ne kendisi fetih dışında bir şey konuşuyor ne de bir kimsenin fetih dışında bir şey konuşmasına izin veriyordu. فلا يتحدث إلا في أمر الفتح ولا يأذن لأحد أن يتكلم فى غير الفتح Urban isimli bir Macar mühendis kendisine, Konstantinopolis surlarını delmeye yetecek gülleler atan büyük bir top yapmayı teklif etti. فعرض عليه مهندس مجري يدعى "أوربان" أن يصنع له مدفعا ضخما يقذف قذائف هائلة تكفي لثلم أسوار القسطنطينية Padişah topun yapılması için gerekli olan bütün malzeme ve techizatın kendisine sağlanmasını emrederek teklifi memnuniyetle karşıladı. فرحب به السلطان آمرا بتزويده بكل المواد والمعدات اللازمة لتصنيع المدفع Üç ay geçmeden Urban, tarihte benzeri görülmemiş büyük bir top yapmayı başardı. ولم تمض ثلاثة أشهر حتى تمكن أوربان من صنع مدفع عظيم لم يُر مثله قط. Osmanlı padişahı Cuma günü koca ordusuyla Konstantinopolis’in Avrupa kıtasına bitişik batı surlarının önüne ulaştı. وصل السلطان العثماني في جيشه الضخم أمام الأسوار الغربية للقسطنطينية المتصلة بقارة أوروبا يوم الجمعة Çadırı ve karargâhı kuruldu, uzun menzilli güçlü toplar yerleştirildi. ونصب سرادقه ومركز قيادته ونصبت المدافع القوية البعيدة المدى Sonra kıbleye dönerek ve Allah’ın yardımını dileyerek iki rekât namaz kıldı. ثم صلى ركعتين متجها إلى القبلة، مستعينا بالله Padişah, sakinlerine saygı gösterileceği, canları, inançları ve mal varlıklarının korunacağı garantisi vererek imparator Konstantin’den şehri teslim etmesini istedi. وطلب السلطان من الإمبراطور "قسطنطين" أن يسلم المدينة إليه متعهدا له باحترام سكانها وتأمينهم على أرواحهم ومعتقداتهم وممتلكاتهم Fakat İmparator şehrin sağlam surlarına ve Hristiyan devletlerin kendisine yardım edeceğine güvenerek reddetti. ولكن الإمبراطور رفض معتمدًا على حصون المدينة المنيعة ومساعدة الدول النصرانية له. Osmanlı topları korkunç gülleleriyle neredeyse kesintisiz bir şekilde gece gündüz surları dövmeye başladı. بدأت المدافع العثمانية تطلق قذائفها الهائلة على السور ليل نهار لا تكاد تنقطع Aynı anda bazı Osmanlı gemileri de Altın Boynuz (Haliç) limanı önüne çekilmiş zinciri kırmaya ve Haliç’e girmeye çalıştı. وفي الوقت نفسه حاولت بعض السفن العثمانية تحطيم السلسلة على مدخل ميناء القرن الذهبي واقتحامه Fakat zincirin arka kısmında durarak onu korumakla görevli Bizans ve İtalyan gemileri, Osmanlı gemilerinin saldırılarını püskürtmeyi başardı. ولكن السفن البيزنطية والإيطالية المكلفة بالحراسة واقفة خلف السلسلة نجحت في رد هجمات السفن العثمانية. Kuşatma altındaki şehir, bazı dış yardımlar da alıyordu. وكانت المدينة المحاصرة تتلقى بعض الإمدادات الخارجية أيضا Deniz kuşatmasının üzerinden beş gün geçmemişti ki kuşatma altındaki şehre yardım için gelen Batı gemileri göründü. ولم يكد يمضي خمسة أيام على الحصار البحري حتى ظهرت خمسة سفن غربية جاءت لمساعدة المدينة المحاصرة Osmanlı donanması, gemilerin limana/Haliç’e ulaşmasına engel olmaya çalıştı; ancak başaramadı. وحاول الأسطول العثماني أن يحول بينها وبين الوصول إلى الميناء ولكنه فشل Gemilerin (Haliç’e) geçmeyi başarmasının kuşatma altındaki şehrin ahalisi üzerinde olumlu etkisi oldu, sevinç dalgasıyla coşarak ümitleri yeniden yeşerdi. كان لنجاح السفن في المرور أثره الايجابي في نفوس أهالي المدينة المحاصرة فانتعشت آمالهم مغمورين بموجة من الفرح. Sultan II. Mehmet Osmanlı donanmasını bizzat altın boynuza (Haliç’e) sokmak ve Konstantinopolis’i en zayıf noktasından kuşatmak için bir çare düşünmeye başladı. أخذ السلطان محمد الثاني يفكِّر في وسيلة لإدخال الاسطول العثماني القرن الذهبي نفسه وحصار القسطنطينية من أضعف جوانبها Donanmanın bir bölüğünü, zincir engeliyle karşılaşmadan kara yoluyla Galata bölgesinden Haliç’e nakletmeyi gerektiren başarılı bir plan kurdu. واهتدى إلى خطة موفقة اقتضت أن ينقل جزءًا من أسطوله بطريق البر من منطقة غلطة إلى داخل الخليج متفاديا السلسلة Bir gecede Osmanlılar katırların ve güçlü erkeklerin çektiği yetmiş gemiyi Altın Boynuz sularına nakletmeyi başardılar. وفي ليلة واحدة تمكن العثمانيون من نقل سبعين سفينة الى مياه القرن الذهبي تجرها البغال والرجال الأشداء Sabah aydınlanmadan Osmanlı gemileri, kuşatma altındaki şehir halkına ürkütücü bir sürpriz yaparak Haliç’te yelkenlerini açtılar. وما كاد الصبح يسفر حتى نشرت السفن العثمانية قلوعها فى الخليج مفاجأة لأهل المدينة المحاصرة مفاجأة مروعة Osmanlılar amansızca surları dövmeyi sürdürürken kuşatma, yavaş ve yorucu biçimde devam ediyor, kuşatma altındaki şehir halkı yiyecek sıkıntısı çekiyor, her an şehirlerinin düşmesini bekliyorlardı. استمر الحصار بطيئا مرهقا والعثمانيون مستمرون في ضرب الأسوار دون هوادة، وأهل المدينة المحاصرة يعانون نقص المؤن ويتوقعون سقوط مدينتهم بين يوم وآخر Osmanlı padişahı, teslim olmaya ya da barış talep etmeye zorlarım düşüncesiyle her defasında yeni bir planla hasmına sürpriz yapıyordu. وكان السلطان العثماني يفاجئ خصمه في كل مرة بخطة جديدة لعله يحمله على الاستسلام أو طلب الصلح Fakat Bizans imparatoru Kostantin, her defasında reddediyordu. Padişahın önünde, sahip olduğu bütün güçle savaşa devam etmekten başka seçenek kalmadı. لكن قسطنطين ملك البيزنطية كان يأبى فى كل مرة، ولم يعد أمام السلطان سوى معاودة القتال بكل ما يملك من قوة. Salı günü şafak vakti, (20 Cemaziyelevvel 857/29 Mayıs 1453) karadan ve denizden saldırılar başladı. وفي فجر يوم الثلاثاء (20 من جمادى الأولى 857هـ= 29 من مايو 1453م) بدأ الهجوم برًا وبحرًا، Sesleri gökleri yaran ve kalplere korku salan top külleri, askerlerin yeri (göğü) inleten tekbir sesleri arasında savaş şiddetlendi. واشتد لهيب المعركة وقذائف المدافع يشق دويها عنان السماء ويثير الفزع في النفوس، وتكبيرات الجند ترج المكان Osmanlılar hamlelerini artırdılar, canlarını hiçe sayarak, kendilerini ekin gibi biçen ölüme aldırmaksızın merdivenleriyle surlara doğru taarruza geçtiler. Hatta bir grup yeniçeri, vücutlarına saplanan düşman oklarına rağmen surun en yüksek noktasına çıktı. وضاعف العثمانيون جهدهم واندفعوا بسلالمهم نحو الأسوار باسلين أرواحهم غير مبالين بالموت الذي يحصدهم حصدا، حتى وثب جماعة من الانكشارية إلى أعلى السور، وسهام العدو تنفذ إليهم Sonunda Osmanlılar şehre doğu akın edebildiler. فقد استطاع العثمانيون أن يتدفقوا نحو المدينة Osmanlı donanması da Haliç’in girişine çekilen demir zinciri kaldırmayı başardı. ونجح الأسطول العثماني في رفع السلاسل الحديدية التي وُضعت في مدخل الخليج Hücumun başlamasının üzerinden sadece üç saat geçmişti ki tarihi şehir fatihlerin eline geçmişti (ayakları altındaydı). وما هي إلا ثلاث ساعات من بدء الهجوم حتى كانت المدينة العتيدة تحت أقدام الفاتحين Fatih Sultan Mehmet muzaffer olarak şehre girince, atından indi, bu zafer dolayısıyla Allah’a şükür secdesi etti, sonra Ayasofya kilisesine doğru ilerledi. ولما دخل محمد الفاتح المدينة ظافرا ترجل عن فرسه، وسجد لله شكرا على هذا الظفر ثم تقدم متوجها إلى كنيسة "أيا صوفيا"؛ Bizans halkı ve rahipleri kilisede toplanmıştı. Onlara güvence (eman verip, Ayasofya kilisesinin camiye dönüştürülmesini emretti. حيث احتشد فيها الشعب البيزنطي ورهبانه، فمنحهم الأمان، وأمر بتحويل كنيسة "أيا صوفيا" إلى مسجد، Ayrıca büyük sahabi Ebû Eyyub el-Ensarî’nin kabrinin bulunduğu yere de bir cami (mescit) yapılmasını emretti. وأمر بإقامة مسجد أيضا في موضع قبر الصحابي الجليل أبي أيوب الأنصاري Fatih ki fetihten sonra bu lakabı almıştı, Konstantinopolis’i devletinin başkenti yapma kararı aldı ve ona, “İslambol”, yani, Darüsselam adını verdi. وقرر الفاتح الذي لُقِّب بهذا اللقب بعد الفتح اتخاذ القسطنطينية عاصمة لدولته، وأطلق عليها اسم "إسلام بول" أي "دار الإسلام". Dr. Ali Muhammed Muhammed es-Salabî’nin “Osmanlı Devleti; Yükseliş ve Çöküş Nedenleri” adlı eserinden son derece özetlenerek (hazırlanmıştır). باختصار وتصرف شديد من "الدولة العثمانية: عوامل النهوض وأسباب السقوط" /تأليف الدكتور علي محمد محمد الصلابي |
16 Şubat 2014, 22:47 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 6.ÜNİTE المسجد النبوى Mescdi Nebevî إن المسجد النبوي الشريف يعدُّ أهم معالم المدينة المنورة Kuşkusuz Mescidi Nebevî-i Şerif Medine-i Münevvere’nin en önemli eserlerinden sayılır. وله فضل كبير، ومنزلة عظيمة عند المسلمين Mescidi Nebevî’nin, Müslümanların nezdinde büyük bir değeri ve yüce bir yeri vardır. إذ اختار موقعه رسول الله صلى الله عليه وسلم إثر وصوله إلى المدينة مهاجراً Çünkü onu yerini, muhacir olarak Medine’ye ulaşır ulaşmaz Allah Resûlü (s.a.s.) seçmiştir. وشارك في بنائه بيديه الشريفتين مع أصحابه رضوان الله عليهم Ashabının yanı sıra (Allah hepsinden razı olsun) mübarek elleriyle yapımına iştirak etmiştir. وصار مقر قيادته، وقيادة الخلفاء الراشدين من بعده Hem kendi yönetim merkezi, hem de kendisinden sonra Raşit Halifelerin yönetim merkezi olmuştur. روى البخاري قصة بنائه في حديث طويل عن أنس بن مالك وفيه Yapılış hikâyesini Buhârî, Enes b. Malik’ten gelen uzun bir hadiste şöyle rivayet eder: "أن النبي صلى الله عليه وسلّم أمر ببناء المسجد “Peygamber (s.a.s.) mescidin yapılmasını emretti. فأرسل إلى ملأ من بني النجار أصحاب الأرض Toprak sahipleri olan Neccar oğullarından bir gruba şöyle haber gönderdi: فجاؤوا، فقال: يا بني النجار ثامِنوني بحائطكم هذا Ey Neccar oğulları, bu bahçenizi bana bedel karşılığı satın. فقالوا: لا والله لا نطلب ثمنه إلا إلى الله Dediler ki: Hayır, vallahi, biz onun bedelini/karşılığını sadece Allah’tan isteriz. قال: فكان فيه ما أقول لكم كانت فيه قبور المشركين وكانت فيه خِرَب وكان فيه نخل (Enes) Der ki: O arsa üzerinde size anlattığım şeyler vardı. Müşriklerin kabirleri vardı. Harabeler vardı. Hurma ağaçları vardı. فأمر رسول الله صلى الله عليه وسلّم بقبور المشركين فنبشت وبالخرب فسويت، وبالنخل فقطع Allah Resûlü (s.a.s.) emretti, müşriklerin kabirleri eşildi/dağıtıldı. Hurma ağaçları kesildi. قال: فصفوا النخل قبلة المسجد وجعلوا عضادتيه (خشبتان مثبتتان على جانبي الباب) حجارة Der ki: Hurma ağaçları mescidin kıble yönüne dizildi. Mescidin kapısının iki yan direği taştan yapıldı. قال: جعلوا ينقلون ذاك الصخر وهم يرتجزون، ورسول الله صلى الله عليه وسلّم معهم يقولون: اللهم إنه لا خير إلا خير الآخرة فانصر الأنصار والمهاجرة". Yine der ki: Sahabe o taşı taşırlarken şiir okuyorlar, Allah Resûlü de (s.a.s.) onlara iştirak ediyordu: Allahım, âhiret hayrından başka hayır yoktur. Ensar ve Muhacirlere yardım eyle. وقد وردت أحاديث كثيرة في فضائل المسجد النبوي تبين أهميته ومكانته بين كافة مساجد الإسلام Mescidi Nebevî’nin faziletleri hakkında, onun İslam dünyasındaki sair mescitler içerisindeki önem ve yerini açıklayan bir çok hadis varit olmuştur. ومن أبرز هذه الفضائل: Bu faziletlerin en önemlileri şunlardır: أنه يذهب كثير من المفسرين[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] - _ftn1 إلى أن المسجد المذكور في قوله تعالى: {لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ}(التوبة:108) إنما هو المسجد النبوي Müfessirlerden pek çoğu, Yüce Allah’ın “İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha layıktır.” (Tevbe 108) sözünde zikri geçen mescidin Kuba mescidi olduğu görüşünü savunur. ويستدلون لذلك بما رواه مسلم عن أبي سعيد الخدري رضي الله عنه قال Bu görüşe, Müslim’in Ebû Said el-Hudrî’den naklettiği şu sözünü delil getirirler: "دخلت على رسول الله صلى الله عليه وسلم في بيت بعض نسائه Hanımlarından birinin evinde bulunan Allah Resûlü’nün (s.a.s.) yanına girdim. فقلت: يا رسول الله أي المسجدين الذي أسس على التقوى؟ Sordum: Ey Allah’ın Resûlü, iki mescitten hangisi temeli takva üzere kurulan mescittir? قال: فأخذ كفا من حصباء فضرب به الأرض (Ebû Said) Der ki: Eline bir avuç çakıl taşı alarak yere vurdu. ثم قال : "هو مسجدكم هذا، لمسجد المدينة"، Sonra şöyle buyurdu: “O, bu mescidinizdir. Medine mescididir.” وعنه رضي الله عنه أيضاً قال: Yine Ebû Said’den şöyle dediği nakledilmiştir: "تمارى رجلان في المسجد الذي أسس على التقوى من أول يوم “İki kişi, ilk günden takva üzere kurulan mescidin hangisi olduğunu tartıştılar. فقال رجل: هو مسجد قباء، وقال الآخر: هو مسجد رسول الله صلى الله عليه وسلم Biri: Kuba mescidi, dedi. Diğeri: Resûlullah’ın (s.a.s.) mescidi, dedi. ، فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: "هو مسجدي هذا" Sonra Allah Resûlü (s.a.s.): “O, benim bu mescidimdir” buyurdu. قال الإمام النووي رحمه الله: "قوله: "فأخذ كفاً من حصباء فضرب به الأرض، ثم قال: هو مسجدكم هذا لمسجد المدينة" İmam Nevevî (Allah rahmet eylesin) “Eline bir avuç çakıl taşı aldı ve yere vurdu. Sonra: ‘O, sizin bu mescidinizdir. Medine mescididir’ buyurdu” sözü üzerine şu yorumu yapar: هذا نص بأنه المسجد الذي أسس على التقوى المذكور في القرآن، وردٌ لما يقول بعض المفسرين أنه مسجد قباء Bu, hem Kur’ân’da zikri gecen takva üzere kurulmuş mescitten maksadın bu (Mescidi Nebevî) olduğuna dair açık delil, hem de bazı müfessirlerin onun Kuba mescidi olduğu yönündeki görüşlerine karşı cevaptır. وأما أخذه صلى الله عليه وسلم الحصباء، وضربه في الأرض؛ فالمراد به المبالغة في الإيضاح لبيان أنه مسجد المدينة" Allah Resûlü (s.a.s.) çakıl taşı alıp yere vurarak onun Medine mescidi olduğunu vurgulu biçimde izah etmeyi kastetmiştir. غير أنه قد روي عن أبي هريرة رضي الله عنه عن النبي صلى الله عليه وسلم قال Bununla beraber Ebû Hüreyre (r.a.) kanalıyla Peygamber’den (s.a.s.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "نزلت هذه الآية في أهل قباء {فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ} قال: كانوا يستنجون بالماء، فنزلت هذه الآية فيهم" “Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever” (Tevbe 108) âyeti Kubalılar hakkında nazil oldu. Buyurdu ki: Suyla istinca ederler/tuvaletten sonra temizlenirlerdi. Haklarında bu âyet nazil oldu. وليس بين الحديثين تعارض. Bu iki hadis arasında tearuz/çelişki yoktur. قال الشيخ ابن عثيمين رحمه الله Üstat İbn Useymin de der ki: " فالمسجدان: المسجد النبوي ومسجد قباء كلاهما أسس على التقوى من أول يوم İki mescit de; yani hem Mescidi Nebevî hem de Kuba mescidi ilk günden itibaren takva üzere kurulmuştur. فمسجد قباء أسس من أول يوم نزل فيه الرسول صلى الله عليه وسلم تلك القرية Kuba mescidi Allah Resûlü’nün (s.a.s.) o köye indiği ilk günden beri takva üzere kurulmuştur. وكذلك مسجد المدينة أسس من أول يوم وصل النبي صلى الله عليه وسلم إلى المدينة Aynı şekilde Medine mescidi de Peygamber’in (s.a.s.) Medine’ye ulaştığı ilk günden beri takva üzere kurulmuştur. فكلاهما أسس من أول يوم". Dolayısıyla her ikisi de ilk günden beri takva üzere kurulmuştur.” إن النبي صلى الله عليه وسلم نوّه بفضله، وأشار إلى مزاياه Peygamber (s.a.s.) Mescidi Nebevî’nin faziletini beyan etmiş, ayrıcalıklı özelliklerine işaret etmiştir. فتراه يذكر فضل الصلاة فيه، وزيادة ثوابها على غيرها فيما سواه سوى المسجد الحرام Orada namaz kılmanın faziletini, Mescidi Haram dışındaki sair mescitlere göre orada namaz kılmanın daha sevap olduğunu zikrettiğini görürsün. فعن أبي هريرة رضي الله عنه أن النبي صلى الله عليه وسلم قال Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "صلاة في مسجدي هذا أفضل من ألف صلاة فيما سواه إلا المسجد الحرام" Benim bu mescidimde kılınan bir namaz, Mescidi Haram hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan daha faziletlidir.” وتارة يذكر فضيلة من أتاه قاصداً التعلم في جوانبه، أو التماس العلم في حلقه Bazen de (Allah Resûlü), köşelerinde ilim öğrenmek veya ders halkalarında ilim aramak maksadıyla oraya gelenlerin faziletini zikreder. فعن أبي هريرة رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول Nitekim Ebû Hüreyre’den (r.a.) şöyle dediği nakledilmiştir: Ben Allah Resûlü’nü (s.a.s.) şöyle buyururken işittim: "من جاء مسجدي هذا لم يأته إلا لخير يتعلمه أو يعلمه؛ فهو بمنزلة المجاهد في سبيل الله، ومن جاء لغير ذلك فهو بمنزلة الرجل ينظر إلى متاع غيره" “Sadece öğreneceği ya da öğreteceği bir ilim sebebiyle benim bu mescidime gelen kimse, Allah yolunda cihat eden mücahit mertebesinde olur. Bunun dışında bir amaçla gelen ise, ancak başkasının eşyasına bakan kimse konumunda olur.” وتارة يذكر أن شدَّ الرحال حتى ولو كانت من الأماكن البعيدة لا تكون إلا إلى ثلاثة مساجد من بينها المسجد النبوي الشريف Bazen de (Allah Resûlü), uzak yerlerden bile olsa, aralarında Mescidi Nebevî-i Şerifin de bulunduğu sadece üç mescide ziyaret için gidileceğini zikreder. فعن أبي هريرة رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: "لا تشد الرحال إلا إلى ثلاثة مساجد: مسجدي هذا، والمسجد الحرام، والمسجد الأقصى". Ebû Hüreyre’den (r.a.) nakledildiğine göre Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: Ancak üç mescide ziyaret için yolculuk yapılır; benim bu mescidim, Mescidi Haram ve Mescidi Aksa.” كما أن من فضائل المسجد النبوي وجود الروضة الشريفة التي يقول فيها النبي صلى الله عليه وسلم: "ما بين منبري وبيتي روضة من رياض الجنة، ومنبري على حوضي". Allah Resûlü’nün, hakkında: “Minberimle evim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim Havzımın başındadır.” buyurduğu Ravza-i Şerif’in içinde bulunması da Mescidi Nebevî’nin faziletlerindendir. ومن فضائله أنه شهد معظم أحداث السيرة النبوية التي هي جوهر الدين، وأساس بنائه، وأصل نشأته Dinin özünü, temelini ve doğuşunu temsil eden Hz. Peygamber’in hayatındaki olayların çoğuna tanıklık etmiş olması da Mescidi Nebevî’nin faziletlerindendir. ففي هذا المسجد الكريم كانت خُطب النبي صلى الله عليه وسلم البليغة الموجزة، المؤثرة المعبرة Peygamber’in (s.a.s.) beliğ, özlü, etkili ve meramı eksiksiz ifade eden hutbeleri bu mescitte okunmuştur. وفيه دروس العلم والتربية، وفيه إمامته صلى الله عليه وسلم بالمسلمين ليلاً ونهاراً لأداء الصلاة Eğitim ve öğretim dersleri, Allah Resûlü’nün (s.a.s.) gece ve gündüz Müslümanlara namaz kıldırmak için yaptığı imamlığı yine bu mescitteydi. وفيه كان استقبال الوفود الكثيرة التي وفدت على النبي صلى الله عليه وسلم لإعلان الإسلام، أو للمفاوضة في أمر، والمناقشة حول قضية. Müslümanlığını ilan etmek ya da bir meseleyi görüşmek, bir konuyu tartışmak için Peygamber’e (s.a.s.) gelen onca heyet de orada karşılanırdı. وفي هذا المسجد الكريم حصلت معجزات نطقت بصدق رسول الله صلى الله عليه وسلم كحنين الجذع إليه. Yine, hurma kütüğünün sızlanması gibi Allah Resûlü’nün (s.a.s.) doğruluğunu gösteren bir takım mucizeler bu yüce mescitte meydana gelmiştir. فعن جابر بن عبد الله رضي الله عنه قال: " كان المسجد مسقوفا على جذوع من نخل ، فكان النبي صلى الله عليه وسلم إذا خطب يقوم إلى جذع منها ، فلما صنع له المنبر وكان عليه ، فسمعنا لذلك الجذع صوتا كصوت العشار ، حتى جاء النبي صلى الله عليه وسلم فوضع يده عليها فسكنت." Cabir b. Abdullah’tan şöyle dediği nakledilmiştir: “Mescidin tavanı hurma kütüklerinden yapılmıştı. Peygamber (s.a.s.) hutbe vereceği zaman bir hurma kütüğünün yanında dururdu. Onun için minber yapılıp da (hutbede) minbere çıkınca, o hurma kütüğünden deve böğürmesi gibi ses duyduk. Bunun üzerine peygamber (s.a.s.) geldi ve elini onun üzerine koydu. Ondan sonra (kütük) sustu. أنه مهبط كثير من الوحي ففي هذا المسجد الكريم نزل جبريل الأمين بالوحي أكثر من أي مكان آخر Burası birçok vahyin indiği yerdir. Bu yüce mescitte güvenilir elçi Cebrail, başka herhangi bir yerden daha çok vahiy indirmiştir. يلقي في روع النبي صلى الله عليه وسلم وقلبه كلامَ الله تعالى، وأوامره ونواهيه وأحكامه. Peygamber’in (s.a.s.) yüreğine ve kalbine Yüce Allah’ın sözlerini, emirlerini, yasaklarını ve hükümlerini ilham ediyordu. أنه كان منطلقاً لكثير من الغزوات التي غيَّرت وجه التاريخ: (Peygamber) Tarihin yönünü değiştiren gazvelerinin birçoğuna buradan hareket ederdi. ففيه عُقدت ألوية كثيرة للجهاد كأحد والأحزاب وتبوك ومؤته والفتح، وطرحت قضايا مصيرية للمسلمين، وقضي فيه أمور خطيرة، وخلافات مهمة. Uhud, Hendek (Ahzab), Tebük, Mute, Mekke’nin Fethi gibi birçok savaş için cihat bayrağı burada açılmış, Müslümanların geleceğini ilgilendiren bir takım konular burada görüşülmüş, bazı önemli davalar ve mühim anlaşmazlıklar burada çözülmüştür. Doç. Dr. Adem Yerinde |
16 Şubat 2014, 22:50 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 7.ÜNİTE من الحزن والكآبة إلى الفرح والسعادة HÜZÜN VE KASVETTEN SEVİNÇ VE MUTLULUĞA كان الشيخُ موسى يَعيشُ في أصْعَب الأيام من حياته، حيث أنه قد فَقَدَ زوجته الفريدة قبل أيام. Musa Bey hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Çünkü kendisi günler önce biricik eşini kaybetmişti. إنه يبْحث عن شيء معجزوي يُسَلِّي ما به من حُزن وألم، ولا يعلم كيف يهدأ ألم الفراق هذا في نفسه. İçindeki üzüntü ve elemi dindirecek mucizevî bir şey arıyor, içindeki bu ayrılık acısı nasıl yatışır bilmiyordu. يمتلئ بيته بالزائرين للعزاء ويخلو، ولكن لا يتمكن من أحدهم أن يخفف آلامه، ويجفف دموع عينيه. Evi teselli için ziyarete gelenlerle dolup boşalıyor, fakat acılarını hafifletip gözyaşlarını kurutmaya hiç kimsenin gücü yetmiyordu والحق أنه يرتاح أحيانا، ولكن لم يسبق وقت طويل حتى يعود إليه الحزن والكآبة أضعافا مضاعفة. Doğrusu zaman zaman rahatlıyor, ama fazla bir zaman geçmeden hüzün ve kasvet kendisine kat be kat fazlasıyla geri dönüyordu. بينما هو يتردد بين العواطف المتضاربة، إذ بلغ أذنيه صوت المؤذن المؤثر في الأفئدة، والمحيي القلوب بعد موتـها. Birbiriyle çarpışan duygular arasında mekik dokurken, müezzinin gönüllere işleyen, kalpleri ölümlerinin ardı sıra yeniden dirilten sesi kulaklarına çalındı. فغشيه ارتياح غريب، فتوضأ وأسرع إلى مسجد الحي ليطيل حالة الهدوء فيه وليقاوم أحزانه، بل ويظل مقاوما جميع صعوبات الحياة. Kendisini garip bir rahatlık hissi kapladı, abdest aldı ve içindeki sükûnet halini uzatmak ve hüzünlerine gem vurabilmek, dahası hayatın tüm zorluklarına karşı dirençli kalabilmek için mahalle camiine koştu. عندما دخل من باب المسجد فتح يديه إلى السماء ودعا قائلا: Camiin kapısından girince ellerini gökyüzüne açtı ve şöyle diyerek dua etti: يا رب العالمين! إنك تعلم ما تخفي الصدور وما تعلن. وما يخفى عليك شيء في الأرض ولا في السماء. Ey Alemlerin Rabbi! Şüphesiz sen kalplerin gizlediğini de açığa vurduğunu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey senden gizli kalmaz. ويا صاحب كل شيء! نجني من تلك الآلام، Ey her şeyin sahibi! Şu acılardan beni kurtar. يا قاضي الحاجات! إنك تؤتي الهدوء من تشاء وتنزع السعادة ممن تشاء، وتُسعد من تشاء وتُشقي من تشاء، بيدك الخير إنك على كل شيء قدير. Ey hacetleri gideren! Dilediğine huzur verir, dilediğinden de mutluluğu çekip alırsın, dilediğini mutlu, dilediğini mutsuz kılarsın, irade senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye kadirsin. يا مجيبا دعوات عباده! استجب دعائي برحمتك يا أرحم الراحمين. Ey kullarının dualarına icabet eden! Ey merhametlilerin en merhametlisi, dualarıma rahmetinle karşılık ver. لم تبدأ الصلاة بعد، لِمَا يستمر الواعظ في إلقاء نصائح قيمة على الجماعةِ، Henüz namaz başlamamıştı, çünkü vaiz cemaate değerli öğütler vermeye devam ediyordu. ويقول: يا أيها المسلمون! كل من على الدنيا فان، ويبقى وجه ربنا ذو الجلال والإكرام. Şöyle diyordu: Ey Müslümanlar! Dünya üzerindeki herkes fanidir. Yücelik ve kerem sahibi Rabbimizin zatı baki kalacaktır. يا غافلا! إنك لا تستطيع رفع إصبعك دون مشيئة ربك. Ey gafil! Rabbim istemeden parmağını kaldırmaya gücün yetmez. يا إنسانُ! تنازل عن دعوى الألوهية، ودع نفسك في تقدير من بيده ملكوت كل شيء. Ey insan! Tanrılık iddiasından vazgeç ve kendini her şeyin hükümranlığı elinde olanın takdirine bırak. ربنا آتنا في الدنيا حسنة وفي الآخرة حسنة وقنا عذاب النار. Rabbimiz! Bize dünyada da ahrette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru ولما خرج الشيخ موسى شعر أنه في خفة مثل الطيور، لما تذكّر أن العباد عاجزون عن تغيير ما جاء من عند ربـهم. Musa Bey çıktığında kendisini kuşlar gibi hafif hissetti. Zira kulların, Rableri katından geleni değiştirmekten aciz olduklarını yeniden hatırlamıştı. عندما يمشي متوجها إلى بيتها جأر إلى الله قائلا: اللهم اغفر لي غفلتي ونسياني قدرتك وعظمتك، واعف عني إنك أنت العفو القدير. Evine doğru yürürken şu sözlerle Allah’a yalvardı: Allah’ım gafletimi ve kudret ve azametini unutmuş olmamı bağışla ve beni affet. Affına nihayet olmayan ve mutlak kudret sahibi sensin sen. |
16 Şubat 2014, 22:53 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 8.ÜNİTE المِحَكَّةُ الجديدةُ YENİ KAŞAĞI كان بيتُنالم يكد يُرى من كثرة أشجار الكستانة المحاطة به. Evimiz kendisini kuşatan kestane ağaçlarının sıklığı yüzünden neredeyse görünmüyordu. و أنا كنت أحب اللعب مع أخي الصغير في الحديقة و خاصة في الإصطبل. Ben ise küçük kardeşimle bahçede özellikle de ahırda oynamaktan hoşlanırdım. كان لأبي سائس الخيل اسمه دَادَارُوه يَحُسُّ حصان أبي و يقوم بعمل تنظيف البيت و الإصطبل. Babamın Dadaruh adında atını tımar eden, evin ve ahırın temizlik işine bakan bir seyisi vardı. كنت أنا أيضا أريد أن أُطمِّرَ الحصان مثل داداروه و أطلب منه المحكة لكنه كان لا يسمح لي في هذا الأمر. Ben de Dadaruh gibi atı tımar etmeğe can atıyor ve kendisinden kaşağıyı istiyordum, ancak o bu konuda bana izin vermiyordu. و أنا ما كنت أعدل عن الطلب و في النهاية كان داداروه ينـزعج من كثرة طلبي و يُجلسني على الحصان و يعطيني المحكة. Ben ise bu talepten geri adım atmıyordum, isteğimin sıklığından ötürü sonunda Dadaruh bunalıyor, beni atın üzerine oturtup elime kaşağıyı veriyordu. لكني ما كنت أستطيع أن أَحُسَّ الحصان مثله. Fakat atı onun gibi tımar etmeyi beceremiyordum. لأنَّه عندما بدأ داداروه الحَسَّ كان يَهُزُّ ذيله من الفرح و السرور. Çünkü Dadaruh tımara başladığında, hissettiği mutluluk ve keyiften ötürü kuyruğunu sallardı. لكن بحكِّي إياه ما كان يهز ذيله بل يهتز و يَتَبَلْبَلُ. Fakat kendisini ben tımar ettiğimde kuyruğunu sallamadığı gibi kendisi irkilip huysuzlanıyordu. فيوما من الأيام كان داداروه و أخي الحسن قد ذهبا إلى شاطئ النهر. Günlerden bir gün Dadaruh ve kardeşim Hasan nehir kıyısına gitmişlerdi. و ودِدْتُ أن أحس الحصان بوحدي لكن لم أجد المِحَكَّة بعد طول البحث عنه. Atı kendi başıma tımar etmek istedim ama uzun süre aramama karşın kaşağıyı bulamadım. و جلست تحت الشجرة حزينا. فقلت في نفسي: يا تُرى أين وضع داداروه المِحسَّة؟ لماذا لا أجده؟ Melül mahzun ağacın altına oturdum. Kendi kendime dedim ki: Dadaruh kaşağıyı acaba nereye koydu? Onu niçin bulamıyorum? بينما كنت ألتفت يُمنَةً و يُسرة لفت انتباهي كوخ داداروه فأطْلَقْتُ صَرخةً عالية قائلا: لا بد من أن تكون المحكة فيه!! Sağ sola bakınıp dururken dikkatimi Dadaruh’un kulübesi çekti. Yüksek sesle şu şekilde haykırdım: Kaşağı muhakkak orada olmalı!! و عدوت نحوه راكِضاً و دخلته. فإذا فيه محكةٌ جديدة تتلألأ على الرفِّ. Koşarak hızla ona doğru ilerledim ve içine girdim. Bir de ne göreyim, rafın üzerinde yeni bir kaşağı parlıyor. أخذتها دون أن أُفَوِّت وقتا فأسرعت إلى الإصطبل. Hiç vakit kaybetmeden onu aldım ve ahıra koştum. دخلت الإصطبل لاهثا و كان حصان أبي يأكل الشعير نظر إليَّ بِبَلاهة فلم يكترث لِي و تابع أكله. Nefes nefese ahıra girdim. Babamın atı arpa yemekteydi. Aldırış etmeksizin o değilden bana baktı ve yemeye devam etti. دنوت منه و بدأت أن أحكَّه لكنَّه انزعج و زَعِل من حَسِّي إياه. Yaklaşıp onu tımar etmeye başladım. Fakat rahatsız oldu ve benim kendisini tımar etmemden ötürü huysuzlandı. استغربت من هذا لأنه متى حكه داداروه كان يهز ذيله فَرِحا. و أنا أيضا كنت أُحرِّك المحسة مثله. Bu durumu yadırgadım, çünkü Dadaruh tımar ettiğinde keyiften kuyruğunu sallıyordu. Ben de kaşağıyı aynı onun gibi hareket ettiriyordum. نظرت إلى أسنان المحكة فوجدتها حادَّةً. ثم شرعت أن أمسحها على الجدار كي تَتَثَلَّمَ و لا يزعَل منها الحصان. Kaşağının dişlerine baktım ve onları keskin buldum. Sonra körelmesi ve dolayısıyla atın kendisinden rahatsız olmaması için onu duvara sürtmeye başladım. لكن عندما كرَّرْتُ الحك وجدتها ينزعج. و هذا أثار غضبي فألقيتها على الأرض ثم ضربتها بحجر و انكسرت فألقيتها في الحوض. Fakat tekrar tımara başladığımda yine huysuzlandığını gördüm. Bu durum öfkemi kabarttı. Onu yere attım, sonra bir taşla ezdim. Kırıldıktan sonra yalağa attım. و بعد غد صباحا سمعت صوت أبي يدعو داداروه غضبانَ و يسأله عن المحكة المكسورة التي وجدها في الحوض. فأجابه بأنه لا يعرف عنها شيأ. Ertesi gün sabah Dadaruh’a öfkeyle bağırırken babamın sesini işittim. Kendisine yalakta bulduğu kırık kaşağıyı soruyordu. Kendisi ise babama onunla ilgili bir şey bilmediği yönünde cevap veriyordu. فوجَّه أبي السؤال إليَّ فخِفت من عقابه فقلت بأن الحسن قد أخذها من كوخ داداروه و كسرها. Babam aynı soruyu bana da yöneltti. Cezalandıracağından korkarak Hasan’ın onu Dadaruh’un kulübesinden alarak kırdığını söyledim. كان الحسن صغيرا لذلك عندما سَأله أبي و أنكر لم يُصدِّقه أبي و غضب عليه و عاقابه و قال له أن لا تخرجْ من البيت حتى تعترفَ بِجُرمَك!!! Hasan küçüktü. Bu yüzden sorup da o inkar edince, babam kendisine inanmadı, öfkelenip onu cezalandırdı ve ona suçunu itiraf edene dek evden çıkma dedi. حزن الحسن حزنا شديدا و نظر إلى أبي بعين تتوسل إليه فلم يرجع عما قال ثم نظر إليَّ مسترحما و ابتلع ريقه فلم يسطع أن يتفوه بِبِنْتِ شَفَةٍ لكني لم أقل الحق. Hasan çok üzüldü, babama yalvaran bir gözle baktı, ama sözünden de dönmedi. Sonra medet umarcasına bana baktı, yutkundu, tek kelime edemedi. Ancak ben de doğruyu söyleyemedim. ثم نكس رأسه فقال بصوت منخفض بأنه لم يقترف أيَّ ذنب و المُجرِم ليس هو بل أنا. لكن أبي لم يصدقه و عاقبه كما قال. Sonra başını eğdi, kısık bir sesle hiçbir suç işlemediğini gerçek suçlunun kendisi değil ben olduğumu söyledi. Ancak babam ona inanmadı ve dediği biçimde onu cezalandırdı. مرَّت على هذه الحادثة أيامٌ. كنت أخرج من البيت كل يوم و الحسن لا يتكلم معي و يتفرَّج على الحديقة من النافذة طوال اليوم مشتاقا إلى الخروج و اللعب في الحديقة. Bu hadisenin üzerinden günler geçti. Her gün evden çıkıyordum. Hasan benimle konuşmuyor, dışarı çıkma ve içinde oyun oynama özlemiyle gün boyu pencereden bahçeyi bakıyordu. فيوما قالت أمي بأن الحسن قد أصيب بمرض و اشتدت حرارته. دعا أبي طبيبا. و بعد الفحص قال الطبيب إنه أصيب بالخُناق. Bir gün annem Hasan’ın bir hastalığa yakalandığını ve ateşinin arttığını söyledi. Babam bir doktor çağırdı. Muayene ettikten sonra doktor kendisinin kuşpalazına yakalandığını söyledi. أصبحت أمي كئيبة و بدأت تصيح و تقول: وا ولداه وا ابناه وا قلبي. Annem perişan oldu, feryada başladı ve şöyle dedi: Vah evladım vah! Vah oğlum vah! Ah kalbim! أنا كنت قد خجلت من فَعْلَتي لكن ما قلت لأبي الحقيقة. ثم تلك الليلة سمعت أخي يَئِنُّ متألما و يقول مرَّةً وا رَأْسِي و مرة وا حُلْقُمَاه و مرة وا صدريا. Yaptığımdan utanmış ancak babama gerçeği söylememiştim. Sonra o gece kardeşimi acı içinde inlerken duydum. Kâh ah başım, kâh ah boğazım, kâh ah göğsüm diyordu. و أمي لم تنم ليلةإذٍ و كانت تنتظر عنده و تُمَرِّضُه حسَبَ ما تعلم من التمريض و تصيح كئيبة و عيناها تذرفان بالدموع... Annem o gece uyumadı, onun başucunda bekliyor ve bildiği kadarıyla bakımını yapmaya çalışıyordu. Perişan bir halde feryat ediyor, gözleri yaşlarla doluyordu. وا ولدُ وا حسناه وا ابنيا وا كبداه. لم أتحمَّلْ هذا المشهد المُؤْلِم و قررت على أن أقول كل شيء صباحا كما حدث و نِمْتُ. Vah oğul! Vah Hasan’ım! Vah evladım! Vah ciğerim! Bu trajik sahneye dayanamadım, sabahleyin her şeyi olduğu gibi anlatmaya karar verip uyudum. استيقظت بالنواح قبل أن ينبلج الفجر. فإذا بالبيت مليء بالأقرباء و الجيران يَرْثون أخي. Daha şafak sökmeden feryat u figanla uyandım. Bir de ne göreyim ev kardeşime ağıt yakan akraba ve komşularla dolu. و رآني أحدهم و صرخ قبل أن أسأله سبب بكائه بأن قال: وا أخاكاه و التفت الآخر لأبي و أمي و صرخ قائلا وا ولدكماه وا ولدكموه. İçlerinden biri beni gördü, ona ağlama nedenini soramadan şu sözlerle haykırdı: Vah kardeşin senin! Bir başkası babama ve anneme dönüp şöyle diyerek haykırdı: Vah oğulcağızınız, vah evladınız! و غُشِيت على أمي و أمسكها أبي كي لا تقع على الأرض.... Annem bayıldı, yere düşmesin diye babam onu tuttu. مضت سنواتٌ طويلة على هذه الحادثة الأليمة. تزَوَّجْت و رُزِقت بابنٍ. سميته الحسن. لكني لا أستطيع النوم منذ ذلك اليوم. أقضي لياليَّ ساهرا. Bu elim olayın üzerinden uzun yıllar geçti. Evlendim bir oğlum oldu. Adını Hasan koydum. Fakat o günden beri beni uyku tutmuyor. Gecelerimi uykusuz geçiriyorum. و كلما يأخذني نعاس أرى في منامي الحسن يقول لي: و الله ما كسرت أنا لماذا كذبت عليَّ؟ لماذا؟ أنا ماذا فعلت بك؟ Her ne zaman beni uyku tutsa rüyamda Hasan’ı görüyorum. Bana diyor ki: Vallahi ben kırmadım. Niçin bana iftira attın. Ben sana ne yaptım ki? فأستيقظ من النوم. و يضيق صدري و تَفيض دموع عيني... Uykudan uyanıyorum. İçim daralıyor, gözyaşlarım akıp gözümden taşıyor… (بتصرف من أقصوصة الأديب عمر سيف الدين) Yazar Ömer Seyfettin’in öyküsünden sadeleştirilerek alınmıştır. |
16 Şubat 2014, 22:58 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri 10.ÜNİTE الصدق فى الاسلام İslam’da Doğruluk يعد الصدق من أفضل خصال الإنسان وأوضح دلائل الإيمان وأجل مواهب الإحسان وأكمل نعم الملك الديان. Doğruluk insanın sahip olduğu en üstün özelliklerden, imanın en açık alametlerinden, en değerli lütuflardan, (kullarını) hesaba çekecek olan Melik’in verdiği en büyük nimetlerden sayılır. وهو دال على جلالة القدر ونزاهة النفوس وعلو الهمة وصلاح الشيم وعلو الشمائل Doğruluk, kişinin mertebesinin büyüklüğünü, kalbinin temizliğini, himmetinin yüceliğini, ahlakının güzelliğini ve özelliklerinin üstünlüğünü gösterir. ، وبه تمام المكارم والفضائل Üstün ahlak ve faziletler onunla (doğrulukla) kemale erer. وما زال يحجب عن المكاره صاحبه ويثبت في الصالحات مآثره ومناقبه ويحسن في جميع أحوال الدنيا والدين عواقبه Doğruluk her zaman sahibini çirkinliklerden korur, yaşantısını ve davranışlarını salih amellerle pekiştirir, dünya ve ahrete ilişkin işlerinin sonunu hep güzel eyler. وهو علامة صادقة لأولياء الله المتقين، وحبل من حبال العصمة متين، وبرهان واضح لعباده الصالحين Doğruluk, Allah’ın muttaki dostlarını gösteren gerçek alamet, günahlardan koruyan sağlam ip, Allah’ın salih kullarını işaret eden açık delildir. وقد أضافه الله تعالى إلى ذاته فقال جل ثناؤه وتقدست أسماؤه "وإنا لصادقون" [ الأنعام 146 ]؛ Yüce Allah doğruluğu kendi zatına nisbet etmiş ve şanı ve isimleri yüce olan Allah şöyle buyurmuştur: “Biz elbette doğru söyleriz” (Enam 146) "ومن أصدق من الله قيلا" [ النساء 122 ] ؛ "قل صدق الله فاتبعوا ملة إبراهيم حنيفا" [ آل عمران 95 ]. “Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa 122) “De ki: Allah doğru söylemiştir. Öyleyle hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun” (Al-i İmram 95) وقد أثنى سبحانه وتعالى على نبيه إسماعيل عليه السلام، فقال "إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا" [ مريم 54 ] Yüce Allah peygamberi İsmail’i (a.s.) överek şöyle buyurmuştur: “Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resul, bir nebi idi” (Meryem 54) ووصف بالصدق نبيه محمد صلى الله عليه وسلم، فقال جل شأنه "وَالَّذِي جَاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُوْلَئِكَ هُمْ الْمُتَّقُونَ" [ الزمر 33 ] Yine şanı yüce Allah Peygamberi Muhammed’i doğrulukla nitelendirerek şöyle buyurmuştur: “Dosdoğru Kur’an’ı getiren ile onu tasdik edenler var ya, işte onlar Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır.” وقد جعل الباري سبحانه الصدق من سمات أصحاب رسول رب العالمين، فقال سبحانه وتعالى "مِنْ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا" [ الأحزاب 23 ] Yüce Yaratıcı doğruluğu, âlemlerin rabbi tarafından gönderilen peygamberin ashabının özellikleri yaparak şöyle buyurmuştur: “Müminlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir” (Ahzab 23) .. وأمر تبارك وتعالى به المؤمنين، فقال جل ثناؤه "يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ" [ التوبة 119 ] Yine Yüce Allah müminlere doğruluğu emrederek şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun” (Tevbe 119) وبين تبارك وتعالى أن الصدق والكذب مقياس النجاح في دار الابتلاء والامتحان فقال "وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ" [ العنكبوت 3 ] Yine Yüce Allah, doğruluk ve yalancılığın imtihan ve sınav dünyasında başarının ölçüsü olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” (Ankebut 3) بل وبين الله سبحانه وتعالى فضل الصدق، وعظم منزلته، وأن الصادقين يوم القيامة سينفعهم صدقهم، وسيكون جزاؤهم الفوز العظيم، المتمثل في رضوان الله تعالى عنهم، والفوز بخلود أبدي في جنات الخلد والنعيم Bundan da öte Yüce Allah, doğruluğun kıymetini, mertebesinin büyüklüğünü ve kıyamet günü doğruluğun doğru sözlülere fayda vereceğini ve alacakları karşılığın, yüce Allah’ın kendilerinden razı olması ve nimetlerle dolu sonsuzluk cennetlerinde ebedi yaşamı elde etme şeklinde yansıyan büyük kazanç olduğunu belirtmiştir. يقول سبحانه وتعالى "قَالَ اللَّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ" [ المائدة 119 ] Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük kazançtır.” (Maide 119) وكما أن الصدق أُس الفضائل، فإن الكذب رأس الرذائل Doğruluk faziletlerin temeli olduğu gibi yalan da reziletlerin başıdır. فبالكذب يتصدع بناء المجتمع، ويختل نظامه Yalanla toplumun yapısı parçalanır, düzeni bozulur. ويسقط صاحبه من العيون، وتدور حوله الظنون، فلا يصدقونه في قول، ولا يثقون به في عمل، ولا يحبون له مجلسا، أحاديثه منبوذة، وشهادته مردودة Yalancı, gözlerden düşer, etrafında kuşkular uyanır, insanlar onun ne sözüne inanırlar ne işine güvenirler ne de onunla sohbet etmek isterler. Sözleri dinlenmez, şahitliği kabul edilmez. حيث قال الله تعالى "إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَاذِبُونَ" [ النحل 105 ] Nitekim Yüce şöyle buyurmuştur: “Yalanı, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.” (Nahl 105) ولقد أوضح النبي صلوات الله وسلامه عليه، منزلة الصدق من الدين، وأثره عند رب العالمين، وبين كذلك أن عواقب الكذب ذميمة، ونتائجه وخيمة Peygamber (s.a.s.) doğruluğun dindeki yerini, âlemlerin Rabbi katındaki önemini beyan etmiş, aynı şekilde yalanın akıbetinin kötü, sonuçlarının da vahim olduğunu belirtmiştir. فقال في حديث : "عليكم بالصدق، فإن الصدق يهدي إلى البر، وإن البر يهدي إلى الجنة، وما يزال الرجل يصدق ويتحرى الصدق، حتى يكتب عند الله صديقا، وإياكم والكذب، فإن الكذب يهدي إلى الفجور، وإن الفجور يهدي إلى النار، وما يزال الرجل يكذب ويتحرى الكذب، حتى يكتب عند الله كذابا" Bir hadiste buyurmuştur ki: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de Cennet’e götürür. İnsan doğru olmaya ve doğruluğu aramaya devam ederse, sonunda Allah katında "doğru" diye kaydedilir. Yalandan sakının. Çünkü yalan günaha, günah da Cehennem’e götürür. İnsan yalan söylemeye ve yalan peşinde koşmaya devam ederse; sonunda Allah katında "yalancı" diye kaydedilir.” و جاء رجل إلى النبي صلى الله عليه وسلم فقال : "يا رسول الله ما عمل الجنة؟ قال : الصدق، وإذا صدق العبد بر، وإذا بر آمن، وإذا آمن دخل الجنة، قال : يا رسول الله ما عمل النار، قال : الكذب، إذا كذب العبد فجر، وإذا فجر كفر، وإذا كفر دخل يعني النار" Bir adam peygambere (s.a.s.) gelerek sordu: “Ey Allah’ın Resulü kişiyi cennete götüren amel nedir? Buyurdu ki: “Doğruluktur. Kul doğru söylerse, iyi davranışlarda bulunur, iyi davranışlarda bulunursa, iman eder. İman eden de cennete girer.” Adam: “Ey Allah’ın Resûlü cehenneme sürükleyen davranış nedir?” diye sordu. Buyurdu ki: “Yalandır. Kul yalan söylerse, günah işler. Günah işlerse küfre düşer. Küfre düşünce de oraya, yani cehenneme girer.” كما أكد صلى الله عليه وسلم أن الكذب من خصال المنافقين، وصفات المرائين Peygamber (s.a.s.) yalanın münafıkların özellikleri ve mürailerin sıfatlarından olduğunu da net olarak belirtmiştir. حيث قال عليه السلام "أربع من كن فيه كان منافقا خالصا، ومن كانت فيه خصلة منهن كانت فيه خصلة من النفاق، حتى يدعها إذا اؤتمن خان وإذا حدث كذب وإذا عاهد غدر وإذا خاصم فجر" Buyurmuştur ki (a.s.): "Dört özellik vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münafık olur. Kimde de bu özelliklerden biri bulunursa onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emanet edildiğinde ihanet eder. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verince sözünü tutmaz. Düşmanlıkta haddi aşar haksızlık yapar." وعن أبي الحوراء السعدي قال : قلت للحسن بن علي رضي الله تعالى عنهما ، ما حفظت من رسول الله صلى الله عليه وسلم ، قال : حفظت من رسول الله صلى الله عليه وسلم "دع ما يريبك إلى ما لا يريبك، فإن الصدق طمأنينة، وإن الكذب ريبة." Ebü’l-Havrâ es-Sa’dî’den şu sözü nakledilmiştir: Hasan b. Ali’ye (r.a.) “Allah Resulü’nden ne belledin?” diye sordum. Dedi ki: Allah Resulü’nden (s.a.s.) şunu belledim: “Kalbinde kuşku uyandıranı bırak, kuşku uyandırmayana bak. Bilin ki doğruluk huzur verir, yalan ise kuşku uyandırır.” لقد سار سلفنا الصالح على المنهج الرباني العظيم، حيث دعوا إلى تطهير المجتمع المسلم من الكذب Selefi Salih, büyük Rabbani usul üzerinden hareket etmişler, Müslüman toplumun yalandan arındırılması çağrısı yapmışlardır. فهذا عمر بن عبد العزيز رحمه الله يقول : "ما كذبت منذ علمت أن الكذب يضر أهله" İşte Ömer b. Abdulaziz (rh.a.)! Der ki: “Yalanın sahibine zarar verdiğini öğrendiğimden beri hiç yalan söylemedim”. أما علي بن ابي طالب رضي الله تعالى عنه فيقول : "أعظم الخطايا عند الله اللسان الكذوب" Ali b. Ebî Talib (r.a.) de der ki: Allah nezdinde en büyük hata çok yalan konuşan dildir (dile sahip olmaktır). وقال أحد السلف: "ما كذبت كذبة منذ شددت علي إزاري" Seleften biri de demiştir ki: “Avretimi örttüğümden (Baliğ olduğumdan) beri bir kere bile yalan söylemedim.” . قال سفيان الثوري لبعض أصحابه: " يا أخي، عليك بتقوى الله وصدق اللسان، فإنه ما أوتي العبد شيئاً في الدنيا أحسن من لسان صادق" Süfyan es-Sevrî dostlarından birine şöyle demiştir: “Bak kardeşim! Allah’tan sakın, doğru sözlü ol. Zira dünyada bir kula doğru sözlü olmaktan daha değerli bir haslet verilmemiştir.” وقيل للأحنف بن قيس : ما المروءة ؟ فقال : " صدق اللسان، ومواساة الإخوان، وذكر الله في كل مكان" Ahnef b. Kays’a soruldu ki: “Kişilik nedir?” O da dedi ki: “Doğru sözlü olmak, kardeşlere yardım etmek ve her yerde Allah’ı anmaktır”. وقال أحد الحكماء: "عليك بالصدق، فما السيف القاطع في كف الرجل الشجاع بأعز من الصدق، والصدق عز وإن كان فيه ما تكره، والكذب ذل وإن كان فيه ما تحب، ومن عرف بالكذب اتهم في الصدق" Bilge kişilerden biri de demiştir ki: “Doğruluktan ayrılma. Cesur bir adamın elindeki keskin kılıç, doğruluktan daha güçlü değildir. Doğruluk bir şereftir, bazen beğenmesen de. Yalan ise zillettir bazen hoşuna gitse de. Yalan söylemekle meşhur olanın doğru sözünden de kuşku duyulur.” روي أن الحجاج بن يوسف الثقفي جلس يوماً ليقتل من ثار عليه من أصحاب عبد الرحمن بن الأشعث Anlatıldığına göre bir gün Haccac b. Yusuf es-Sekafî kendisine isyan eden Abdurrahman b. Eş’as’ın adamlarını öldürmek için makamına oturur. فقدم إليه رجل منهم فقال : أصلح الله الأمير، إن لي عليك حقاً Huzuruna, isyancılardan bir adam getirilir. Adam: Allah emirimizin işlerine düzen versin. Benim sende bir hakkım var, der. قال : وما هو ؟ قال : سبك عبد الرحمن يوماً فقمت دونك . Haccac: Nedir o? Adam: Bir gün Abdurrahman sana hakaret etti. Kalkıp seni savundum. فقال الحجاج : ومن يعلم ذلك ؟ فقام الرجل عند أصحابه وقال : أناشد الله رجلاً سمع ذلك مني، فشهد لي Haccac: Bunu kim biliyor? Adam, kalkıp arkadaşlarının yanına giderek: O gün beni duyan ve olaya tanık olan varsa, Allah aşkına söylesin? فقام رجل منهم وقال : قد كان ذلك أيها الأمير. فقال : خلوا عنه İçlerinden biri ayağa kalkarak: Ey emir aynen dediği gibi oldu, der. Bunun üzerine Haccac: Onu serbest bırakın, der. ثم قال للشاهد : فما منعك أن تفعل مثل ما فعل ؟ قال: بغضي فيك Sonra şahide dönerek: “Senin de aynen onun yaptığı gibi yapmana ne mani oldu?, diye sorarar. Adam: “Sana olan nefretim” der. فقال الحجاج: وخلوا عن هذا لصدقه، فنجا من حيث لم يتوهم، وتخلص من حيث لم يعلم Haccac: “Doğru söylediği için bunu da serbest bırakın” der. Böylece adam hiç ummadığı bir yerde ölümden kurtulur, hiç bilmediği bir sebepten canını kurtarır. وكان الحجاج على ما كان منه من شدة وقسوة وظلم يعجبه الصدق، ويؤثره، ويطفئ غضبه، ويكسره Haccac, sert, katı ve zalim olsa da dürüstlükten hoşlanırdı. Dürüstlük onu etkiler, öfkesini dindirir ve kırardı. اعلموا أن من أحسن ما تنشأ عليه الأجيال، وتربى عليه النفوس هو تعويد اللسان على الصدق وردعه عن الكذب Bilin ki nesillerin yetiştirileceği ve nefislerin terbiye edileceği en güzel değerlerden biri de dili doğruluğa alıştırmak ve onu yalandan caydırmaktır. فإن الصدق علامة الأمانة، والكذب دليل الخيانة Zira doğruluk emanete riayetin alameti, yalansa hıyanetin alametidir. فإذا تربى الناس على الصدق في عباداتهم وفي معاملاتهم وفي سلوكهم وأخلاقهم فابشروا بأمة تقود الأمم إلى الرخاء والأمان ونعمة الإيمان ورضى الرحمن Eğer insanlar, ibadet, sosyal ilişkiler, davranış ve ahlaklarında doğruluk üzere yetişirlerse, sevinin; milletleri refah, selamet, iman nimeti ve Rahman’ın rızasına ulaştıracak bir millet doğuyor demektir. |
16 Şubat 2014, 23:01 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 17525 Üyelik T.:
23 Mart 2012 | Cevap: İstanbul ilitam Arapça-2 metin tercümeleri
11.ÜNİTE PEYGAMBER’DEN (S.A.S.) UYARILAR التحذيرات من الرسول صلى الله عليه وسلم Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: İyiliği yapın, kötülükten sakının. Eğer cimrilik yapıldığını, nefse uyulduğunu, dünyalığın tercih edildiğini ve herkesin kendi fikrini beğendiğini görürsen, sen sadece kendine bak, toplumun yaptıklarından uzak dur. قال النبي صلى الله عليه وسلم: "ائتمروا بالمعروف وتناهوا عن المنكر حتى إذا رأيت شُحًا مُطاعًا وهوى متبعًا ودنيا مؤثرة وإعجاب كل ذي رأي برأيه فعليك بخاصة نفسك ودع عنك أمر العوام" Allah Resûlü (s.a.s.) bu hadisinde ferdi ve içtimai hayatında insana arız olan bazı nefsi ve kalbi hastalıklara karşı uyarmıştır. حذر رسول الله صلى الله عليه وسلم فى حديثه هذا من بعض الأمراض النفسية والقلبية التي قد تعرض للإنسان فى حياته الفردية والاجتماعية Bu hastalıklar cimrilik yapılması, nefse uyulması, dünyalığın tercih edilmesi ve herkesin kendi fikrini beğenmesidir. وهى شُح مطاع، هوى متبع، دنيا مؤثرة، إعجاب كل ذي رأي برأيه Yine peygamber (s.a.s.) bir başka hadiste şöyle buyurmuştur: “Dilini tut. Evin geniş/ferah olsun ve günahın dolayısıyla ağla.” كما قال صلى الله عليه وسلم في حديث أخر: "أمسك عليك لسانك وليَسعك بيتك وابكِ على خطيئتك". Yine Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Kimin dünya tek tasası olursa, Allah onu perişan eder, alnına fakirlik yazar, dünyalık olarak sadece kaderine yazılanı elde eder. Kimin de ahiret tek tasası olursa, Allah işlerine düzen, kalbine zenginlik verir, dünyalık kendisine mahkûm olur (İstemese de ona mecburen gelir). وقال صلى الله عليه وسلم أيضا: "من كانت الدنيا همه فَرّق الله عليه شمله وجعل فقره بين عينيه ولم يأته من الدنيا إلا ما كتب له. ومن كانت الآخرة همه جمع الله عليه شمله وجعل غناه في قلبه وأتته الدنيا وهي راغمة". Fiyatlar yükseldikçe ve sorunlar çoğaldıkça, insanların dünyaya olan hırsı artar, dünyaya olan tamahları katlanır, daha fazla dünyalık elde etme arzuları kabarır. وكلما ارتفعت الأسعار وتنوعت المشاكل ازداد الناس حرصا على الدنيا وتضاعف طمعهم فيها وكبرت رغبتهم في الاستزادة منها Nitekim bir hadisi nebevide şöyle buyrulmuştur: “Kıyamet yaklaşmıştır. Buna rağmen insanların dünyaya olan hırsları daha da artıyor, Allah’tan daha da uzaklaşıyorlar.” كما جاء فى حديث نبوي: "اقتربت الساعة ولا يزداد الناس على الدنيا إلا حرصا ولا يزدادون من الله إلا بعدا". Bu hadis, mal mülk sahibi olmaktan menetmek anlamına gelmez. Bilakis Müslüman’ın milyonlarca mala mülke sahip olmasında bir sakınca yoktur. Sadece bu onu Allah’tan ve ahretten uzaklaştırmamalı, kalbine hükmetmemelidir. والكلام هذا ليس نهيا عن التملك بل لا بأس أن يملك المسلم ملايين الملايين، شريطة أن لايشغله هذا عن الله وعن الآخرة و دون أن يستولى هذا على قلبه. Buna göre şunu söyleyebiliriz: “Sakın kalbin dünyayla meşgul olmasın.” وبناء عليه ننتهي من هذا الى أنه: * إياك أن يشتغل قلبك بالدنيا. *Sakın dünyalık elde etmekle (aşırı) sevinme. * إياك أن تفرح بالدنيا. *Sakın dünyalık için üzülme. * إياك أن تحزن على الدنيا. *Sakın dünyalık için yarışma/rekabet etme. * إياك أن تنافس في الدنيا. *Sakın dünyalık hırsına kapılma. * إياك أن تكون حريصا على الدنيا. *Sakın daha fazla dünyalık kazanma hırsına kapılma. * إياك أن تحرص على زيادة الدنيا. *Sakın… Sakın… Sakın dünyaya aldanma, ahiretten ayrılma. * إياك.. إياك.. إياك والدنيا، والزم الآخرة. İbnü’l-Cevzî der ki: “Ahiretten yüz çevirme belirtileri sana gizli kalmaz; evine girdiğimizde kaşık görürüz; ama mushaf görmeyiz, yastık görürüz; ama seccade görmeyiz.” يقول ابن الجوزي: "علامات الإدبار عن الآخرة لا تخفى عليك؛ ندخل بيتك فنرى ملعقة ولا نرى مصحفًا، ونرى وسادة ولا نرى سجادة" Bu doğrudur. Bu sayede herkes onun kim olduğunu bilir. وهذا صحيح؛ فكل واحد يظهر عليه: من هو؟ Dünya ehlindense alametlerini görür. Ahiret ehlindense bunu da anlar. فإن كان من أهل الدنيا تظهر عليه علامات ذلك، وإن كان من أهل الآخرة يتضح عليه ذلك. Buna göre diyoruz ki: “Yaşam tarzını seçerken Allah’ı düşün, Allah’ı düşün. Sakın aklına uyma. İnsanların kişisel düşüncelerine kapılma.” فعلي هذا،نقول: الله.. الله في المنهج؛ إياك وعقلك.. إياك وآراء الناس. Selefi salihin yol ve yönteminden ayrılma. Yani sahabe ve güzellikle onlara uyan tabiin ve tebei tabiinin yolundan. عليك بـمنهج وسنة السلف الصالح، أي الصحابة ومن اتبعهم باحسان من التابعين وأتباع التابعين Peygamber (s.a.s.) Müslümanları kşnden sakındırarak şöyle buyurmuştur: “Sakın kin tutmayın. Çünkü kin (husumet) kazır bitirir. Saçı kazır bitirir, demiyorum; ama dini kazır bitirir.” وقد حذر النبي عليه الصلاة والسلام المسلمين من سوء ذات البين فقال: "إِيَّاكُمْ وَسُوءَ ذَاتِ الْبَيْنِ، فَإِنَّ فَسَادَ ذَاتِ الْبَيْنِ هِيَ الْحَالِقَةُ، لَا أَقُولُ تَحْلِقُ الشَّعَرَ وَلَكِنْ تَحْلِقُ الدِّينَ" . Bu kapsamlı hadis, beşeri ve içtimai ilişkileri geliştirme ve düzeltme konusunda büyük bir asıldır. إن هذا الحديث الجامع اصل كبير في تنظيم واصلاح العلاقات البشرية والاجتماعية، Şöyle ki: insanların arasını düzeltmeye teşvik ediyor; çünkü kin ve düşmanlık fertleri birbirinden koparır, aile ve toplumu parçalar, zayıflatır. Sonunda bu fert ve toplumun dünya ve ahrette helakine yol açar. حيث تحث على اصلاح ذات البين فإن فساد ذات البين يفرق بين الأفراد ويمزق الأسرة والمجتمع ويضعفهما مما يؤدي الى هلاكهما في الدنيا والآخرة. Bu nedenle yüce Allah buyurmuştur ki: “Allah’tan sakının, dargınları barıştırın” (el-Enfal 1) لذلك قال الله تعالى : "فاتقوا الله وأصلحوا ذات بينكم" (الأنفال 1) Şüphesiz din, yatak odasından başlayıp sosyal ve devletlerarası ilişkilere kadar uzanan dosdoğru bir yol ve geniş kapsayıcı bir yöntemdir. إن الدين منهج قويم ومنهج شمولي واسع، يبدأ من غرفة النوم ويمتد إلى العلاقات الاجتماعية والدولية. Aile içinde fertler arasında, kız kardeşler arasında, akrabalar arasında veya mahallede, şirkette, kurumda, klinikte (insanlar arasında) husumetler varsa bu, ortada kaldırılması gereken bir dargınlık ve kin var demektir. إذا كانت في الأسرة خصومات بين افراد الأسرة، بين الأخوات، بين الأقارب أو في الحي، في الشركة، في المؤسسة، في العيادة، هذا يعني أن هناك فساد ذات البين يجب اصلاحه. Peygamber (s.a.s.) yine fertler arasındaki sevgiye dayalı ilişkileri pekiştirmek ve korumak için şöyle buyurmuştur: وقال النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أيضا تقوية للعلاقات الودية بين الأفراد وإبقاء عليها: “Zandan sakının. Zira zan sözlerin en yala¬nıdır. İnsanların gizli yönlerini araştırmayın, casusluk etmeyin, birbiri¬nize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, Allah'ın kardeş kulları olun.” "إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ. وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إِخْوَانًا". Öyle zanlar vardır ki insanların arasını açar; وهناك ظنون تفسد ذات البين؛ Bir söz yüzünden (sui)zan, bir davranış yüzünden (sui)zan, gecikme yüzünden (sui)zan, gülümsemedi diye (sui)zan, ziyaret etmedi diye (sui)zan… ظن يتعلق بكلمة، ظن يتعلق بتصرف، ظن يتعلق بتأخر، ظن يتعلق بعدم ابتسامة، ظن يتعلق بإهمال زيارة، Sonra da bu zanlar üzerine (insan) koca bir bina kurar. Bu bina temelsizdir. ثم يبني علي هذه الظنون بناءً شامخاً، وهذا البناء لا أصل له. Bu zanlar, kuşkusuz, aile ve toplumların parçalanmasına yol açar. هذه الظنون تؤدى، لا محالة، إلى تمزق الأسر والمجتمعات. Ailede parçalanma, iş hayatında parçalanma, sektörde parçalanma, eğitimde parçalanma, sağlıkta parçalanma…. هناك تمزق على مستوى الأسر، على مستوى العمل، على مستوى القطاعات، على مستوى التعليم، على مستوى الصحة... Rekabet, düşmanlık, kin, kıskançlık… : “Çünkü kin (husumet) kazır bitirir. Saçı kazır bitirir, demiyorum; ama dini kazır bitirir.” تنافس، وعداء، وحقد، وحسد. "فَإِنَّ فَسَادَ ذَاتِ الْبَيْنِ هِيَ الْحَالِقَةُ، لَا أَقُولُ: تَحْلِقُ الشَّعَرَ وَلَكِنْ تَحْلِقُ الدِّينَ". Bu hadis tek başına dosdoğru ve sağlam bir yoldur. Bugün insan ona her zamankinden daha fazla muhtaçtır: “Zandan sakının…” هذا الحديث فى حد ذاته منهج قويم ومتين، والمرء اليوم في أمسّ الحاجة إليه. (إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ ...) Nice evlilikler var ki gerçekle alakası olmayan zanla biter. كم من زواج تنتهي على أساس ظن لا على أساس حقيقة! Nice şirket vardır ki zan üzerine çatırdayıp yıkılmıştır! كم من فصم شركة بسبب ظنّ! Nice baba zan üzerine oğlunu evden atmıştır! وكم من أب طرد ابنه بسبب ظن! Nice ortak vardır ki zan yüzünden ortağını terk etmiştir! وكم من شريك ترك شريكه بسبب ظنّ! İnsana düşen, yeterli delil elde etmeden başkasını itham etmeyi alışkanlık haline getirmemesidir. علي الانسان أن يعوّد نفسه ألاّ يتهم قبل الدليل الكافي. Bir taraftan böyle davranılmalıdır. Diğer taraftan da unutmamak gerekir ki hakkında kuşku uyandıracak bir yerde olan kimse, suçu sadece kendisinde arasın. هذا من ناحية ومن ناحية أخرى، ينبغى أن لا ينسى أنه من وضع نفسه موضع التهمة فلا يلومن إلا نفسه. Sevgiye dayalı ilişkilerin korunması ve sürmesi için gözetilmesi ve aşılmaması gereken bir takım kırmızı çizgiler vardır. وهناك خطوط حمراء يجب مراعاتها وعدم تجاوزها حفظا واستمرارا للعلاقات الودية. Allah Resûlü (s.a.s.) bu çizgileri beyan ederek buyurmuştur ki: “Müslüman’ın Müslüman’a kanı, malı ve ırzı haramdır.” وقد بين هذه الخطوط رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حيث قَالَ: "كُلُّ الْمُسْلِمِ عَلَى الْمُسْلِمِ حَرَامٌ دَمُهُ وَمَالُهُ وَعِرْضُهُ" . Kan malumdur. Irzdan maksat ise erkek olsun kadın olsun insanın adıdır. Eğer bir insanın adını, araştırmadan lekelersen, onun ırzına saldırmış olursun. الدم معروف. والعرض سمعة الإنسان ذكراً كان أم أنثى . إذا شوهت سمعة إنسان من دون تحقيق تكون قد اعتديت على عرضه. Irz, insandan övülmeye ve yerilmeye sebep olan değerdir. والعرض موضع المدح والذم في الإنسان. Bu hadis de özlü ve kapsamlı bir hadistir. Eğer bunu hayatımızda uygularsak, ne ailevi ne sosyal ne de işle ilgili sorunumuz kalır. هذا الحديث كذلك جامع مانع، لو طبقناه في حياتنا لا يوجد مشكلة أسرية ولا مشكلة اجتماعية ولا مشكلة بالعمل. Resûlullah’ın (s.a.s.) kötü akıbetinden uyardığı daha başka hususlar da vardır. Örnek olarak bunlardan şunları zikredebiliriz: وهناك أمور أخرى حذر من مغبتها الرسول عليه السلام، نذكر منها على سبيل المثال ما يلي: “Hasetten sakının. Zira haset ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi iyilikleri yok eder”. - إياكم والحسد، فإن الحسد يأكل الحسنات كما تأكلُ النارُ الحطبَ. “Sakın borçlanmayın. Zira borç, gece tasa, gündüz zillet vesilesidir.” - إياكم والدَيْنَ، فإنه هم بالليل مذلَّة بالنهار. Pintilikten sakının; zira sizden önceki milletler pintilik yüzünden helak olmuşlardır. Pintilik onlara cimri olmayı telkin etti, cimri oldular, akrabalık bağlarını kesmeyi telkin etti, akrabalık ilişkilerini kestiler, günahı telkin etti, günah işlediler. - إياكم والشُحَ، فإنما أهلك من كان قبلكم بالشح؛ أمرهم بالبخل فبخلوا وأمرهم بالقطيعة فقطعوا وأمرهم بالفجور ففجروا. “Kötü arkadaştan sakının; çünkü onunla tanınırsın.” - إياك وقرينَ السوء فإنك به تُعْرَف. “Hayvan dışkısında biten yeşillikten sakının.” - إياكم وخضراءَ الدِمَن. (وهي البعر) “Zinadan sakının. Zinada dört kötülük vardır; yüzdeki neşeyi giderir, rızkı keser, Rahman’ın öfkesini çeker, ebedi cehennemde kalmaya sebep olur. - إياكم والزنى فإن فيه أربع خصال: يُذْهِبُ البهاء عن الوجه ويَقْطَعُ الرزق ويُسْخِط الرحمن ويوجب الخلود في النار. Açgözlülükten sakının. Çünkü açgözlülük, peşin fakirliktir. - إياكم والطمعَ فإنه الفقر الحاضر. Çok gülmekten sakının. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür, cennetliklerin nurunu söndürür. - إياكم وكثرةَ الضحك فإنه يميت القلب ويذهب بنور أهل الجنة. “Lev (Olsaydı)” sözünden sakının. Zira “Lev” sözü şeytan işine kapı açar. Lev’den maksat, bir kimsenin “Eğer şöyle olsaydı veya şöyle yapsaydım, böyle olmazdı” gibi sözlerdir. - إياكم واللوَّ فإن اللوَّ تفتح عمل الشيطان. واللوّ، بمعنى قول الشخص "لو كان كذا أو لو فعلت كذا، لم يحصل لي كذا". “Şakadan sakının; zira şaka müminin parlaklığını giderir.” Maksat aşırı şakadır. Yoksa peygamber de (s.a.s.) bazen şaka yapmıştır. Ama şaka yaparken bile hep doğruyu söylerdi. - إياكم والمزاحَ فإنه يذهب بهاء المؤمن. والمراد كثرة المزاح وإلا فالنبي صلى الله عليه وسلم ربما مزح ولا يقول إلا حقا. Yalandan sakının. Yalan inanla bir arada bulunmaz. - إياكم والكذبَ فإن الكذب مجانب للإيمان. Satış yaparken aşırı yeminden sakının. Çünkü aşırı yemin başta satışları artırsa da sonunda tamamen keser. إياكم وكثرة الحلف في البيع فإنه يُنَفِّقُ ثم يَمْحَقُ. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Güncel Arapça Metin Tercümeleri | FECR | Genel Arapça | 3 | 31 Temmuz 2020 16:16 |
Arapça 1.sınıf 1. dönem konu tercümeleri ve alıştırma cvpları | seb-i aruz | Arapça 1 | 5 | 16 Kasım 2018 18:03 |
Arapça 2 Ünite Konu Tercümeleri ve Eş Anlamlı -Zıt Anlamlı Kelimeler | nurşen35 | Arapça2 | 10 | 24 Ocak 2016 01:37 |
istanbul ilitam Arapça-I metin terc. | JAZARİ | İSTANBUL İlitam | 6 | 22 Ekim 2013 22:08 |
Ankara ilitam arapça 2.sınıf unite tercümeleri | Medine-web | Arapça 2 | 3 | 20 Ekim 2013 12:49 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|