|
Konu Kimliği: Konu Sahibi seydanur,Açılış Tarihi: 09 Kasım 2008 (19:46), Konuya Son Cevap : 09 Kasım 2008 (19:46). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
09 Kasım 2008, 19:46 | Mesaj No:1 |
Bir Testi Su Bir Testi Su Bir Testi Su Çöl ortasında fakir bir bedevî, çadırında hanımıyla oturuyordu. Bir gece hanımı; "- Bütün yoksulluğu, cefayı biz çekiyoruz. Herkesin ömrü bollukla geçiyor. Sadece biz fakiriz. Ekmeğimiz yok, katığımız üzüntü. Testimiz yok, suyumuz göz yaşı... Gündüzün elbisemiz güneş, geceleyin döşek ve yorganımız ay ışığı. Açlığımızdan dolunayı okkalık ekmek sanarak, gökyüzüne saldırıyoruz... Bizim halimiz ne olacak böyle?" diye dert yandı. Bedevî şöyle cevap verdi: "- Be kadın, daha ne zamana dek dünya malını arayıp duracaksın? Şudünyada ne kadar ömrümüz kaldı? Akıllı kişi artığa eksiğe bakmaz. Gençken daha kanaatkâr idin, yaşlandın hırsın arttı; altın istiyorsun. Halbuki önceden altın gibiydin sen.. Ne oldu sana?" Hanımı bunları dinlemiyor, üstelik azdıkça azıyordu. Devamla: "- Ey namustan gayri bir şeyi olmayan adam.. Artık senin yaldızlı sözlerinden bıktım. Halimize bak da utan! Bana kanaatten bahsediyorsun. Ne vakte kadar bu çalım? Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın? Sen bunları geç de yola gel! Kocası cevap verdi: "- Sen kadın mısın, yoksa keder misin? Yoksulluğumla ben iftihar ederim. Başıma kakma! Mal, mülk ve para başta külah gibidir. Külaha sığınan keldir. Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalan kişidir. Malı vardır da o mal ayıbını örter.Yoksulluk senin anlayacağın şey değildir, yoksulluğa hor bakma! ALLAH(c.c.) göstermesin, benim dünyaya karşı tamahım yok. Gönlümde,kanaatten bir alem var. Ey kadın! Kavgayı,darılmayı bırak! Bırakmayacaksan hiç olmazsa beni bırak! Ben iyiyle,kötüyle kavga edemem; kavga ile işim yok. Savaşlar şöyle dursun, gönlümbarışlardan bile ürkmekte... Susacaksan ne âlâ, eğer susmazsan, şimdi evimi, barkımı bırakır alır başımı giderim..." Kadın, kocasını hiddetli görünce ağlamaya başladı,güya pişmanlık gösterdi. Bedevî karısının gözyaşlarına dayanamadı,söylediklerine pişman oldu. Onun bu pişmanlığım sezen kadın, kocasına şu aklı verdi: "- Testimizde yağmur suyu var. Malımızmülkümüz de bundan ibaret. Bu testiyi al, git Padişahlar Padişahı'nınhuzuruna gir, armağanını sun. De ki: "Bizim bundan başka,hiçbir malımız mülkümüz yok, çölde de bundan iyisi hiç bulunmaz...Padişahımızın hazîneleri varsa, bunun gibi suyu yoktur. Bu su, azbulunur." Zavallı kadın, Bağdat'ın ortasından şeker gibi Dicle'nin akıp gitmekte olduğunu ne bilsin, testisindeki suyu övüp duruyordu. [SIZE=3][FONT=Comic Sans MS]Kocası da bu övgüye katılmış: [COLOR=Magenta]"- Kimin böyle bir armağanı olabilir? Gerçekten de bizim bir testi yağmur suyumuz ancak padişahlara layık..." diyordu. Bedevî testisini bir keçeye sardı, ağzını sıkıca kapadı. Sırtına alarak Bağdat yoluna düştü. Testi kırılmasın, hırsızlar çalmasın diye gece gündüz gözü gibi koruyordu. Günlerhaftalar sonra Bağdat'a geldi. Sora sora, halîfenin sarayını buldu.Kapıya dayandı. Muhafızlar ne istediğini sordular. Bedevî: "- Ey muhterem kişiler! Ben garib bir bedeviyim.Padişahın lütfunu umarak çöllerden geldim. Bu armağanı o sultanagötürün, padişahtan murad isteyeni ihtiyaçtan kurtarın! Tatlı, lezzetlisu. Çölde, yağmur sularından biriken gölden toplanmıştır. Testim degüzel yepyeni." Halîfenin adamları, bu saf, tertemiz yürekli bedevîye önce gülecekoldular, sonra da onun bu iyi niyetlerle bezenmiş armağanını canlabaşla kabul ettiler. Bedevî, sarayın hemen altında gürül gürül akan Dicle'den habersiz, bekliyordu. Bedevî'nin su testisi Halîfeye sunulunca, Halîfe bundan çok memnunolmuş, bedevîyi huzuruna kabul etmişti. Gönlünü aldı, yeni elbiselergiydirdi sonra da adamlarına: "- Testiyi altınla doldurun, ona verin. Dönerken deonu, gemi ile Dicle yolundan götürün. O çöl yolundan gelmiş. Dicle yoluyurduna daha yakındır. Buradan memleketine dönsün." emrini verdi. Bedevî gemiye binip Dicle'yi görünce büsbütün şaşırmıştı. Asılşaşkınlığı, bu kadar suyu bol Dicle nehri varken, Halîfe'nin, bir testiçöl suyunu kabul etmesiydi. Ve Allah (c.c.)'a şükrediyordu. Mesnevi: "Ey oğul! Bütün dünyayı, ağzına kadarilimle, güzellikle dolu bir testi bil. Fakat bu ilim ve güzellik,fevkalade dolu olduğundan derisine sığmayan kişinin (zuhuru, zatininmuktezası olan ve zuhur etmemesine imkan bulunmayan Allah (c.c)'ın Dicle'sinden bir katredir. Ogizli bir hazîneydi. Pek dolu olduğundan yarıldı, kendisini izhar etti.Toprağı, göklerden daha parlak bir hale getirdi. Gizli bir hazîneykencoştu; toprağı, atlas giyen bir sultan haline soktu. O bedevî, Allah (c.c)'ın Dicle'sinden bir katreyi görseydi, hakikatte bir deniz olan o katrenin önünde testisini atardı." (Beyit: 2860-2864) Hikayede "Halîfe Kapısı", "Dergah-ı İlahî"yi temsil etmektedir. Mü'min her ne kadar ilim, irfan, mal-mülk ve ibadetsahibi olursa olsun, bu meziyet ve imkanlarına aldanmamalı vegüvenmemelidir. Bu değerlerin hepsini Rabbinin lütfü bilip, şahsî amellerinin de Dicle'nin yanında, bir testi su olduğunu unutmamalıdır. Çöl bedevîsinin çölde bin bir çile ile biriktiriphalîfeye takdim ettiği bir testi su onun için hayat iksiri idi. HalbukiDicle'nin içine dökülünce kaybolup gitti. İnsanoğlunun beşerî imkanlarla hakîkatine ermeye çalıştığı, ilahîtanzîm ve sanattan anlayabileceği, onun aslî hakîkatı karşısında Dicle'nin bir damlası bile değildir. Karıncanın kendi ufacık yuvasını, balığın akvaryumunu bir kainat zannetmesi gibi. İnsan da, gafleti neticesi kendi cüceliğine bakmadan adeta bir devaynasının yalanlarına kanar. Misalimizdeki karınca ve balığın durumunadüşer. Resûlullah (s.a.v.): "- İlahî, seni tenzîh ve takdîs ederim. Biz seni, sana layık bir marifetle tanıyamadık." buyurmuştur. Necip ümmetin yüksek alimleri aczlerini itiraftan çekinmemişlerdir.İmam Ebû Yusuf'a bir gün Halîfe Harun Reşîd bir mesele sorar. İmam EbûYusuf: "- Bilmiyorum." diye cevap verir. Halîfenin yardımcısı İmam Ebû Yusuf'a: "- Maaş ve tahsîsatınız varken bilmiyorum diyorsunuz." der. Cevaben İmam Ebû Yusuf da: "- Benim maaşım ilmime göredir. Cehlime göre verilecek olsa hazine yetmezdi" der. Allame İmam Gazali; "- Bildiklerime nispetle bilmediklerimi ayaklarımın altınaalabilseydim, başım göklere değerdi." buyurmakla aczini îtiraf ediptevazuunu göstermiştir. Bu büyük insanlar, bildiklerinin değil bilmediklerinin çokluğunu itiraftan çekinmemişlerdir. İnsanoğlunun istinad etmek temayülünde bulunduğu amellerine ehemmiyet izafe etmesi Dicle'nin yanında bir testi su değil midir? Allah (c.c) korusun, kesif bulutların güneş ışığına mani olması gibi kalbinşeytana taht olması halinde Rahman'ın hidayeti oraya ne kadarulaşabilir? İnsan Dicle'den habersiz olduğu için bir testi suyu umman zannedebilir. Kendi zannında boğulur gider. Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri buz satan bir satıcıya rastlar. Satıcı: "- Sermayesi erimekte olan insana yardım edin." diye nida eder. Cüneyd hazretleri bu sözü düyunca düşüp bayılır. Dünya sermayesini ahiret sermayesine tebdîl edemez isek, dünyadaki gayretler, şeytanların paylaşacakları nasipler olur. Netice hüsran ve acı bir aldanıştır, israf çılgınlığı ve merhamet yoksulluğu, dünyada baş belası, ahirette azap sermayesidir. Geçmişgünlerimizin dosyaları kapanmıştır. Bunlarda değişiklik yapabilmeninimkanı yoktur. Gelecek günlerimizin varlığı ise şüphelidir. An bu andır. Bu anımızın gönül ve alın terlerini hayat tarlamıza tohumlar isek, inşallah ahiretimizin sırça sarayları olur. Şeyh Sadi'nin ifade ettiği gibi "Arzın sathı Rabbin umumî sofrasıdır." Dünyada "Rahman" şifalının tecellîsi olarak bütün mahlukat bol bol rızıklandırılır, içirilir ve giydirilir. Dost-hasım, itaatkar ve isyankar ayırt edilmez. Rabbin merhameti bütün mahlukatı ihata etmiştir. Dikenli bir kirpinin yavrusunu sînesine bastırması,hatta kafir bile olsa, mazlumun bedduasının kabul olması bu kuşatıcımerhametin muktezasıdır. Kainattaki ilahî sanat, hikmet ve ibretmanzaraları, nefsanî ve suflî his ve davranışlarla, aslî tabiatıbozulmamış insanı, ulviyyet, halvet, safvet, rikkat ve haşyet gibibediî duygulara gark eder. Hususî sofra ise "Rahîm" sıfatının tecellîsi olarak ahirettedir. İstifade yalnız mü'minlere aittir. Bu hususî sofrada beşerî nasiplerin en büyüğü olan "Cennet" ve"Ru'yet-i Cemalullah" yani Cenab-ı Hakkı ayın on dördü gibi görmenimetleri vardır, insan, bütün Esma-ı ilahiyyenin kamil tecellîsiolduğu için büyük bir alemin küçük bir modelidir.Onun topraktan olan yapısı varlığının dış yüzüdür. Fani yapısıdır.Hakîkî varlığı esrar, nur ve ilahî hakikatin gizli bir hazinesidir.İnsanın mükerremlik vasfı budur. Yaradılış maksadına uygun marifetdenizinden nasip alabilmesi buna bağlıdır. Bir kelebeğin yanma pahasına ışığa ram olması gibi Hallac-ı Mansur daesrar denizinin coşkunluğunda fanî varlığını yok etmeğe adım attı. İlahîtecellîlerle kendini yaktı. Ruhu yücelip feyz ile dolunca nefsizayıflayıp bitim noktasına ulaştı. Kendine yabancılaştı, ondankurtulmağa çalıştı. Kesîf tecellîlere tahammül edemedi. Sekre sürüklendi: "Dostlar, beni öldürün! Zira benim ebedî hayatım ölümdedir." dedi. Taşlanırken kendini yaralıyan tek hadise, dostununkendisine bir karanfil atması oldu. Dünyevî böyle bir teveccüh vetebessüm bile kendine ağır geldi. Bu hal diğer bir ifade ile fani varlığın, ilahî varlığa ram olarak kulun ölümsüzlüğe kavuşmasıdır. Denize düşen bir damlanın vücudunun suda kaybolması gibi denize dalan kimse de sudan başka bir şey görmez. Bu mertebeye ulaşanlar her şeyi hatta kendisini bile Hakk'dan ibaretgörürler. Fakat bu bir haldir. O hal geçince, "Hakk Hakk'dır, eşyaeşyadır." Hadîs-i Şerifte bu halin bir misali şöyle verilmiştir: "- Yeryüzünde yaşayan bir ölü görmek isteyen Ebûbekir'e baksın." Merhamet ve adalette abideleşen Hz. Ömer (r.a.),Şam'a girerken sıra kölesine geldiği için deveye, onu bindirdi. Kendisişehre yürüyerek girdi. Halk, köleyi halîfe zannetti. Hz. Ömer (r.a.)'in vefatından sonra dostları kendisini rüyada gördüler: "- Rabbimiz sana nasıl muamelede bulundu?" diye sordular. O: "- Elhamdüllah, "Rahman ve Rahîm" olan Rabbim var." buyurdu. Mevlana (k.s.) buyurur: "- Madem ki fakr, cömertlik kereminin aynasıdır. Haberin olsun ki, aynanın üzerine hohlamak zararlıdır." Yani, fakîri ve garîbi red için ağızdan çıkacak herses ve nefes onun kalbini incitir. Sanki sathına hohlanmış ayna gibikalp buğulanır. Parlaklık ve derinliği zayi olur,cömertliğin kereminigöstermez olur. Amellerimiz, infaklarımız daima gözümüzde devleşir. Bizi oyalar ve aldatır; bize haz hamallığı yaptırır. Dicle'den ve onun sahibinden habersiz olduğumuz için bir testi su gözümüzde bir derya olur. Dünyevî isteklerimiz bitmek ve tükenmek bilmez. Sahip olduğumuz her şeyi kendimizin tabiî hakkı zannederiz. Aksine bizden bir fedakarlık istenince de kendi mülkümüzden isteniyormuş gibi tavrımız değişir. Emanetin ve sehavetin kristal, berrak ve zarîf aynası lekelenir. Cenab-ı Hakk (c.c.) ayet-i kerîme'de: "Yetîme kahretme, fakîri reddetme." buyurur. Mevlana (k.s.) bir diğer beytinde: "-Güzeller, saf ve berrak ayna aradıkları gibi,cömertlik de fakîr ve zayıf kimseler ister. Güzellerin yüzü aynadagüzel görünür, in'am ve ihsanın güzelliği de fakîr ve garîblerle ortayaçıkar." buyurur. Güzeller, hüsn ve endamlarını seyretmek için aynanın esiri olurlar. Hatta arkası gölgeli camlara bile kendilerini görmek için bakarak geçerler. Manevî ve aslî güzellik olan cömertlik de, kendisini biçarelerin ve fakîrlerin gönül aynasında seyreder. Yine Mevlana (k.s.) buyurur: "- O halde fakirler, merhamet-i ilahî'nin, kerem-i Rabbanî'ninaynasıdırlar. Hakk ile olanlar ve Hakk'da fanî olanlar daima cömertlikhalindedirler." Hz. Cabir (r.a.)'den naklen Tefsîr-i Hazin'de ' deniliyor ki: "-Küçük bir çocuk Rasûlullah (s.a.v.)'in huzuruna geldi. Annesinin bir gömlek istediğini arz etti. Osırada Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırtındaki gömleğinden başka gömleğiyoktu. Çocuğa başka bir zaman gelmesini söyledi. Çocuk gitti. Tekrar gelip, annesinin Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sırtındaki gömleği istediğini söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.) Hücre-i Saadete girdi, sırtındaki gömleği çıkarıp çocuğa uzattı. O sırada Bilal (r.a.) ezan okuyordu. Fakat Rasûlullah (s.a.v.) sırtına alacak bir şey bulamadığı için cemaate çıkamadı. Ashabdan bir kısım merak edip Hücre-i Saadete girdiler; Rasûlullah (s.a.v.)'i gömleksiz olarak buldular. Servet bir emanettir. Onun saadetine ve lezzetine kavuşabilmek ancak, mahrumların ızdırabından hislenmek kalbimizden onlara bir şefkat ve merhamet penceresi açabilmekle mümkündür. Mevlana (k.s.) buyurur: "Şefkat ü merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurlarım örtmekte gece gibi ol. Sehavet ü cömertlikte akarsu gibi ol. Hiddet ü asabiyette ölü gibi ol. Tevazu' ve mahviyette toprak gibi ol. OLDUĞUN GİBİ GÖRÜN; GÖRÜNGÜĞÜN GİBİ OL" | |
Konu Sahibi seydanur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Efendimiz ve GAYB | Hz.Muhammed(s.a.v) | seydanur | 4 | 1972 | 11 Ocak 2009 23:56 |
Ey Filistinli Çocukların Rabbi! | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | Seyyid | 3 | 1796 | 07 Ocak 2009 10:34 |
Çok komiksin İsrail! | Makale ve Köşe Yazıları | seydanur | 0 | 2067 | 05 Ocak 2009 19:57 |
Peygamberimizin en sevdiği yiyecek ve içecekler | Hz.Muhammed(s.a.v) | seydanur | 0 | 1776 | 30 Aralık 2008 20:33 |
Ey masum ve güzel evladım! | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | seydanur | 1 | 1920 | 18 Kasım 2008 18:22 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kalp Testi | CaferTayar | Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp | 2 | 25 Şubat 2022 16:46 |
Annelik testi | Fatıma-i Zehra | Çocuk ve Aile Sağlığı | 1 | 10 Mayıs 2020 15:07 |
Göz Testi :) | VuslatAksa21 | Forum Oyunları | 7 | 20 Mayıs 2016 10:38 |
Tesettür Testi... | Beytül Ahzan | Tesettür Konuları | 0 | 26 Ağustos 2014 21:03 |
Siyer testi 1 | unsal2011 | Siyer | 0 | 23 Eylül 2012 22:19 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|