|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Seleme,Açılış Tarihi: 06 Mart 2008 (02:20), Konuya Son Cevap : 13Haziran 2014 (04:29). Konuya 34 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
06 Mart 2008, 02:20 | Mesaj No:1 |
Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Prof.Dr.Nevzat Tarhanın yazı dizisi Prof. Dr. Nevzat Tarhan (Psikiyatrist): “Bilgisayar başında ya da MSN’de çok fazla zaman geçirmek, internet bağımlılığı olarak adlandırılıyor ve beyindeki ödül-ceza mekanizmasını bozuyor. Yani kişiler internet olmadığı zaman kendilerini eksik hissediyorlar. 60 dakikanın 50 dakikasında zihin devamlı olarak internetle meşgul oluyor. Çiftler bir yere giderken ilk olarak internetle ilgili tedbirler alıyorlar. Tıpkı bir madde bağımlılığı gibi… Buna endojen bağımlılık deniyor. Dışarıdan bir şey almıyorsun; ama bu, kumar gibi kişinin beyninde dürtü kontrolsüzlüğü yaptırıyor. Bilgisayar kullanımı eğer böyle bir hastalıktan kaynaklanırsa tehlikeli ve zararlı kullanım ortaya çıkıyor. Tehlikeli ve zararlı kullanımda da evlilik kazaları, iletişim kazaları, kişilik çatışmaları yaşanıyor ve evlilik zarar görmeye başlıyor. Fakat kişiler, internetle ya da MSN ile fazla zaman geçirmeye karşı ilk başlarda tedbir alırlarsa ilişkileri bu noktaya gelmiyor. Genellikle eşlerin biri, ‘Ya, boş ver. Öyle mutlu oluyor, yapsın’ diyor; ama bunun dozu gittikçe artıyor ve durdurulamıyor. Böylece nitelikli aile oluşmuyor. Kişiler başlangıçta nitelikli aileyi hedeflemeli.” zaman
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
Konu Sahibi Seleme 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Üniversiteli Bayanla Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 20 | 9681 | 20 Mayıs 2009 19:42 |
Üniversiteli Erkekle Geçinme Sanatı | İslamda Kadın ve Erkek | mehmet akif2 | 1 | 2435 | 20 Mayıs 2009 19:35 |
A.Hakan'dan Döneklik Konferansı | Serbest Kürsü | kurtmehmet | 4 | 2360 | 10 Mayıs 2009 20:54 |
Hanefi Mezhebi: İslamda Kazanç | Zekat-İnfak | Seleme | 0 | 2316 | 19 Nisan 2009 04:52 |
Hanefi Mezhebi: Alışveriş | İlmihal Bölümü | Seleme | 0 | 2399 | 19 Nisan 2009 04:51 |
15 Nisan 2008, 16:29 | Mesaj No:2 |
Kadın niçin alışveriş hastası olur? Evin hanımı alışveriş merkezlerinden beri gelmiyordu. Nerede yeni bir mağaza açılmışsa hep oradaydı. Sık sık evin eşyalarını değiştiriyor, moda olan her şeye yetişmek için adeta koşturuyordu. Eşi ise sürekli: “Bu harcamalarına nasıl para yetiştireceğim? Bu tatminsizlik niye?” diyor; ama o, bildiğinden geri kalmıyordu. Bu sebepten sürekli tartışıyorlardı. Ne yazık ki, sayısız aile var bu kıskacın içinde olan. Gerek görsel ve yazılı basın, gerekse reklamlar, insanları sürekli tüketime zorluyor. Bilhassa kadın, tüketim dünyasının kurbanı oluyor. Elindekilerle yetinmiyor. Eşini maddi isteklerle boğuyor. Üç-beş parça eşya için evinin ve yuvasının huzurunu kaçırıyor. Maalesef günümüzde zorunlu olmayan ihtiyaçlar, zorunlu sırasını almıştır. Lüks, gösteriş ve rahat yaşama isteği, çağımız insanının hastalığı olmuştur. Eskiden birkaç maddeye duyulan ihtiyaç, yirmilere, yüzlere çıkmıştır. Bu sebeple, kimi kadınların aşırı istekleri erkeği zor duruma düşürüyor. Özellikle erkeğin maddi gücü yeterli değilse, daha büyük bir problem oluyor. Uzmanlar maddeye aşırı önem veren kadının psikolojisine eğildiklerinde, eşinde aradığı sevgiyi bulamayan kadınların, bu boşluğu maddi şeylerle doldurmaya çalıştıklarını görüyorlar. Çünkü kadınlar sevildiğini hissetmek istiyorlar. Aşırı istekleri ve alışveriş hastalığı karşısında, “Ben sana güç yetiremiyorum” diyerek tartışmak, sorunu çözmüyor. Prof. Nevzat Tarhan, kadının bu durumunu anlatırken, “karşılanmayan sevgi açlığının yerini doldurmak için eşinden öç alma” olarak tarif ediyor. Demek ki, çözüm sevgi anahtarında. Evet, sevgi, gönül kapılarını açan bir anahtardır. Yeter ki o anahtar kullanılsın. Fakat bazı eşler o anahtarı ya hiç kullanmıyor ya da kullanmakta cimri davranıyorlar. Eşinin kalp sarayının kapısını açmayı denemiyorlar. Haliyle o zaman devreye eşyalar, mağazalar giriyor. Eşine karşı sevgiyi belirtmekte de Peygamberimiz bize en güzel örnektir. Hz. Aişe validemiz evlendiklerinde Peygamberimiz’e, “Beni seviyor musun?” diye sorar. Peygamberimiz “evet” deyince “Ne gibi?” der. Peygamberimiz “Kördüğüm gibi.” cevabını verir. Bu cevap Hz. Aişe validemizi çok sevindirir. Ve zaman zaman Efendimiz’in yanındaki sevgisini test etmek için, “Kördüğüm ne alemde?” diye sorar. Peygamberimiz, “İlk günkü gibi.” diye karşılık verir. (İbn Hanbel, Müsned, 6; 210) Şu halde erkeğin, eşine sevgisini belirtmesi AİLEM
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
28 Mayıs 2008, 11:35 | Mesaj No:3 |
Bilinçli Evlilik Nasıl Olur? Evlilik Hayatınız İçin Öneriler Boşanma oranlarının hızla arttığı, parçalanmış aile sorunları nedeniyle uyuşturucuya ve suça bulaşan gençlerin sorunlarına dikkat çeken NP İSTANBUL Hastanesi’nden Nevzat Tarhan bilinçli evlilikler konusunda önerilerde bulundu KİŞİLİK ÇATIŞMASINA FIRSAT VERMEYİN Evlilik genelde romantik bir ilişki ile başlar ve giderek güç mücadelesine dönüşür. Kişilikler çatışır, tarafların birisi hep verir sonuçta ruh sağlığı bozulur. Aile dışından sorunu çözmek için yapılan müdahaleler sorunu daha çok büyütür. Eğer taraflar akıllıysa veya şanslıysa yaşadıklarını kazanım haline dönüştürürler ve bağlılık gelişir. ÇOCUKLARINIZA DOĞRU ÖRNEK OLUN Çocukluk dönemlerinde ebeveynimizle birlikteyken içselleştirdiğimiz hayat senaryoları, düşünce ve davranış kalıpları vardır. Eşimiz ve çocuklarımızla beraberken bu içselleştirdiğimiz tecrübelerin etkisiyle bilinç dışı olarak yaşarız ve tepki veririz. Eğer kendimizi tanıyorsak ileri yıllarda çocukluğumuzda yazdığımız hayat senaryolarını ve içselleştirdiğimiz tecrübeleri yeniden yazabiliriz. Bu değişimi başarabilirsek hayat yolculuğunda gemimizi sağlıklı şekilde götürmüş oluruz. REFAH TOPLUMLARINDA BOŞANMA ARTIYOR Dünya güzeli bir gelin, soylu bir prens peri masalındaki gibi bir evlilik, genç hanım soylu prense gönülden bağlı ve onu mutlu etmeye istekli. Kusursuz ve çok güzel iki erkek çocukları olur. Evliliğin 11. yılında mutsuz olduklarını söylerler ve evlilik biter. Bu aşk macerası ve mükemmel bir aile tablosu; Prenses Dive, Prens Charles idi. Batıda ve refah toplumlarında boşanmalar artmıştı. Evliliklerin yarısı boşanma ile sonlanıyor ve çocuklar bu ortamda büyümek zorunda kalıyorlardı. Demek ki evlilik sanıldığı kadar kolay değilmiş! Peki geçmiş asırlarda yaşanan evliliklerle bağlar niye daha güçlüydü? Aşklar böyle hüsranlarla sonlanmıyordu. İnsanlar birbirlerine katlanıyorlar mıydı? İnsanlık tarihinde boşanma bugün ki kadar hiç artmamıştı. EVRENİ SEVGİ DÖNDÜRÜR Modernizm neden aile bağlarını yok etti? Bu sorular hep birer sosyo psikolojik araştırma konuları ancak şu gerçek tekrar keşfedildi. “Evreni bir arada tutan ve döndüren güç sevgiymiş ” ama sevgi, aşk iyi ilişkinin sebebi değil sonucuymuş. “Bilinçli Evlilik, Bilinçli Ebeveynlik ” olarak özetleyeceğimiz hayatı en iyi şekilde yürütme, en doğru kararları verme sonuçta mutlu ve başarılı olma, ” Ben yerine Biz ” olabilmeyi başarmak yolunda çeşitli sorunlarla karşılaşıyoruz. Bu sorunlara iyi ve doğru çözümler üretebilmek için donanıma sahip olmak gerekir. BİRLİKTE YAŞAMAYI ÖĞRENİN İlk şart ” öz bilinç “tir. Kişinin kendisini tanımasıdır, güçlü yönlerini, zayıf yönlerini, olumlu – olumsuz yönlerini, yeteneklerini, farklılıklarını bilen kişi doğru kararlar verebilecektir. Kişi kendi duygusal özgeçmişini biliyorsa veya ailesi ile etkileşim biçiminin farkında ise daha güçlü ve donanımlı olacaktır. Olaylara ben merkezli tepkiler yerine ilişki merkezli tepkiler verebilmek için birlikte yaşamayı öğrenmek gerekir. Birlikte yaşamayı öğrenmek çoğu zaman alışılmadık ve zor bir durumdur. Düşünce katılığı olan yani inatçı kişilerde bu durum daha zorlaşır. Bilinçli ilişki için ilk şart inatçılığı terk etmektir. Bunun için değişimi talep eden birey olması gerekir. YENİLENMENİN ÜÇ ŞARTI: İSTEMEK, BİLMEK, ÇABALAMA Bir bina düşününüz taşıyıcı sistemi kolon ve kirişleri %30 – 40′ını oluşturur, geri kalan %60 – 70′lik kısım sıva, boya tesisattır. %60 – 70′lik kısmı binanın iskeletini bozmadan değişecektir. İşte kişiliğimiz de bina gibidir. Binanın temel mimari karakterini değiştirmeden yani başkalaştırmadan onu sürekli yenileyebiliriz. Kimliğimiz “Reframe ” edemeyiz ama “Restore ” edebiliriz. Bunun için, ilk şart istemektir. İkinci şart bilmek , üçüncüsü ise çabalamaktır. Aslında değişim değil gelişim demektir. Felsefede bir söz vardır. ” Evrende değişmeyen tek şey değişimdir. ” Bu insan içinde geçerlidir. Kendimizi ve yakınlarımızı gerçek yönleri ile görüp tanıyabilmek, yanlışa düşmekten kaçınma ve kendimizi daha sağlıklı şekilde gerçekleştirmiş oluruz. BİRİBİRİNİZİ TAMAMLAYIN Bilinçli birlikteliğin ödülü genelde kendi içerisindedir. İlk ödül içimizde hissettiğimiz uyumdur. Aynı orkestrada olanlar; uyumlu olmanın aynı müzik ahenginde titreşmek olduğunu bilirler. Bir orkestrada hiçbir enstrüman diğerlerinden üstün değildir. Hepsi birbirini tamamlar. Her biri orijinaldir, benzersizdir. Bunun için hiç kimse diğerinden üstün değildir. Ama kendisini geliştirmiş kişi daha ilerdedir. Şunu bilmek gerekir; bilinçli evlilik özel yetenek gerektirmez özel çaba gerektirir. Öğrenmek isteyen herkes bir müzik aletini çalabilir, mutlu ve başarılı çalmak için uyumun güzelliğini tatmak gerekir. Yaşamın zenginliğini, her gün yeni bir güzelliğini tatmak için aynı müzik ahenginde titreşmeyi amaçlamak gerekir. Evrende titreşen ve salınan müziksel bir enerji değil mi? Evrende ki ahenge uymak insanın çıkarına değil mi? Varoluşa uygun davranmak insanın yararına değil mi? Kuşlar, ağaçlar, dağlar, taşlar, böcekler, sinekler, çiçekler hepsi evrenle aynı müzik ahenginde titreşiyorlar ancak insanın küçük iradesi evrendeki düzene kafa tutuyor sonuçta da mutsuzluk olarak bedelini ödüyor. KENDİNİZİ GERÇEKLEŞTİRİN İyi eş, iyi anne, baba olmak hayatımızda öncelikli bir yere sahip olmalı. İyi ev hanımı, iyi iş adamı olmak yeterli değildir. Sorunlarla karşılaştığımız zaman suçlamalarda bulunmak yerine ihtiyacımız olan bilgiyi edindikten sonra değiştirilebilir olanı düzeltmek eksiklerimizi tamamlamak ve kendimizi gerçekleştirmek bizim elimizdedir. DUYGULARINIZIN FARKINA VARIN Kişisel içgörü veya öz bilinç insana has bir yetidir. Kendini gerçekçi ve doğru biçimde tanımak duygularının farkına varmak olarak da tanımlanabilir. Bilinçli olmak yani farkındalık; güçlü bir duygu ancak mükemmellikten çok uzak bir kavramdır. Geliştirilmesi ve üzerinde çok çalışılması gerekir. Öz bilince sahip olmak için bilinç dışını ve bilinç altını fark etmek gerekir. Bilinç altı beynin bir bölümündeki zihinsel içeriktir. Beynimiz çocukluk tecrübelerimizle ve duygusal yaşantılarımızla programlanmıştır. Bu programların %60 – 70′ini değiştirme gücüne sahibiz. Bunun için istememiz gerekir. İstedikten sonra bilinç altına yazılmış programlarını değiştirmenin yolunu öğrenmeliyiz. Bu alışkanlıkları değiştirmek olduğu için zor bir süreçtir. Kişiliğimizin bir parçası haline gelmiş yanlış programlarımızı iyileştirmek demektir. Kişiliğimizin bize zarar veren ve bize hizmet etmeyen bir yönünü değiştirmek bilgisayar programı yazmak gibi bilgi ve donanım ve çaba gerektirir. Eğer biz beynimizi kendimiz programlamazsak dış uyaranlar bizi programlar. İnsanın kendisini programlaması zaman zaman sancılı bir süreçtir ama hayatta iyi ve güzel şeyler hep emek karşılığı verilmektedir. ARKA PLANI ANLAMAYA ÇALIŞIN Bir yakınımızın ” sen her zaman böyle yapıyorsun, ben ne zaman böyle yapsam, sen her zaman şöyle davranıyorsun” demesi farkındalık bilinci oluşması için bir uyarıdır. Alışılmış tepkimizi sorgulamak için bir fırsattır. Bir fikir bizi sinirlendiriyorsa o fikre ihtiyacımız var demektir. Bilinç altında belki bir çocukluk yaramıza dokunmuştur. Kendimizi tanımak için bir fırsat daha yakalamış oluruz. Birisini çok sevmişsek arka planını anlamaya çalışmak önemlidir. Eş ve arkadaş seçiminde çocukken problem yaşadığı ebeveyne benzeme derecesi önemli rol oynar. Anne – babasına benzeyen bir eşle karşılaştığında ebeveynin hiç yapmadığı ölçüde onun ihtiyacını karşılama beklentisi olabilir. En önemli psikolojik ihtiyaç olan sevgi ihtiyacını karşılayacak kişi onun dostu, arkadaşı, sevgilisi olacaktır. İnsan doğuştan öncelikle kendisini eşsiz eğilimindedir. Kendisini eşsiz ve benzersiz görme eğilimindedir. Bu eğilimi destekleyen değerler sevilir, desteklenmeyen değerlerden kaçınılır. Hiç kimse aynı beyne ve kişiliğe sahip olmadığına göre çatışma başlayacaktır. HATALARA KARŞI OLGUNLUK GÖSTERİN Evlenmeden önce tarafların her ikisinin de yeterli duygusal olgunlukta olduğunu söylemek doğru olmaz. Sağlam ve nitelikli ilişki gelişirken hatalar yapılır. Karşılıklı olarak birbirlerinin psikolojik ihtiyaçlarını anlamaya çalışırlar. Yaşanan sorunun nedenini, niteliğini tepkinin zaman ve zeminini ölçü ve şiddetini çoğu zaman kestiremeyiz. Kasıtlı olsun veya olmasın karşımızdakini psikolojik olarak yaralarız. Azarlayarak, eleştirerek, bağımsızlaşma girişimini engelleyerek, kızmasına izin vermeyerek ruhunda hasarlar oluştururuz. Karşılanmamış ihtiyaçlarımızı haksız yere eşimizden bekleriz. Sorunlar arasında kaygı verici bağlantılar kurarız. Ben merkezci yani bilinçsiz ilişki sorunun büyümesine neden olur. Kendisi üzerine düşmeyen benmerkezci bireyler ilişki sorunlarını yoğun yaşarlar. Nevzat Tarhan | |
30Haziran 2008, 13:12 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | prof.Dr. Nevzat Tarhanın yazı dizisi Çocukta Saygı Eğitimi Prof. Dr. Nevzat Tarhan Büyükler rehberlik rolünü doğru üstlenebilirlerse, çocuk hayatı tanır; nerede, nasıl davranacağını öğrenir. Saygılı olmak iyi bir insanın taşıması gereken temel özelliklerden birisidir. Saygı, insanın kendi kişiliği ile başkalarının kişiliğinin arasındaki sınırı bilip o sınırı aşmaması, kendi aleyhine dahi olsa başkasının hakkına, hukukuna özen göstermesidir. Her anne baba çocuklarının etrafa ve kendilerine karşı saygılı olmasını ister. Ancak saygının sınırının ne olduğu; kimlere, nereye kadar saygı gösterilmesi gerektiği konusunda bazı soru işaretleri olabilir. Saygı ölçütleri kültürden kültüre farklılık gösterir. Bizim kültürümüzde yaşlılara saygı göstermek önemsenirken, başka kültürlerde önemsenmeyebilir. Yine bizim kültürümüzde yardımlaşmak, ihtiyacı olanlara bağışta bulunmak çok önemlidir. Fakat örneğin Japonya’da yaşayan bir insana yardım etmek, para vermek, onun kişiliğine yapılmış bir hakaret ve saygısızlık olarak kabul edilebilir. Saygı ölçütlerini bu kültürel farkları göz önüne alarak belirlemek gerekir. Aynı kültürün içinde de ölçütlerde birtakım değişiklikler olabilir. Zaman içinde değer yargılarında değişmeler görülebilir. Saygı Eğitiminde Hatalar Kültürümüzde itaat ve büyüklere saygı önemli bir yer tutar. Sadece büyüklere değil, nefes alıp veren her şeye saygılı olmak elbette çok güzel bir davranıştır. Ancak bunu özsaygıyı önemsememe noktasına götürmek kendine güvensiz girişimci olmayan, inisiyatif kullanamayan, değişimi sorgulamayan, zora talip olmayan, yeteneklerini geliştiremeyen insanlar ortaya çıkarır. Baskıcı kültürel özellikler nedeniyle, ailede baba baskısı şeklinde başlayan bu sürece, ilerleyen yıllarda toplum baskısı, koca baskısı, kayınvalide baskısı da eklenir ve kişi kendi özsaygısını kaybeder. Kendi kişiliğinin sınırlarını bilemeyen, sadece kurallara uymak zorunda hisseden ama kuralları sorgulamayan bir insan ortaya çıkar. Anne babalar kendi haklarına sahip çıkabilen, silik olmayan, kendine güvenen çocuklar yetiştirmek isterler. Hayatın içinde yaşanan olayları alıp incelediğimizde, genellikle o anda sorunu çözmek için çocuğun kendine güvenini zedeleyeceği tavırlar takınıldığını görürüz. İnsanların çoğu başkalarını kırmamak, gücendirmemek için kendi çocuklarını kırar ve çoğu zaman bunun yanlış bir davranış olduğunu fark bile edemez. Çocuklara Saygı Eğitimi Hak Duygusuyla Birlikte Verilmeli Çocuk, hem kendi hakkını talep etme, hak arama becerisini kazanmalı, hem de başkasının hakkına zarar vermeme bilincini benimsemelidir. Çocuğa körü körüne itaat alışkanlığı kazandırmak yerine, doğru olana, hakka, akla uygun olana saygı alışkanlığı kazandırılmalıdır. Çocuğun zihninde iyi-kötü, doğru-yanlış kavramlarının oluşması için ona kuralların nedenleri, gerekçeleri izah edilmelidir. Çocuk kurala anne babası öyle istediği için değil, doğru olduğuna inandığı için uymalı, başka insanlara da bu motivasyondan hareketle saygı göstermelidir. Körü körüne uygulanan kurallarda, neyin neden yapıldığı bilinmediği için tutarsızlıklar olacaktır. Aslolan çocukta kalıcı bir davranış değişikliği ve saygı bilinci geliştirmektir. Aksi halde çocuk sadece anne babasının yanında onların istediği gibi davranıp, yalnızken canının istediğini yapabilir. Çocuklarda Saygı Eğitiminde Anne Babaların Tutumları Çocukların benmerkezci olduklarını biliyoruz. Benmerkezcilik, çocukların bencilce davranmalarına, hata yapmalarına neden olur. Çocuklar davranışlarının sonucunu düşünmeden hareket ederler. Kendilerini nasıl iyi hissederlerse öyle davranırlar. Çocuk için o anda korkunun gitmesi, incinme ihtimalinin ortadan kalkması, kendini daha iyi hissedebilmesi saygısız bir davranışta bulunması için yeterli nedendir. Davranışının iyi mi kötü mü olduğunu, uzun vadeli sonuçlarını düşünmez. O nedenle anne baba çocuğa doğru rehberlik yapma görevini yerine getirebilmelidir. Büyükler rehberlik rolünü doğru üstlenebilirlerse çocuk hayatı tanır; nerede, nasıl davranacağını öğrenir. Aileler saygısızlık, haksızlık yapan çocuğa mutlaka müdahale etmelidirler, fakat bunu çocuğa konuyla ilgili farkındalık kazandırarak, yaptığının neden yanlış olduğunu anlatarak yapmalıdırlar. Çocuğun saygısızlık yapmayı bir yöntem hâline getirmemesi, huy edinmemesi için çaba göstermek gerekir. Aileler çocuğa saygının sınırlarını iyi çizmeli; nerede, ne yapılacağını öğretmelidir. Gülünecek yerde gülünecek, ağlanacak yerde ağlanacak, saygı gösterilecek yerde saygı gösterilecek gibi, zaman kavramını iyi öğretmek gerekir. İnsanın kişilik gelişiminde sosyal sınırları çizebilmek çok önemlidir. Saygılı Davranarak Hakkını Aramak Saygılı davranmayla hak arama arasındaki sınır önemlidir. Hak aramak illa ki zor kullanmak, şiddete başvurmak değildir. İyilik yapana iyilikle karşılık verilir. Kötülük yapana kötülük yapmak değil de haksızlık yapmamaya çalışmak, haksızlık yapmadan hatasını göstermek idealdir. Çocuğa sadece iyilere saygılı olmayı değil, kötülük yapana haksızlık yapmama kaygısını da öğretmek gerekir. Çocuklara haklarını ararken saygı sınırları içinde kalmayı öğretmek için anne babaların bu konuda da model olmaları gereklidir. Kavgacı bir ailede yetişen çocuk, ister istemez bunun sorun çözmek için doğru yöntem olduğunu düşünür, öyle hareket eder. Nasıl ki aile içi ilişkilerde haklı olmak yetmiyor, haklı olanın kendisini doğru bir üslupla ifade etmesi gerekiyorsa, aynı şekilde sosyal ilişkilerde de kullanılan yöntem önemlidir. İnsanların medeniyet ölçüsünü gösteren en önemli arama bilinci ve hukuka saygı anlayışıdır. Hukukun geçerli olduğu toplumlarda haksızlığa uğrayan kişi, karşısındakinin boynuna sarılmaz. Hatayı kabul edebilmek Günümüzde insanlar arasında yaygın olan bir tavır kişilerin haksız oldukları, hata yaptıkları durumlarda bunu kabul etmeme eğilimi göstermeleridir. Bu davranışın temelinde hata yapmanın insanın değerini azaltacağı düşüncesi yatmaktadır. Oysa ki hata yapmak çok doğal bir şeydir. Önemli olan insanın hatasını fark edip düzeltmesi ve aynı hatayı bir daha yapmamaya çalışmasıdır. Hiç kimsenin her durumda haklı olması mümkün değildir. Hatalı olduğu halde, “ben hep haklıyım” duygusu içinde hareket eden insan, çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır. Bazı İnsanlar Teşekkür Etmeyi ve Özür Dilemeyi Zayıflık Olarak Görürler Sürekli haklı olduklarını savunma çabası içindedir. Bu davranışın arkasındaki dinamiği araştırdığımızda şunu görürüz: Kendilerinde birtakım eksiklikler gören insanlar, kontrolü başkalarına bırakmamak için sürekli haklı olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Daima kendisinin haklı, başkalarının haksız olduğunu kanıtlamaya çalışan kendini beğenmiş kişiler, kendilerini yalnızlığa mahkum ederler. Halbuki bir insanın hatasını kabul etmesi kendisine değer katar ve başkaları tarafından daha çok sevilmesini sağlar. Yetişkinlerin bu bilinçte olup hem kendi sosyal hayatlarında hem de aile içi ilişkilerinde özür dilemeyi bilmeleri ve bunu uygulamaları, çocuklarına doğru örnek olma bakımından önemlidir. Hatasını kabul etmek, hem hak duygusuna uygun bir davranıştır, hem de kişiye duyulan saygıyı arttırır. “Bizim kültürümüzde yaşlılara saygı göstermek önemsenirken, başka kültürlerde önemsenmeyebilir. Yine bizim kültürümüzde yardımlaşmak, ihtiyacı olanlara bağışta bulunmak çok önemlidir.”<!-- / message --> |
30Haziran 2008, 22:12 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Çocukta Saygı Eğitimi dogru cocukga hak ile birlikte saygı egıtımı verılmelı 1- seni kimin neden yarattıgını unutma 2- seni ve bizleri ne kadar seven bi rabbimizin oldugunu unutma birey önce kendini yaratana sonra kendı varlıgına sonrada düşünceye saygı duymayı ögrenirse zaten içsellesen bır durum olacaktır |
31 Temmuz 2008, 09:40 | Mesaj No:6 |
'Üç de yiğit askeri savcı gerek' Prof. Nevzat TARHAN 28 Temmuz 2008 07:33 Prof. Tarhan, Ergenekon'da 3 savcının görevini yiğitçe yerine getirdiğini belirtti ve Cumhurbaşkanı'na bir çağrıda bulundu: Üç yiğit askeri savcıya ihtiyaç var. Sayın Cumhurbaşkanı'na açık mektubumdur... Bilgeler “Yarını iyileştirmenin tek yolu bugün neyi yanlış yaptığını bilmektir” derler. Bu söz bireyler için geçerli olduğu gibi olaylar, toplumlar, felsefeler, dinler ve devlet yönetimi için de geçerlidir. İnsan psikolojisi ile uğraşanların çok önem verdikleri bir kavram da “ Önce anlamaya çalış, daha sonra anlaşılmaya çalış” kuralıdır. Türkiye ciddi bir sürecden geçiyor devlet içinde çürümüş dokulara temas edildi. Temas edilmese hastalık vücudu sarmak üzereydi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan hukuki süreç evrensel hukuk standartlarında giderse ameliyat başarılı ama yetersiz olacak. Çünkü üç savcı görevini gelecek nesillerin alkışını alacak biçimde yapıyorlar. Şimdi üç yiğit askeri savcıya ihtiyaç var. Bunu ancak Genelkurmay Başkanlığı yapar soruşturma izni verir. Genelkurmay Harekât Başkanlığı'nda mevcut arşivler çok soruya cevap verebilir niteliktedir. Böylece kamuoyu ikna olur. Eğer böyle bir müdahale çok agresif bir müdahale olacak bünye bunu kaldıramayacak diye düşünülüyorsa, ikinci bir yöntem söz konusudur. Gayr-i Nizami Harb yani Asimetrik Savaş ilkelerini yeniden düzenlemek bir çözümdür. TSK'nın asli görevine dönmesi, yani dış güvenliğe odaklanması ve Jandarma Teşkilatı'nın bütün dünyada olduğu gibi İçişleri Bakanlığı'na bağlanması için yeniden yapılanma seçeneği başlatılabilir. Bunun için Sayın Cumhurbaşkanı’nın konuya el atması gerekir. Böyle bir yapılanma için hem TSK'nın içinde hem de TSK'nın dışında psikolojik zemin hazırdır. Askerlik biliminin verileri de böyle bir yapı değişikliğini zaten öngörüyordu. Harp Akademileri'nde oluşturulacak bilimsel çalışma komitesi ve Sayın Cumhurbaşkanını'nın seçeceği farklı açıdan konuları değerlendirebilen Özel Harp Dairesi'nin kuruluşunda " konsept subaylığı" yapmış emekli subayların danışmanlığında gerekli yasal düzenlenmeler başlatılabilir. Böyle bir girişim hem toplumu hem de askeri topluluğu çok rahatlatır. Emekli general arkadaşlarımızın ‘Peki laiklik ne olacak? İrtica tehdidi yok mu oldu? dediklerini duyar gibiyim. Onlara cevabım şu olacaktır. Birincisi: Kurmay subaylar bilir, basit bir yönerge veya yönetmelik hazırlarken giriş maddeleri tanımlamalar kısmıdır. Anayasa daha önemsiz bir metin mi? Önce bu iki terimi tanımlayalım toplumsal mutabakat sağlayacak sağlamlığa oturtalım. İkinci cevabım. Yukarda saydığım tanımlamalar iki değişik türde yorumlanıyor. Otodoks laiklik yorumu. Bugün bu yorumu ana muhalefet partisi savunuyor. Konvansiyonel yorum olup sekülarizmle karıştırılır. Hukuki anlamda sadece dinin devlete karışmamasını öngörür. Devletin dine karışmasını doğal kabul eder. Roma, Osmanlı ve Tek Parti Cumhuriyeti'nin laiklik anlayışı bu yoruma daha yakındır. Sosyal anlamda devletin belirlediği özel alanlarda dinin bütün tezahürlerinin yasaklanması. Devletin dinler veya mezheplerin bazılarını koruma altına alabilmesi, devletin dinde reform yapabilmesi, resmi din anlayışı dışındaki din anlayışlarının koruma görmemesi, yargıçların devletin ideolojik tercihleri paralelinde davranması, devlette tartışması caiz olmayan bürokratik alanların olmasını savunur. Bireysel anlamda resmi ideolojiye uygun düşünmeyen bireyler tehdit olarak görülür. Laiklik yönetim biçimi değil yaşam biçimi tezini savunur. Din duygusu Tanrı ile kul arasındadır dışa yansıtılmamalı diyerek totaliter bir tanım yapar. Yani sekülarizmi savunur. Dünyeviliği kutsallaştırır. Ölümden sonraki yaşamı bilimsel bir olgu olarak bile düşünmez. Laikliği din karşıtlığı olarak düşünmese bile öyle dar bir elbise tanımlar ki insanlar hep laiklik suçu işliyor duygusu yaşarlar. Demokrat laiklik yorumu. Bugün bu yorumu Avrupa Birliği öngörmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin tanımlamasıdır. Hukuki anlamda en mütekâmil protestan kültürü ülkelerinde uygulanmaktadır. Kilise ve cemaatlerle devlet ayrı özerk alanlardır. Devletin resmi dini yoktur fakat toplumun dini değerlerine karşı eşit mesafeli bir yönetim anlayışı vardır. Hukuki anlamda Laiklik dini otorite ile siyasi otoritenin yani din ve devlet işlerinin bir birinden ayrılması. Dinin devlete müdahalesi olmadığı gibi devletin de dine müdahalesinin olmadığı bir düzen kurulmasıdır. Sosyal anlamda laiklik insanların yaşam tarzlarında birbirlerine müdahale etmemeleri ve devletin burdaki tarafsız duruşunun sağlanmasıdır. Devlet bazı din ve yaşam tarzı anlayışlarına felsefi koruma uygulayamaz. Kamu düzenini bozacak bir uygulama olmadıkça hertürlü dini yaşantı serbesttir. Bireysel anlamda Laiklik insanların inanma veya inanmama biçiminde olan her türlü özgür tercihlerinde serbest olmalarıdır. Müslüman kültürün hâkim olduğu bölgelerde uygulamaya en yatkın laiklik anlayışı olarak genel kabul görmektedir. Demokrat Laiklik anlayışında Laiklik devletin, özgürlük bireyin hakkıdır. İrtica tanımlamasına gelince... Klasik anlamda geçmişi savunmak, gelenekçi olmak, faydalı yeni şeye karşı çıkmaktır yani gericiliktir. İki tür irtica vardır dini görünümlü irtica ve modern görünümlü irtica. Dini görünümlü irticanın en canlı örneği Afganistandaki Taliban hareketidir. Dinin kelime anlamları dışında anlamı kabul etmeyen kendisi gibi olmayana kâfir diyen anlayış yani dini taassubu tek din yorumu olarak görmektir. İrtica olarak sadece İslam öncesi dönemi kabul eder. İrtica ile mücadele dendiğinde putperestlikle mücadeleyi anlar. Haricilikle ilgili mücadeleyi anlamaz. Modern görünümlü İrticaya gelince biçimsel bir modernlik vardır fakat düşünceleri ve görüşleri çok dardır. İrtica ile mücadeleyi dinle mücadele olarak algılar, her türlü dini tezahürü irtica olarak kabul eder. Muhalefeti ve eleştiriyi ihanet olarak kabul eder, kendisine benzemeyeni düşman olarak görür ve nefret eder. Özel yaşantısında bile fikirlerini zorla kabul ettirmeyi hakkı gibi görür. Bilim adamlığı ile bilimciliği, askerlikle askerci olmayı, devleti sevmekle devlet fetişisti olmayı karıştırır. Doğrularını sorgulamaz, resmi ideolojisini tartışmaz, yani dogmalaştırmıştır. Bireyin özgürlüğü ve devletin rolü arasında yapmaya çalıştığım tanımlamaların insan psikolojisi ile uğraşan ve asker kökenli bir kişi olarak önemi olacağını düşündüm. Yarını iyileştirmede mevcut yanlışlardan sonuç çıkarmaya çalıştım. Gittikçe toplumun daha çok sevmeye başladığı Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül burdaki düşüncelerimi dikkate alır mı bilmiyorum? Nevzat TARHAN ntarhan@gmail.com | |
05 Ağustos 2008, 15:41 | Mesaj No:7 |
Siyasette 'Tanrı Kompleksi' Prof.Dr.Nevzat TARHAN İster saldırgan kibirli, ister utangaç kibirli olsun, isterse mükemmeliyetçi kibirli olsun, büyüklük gizli isteği taşıyan siyasi aktörlere dikkat edelim. Sayın Abdullatif Şener ve Sayın Şener Eruygur olguları bu konuyu düşünmeye beni zorladı. E.Orgeneral Eruygur’un Kuleli Askeri Lisesi’nden arkadaşı Emekli Albay Güngör Başdağ’ın Vakit Gazetesinde bir açıklaması çıktı. Kuran kurslarına baskın yapmasını eleştiren arkadaşına “ Babam bana büyük adam ol dedi bugün büyük adam olmak için böyle yapmam gerekiyor” anlamında cevap vermiş. Diğer taraftan AKP’nin kurucu dörtlüsünde olan Abdüllatif Şener yakından tanıyanların şaşırmayacağı şekilde daha ön planda olacağı bir siyasi tercihe yöneldi. Sayın Şener ve Sayın Eruygur’u kişilik analizi yapacak ve tanı koyacak şekilde tanımıyorum, böyle bir iddiam ve hakkım yok. Ben onların yaptırdığı çağrışımları sizinle tartışmak istiyorum. Diğer taraftan Sayın Başbakanın, Sayın Deniz Baykal’ın, Sayın Sağlık Bakan’ının, Sayın Devlet Bahçeli’nin ve Sayın Fatih Terim’in bazı tavırlarının dikkati çektiğini de söylemek zorundayım. Ülkenin menfaati için görüşümü içinde öneri olan bir geribildirim olarak değerlendireceklerini ümit ediyorum. Analitik Psikiyatride geçen ‘Omnipotens’ terimi Türkçe’de ‘Tam güçlülük’ olarak ifade edilir. Popüler psikolojideki karşılığı ‘Tanrı Kompleksi’ olarak bilinir. Freud insanlar hasta olduğu gibi toplumlarda hasta olur ve psikolojik dinamikler birbirine benzer der. Olayların arka planını anlamakta bu bakış önemli bir farklı açı sağlıyor. Politik areneya baktığımızda insanlardaki bu duyguların davranışlarını önemli derecede belirlediğini görüyoruz. “ Biz istemeden bu memlekette hiç bir şey yapılmaz. Bu memlekete komünizm gelecekse biz getiririz. Ben ne diyorsam o olur. Bir manşet atarım iktidarlar değişir. Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sözve iddiasını bu insanlardan çok duyarız. ‘ Bir adam yaratmak’ hayali hoşlarına gider. Aslında yaptığı işin çok önemli, hayati ve üstün olduğuna inanan kişilerdir ‘ Tanrı kompleksi’ndeki kişiler. Hayatı devam ettirebilme ve sonlandırma gücü doktorlarda tanrısallık duygusu uyandırır. Aynı şekilde mimarlar ve sanatçılar bu riski taşıyan insanlardır. Hayret ettirecek tasarımları ‘Kreatif’dir. Bu meslekteki kişilerin egolarında ortaya çıkan kabarmanın zararı daha çok kendilerine ve yakınlarınadır. Siyasetçilerde ve askeri liderlerde ise benzer duygular son derece tehlikelidir. Son günlerde bazı yeni siyasi aktörlerin çıkışlarında ‘ Tanrı Kompleksi’ nin rolü var mı iyi incelemek gerekiyor. Parti bölünmelerinde ve savaş yenilgilerinde kararları etkileyici kişilik özelliği maalesef bu özelliktir. ‘Tanrı kompleksi’ olan kişi ‘ Alçak dağları ben yarattım’ der gibi dolaşır. Kendisine yüce insan denilmesini bekler tavırlarındadır. İnsanlardan hep alacaklı gibidir. Tutkulu, yüksek hedeflere sahip, övgüye aç ve eylemlerini başkaların vereceği değere göre endekslemiş, alkışlarla beslenen, en başta gelen ego doyum aracı önemlilik ihtiyacını tatmin olan bu kişilere dikkat edelim. Sezgilerine vahiy gelmiş gibi güvenen ‘ Tanrı kompleksi’ndeki kişiler kendilerine sadık olanları ve her kareketinde keramet var gibi davranan çevresindeki kişileri çok severler. Çocukluklarında genellikle ağır eleştiren ve yüksek beklenti veren anne-baba tarafından büyütülmüşlerdir. Büyüklük fantazileri ve aldıkları övgü dışında hayattan pek zevk alamazlar. Bu kişilerde hükmetme ve kontrol etme arzuları şehvet boyutuna çıkabilir. Olayları kendilerini ön plana çıkaracak şekile ve övgü alkış alacakları biçime dönüştürmeyi başarırlar. Sıradan olmaktan ölesiye korktukları için çok çalışırlar. Akıllı ve yetenekli dedirtecek pozisyon peşindedirler. Etkileyici bilgiye sahip, konuşma becerisi yüksek, hitabeti gelişmiş, edebiyatı seven ancak bilgisi derinlikten yoksun kişilerdir. Bütün bu becerilerini bulunduğu topluluğa hizmet için değil kendi özgüvenini beslemek ve düzenlemek için kullanırlar. Önemli ve özel olma gizli istekleri ve kendilerini göstermeye yönelik eğilimleri nedeniyle psikolojik savaşta övgü ve propaganda ile yüceltilip övgüyü kaybetme korkusu ile dümenlendirilen kişilikler olmuşlardır. Mükemmeliyetçi kibirlilerin belirgin özellikleri ise, kendilerini mükemmel gördükleri için yakınlarından ve iş arakadaşlarından da mükemmellik beklentileri yüksektir. Bütün zor ve sıkıcı işleri zevkle yaparlarken yakınlarına acı çektirirler ancak farkında değildirler. Bunun için çoğu zaman yalnız kalırlar. Saldırgan kibirliler ise engellendiklerinde kolayca kavga ederler, eleştiriyi kişiliklerine yönelik hakaret olarak ele alırlar. Kongrelerinde sıkça kavga çıkan siyasetçilere dikkat edelim. Utangaç tavırlı ve alçak gönüllü rolü oynayan kibirliler hep küskünler hareketini oluştururlar. Başarı en önde psikolojik ihtiyacları olduğu için eğer başarı yeterli değilse veya kayıp yaşadı ise ‘ Yaşam sebebim ortadan kalktı’ diyerek narsisistik yaralanma yaşar ve intihar edebilirler. Ama öncelikle başkalarının başarısını ve bilgisini kendilerine maletmede çok yeteneklidirler. Partisinin veya ordusunun başarısını kendisinde toplayıp yeryüzü tanrısı oldukları duygularına kendileri de inanırlar. Ümitsizliğe düştüklerinde intihar riski taşırlar. Cezaevleri intihar eden ünlülerin örnekleri ile doludur. Savcılarımız dikkatli olsunlar. Yeni siyasi harekete soyunanlar veya alkış odaklı siyasetçiler ‘ Hep bana, hemen şimdi bana, ben en iyiyim, en iyi ben bilirim’ diyorlarsa ve eleştiriye kapalılarsa kendi benlik çıkarları için sevenlerini ve ülkeyi maceraya atmalarının sorumluluğunu düşünsünler | |
16 Kasım 2008, 02:05 | Mesaj No:8 |
Üzüntülü kişiyi teselli etmeyin!
Psikiyatr Nevzat Tarhan: `Teselli edici sözler kişinin üzüntüsünü azaltmaz, aksine artırır. Önce kişilere üzülme, yani kendilerini ifade hakkı tanımak gerekir.` üzüntü Duygusu Nedir? İnsanlar zaman zaman kendilerini üzüntülü ve mutsuz hisseder. İşinden ayrılmak, sevdiğini kaybetmek veya başarılı olamamak üzüntüye yol açan başlıca yaşam olaylarıdır. Kısaca üzüntü normal yaşamın olumsuz duygularından bir tanesidir. Nasıl bir kişinin fiziksel bütünlüğü bozulduğunda ağrı hisseder ise psikolojik bütünlüğü bozulduğunda da üzüntü, sıkıntı hisseder. Negatif şartlanma Ancak aslen üzüntünün kaynağı, kişiyi üzen olaylar ya da sorunların kendisi değil kişinin bunlara yüklediği anlamlardır. Aynı olay bir kişide üzüntü yaratırken diğer kişide yaratmayabilir. Bazı kişiler, üzüldüğü konuda çözüm var ise gerekeni yapar, çözüm yok ise “zaten yapacak bir şey yok, üzülmeye değmez” diyerek durumu olumlu karşılar, üzüntü çabuk sonlanır. Bazılarında ise reaksiyon, “bu neden benim başıma geldi, hep beni buluyor, ben beceriksiz bir kişiyim, benden adam olmaz” gibi negatif düşüncelerle olumsuz şartlanma şeklinde gelişir ve bu durumda kişide üzüntüler uzun sürer. Bir örnekle, kişi yolda yürürken rastladığı arkadaşı selam vermediğinde olumsuz düşünen bir kişiyse "beni adam yerine koymadı" diye düşünürek üzülür. Ama kişi "arkadaşım beni farketmedi" diye olumlu algılama yapabilir ise üzüntü yaşamaz. Nasıl yardımcı olmalı? üzüntülü kişiye ilk yaklaşımda teselli edici sözler söylemek kişinin üzüntüsünü azaltmaz, aksine artırır. Bu nedenle önce kişilere üzülme hakkı, yani kendilerini ifade hakkı tanımak gerekir. öncelikle kişinin neden üzüldüğünü anlamak ve bunu anladığını hissettirmek gerekir. Ancak daha sonra çözüm üretilmelidir. İlk başta yalnız olmadığını hissettirmek yeter. Tedavisi üzüntü, kronikleşir ise depresyon halini alır. Kişide, yaşamdan zevk alamama, mutluluk, enerji seviyesi ve düşünceyi yoğunlaştırmada azalma olur ve ilaç tedavisi gerektirir. üzüntüden Gülerek Kurtulmak Mizah, yani olaylara gülerek bakabilmek insanı mutsuzluktan korur. Ancak bunun gerçeklerden kaçmak şeklinde olmaması gerekir. Bazı kişiler depresif olduğu halde güçlü rolü oynar. Bu kişilerde depresyon ancak çeşitli değerlendirmeler yapıldıktan sonra saptanabilir. Sürekli espriler yapan bir kişide bu şekilde depresyon saptanması o kişinin yakınlarını da şaşırtan bir durumdur. Bilindik bir anektodla bu rol yapma mekanizması kolayca kavranabilir: Palyaçonun biri depresyonu nedeniyle hekime gider. Hekim de ona “Şehirde iyi bir palyaço var. Ona git neşelendirsin seni” der. Palyaço da doktora "o palyaço benim" der. üzüntüyü Olumlu Duygulara Dönüştürmek Burada bakış açısı önemlidir. Kişi, üzüntüsünden ders alır ise üzüntüyü kazanıma dönüştürebilir. Depresyonu olan bir kişi depresyonu yendikten sonra kendine "bu depresif dönem bana ne öğretti" diye sorabilir ise bu durum kişide kazanım haline dönüşür. Kişinin psikolojik savunmaları güçlenir, olaylara bakış açısı değişir. Kaynak : (habervaktim) | |
12 Şubat 2009, 12:10 | Mesaj No:9 |
Çoçuklar Bilgisayar Oyunlarından Etkilenir mi? Çoçuklar Bilgisayar Oyunlarından Etkilenir mi? Yaşadığımız dönemdebilgisayar oyunları çocuklar için adeta vazgeçilmez bir eğlencekonumuna geldi. Bilgisayarı olan ailelerin çoğu çocuklarınıbilgisayarın başından kaldıramamaktan, olmayanlar ise çocuklarının evebilgisayar alma yönündeki ısrarlarından şikayet ediyorlar. Ayrıca sondönemlerde şiddet içeren oyunların giderek artması, aileleri buoyunların olumsuz etkileri üzerine de düşünmek zorunda bırakıyor. Bilindiği gibi oyun oynamak çocuklar için bir lüks değil, ihtiyaçtır.Bununla beraber çocuğa doğru bir eğitim verilmesi açısından ailelerinoyuna ayrılacak süre ve oyunun içeriği konusunda dikkatli olması vebilinçli hareket etmesi kuşkusuz önemlidir. Bu başlık altında hembilgisayar oyunlarının çocuk üzerindeki etkilerini hem de ailelerindikkat etmesi gereken noktaları ortaya koymaya çalışacağız. Bilgisayar Oyunları Çocukları Nasıl Etkiler? Bilgisayar oyunları deyince çoğunluğun aklına şiddet içeren oyunlar vebunların olumsuz etkileri geldiği için bu konuyu şöyle bir araştırmadanyola çıkarak anlatalım. Bir grup çocuğa tek başlarına iken şiddetiçeren görüntüler izletiliyor. Aynı görüntüler başka bir grup çocuğaise yanlarında bir büyük varken gösteriliyor. Görüntüleri yalnız başınaizleyen çocuklar her seferinde bu görüntülerden daha çok zevk almaya vegünlük hayattaki konuşmalarında orada duydukları kelimeleri kullanmaya,görüntüdeki kahramana benzer hareketler yapmaya başlıyorlar. Bir yakınlarıyla birlikte görüntüyü izleyen çocuklar ise giderek şiddetiçeren sahnelerden rahatsızlık duymaya başlıyorlar. Çünkü izlemeesnasında yanlarındaki büyükleri, çocuklara izledikleri olayların kötüolduğunu anlatıyor. Dahası şiddete maruz kalan kişinin hissedeceklerihakkında düşünmelerini sağlayarak çocukların empati yeteneğinigeliştirmeye çalışıyor. Yalnız başına izleyen çocuklar bu görüntüleri oyun olarak görüp ondanzevk alıyorlar, diğerleri ise gördükleri olayların gerçekte nasılanlamlandırılması gerektiğini öğrendikleri için aynı görüntülerdenrahatsızlık duyuyorlar. Televizyon gibi bilgisayar oyunlarının da küçük çocuklar üzerindekietkisi daha fazladır. Çocuğun gerçeklik duygusunun yedi yaşındageliştiğini hatırlarsak yedi yaşından küçük bir çocuğun gerçekle hayalarasındaki sınırı çizemediğini görürüz. Gördüklerini anlamlandıramayançocuk anne babasının tepkisine bakar. Eğer anne baba panik yapıyorsa,ciddiye alıyorsa çocuk bunun ciddi bir şey olduğunu düşünür. Beynindekorkuyla ilgili alanlar harekete geçer ve aşırı stres kimyasallarısalgılamaya başlar. Anne baba soğukkanlı ise daha az etkilenir. Onedenle çocukların, özellikle küçük çocukların, gerek televizyonizlerken gerekse bilgisayarda oynarken mümkün olduğunca yalnızbırakılmaması gerekir. Son yıllarda iyice yayılan bir akım, kitle iletişim araçlarıvasıtasıyla popüler kimliklerin oluşturulması ve bu kimliklerinbilgisayar oyunlarıyla desteklenmesi yoluyla çocuklara benimsetilmeyeçalışılmasıdır. Çocukların popüler kimliklerle özdeşim kurmasısağlanarak o kimliklerin üzerinden tüketim arttırılmayaçalışılmaktadır. Buna karşı çocukları küçük yaştan itibarenbilinçlendirmek gerekir. Aileler çocuklara bu kimliklerin kasıtlıolarak ortaya çıkarıldığını anlattıkları takdirde çocuk eleştireldüşünme becerisi kazanır. Eleştirel düşünebilen bir çocuk da hergördüğüne, duyduğuna inanmak yerine, görüp duyduklarını bir süzgeçtengeçirdikten sonra kabul ya da reddeder. Gördüğü her şeyi olduğu gibibeynine yazan bir çocuk şiddeti haklılaştıran görüntüleri zihninekaydederse büyük olasılıkla hak arama, sorun çözme yöntemi olarakşiddeti seçecektir.Bilgisayarı ve televizyonu baştan sanık sandalyesineoturtmak yerine çocuğa bu aletleri doğru kullanmayı öğretmek gerekir.Yapılan araştırmalar bilgisayar oyunlarının çocukların zihinselgelişimi üzerine olumlu etkilerinin de olduğunu gösteriyor. Doğruoyunlar aracılığıyla öğrenmeyle ilgili zihinsel süreçleri hareketegeçirerek çocuğa stres altında soğukkanlı kalma becerisi, dikkatiniuzun zaman sürdürme becerisi kazandırılabilir.Çocuğa doğal bir ihtiyacıolan oyun sayesinde birçok şey öğretilebilir. Mesela bizim klinikdekullandığımız bilgisayarlı eğitim modülleri dikkat dağınıklığı çeken,okuldaki başarısı düşük olan çocuklara kavrama, algılama, akıl yürütme,görsel beceri gibi yetenekler kazandırmakta oldukça faydalıdır.Özellikle hiperaktif çocukların acelecilik ve sabırsızlık gibi belirginözelliklerini törpülemek, onlara katlanmayı, yılmamayı öğretmek için butür oyunlar kullanılmaktadır. Bilgisayar Karşısında Çok Fazla Zaman Geçiren Çocuklar Çocukların oyun oynamalarının onlar için doğal bir ihtiyaç olduğunu vebilgisayar aracığıyla da çocuklara bazı şeylerin öğretilebileceğiniifade ettik. Ancak bir çocuğun bütün gününü bilgisayarda oyun oynayarakgeçirmesinin de doğru olmadığı açıktır.Oyunda başarılı olmak, örneğinbir makineyi kontrol edebilmek, bir yarışı kazanabilmek çocuktaüstünlük duygusu oluşturur. Bu durum çocuğun hoşuna gider ve çocukkendisini mutlu hisseder. Bunun nedeni o esnada beyninin mutlulukkimyasalları salgılamasıdır. Fakat çocuk bunu sürekli yaptığı zamansadece onunla mutlu olmayı öğrenir, başka mutlulukları tadamaz. Halbukiinsan beyni başka sebeplerle, uğraşlarla da mutluluk hormonusalgılayabilir. Bilgisayar oyunları da, televizyon vb. de kontrollükullanılmalı, insanın hayatında başka şeylere de zamanayrılmalıdır.Çocuk başka şekillerde karşılayamadığı duygusalihtiyaçlarını karşılamak için bilgisayar oyunlarına sığınıyor olabilir.Fakat şöyle bir sorun vardır; çocuk oyun oynarken mutlu olur ama oyunbittiği zaman hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalır, mutsuz olur vetekrar oyuna döner. Bir müddet sonra bütün gününü bilgisayar karşısındageçiren, gece geç yatan, sabahleyin kalkamayan, gözü bir şey görmeyen,okuldaki başarısı düşen bir çocuk ortaya çıkabilir. Böyle bir durumlakarşılaşmamak için baştan önlem almak gerekir. Aileler Ne Yapmalı? Bir çocuğa “Bilgisayar oyunu oynama” demek hiçbir zaman gerçekçi olmaz.İnsanlarda yasaklanan şeylere karşı merak ve öğrenme içgüdüsü uyanır.Bu nedenle yasaklamak çözüm değildir. Yasaklamak yerine çocuğabilgisayarı doğru kullanmayı öğretmek ve onu farklı alanlarla,hobilerle tanıştırmak gerekir. Öncelikle çocuğu anlamak lazımdır,anlamazsak çocuk için doğru olanı bulamayız. Uzun bir süre bilgisayaristedikten sonra buna kavuşan çocuğun ilk günlerde bunun keyfiniçıkarmasına izin verilmelidir. Ondan sonra aile içi oturum yapılmalı veçocuğa bilgisayar kullanma kültürü anlatılmalıdır.Çocuğa şöylediyebiliriz: “Bilgisayarda oyun oynamanın yararları da zararları davar. Kimi oyunlarla zekanı, düşünsel kapasiteni geliştirebilirsin.Ancak her konuda olduğu gibi bilgisayarla da ilgili bazı kurallarımızınolması gerekir. Biliyoruz, senin eğlenmeye de dinlenmeye de ihtiyacınvar ama bunun belli bir süresi olmalı.”Aileler bilgisayarla ilgilikoydukları kurallara çocuklarının ne kadar uyduğunu takip etmelidirler.Çoğu anne bunu ilk birkaç gün takip edip sonra bırakabiliyor. Çocuklarannelerinin yufka yürekliliğinden yaralanıp bir müddet sonra rahatlıklaeskisi gibi davranabiliyorlar. Aileler uygulamayacakları kurallarıkoymamalı, koydukları kuralın da arkasında durmalıdırlar. Çocuk böylecebilgisayarla oynamanın, televizyon seyretmenin yöntemini öğrenmiş olur.Çocukta görev bilgisi, sorumluluk duygusu oluştuktan sonra gerisi kolayolacaktır. Sorumluluk bilincine eren çocuk gereğinden fazla oyunoynarsa zaten kendisini huzursuz hisseder.Ailelerin yaptığı hatalardanbirisi de şudur: Çocuk tam kendisini bilgisayara kaptırmış oynarken“Hadi ders çalış” denilince çocuk derse düşman olur. Onun yerine“Vaktin doluyor, bak sana 10 dakika daha müsaade. 10 dakika sonradersinin başına oturacaksın” denirse daha iyi olur. Öbür türlü çocuklaanne zıtlaşır ve ilişkileri daha da bozulur. Bozulan ilişkiyidüzeltmekse oldukça zordur.Aile çocuğu bir türlü vurdulu kırdılıoyunlardan vazgeçiremiyorsa hiç olmazsa bunu onaylamadığını çocuğaifade etmelidir. Uzmanlar çocukların günde en fazla iki saatibilgisayar başında geçirebileceğini söylüyorlar. Bu süre arttıkçazararlar da artıyor. Onun için anne babalar çocuklarına başka uğraşlaredindirme konusunda yardımcı olmalı, mümkün olduğu kadar onlarlabirlikte olup hep birlikte zaman geçirecekleri hobilergeliştirmelidirler.Bilgisayar oyunlarının popüler kimlikler benimsetmeve şiddete eğilimi arttırma gibi olumsuz etkilerinin olabileceğinivurgulamıştık. Bunun için anne babalar çocuğun gerek bilgisayar gereksetelevizyon aracılığıyla maruz kaldığı mesajları takip edip gerektiğindeuyarılarda bulunmalı, çocuğa eleştirel düşünme yeteneğikazandırmalıdırlar. Çocuğun doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarını doğrukurgulaması büyük ölçüde ailenin göstereceği dikkat ve özenebağlıdır.Anne baba çocuğu eğitemiyor, doğru yönlendiremiyorsa, sorunubilgisayar oyunlarında değil kendilerinde aramalıdırlar. Doğruyöntemler kullanıldığı takdirde bilgisayar oyunları zaman yönetimi,mesajları doğru algılama, eleştirel düşünme, görsel becerinin artışı,zihinsel kapasiteyi yükseltme, stres altında soğukkanlı kalabilmebecerisi gibi özelliklerin kazandırılmasına aracı olabilir. Bilgisayaroyunlarını zararlı deyip yasaklamak yerine doğru kullanmayı öğretmemizgerekir. (*)İDER İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Başkanı- Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat TARHAN
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
07 Nisan 2009, 23:08 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Darvinin bazı görüşlerinin havada kalması
Son yıllarda yapılan “Bilinç” çalışmaları Darwin’in bazı görüşlerini doğrularken bazı görüşlerinin havada kaldığını ortaya çıkardı. TÜBİTAK’ın Darwin ile ilgili 200.ncü yıl sayısının son anda basımını durdurması tartışmaları tekrar alevlendirdi. ABD’nin bazı eyaletlerinden sonra İngiltere’de de ‘Akıllı Tasarım’ teorisi ders kitaplarına girdi. Dünkü Taraf gazetesinin verdiği habere göre “Canlıların kökenini açıklayan iki farklı yaklaşım olarak birarada ele alınıp incelenecek” Kararın gerekçesi olarak Daily Telegraph gazetesine göre gençleri hayatın kökeni konusunda düşünmeye teşvik etmek amaçlannış. Basınımızda sadece Taraf gazetesi iki tarafın görüşüne yer vermiş diğer yayın organları ise ‘Darwin’in TÜBİTAK sansürü’ adı altında konuyu kadro tartışmalarına indirgemişlerdir. Konuları ayrıştırarak tartışalım. Derginin yayın kurulunda tarafların yaptığı tek taraflı ve bilimsel olmayan ve ideolojik olan bakışı ayrı bir konudur. Dergi yönetiminde yıllarca var olan ve yeniliğe direnen bir kadrolaşma ile yeni yönetimin çalışmak istediği kadroların çatışması ayrı konudur. Esas ile usul farkına dikkat etmek gerekir. Öncelikle teorik tartışmalar da karşıt görüşlere yer vermek bilimsel bir metedolojidir. Eğer ayrılan yönetim Darwin’i ideoloji haline getirmişse bu geri bir ideolojidir. Bilindiği gibi ideolojiler dinler gibi dogmadır kendilerini sorgulamıyorsa kendilerini kutsallaştırmışlar demektir. İdeolojiler eleştiriye açıklarsa savunucular tarafından eleştirileri giderici cevaplarla karşılanır. Konuyu sansür yaygarası ile sunmak çarpıtma anlamına gelir. Darwine karşıtı görüşü sunmak senelerce var olan “Yaratılış tez”ine karşı uygulanan sansürün kalkmasını istemektir. Bu hafta piyasaya çıkan “İnanç Psikolojisi, Ruh Beyin, Akıl üçgeninde İnsanoğlu” isimli kitabım da bu konuyu ayrıntılı olarak tartıştım. Şu cümleye dikkatinizi çekmek istiyorum. Bilim, Din ve İnanç sistemleri bölümünde (S.91) “Bilim metodolojisini doğrulamadığı veya yanlışlamadığı konularda nötr kalır, deneyüstü gerçeklerin varlığını reddetmez... Tanrı fikrine direnç gösteren hümanistler bilimi bir din gibi dogma haline getirerek inanç sistemlerini oluşturmuşlardır. Tanrının varlığını kanıtları ile bilmek istiyorum, neden ibadet etmek zorundayım, öldükten sonra hayat var mı, Tanrının sıfatları nelerdir? gibi sorulara cevap aranmalıdır” Kanıta dayalı din başlığı alltında pozitif bilimle din bilimlerinin birbirinin alternatifi değil tamamlayıcısı olduğunu açıklamaya çalıştım. “Amaç gerçeğe ve evrensel doğrulara ulaşmaksa en doğru yol bilimin medodolojisini kullanarak dinin sunduğu anlamları tartışmaktır. Dini görüşleri bir olgu olarak kabul etmeyen bilimsel yöntem önyargılı bir yöntemdir” Hiç arzu etmediğim halde kitabımın reklamını yapmış gibi oldum, özür dilerek meraklıların Timaş yayınevine başvurmalarını tavsiye ediyorum. Darwinizm karşıtlığı ideolojik ve toptancı bir karşıtlıksa temelsizdir. Bilimsel karşı görüşleri ile karşıtlık söz konusu ise tartışma ve sorgulanmaya açık olmak gerekir. Bir insan bilimsel gerekçelerle Allah’a inanıyorsa görüşlerini çürütmeden ona karşı çıkmak da bağnazlığın bir çeşididir. NEVZAT TARHAN - HABER 7 |
Konuyu Toplam 14 Kişi okuyor. (0 Üye ve 14 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Prof Dr Faruk Beşer'in Vefatı | Mihrinaz | Taziye-İlan-Selamlaşma | 3 | 15 Ocak 2024 19:35 |
Ezineli Yahya Çavuş Ve Havranlı Seyit Onbaşı - Nevzat Bilgiç | Seyit_Onbaşı | Şiirler ve Şairler | 0 | 15 Ağustos 2022 18:22 |
Yazı Dizisi [Son Nefes Endişesi ile yaşamak] | İslaminesil | Makale ve Köşe Yazıları | 4 | 03 Aralık 2018 21:21 |
Kurban & Prof . Dr. Yusuf El- Kardavi | enderhafızım | Hacc-Umre-Kurban | 0 | 23 Ekim 2012 02:20 |
"Ayrılık"(Aşkta ve Savaşta Filistin) Dizisi İsrail'i Kızdırdı | FECR | Serbest Kürsü | 5 | 15 Ekim 2009 21:04 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|