|
Konu Kimliği: Konu Sahibi wera,Açılış Tarihi: 13 Mayıs 2014 (02:45), Konuya Son Cevap : 13 Mayıs 2014 (03:03). Konuya 1 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
13 Mayıs 2014, 02:45 | Mesaj No:1 |
pegamber.s.a.v. aşığı hababbı civan pegamber.s.a.v. aşığı hababbı civan » RASULULLAH ÂŞIKLARINDAN HABBAB-I CİVAN Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve selem, devrinde bulunan padişahlara ve krallara ve kabile reislerine mektup yazıp Din-i İslama davet etmişti. Mesela: Rum padişahı Herakliyüs’e, İran Şahına, Mısır kralı Mukavkise, Yemen emirine, büyük küçük kabilelere name göndermişti. Tarih kitaplarında mufassalları beyan olunur. Bazıları bu mektup ve davete icabet etmişler, cevap vermişler. Bazıları ise Rasulullah sallallahu aleyh, vesellem efendimizin elçilerini katletmişlerdi. Bazısı da cevap vermeyip gelen mektubu bir tarafa bırakmışlar, hiç alâkadar olmamışlardı. Bazısı Efendimize karşı düşmanlığa başlamıştı. İcabet edenler bu davete karşı elçi göndermiş, İslamlığı öğrenmiş ve İslamı kabul buyurmuşlardı. Rum padişahı Herakliyüs, Mısır padişahı Mukavkis mektubu almışlar, cevap vermişler cevapla beraber Efendimize hediyeler göndermişlerdi. İran şahı Efendimizin elçisini katletmiş ve mektubu Peygamberî’yi yırtmış, Allah’ın gazabına uğramıştı. Kendisi elçiyi nasıl katlettirdiyse kendi öz evladı tarafından katlolunmuş mülkü de yakın bir zaman içinde mektup gibi parçalanmıştı. Bu arada Arap kabile reislerinden bir kabile reisi olan Habib namında bir emire mektup yazıp İslama davet etmişlerdi. Bu zalim adam da mektubu okumuş Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin elçisini bir haylice hırpaladıktan sonra kovmuş. Pür hiddet “Bu mektubu önümden kaldırın” deyince mektubu diğer evraklarla beraber sarayın hazinesine bir sandık içine koymuşlar. Hikmetillah mahfuz kalmıştı. Kabile reisinin yetişmiş, gayet güzel bir oğlu vardı. İsmi Habbâb idi. Bu yiğit günlerden bir gün bir evrak almak için babasının hazine odasına girer. Mezkûr sandığın içinde evrak ararken sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellemin mektubu Habbâb'ın eline geçer. Mektub-u Şerif nazarı dikkatini celb edip açar okur. Okur amma bütün vücudunu iman ateşi kaplar. Kalbine İslamiyetin nuru doğar. Bu nur bütün vücudunu sarar. Zira o mübarek mektupta: “La İlahe İllallah Muhammedün Rasulullah” yazılmıştı. Mektubun yüksekliği insanım diyen her kimseyi derhal kendine çekiyor, ona hak ve hakikati gösteriyor. Allah’tan başka ilah yok diyor, ibadete ve tanınmaya layık ancak O' dur diyordu. “Ey hükümdar! Kendini haş'a Allah’ım diye taptırma, birbirimize ilah diye tapmayalım.” İman edene dünya ve ahirette selamet yollarını gösteriyor. İman etmeyene dünya ve ahirette bulacağı cezayı hatırlatıyor. Zulüm edilmemesini, adl ile icrayı hükümet etmesini, bütün insanların Allah’ın kulu olduğunu, hiçbir milletin birbirinden faik (yüksek) olmadığını, Allah’tan korkanların Allah indinde kerim olduğunu bildiriyordu. İmzası, Allah'ın kulu ve Rasulü Muhammed idi. Habbâb, mektubu tekrar tekrar okudu. Mektubun sahibine kalbinde öyle bir muhabbet doğdu ki lîsan bu muhabbeti tarifte aciz kaldı. O günden sonra Habbâb'ı bir düşüncedir aldı. Yemez, içmez, uyumaz oldu. Bu mektubun sahibi Muhammed kimdi? Niçin mektubu yazıp onları dini İslama davet etmişti? Hem kendisi Allah'ın kulu ve Rasulü olduğunu yazıyor, onlardan bu daveti mukabilinde hiçbir karşılık istemiyordu. Onları necat'a, felaha, saadete çağırıyor, dünyada hacil, ahirette rezil olmaktan kurtarmağa delalet ediyor. Hakk’a kurbete, cemale vuslata davet ediyordu. Mektuptan babasına açacak oldu. Babası sözünü kesti: Evet, böyle bir mektup gelmişti. O mektubun sahibi bizim dinimizi ve putlarımızı yalanladı, Arap milleti içine tefrika salıp yeni bir din kurmak isteyen, İslam dininden gayri bütün dinleri batıl diye söyleyen, fukara ile zengini bir tutan, köle ile hür kimseyi müsavi gören bir sihirbazdır. Oğlum sakın ona aldanma! Zevk-ü sefana bak dedi. Fakat la ilahe illallah-ın nuru, Muhammed Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemin aşkı vucudunu kaplamış olan yiğit, babasının bu sözlerine teaccüp etti. İçinden: Yazık sana baba, seni necata çağıran bu Hak münadisine bu sözleri nasıl utanmadan söyleyip iftira ediyorsun dedi. Fakat Muhammed Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ismini okuduktan sonra mübarek cismine âşık olmuş, gece gündüz Hakk’a münacat edip: İlahi Yâ Rab, kalbimi biliyorsun. Rasulün yüzünü görmeden âşık oldum. Başımı sırası geldiği vakit de tereddütsüz vermeğe hazırım. Bir kere olsun O’nun cemalini bana göster. Öyle öleyim. Bana bundan sonra taht, saltanat gerekmez diye aşkı muhabbeti ile baş başa kalıp tenhalara kaçıyor, ağlıyor, ol Resulü müçtebanın adını dilinden düşürmüyor, gece gündüz Rabbine yalvarıyordu... Ey aşıkı sadık! Habbâb'ın aşkı günden güne ziyade oluyor. Rasulü Ekrem efendimiz sallallahu aleyhi vesellemi görmeğe, O’nunla buluşmağa, O’nun cemaline erişmeğe sabırsızlanıyordu. Fakat kolay değil. Maşuk hemen ele geçmez tahammül lazım, sabır lazım. Dikensiz gül olmaz. Gülü koparmak için mutlaka eline diken batması şart. İçinden gelen bir his, iştiyak, bu aşk kelime olarak lisanından dökülmeğe başlamıştı. Buraya Habbâb’ın Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme söylemiş olduğu sözleri Türkçe manzum olarak yazdık. Rasulullah Âşıklarından Habbab-ı Civan’ın Söyledikleri Sana canım kurban ola Muhammed. İki âlemde dermanım Muhammed. Seni görmezden evvel şevk-i aşkın Bana kâr etti sultanım Muhammed. Hayalin gönlüme nakş oldu, çıkmaz. Cemalin olsa seyranım Muhammed. Yakar aşkın odu bu cism-i canı Eriş dermana lokmanım Muhammed. Olursam senin için pare pare Feda olsun sana canım Muhammed. Visalin teşnesiyim, eylerim ah. İşitsen zar-ı giryanım Muhammed. Nolaydı, bir irişsem haki paye Geçirsem anda devranım Muhammed. Bu sözleri hem söylüyor, hem ağlıyor, hem de inliyordu. Gece uykusunu terk etmiş, ıyş-u işretten, mis ile sohbetten kesilmişti. İnsanlardan kaçıyor, daima tenhalarda dolaşıyordu. Anası bu hale vakıf olup meseleyi babasına açtı. Babası divanı toplayıp Habbâb'ı divana davet etti. Habbâb divana geldiğinde babası oğlunu kucaklayıp gözlerinden öptü. Halini sordu sual etti: Ne oldun oğlum? Nedir bu halin? Ben padişah babana söyle. Çaresini göreyim. Derdine derman olayım deyince. Habbâb Hazretleri: Babacığım, ben o mektubu okuduğum günden beri Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi veselleme âşık oldum. Batıl dininizi terkettim. Putlarınızdan yüz çevirdim. Ben şimdi Allah'ı buldum ve bildim. O’nun Rasulünün aşıkıyım. Belki bana kızacaksınız, beni hapsedeceksiniz, belki bana eza cefa edip öldüreceksiniz. Bunu biliyorum. Ölürüm bu yoldan vazgeçmem. O’nu göremezsem muhakkak ölürüm. Bilin bunu. Ben Müslüman oldum. Ahir zaman Nebisine iman getirdim diyerek kelime-i şehadet getirdi. Başparmağını kaldırarak: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Rasulullah dedi... Bu sözleri oğlundan dinleyen baba, pür gazab yerinden fırlayıp Habbâb'ı tutup yere vurdu. Tekme ile öldürmeğe kasd edip ayağının altında çiğniyor, “Bu sözlerinden dön, seni öldüreceğim” diye putlarına yemin ediyordu. Bütün vüzerası emire yalvararak Habbâb'ı onun elinden aldılar. Muhakkak bir ölümden kurtulmuştu. Vezirler emire dönüp: Ya emir, böyle bir civana kasd etmeyin. Biz ona nasihat eder, dinimize çeviririz dediler. O günden itibaren palûze tenli, ahu gözlü kızları Habbâb'ın yanına gönderip onu ıyş-u işrete teşvik ediyorlardı. Ona sözde nasihat edip: “Bilmediğin dine neden giriyorsun? Neden bizim dinimizi terk ediyorsun? Aklını başına alıp düşün. Peşin nimetleri bırakıp gelecek nimetlere inanıyorsun. Tahtını tacını terkedeceksin, onla kalsa iyi. Baban seni kendi eliyle öldürecek. Bunca saltanattan olacaksın. Bak güzel cariyeler senin için, taht, taç senin için” dediklerinde Habbâb: Bana küfürde sultan-emir olmaktansa, Muhammed'in dininde köle olmak daha iyidir diyor. Ne, güzel kızlara bakıyor, ne de bu sözlere kulak veriyordu. Ah Muhammed Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem. Ah Allahu Ahad, Rasulü Ahmed diye feryat ediyordu. Birkaç gün de böyle geçti. Günlerden bir gün babası Habbâb'ın yanına geldi. Yapılan nasihatlerin hiçbir faydası olmadığını görünce tekrar Habbâb'ı öldürmeğe kasd edip ayağının altına aldı. Durmadan vuruyor, kuruyası ayakları ile tekmeliyordu. Habbâb'ın ağzından, burnundan kanlar boşanıyor fakat ağzından bu mübarek kelimeden başka söz çıkmıyordu: La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah. Emir bıçağını çekti. Öldüreceği sırada yine vezirler araya girip: Ya emir, İşi bize bırak. Mademki nasihatle uslanmadı, onu biraz hapsederiz, korkuturuz, işkence yaparız belki dinimize döner. Hemen katletme diye emire rica ettiler. Habbâb'ın figanına dağlar dayanamaz iken zalim babanın taştan katı olan kalbinde hiçbir merhamet eseri görülmüyordu. “Ya emir, yapacağımız işkence ve hapis ile uslanmaz ise o vakit katlettirirsiniz” dediler. İşkence başladı. Evvela cellâtlara Habbâb'ı dövdürdüler, aç bıraktılar. Ekmeğin tuzunu ziyade edip kendisine su vermediler. Habbâb yapılan bu işkencelere rağmen dini İslam’dan dönmek değil bilakis aşkı ziyade oluyor, işkenceleri canına minnet ve devlet biliyor, O’nu görmedim ise O’nun için ölüyorum diye teselli oluyordu. Bir gün yine emir gelip oğluna nasihat ederek: Bak oğlum. Canına yazık ettin. Bizleri de felakete uğrattın. Ama acıyoruz. Bu nasihatim son, seni cellâda vereceğim. Gel dön. Benim yerime sen emir ol deyince Habbâb hazretleri: Ey baba, sen ne söylüyorsun? Ahireti dünyaya mı değişeyim? Ben tenekeye altını değişmem. Ben Allah'ın kuluyum. O ki bütün âlemlerin Rabb’idir. O’nun habibine aşığım. Kalbim O’nun aşkıyla dolmuştur. Değil ki böyle azap etmek, bundan bin defa da fazla şiddetle azap etseniz, cismimi parça parça dağıtsanız İslam dininden dönmem. Ne azabınız var ise yapın. İşte başım, sırtım, cismim karşınızdayım. Yapın, sizin azabınız bana tesir etmiyor. Aşk benim vücudumu sardı. Onun yoluna bu can-ü teni koydum. Aşk ateşi bana yoldaş oldu. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Hazretlerine uyan, O’nun yoluna can ve baş koyar. Ey baba! Kibrini kır. Milletinden utanma. Aklın var ise İslam’a gel. Sen beni kamçı ile küfre davet ediyorsun, ben seni tatlı sözlerimle Hakk’a davet ederim dedi. Babası baktı ki çare yok, kendi yoluna gelmeyecek, cellâtları çağırıp: Buna üç gün işkence ediniz, dördüncü gün katlediniz dedi. Ol Hazreti alıp bir kamçılı adam tayin ederek güneş altında su çektirdiler. Yorgunluğuna bakmayıp kamçı ile vuruyorlar “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'den dön. Putlarımıza tap” diyorlardı. Ağzından, burnundan ve başından akan kanlar üstünde kurur, ağzında da “La ilahe illallah” sözünden başka söz işitilmezdi. Suyu o çektiği halde ona bir yudum suyu çok görürlerdi. Artık ayaklarında derman, gözlerinde fer kalmamıştı. Üç gün üç gece böyle tamam oldu. İdama gideceği saatler yaklaştığı anda bekleyen nöbetçiyi öyle bir uyku bastırdı ki yüzünü yıkadı, etini çimdikledi, imkânı yok bir türlü uykusunu bozamıyordu. Zaten Habbâb'ı kalın zincirlerle bağlamışlar, eli ve ayağı kelepçeli idi. Ne ayağında kuvvet, ne de gözlerinde fer kalmıştı. Üstelik de üç gündür onu tuzlu ekmekten de men etmişlerdi. Nöbetçi uykuya daldı. Öyle bir uyku ki (!) Zavallı uyumayayım demişti ama Hak ona uyu demişti. Bunun farkında bile değildi. Habbâb durmadan kuyunun çıkrığını ağır ağır çeviriyor, bir taraftan Allah'a niyaz ediyordu: Ya Rab, sen Kadir-i Kayyum’sun. Şu halimi görüyorsun, derde derman eden sensin. Benim derdim sana malum Habibin Muhammed sallallahu aleyhi veselleme giden yolları bana aç. O’nun mübarek cemalini göster. Bu çektiğim eziyet, cefa benim din yolundaki iftiharımdır. O’nu bu dünya gözü ile görmeden ölürsem Mahşeri beklemek benim için azab olur. O’ndan bir dakika ayrılık bana yüzlerce yıl gibi geliyor. Ey hâlel müşkülat olan Allah;[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Senden diliyorum, beni O’nunla kavuştur diye derûni bir ah çekti. Allah'ı ve Rasulü sevene bu kadar işkence yapılıyor da, Allah niçin bu zalimlere bu kadar müsaade veriyor. Mazlumlarını mü'minlerini ve âşıklarını nasıl cefaya layık görüyor? Diyorsan cevabımız şudur: Biz gafillere gösteriyor, işte seven kişiler böyle olur. Ben biliyorum, ben görüyorum, siz de bilin ve görün diyor. Yine Hakk’a aşk davasında bulunan kimselere, Hakk’a olan aşklarının miktarını kendilerine bildiriyor. Allah'ın kulları imtihanı bunun içindir. BEYİT Eğer âşık isen yâre, Sakın aldanma ağyâre, Düşüp İbrahim gibi nâre, Bu gülşende yanar olmaz. Habbâb hazretleri öyle dua ederken, istediğini istediğine veren Allahu Teâlâ Cebrail aleyhisselama “Habbâb aşıkın çilesi tamam oldu. Git onun bendlerini sök. Benim ve Habibim için çektiği cefayı, habibime olan muhabbetini bütün aşk davasında olan kullarıma ibret olarak naklettireceğim. Mülakât zamanı geldi. Aşıkı maşukuna kavuştur” dedi. O anda Habbâb'ın bağları birdenbire boşaldı. Zincirleri toprak gibi dağılıyor, elinde ve ayağındaki bu bağlar kendi kendine sökülüyordu. “Allah” deyip yerinden fırladı. Gideceği yolu bilmiyordu. Sanki kuşlar gibi uçuyor, “Benim efendim, sevgili Peygamberim” diyor. Dili Allah'ı Tevhid ediyordu. Seksen konaklık yolu bir gecede almış, yer çekilmiş, aşkın burakına süvar olmuş, Medine-i Münevvereye dâhil olmuştu. O sönmeyecek nura doğru koşuyordu. Medine-i Münevvere'ye vasıl oldukta karşısına eshabı Rasulden Amr (radiyallahu anh) çıktı. Gördü ki karşısında bir civan ağlıyor. Ona yaklaştı, ağlamasının sebebini sordu. Derdini kendisine açmasını bildirdi. “Ey civan aç mısın? Susuz musun? Sana ekmek ve su vereyim. Evladım sende iman eseri görüyorum” dedi. Habbâb cevabında “Ben yemek içmek istemem. Kendime aşkı rızk ettim. Onları ben çoktan unuttum” dedi. Amr anladı ki bu çocuk aşıktır. “Oğlum aşkın kimedir? Söyle bana” dedi. Habbâb nerede olduğunu bilmediği için başına bir felaket gelir diye sırrını açmıyordu. Bunu anlayan Amr: Ben Müslümanım elhamdülillah dedi. Muhammed'in hakkı için sırrını bana söylersen sırrını kimseye ifşa etmem” deyince, Habbâb bu lütfu ilahi karşısında hemen kendinden geçti. Öte yandan Cebrail aleyhisselam Habibi Hûda Efendimize nazil olup: “Ya Rasulallah, Hakk’ın sana selamı var. Ashabın ile çıkıp sana âşık olan bir zat geldi onu istikbal edeceksin. Senin aşkınla zahirde harab, batında mamûr olmuştur. Dini islam yüzünden çok cefa gördü. Hak buyurdu ki: “Ben Habbâb'a Hazreti Eyüp aleyhisselamın sabrının ecrini ihsan ettim. Habibim onu karşılayıp ağuşuna alsın diye buyurdu. Habibimi sevdiği için ben de onu seviyorum haberini müjdeliyordu. Bu haberi alan Efendimiz, ashabı ile beraber Habbâb'a karşı varıp âşık ile maşuk kavuştular. Efendimiz Hâbbab'ı kucaklayıp bağrına bastı “Merhaba âşık-ı sadık oğlum” dedi. Habbâb Rasulü Ekrem efendimiz sallallahu aleyhi vesellem efendimizin ayağının tozuna yüzünü sürmek istedikçe “ey dinde zahmetler çeken Oğlum” diye ona iltifatlar ediyordu. Habbâb başından geçeni hikâye ettikte, Efendimiz ve ashab gözlerinden yaş yerine kan döküyorlardı. İşte âşıklar böyle saadete ererler. Aşkını isbat etti Hak Rasulüne dünyada kavuştu ve ahirette de beraber olacaktır. Kişi sevdiği ile beraberdir. Ey mü'min! Allah’ın emrine itaat, sünneti Rasulullaha ittiba eder isen senin de kalbinde Habibi Hüda’ya böyle muhabbet hâsıl olur. Dünya ve ahirette ayrılmazsın O’ndan. Senin için doğduğu vakit de, mi’racında, bütün ömrü boyunca Hakk’a münacât etti. Seni Hakk’tan diledi. Yarın ahiret gününde evladını kaybeden baba gibi seni mahşer yerinde arayıp bulacak, mahşerin şiddeti ve dehşetinden seni kurtarıp selametle cennete ulaştıracaktır. O’nu, her şeyden ziyade sev ki Hak seni sevsin. O’na tabi ol ki Hakk’ı sevdiğini isbat edesin. Çünki destur ile girdik gülşene Söyle ahlakından ey Şeyda yine Haste-i cana şifadır midhati Dü cihandan yegdir edna himmeti Saç dihanın şişesinden hoş güllab Nafe-i dilden yayılsın müşki nâb Sözleri her derde kanunu’ş-Şifa Kim tutarsa bula sıhhatle safa Ger muradınsa cihanda ihtida Gel bu gün ahlakına kıl iktida Zatı mahbubi Huda hulkı azıym Adı Mahmudu Muhammed hem Rahim Fahrile cûd sehadır hem işi Batıla etmezdi her giz cünbüşi Hayr işe la demedi Ol hande rû Bitirirdi kim gelirse yalvaru Sanusu hep hayr idi âdâsına Var kıyas et nice idi ahbabına Hoş gülünç yüzlüydü ğam tutmaz idi Kakıyup kimseye kaş çatmaz idi Ğamlular görse yüzün Ferhan idi Ağlayu gelen Ana, handan idi Kakımazdı kimseye dünya içun Gındırırdı daima ukba içun Sabr eder idi kendine olsa eza Ya sükût ile yahut hüsnü eda Karşılamazdı anı düşnâm ile Çağırırdı her birin hoş nâm ile Gelseler özrile sonra nadimiyn Hoş kabul eylerdi fil hal Ol Emiyn Hemmi dünya ile her giz yatmadı Ğammı ukba hiç dilinden gitmedi Lehvi lu’ba vermemiştir Ol rıza Etmemiştir tıfl iken Ol Murteza Söylemezdi her giz Ol zayi kelam Söyler idi ilmi hikmet vesselam Ger mizah etse ederdi şer’ıle[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hatırına, ta ki vahşet gelmeye Günler olurdu ki yemezdi taam Yer ve gök miftahı elde iken tamam Arpa ununu eletmezdi O Şâh Hoş mübarektir deyu yerdi O Mâh Her taamın yermez idi yer idi Kul olana bu da çoktur der idi Tez yürürdü davet etse bir geda Şah iken kevneyne Ol Nûri Hüdâ Yer idi her ne getirse ol fakir Anı överdi nefisü ger hakir Eyler idi anda çok hamdu sena Bize de ver bu hisalı Rabbena Hastaya sorup ederdi taziye Uluya hürmet küçüğe merhamet Hükm içinde bir idi has ile âm Gösterirdi anda adlile kıyam Kimseye etmezdi hiç meylile zur Ger ana gelse Süleyman ile mur Meskenet ehline hoş ğam har idi Daima fakr ehline hem var idi Giyer idi hem tevazu ile aba Der idi ehli abaya merhaba Daima isar idi karı Anın Vakf idi fakr ehline varı Anın Vermedi dinar dirhem ona hem Tez giderdi destine gelse neam Sadrı paki ğıllı ğıştan pâk idi Seyrinin kem payesi eflâk idi Kendüye kemlik eden küstahına Özr ederdi yalvarup Mevlâsına Der idi ey yâ Rabbi daneyi afuv Etmez idi bunu ger bilseydi ol Nefs içun koymadı taş üzre taş Hizmetinde kor idi taş üzre baş Sığar idi her yetimin başını Döner lutf ile silerdi yaşını Menbaul edep idi Ol Hayru’n-nas Ululanmazdı hem giyerdi palas Şâh iken kevneyne giymezdi harir Kaçmasın Benden deyu her bir fakir Gönlü engin idi kendi âlişan Verir idi gabe gavseynden nişan Gitmez idi hiç vüdusuzbir yere[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Yatmaz idi hem vüdusuz bestere[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Az uyurdu gece Ol mimarı din Seyyima vakti seherde Ol Emin Gönlü Mevlasında dilde Rabbena Gâh dua eder Hakk’a gâh sena Gel nazar kıl bu hisala sen dahi Bizde var mıdır? Birisi ey ahi Çünki öykünmeyesin ol hane sen Nicesi ümmet olursun Ana sen Çün Ol pür nur olup geldi âleme O’nun vasfı ne dile sığar nede kaleme [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ey bütün müşkülleri halleden Allah [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Latife yaptığı zaman şer’ı şerife uygun yani, dini Mubinimizin edabına uygun idi [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Abdestsiz bir yere gitmez idi [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Abdestsiz yatağa yatmaz idi alıntı Hacı Mustafa GÜNEŞ Efendi ninİzharu'l-Fedaili Nebiyyina Muhammedin Sallallahu Teala aleyhi Vesellem kitabından alıntıdır | |
Konu Sahibi wera 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
AÖF-İlahiyat Arapça 2- 2011 Ara Sınav ÇÖZÜMLÜ... | Arapça2 | nurşen35 | 3 | 3736 | 14 Mayıs 2014 15:41 |
Arapça 2 Ulumulislam ders videoları | Arapça2 | nurşen35 | 11 | 8460 | 14 Mayıs 2014 15:38 |
aöf arapça4 2011 final soruları videolu çözümü | Arapça 4 | wera | 0 | 4490 | 14 Mayıs 2014 15:30 |
pegamber.s.a.v. aşığı hababbı civan | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | wera | 1 | 3944 | 13 Mayıs 2014 02:45 |
13 Mayıs 2014, 03:03 | Mesaj No:2 |
Cevap: pegamber.s.a.v. aşığı hababbı civan BAHRU'L-VEFA » HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 22 22. Sohbet: VERA’ Hacı Mustafa Güneş Efendi Hazretlerinin Sohbeti: Hazreti Peygamberimiz Sallallahu Teâlâ aleyhi Vesellem Hazretleri bir Hadisi Şerifinde buyuruyor ki; إِنْتَهَى الْإِيمَانُ إِلَى الْوَرَعِ “imanın en yükseği vera' buyuruyor. İman da ancak vera'da hitam bulur”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] diyor. İmanın en yükseği vera', imanda ancak vera’da hıtam bulur, demek ki iman derece derece İmanın en yükseği vera', imanda ancak vera’da hıtam bulur dediğine karşı vera'da şüphelilerden sakıncalı olmak. Her kimin imanı kuvvet bulmuşsa, gün be gün terakki ediyor. Manen Cenâb-ı Hakk'a gurbiyet hâsıl ediyor, yakîni kuvvetleşiyor, imanı kuvvetleşiyorsa imanında ona göre mahsulleri zuhur eder. Edebi artar, hayâsı artar, korkusu artar, şüphelilerden sakıncalı olması artar, bilki imanı kuvvet buluyor, kemal bulmakta. Yakîni kuvvet bulmakta. Buna karşı şüpheliler deyince kendi gücümüzün yettikleri var. Hiç olmazsa evimizin içinde gücümüzün yettiklerinden Cenâb-ı Hak mesul olacak hallarımızın cümlesinden muhafaza buyursun. Bir mesuliyet var ki; emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker ayeti. Her ehl-i iman buna borçlu. Her ehl-i imana vazife düşüyor bu ayete karşı. Bu gün devlet amirlerinden tut, bir ev reisine kadar herkes bu ayete karşı borçlu. Emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker. Emr-i bi'l-maruf; Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerinin emirleri; onu bildiğin kadar ihlaslı icraya çalışmak ve çevreye yaymak, aktarmak. Nehy-i ani'l-münker; Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretlerinin nehy ettiklerinden şüphelilerden kendin sakıncalı olduğun kadar mümkün mertebe çevreye ve bütün İslam kardeşlerine elinden geldiği kadar aktarmaya herkes borçlu. Devlet amirleri bu emri güç kuvvetleri var, selahiyetleri var, elleri ile icra etmeye yapabilirler. Devlet amirlerinden beri gelince hazreti Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinin وَرَثَةُ الْأَنْبِيٰٓاءِ Dinin mirasçıları Peygamber efendimizin mirasçıları hakiki kemal sahibi âlim ulemalarda bu emri, dilleri ile ümmet-i Muhammed’e yaymaya borçlu. Yaymazsa mesul. Daha bundan beri gelince de, ne devdette bir güç kuvveti var, ne de ilmi var, fakat imanlı; bu da böyle fuhşiyat işi, Allahu Teâlâ hazretlerinin nehy ettiği işler zuhur ettiğinde buna kat'iyen bir içinde üzüntü, bir sıkıntı gelmezse onun imanından korkulur diyor. Hiç olmazsa kalbinde bir sıkıntı, buğzu olması lazım. Giyim Usul ve Edebleri Buna karşı tekrar şüphelilere gelince evimizde gücümüzün yettiği bugün giydiğimiz elbiseler var, sağ Rahmani, sol şeytani diyor hadis-i şerifte. Nasıl ki namaz kılarken sağ bileğimiz sol bileğimizin üzerine geliyor. Dünya âleminden ölüp cenazemiz kefene sarılırken kefenler yine sağ solun üstüne biniyor. Elbiselerimiz de aynen bunun gibi olması lazım. Giydiğimiz mintanlar gerekse ceket, pantolon mümkün mertebe sağ solun üstüne binmesi lazım. Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri sonra erkek ve kadınların giyim elbiselerinden hadis-i şerifleri var, mümkünse beyaz makbul. Nasıl ki son dünya âleminden ahret âlemine mezar iskelesine yolcu olacağımız zaman beyaz kefene sarıldığımız gibi beyaz makbul oluyor hali hayattada. Tüm beyaz olmazsa hiç olmazsa alttaki gömlek ve diz donları beyaz olma imkânı olsa o da olabilir. Bunların sünnet olan usulleri; ayağa giyilen elbiseler gerekse kadın gerekse erkek aşağısı dar, yukarısı bol olması lazım; aşağı ayak paça tarafları dar, yukarısı bol. Üste giyilen kadınların fistanları, erkeklerin giydikleri kaputlar; kaputlar mümkünse yirik (yırtmaç) olmaması makbul arkadan düz. Diz kapağı ile topuk arası ikisinin ortası, diz kapağı ile topuğun ikisinin ortası normal makbul olan. Daha bundan kısası da makbul değil bundan aşağı çok topuğa kadar böyle giyip sürütenleride nehy ediyor, o da mekruh diyor Peygamberimiz. Çok uzun olup böyle sürünmesini de nehy ediyor. Lehve’l-Hadis Ayeti ve Televizyon Bugün evimizin içine sokulanlar var bid’at yönünde. Bid’at-ı haseneler var, bid’at-ı seyyieler var. Bid'at-ı hasene; dinimize zarar vermeyenler. Mesela sonradan icad olanlar kaşık, minareler, hoporlörler, teypler buna benzeyenler bid'atlar var. Bunların dine zarar vermeyip dine yardımı menfaatı dokunanların zararı yoktur diyor hadis-i şerifte. Fakat dine yakışmayan, zarar verenleri bid'at-ı seyyie, imamlarımız öyle buyurmuşlar bidat-ı seyyie. Bir ayet-i kerime var, وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَر۪ي لَهْوَ الْحَد۪يثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ بِغَيْرِ عِلْمٍۙ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًاۜ “lütf-u ilahiyenin hukukundan gafil bazı insanlar, cehaletleri sebebiyle Allah zikrinden gaflete düşürücü, rıza yolundan alıkoyucu, oyun eğlence işlerine dalarlar, onları satın alırlar”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Lehve'l-Hadis; oyun manasına. Bir toplumda gerekse cemaat az, gerekse çok; o toplumun içinde o cemaatin kalbini, zamanını Allah'tan gafil etmeye, beyhude yere akıtmaya sebep olan eline çalgı aleti alıpta çalsa veyahutta kalksa oynasa cemaatin kalbini Allah'tan gafil etmeye sebep olsa o kimse ve o cemaat cehennem azabına layık oluyor. Ayet-i kerimenin mealinde. Ayağa kalkıp oynamasa, çalgı olmasa, bir toplumun içinde kendisi yalan gerçek olup o cemeati güldürüp kalbini Hakk'tan gafil etmeye sebep olaraktan hortalık, gevezelik, maskaralık yapsa yine aynen bu ayet içine alıyor. Hakk'tan kalbleri gafil etmeye sebep olduğu için. Onun içine televizyonda giriyor. Televizyonun yalnız iyi tarafı dünyadan, kendi devletimizden, hali hayatta yaşadığımız zamanlardan haberdar olmak için ajans, radyo dinlemek tarafı iyi. Fakat bunun dışında gençlerimizi hayâ, edeplerini bugün gevşetici, yırtıcı hareketler zuhur ediyor. O filimler olmasa. Onunda zaptına kadir olma zor. Bir evin ev reisi zaptına kadir olsa; kendi işe gidince evdeki kadın, çoluk, çocuk, gençlerin elinde kalıyor. İstediği şekilde kullanıyorlar. Bunada mümkün mertebe bu yönlere gelince kapatmak lazım. Ajans, havadis taraflarını dinlemeli bunun dışındaki olan beyhude yere hem hayâ, edebini gevşetip yırtıcı, hemde kalbini Allah'tan gafil etmeye, zamanını beyhude geçirmeye, zamanlarına meydan vermemeli elden geldiği kadar. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri işte böyle buyuruyor ayet-i kerimede; Lehve'l-Hadis denilen ayet, çok işleri içine alıyor. Baş taraftaki konuştuğumuz; iman ancak vera'da hitam bulur. İmanın en yükseği vera' dediğine karşı, pirimiz şeyh Abdülkadir Geylani kaddese sırrahu hazretleride vera'yı bize şöyle tavsiye buyuruyor. Her Kadın ve Erkekte Olması Gereken On Haslet Bir ehl-i iman olan gerek kadın gerekse erkek, on ahlak, on hasleti kendi nefsinin üzerine aynı farz kılmayınca farz gibi kılmayınca vera' sahibi olamaz diyor. Birinci diyor dilini, lisanını gıybetten, malayaniden; dünyasına ahretine yaramayan fuzuli kelamlardan dilini tutması lazım. İkinci; göz haram olan, mahrem olan yerlere gelince gözünü bakmayıp kapatması lazım diyor. Üçüncüsü; kibirden sakınması lazım; büyüklenmekten, gururdan sakınması lazım diyor. Dördüncüsü; ucubtan sakınması lazım ki; ilmini, amelini, keşfini, kerametine buna dayancı ve iftihara düşmekten sakınmak lazım. Beşinci; su-i zandan sakınması lazım. Su-i zandan kurtulmayınca vera' sahibi olamaz. Su-i zanda, İslam din kardaşların gerekse ıhvan kardaşlarıyın içinde bir hal, tamamen gözün ile görmeyince, kulağınlada duymayınca onun özeti sana vakıf olmayınca su-i zanda; yani kötü zanda durmak. Nehyediyor. Kötü zanda durmayın. Su-i zandan kurtulmayınca o kimse vera' sahibi olamaz diyor. Çünkü bu işin hakikatine geçmedin, görmedin, duymadın. Dedikoduyla ve kendin tahmin üzere içtihadın üzerine kötü zanda bulunmaktan Cenâb-ı Hak bizi nehyediyor. Altıncısı; sözünde dürüst, sadık olmayınca. Yedincisi; ahdinde vefa etmeyince. Sekizinci; halkı küçük, hor görüp onları istihza, alay, maskaralık yapmaktan vazgeçmeyince. Dokuzuncu; maddiyatını Allah'ın nehyettiği yerlerden sakınıp Allah'ın razı olduğu yerlere sarf etmek. Maddiyat deyince dünya malıda giriyor, bize Cenâb-ı Hakk'ın verdiği vücut nimetide giriyor. Vücutta ki olan azaları, kelamları, dili, gözü, kulağı, eli, ayağı, kalbi Allah'ın nehyettiği yerlere gelince sıkı tutmak, kapatmak lazım ve Allah'ın razı olacağı ibadet yerlerine gelince oraya sarfetmek. Maddiyatta bunun gibi Allah'ın verdiği dünya nimet mallarını haram olan yerlere gelince kapatmak ve helal olan yerlere gelince esirgemeden cömertlik yapmak. Onuncu; namazını kılarken farz olan gerekse nafile olan namazları huzur-u kalb ile huşu ve edep erkânı ile vaktinde riayet etmek. Birde ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebinin inanç, itikadını bulup ona sahip olup onun haricine çıkmamak. Sonuna kadar ehl-i sünnet ve'l-cemaat mezhebinin inancı ve itikadından ayrılmamak. Ehl-i sünnet deyince ehl-i sünnet; Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem bütün sünnet onundur. Ve'l-cemaat dediği kendinden sonra dört tane halifesi; halife-i raşidin dört halife-i raşidinler ve onların tabiinleri. Bunların inancı, itikadı ne itikattaysa onu iyi anlayıp, ona yapışıp, onun haricine çıkmamak suretiyle bu sayılan işte on hasletler her kimsede mevcutsa o kimse diyor vera' sahibi. Bunlar yoksa vera' noksan, vera' noksansa imanda noksan. Çünkü iman kuvvet buldukça vera'sı kuvvet bulur. Vera' kuvvet buldukça iman kuvvet bulur. İman ve vera'sı kuvvet bulan kimseninde mahsulleride değişilir. Meyvası, özü, sözü, düşüncesi, zikri, fikri bu mahsul meyvaları da değişmeye başlar. Cenâb-ı Hak cümlemizin iman ve itikadlarımızı kuvvetleştirip şüphelilerden sakıncalı olmayı cümlemize nasip müyesser etsin. Su-i Zan Su-i zan dedi. Su-i zan çok yerde var. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri buyuruyor ki bir ayet-i kerimede: يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ “Ey Allah'a iman ettim, inandım diyen kimseler, siz Allah'a iman edip inandınızsa; imanlısınız madem, ameliniz var iman ile beraber ibadetiniz var. Çok şeylerden sizin sakınmanız lazım buyuruyor. Siz birbirinize bir şeyin hakikatine vakıf olmadankötü zanda bulunmayın diyor nehyediyor; su-i zanda bulunmayın. وَلَا تَجَسَّسُوا Birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizi kişiflemeyin, ayıplarınızı araştırmayın. وَلَا يَغْتَبْ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ Birbirinizin arkasından gıybetini de yapıp çekiştirmeyin. İstermisiniz siz ölmüş olan bir kardaşınızın etini yemekten iğrenmez misiniz? Allah’tan korkun muhahakkakki Allah tevbeleri kabul eden rahim’dir”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]buyuruyor. İşte birbirinizin arkasından gıybetine geçip çekiştirmek daha bundan kötü daha bundan iğrenecek bir hal yoktur diye buyuruyor. Allah bundan da ümmet-i Muhammed’i cümlemizi muhafaza buyursun Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri. Burda nefis, şeytan bunların hepsi bütün ehl-i imana son nefesimize kadar büyük bir düşman. Önce Edep Sonra İlim Hazreti Ömer radıyallahu Teâlâ anhu hazretleri buyuruyor ki; تَأَدَّبُوا ثُمَّ تَعَلَّمُوا “Bizce bir kimse diyor eğer ilim öğrenecekse ilimden önce edeb öğrenip nefsinin terbiyesine hâkim olsun ondan sonra ilme çalışsın”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] buyuruyor. Yine Abdullah ibni Mübarek rahımehullah buyuruyor ki; إِذَا وُصِفَ ل۪ي رَجُلٍ لَهُ عَلَّمَ الْأَوَّل۪ينَ وَالْآخِر۪ينَ لَا أَتَأَسَّفُ عَلٰى فَوْتٍ لِقٰٓائِه۪ وَإِذَا سَمِعْتُ رَجُلًا لَهُ أَدَّبُ النَّفْسَ أَتَمَنَّى لِقٰٓائِه۪ وَأَتَأَسَّفُ عَلٰى فَوْتٍ “Bir beldede bir memlekette bir adam âlim methetseler evvelin ve ahirinin bütün ilmini tahsil etmiş deseler,methetseler o âlimi diyor görmek istemem göremediğime de müteessir olmam. Ama diyor bir beldede bir memlekette bir adam âlim methetseler ki kendi nefsinin terbiyesine hâkim olmuş deseler o zatı görmek isterim göremediğime çok müteessir olurum.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Burda demek ki nefsini tanımak, şeytanı tanımak Cenâb-ı Hakk'ı tanımak en büyük vazifeler oluyor. مَنْ عَرَفَ نَفْسَهُ فَقَدْ عَرَفَ رَبَّهُ “Her kim kendi nefsini tanıdı, nefsini bildi; nefsinin nasıl bir karakterde nasıl bir ahlak huya sahip olduğunu anladı onun kadar Rabbini anlar”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] diyor. Nefsini tanımıyorsa, bilmiyorsa, nefsinin huyunu ahlak sıfatlarını fark etmiyorsa Rabbinide o kimse farkedip tanımaz diyor. Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz sallallahu Teâlâ aleyhi vesellem hazretleri buyuruyor ki; جَاهِدُوا اَنْفُسَكُمْ بِالْجُوعِ وَالْعَطْشِ فَاِنَّ الْاَجْرِ ف۪ي ذَالِكَ كَاَجْرِ الْمُجَاهِدِ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ “her kim nefsini tanıyıp nefsi ile mücadele yapar; nefsi ile şeytanı ile çatışmaya girişir mücadeleye girişirse o kimse bununla beraber mümkün mertebe yeme ve içmelerinde biraz kısaltırsa çünkü nefis, çok yiyip boyun, boğaz çok fazla haddinden fazla şiştimiydi sahibine itaat etmez, sahibinin gücü yetmez. Allah'a iman ile beraber Allah'ın nazargahı olan kalbini zahirini batınını şeytandan ve nefsin havai arzu yönlerinden muhafaza etmek için mücadeleye girişirse birazda yemek içmelerinde az yiyip az içmeye devam ederse bu kimse aynen diyor din yolunda harb eden gazilerin ecrini sevabını alırlar.”[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Eğer nefsi ile şeytanı ile hakikaten bu cihad mücadele harbinde ölürse o kimse şehid olur diyor. Ölmez, mücadelesinde azminde devamlı sabit durursa gaziü'l ekber olur diyor. Yani büyük gazi olur diyor. Burda kardaşım ne lazım geliyor? Bu kadar büyük düşman bizim kendi içimizde her şahısta mevcut iken, kıldığımız namaza karışıyor, ibadetlerimize karışıyor, zikrimize, fikrimize karışıyor. Böyle olan büyük düşman karşısında devamlı harp, mücadele içinde uğraşan kimse, kendi bu kadar büyük vazifeleri bırakırda sairin aleyhinde uğraşabilir mi? Sair, İslam, ıhvan aleyhinde uğraşan kimse, dedikoduyu bırakmayıp bu zanaatı terk etmeyen kimse demek ki kendi nefsi ile şeytanı ile çatışmaktan vazgeçmiş. Allah muhafaza etsin, Cenâb-ı Hak cümlemize Muin olsun. Mümkün mertebe su-i zandan da sakınmalı, gıybetten sakınmalı. Olduğumuz yerde baktık ki gıybet yapılıyor, gücü yeterse o gıybeti durdurması lazım. Gücü yetmiyorsa ordan kalkıp gitmesi lazım. Kendiside aynı müşterek olur yoksa o günaha. Bu da çok oluyor. En fazla zamanımızı, ömrümüzü alan, malayani, gıybet, fuzuli kelamlar, birde tul-i emel, buraya çok gidiyor. Malayani; dünyaya ahrete yaramayan bir kelamlar, fuzuli. Tul-i emel; luzumsuz bir fikir, dili sükût duruyor da kalbi tul-i emel üzerinde devrediyor. Tul-i emel; bundan sonra ki veyahutta bundan evvel geçmiş, veyahutta gelecek, daha senelerden sonra, on sene, yirmi sene, otuz sene aşağı yukarı bu gelecek işleri kafasında aktarır, dönderir yatağın içinde, giderken fuzuli tul-i emel. Çünkü o seneye değilde ikinci nefese ulaşacağın garanti değil. Hali hazırda bulunan nefese, bulunan zamanına, bulunan sıhhatine Allah ihlaslı sahip olanlardan etsin. Onun için derler ki; dünyada kendi hayatını üç gün hesap etmesi gerekir; ömür, hayatını, zamanını üç gün bir sermaye bilmesi lazım. Üç günün birisini harcettin, harcadın gitti, geri gelmenin imkânı kalmadı. İkinci günün içindesin, üçüncü güne ulaşacağın garanti, sağlam değil, bulunduğun güne pür dikkatli ol bulunduğun güne. Daha tekrar, üç saat bilmesi lazım kendi zaman ömrünü, hayatını üç saat bedel karşısında bilmesi lazım gelir. Birinci saatı harcadın gitti tekrar geri gelme imkânı yoktur. İkinci saatin içine girdik, giden saat geri gelemez, üçüncü saate ulaşacağın belli değil, bulunduğun saatın kıymetini bilmeli. Buna karşı devamlı olarak ancak nefsi yenmek, nefis ile mücadele yapmak; gıdasını biraz az vermek, suyunu ve yemeğini az vermek, haddinden fazla kendine asi gelecek kadar güçlendirmemek. İkinci bununla beraber devamlı olaraktan kendini huzur-u Allah'ta olduğunu tasdike geçerekten kalbi daima huzura toparlayarak ve mezar iskelesini nefsinin karşısından gidermemek sureti ile mezar; dünya âlemi ile mahşerin ortasında bir iskeledir. Bir sevkiyat iskelesi gibi mezar iskelesini, mezar çukurunu aynen kendini mezar halkından bilmesi lazım gelir ki nefsini daima öğütleyip onunla korkutup, korku kamçısı ile zikrullaha, ibadete sevk etmek, korku kamçısı ile. Yoksa kendiliğinden ibadete özenmez. Devamlı ölümü unutmayaraktan, kalb sağa sola kaydığı anda devamlı huzur-u Allah'a toparlayaraktan ve bağlı olduğu Allah için Allah'ın Rasulüne, pirine, şeyhına teveccüh rabıtalarını kısaltmayaraktan kelime-i tevhide de devam edebilirse her yerde; iş başında, yolda, yolakta devamlı kalb, huzur-u Allah'ta tutaraktan gücünün yettiği kadar kalbi ile dilini kelime-i tevhid memesini kalbin ağzına verirse kalbi biraz nurlanmış olur. Sen kelime-i tevhid memesini kalbin ağzına vermezsen nefis ile şeytan zaten fırsat bekliyor. Onlar, kalbe çeşitli meme verirler. Şu zamanımızda gençlerimiz yetişiyor Allah ayıktırsın. Daha yeni yetişmeden sigarayı öyle bir somuruyor ki öyle birde emzik gibi ağzına almış birde forsla içine çekiyor bütün dumanını, içini dışını dumana veriyor. Şoförlerimizin bir kısmı makineye biniyor kelime-i tevhid memesini bırakıyor, zikir memesini bırakıyor, şeytanın ihdas ettiği sigara memesini ağzına alıyor, hem dumanını kalbine, içine somuruyor, hem de bununla meşgul oluyor. Ne zaman ölümü çok yakın bilerekten, her ne kadar ya Rabbi ben seni göremiyorsam sen beni göreduruyorsun, ben senin huzurundayım diye edebini muhafaza ederekten, Allah korkusu yüreğinden çıkmayaraktan, şüphelilerden sakıncalı olaraktan, nefsinin karşısından da mezar iskelesini ve mezar çukurunu gidermeyerekten, devamlı bağlı olduğu dergâhına, tarikatına teveccüh ve rabıtalarıda bağlı olursa mümkün mertebe dil ile kalbi birleştirerek zikrullaha devam ederse bu adamın kalbi nurlanmaya başlar inşaallahu Teâlâ. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Süneni Darakutni, Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya C.9 S.249 (Beyrut) Abdullah Bin Musa El Beyhaki Kitabu’z-Zühdü-l-Kebir C: 2 S:311/ 826 (Beyrut), Deylemi El Firdevsü bi Me’suru-l-Hıtab C:1 S:417/1691 (Beyrut) [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Lokman suresi 31/6 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Hucurat Suresi 49/12 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ğunyetü’t-Talibin, c.1.s.83 (Beyrut). [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ğunyetü’t-Talibin, c.1.s.83 (Beyrut). [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya c.10.s.208 (Beyrut). Piri tarikat Abdulkadir Geylâni, Sırru’l-Esrar ve Mazharu’l-Envar s.14 (Mısır). Tefsirü’l-Beğavi Mealimü’t-Tenzil c.1.s.153. Mustafa bin Abdullah er-Rumi, Keşfu’z-Zunun c.2.s.1362. Münavi, Feyzü’l Kadir c.1.s. 225 (Mısır). Münavi, Kunuzu’d-Dakâik s.11 Deylemi’den. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Müzekki’n-Nüfus s.182 (Osmanlıca baskı). İhya-i Ulumi’d-Din c.3.s.78 (Kahire). alıntı HACI MUSTAFA GÜNEŞ EFENDİ HAZRETLERİNİN SOHBETLERİ 22 | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Aşığı ağlatma intizar olur, onun ahı hemen duyulur…/Mustafa Cilasun | Mustafa CİLASUN | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 14 Eylül 2013 19:53 |
pegamber şiiri GÜL-Ü MUHAMMEDİ | sessiz23 | Hz.Muhammed(s.a.v) | 1 | 16 Ekim 2008 09:35 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|