|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi: 22 Aralık 2011 (15:09), Konuya Son Cevap : 22 Aralık 2011 (15:09). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Aralık 2011, 15:09 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | öncekilerin başına gelenler öncekilerin başına gelenler ÖNCEKİLERİN BAŞINA GELENLER Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur: “Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hâli başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sar-sıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki mü’minler: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin! Alla-h’ın yardımı pek yakındır.”(1) Rabbimiz Allah, bizden önce yaşamış olan muvahhid mü'minleri, bizlere bir örnek kılmıştır... Onlar, Allah’ın rızasını kazanmak için nasıl davranmışlar ve nasıl sabrede-rek kulluk vazifelerini yapmışlar ise, bizlerin de onlar gibi davranıp bizden beklenen kulluk vazifelerimizi yerine getirmemiz gerekir... Onlar, katıksız iman ettiler ve imanlarında hiçbir şüpheye düşmediler... Onlar, itaat ettiler ve itaatlarını tam yaptılar... Onlar, bütün imkânlarını kullanarak, egemen zalim tağutlardan gelen zulüm, işkence ve eziyetin her türlüsüne rağmen imanlarından taviz vermediler... Onlar, mü’min müslüman kardeşleriyle öyle bir ke-netlendiler ki, bir ümmet, bir vücûd oldular... Sağlam du-varın kurşunla bağlanmış, hiç kopmaz taşları oldular... Onların biri, hepsi için, hepsi birisi için olmuşlardı... Bir bi-lek, bir yürek idiler!.. Bu Tevhidî tavırlarıyla kendilerinden sonra gelen mu-vahhid mü'min nesillere örnek oldular... Dünya hayatında izzet ve şeref üzere nasıl yaşanacağının örneğini ortaya koydular... Böylece Allah’ın rızasını kazanıp cennetin nasıl elde edileceğini gösterdiler... Onların bu örnek tavırları, bütün çağları kuşatıcı büyüklüktedir... Bundan dolayı asır-ların geçmesi ve teknolojik olarak çağların değişmesi, bu tavrın örnekliğini eskitmez ve zamanının geçmiş olmasını bahâne ederek geçersiz kılmaz!.. O, her zaman tazeliğini ve geçerliliğini korumaktadır... Kaynak eserlerde, bu ayetin iniş sebebi olarak şu haberlere yer verilmiştir: Katâde (rh.a.) ve Süddî (rh.a.) dediler ki: - Bu ayet, müslümanlara meşakkat, zorluk, sıcak, kor-ku, soğuk, geçim darlığı ve çeşitli eziyetler isabet ettiğinde ve Allah Teâlâ’nın: “Korkudan yürekleriniz ağzınıza geldiğinde” (Ahzab, 33/10) buyurduğu gibi olduğu vakit Hendek savaşında nâzil olmuştur. Atâ (rh.a.) dedi ki: - Resulullah (s.a.s.) ve Ashabı, Medine’ye girdikleri zaman sıkıntıları çok şiddetlenmişti. Çünkü malsız olarak yo-la çıkmışlardı ve yurtlarını, mallarını müşriklerin ellerinde bırakmışlardı. Böylece Allah’ın ve Rasulü’nün rızasını tercih etmişlerdi. Yahudîler, Rasulullah (s.a.s.)’e düşmanlıklarını açığa vurdular, zenginlerden bir grup da nafakaları gizlemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların (mü’minlerin) kalblerini hoş tutmak için bu ayeti indirdi.(2) Hendek savaşı, bütün İslâm düşmanlarının el birliği yapıp, bir araya gelerek, başta Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bütün mü’min müslümanları Medine şehrinde yok etmek için Medine’yi kuşatmaya aldıkları bir zaman... İslâm’ın baş düşmanları olan Mekkeli müşrikler ve yanlarına aldıkları diğer İslâm düşmanları ile tam bir küfür cephesini oluşturmuşlardı... Bu hâlleriyle “Küfür tek millettir” gerçeğini bütün vahşeti ve her yönüyle ortaya koymuşlardı... Medineli Yahudîlerden geriye kalan Beni Kureyza, değişmez hâin karakterini ortaya koymuş ve Rasulullah (s.a.s.) ile yaptıkları anlaşmayı bozarak ihanet edip Mekkeli müşriklerle birleşmişlerdi... Bölgedeki diğer Kabileler de Mekke şirk ordusuna katılmış ve küfür milleti tek cephe oluşturmuştu... Medine’nin içinde muvahhid mü'minlerin arasında müslüman görünümlü münafıklar, Medine’yi dışarıdan kuşatan müşriklerin oluşturduğu küfür cephesine, yaptıkları olumsuz ve moral bozucu hareketleriyle katkıda bulunuyorlardı adeta... Dışarıda düşman saldırısı, içeride münafıkların nifak hareketi, mü’min müslümanları çok sıkıntıya sokmuştu... Rabbimiz Allah, bu sıkıntılı ve çileli anları şöyle hatırlatıyordu muvahhid mü'minlere... Onların, bu olayı unutmamasını ve ders almalarını, imtihanı başarmaları için çok sabretmelerinin gerektiğini beyan buyurdu: “Ey iman edenler, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın! Hani, size ordular gelmişti. Böylece Biz de onların üzerine bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı görendir. Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler hancereye gelip dayan-mıştı ve siz, Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunu-yordunuz. İşte orada iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğramışlardı. Hani, münafık olanlar ve kalblerinde hastalık bulunan-lar: ‘Allah ve Rasulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey va'detmedi’ diyorlardı.”(3) el-Berâ İbn Âzib (r.a.) anlatıyor: Ahzab gününde (Hendek savaşında) Rasulullah (s.a.s.)’i gördüm. Toprak, karnının beyazlığını örtmüş olduğu hâlde toprak taşıyor ve şu sözleri söylüyordu: “Sen olmasaydın, biz doğru yolu bulmaz, sadaka ver-mez, namaz kılmazdık. Şüphesiz bu kâfirler, bizim çekindiğimiz fitneyi bize va-ki kılmak istedikleri zaman bizim üzerimize saldırmışlardır. Onlarla yüzyüze geldiğimizde, gönlümüze bir sekînet (sabır, sebat) indir ve ayaklarımızı yerinde sâbit tut (da bizi dağıtma ya Rabb)!”(4) O günlerdeki sıkıntıları şöyle anlatıyor Huzeyfe İbnü’l-Yeman (r.anhuma): - Biz, Ahzab gecesi saf tutmuş oturuyorduk. Ebu Süf-yan ve beraberindekiler de bizim üstümüzdeydiler. Yahudî kabilesi Kureyza oğulları, bizim altımızdaydılar, amma on-ların saldırısından çekiniyorduk. Bizi, ne ondan şiddetli bir karanlık sarmıştı, ne de ondan şiddetli bir rüzgar. Gelen rüzgarın sesleri fırtınalar gibiydi. Öyle bir karanlık ki, hiç-birimiz parmağını göremiyordu. Münafıklar, Hz. Peygamber’den izin istiyorlar ve: - Ailelerimizin korunması gerekir, diyorlardı. Halbuki aileleri korunacak değildi. Onlardan kim, Peygamber’den izin isterse, hepsine izin verilmişti. İzin verilmiş olanlar, çekilip gidiyorlardı. Biz, üç yüz kadar kişiydik. Biz, kişi, kişi Hz. Peygambe-r’i karşıladık ve O’nunla yüz yüze geldik. Düşmandan ve soğuktan beni koruyacak, karımın yünden bir elbisesinden başka bir şey kalmamıştı. O da, ancak diz kapağıma kadar geliyordu.(5) Hasan: “Ve siz, Allah için çeşitli zanlarda bulunuyordunuz.” kavli hakkında şöyle demiştir: - Muhtelif zanlarda bulunuyorlardı. Münafıklar, Hz. Muhammed’in ve Ashabı’nın kökten yok olacağını sanıyor-lardı. Mü’minler ise, Allah’ın va’dinin ve Rasulullah’ın sö-zünün hak olduğunu kesinkes biliyor, Allah’ın İslâm’ı, müşrikler istemese de bütün dinlere üstün kılacağına kanaat getiriyorlardı.(6) Bu zorlu belâ ve imtihan gününden bir başka kesit: İşte o esnada belâ büyüdü ve korku şiddetlendi. Düşmanlar, her taraftan geldiler. Mü’minler, büsbütün bir zan içine düştüler. Bazı münafıklarda nifak zahir oldu. Muattib b. Kuşeyr, şöyle demeğe başladı: - Muhammed, bize Kisrâ’nın ve Kayser’in hazinelerini yememizi va’dediyordu. Bugün ise, bizden hiç birimiz kaza-yı hacetini def için giderken kendi için emin olamıyor.(7) Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) ile yeryüzünün en hayırlı nesli olan Ashab-ı Kiram (Allah cümlesinden razı olsun), bu zor anları, bu çileli durumu yaşarken, kendilerinden önceki mü’min müslüman-ların başlarına geleni düşünüyorlardı ve bundan dolayı te-selli buluyor, sabırları daha da artıyordu... En hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram,8 önderleri ve hayat rehberleri Rasulullah (s.a.s.) ile beraber bütün zorlukları göğüslüyor ve eziyetlere katlanıyor, dayanıyorlardı... Çün-kü onlardan önce yaşamış olan muvahhid mü'minlere, “Öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda Peygamber, beraberindeki mü’minler: - Allah’ın yardımı ne zaman? diyordu.” Şüphesiz inanıyorlardı ki, Allah’ın yardımı yakındır, fakat onlar, zamanını bilmedikleri için bunu soruyorlardı... O dayanılmaz sıkıntıların verdiği bir ruh hâliyle Allah’ın yardımının hemen gelmesini istedikleri için: - Allah’ın yardımı ne zaman? diyorlardı. İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor: “Müfessirlerin çoğunluğuna göre, ayetin sonuna kadar olan bölümü Peygamber’in ve mü’minlerin söyledikleri sözdür. Yani onlar, o noktaya kadar geldiler ki, sonunda Allah’ın yardımının geciktiği zehabına kapıldılar. Yüce Allah da onlara: “Bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır” diye buyurdu. Bu, Peygamber’in, şüphe ve tereddüd kastıyla değil de, Allah’dan yardımın daha çabuk gelmesini istemek üzere söylediği sözler cümlesinden olabilir. Bazıları da: - İfadede, takdim ve tehir vardır, demektedir. İfadenin takdiri şöyledir: Hatta iman edenler: - Allah’ın yardımı ne zaman? dediler. Rasul de: - Bilin ki, muhakkak Allah’ın yardımı yakındır, diye cevab verdi. Yüksek mevkii dolayısıyla Rasul, rütbe itibariyle takdim edildi. Buna sebeb ise, onların söyledikleri sözün zaman itibariyle önceden olmasıdır.”(9) İnsanlar, her anlarında imtihan edilmektedirler... Gerçekten iman edenler ile kalben iman etmedikleri hâlde yalnızca dilleriyle, “iman ettik” diyenlerin birbirinden ayırde-dilmeleri için bir imtihan gereklidir... Gerçek iman sahibleri olan muvahhid mü'minler ile sahte müslümanlar, yani münafıklar, imtihan sırasında ortaya çıkarlar... Muvahhid mü'minler, Allah’ın hükümlerine göre yaşamaya gayret ederken, Allah düşmanlarından gelen her türlü eziyete kat-lanıp sabır ederken, münafıklar en küçük bir zorluk karşı-sında çözülüverirler... İmtihan sırasında imanı kuvvetli ve kâmil olanlar ile imanları zayıf olan mü’min müslümanlar da belli olur... İmtihan, bir iman derecesi ölçüsüdür!.. Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “Elif,Lâm, Mîm. İnsanlar, (sadece) ‘iman ettik’ diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Andolsun, onlardan öncekilerini sınadık. Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.”(10) İman ettiğini beyan eden insanlardan delil ve ispat istenir... Onlar, iman edip imanlarında sadık olduklarına dair kendilerini ispat etmeleri gerekir... Bu da, imanına herhangi bir şirk ve küfür karıştırmadan salih amellerle imanlarının varlığını ortaya koymak ile gerçekleşir... Kim olursa olsun, ne olursa olsun zalim tağutların inkârı ve reddedilmesinden sonra katıksız bir şekilde Allah’a inanmak ile gerçekleşen iman, kurtuluşun sapasağlam kulpudur... Ona sımsıkı yapışan kurtulur... “Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz doğruluk (rüşd), sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapış-mıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”(11) Bu şekilde inanan ve inandığıyla amel eden muvahhid mü'minler, en korkunç ve büyük zulüm olan şirkten12 ken-dilerini çok iyi korumaya çalışırken, imanlarına asla şirk bulaştırmamaya en son gayretleriyle çalışırlar... İmanına şirkin karışması, imanın varlığını ortadan kaldırır ve şirk, asla affedilmeyen bir suçun tâ kendisidir(13)... İman edenler ve imanlarına şirki ve küfrü karıştırmayanlar hidayete ermiş, umduklarına kavuşmuş olan izzet ve şeref sahibi şahsiyetli mü’min müslümanlardır...14 Bunlar, imanlarının gereği olan salih ameller işleyerek, müstek-bir zalim egemen tağutların ilâhlaştırdıkları hevalarından15 kaynaklanan emir ve nehiylerini redderek,16 Allah’a ve Ra-sulullah (s.a.s.)’a kesin itaat eden şahsiyetlerdir... Rabbimiz Allah, bu muvahhid mü'min kullarının imanlarındaki samimiyetlerini, diğer insanlara örnek ve şa-hid oluşlarını ortaya çıkarmak için kendilerini, kaldırabile-cekleri, yani güçlerini aşmayan imtihan şekilleriyle dener...(17) Rabbimiz Allah, iman eden kullarını imtihan edip sınadığını, imanlarında sadık olanların ve yalancıların bu imtihan sırasında ortaya çıkarıldığını beyan buyuruyor... Ankebut Sûresi’nin bu ilk ayetlerinin esbâb-ı nüzûlü için Şa’bî (rh.a.), şunları beyan ediyor: Bu ayet, Mekkeli bir grup insan hakkında inmiştir. Onlar, İslâm’ı kabul ettiler. Medine’de bulunan Peygamber (s.a.s.)’in Ashabı’ndan bazıları onlara yazdı ki: - Siz, hicret etmedikçe, ikrarınız ve İslâm'ınız kabul edilmez. Onlar da, Medine’ye gitmek üzere yola çıktılar. Bunun üzerine müşrikler, onları takib edip ezâ ve cefa ettiler. Bu ayet, onlar hakkında indi. Medine’deki müslümanlar onlara mektub gönderdiler ve dediler ki: - Sizin hakkınızda şöyle şöyle ayetler indi. Bunun üzerine onlar dediler ki: - Biz, yola çıkarız. Eğer bizi bir takib eden olursa, onu öldürürüz. Derken yola çıktılar. Müşrikler de, onları takibe koyuldular. Onlar da, takib edenleri öldürdüler. Onlardan da, ki-mi öldürüldü, kimi kurtuldu. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onlar hakkında şu ayeti indirdi: “Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir). Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl, 16/110)(18) İbn Abbas (r.anhuma) ve başkaları şöyle demişlerdir: - Burada, “İnsanlar” ile Mekke’de bulunan mü’minler topluluğu kasdedilmektedir. Kureyş’in kâfirleri bunlara müslüman oldukları için eziyet ediyor, onlara işkence yapıyorlardı. Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia, el-Velid b. el-Ve-lid, Ammar b. Yasir, babası Yasir, annesi Sümeyye, Mah-zum oğullarından birkaç kişi ve başkaları gibi. Bundan dolayı oldukça sıkılıyorlar, hatta yüce Allah’ın kâfirlere, mü’minlerin aleyhine böyle bir güç ve imkân ver-mesine tepki bile gösteriyorlardı. Mücahid (rh.a.) ve başkaları derler ki: - Ayet-i Kerime, yüce Allah’ın mü’minleri sınamak, on-ları denemek maksadı ile kulları hakkında uygulaya geldiği Sünnetinin bu olduğunu öğretmek ve onları teselli etmek üzere nâzil olmuştur. İbn Atiyye (rh.a.) dedi ki: - Bu ayet-i kerime, her ne kadar bu sebeb, yahud da bu anlamda belirtilen görüşler sebebiyle nâzil olmuş ise de, Muhammed (s.a.s.)’in ümmeti arasında bakîdir. Zaman durdukça hükmü de, bu ümmet arasında kalmaya devam edecektir. Çünkü müslüman serhadlerde, müslümanların esir alınmak, düşmanlardan zarar görmek ve bunun dışın-da herhangi bir takım zorluklarla başbaşa kalmak sûretiyle Allah tarafından fitne (sınama)’ye maruz kalmaları kalıcı bir husustur. Aynı şekilde herbir yer ibretle tetkik edilecek olursa, hastalıklarla ve türlü mihnetlerle de bunun, gerçek-leşmekte olduğunu görebiliriz. Şu kadar var ki, müslü-manların serhadlerde düşmanlardan gördükleri zararları, çektikleri sıkıntıları, Kureyşlilerle karşı karşıya kaldıkları musibet ve zorlukları andıran bir durumdur.(19) Katıksız iman sahibi ve salih amel işleyen muvahhid mü'min bir şahsiyet, Allah yolunda olup her şeyi Allah içindir...20 Böyle bir muvahhid şahsiyetin, Rabbi Allah tarafından belâ, musibet ve İslâm düşmanlarından eziyetler ile çeşitli hastalıklar, onun günahlarına keffâret olup onu mâ-nen tertemiz eden şeylerdir... Muvahhid mü'min’e düşen vazife, imtihan hâlinde sız-lanmayıp sabretmesi ve Rabbi Allah’a her hâlinde hamdet-mesidir... Şöyle buyurur Rabbimiz Allah: “Andolsun, Biz sizi, biraz korku, açlık ve bir parça mal-lardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edece-ğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara, bir musibet isabet ettiğinde derler ki: ’Biz, Allah’a aid (kullar)ız ve şüphesiz O’na dönücüleriz.” Rablerinden bağışlanma (salât) ve rahmet bunların üze-rinedir ve hidayete erenler de bunlardır.”([1]) Ümmü’l-mü’minin Aişe (r.anha)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.): “Mü’min, hasta olduğu zaman Allah, onun günah kir-lerini temizler. Maden eritme ocağı, demirin pasını giderdiği gibi.”([2]) Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) anlatıyor: - Ya Rasulullah, insanlardan hangisinin belâsı daha a-ğırdır, dedim. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Peygamberler ve onların peşinden (derecelerine göre insanların) en liyakatlısı ve en liyakatlısı. Kişi, dindarlığı derecesinde belâya uğratılır. Şayet dinin-de sağlam ise, belâsı ağırlaşır ve eğer dininde gevşeklik var-sa, dindarlığı nisbetinde belâya uğratılır. Nitekim belâ, bir kuldan ayrılmayarak neticede onu, üzerinde herhangi bir hata olmaksızın yeryüzünde yürür duruma gelir!”([3]) Yahya b. Said (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.) zamanında ölen bir zât hakkında birisi: - Ne mutlu ona! Bir hastalığa tutulmadan vefat etti, dediğinde, Rasulullah (s.a.s.): “Vah yazık! Bilmiyorsun ki, eğer Allah onu, bir hastalığa mübtelâ kılsaydı, onu, günahlara keffaret kılardı (bununla günahlarını bağışlardı).” buyurdu.([4]) Rabbimiz Allah, kullarını imtihan etmesindeki hikmeti şöyle beyan buyurur: “Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip ayırd etmeden ve sabredenleri de belirtip ayırd etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”([5]) “Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’dan ve Rasulü’nden ve mü’minlerden başka sır dostu edinmeyenleri Allah bilip (ortaya) çıkarmadan bırakılıverileceğinizi mi sandınız? Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”([6]) Abdullah İbn Abbas (r.anhuma) şöyle demiştir: - Allah Teâlâ, insanın içinin, dışından başka ve farklı ol-masına razı olmaz. O, mahlukatından ancak istikamet ve doğruluk ister, Nitekim O: “Bizim Rabbimiz Allah’dır” deyip, sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar.....”(Fussilet, 41/30) buyurmuştur. Savaş, farz kılındığı zaman münafık, münafık olmayandan, mü’minlere dost olan, düşman olandan ayrılmış-tır.([7]) Başta Rasuller (Allah’ın salat ve selâmı üzerlerine olsun) olmak üzere bütün muvahhid mü'minler, imtihan sırasında eziyetlere, işkence ve çilelere sabrettikleri, acele etmedikleri ve Allah’dan ümitvar oldukları müddetçe, kendilerine Alla-h’ın yardımı ulaşmıştır... Rabbimiz Allah, mü’min müslü-man kullarına vermiş olduğu imkânların bittiği anda onla-rı, ummadıkları yerden rızıklandırmış, kendilerine yepyeni imkânlar vermiştir... Böylece onları kurtarmış ve hidayetle-rini arttırmıştır...([8]) Rabbimiz Allah, asla değişmeyen Sünnetinin[9] bir bölümünü şöyle beyan buyurur: “Öyle ki, Rasuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Biz kimi dilersek o, kurtulmuştur.”([10]) “Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir. Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklar. Ve hiç şüphesiz, Bizim ordularımız, üstün gelecek olan-lar onlardır.”([11]) “Allah, yazmıştır: ‘Andolsun, Ben galip geleceğim ve Rasullerim de.' Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir ve üstün olandır.”([12]) Urve İbnu’z-Zübeyr (rh.a.) anlatıyor: Kendisi, Aişe (r.anha)’ya: "Öyle ki Rasuller, umutlarını kesip de...” (Yusuf, 12/110) kavlini sorarken, Aişe, aşağıdaki cevabları vermiştir. Urve dedi ki: Ben Aişe’ye: - Rasuller, yalana mı nisbet edildiler yahud tekzib mi ettiler? diye sordum. Aişe: - Tekzib edildiler, dedi. Ben Aişe'ye: - Rasuller, kavimlerinin kendilerini tekzib ettiklerini kesin bilmişlerdir. Bu, zan ile değildir? dedim. Aişe: - Evet, hayatıma yemin ederim ki, onlar, bunu kesin o-larak bilmişlerdir, zannetmemişlerdir, dedi. Ben, yine Aişe’-ye: - Rasuller, kendilerine yapılan yardım va’dinde aldatıldıklarını zannettiler, dedim. Aişe: - Bundan, Allah’a sığınırım. Rasuller, bunu, Rabblerine zannedici değildir, dedi. Öyleyse şu ayet nedir? dedim. Aişe: - Bunlar, Rasullere tabi olan kimselerdir ki, Rabblerine iman etmiş ve Rasulleri de tasdik etmişlerdi. Fakat üzerlerindeki belâ uzamış ve zafer de kendilerinden gecikmiştir. Nihayet Rasuller, kavimlerinden kendileri yalanlayanların imana gelmelerinden ümit kesecekleri hâle geldikleri ve yine Rasuller, kendilerine tabi olanların da, kendilerini yalanlayacaklarını zannettikleri vakit, işte tam bu sırada Allah’ın yardımı ve zaferi, Rasullere gelmiştir, dedi.([13]) Mü’minlerin annesi Aişe (r. anha)’nın ayetin tefsirinde de beyan ettiği gibi, gerek Rasuller, gerekse ümmetlerinden muvahhid mü'minler, çok çile çekmiş, çok eziyet görmüş ve birçok işkencelere uğratılmışlardır... Gerek zamanlarında, gerek kendilerinden sonraki mü’min müslümanlar için birer sabır ve sebat örneği olmuşlardı... İmtihan hâlinde sız-lanmamış, Allah’ın yardımıyla sabretmesini bilmiş, bütün zorluklara direnip, Allah'ın va’dettiği zafere ulaşmışlardır... Her çağdaki muvahhid mü'minleri, kendilerinden önceki örnek iman ve Tevhid nesillerinin davrandığı gibi davran-malıdır... İnşaallah, onların ulaştığı mertebeye ulaşır ve Al-lah’ın rızasını kazanırlar... “Doğrusu, Allah’ın rahmeti, iyilik (ihsan) yapanlara pek yakındır.”([14]) 1) Bakara, 2/214. 2) İmam Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzül, Çev. Dr. Necati Tetik – Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y. Sh. 68. Abdulfettah el-Kadî, Esbâb-ı Nüzül, Çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986, Sh. 43. Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsiri, Çev. Hasan Karakaya-Kerim Aytekin, ist. 1996, C.1, Sh. 521. İmam Kurtubî, el-Câmiuli – Ahkâmi’l-Kur’ân, Çev. M. Beşir Eryarsoy, ist. 1997, C.3, Sh. 169. 3) Ahzab, 33/9-12. 4) Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.34, Hds. 53. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.44, Hds.125. 5) İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, Çev. Dr. Bekir Karlığa – Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1986, C.12, Sh. 6480. Hakim ve Beyhakî’nin Delâil en-Nübüvve’den. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh.305. 6) İbn Kesir, A.g.e., C.12, Sh. 6482. 7) İbn Hişam, İslâm Tarihi – Siret-i İbn Hişam Tercemesi, Çev. Hasan Ege, İst. 1985, C.3, Sh. 309. et-Taberî, A.g.e. C.6, Sh. 480. 8) Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “İnsanların en hayırlısı, benim asrım(daki Sahabîlerim)dir. Sonra onlara yakın olanlardır. Sonra onlara yakın olanlardır.” Sahih-i Buhârî, Kitabu’ş-Şehadat, B.9, Hds. 17. Sahih-i Müslim, Kitabu Fedaili’s-Sahabe, B.52, Hds. 211. Sünen-i Tirmizî, Kİtabu’l-Fiten, B. 38, Hds. 2320. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Ahkam, B.27, Hds. 2362. 9) İmam Kurtubî, A.g.e. C.3, Sh. 171. 10) Ankebut, 29/1-3. 11) Bakara, 2/256. 12) Bkz. Lokman, 31/13. 13) Bkz. Nisa, 4/48 ve 116. 14) Bkz. En’âm, 6/82. 15) Bkz. Furkan, 25/43. Casiye, 45/23. 16) Bkz. Nisa, 4/60. 17) “Hiçbir nefse, gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz.” En’âm, 6/152. Ayrıca bkz. A’râf, 7/42. Mü'minun, 23/62. 18) İmam el-Vahidî, A.g.e., Sh. 383. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e., Sh. 294. et-Taberî, A.g.e., C.6, Sh. 358. 19) İmam Kurtubî, A.g.e., C.13, Sh. 370. 20) Bkz. En’âm, 6/162. [1]) Bakara, 2/155-157. [2]) İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.227, Hds. 497. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 15, Hds. 53. [3]) Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B. 45, Hds. 2509. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 23, Hds. 4023. Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B. 67, Hds. 2786. Sahih-i Buhâri, Kitabu’l-Merda, B.3 (Bab başlığında). Ahmed İbn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, Çev. Mehmed Emin İhsanoğlu, İst. 1993, C.1, Sh. 91, Hds.294. [4]) İmam Malik, Muvatta; Kİtabu’l-Ayn, Hds.8. [5]) Âl-i İmrân, 3/142. [6]) Tevbe, 9/16. [7]) Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Mefatihu’l-Gayb, Çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. İst. 1991, C.11, Sh. 439. [8]) Bkz. Talak, 65/2-3. [9]) “(Bu), Allah’ın ötedenberi sürüp giden Sünnetidir. Sen, Allah’ın Sün neti’nde (Sünnetullah’da) kesinlikle bir değişiklik bulamazsın.” Fetih, 48/23. Fatır, 35/43. [10]) Yusuf, 12/110. [11]) Saffat, 37/71-73. [12]) Mücadele, 58/21. [13]) Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.170, Hbr.215. [14]) A’râf, 7/56. Kul sadi yüksel |
Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Aile Edep demekti | Şiirler ve Şairler | YaŞuHa | 2 | 2287 | 04 Mayıs 2014 21:47 |
Kardeşimize dua lütfen | Dua Bölümü | MusabBinumeyr | 4 | 2563 | 04 Aralık 2013 19:38 |
Kilonuz mu Var? Sorun Değil Artık/Medineweb | Diyet | gün ışığı | 4 | 3000 | 27 Kasım 2013 21:45 |
Üzüm çekirdeği mucizesi | Tıbb-ı Nebevi ve Alternatif Tıp Bilgileri | YaŞuHa | 2 | 2491 | 27 Kasım 2013 21:34 |
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 7 | 3352 | 26 Kasım 2013 20:23 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Namaza gelenler -kısa hikaye- | TufeyL | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 3 | 04 Ekim 2023 20:43 |
Kabak Kimin Başına Patladı? | Kara Kartal | Gündem/ Manşetler | 0 | 03 Eylül 2021 23:14 |
Aklını Başına Al... | enderhafızım | Makale ve Köşe Yazıları | 2 | 30 Nisan 2020 02:13 |
İçimden Gelenler... /İbrahim İnecik | İBRAHİM İNECİK | İbrahim İnecik | 16 | 19 Şubat 2012 13:54 |
Aklını Başına Al... | iman81 | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 1 | 07Haziran 2008 18:26 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|