|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 09 Temmuz 2007 (23:55), Konuya Son Cevap : 11 Ekim 2023 (17:58). Konuya 304 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
17 Şubat 2008, 12:58 | Mesaj No:31 |
Cvp: Adini Sen Koy (Yasanmis Hikaye) Burada herkes hatalı internet ortamının ne kadar güvensiz bir ortam oldugunu vurgulamak istiyorum dikkatli olmalı... Yalnız burda böyle konuşulmaması gereken şeyleri konuştugunuzu düşünüyorum... Allah herkese helal süt emmiş eşler nasip etsin inşallah...
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
17 Şubat 2008, 13:11 | Mesaj No:32 |
Cvp: Adini Sen Koy (Yasanmis Hikaye) sa.......öncelikle seher yeli kardeşim..........paylaşımınız çok güzel bir örnek bence..........burda iki taraf da hatalı, hikayedeki bay,sürekli yaptığı şeyleri nefis vs...bağlıyor , aslında yaptığı hataları biliyor ama buna karşın devamediyor.....bu durumda olan bir çok insan var şu anda...........yani böyle bir hikaye yüzünden bayanların genelllenmesi ve yargılanması doğru değil kesinlikle............kız , ne kadar suçluysa, erkek de onun kadar hatalı.......sonuçta kız davet ettikçe teklifler ettikçe ,bay arkadaşımız da davete icap etmiş, ta ki,,bayan arkadaşla evliliği düşününceye kadar......ondan sonra da , sınırlamalar getirerek kendince önceki yaptıkları hataları gidermeye çalışmış...........alllah herkesi hayırlı insanlarla karşılaştırsın................ | |
11 Mart 2008, 14:02 | Mesaj No:33 |
İbretlik yaşanmış bir hikaye daha -1- GERCEK BASORTUSU HIKAYELERI Başörtüsü ile ilgili herkesin bir örtünüş hikâyesi ve daha sonrasında yaşadığı müsbet ya da menfî hadiseler vardır. Kızım, başını henüz birinci sınıfa giderken örtmüştü. Yedi-sekiz yaşlarındaydı. Fırfırlı, süslü, güzel ve küçük başörtüleri vardı. Büyük, küçük herkesin ifadesi ile, başörtüsü çok yakışıyordu ona. Bazı büyük hanımlar, “Böyle güzel yakışsa biz de örtünürdük” diyorlardı ama, bu tabiî ki mazeretti. Sanki sadece yakışanlar örtermiş de, yakışmayanlar o emirden muaf tutulmuş gibi. Bazen de çok küçük olduğunu, daha sonra da örtse olabileceğini dile getirirlerdi. Bir gün dedim: “Şu anda başınızı örtmenize engel nedir?” Dediler ki: “Yaşımız epey geçti, zor geliyor. Belki daha erken olsaydı, nefsimize zor gelmezdi.” “Bakın, kendiniz îtiraf ettiniz işte, ben kızıma 15-16 yaşından sonra örtünmesini teklif etsem, belki zor gelecek, kabul etmekte zorlanacaktı.” “Doğru!” dediler. Bu arada bir soru daha buldular. “Peki şu anda sizin zorunuzla değil de, kendi arzusu ile mi örtünüyor acaba, ne dersiniz?” Ben de şu hadiseyi anlattım onlara: “Birgün, bir kaç genç kız gelmişti, hemen yanımızdaki meslek lisesinden. Başörtüsü hakkında, ahiret, cennet ve cehennem hakkında çok çok konuştuk onlarla. Sonradan okul haricinde başlarını örtmeye başlamışlar. Onlar gittikten sonra kızımla başbaşa kalınca ona sordum. Biraz da örtünmesindeki şuur derecesini merak etmiştim. Acaba neyi, ne kadar anlıyor du? “Kızım, sen daha pek küçüksün. İstersen bir-iki sene sonra da örtünebilirsin. Seni zorlamış olmayalım, ne dersin?” Bir an durakladı. Sonra gözlerinden inci gibi yaşlar dökülme ye başladı. “Anne, o kızlara anlatırken de dedin, ölüm ne vakitte gelecek belli değil. Beni cehenneme mi lâyık görüyorsun. Ya olur da ben böyle küçük yaşımda ölürsem, Allah’a ne cevap vereceğim? Ben başımı bir kere örttüm, artık açmam!” Hanımlar ibretle dinlemişlerdi ve onlarında gözlerinde yaş vardı. Dedim ki, “Şimdi şu cevap, şuursuz bir cevap mı? İstemeyerek yaptığına dair ne hissettiniz?” “Tamam. Zorlamadığınıza dair kanaat sahibi olduk. Zaten o küçük kız, fırsat buldukça, bahçede otururken herşeyi bize anlatıyor. Etkilenmiyor değiliz, ama yapamıyoruz işte. Ne mutlu ona!” Bir gün kızımı bakkala yollamıştım. Daha sekiz yaşlarındaydı. Çocukluk bu ya, başörtüsünü evde unutup gitmiş. Siparişlerini vermiş. Bakkal hazırlarken birden “Bakkal amca, sen hazırlayadur. Ben başörtümü evde unutmuşum! Gidip örtüp geleyim.! “Kızım alacaklarını vereyim de, öyle git. O zaman örtersin.” “Olmaz! Hemen gidip, almam lâzım. Gecikemem!” Adamcağız hem gülmüş, hem düşünmüş. “Peki o halde, ört de gel başörtünü” demiş. Sonradan, bana da anlatmıştı bu hadiseyi bakkalımız. “Çok hoşuma gitmişti onun şirin hali. Küçük ama, şuurlu” demişti. Yine birgün bakkalda, son derece açık ve yaşlı bir bayan, küçücük kızıma çıkışmış: “Bak bana! Niye örtünüyorsun sen? Cevap ver!” demiş. Dükkân, müşteri dolu… Herkes sıra bekli- yor. Böyle amansızca soru soran bir kadına, çocuğun ne cevap vereceğini merak ederek, beklemeye başlamışlar. Kızım hiç bozuntuya vermeden, soruyu ona iâde ederken, “Siz neden örtünmüyorsunuz ki? Siz cevap verin, ben de cevap vereceğim!” Kadıncağız kızarmış. Hiçbir cevap veremeden, öylece donmuş kalmış. Alacaklarını almadan, çıkıp gitmiş. Eve gelince sormuştu kızım: “Anne ne o cevap verdi, ne de ben. Ama bakkaldaki herkes benim başımı okşadı, neden?” İşte böyle. Çocuk bile olsa, başörtüsü ile ilgili birçok macerası çıkabiliyor demek. Hatırladıklarım bu kadar. Elbette daha pek çok vardı. Fakat, bunlar da epey ibretli, ne dersiniz? KAYNAK :http://bizimaile.wordpress.com/2006/08/12/basortusu/
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
11 Mart 2008, 21:38 | Mesaj No:34 |
Durumu: Medine No : 176 Üyelik T.:
15 Eylül 2007 | Cvp: İBRETLİK BİR YAŞANMIŞ HİKAYE DAHA-1-
bence de ibret verici. başörtüsünün erkeni olmaz. her insan istediği yasta kapanma yetkisine sahiptir.ben kapandığımda herkes daha erken degil mi dedi ancak bence tam zamanıydı! başörtüsünü takmanın verdiği gurur apayrı bir duygudur. bence başörtüsü cok gereklidir.
|
12 Mart 2008, 00:21 | Mesaj No:35 |
Cvp: İbretlik yaşanmış bir hikaye daha -1- Bizler o yaşlarda bu bilinçte olamadık ama Rabbimin izniyle kendi kız çocuklarımızı bu bilinçte yetiştirebiliriz inşAllah.Ablacım duygu yüklü bir paylaşımdı.Sağol...
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
12 Mart 2008, 13:53 | Mesaj No:36 |
Cvp: İbretlik yaşanmış bir hikaye daha -2- BU YAŞANMIŞ GERÇEK BİR HİKAYEDİR ! Aslında bundan bana yıllar yıllar önce deselerde sen bu şekilde kapalı olacaksın ve birde bunu savunacaksın. Kesinlikle inanmaz ve hatta karşı cıkardım. Daha önce belirttiğim gibi başörtüsünü yüksekokulda tanıdım. Tesadüf eseri, rastlantı sonucu, hani derlerya herşeyin başı namaz dır diye. Benimde biraz öyle oldu galiba. Yurtta üst ranzamda arkadaşım Başörtülü idi ondan rica ettim. Bana namaz kılmasını öğretmesini ALLAH razı olsun öğretti. O ilk namazımı hiç unutamam cok cok fena olmuştum. ŞAŞKIN ve huzurlu ve sevinçli sonra devam etmeye başladım. Derken ikinci dönemde bağladım fakat böyle bir duruma ne ailem nede ben hazırlıklıytım. Daha ertesi gün uzaklaşmaya başladım. Okul bitti. Ailem başörtü ile olmaz deyince birazda kendi isteğimle bıraktım. Artık tam ailemin istediği şekilde olmuştum. Kısa sürede işe girdim ve calışmaya başladım. Fakat bir süre sonra cok farklı rüyalar görmeye başladım. Başörtüsü sanki hep benimleydi bir sene sonra yeniden bağlamaya karar verdiğimde evde kıyametler koptu bağladım, bağladım ama kesinlikle kabul ettiremedim. Günlerce yalvardım, gözyaşı döktüm sanki o başörtüsünü cıkışını alır almaz kapının önünde bırakan ben değildim. Ama olmadı kesinlikle kabul etmediler. Bir gün başımdam başörtüm gitti. Günlerce kendime gelemedim. Ama hayat devam ediyodu bende devam ettim gitti. Fakat nedense içimdeki bir şey beni sürekli farklı yerlere götürüyordu ilk kez Kur anı Kerimi gercekten elime aldığımda cok şaşırdım Allah ım noluyodu kalbim carpmaya, yüreğim oynamaya başladı. Okumasını bilmiyodum ama genede cok cok güzeldi. İçinde neler yazıyor diye merak ettiğim de ve okumaya başladığımda şaşkınlık içindeydim. O ana kadar bana öğretilen evet bunlar yazıyor diyen hiç bir şey Kur anı Kerimde yoktu. Her sayfasında yılanlar aradım ama yoktu. HER sayfasını titriyerek okudum. İşte O zaman anladım. Kesin Dönüş Rabbime Bizler birer yolcu gideceğimiz yer ise Rabbimin huzuru, ama hepsinden önemlisi bıraktığım namazım bana sanki daha farklı gelmeye ve daha sıcak gelmeye başladı Kur'an-ı Kerimin mealini okudukca şaşırıyordum. Meğer ben ne kadar günah işlemiştim. İşte o zaman sığındım seccademe Rabbime iki yıl daha calıştıktan sonra, ailem ne kadar karşı cıksada calışmayıda bırakarak cocuk bakmaya başladım. Artık kardeşimin cocuklarını bakıyodum. Ama içimdeki yara gitgide büyümeye başladı. Ve artık nolursa olsun başımı örtmeye karar verdim. Ama cok zordu cünkü kaldığım yerde bağlasam cocukların psikolejileri bozulur diye karşı cıkıyolardı. Evime gitsem orası zaten karşıydı. Sadece ALLAH A Sığınuyodum işte o günlerde tesadüfen Başörtüsü ile ilgili bir site buldum. Oradaki yazıları okurken benim gibi fakat farklı şartlarda altında sıkıntı ceken kardeşlerimin yazılarını okumaya başladım. İçimden bir ses sende gir diyodu üye ol. Oldum. O arada aldığım Başörtüsü ve uzun ceketi üç veya dört kez annemim evine götürdüm cünkü orda bağlamak istiyodum. Ama olmadı, en sonunda cok şiddetli kavga ettik. Ve döndüğümde bağlamaya karar verdim. Nolursa olsun bağlayacaktım ve bağladım. İşte o sıralarda ALLAH karşıma gercekten cok cok ama cok samimi bir kardeşimi cıkarttı. ALLAH RAZISI İÇİN YARDIM İSTEMİŞTİM VE bana Allah RAZASI için manevi destekte bulundu. Şaşkıntım cevreme aileme nasıl kabul ettirecektim. Gercekten ilk etapta cok sorunlar yaşadım. Ama kimseye kanıtlamak zorunda olduğum da hiç bir şey yoktu. Beni böyle kabul edeceklerse böyle edeceklerdi. Evet geriçi diyolarsa da gericiydim. Ama ben buydum ve malesef tabiki bircok engeller cıksada Rabbimin verdiği güç ve üye olduğum sitede ki bunu bir kenara bırakamam ve ordaki kardeşlerimin manevi desteği ile geri adı atmadım Kİ bu sefer attıramadılar. Ve anladılar ki üzerinden tırla da geçsek bu sefer Başörtüsünü cıkartmayacak ve anladılar ki bir lokma ekmeğe muhtaç da olsa şu anki şartlarda calışmıyacak ve başını acmıyacak, gidip afedersiniz tuvalet temizliyecek ve rızkını ALLLAH'IN emrettiği şekilde karşılıyacak. Ve bende anladım ki gercekten samimiyetle, gözyaşı ile kalkan eli Rabbim geri cevirmiyor. Zorluklarda olsa Rabbim o güçü veriyor, sen yeterki kalpten, gönülden, içten ve samimiyetle iste. Samimi ol hem Allah'a, hem kula Evet ben böyle başımı örttüm bu benim inancım, benim yaşam şeklim VE YAPILMASI gerekenin Allah'ın emirleri ve Peygamberimizin SÜNNETLERİ OLDUĞUNA inanıyorum ve şu an yanlız da olsam yaşam şeklimi böyle uygulamaya calışıyorum. Çünkü benim doğrum bu
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
13 Mart 2008, 11:36 | Mesaj No:37 |
Cvp: İbretlik yaşanmış bir hikaye daha 3 ALLAH RIZASI İÇİN BAŞINIZI AÇIN GERCEK BASORTUSU HIKAYELERI (Bu olay tahmini on oniki yıl kadar önce geçiyor) İmani istikamet sahibi bir ağabeyimiz anlatmıştı, yine imanı hayatına şahit bir arkadaşı üniversite için Kıbrıs’a gidiyor ve yaşadığı olayları arkadaşına anlatıyor. Okulda iki başörtülü - tesettür diyemiyorum - bayan varmış, bunların hal, hareket ve tavırları Müslüman bir bayana yakışmayan bir vaziyetteymiş (erkeklerle samimi tavırları, şakalaşma, gülüşme vs. gibi). Diğer yandan başı kapalı olmayan fakat yüreği tesettürlü, edebi hayranlık uyandıran başka bir bayan daha varmış, Bu arkadaş emri bil maruf nehyi anil münker - iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak- emri ilahisi mucibince bunları uyarmayı kendine görev biliyor. Baş örtülü olan bayanların davranışları rahatsız edici boyutlara varınca uygun bir zamanda yanlarına gidip ALLAH RIZASI İÇİN BAŞINIZI AÇIN -hal ve hareketleriniz tutum ve davranışlarınız Müslüman inancına uymuyor, yüklendiğiniz misyona ihanet ediyorsunuz- diyor. Diğer örtüsüz ama yüreği tesettürlü bayana da sizin hal ve tavırlarınız, edebiniz, Müslüman bir bayanın tutumunu andırıyor, size tesettürü tavsiye ediyorum -size Müslümanlık yakışır- diyor. Diğer bayanların akıbetini bilmiyoruz fakat tesettür tavsiye edilen bayan kısa zaman da gerçek kimliğine bürünüp tesettürü dışına da yansıtıyor müstakim bir hayat tarzını benimsiyor. Evet dostlar sanırım kıssadan, herkes kendine düşen hisseyi almıştır. Ama küçük bir hatırlatma da bulunmak yararlı olur zannındayım. İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanmaya başlar, ne kadarda dışımız müslümana benzese de önemli olan bizim hal, hareket ve düşüncelerimizdir. ALLAH (cc) bizim şeklimize değil kalbimize göre değerlendirir. Eğer Müslümanlık iddiasında bulunuyorsak ve öyle biliniyorsak, davranışlarımız da müslümana yakışmalı, yüklendiğimiz misyonun, sorumluluğun bilincinde olmalıyız. Yoksa bizim tavırlarımızdan dolayı henüz Müslüman olmamış insanların İslama bakışını olumsuz yönde etkilersek bunun hesabını Rabbimize nasıl verebiliriz? Çevremiz de her iki örnekte de bayan veya erkek bireyler olabilir. Bizde üzerimize düşen ne ise yapalım inşallah, unutmayalım emri bil maruf nehyi anil münker farzdır. Siz siz olun kendiniz olun, Allaha emanet olun
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
13 Mart 2008, 23:21 | Mesaj No:38 |
Cvp: İbretlik yaşanmış bir hikaye daha -1- GERCEK BASORTUSU HIKAYELERI -4- ALTIN DAMLASI Odanı topladın mı güzel kızım?” dedi annem. Sesini bu kadar yumuşatmasa olmaz mı? Okula gittiğim günlerdeki gibi tatlı sert çıkışsa, ellerini birbirine vurup, hadi hadi kıpırda biraz, ne bu odanın hali! diye söylense. Evdeki herkes bana karşı neden melekleşti böylesine? Hani başıma geleni bilmesem ölümcül bir hastalığa tutuldum da kardeşlerim annem ve babam son günlerimde beni mutlu etmek için ellerinden gelen gayreti sarf ediyorlar sanacağım. O körolası yasak bizim liseye de dayandığından beri evimiz şehir tiyatrolarına benzedi… Yüreklerindeki ağıt apaçık yüzlerine yansırken neyi gizlemenin telaşındalar Allah aşkına… Bilmiyorlar mı ki ne yaparlarsa yapsınlar gülemem bundan sonra. Annemin bütün ısrarlarına rağmen günlerdir evden çıkmamakta inat ediyorum. Kitap ve defterlerime sarılıp sarılıp ağlamak tek yapmak istediğim. Günün her saati, her dakikası okulumu, arkadaşlarımı düşünüp iç geçiriyorum. Sınıfta benim yokluğum belli olmuş mudur acaba? Öğretmenlerim niye okula gelmediğimi merak etmişler midir? Tam kimyada redoksları, fizikte Newton’u, edebiyatta Servet-i Fünun’u işleyecekken… Giremediğim sınavları nasıl telâfi edeceğim? Annem her gün biraz daha solan benzimi canlandırmak için mutfakta uğraşıp duruyor yine. Kahvaltıda şundan da yesene bundan da içsene diye ısrar edip duracak… Tam siyerde Hicret’e gelmişken… Kutlu Rasül’le birlikte aşıyorken çölleri… Çatalla iri bir peynir parçasını ağzıma dayayacak. Arapça’mı ilerletmenin hevesindeyken… Hadi aç ağzını Büşra’cığım… Sütünü yine soğuttun. Kübra ikinci bardağını bitiriyor bak… Başörtümü her gün biraz daha seviyorken… Ben de Kübra gibi okuluma yetişecek olsam üçüncüyü bile tüketirdim. Ama gün boyu meşgalesiz kukumav kuşları gibi evde oturup duran birinin neyine gerek fazla kalori almak… Ah aldığım her nefeste katre katre umutsuzluk dağılıyor alveollerime. Kendimi tedavülden kalkmış paralar kadar kıymetsiz hissediyorum. Halbuki annemle babam ilk göz ağrımız, bizim altın damlamız diye severler beni. İlk günden baştacı edilmek her çocuğa kısmet olmaz biliyorum… Babamı güçlü bilirdim. Ama değilmiş! Benim en çok sevdiğimi elde etmeye gücü yetmiyor işte. Bu nemenem bir yasak ki boyu Ağrı Dağı’nı aşmış; kimseye geçit vermiyor. Tıpkı bir mıknatıs gibi bütün okulları yörüngesine çekiyor; ya da bütün okullar mıknatıs da yasağı kendilerine çekmek için can atıp duruyorlar ha bire. Televizyonda görürdüm de okula giremediği için gözyaşı döken akranlarımı, yasak bize uğramaz sanırdım. Farklı sanırdım müdürümüzü, öğretmenlerimi, pek çok arkadaşımı. Değillermiş… Farklı değillermiş!.. Başörtüsü yasağı okulda uygulamaya konunca, arkadaşlarımla birlikte okulun önünde eylem yaptık. Başörtümüzle okumak istiyoruz diye direndik… Yine o bildik müdahale! Memleketin cümle eli sopalısı karşımızdaydı. İnsana biz neymişiz de haberimiz yokmuş dedirten tehditler, hakaretler, saldırılar… İtip kakmalar, başörtülerimize hoyratça uzanan eller… Kelepçe ve cop heyulâsı… Gözaltılar… Kırmızıya boyanan alınlarımız, yanaklarımız, yüreklerimiz… Sonra kuaförlere peruk sormaya koştu bazılarımız… Hatice ve ben hâlâ kuaförlere küsüz! Babam hemen okulla ilişiğim kesilmesin diye rapor aldı bir doktor arkadaşından. Sanki on yıllardır halledilmeyen problem yirmi günde çözüme kavuşacak da yirmi günün sonunda tıpış tıpış okulumun yolunu tutacağım. Yarın raporum doluyor. Okula başlamazsam birkaç haftaya kalmadan kaydım silinecek. Ah bunu düşünmek bile ne acı. Nasıl katlanacağım en sevdiğim kurum tarafından izole edilmeye. İçimden bugüne kadar aldığım üstün başarı belgelerini yırtmak, balkona çıkıp, “ben bu ülkeye sığmıyoruuuum” diye avaz avaz bağırmak geliyor… Odamın duvarında asılı şu okul birinciliği ibaresini alıp yere çalmak… İşte erkek kardeşim Muhammed’in şen kahkahaları. Hiç mi ablasının derdinden anlamaz bu çocuk. Boyu benimkini geçti ama aklı hâlâ beş karış havada. Güler tabii nasıl olsa bu ülkede erkek çocuklarına özgürlük çok. Kız olsaydı da öğrenseydi dünyanın halısını kilimini. Muhammed seneye ortaokulu bitirecek, liseye başlayacak, üniversite okuyacak; doktor, mühendis, avukat çıkacak! Ben de tatillerde kardeş yolu gözleyen vefakâr bir ev kızı olacağım. İzine gelecek kardeşine envai çeşit pasta-börek döşeyen, elinden yemek kitabı düşmeyen, elini yanağına dayayıp gözünü ufka dikerek hüzünlü hüzünlü kardeşinin okul anılarını dinleyen klâsik bir ev kızı! Of, artık hayal kurmak bile ne sıkıcı… Muhammed şimdi de bir şarkı doladı diline. Şu kapıyı hırsla çarpayım ki hatasını anlasın. Kapı güm diye inleyince sesi kesildi vurdumduymazın. Haksızlık yapıyorum galiba. Okuldan boynu bükük geldiğim ilk gün oturup benimle birlikte ağlamadı mı? Canım ablam diye boynuma sarılmadı mı? Okulda bana sataşan birçok yaramaz oğlanla dövüşmedi mi? Neden tafralarımı ona buna yüklemek, kırılganlığımı isyana dönüştürmek istiyorum ki? Bugün annemin kabul günü. Öğleden sonra evimizi gamsız tasasız bir yığın ev hanımı dolduracak. Onlara baktıkça geleceğim için hayıflanıp duracağım ben de. Annem odamın kapısına dikilip, “Kızım gel sen de bir bardak çay iç” diyecek. “Senin çok sevdiğin cevizli kurabiyeden yaptım.” Hayır! Ben kurabiye canavarı olmak istemiyorum. Haftanın her gününü bir ev gezmesine ayıran, oğluna-kızına çeyiz hazırlamaktan başka bir şey düşünmeyen, hareketsizlikten yağ bağlamış annelerin yanına çağırma beni. Biliyorum yaram küllenince beni de katmak isteyeceksiniz aranıza. Hamarat hamarat çay servisi yapacağım, pasta tabaklarını taşıyacağım, yeme içme bitince mutfaktaki dağ gibi bulaşığa sarılacağım. Üç ters bir düzden oyalar, danteller… İşlenirken müzik dinleyeceğim, sakız çiğneyeceğim sonra… Anne bugünler için mi harcadın ak sütünü? Kübra elindeki harita metot defteriyle yanıma sokuluyor. “Abla şu problemi çözemedim” diyor. “Önce parantez içindekileri mi çarpacağım, yoksa bölme işlemini mi?” Farz et ki bölme diye terslesem şunu… Çarpsan ne olacak bölsen ne! Birkaç sene sonra sen de eve kapanıp kalmayacak mısın benim gibi. Elinde belki ilköğretim diploman bile olmayacak. Keşke okul denen muammaya hiç göndermeselerdi bizi. Göndermeselerdi de bu acıları yaşamasaydık. Elime kalemi alıp çarpıp bölüyorum isteksizce. “Anlatsana abla” diyor Kübra. “Neden çarptın, niye böldün?..” Ağzımı açsam hiç hayrına olmayacak… Hadi ikile der gibi defteri kolunun altına tutuşturuyorum. Bize bu zulmü reva görenler anlatıyorlar mı ki düşlerimizden niçin koparıldığımızı? Annem, en küçüğümüz Ahmet’i okula hazırlıyor. Masmavi okul önlüğü içinde öyle şirin, öyle mutlu görünüyor ki içimdeki depremden en az nasiplenen o. Evdeki herkese her fırsatta çatmayı hüner bellemişken Ahmet’e tek kelime kötü söz çıkmıyor ağzımdan. Odamı yalnızca onunla paylaşıyorum. Geçen gece onun uyuduğunu sanarak karanlıkta sessizce gözyaşı döküyordum ki birden yatağından süzülerek yanıma sokuldu. Şefkâtli bir ağabey edasıyla: “Lütfen ağlama ablacığım” dedi. “Ben büyüyüp Milli Eğitim Bakanı olursam bütün okullarda serbest bırakacağım başörtüsünü. Beni bekle! Sakın büyüme emi!” Büyümeyeceğim Ahmet! Büyüyüp klişeleşmeyeceğim. Sen oku, büyük adam ol ki ablan liseyi bitirsin. Üniversitelere gitsin. Sakız çiğneyerek bulaşık yıkamasın ömrünce… Bu kabul gününden kurtulmanın bir yolu olmalı. Acaba Hatice’ye mi gitsem? Birbirimizin dilinden en iyi ikimiz anlıyoruz. Körle şaşının halleşmesi gibi bir şey bu. Hatice de odasındadır şu an. Annesi az sonra bize gelecektir. Sen de gelsene diye zorlayacaktır Hatice’yi. Hatice gelmez. O da aynı kaygıları taşıyor çünkü. Büyük bir ihtimalle yolumu gözlüyor. Hatice’ye gitsem. Söyleşsek, ağlaşsak, taptaze okul anılarımızı anlatıp acısak birbirimize. Sonra birlikte dışarı çıksak, okulun önünden geçsek. Hiç değilse teneffüse çıkan arkadaşlarımızı izlesek gizliden gizliye. Nermin Öğretmen’i beklesek okul çıkışı… Hâlâ geri adım yok mu hocam? diye sorsak umutvâr. Bizsiz sınıfın tadı tuzu oluyor mu? Sizin yetmediğiniz anlarda kalkan parmak var mı havaya? Peruklu öğrencilerinize gözünüz alıştı mı? Sarı peruklar mı yakışmış on beş yaş çehresine, siyahlar mı? Hocam mutmain mi yüreğiniz? Aman kurbanınız olalım aydın ve münevver öğrenciler yetiştiriniz! Bize benzemesin hiçbirisi. Çağ üstü, çağlar üstü bir Türkiye için harcayın enerjinizi. Giyindiğimi görünce: “Hayırdır nereye?” diye soruyor annem. Daha bir lokma bile bir şey yemeden. Sorma anne! Aklın fikrin yedirip içirmekte. Bebek miyim ben? Bebek olsaydım bunca yasak konur muydu önüme? Farz et ki tıka basa doyurdum karnımı. Hadi zorla beni, küçükken yaptığın gibi. Çok yemekten göbeğim şişmedi ama yüreğim patlamaya hazır bir bomba anne! İster misin şu balkondan atıvereyim kendimi. Ya da bir kutu vitamin, bilemedim dev tekerlekli bir kamyon. Ya da sen bul en az acı vereni… Annem: “Deli kız” diye karşılık veriyor öfkeli bakışlarıma. Amerika’daki dayımdan telefon bekliyor kaç zamandır. Ah bir arasa; “Büşra’yı gönderin ben burada bir okul ayarladım onu okutacağım”, dese. Büşra kurtulacak… Ya diğer binlerce Büşra? Vefasız Amerikalı bir dayıya bile sahip olamayan Büşracıklar… Basra Körfezi’ne konuşlanma sevdasındaki donanmadan haberin var mı anne? Amerika beni okutmanın değil, Irak’ın canına okumanın derdinde… Çekil yolumdan hava alacağım. Sana iyi kabul günleri… Telefon çalarsa boşuna telaşlanma! Babamdır en fazla. Altın damlam ne yapıyor diye soruyordur. Sakın sıkma çocuğu. Olur olmaz işlere yorma. Vıdı vıdı edip kafasını şişirme. Bir depresyon geçiriyor… Hiç olmayan sevgilimden ayrılmadım ama benimki de bir tür depresyon işte. Herkese benzememe depresyonu… Zulmü hazmedememe depresyonu, kainata küskünlük… Beğenemedin mi? On beş yaş hezeyanları diyelim öyleyse… Menstrasyon bunalımları… Uyar mı? Adını sen koy anne! Çekil ya… Çekil. “Benim güzel kızım!” diyerek saçlarıma uzanıyor. Okşayacak! Küçükken özene bezene taradığı sarı saçlarıma dokunurken gözleri dolacak. Evin içinde örtüp durma başını diyecek. Bak sana yeni bir toka aldım. Kübra’nınkinden daha güzel. Çeyizine yeni bir yazma oyalıyorum. Fiskos masanı iki gün oldu bitireli. Sehpa takımı zaten sandıkta… Damat da buldun mu bari. Kumral, uzun boylu olsun emi! En az iki fakülte bitirsin. Bana evde gitar-İngilizce öğretsin. Pul koleksiyonu artık demode… Üniversite anılarını anlatsın. Ama okumuş kızlarda hiç gözü olmasın. Onları şımarık ve ukala bulsun. Aile kızları gibisi var mı desin iki lafından birinde. (Okuyanlar aile kızı değil de ne sahi?) Ben de yarım kalan eğitimime ah edip gözyaşı dökmekten vazgeçeyim. Hatta böylesinin daha iyi olduğunu düşüneyim. Kocamın dizinin dibinde, senin dizinin dibinde oturduğum gibi oturup durayım. Eğer ille de okul hayatımdan söz etmek istersem resim dersinde yaptığım guaş boya tabloları anlatayım. Ve Allah’a dua edip durayım bana kız evlâdı verme diye… Öf anneee! İçim bayıldı. Nefesim daraldı yahu. Her gün okula giderken yalnız çıkmıyor muydum sokağa. Bu kaygılı duruşun öldürüyor beni. Hava alacağım diyorum hava. Korkma ciğerlerim çatlamaz açık havaya çıkınca. Şehrin sokakları beni özlemiştir. Nahif bir kız vardı hanidir çiğnemiyor bizi diye tasalanıyordur kaldırımlar. Köşe başındaki dilenci bile şaşırmıştır bu işe de düzenin ruhu duymamıştır. Ah ultrasonda teşhiş edilebilseydi bizim gibiler… Beni neden doğurdun anne dediğimi duymak istemezsin değil mi? Lütfen çekilir misin? Nihayet dış kapının koluna dokunabildim. Merdivenleri inerken bir hafiflik yayılıyor yüreğime. Annem ardımdan kapıyı kapar kapamaz telefona sarılmış olmalı. Kıza bir haller oldu diyecek. Sağ yanağına iki, sol yanağına üç damla yaş süzülecek. Aman bey göz kulak ol! Kızın bakışları hiç normal değildi. Nereye gittiğini de söylemedi. Gençtir, cahildir, üstelik depresyonda. Demedim mi bir doktora götürelim; iğne ilaç yazdıralım diye… Babam o sözünü bitirmeden telefonu kapatıp sokağa fırlayacak. Altın damlasına bir şey olursa yaşayamaz. Anneme kızmadan da edemeyecek. Elini kolunu bağlasaydın. Salmasaydın ya dışarı. Hiç sözünü geçiremedin zaten çocuklarına. Aklın fikrin ev işlerinde, kabul günlerinde be kadın! Şehrin havasını teneffüs etmeyeli on dokuz gün olmuş. On dokuz gün önce son kez gitmiştim okula. Hiç otobüse binmez, iki kilometreyi yürüyerek tüketirdim. Bacaklarım ağrımaz, göğsüm sıkışmazdı böyle. Şimdi her adımda biraz daha tükeniyorum. Yorgun yorgun çarpıyor yüreğim. Gözlerim yol boyunca sıralanmış iş yerlerine takılıyor. Giyim kuşam mağazaları, marketler, tekel bayiileri, tost-sandviç büfeleri, mobilyacılar, vs… Ne kadar sakin ve yerli yerindeler. Ne bekliyordum, benim derdimle dertlenip kepenk indireceklerini mi? Geçen ay ekonomik kriz nedeniyle bir günlük boykot uygulamışlardı ama o, mühim şeydi canım. Ben okula gidemezsem kıyamet kopmazdı. Fakat kasaya giren azalırsa nice olurdu esnafın hali… Vergilendirilmiş kazanç kutsaldı! Bankacısından tekelcisine, f***esinden travestisine kadar helal lokma peşindeydi herkes! Kim demiş tepkisiz milletiz diye… Nerede neye tepki koyacağımızı iyi biliriz biz! Niye okul yolundan başka bir caddeye sapmıyor ayaklarım. Okula gidip müdüre çıksam, “Hocam yarın raporum bitiyor sen bilirsin artık” desem… Ne renk peruk takayım diye soruyorsan, şöyle öğrenciye yakışan bir şey olsun diyecek kuşkusuz. Paris Kuaför’e okul bir yığın sipariş vermiş. Hangini alsam bana uyarmış. Peki formamın altına ne renk pabuç giymemi önerirsiniz? Kırmızı liseye yakışmazsa lacivert alayım. Forma boyu diz üstü mü olsun? Lafı mı olur anlatın, beni aydınlatın lütfen. Siz büyüğümsünüz, benden iyi düşünürsünüz!.. Evet evet 1785 Büşra’yım ben… Şu 9-A’nın haşin, asi çocuğu… Neden şaşırdınız… İkide bir ardıma bakıp duruyorum. Hayret babam yetişemedi hâlâ. Mecalim kalmadı. Kalbim göğüs kafesinden sökülür gibi çırpınıyor. Ters düştük birbirimize telaşı ondan. Korkma! Kes şu gümbürtüyü. Benim bedenime ait bir organsan rahat dursana yerinde. Vallahi söküp fırlatırım. Herkes üzerine basar haberin olsun… Ne aort kalır, ne koroner arter, ne de ventriküler basınç… Sen temiz kanı pompala hücrelere. Üzerine erzan olmayana da karışma… Hadi hadi kes şu lüzumsuz çırpınışları… Nerede kalmıştık hocam? Af buyurunuz. Elime dilime sahip olamıyorum da son günlerde. Dalaşıp duruyorum önüme gelenle. İnsan yüreğine bile söz geçiremezse anlayın artık gerisini. Siz barışık görünüyorsunuz maşallah. Hani yirmi gün önce bayrak merasiminde yaptığınız o konuşma var ya, pek celâllenmiştiniz; “Başörtüsü yassak!” derken… Ona yasak denmez mi hocam? İki ’s’ kullanınca daha mı etkili oluyor? Hani bıçak gibi kesip atmaksa maksadınız, yasssssak da diyebilirsiniz ama etimolojiye aykırı düşmez mi? Beşeri kurallar önemli hocam! Aman gözünüzü seveyim dilbilgisi de olsa basite almayınız. Sonra başınızı ağrıtırlar. Uçan sinekten bile nem kapan müfettişleri bilirsiniz… Hazır yeni koltuk da edinmişken kendinize… Sakın… sakın… Farz edin ki evet-hayır yarışmasındasınız. Ama neden başınızı emme basma tulumba gibi sallayıp duruyorsunuz ki? Salla başını al maaşını demek istemiyorsunuz biliyorum. Ah her şeyi şu yanlış anlamam yok mu? Kalbi temiz olduğu için kendini namazdan muaf tutanlara bir benzeyebilsem, her şeyi doğru anlayacağım. Yoo hocam kafa mı bulurum sizinle estağfurullah… Ne haddime, hangi cüretle… Öldün mü baba! Yetişsene, durdursana kızını! Hâlâ sen istediğin için başımı açmadığımı sanıyorsun değil mi? Şu gri eşarbı sen istiyorsun diye örttüğümü… Gör öyleyse… Yolda yakalayamazsan Anadolu İmam Hatip’in önüne gel. Korkma başka bir yere gidecek değilim. Bunca yıllık kızınım evden ve okuldan başka bir yerde gördün mü beni? Bundan sonra da görmeyeceksin inşallah… Büşra ne demekti baba? Müjde mi! Müjdenin acısı da olur mu? Şu an yığılıp kalsam caddenin ortasına, elimden tutacak bir Allah’ın kulu bulunur mu? Bulunmaz baba! Kaç asırdır yıkık döküğüm kimin umurunda… Eskiden okul mu varmış baba! Okuyup da işsiz gezen binlerce üniversiteli var bu memlekette… Başı açık olan ve okumaya ilgi duymayan binlerce genç kız da… Ama fatura neden hep bana kesiliyor anlayamıyorum! Bana bir müjde getir baba! Dayımdan olmasın! O boş genç kızlık hülyalarını sakın diline dolama! Bana bir müjde getir baba! Cümlenin başında kocaman bir itimat olsun… ‘Anadolu İmam Hatip Lisesi ‘ bu ibare neden böylesine bedbin görünüyor gözüme. Levhaların ruhu olur mu? Okul duvarları bile yas tutar mı içine alınmayan öğrencilere? Okul bahçesi köhnemiş bir cendereye dönüşmüş, mevcut neredeyse yarıya inmiş… Öğrenciler kuzu kuzu sıraya girmişler. Nöbetçi öğretmenler asil ve vakur dolanıyor sıralar arasında. Ne güzel! Huzuru bozan mihraklar al aşağı edilince okul okula benzemiş! Eğitim öğretim hızlanacak, muasır medeniyetin üzerine çıkacağız! Pabuç bırakmayacağız Orta Çağ zihniyetine. Çok şükür, çok şükür bugünü gösterene(!) Öğrencilerin sınıf sınıf okula alınacakları sırada güç bela duvarın üzerine tırmanmayı başarıyorum. Derin derin nefeslendikten sonra sağ elimi havaya kaldırıp bağırıyorum bütün gücümle: “Peruğuma örgü de öreyim mi Hocam! Ucuna kırmızı kurdele de takayım mı? Lütfen tavsiye buyurunuz!” Ellerim başımdaki örtüye kayıyor… Bir ananın yavrusunu okşaması gibi parmaklarım şefkâtle geziniyor başörtümde… Üzerime çevrilmiş yüzlerce göze inat koca memleketin sahibi benmişim gibi rahatım. Birden karışıyor okulun bahçesi. Sanki şehir büyük bir uğultuyla üzerime akıyor. Öfke mi, sevgi seli mi anlamak güç… Bir anda gözlerim kararıyor, sendeleyerek aşağı uçuyorum… Tam sert zemine çivi gibi çakılacağıma inanmışken çelik gibi güçlü iki kolun hapsindeyim… Babam! Gür sakalının çevrelediği mütebessim yüzünü yüzüme sürüyor ağlamaklı… “Kızım!” diyor… “Altın damlam… Ocağımın bereketi… Biliyordum özüne ihanet etmeyeceğini…” “Ah baba!” diye göğsüne gömülüyorum; “Ah babacığım! Lütfen bir daha şüphe bile etme! Etme!…”
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
14 Mart 2008, 11:49 | Mesaj No:39 |
Cvp: İbretlik yaşanmış bir hikaye daha -1- GERÇEK SINAV Tamda sınav arifesinde. Nasıl ki Yusuf gömleğini çıkarmadıysa, benim gömleğim de örtümdür. Tesettürümdür. Şimdi anladım. Ben bu kıssaya muhtaçmışım. Bu kıssa beni diriltti. İşimi kolaylaştırdı. Sararıp dökülmeye başlayan yapraklara, gökyüzündeki kara kara yağmur bulutlara, âdeta insanın yüreğine ürperti veren, tüm güzelliklerin üzerine çökmüş olan sisli havaya camdan bakarken, sevinçle hüznü bir arada yaşıyordu Zeynep. Onu tanıyan arkadaşları “Çağın Zeynep’i” lâkabını takmışlardı. Ortaokulu, liseyi dışarıdan vermiş, nihayet üniversite kapısına dayanmıştı. Bu arada lâkabına yakışır bir şekilde bir gazetenin köşesinde yazdığı Kur’an merkezli, vahyi esas alan, hikâyeyi araç olarak kullanıp kaleme aldığı yazılarından dolayı birçok kimse onu tanır, takdir ederdi. Çevresinde gördüğü aykırılıkları vahiy süzgecinden geçirip kaleme alır, insanların önüne, sıkılmayacakları bir tarzda koyardı. O insanları motive etmeye çalışırken, kendi hikâyesinin başlayacağından habersizdi. Ertesi gün sınavı vardı; ama o, sınavdan çok, sınava alınıp alınmayacağı endişesini taşıyordu. Devamlı dua ediyordu. Rabbine sığınıyor, O’ndan yardım bekliyordu. Tüm bu duygular benliğini kuşattığı bir anda acı acı çalan kapının zil sesiyle irkildi. Gelen en yakın arkadaşı, sırdaşı, aynı düşünceleri paylaştığı onun için canı–cananı Hatice’ydi. –Selâmünaleyküm. Zeynep’im nasılsın? –Aleykümselâm. Hamdolsun Hatice. Hoş geldin, buyur içeriye. Beraberce içeri girip karşılıklı oturur oturmaz, Zeynep hararetle atıldı söze; –Tam da ifadesi mümkün olmayan düşünceler içerisindeyken geldin, çok iyi oldu. Seni gördüğüme o kadar çok sevindim ki, anlatamam. Hatice Zeynep’in heyecanını, telâşını sezmişti. –Hayırdır. Sınav stresi erken başlamış olmalı. –Keşke öyle olsa. Bu sınav benim ve benim gibi düşünenler için gerçekten bir dönüm noktası olacak gibi. Hatice, arkadaşının endişesini anlamış, onu rahatlamak istercesine müşfik bir şekilde karşılık verdi: –Zeynep, endişelenmene gerek yok. Biz duruşumuzu muhafaza edelim yeter ki. Sana uğramamdaki sebep, hem seni görmek, hem de akşam okuduğum âyetlerin düşünce dünyamda estirdiği fırtınalar… Gece, okuduğum sûrenin etkisinden olacak bir türlü uyuyamadım. Belki de çoğu defa gözümüzün önünde olan, okuduğumuz bu âyetler zinciri beni âdeta tekrar diriltti. –Hatice arkadaşım sen ne diyorsun? Seni dirilten bu âyetler nedir, hangi sûre bu? –Zeynep’im, Yusuf sûresi. Yusuf Aleyhisselâm’ın kıssasını bilirsin. Yusuf Peygamber’le vezirin eşi Züleyha’nın arasında geçen söz ve eylem aşamalarını hatırlar mısın? Hani Yusuf oldukça yakışıklı bir gençti. Öyle ki, Züleyha’yı Yusuf’u beğenmesinden dolayı eleştiren ve bunun için de saraya davet edilerek karşılarına çıkan Yusuf’a bakan hanımlar, onu görünce parmaklarını kestiler. Bu, Yusuf’tan murad almak isteyen Züleyha. Niyetini Yusuf’a açtığında, neredeyse kaybedenlerden olacaktı, Rabbinin bürhanı sayesinde Yusuf teveccüh etmedi. Kaçmaya çalışan Yusuf’a, arkadan müdahale edip çekmeye çalışırken, Yusuf’un gömleğini arkadan yırtar Züleyha. Muradına eremeyen Züleyha, bu sefer de iftira atar Yusuf’a. Şahitler dinlenir ve karar çıkar: –Şayet Yusuf’un gömleği önden yırtılmışsa, suçlu olan Yusuf’tur. Yok, eğer arkadan yırtılmışsa, suçlu olan Züleyha’dır. Yusuf lehinde karar çıkar ve Züleyha suçlu bulunur. İşte Zeynep, kıssa kısaca bu şekilde gelişir. –Evet, Hatice kıssayı bu hâliyle biliyorum ben de. –Zeynep, bu âyetleri okuyunca bir an kendimi sahâbenin yerine koydum. Her ikimiz de aynı âyetlerle muhatabız. Onlar ve biz. Aynı menbaadan kana kana içmeye çalışan bizler. Neden aynı tavırları sergileyemiyoruz? Vahyin onlarda bıraktığı etki ile bizim üzerimizde bıraktığı etki neden aynı olmaz? Neden fark eder ki? –Hatice haklısın. Bu bizim en önemli hastalığımız. Belki de bizler yaşantımızda vahyi konuşturacak iken, vahyin karşısında konuşmuşuz. Durumumuzu, konumumuzu, her şeyimizi ifade etmek için, meşrulaştırmak adına vahye gitmişiz. Her şeyimizi ona onaylattırmışız. Yürüyen Kur’an olan bir Peygamber gerçeği ortada iken vahyi hayata taşıyamamışız. Hep birtakım endişeler kuşatmış bizleri. Ben’lik duygularımızı aşıp da “Biz” diyememişiz ki hiç. “Biz” demenin hazzını tadamamışız. –Evet, kardeşim katılıyorum tüm dediklerine. Ama bu Yusuf sûresi beni çok düşündürdü. Gömleğin yırtılmasındaki anlam nedir? Gömlek önden veya arkadan yırtılmış olsa, ne ifade eder ki? Derken sonra çözdüm. İşte o an sahâbîlerle aynı frekansı yakaladığımı hissettim. Her şey Yusuf ile Züleyha da saklı. Yusuf Züleyha’ya meyletmedi, yönelmedi. Yüzünü muvahhid olarak Rabbine çevirdi. Züleyha’dan kaçtı, ondan Rabbine hicret etti. Züleyha’nın muradından çok, Rabbinin muradına koştu. Acaba bugün vahyi yaşantıya hâkim kılma yönündeki engeller nelerdir? Bunlar bizim için birer Züleyha değil midir? Bize Allah ve Resûl’ünden daha sevgili gelen Züleyha’larımız nelerdir? İşte asıl gündem bu olmalı. Pratikteki Züleyha’larımızı tespit edip, bunlar karşısında Yusuf gibi bir duruş sergileyemediğimiz an kaybettiğimizin işaretidir. Bizler, bu kavgada, gömleği arkadan yırtılanlardan olmak durumundayız. Bu ise, devamlı önde olduğumuza işaret eder. Önde olan biziz, geride olanlar ise Züleyha’larımız. Arkaya dönmeden, bakmadan, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak kaydıyla yüzümüzü Rabbimize çevirmeliyiz. –Hatice, gerçekten ben bu âyetleri hiç böyle düşünmemiştim. Aman ya Rabbi! Tüylerim ürperdi. Çoğu zaman kıssa der geçeriz. Ama öyle mi kardeşim. Sen bugün bana Rabbimin bir lütfu oldun. Hatice, şimşekler çaktırdın düşünce dünyamda. Tam da sınav arifesinde. Nasıl ki Yusuf gömleğini çıkarmadıysa, benim gömleğim de örtümdür. Tesettürümdür. Şimdi anladım. Ben bu kıssaya muhtaçmışım. Bu kıssa beni diriltti. İşimi kolaylaştırdı. Tüm bunları ifade ederken Zeynep’in gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kabına sığmaz bir hâle bürünüyordu. Sanki bayramdı o an onun için. “Rabbin verecek ve sen de hoşnut olacaksın.” emri tezahür ediyordu. Hatice ile Zeynep’in sohbetleri ilerledikçe ilerledi. Nihayet ilerleyen saati dikkate alan Hatice; –Kardeşim, Zeynep’im. Artık kalkmalıyım. Ama duam şudur: “Rabbimiz! Züleyhalarımız karşısında bizleri gömleği arkadan yırtılanlardan eyle. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sensin bizim Mevlâ’mız. Bizim senden başka kimimiz, kimsemiz yok. Bizlere yardım eyle.” (Âmin) Rabbim yarınki imtihanında yâr ve yardımcın olsun. O sığınağın, O yaranın, O gören gözün, yazan kalemin olsun. Sen ve senin gibi çağın Zeynep’lerine… ZEYNEP İÇİN ŞİMDİ KIYAM ZAMANIDIR Her iki arkadaş birbirlerine şimdiye kadar hiç yaşamadıkları bir duygu seli ile sarılıp, kucaklaştılar, selâmlaşıp ayrıldılar. Zeynep, Hatice’nin sözlerini düşündü durdu. Derken hayli ilerleyen zamanı görünce namazını kılıp, derin düşünceler içerisindeyken uykuya dalıp gitti. Sabah erkenden sınava gireceği okulun yolunu tuttu. Yol boyunca hemen hemen nereye baksa sınava girecek insanların telâşlı hâlini, koşuşturmalarına şahit oldu. Otobüslerde, özel araçlarda, kaldırımlarda sınav yarışı daha şimdiden başlamıştı sanki. Nihayet öğrenciler sınav numaralarının son rakamına göre grup grup sınava girecekleri sınıflara alınmaya başlanmıştı ki, Zeynep’i başörtülü olmasından dolayı endişe sardı bir an. Ama o hazırlıklıydı. Problemsiz bir şekilde diğer öğrencilerle beraber o da sınava gireceği anfi şeklindeki oldukça büyük salona girdi. Salondaki diğer arkadaşlarıyla da bekleme sürecinde oldukça güzel sohbetler, diyaloglar geliştirdi. Salondaki diğer öğrenciler de onun başörtülü bir şekilde sınava girebilmiş olmasından memnun gibiydiler. Hem neden olmasınlardı ki? Hemen hemen birçoğumuzun annelerinin, bacılarının başları örtülü değil miydi? Bir bez parçasından rahatsızlık duymak, asıl yobazlık değil de neydi? Derken soru kitapçıkları dağıtılmaya başlandı. İşte tam o sırada sınav komisyonu başkanı ve beraberinde âdeta bodyguard gibi gezen birkaç kişiyle sınav salonuna geldi. Gözler sanki bir şey arıyordu. Değerli bir şeyini kaybetmenin verdiği endişeyle aranan yüz ifadesi vardı sanki. Derken Zeynep ile göz göze geldi. –Hanımefendi lütfen dışarı gelir misiniz? Bu şekilde sınava girmeniz mümkün değil. Bu ifade, Zeynep kadar sınava giren diğer arkadaşlarını da üzmüş, birkaç kişinin sözlü ifadeleri fayda vermemişti. “Çağın Zeynep’i” ismi ile müsemma olan bu genç kız, oturduğu sıradan ayağa/kıyama kalktı. Şimdi Züleyha’sını kurban etme zamanıydı. –İmtihan için geldiğim bu ortamdan, imtihanı kazandığıma inanarak çıkıyorum. Benim için Rabbimin imtihanı daha çetin, daha zor. Ben onu kazanayım da varsın bu imtihana girmeyeyim. Yusuf’un ifadesiyle: “…Rabbim zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden daha sevimlidir…” (Yusuf, 33) âyetini okudu. Zeynep yavaş yavaş oturduğu masasından çıkıp, gösterildiği gibi dışarıya doğru ilerlerken geride bıraktığı koskoca anfideki yüzlerce kardeşi ayağa kalkmış çağın Zeynep’ini desteklercesine alkış tutuyordu. Zeynep koşar adımlarla dışarı çıkarken, bahçede en yakın arkadaşı âdeta onun önünü beklemekteydi. En sevdiği arkadaşı Hatice’ydi bu. Aralarında birkaç metre kadar bir mesafe kalmıştı ki, bir an durakladı Zeynep. Elleriyle gözyaşlarını silip, hıçkırıklarını içerisine gömdü âdeta. Kendini toparladı. Yüzlerce öğrenci yakınının bulunduğu okul bahçesindeki sessizliği Zeynep’in feryadı bozdu; –Hatice, kardeşim! Haticem! Züleyha’ma arkamı döndüm. Gömleğim de arkamdan yırtıldı. Şahid ol kardeşim, şahid ol. İki kader arkadaşı kalabalığın alkışları arasında çevirdikleri bir taksiye atlayarak yoğun trafiğin arasında kaybolup gittiler…
__________________ Şu an yaptığınız hiçbirrr iş, Kılınmayı bekleyen vakit namazından daha önemli değildir!! | |
17 Ekim 2008, 03:11 | Mesaj No:40 |
Durumu: Medine No : 9 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: hani kıssalar vardır**hisse**almak adına Allah'ın mülkü geniştri, dedi. Ve Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılıp gitti. Ama köş de elden gitti. Allah yardımcısı olsun.. Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi |
Konuyu Toplam 65 Kişi okuyor. (0 Üye ve 65 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Medineweb Görsel ve Slayt arşivi( kaybolmaması adına toparlandı) | Medine-web | Medineweb.net Videolar | 5 | 04 Aralık 2024 04:42 |
Medineweb ''Adem Güneş'ten çocuk terbiyesi ile ilgili sözler'' arşivi | EyMeN&TaLhA | Çocuk Ve Gençlik Eğitimi | 112 | 21 Ocak 2022 20:18 |
Medineweb DİĞER paygamberler geniş arşivi | Medine-web | Peygamberler(a.s) | 1 | 12 Kasım 2018 15:29 |
medineweb islami imzalar arşivi | Medineweb | Resim/Karikatür | 5 | 29 Nisan 2016 17:42 |
MedineWeb Namaz Arşivi | paylaşımcı | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 10 | 04 Eylül 2008 21:58 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|