Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > SAĞLIK-BESLENME-SPOR > Kişisel Gelişim ve Psikoloji > Kişisel Gelişim

Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi:  06 Mart 2008 (02:20), Konuya Son Cevap : 13Haziran 2014 (04:29). Konuya 34 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı1Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 02 Kasım 2011, 18:46   Mesaj No:21
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Çocuklarda Özgüven

Özgüven bir insanın mutlu ve başarılı bir hayat geçirmesi için ihtiyaç duyduğu bir kişilik öğesidir. Özgüveni yetersiz kişiler kendilerine güvenmedikleri için sorumluluk almaktan çekinirler, yapmaları gereken işlerden bir biçimde kaçmaya çalışırlar, kaçamazlarsa da içinde bulundukları durumu büyük bir gerilim haline getirirler. Kuşkusuz özgüven sadece çocukların değil bütün insanların ihtiyaç duyduğu bir duygudur; ancak kişiliğin önemli bir bölümü gibi özgüvenin de tohumları çocukluktan itibaren atılmaktadır.
Özgüven, insanın kendisiyle barışık olması, kendini olduğu gibi kabul etmesi; yani olumlu benlik algısıdır. Her insanın, bir gerçek egosu vardır; bir de olmayı istediği, arzu edilen egosu vardır. Bu iki egoyu da bilen ve bunları birbirinden ayırabilen bir kişinin benlik saygısı olduğunu söyleyebiliriz.

Bazı insanlar arzu ettikleri egoyu gerçek ego zannederler. Kendilerini olduklarından farklı görür ve göstermeye çalışırlar. Bu insanlarda gerçek benlik saygısı yoktur. Kimileri de bunun aksine kendilerini olduklarından daha değersiz, daha aşağıda algılarlar. Neticede bu iki durum da kendini olduğu gibi kabullenmemedir. Bir insanın hem olumlu yönleriyle hem de olumsuz yönleriyle yüzleşebilmesi; özgüven sahibi olduğu, benlik saygısının yerinde olduğu anlamına gelir. Özgüvenden kastettiğimiz insanın kendini yeterli görmesi değildir, insanın yeterli olduğu alanlar gibi yetersiz olduğu alanlar da vardır elbette. Yetersiz olduğu alanları da görüp bunlarla yüzleşmeye hazır olan insan kendisini geliştirebilen, kendine karşı dürüst ve gerçekçi olabilen insandır.

Özgüven Yetersizliğinde Ailenin Etkisi

Çocuklarda özgüvenin yetersiz gelişmesinin nedenlerinden biri, aşırı himayeci davranan ailelerdir. Bazı anneler çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek için aşırı korumacı tavırlar sergilerler. Çocuklarını sevgi ve şefkate boğan bu anneler, çocukları hiçbir zorlukla karşılaşmasın diye her türlü işi kendi üzerlerine alırlar. Bu tip ailelerde anne çocuğun yapması gereken şeyleri yapar, çocuk adına düşünür, ona fazla yük vermez. Aslında bu iyi niyetle yapılan bir eğitim hatasıdır. Çocuğun bütün sorumluluklarını üstlenmek çok büyük bir risktir; çünkü çocuk kendi sorununu kendi çözme becerisi kazanamaz. Bu tür bir davranışa mâruz kalan çocukta “Ben yapamam” duygusu oluşur. Bu, özgüveni azaltan bir duygudur; çocuk kendisini yetersiz, güvensiz hisseder ve annesine sormadan hiçbir şey yapamaz hâle gelir.

Ailelerin özgüven konusunda verdiği eğitimde kültürel bir etkiden de bahsetmek gerekir. Bir araştırmada Doğulu ve Batılı öğrencilerin anne ve babalarının bir arada bulunduğu bir topluluğa şu soru sorulmuştur: “Çocuğunuzun girişimci ve özgüven sahibi mi olmasını mı istersiniz, yoksa itaatkar ve sadık olmasını mı?” Batı kültüründe yetişenler bu soruya, çocuklarının girişimci ve özgüven sahibi olmasını istedikleri yönünde cevap vermişlerdir. Doğu kültürüne sahip olanlarsa itaatkar ve sadık çocukları tercih ettiklerini belirtmişlerdir. Bu araştırma bize kültürel kodlarımızla ilgili şöyle bir bilgi vermektedir: İnsanlar neye önem veriyorlarsa çocuklarını farkında olmadan oraya yönlendiriyorlar.

Çocuğun özgüven sahibi olması, girişimci olması aileler tarafından itaatkarlık ve sadakat aleyhine bir risk olarak düşünülebilir ama çocuğu “kuzu” gibi yetiştirmek de doğru değildir. Çocuğu ancak ergenlik çağına gelinceye kadar kendimize bağlı tutabiliriz, daha sonra dış etkilere mâruz kalması kaçınılmazdır. Çocuğun ilerleyebilmesi ve hayata atılabilmesi için riske girmesi, kendi kararlarını kendisinin vermesi, sorunlarını kendisinin çözmesi gereklidir. Çocuk bunları yapamazsa kendi kimliğini geliştiremez ve hayattan korkan, kaçan, her şeyi başkasına havale eden bir insan olur.

Çocuğu küçük yaşlardan itibaren hayata hazırlamak gerekir. Sorumluluk alabilen bir çocuk yetiştirmek isteyen aileler onun büyümesini beklemeden, küçüklüğünden itibaren çocuğa bazı küçük görevler vermeliler ki çocuk bazı şeyleri yapabildiğine, elinden bir işin geldiğine inansın. İlkokula başlayan çocuk sorumluluk almaya hazırdır. Bu çocuğa sorumluluk verilmezse çocuğun kendine duyduğu güven giderek zayıflamaya başlar. İlginç olan şu ki; küçükken çocuğuna hiçbir sorumluluk vermeyen bazı anne babalar, çocukları ileriki yaşlarda sorumluluk almayınca tepki gösteriyorlar. Oysa ki aile eğer o yaşa kadar çocuğa bazı sorumluluklar yükleyip inisiyatif vermediyse çocuğun birdenbire ayaklarının üzerinde durmayı başaramaması gayet doğaldır.

Çocuğun kendine güvenini azaltan bir etken de mükemmeliyetçi anne babaların eleştirinin dozunu kaçırmasıdır. Sürekli eleştirilen çocuk kendisini aptal, yetersiz, beceriksiz hisseder. Diyelim ki çocuk kötü bir karne getirdi, notlarının çoğu zayıf, birkaç tane de iyi var. Aileler genellikle karneye bakar, “Şu niye zayıf, bu niye zayıf?” diyerek çocuktan hesap sorarlar. Bu arada çocuğun kişiliğini eleştirmeyi de ihmal etmezler. Halbuki doğru olan “Bak, şundan beş almışsın, bundan dört almışsın. Şu zayıfları nasıl düzelteceksin?” tarzında yaklaşmak, çocuğu başarıya motive etmektir. O zaman çocuk kendisine değer verildiğini ve sorumluluk aldığını hisseder.

Çocuk yanlış bir şey yapınca onun kişiliğini eleştirmek çok büyük bir hata ve özgüven yıkıcı bir davranıştır. Onu karşınıza alıp yaptığı hatayı kendisine sakin ve kararlı bir dille anlatırsanız çocuk sizi anlayacaktır. Hatasını göstermek yerine, “Sen zaten şöylesin, böylesin” demek çocuğu yaralamaktan başka bir şey yapmaz. Çocuk ailesinin yanındayken kendini yetersiz hissediyorsa sorunu çocukta değil ailede aramak gerekir.

Çocuğun özgüvenini azaltan bir eğitim hatası da çocuğu başkalarıyla kıyaslamaktır. “Bak, filanca hep ders çalışıyor, çok başarılı. Sen niye öyle değilsin?” diye başkasıyla kıyaslanan çocuk kendini güvensiz ve yetersiz hisseder. Halbuki çocuğu kendi kendisiyle yarış yapmaya odaklamak gerekir. Nasıl ki anne baba, çocuklarının kendilerini başka anne babalarla kıyaslamasından rahatsızlık duyarsa çocuk da başka çocuklarla kıyaslandığında aynı rahatsızlığı hisseder. Anne babaların bu bilinçte olması çok önemlidir.

Ailelerin tutum ve eğitim hataları sonucu özgüvenden yoksun bırakılmış çocuklar sürekli kendilerini ailelerine kanıtlama ihtiyacı hissederler. Bunun için ya bir gruba dahil olurlar, ya okuldan kaçarlar, ya da marka tutkusu geliştirirler. Kendilerini gerçekleştirmeyi bir grup ile, marka ile yapmaya çalışırlar. Özgüvene sahip olan bir çocuk marka takıntısına girmez; çünkü bunu çok önemsemez. Anne babalar “Benim çocuğum markasız giymiyor” diyorlarsa önce kendilerini sorgulamalarında fayda vardır.

Aşırı Özgüven

Özgüven fazlalığı da kişilik gelişimi açısından doğru olmayan bir şeydir. Bu durumdaki kişi kendisine ait olmayan davranışlara girişir. Kendisini farklı bir kişiymiş gibi, olduğundan daha üstün bir kişiymiş gibi göstermeye çalışır. “Gururlu, kibirli” diye anılan bu insanlar başkalarının nazarında komik duruma düşerler. Örneğin mezarlıktan geçerken ıslık çalan insanlar vardır, onlar için “Ne kadar kendine güveniyor, hiç korkmuyor” denir. Aslında o kişi müthiş derecede korktuğu için, kendisini tehlikede hissettiği için güvenli rolünü oynuyordur. Gerçek özgüven ile özgüven rolünü birbirinden ayırmak gerekir.

Aşırı özgüven genellikle iki tutum nedeniyle olur. Birincisi yüksek motivasyondur, yani anne babanın çocuktan beklentisinin yüksek olmasıdır. Aile çocuğun yapamayacağı şeyleri hedeflerse çocuk ailesini memnun etmek için farklı görünmeye çalışır, rol yapmaya başlar. Güven rolü oynar. Ailesinin kendisinden yapamayacağı şeyler beklediğini hisseden çocuk hep streslidir, kaygılıdır, mutlu olamaz. “Ne yapsam ailemi mutlu edemiyorum” diye düşünür. Ailesinin beklentilerini karşılayamadığı için böyle bir savunma mekanizmasına sığınır.

İkinci tutum hatası ise övgünün yanlış kullanılmasıdır. Bizim toplumumuzda övgü az kullanılır, bu rağmen çoğu zaman da yanlış kullanılır. Yanlış kullanılan övgü abartılı özgüvene, fazla bir ego kabarmasına yol açar. Bunun için çocuğun kişiliğinin değil çabalarının, becerilerinin övülmesi gerekir. “Sen bir tanesin, akıllısın, dünyada eşin yok” dendiği zaman çocuğun kendini arama, kendini keşfetme, kendini geliştirme becerisi elinden alınmış olur. Çocuk kendisinin her konuda yeterli olduğunu düşünürse kendini geliştirmeye yönelik bir çabaya ihtiyaç duymaz. Övgüyü yanlış kullanmak bu anlamda çocuğa kötülük yapmaktır. Çocuğun kişiliğini değil de “Bak, ne güzel yatağını topladın, ne güzel giyindin” gibi yaptığı iyi şeyleri övmek daha doğru olur. Aksi halde çocukta hatalarını inkar etme duygusu gelişir. Kendisini sadece olumlu bir varlık gibi algılayan çocuğun benlik saygısı yanlış gelişir. Halbuki özgüven; kişinin kendini olduğundan üstün ya da aşağı değil, olduğu gibi kabul etmesi demektir.

Özgüvende Genetik Etki

İnsanın kişiliğinin % 30-40’ı genlerden gelen özelliklerin etkisiyle biçimlenir, % 60-70’i ise öğrenme ile kazanılır. Bazı kişiler genetik yapılarının da etkisiyle içe kapanıktır, bazılarıysa dışa dönüktür. İçe dönük bir kişiyi alıp da aktif, dışa dönük bir kişi haline getirmeye çalışmak insanın genetik doğasına uymadığı için sonuçsuz kalacağı gibi kişide yaralanmaya da neden olur. Dışa dönük kişiden de ağırbaşlı bir insan olmasını beklemek onun kendine güvenini azaltır. Anne babanın çocuğun genetik özelliklerine saygı duyması gerekir. Çocuğu mutlaka tuttuğunu koparacak bir insan olmaya zorlamak doğru değildir.

Aileler çocuklarında görmek istedikleri özellikleri çocuğa adeta empoze ederler. Halbuki çocuğun genetik yapısı, kişilik imkanları ailenin isteklerine müsait olmayabilir. Ailesinin istediği davranışları gösteremeyen çocuk, bunun üzerine bir de eleştiriye, aşağılanmaya maruz kalırsa daha çok içine kapanmaya, konuşmamaya, kendisini çevresinden soyutlamaya başlar, depresyona kadar gidebilir.

Bu türden meselelerde zararın neresinden dönülürse kârdır. İnsanın ruh yapısı plastiktir ve yeni durumlara uyum sağlayabilir. İnsan isterse, anne ve baba da uygun davranırsa kaç yaşında olunursa olunsun bu tür problemlere çözüm bulunabilir.



Prof.Dr.Nevzat Tarhan
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 29 Aralık 2011, 15:44   Mesaj No:22
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Çocuğunuzu sakın bu sözlerle sevmeyin...


Estetik değerleri, değerlilik hiyerarşisinde en önemli, en üstün ve öncelikli değer olarak sunan bir ortamda yetişen genç, ergenliğe girdiğinde manken hastalığına sıklıkta yakalanmaktadır.

Bir gazetemize röportaj veren estetik cerrah bir doktorumuz; burada çocuğumuzu “Benim yakışıklı, güzel çocuğum” diyerek sevmeyi önerdi. Çocuğun, güzelliği ve yakışıklılığı kalbiyle hissedeceğini öngörerek bu öneride bulundu.

İşte asıl tehlike de buradadır.

Son yıllarda yapılan beyin araştırmaları çocukluk dönemi öğretilerinin insan beyninde kas gelişimi gibi beynimizi güçlendirilebildiğini kanıtladı.

Bu çalışmalar anne ve baba telkinlerinin “ağsal” bir yapı meydana getirdiğini, nöroplastisiteyi ve zihin haritasının “Önem ve öncelikli yollarını” oluşturduğunu gösterdi.

Ağır makyajlı, marka tutkunu, cesur dekolteli, yüksek topuklu, kaş kaldıran, yağ aldıran, sıfır beden, günlük 500 kalori ile beslenen kız ergenler veya fiziksel görünümü, marka giyinmeyi, lüks yaşantıyı birincil değerlilik ölçüsü olarak kabul eden erkek ergenler karşısında bilim çaresiz bir haldedir. Çünkü harçlıklarını toplayıp estetik ameliyat olan genç sayısı o kadar çok ki…

Çare olarak öne sürülen botoks, göğüs, burun, yağ dokusu estetik operasyonları gerçek çözüm mü?

Estetik operasyonlarda neden artış oldu? Çünkü iyi kalça, iyi vücut sahibi olmak değer olarak iyi bir kafaya sahip olmanın yerine geçti. Kalçasını göğsünü değil kütüphanesini büyüten gençliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız varken bir estetik cerrahın, estetik algılamayı bozan görüşü yanlış anlaşılmaya çok açıktır.

Batı kültürünün görselliği ve estetik değerleri çok yücelttiğini biliyoruz.

Önem ve öncelikli değer olarak fiziksel görünümü içsel görünümden önde tutan yaşam felsefesinin ne sakıncası var dersiniz?

Birincisi, insanların güzel ve yakışıklılık ölçütleri istatistiksel olarak hesaplandığında insanların ancak yüzde 20-30’u toplum tarafından güzel ve yakışıklı olarak algılanır. Geriye kalan yüzde 70-80’i çeşitli derecelerde daha az güzel ve yakışıklı olarak algılanır. Bu anlayış yerleşirse kişi hayatının başında mutsuz olmaya başlar.

Modernizm buna karşı “Çirkin kadın yoktur, bakımsız kadın vardır” diyerek kozmetik endüstriyi çözüm olarak sundu. Güzel bilinen bir kadın bile bu anlayışa göre makyaj yapmadığında sevimsiz oluveriyordu.

Yaşlılık ve hastalıkta özgüvenleri yıkılıp yalnızlaşan güzelleri de unutmayalım.

İkincisi, insanın değiştiremeyeceği şeye odaklanmak zorunda kalması onu depresif ve mutsuz yapmaktadır. İnsanoğlu fiziğini güzelleştiremiyebilir ama ruhunu güzelleştirebilir.

Gerçek güzelliğin ve insanı güzel yapan şeyin sevimlilik, olumluluk ve özgüven olduğunu savunanlar, insanoğluna değiştirebileceği ‘değişkenleri’ sunarak mutlu olmasını kolaylaştırmaktadırlar.

Estetik değerleri değerlilik hiyerarşisinde en önemli, en üstün ve öncelikli değer olarak sunan bir ortamda yetişen genç ergenliğe girdiğinde manken hastalığı olarak bilinen Anoreksiya Nervoza veya Bulimia, Beden Dismorfik Bozukluğu gibi insan beyninin estetik algılama ile ilgili alanının bozulduğu hastalıklara kolayca yakalanıyordu.

Çocukluk dönemlerinde fiziksel görünümün çok yüceltildiği ve evde baskın konunun güzel görünmek, ince ve çekici olmak olduğu aile kültürlerinde büyüyen gençlerin beyin gelişimi bundan etkilenmektedir.

29 kilo olduğu halde kendisini 100 kilo gibi algılayarak 500 kalori ile beslenen gençler veya aynaya baktığında güzel olduğu halde kendini çirkin olarak algılayan gençlerin beyinlerinde estetik algılama ile ilgili sinirsel yapıların bozulduğunu biliyoruz.

Bu gençlerin beyinleri “objesiz algılama” yapıyor, olmayan görünümü gerçek sanıyor. Bu derece ilerlemiş olgularda hastane tedavileri sıklıkla gerekmektedir.

Herkes güçlü, ünlü, zengin ve güzel olamaz ama herkes iyi insan olabilir. Fiziksel görünüm kontrol edilmesi zor bir değişken ama iyi huy ömür boyu süren bir değerlilik ölçüsü değil mi?

Değerlilik ölçüsü olarak iyi insan olmayı benimseyip çocuğumuzu severken onun iyi huyunu, güler yüzünü vurgulamamız daha akıllıca bir yoldur.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Özellikle gençler şunu aklından çıkartmamalı(bedene talip olanlar o beden yaşlanınca yeni beden arayışı içine girerler.Kişiliğe talip olanlar için bu sorun yoktur)
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Ocak 2012, 11:41   Mesaj No:23
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Başörtüsü siyasi simge diyenlerin ya akıl sağlığı bozuk ya da…


Habere göre BMW Türkiye temsilcisi Borusan Mini Cooper projesi için Burcu Çetinkaya’ya verdiği sponsorluk desteğini başörtülü spor yazarı Merve Sena Kılıç tanıtımda ön planda gösterdiği için sorun yaşadı.

“BMW Başörtüsünü görünce bozuluyor” manşetine yapılan açıklamada Borusan’ın yaşam tarzı ve başörtüsü ayrımcılığı yapmadığını beyan etmesi hiç inandırıcı olmadı.

Telefonla söylenen imajımıza zarar veriyor yaklaşımının arkasından bu açıklama maalesef çocuk kandırma açıklamasıdır.

Aslında muhafazakar bilinen birçok firma halen imaj kaygısı ve eleştiri korkusu ile aynı yaklaşımları gösteriyor.

Borusan’ın kültür faaliyetlerine baktığımızda hiç milli olmadığını hep biliyoruz. Ne reklamda ne de müzik sponsorluğunda kültürümüzü değiştirmek isteyenlerin etkisinde kaldığı izlenimini görmek mümkün.

Bu toplum kendi kültürel değerlerine sahip çıkmayı hep pasif olarak yaptı. Cumhuriyet seçkinlerinin topluma uyguladığı ve dayattığı baskı ve korkunun etkisi halen sürmektedir.

Geçtiğimiz günlerde anayasa değişikliği için TBMM Anayasa Komisyonunda konuşma yapan bir STK temsilcisi “Söylediklerimizden dolayı başımıza bir şey gelir mi?” diye sorması rejim korkusunun ne kadar dirençli olarak yer ettiğinin bir göstergesi olarak düşündüm.

Başörtüsü bir simgedir ama dini simgedir, siyasal simge değildir. Tıpkı ezan, ve minare gibi.

Suç olması mümkün değil bu nedenle açıkça hiç yasaklanılamıyor, münafıkane, riyakarene “Biz başörtüsüne karşı değiliz siyasi simge olan türbana karşıyız” diyorlar. İnsanın gözünün içine baka baka ya yalan söylüyorlar. İnanarak karşı çıkanlar ise paranoya şeklinde dini tazahürlerden korkuyorlar.

Otomobil yazarı genç kız veya baroda staja giden ve üniversitede okuyan genç kız siyasi olarak başını örtüyor diyenlere kanıtın nedir dediğimizde niyet okumayı kanıt olarak sunuyorlar. “Bir genç kız siyasi bir amacı yoksa başını örtemez, ya aklından zoru var ya da kötü niyetlidir” önyargılı streotipik düşünce söz konusudur.

Niyet okuyanlar kanıt sunamıyorlarsa onlara psikiyatrik olarak şu sorulur. “Kuşku durumunda ispat zorunluluğu iddia sahibine aittir, ya ispat et ya da iddiandan vazgeç, yoksa sağlıklı düşünmediğin ve paranoya içinde olduğun kanısına varılır.”

Bende aynı biçimde “Başörtüsü veya türban tipi örtünmenin siyasi simge olduğunu düşünüyorsanız ispat etmelisiniz ispat edemiyorsanız genç kızın beyanına inanmak zorundasınız. Eğer genç kızın beyanına inanmıyorsanız ya sizin başka bir amacınız var yahut ta akıl sağlığınız bozuktur” diyorum.

Toplumumuz da artık şunu görmeli, dini değerler ve inanç sistemi gelişmiş toplumlarda görünür olma hakkına sahiptir. Çünkü insan hakkıdır.

İnsan hakları çağımızın kutsal değerleridir.

İnsan hakkına uymamak insanlık suçudur. İnsanlık suçu işleyenlere “Bir dakika dur” demek zamanı geldi, geçiyor. Anayasa hazırlığı yaparken bile korkan insanlardan oluşan bir toplum olmak gelişmiş bir toplum değildir.

Ben Motosiklet Fedarasyonu’nun BMW’yi yarışma dışı bırakmasının sivil toplum tepkisi olarak fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum. Bakalım diğer insan hakları savunucuları da aynı hassasiyeti gösterecekler mi?

Prof. Dr. Nevzat Tarhan -
Bosch,Borusan,Coca Cola gibi firmaları bizler devleştirdik.Koyun ambargoyu bakalım görün o zmn neler oluyor Kendimizi niye bu kadar küçük görüyoruz.Bizim Dini Simgemiz Çarşaftır.Bunlar türbanı hazmedemiyorlar .Daha çok hizaya gelecekler.
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 06 Şubat 2012, 17:05   Mesaj No:24
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Karanlığın 7 atlısı ve dindar nesil tartışmaları


Tanzimat Zihin Yapısı’nın toplum ruhuna zerk ettiği olumsuz duyguların günümüze yansıyan hastalıkları siyasetin dindar nesil isteme talebi karşısında tekrar depreşti.

Bazı duygular konulara şaşı bakılmasına neden olur. Karanlığın 7 atlısı denilen ‘Kin, Korku, Öfke, Nefret, Düşmanlık, Hırs, Kıskançlık’ bu duygulardandır.

Mevlana’nın basiret gözü şaşı olanların halini anlatmak için örnek verdiği bir hikâyesi vardır.

Bir şaşıya efendisi emretmiş “içeriye gir de şişeyi al getir”

Şaşı eve girmiş tek şişeyi iki görüp dönmüş efendisine sormuştu;

“İçeride iki şişe var hangisini getireyim?”

Efendi ısrar eder “Şişe birdir sen şaşı olduğun için öyle görüyorsun.”

Şaşı ısrar eder “ Efendim bana kızmayın şişeler gerçekten bir değil ikidir”

Efendi yardımcısını ikna etmek için “O halde iki şişeden birini kır kalanı getir” demiş.
Yardımcı gitmiş birini kırarken ikincisinin yok olduğunu görmüş ama olan şişeye olmuş.

‘İyi insan yetiştirme’ idealinin özellikle modern bilimle doğrulandığı günümüzde ziyan edilmesinden endişe ediyorum.

Günümüzde bu konunun dindarlığa siyasi anlam yüklenerek tartışılması çok tehlikeli ve zarar vericidir.

Türkiye’nin en sağduyulu kalemleri bile bu konuya maalesef şaşı bakıyorlar.

Bu memlekette ebeveynlerin çocuklara dinini öğretme çabasının ne kadar yasaklandığı, tehlikeli görüldüğü, hatta suç sayıldığı dönemleri hepimiz biliyoruz.

Akıl gözü şaşı olanlar karanlığın yedi atlısından birinin etkisindedirler ve bu kişilerde ‘Kognitif Distorsiyon’ denilen realiteyi görememe ve çarpıtma ortaya çıkar.

Korku veya öfkenin etkisi ile yanlış niyet okuyarak cebinden bir şey çıkarıp vermek isteyene silahını boşaltır.

Kin ve nefretinin etkisi ile dost ve düşmanını karıştırır dostlarını uzaklaştırır ve yalnız kalır.

Karanlık duyguların etkisi ile gerçeği tam göremez, varsayımlarla zihnindeki eksiği tamamlamaya çalışır. Yanlış varsayımla dindar insanın tehlikeli insan olduğu şaşı bakışına yönelir.

Değerler erozyonunun yaşandığı günümüzde insani değerlerin yüceltilmesi gerektiği bilim çevrelerince destekleniyor.

Çoklu Zeka kavramını geliştiren Howard Gardner’ın ‘Çoklu Zeka’ya son yaptığı ilave ‘Ahlaki Zeka’ kavramı oldu. Bazı araştırmacılar ‘Vicdani Zeka’ olarak da tanımlıyorlar.

Karakter eğitimi amaçlı kavram eğitiminde bazı insani değerlerin kavramsal olarak çocuklara öğretilmesi istenmektedir. Bu kavramlarla ilgili ‘Ahlakın Nörobiyolojisi’ bilimsel çalışmaları referans oldu. Aşağıdaki değerlerin hangisinin toplumda yaygınlaşmasına karşı çıkarız.

BAZI VİCDANİ ZEKA DEĞERLERİ

-İç sesi dinleyebilmek,
-İç disiplin ve iç sorumluluk geliştirmek,
-Hesap verebilirlik,
-Ahlaki akıl yürütmeyi kullanmak,
-Aşkın güce karşı sorumluluk hissetmek,
-Etik değerlere sahip olmak,
-Bilgeliği amaçlamak,
-Alçak gönüllülükle birlikte doğruluk için de cesur olmak,
-Dürüst ve ilkeli olmayı yöntem olarak benimsemek…

Eğer bu değerleri dini gerekçelerle savunanlar varsa onların da bunu savunma özgürlükleri vardır. Zorla dayatmadıkları müddetçe siyasi anlam yüklemek akıl gözü şaşılığıdır.

Eğitimin genel kabul gören tarifi ‘Bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istenilen yönde değişmeler meydana getirme süreci’ şeklindedir.

Bireyin davranışında olumlu değişmeler meydana getirme devletin sorumluluğunda değil mi?

İtiraz neden bir yazar çıkıyor “Kemalizm yerine dindarlık dayatılıyor” diye akıl gözü şaşılığı ile hareket ediyor, diğer bir yazar çıkıyor “Oğlumun muhafazar olmasını istemem” diyor, bir başkası ise “Ben ateist olmak istiyorum “ diyor. Sanki bazı kişileri muhafazakar olmaya, dindar olmaya zorlayanlar var gibi… Bazı kişiler “Bu sunni İslam dayatmasıdır” diyorlar. Dini kimlikle karekter eğitiminde dinin rolünü karıştıran cahilliklerinin diz boyu olduğunu görüyoruz.

Bütün sorun alıngan ve vehimli bakışın ‘algıları olgu sanma’ şaşılığı, başka bir şey değil. Tabi kötü niyet yoksa.

Tıpkı akıl gözünün şaşı olması nedeniyle başörtülü birini görünce “Bana din propagandası yapılıyor” diyen algı yönetimi kusurlu kişide olduğu gibi.

Eğitim konularını tartışırken şişeleri kırmamaya özen göstermek herkesin sorumluluğudur.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 11 Şubat 2012, 21:14   Mesaj No:25
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik bir savaş taktiğidir!






Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ev hanımlarının psikolojik savaş mağduru olduğunu ifade ederek "Ev hanımlığını küçültmek, psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiğidir. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar." dedi.
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, aylık genel kültür dergisi Moral Dünyası'na ev hanımlığı ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Ev hanımlığını küçültmenin psikolojik olarak yapılan bir savaş taktiği olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, "Üstün kültürler kendilerinden altta kalan kültürleri kendine benzetmek için birtakım taktikler uygular. Bu tip üstün kültürler farklı olan insanları kendine benzetmek için onlardaki bazı değerleri yozlaştırıp küçülterek karşı tarafta aşağılık ve eksiklik duygusu oluşturmak isterler. Böylece kendisine benzetmeye çalışırlar. Bu, Hollywood kültürünün dünyada etkisini yaygınlaştırmak ve tüketimi artırmak için yapılan bir plandır. "Bir moda çıkaralım tüm dünya alsın" diyen bir tüketim ekonomisinin felsefesi vardır burada. Bunun için sinema etkili bir silah olarak kullanılıyor. Buradaki tek tipleşmede ve yozlaşmada sinemanın büyük bir etkisi var. Kadını iş hayatına sokup tüketime katarak ve hanımları cinsel sömürü objesi haline getirerek onların değerini azaltmaya çalışıyorlar. Bu şekilde insanların merak ve ilgisini bu yöne çekmeye çalışıyorlar. ABD, dünya nüfusunun yüzde 5'ni oluşturmasına rağmen kaynakların yüzde 25'ini kullanıyor. İnsanlar bunun farkına varamazsa bu üzücü durum devam edecektir." dedi.
Psikolojik ve kültürel savaş ortamında, ev hanımlığının korunması için öncelikle yapılması gerekenin ev hanımlarının özlerini kaybetmemesi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, "İyi çocuk yetiştirmek ve annelik yapmak iyi bir fabrika kurmaktan daha kıymetlidir. Anneliğin değerini düşüren topluluklar kendilerine zarar veriyor. Anneliği bu yüzden en önemli meslek olarak görmek gerekiyor. Hatta devletimizin onlara zorunlu sigorta yapması gerekiyor. Bu onların özgüvenini artıran bir uygulama olacaktır. Böyle yapılırsa evde kadının çocuğuyla ilgilenmesi külfet olarak algılanmayacaktır." şeklinde konuştu.

Ev hanımlığını değersizleştiren feministler
Ev hanımlığını değersizleştirenlerin feministler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, "Feminizm, kadın erkek ilişkilerini kadın-erkek çatışmasına dönüştürdü. Feminizm, kadının özgürleşmesini evden çıkıp iş hayatına atılmasına bağladı. Bunun sonucunda da ev hanımlığı meslek olarak değersizleşti. Ev hanımlarının bu konuma gelmesinin ana nedeni modernizmin getirdiği tezlerdir. Kapitalist sistemde "üretim yaptığın kadar" değerlisindir. "Kadın çalışırsa özgürdür, üretime katılmalıdır" tarzındaki düşünceler ev hanımlığını değersiz gördü." dedi.

Çözüm, anlaşma yapmada
Bir evde kadınla erkeğin beraber çalışma zorunluluğu varsa evdeki işlerin yine kadına kaldığını, bunun da kadını yıprattığını ifade eden Tarhan, şunları söyledi: "Süreç kadının aleyhine işliyor. Erken yıpranmasına sebep oluyor. Fazla yıpranmayan erkek belli bir müddet sonra "dünyaya bir kez geldim, yaşamak istiyorum" diyerek eşinden ayrılmak istiyor ve yuvalar dağılıyor. Bu durumda kadın da mağdur oluyor. Böyle olmaması için evliliğin ilk aşamasında çiftlerin evde işleri paylaşması gerekiyor. Bir gün sen bulaşığı yıkacaksın, bir gün ben yıkayacağım gibi. Bunun açıkça konuşulması gerekiyor. Kadın eğer bu işleri yetiştiremiyorsa, erkek de evliliğinin yürümesi için bunu yapmak zorunda."

Erkek, kadını anlamak için kendini geliştirmeli
Evlilik süresince erkeğin kendinde eksik olan yönlerini geliştirirse kadını anlayabileceğini söyleyen Prof. Dr. Tarhan, bu durumu şöyle izah etti: "Erkekler olayların sonucuna bakar, sürece bakmaz. Estetik algılaması daha düşüktür. Mesela alışverişe gittiğinde erkek bir şeyin "ucuz ve kaliteli" olmasını isterken, kadın "hoş ve güzel" olsun der. Estetik algısı kadında daha öncedir. Kadın kendini iyi hissetmediği, problemin var olduğu bir anda sonuçtan çok süreçle ilgilenir, yani neyden çok nasıla bakar. Erkek, sorunu bir an önce çözmek isterken, kadın çözümden çok süreçle ilgilenir. Kadın, sıkıntıyı gidermek için sorunu çözmekten çok paylaşmayı ister. Biyolojik olarak bu böyledir. Eğer kadınla erkek birbirini anlamak isterlerse yapması gereken şeyler vardır. Kadının sonuçlara daha önem veren bir anlayışı benimsemesi gerekirken, erkeğin de estetik algısını geliştirmesi gerekir. Bunu yaparlarsa çiftler birbirini tamamlar. Erkeklerin algı karakterli, atak ve cesur bir yapısı vardır. Kadın da genetik olarak çocuklara annelik yapmaya daha uygun olduğu için korkuya ve estetiğe duyarlıdır. Kadın beyni duygusal eğilimlidir. Ona göre programlanmıştır. Kadın ve erkeğin birlikte mutlu olması için erkeğin zihnine duyguyu, kadının ise zihnine mantığı katması gerekiyor. Böyle olmazsa aile arasında çatışma yaşarlar."

Ev hanımlarına yeni sıfat: Aile mühendisi
Moral Dünyası dergisinin, "Ev hanımlığı" tabirinin içinin gerek toplum gerekse fertler tarafından bir şekilde boşaltıldığı, ev hanımlığına "Aile Mühendisliği" gibi bir yeni bir sıfat verilmesinin toplumda ne gibi bir etki oluşturacağını sorması üzerine Prof. Dr. Tarhan, şu cevabı verdi: ""Aile Mühendisliği" aslında ezber bozacağı için söylenebilir. Ama kabul edilip tutar mı bilemiyorum? "Aile Mühendisliği" konuyu tartışmak için söylenebilir. Ev hanımlığı meslek olarak ailenin bir bakıma iç işlerinde karar vericisidir. Onlara değerini belirtmek ve iyi hissetmelerini sağlamak için bu söylenebilir. "Ev hanımlığı" kariyer basamağı olarak görüldüğü takdirde daha da yararlı olabilir. Bu kavramları yeniden tanımlamak çok güzel bir düşünce tarzı olacaktır."


nevzat tarhan
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 05 Mart 2012, 13:14   Mesaj No:26
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Bediüzzaman'ın ilginç keşifleri



İddialı konuşmayı sevmem ama bugün iddialı konuşacağım. Çünkü Bediüzzaman Said Nursi’nin hayret ve merak uyandıran kişiliğinin, keşiflerinin, yaptığı dönüşümün üzerindeki örtüyü kaldıracağına ve yeni bir dönem açacağına inandığım iki eserden söz edeceğim.

Bugün hepinizin davetli olduğu bir kitap tanıtımı olacak. Kitabın adı ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman.’ NESİL Yayınlarından çıktı. Toplantı Topkapı Eresin Otelde akşam saat 19.30 da.

Kitabın devamı olan ikincisinin adı ‘Akıldan Kalbe Yolculuk, Bediüzzaman Modeli’ olacak. O da hazır. Kısa süre sonra okuyucu ile buluşacak.

Bu kitabı neden yazdığımı giriş bölümümde belirttim.

Ben Risale-i Nur veya Bediüzzaman uzmanı olmadığım gibi dini konularda hiç uzman değilim. Fakat varoluşu bu kadar güzel açıklayan, din ve bilimi bu derece güzel birleştiren, bilim felsefesinde çığır açan, çağın dertlerine tabip gibi reçete yazan ve reçeteyi uygulamaya sokan, benim gibi zor ikna olan materyalist eğitim almış, insanı analiz etmeye çalışan bir meslekle uğraşan birisini tatmin eden eserler hakkında düşüncelerim bir çok kişi için ilginç gelecektir diye düşündüm.

Bence Bediüzzaman’ın Einstein’ın izafiyet teorisi veya Newton’un yer çekimini keşfi kadar önemli pek çok keşfi var. Onlardan bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

1-Elmas kılıç (İmani konularda kiplik mantığı gibi yöntemleri kullanması), sihirli asa (mânâyı harfi yöntemi) ve kuantum ene (hüve nüktesi) kavramları birer keşiftir.

2-Yüz yıl önceye ait İslamiyet’le demokrasi kültürü arasında doku uyuşmazlığı olmadığına dair fikirleri keşiftir.

3-Materyalizmi eleştirirken “antidarwinizm” yapmaması yeni ve ileri bir metoddur.

4-Osmanlının parçalanmaması için yazdığı reçetenin bugün halen geçerli olması şaşırtıcıdır.

Despotizme karşı duruşuna dair kitaptan bir bölüm:

“Bediüzzaman otuzlu yaşlarda İstanbul’a gelip bir hana yerleştiğinde kapısına “Burada her müşkül hallolunur, her meseleye cevap verilir, fakat sual sorulmaz” diye levha asmıştı. Bu iddiasında dikkati çekmek ve özgüvenin yanı sıra, çoğulculuğa da işaret ettiğini görürüz. Medrese hocalarının baskısı ve ilmî istibdadın olduğu bir dönemde ilmî eleştirilere açık olduğunu göstererek, medreselerdeki despotizme meydan okumuştur. Çünkü medrese eğitiminde öğrencinin fazla soru sorma ve tartışma hakkı yoktu. Hocalar başöğretmen gibi ders anlatırlar. Bu sisteme bayrak açan, muhalefet eden Bediüzzaman’ın, odasının kapısına yazdığı yazı ile eleştirilere ve sorgulayıcı düşüncelere açık olduğunu, soru sordurtmayı teşvik ettiğini ve ilmî despotizmi protesto ettiğini görürüz.

İlmi çoğulculuğun işaretini göstererek 1900’lü yılların başında medreselerin aktif olduğu bir dönemde bu kurumların sorgulanmasına sebep olmuştur. O yıllarda o derece hürriyet vurgusu yapmıştır ki, hürriyeti imanın vazgeçilmez bir esası olarak düşündürtmüştür.”

Eşit oyu savunan 1911 tarihli Kürt aşiretlerine bir dersinden yorum;

“Bediüzzaman Münâzarat adlı eserinde çoğulculuğa örnek olabilecek tavsiyelerde bulunmaktadır. Şarktaki aşiretler Yahudi ve Hıristiyanların nasıl eşit oy hakkına sahip olacaklarıyla ilgili bir soru sorarlar: “Meclis-i Mebusan’da Hıristiyanlar, Yahudiler vardır; onların reylerinin şeriatta ne kıymeti vardır?”

Şu cevabı verir:

“Evvelâ: Meşverette hüküm ekserindir. Ekser ise, Müslümandır, altmıştan fazla ulemâdır. Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir. Demek, hâkim İslamdır.

Sâniyen: Saati yapmakta veyahut makineyi işletmekte, san’atkâr bir Haço ve Berham’ın reyi mûteberdir.”

Bir saati yapmak için işinin ehli olan bir Ermeni usta tercih edilirse, Meclis-i Mebusan’da da reyinin muteber olması gerekir. Bu düşüncede, uzmanlığa saygı vardır. Bediüzzaman politikayı da uzmanlık ve işletmecilik alanı olarak görür ve bu konuda kendini geliştirmiş ve seçilmiş insanların reyinin muteber olduğunu savunmuştur. Günümüzde demokratik değerler olarak tanımladığımız katılımcılığı bir asır önce teşvik etmiştir.”

Merak edenlere birkaç örnek verebildim. Umarım keşfedilmemiş bir hazine olan ön asyanın karanlığını gökten gelen ışık gibi aydınlatan bu ilginç kişiliği doğru yansıtabilmişimdir.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

RABBUL ALEMİN Bediüzzaman h.z'den ebediyyen razı olsun. Ömrü boyunca islamiyetin önündeki engelleri aşmak için uğraşdı..Nevzat hocama tşkler ediyorum. Kendisininde uzmanlığının dışındaki bir konuya değinmiş..
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 06Haziran 2012, 13:48   Mesaj No:27
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Nasıl ki, atomun içinde nötron, proton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise; canlılar arasında çekimi sağlayan şey de, sevgi duygusudur.

Sevgi, insanları birbirlerine yakınlaştıran, ‘görünmez bağ’ denilebilecek bir duygudur. Eskilerin ‘kuvveti cazibe’ dedikleri şeydir bu. Sevginin üzerine değişik olumlu duyguların eklenmesiyle de sevginin türleri oluşur.

RENKLER VE DUYGULAR

Beyaz, saflığı gösteren renktir. Kırmızı, sevgiyi ifade eder. Sarı korkunun, mavi de güvenin temsilcisidir. Mavide, sınırsızlık duygusu da yer bulur. Siyah, insanı karanlığa doğru götüren bir renktir.

DUYGULARIN BİRLEŞİMİ


Prof. Dr. Nevzat Tarhan

Sevgiye ümit eklendiğinde, insanı harekete geçirir ve yaşama sevincini artırır. Sevgiyle ümit beraber olduğunda motivasyon ortaya çıkar. Eğer ümitsiz bir sevgi söz konusuysa, çaresizlik duygusu doğar. Bu sebeple pozitif duygular içerisinde en önemlileri, sevgi ve ümit duygularıdır. Bu hislerin beraberliği, sevgiyi artırıcı etki yapar.

Eğer insanın sevgi nesnesi karşısındaki olursa, empati ortaya çıkar. Bu da sevgiyi artırarak dostluğun doğmasına yardım eder. Sevgi ile üzüntü duygusu birleştiği zaman acıma, sahiplenme hisleri oluşur. Sevgi saldırganlık ile birleştiği zaman kontrol etme isteği doğar. Saldırgan kişilerdeki sevgi, sevdiğini disipline etmek şeklinde ortaya çıkar. Bu, çoğunlukla zarar veren bir sevgidir.

SEVGİ TÜRLERİ

Erotik sevgi, sonsuz zevk içerir. Bu tür bir sevgide, karşıdaki insanın cinsel çekiciliği olduğundan, cazibenin kaybı durumunda sevgiyi de yok olur. O yüzden, bunun şartlı sevgi olduğunu söyleyebiliriz. Cinsel arzular, neslin devamı için önemlidir, fakat insanın bütün yaşamını zapt etme ihtimali de olan bir güce sahiptir. Erotik sevgi, insan dışındaki diğer canlılarda da vardır. Romantik sevgi ise, soyut bir zevk içerir ve daha çok insana özgüdür.

Sevgi ile bağlılığın bir araya gelmesi sonucunda aşk oluşur. Kişi sevdiği kimseye bağlandığı için şiddetli bir şekilde onu düşünür, arzular. Aşk bir müddet sonra tutkuya, yani kişinin sevdiği için kendisini feda etmesine dönüşebilir. Onun için ateşe atılır, yanar, hastalanır. Sevgi öyle bir duygudur ki, insan sevilene doğru göç eder.

AŞKIN SEVGİ

Sevgi türlerinden biri de aşkın sevgidir. İnsan kendisini güçsüz, zayıf, yetersiz hissettiğinde her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, bütün olayları kontrol altında tutabilen, her şeyin anahtarı elinde olan, göremediği ama hissettiği bir güce sevgi duyar. Bu büyük güce yönelen his, manevi özelliği olan bir muhabbettir. Bu güçlü his, bağlılıkla birleşirse, Mevlana’nın Hakk’a olan sevgisi gibi derin bir aşk olur. İnsan bu dereceye erdiğinde öyle bir hale gelir ki, sanki her an Yaratıcıyı görüyordur, O’nun yanındadır. Kendini O’na feda etme derecesinde sever.

İNSAN GÜZELİ SEVER

İnsanda mükemmeli sevme eğilimi vardır. Kişi, hoşlanmadığı, görüşmekten hazzetmediği birinin bile iyi yanlarını sevebilir. Bu, diğer canlılarda olmayan bir hususiyet olduğundan, insanın tekâmül etme vasfını da gösterir. İnsan gelişim sürecinde yaşar. Onu ilerleten şey, güzel olan sevme duygusudur. İnsan statükodan, tutuculuktan hoşlanmaz, yenilik arayışıyla yaşar. İşte bu noktada, dinamik olma özelliği taşıyan sevginin insanoğluna en yakın ve yardımcı duygulardan biri olduğunu görürüz.

SEVME DUYGUSU GELİŞTİRİLEBİLİR Mİ?

Sevme duygusunu köreltmek de, geliştirmek de mümkündür. Sevgide önemli olan, sevgi nesnesinin ne olduğudur. Mesela, bazı insanlar çok sevgi doludurlar, fakat sadece kendilerini ya da yanlış şeyleri severler. İnsanlar arasındaki muhabbetin artması için sevgi davranışlarının karşılık görmesi önemlidir. Mesela, aile içinde sevgiyi artırmak istiyorsak, aile fertlerine içtenlikle ve samimiyetle davranarak, duygularımızı pekiştiren örnekler sergilemekte fayda vardır. Ancak sevgi karşılık görmediğinde söner. Bu sebeple devamlı beslenmesi gerekir.

Yazar:
Prof.Dr. Nevzat Tarhan
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Ağustos 2012, 14:25   Mesaj No:28
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.614
Konular: 582
Beğenildi:4887
Beğendi:6561
Takdirleri:26172
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Üç Yuva Yıkıcı: İçki, Kumar ve İç Mimari...

Mobilya mağazasında kocası ile kavga eden çarşaflı kadını düşündükten sonra bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim. Sade yaşamanın güzelliğini kaybeden bir kültür bizim kültürümüz olmazdı.

İç mimari mesleği ile uğraşanlar yanlış anlamasınlar ancak mesleklerinin bazı risklerini onlara anlatmak istiyorum.

Özellikle iç mimari ve tasarım üretiminde önde olan İtalya, İspanya’nın süratle krize yönelmesi bazı sosyal hastalıkları bize hatırlattı.

Bu üç sosyal hastalık aile de ve ülke de ekonominin çöküşünün görünmeyen psikososyal nedenidir.

Batının “Hedonizm, Egoizm ve Komfortizm” hastalıkları çöküşün işaretleri olarak düşünülmelidir. Bu sosyal hastalık belirtileri bizde de çokça rastlanır oldu.

Zevkçiliği, bencilliği ve kişisel rahatını yücelten bireylerin çoğunlukta olduğu hiçbir aile mutlu olamaz, hiçbir kurum devam edemez ve hiçbir toplum ayakta kalamaz.

Bu üç hastalığın sonucu…

İnsanların tembelleşmesi, lüks ve eğlencenin yüceltilmesi, görev ve sorumluluk duygusunda azalma olması, israfın, aç gözlülük ve doyumsuzluğun yaygınlaşması, sosyal ilişkilerde saygının ve empatinin değerini yitirmesi, bencilliğin teşvik edilmesi sonucu toplum da bazı değerler geriler.

Sevgi, saygı, güven, merhamet ve sorumluluk değerleri zarar görür.

Halkın düzene sevgi ve güveninin zayıflaması ile birlikte toplumda adalet ve dürüstlük duygusunun gerilemesi sonucu gelir dağılımının bozulması ortaya çıkar.

Ahlaksız ticaret,

İlkesiz politika,

Faydasız ilim,

Emeksiz zenginlik,

Vicdansız haz ve

Çilesiz dindarlık varsa “hedonizm, egoizm ve komfortizm” sosyal hastalıkları bu değerleri bozmuş demektir.

Kredi kartı tuzağı

Kredi kartını hazır nakit gibi algılaması ve kredi kartına taksit adı altında tuzak uygulamalar alışveriş çılgınlığını teşvik ediyor. Karşılıksız sermaye olan kredi kartlarının bankaların gelirlerinin dörtte birini karşılaması tesadüf değildir.

Tüketici davranışını etkileyen sosyal hastalıklar insanda temel özdenetim mekanizması olan “İstek ve ihtiyaç” dengesini bozulmasına sebep oluyor. Hoşuna giden bir kıyafet, ev eşyası, kişiye özel tuzakları ihtiyacı olmayan şeyi almamız sonucunu doğuruyor.

Yetinme duygusu yani kanaat hissini zedeleyen modern yaşam tasarruflu yaşamayı eski kafalı olmak olarak sundu.

“X” kuşağı gençlik

Yemeyeceksen, harcamayacaksan, neden kazanıyorsun? diyen eşler şirketleri batırmaya devam edecekler.

Hatta bir genç çalışanımız iyi maaş aldığı halde işten ayrılmıştı. Kalite standartları gereği neden ayrıldığını öğrenmek istedik ve sorduk aldığımız cevap ağzımızı açık bıraktı. 25 yaşındaki genç “Burda iyi kazanıyorum ama harcamaya zamanım olmuyor neden çalışayım ki?” demişti.

Amacı yemek içmek ve eğlenmek olan “X” kuşağı gençlere insani değerleri öğretmek ve yüksek idealler vermekten başka çözüm gözükmüyor.



Prof.Dr. Nevzat Tarhan
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Ağustos 2012, 17:35   Mesaj No:29
Medineweb Sadık Üyesi
muallime - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:muallime isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14876
Üyelik T.: 01 Aralık 2011
Arkadaşları:13
Cinsiyet:Anne
Mesaj: 874
Konular: 134
Beğenildi:137
Beğendi:67
Takdirleri:484
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Arapların evine misafir olduğumuzda sadece halı olan ve muhakkak yerde yemek yenilen evlere misafir oluyoruz..Türklere misafir olduğumuzda ise aşırı mükemmel ve temiz eve çocuk götürülmüyor!Çünkü ev eşyalarına süslere zarar verebilir!!Misafirliklerde 10 çeşite varan israftan sonra herkes misafirden korkar olmuş...Haber vermeden gitmek hakeza.
Artık süs eşyalarının fiyatları binlere dayanmış durumda ...

Bir yakınım anlattı ''.Arkadaşlarla sohbet yapıyoruz.Ama bazı arkadaşlara sohbet sırası geldiğinde sıkıntı oluyor ''.dedi
Niye ?
Heryer heykel dolu.Bir metre büyüklüğünde nerdeyse..
-Eee noluyor peki?
sohbet sırası o hanıma geldiğinde Değeri 1000 lira (nerdeyse)olan Kuğuların gözlerini bağlıyormuş.
Niye dedim.?
Kuran okunacak ya..


Müslümanların para ile imtihanı ne çetin oldu!diye düşünüyorum.Sınıfa kaldık.İmtihanı geçemedik.

Yine yardım kuruluşlarına yardım edenlerin zenginlerden değilde orta halli gelir gurubundan oluşması hayret verici değilmi!!

Bazen yoklukla, bazen varlıkla imtihan!!Allah yardımcımız olsun..
__________________


Alıntı ile Cevapla
Alt 15 Kasım 2012, 20:04   Mesaj No:30
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:39
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:174
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Standart Cevap: Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi

Evin Küçük Hükümdarı

Çocuğun ruhsal gelişiminde önemli üç ana unsur sevgi, disiplin ve ilgidir. Bu üç unsur uygun dozda verilmelidir.

Bir sabun düşününüz, gevşek bırakırsanız kaçar, çok sıkarsanız yine kaçar. İşte çocukta böyledir. Dengeli ve ölçülü ana baba tutumları gerekir. Söylemesi kolay, uygulaması zor.

Atakan 17 yaşında uzun boylu, modaya uygun giyinen, saçı jöleli, etkileyici genç bir adam. Konuşurken küçümseyici, alaycı, kibirli, küstahtı. Sinemadan, oyunculuktan hoşlanıyordu. Yalnızdı. Kız arkadaşı çoktu. “Anneme, babama parasal olarak bağlıyım, duygusal olarak değil” diyordu.

Doktora lüks arabaları çizdiği için getirilmişti. Neden yaptığı sorulduğunda, “Benim yoksa onlarında olmasın” diye cevap veriyordu. Hiç pişmanlık duymuyordu.

Atakan’ın özgeçmişi incelendiğinde iki kişilik sevgi verilmişti. Hep övülüyordu. Ailenin tek çocuğuydu. Hep hazıra alışmıştı. Emek vermeden elde etmek istiyordu. Anne ve babası, “Biz çocukluğumuzda çok mahrumiyet çektik, o çekmesin” diyorlardı. Her istediği oluyordu.

Atakan çocukluk narsisizminden çıkamamıştı. Narsisistik (özsever) kişilik özellikleri olan “kendini özel ve önemli görmek, eleştiriye dayanıksızlık, çıkarcılık, başkasını kullanmak, aşk, zenginlik, para, güç düşkünlüğü, övgüyle beslenme, hep kayrılmak isteme, empati kuramama, kıskanç, küstah özellikleri” değişik derecede taşıyordu.

Anne-baba iyi niyetle evde bir “gurur abidesi” yetiştirmişlerdi. Artık herkesi küçük gören bir birey ortaya çıkmıştı.

SEVGİDE ÖLÇÜ

Sevgi çocuğun her dediğini yapmak değildir. Bir çiçeğe fazla su verilirse nasıl zararlıysa sevginin fazlası da zararlıdır. Sevginin fazlası da zararlıdır. Ya kibirli veya tembel bir kişilik ortaya çıkar. Ben merkezci özellik olgun olamayan kişiliklerde vardır.

Sevgi yatırımını egosuna yapmış, kendisi dışında nesnelere sevgisini yönlendirmemiş bu kişiler yanlış sevgi almışlardır.

Primer narsisizm’de çocuk kendisini sever. Büyüdükçe sevgisini kendisi dışındaki nesnelere de yatırır. Sekonder Narsisizm’de yani şizofrenide sevgi tekrar kişiye döner.

Sadece kendisi vardır, kendisini sever, ilgisi kendisine yönelmiştir. Narsisistik kişilikte sevgi çıkarı olan şeylere yönelmiştir. Çıkarı olmayan şey onun için önemsizdir.

Matür (olgun) savunma düzenekleri

Alturizm : Fedakarlık

Assetizm : Zevke değer vermemek

Antisipasyon : Sezgi.

Supcosyon : Kontrollü baskı
Narsisistik savunma düzenekleri

Projeksiyon : Yansıtma (kusur bende değil onda)

İnkar : Reddetme

Distorsiyon : Çarpıtmadır.



Görüldüğü gibi “ben merkezci” birey özeleştiri yapamaz, kendisini sorgulayamaz, kusuru başkasında arar.

Kendini beğenmek, özgüven farkı:

Mezarlıkta yürürken ıslık çalan bir insan özgüven sahibi gibi gözükür. Aslında son derece güvensizdir, fakat güvenli rolü oynamaktadır. Korkularını böyle bastırır.

İşte narsisistik kişide sıradan insan olmaktan korkar. Korkusunu gidermek için hep başkalarını eleştirerek savunma içerisindedir. Egosunu böyle tatmin eder.

Çocuk yaşadığını öğrenir!

Ailede çocuğun model aldığı kişi özsever kişilik özellikleri taşıyorsa o çocuk bu modeli benimser.

Ailede bu kişilik özellikleri ebeveyn yoksa, fakat sürekli egosu şişirilen, alçak gönüllülük öğretilmeyen çocuksa özsever olur.

ÖVGÜDE ÖLÇÜ
Çocuğun iyi davranış ve çabalarını övmek öz güven kazandırır. Çocuğun kişiliğini övmek büyüklük hastalığına (ego hipertrofisi) götürür. Övgü ve onay sözcüklerine herkesin ihtiyacı var ama yerinde kullanılırsa.

PAYLAŞMA DUYGUSU


“Benmerkezci” birey başkasını değil ondaki çıkarını sever. Eşine hediye alırken bile kendi işine de yarayacak bir hediye alır.

İnsan sosyal bir varlıktır, mutlaka vermeyi öğrenerek büyütülmelidir. Çocukluğunda paylaşma ve yardımlaşma kavramlarını kazanmalıdır.

EMPATİK İLETİŞİM


Karşı tarafın duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışma becerisi çocuk yaşlardan kazandırılmalı. Başkasının hakkına saygı duymak, “sen onun yerinde olsan ne yapardın” sorusunu öğrenen çocuklarda gelişir.

Kendisi için istemediği şeyi başkası içinde istememe yüksek ahlakına sahip olmak hiçte kolay değildir.

Özsever özelliklerini gördüğümüz çocuğun her hareketi onaylanırsa, evin küçük hükümdarı olur. İleri yaşlarda Anne-Babayı silkelemeye başlar.

Kendisini alkışlayanların omuzunda yükselip onlara acı çektiren bireyler yetiştirmemek dileğiyle.

Prof. Dr. Nevzat TARHAN
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 8 Kişi okuyor. (0 Üye ve 8 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Prof Dr Faruk Beşer'in Vefatı Mihrinaz Taziye-İlan-Selamlaşma 3 15 Ocak 2024 19:35
Ezineli Yahya Çavuş Ve Havranlı Seyit Onbaşı - Nevzat Bilgiç Seyit_Onbaşı Şiirler ve Şairler 0 15 Ağustos 2022 18:22
Yazı Dizisi [Son Nefes Endişesi ile yaşamak] İslaminesil Makale ve Köşe Yazıları 4 03 Aralık 2018 21:21
Kurban & Prof . Dr. Yusuf El- Kardavi enderhafızım Hacc-Umre-Kurban 0 23 Ekim 2012 02:20
"Ayrılık"(Aşkta ve Savaşta Filistin) Dizisi İsrail'i Kızdırdı FECR Serbest Kürsü 5 15 Ekim 2009 21:04

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.