|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi: 15Haziran 2007 (14:29), Konuya Son Cevap : 25 Mart 2024 (23:22). Konuya 137 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Kasım 2012, 13:10 | Mesaj No:91 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Senai Demirciden İnciler AŞK SUYA DÜŞÜNCE Ateş denizi. Gül bahçesi. Renk fırtınası Aşk seması. Işık ve bakış, Su üzerinde buluşuyor. Renk ve ahenk, Suya koşuyor. Aşkın yüzü suyu hürmetine ateş suya konuk oluyor. Gül suda diriliyor yeniden Renk kalbin derûnuna damlıyor. Su coşuyor, aşk oluyor, ateş oluyor, alev alıyor. Su yakıyor ve yanıyor. Rahmet su yüzüne çıkıyor Celal ve Cemal dalga dalga nöbetleşiyor. Bir manevi yangın oluyor Ve bir uhrevi serinlik sunuyor ebru... Yerçizgisi ile gökçizgisi suya düşen renklerde birleşiyor. Öylesine belirsiz, öylesine elden gelmez bir form oluyor ebru Ve ebruzen Yer ile gök arasında.. Göklerin ötesini yere indirmeye çalışıyor. Kalbinde beslediği sözsüz şiirleri su üzerine nakşetmeye çalışıyor. Hep güzel gören gözleri, güzel bakışlarla süslüyor. Ebru, gören gözün ışığı ebru. Rengini gönülden alıyor. Ve gayba aşina gönlün, gördüğüne razı gelmeyen aklın ayinesi, Işıltılı, büyülü, ayartıcı. Aşkı ve tevhidi bir kor tereddüdüyle Avucunda tutmaya çalışıyor ebruzen. Gözleri güzelle süslemeye niyetli. Boyanın su üzerinde kaotik dansından nice gönüllere güzeller devşiriyor. Ebruzen aşkını suda arıyor. Ve buluyor da.... Güzellik bakanın gözündedir ezelden. Bakılanı güzel eyleyen bakıştır. Aynı zamanda, aşkın en yalın tarifi bu Mecnun Leyla’nın gözünde güzeldir. Yusuf Züleyha’nın bakışıyla güzeldir. Ve kevn Mevla nazar ettiği için güzeldir. Mecnun’un Leylası neyse, ebruzenin ebrusu o. Önce ebruzeninin gözünde güzel ebru Ebruzen güzel baktığı için güzel görüyor, güzelin yüzünü öylece su üzerine düşürüyor. Bu defa Leyla Mevla’ya yol oluyor. Ebrunun verdiği huzur, toprağa yakın oluşundan gelir Sanatkar, semayı temsil eden herşeyi toprak renklerine yansıtır. Suya düşürür ve toprağa kazır ve çamura bular. Modern sanatın aksine, çığırtkan ve saldırgan renklerle değil, mutevazı toprak renkleriyle açar gönülleri. Ebru, su üzerindeki toprak renklerinden oluşur. O yüzden, ebru biraz dünya biraz insan... Ebru, aslında bir nefis terbiyesi. Modern yaşamın herşeyi determinist kalıplara vuran anlayışının aksine, belirsizliğe razı olmayı belletiyor, beklemeyi ve tevekkülü öğretiyor. Ebruzen eserinin son halini başından belirleyemiyor. Suyun ve boyanın esrarlı dansı, renklerin ve biçimlerin salınışları arasında sadece bekliyor. Tek bir yaprağın kıpırtısına bile bigane kalmayan Külli İradenin niyetini gerçeğe döndürmesini bekliyor ebruzen. Ebru biraz da kaderi öğretiyor. En küçük ve sıradan eylemlerin Kainatın Sahibince nasıl da ciddiye alındığını farkediyor. Sonsuz gökyüzü altında ve yeryüzünde değersiz ve terkedilmiş olmadığını anlıyor insan. Rengarenk bir ayinede, ebruda, kendini yeniden keşfediyor.. Ebruyu elinizle değil gönlünüzle yaparsınız diyor ebruzen. Sanatkarın yeni bir şey yapmadığını, zaten var olanı yansıttığını kaydediyor. Tasavvuf tabiriyle, batını zahire çıkarıyor Ebruzen. Kainat sayfalarında saklı güzellikleri gün yüzüne çıkarıyor. Ebru, su üzerine kurulu evreni yine su üzerinde tasvir ediyor. Ve aslında bu fonksiyonuyla aşkın, yine başladığı yere, yani bakışa, güzel bakışa dönüşünü temsil ediyor. Ebru, kainatla birebir örtüşüyor. Modern fiziğin teorik tasvirlerle yakalamaya çalıştığı gerçeği çoktan beri biliyor ebruzen: hiçbir olayın tekrarı yoktur. Hiçbirşey tekrar edilebilir olmadığı gibi, Göründüğü gibi de değil. Eşyanın rengi, biçimi ve hacmi, İnsanın eşyaya eklenmesi ile gerçeküstüne doğru kanatlanıyor. Ebru, suretin sirete dönüşünü, Gözün gördüğünün gönüle düşüşünü temsil ediyor. Ebruzenin su ile serüveni ebru.. Herserüven gibi nerede başladığı bilinse de, Nereye vardığı kestirilemiyor. Ve hangi kalbi fethedeceği bilinmeyen bir akın. Hangi gönülde durulacağı bilinmez bir coşku.. Ruhunu renge ve ahenge tekne yapıyor ebruzen. Boyayı kalbinden damlatıyor. Göze bir sürme gibi çekiyor gönlünün karasını. Rengi ve ahengi, aşk denizine salıyor Aşkı suya düşürüyor.. Yakıyor suyu.. Tevhid sırrının yüzüsuyu hürmetine kesret ateşine salıyor, Ve ahenkle ve renkle serinletiyor insan yüreğini. Yandıkça su, alev alıyor aşk. Ve yüreğimiz kanlı bir ebruya dönüşüyor. Dr. Senai Demirci |
22 Kasım 2012, 13:16 | Mesaj No:92 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Senai Demirciden İnciler Aşkın Kader Haritası Ölü kalem yavaş yavaş gözlerini açtı. Zor da olsa derin uykusundan uyandı. Gözlerinin üzerindeki toprağı silkeleyerek ürkek gözlerle etrafa bakındı … Nerdeyim ben? Burası neresi? Yattığı mezara baktı, üzerindeki toprak yorganı zorlanarak da olsa iteleyip attı. Mezar döşeğinde uyumaktan uyuşan hantal vücudunu zorlayarak ayağa kaldırdı… Titrek basıyordu ayakları yere… Yere nasıl basacaklarını, unutmuşlardı. Kalbine saplanmış keskin bir korku vardı, hala onu kanatıyordu. Dili kesilip, aç köpeklere rızık olmuştu. Acizdi, yıkık dökük, sökük bir geçmiş, ilmeği kaçmış bir gelecek, örgüde kalan tek nakış dert olmuştu. Sızlayan yanlarını tedavi etmek istemiyordu. Bırakın kanasın yaram ki acının lezzetli sarhoşluğunda kaybolsun zırlayan beynim diyor; etrafında yaşayan bütün insanların yerine efkarlanıyor, onların yerine ağlıyordu; çünkü onların yerine cehennemde yanacaktı… İyi de bu onun duası değildi ki… Bu Ömerin duasıydı… Hatasıydı… O dememiş miydi? -Yarabbim!.. Vücudumu o kadar büyük yap ki cehennemi kaplasın. Cehennem başka insanları yakmasın tek beni yaksın… Ömer düşünememiş miydi, insan günah işlerken güle oynaya işliyorsa, acısını çekerek faturasını da ödemek zorundadır. Her lezzetin bir faturası var… Bazı lezzetlerin faturası böyle ateşte yanarak ödeniyor. Kalem Ömerin duasını sevmemişti. Onun gibi dua etmemiş olmasına rağmen bütün dertler onu buluyordu. Bir mıknatıs vardı sanki beyninde. Bir dert mıknatısı. Yoksa kalemi kader mi bir dert mıknatısı yapmıştı? Resmen rızkı dertten olmuştu. Ekmeği acı, içeceği göz yaşı, yatağı mezar, sosyal hayatı mezarlık olmuştu, mesleği yine yazardı; ama mezar taşı yazarı olmuştu… Oysa o, ağaç dalından kopartılırken böyle bir şeyi istememişti. Kendi soyundan olan sevgilisi bir kağıt olumuştu. O da onun beyaz, narin, tenine aşk şiirleri yazmak için kalem olmak istemişti… Damarlarında gezen aşk mürekkebini gözyaşı yapıp sevgilisinin beyaz tenine akıtacak, onunla bütünleştirecekti bedenini. Aşk şiirlerinde, aşk şarkılarında… Ya bu hali neydi şimdi? Kader miydi bu? Kederden bir gömlekle dolaşmak mezarlıklarda… Ölülerin kimlik kartlarını yazmak… Zor ve bunaltıcı bir hayat, ağaçları ölü kokan, ilkbaharı bile ölü bir mezarlıkta hangi sürenin dolmasını bekleyecekti… Çiçek açmayan ağaçların gölgesinde yaşamak; ölümün gölgesinde bulunmak, ölüce gülmek, ölücesine nefes almak, ölümüne yaşamak… Bu ağaçlar onun soyundan değildi… Göz yaşının acı ve tuzlu suyuyla beslendikleri için acı ve kederlidir bakışları. Dört mevsim yeşildir renkleri… Dört mevsim aynıdır… Derdi kederi acısı hiç solmasın diye çam ağacına bağlamışlardı kalemi… O bir mahkumdu, çamın beyinleri burunlarından çekip çıkartan keskin bir kokusu vardı. Bir çamla evlenmek ona göre değildi… Bir çama ne yazabilirdi ki… İçinden gelmeyenleri, hissizleşen felçli kalbinden mi bahsedecekti. Sevgilisi olan, kağıdın üzerine bir türlü yazamadığı kalbine gömdüğü aşkım sözcüklerini mi? Ya da şiirlerini, türkülerini mi? Hayır bunlardan ona bahsedemezdi. O anlamazdı ki… Unutmamalıydı o acıların ağacıydı, İsa’nın çarmıha gerilişi, Yahudilerin yanıp eriyişi, sabuna dönüşü… Mecusilerin ateşinin sönüşü, Muhammed’in doğuşu… O bir ağaç değil acıların miladı… O aşktan anlamazdı Ayrılık, dert, keder oluşturuyordu, onun basamaklarını. En üst yapraklarında asiller ve aşağıya indikçe köklere doğru sefiller yer alıryordu… O bir büsttür hristiyanlar için. Bir rızıktır Mecusi ateşi için. Bir sırdır Yahudiler için. Bir dildir. Şifredir. İskelettir. Her yaprağı bir insanın sırt kaburgasıdır, yani şifresidir. Kötü haberdir, bakiliğin nişanıdır. Ölümden sonraki hayatı anlatır insana… Kışın ölen diğer ağaçlara rağmen o ölmez… Şehitliğin şanıdır… Muhammedin saltanatıdır… Kutsaldır herkes için çam. Bir kalem için değil. Kalem için ayak bağıdır, sefalettir, çam sakızı onun gözlerine çekilen bir mildir. Derttir, ölümdür, hasrettir, ayrılıktır, sevgiliye kavuşamamaktır… Dayanamadı kalem duaya durdu… Ya Rabbim… Kurtar beni, bu çamın, cinlerin, ölülerin zincirinden… Özgürlük ver bana… Artık mermerlere ölü kimlikleri yazmak istemiyorum. Çöz artık, kalbimdeki, 21 adet çam düğümünü… Neden 21 ki… En güzel yaştır o.. 12 yada… Toplamı 33 Neydi bu rakamlardaki tarihlerdeki gizem o da bilmiyordu… Birayet miydi yoksa… Yıl mı… yaş mı… ömür mü… Kalem de bilmiyordu… Belki de gözyaşı damlasına aittir bu sayı. Kalem bekledi bekledi duası kabul olsun diye tam 10 yıl… Belki de 30 yıl daha beklemesi gerekecekti. Belki burada dua edecek ahirette duası kabul olacaktı… Ve kalem artık pes etti sevgilisini unutmak için bakışlarını çam ağacına dikti… İstemese de kendini onu sevmeye zorlayacaktı.. Nihayet bir gün çama yalandan da olsa ilan-ı aşkta bulundu. Çam sabırlı olmanın mükafatını aldığını düşündü. Kalem gibi güzel bir kız ona şiirler yazacaktı. Kalem, çam için içinde ölü sözcükleri dolu mısralar yazdı. Ben sende ölürüm Aşkınla tutuşurum Hasretinle yanarım Lav aksın gözlerimden Senin için ölürüm… Çam, içinde ölü sözcüklerinin geçtiği bu şiirleri çok beğendi. Çamın sosyal hayatı bir mezarlık olduğu için o ölümü çok önemserdi. Ona göre ölüm harika bir şey olmalıydı. Her gün değişik mesleklerden yakışıklı erkekler ya da güzel kadınlar, ya da tatlı çocuklar ölüp geliyorlardı… Ölüm balosuna her gün farklı bir davetiyeyle, farklı kesimlerden insanlar geliyorlardı. Kimliklerini bir mermere yazdırıp dinlenme salonda sabırla balonun başlamasını bekliyorlardı. Çam da bu bekleyişi imrenerek izlerdi. Ona göre bu bir baharın bekleyişiydi. Bu düşüncelerini kaleme anlattı. Kalem çama, -Sen hiç bahar mevsimini görüp yaşamadın mı? Çam: -Hayır. Bahar öldükten sonra dirilince görülen balo değil mi? Kalem: -Evet o da bir bahar. Ama onun gölgesi olan bir bahar da yeryüzünde var. Mesela ağaçlar baharı yaşarlar. Kışın kurur dalları ölürler; ama baharda dirilir çiçek açarlar. Aslında çam hiç bahar görmemişti. Çam inanamadı duyduklarına. Biraz daha anlatsana diye ısrar etti.. Kalem de ona gördüğü farklı ağaçları anlattı. Onların gelin gibi süslendiğini. Renk renk çiçekler açtığını ve o çiçeklerin daha sonradan meyveye dönüştüğünü anlattı durdu. Çam bunlara inanmadı; çünkü o hiç mezarlıktan başka bir yere gitmemişti. Ve mezarlıkta da hiç öyle çiçek açıp süslenen bir ağaç yetişmemişti. Çam üzüldü… Dünyadaki diğer ağaçları kıskandı. Ve kalemin kendisini neden beğenmediğini anladı. Kendi kendine düşündü. Çam benim saçlarımın modeli güzel; ama yine de renksizim kısırım çirkinim, meyvesi tahta olan biriyim ben. Kalem beni neden sevsin ki? Çam kaleme: -Eğer beni azıcık seviyorsan, o ağaçların yanına götür diye ısrar etti. Kalem kendi kendine düşündü; -Ama bu imkansız dedi. Senin kaderin bir mezarlıkta başlamış. Senin tohumun bir ölünün mezarına ekilmiş. İstesen de istemesen de sen kaderine razı olmalısın. Baharı bu mezarların arasında aramalısın. Köklerini öyle salmışsın ki ölülerin kalblerine bağlamışsın düğüm üstüne düğüm atmışsın 81 kere. Senin köklerini burada çekip çıkartsak ölürsün? Çam; -Olsun… Ölmek de bir saltanat… Baharda çiçek açan ağaçları görmek de. Ne fark eder. Kalem; -Sen bilirsin ama bu nasıl olacak? Ben tek başıma yapamam ki, güçsüzüm… Çam saçlarının arasında sakladığı bir altın gerdanlığı kaleme verdi. -Al bu gerdanlığı görülecek şekilde toprağa göm. Öyle ki onu gören benim ayağımın bastığım yerde altın gömülü olduğunu zannetsin dedi. Kalem çam fidesinin dediğini yaptı. Altın gerdanlığı alıp çamın ayaklarının altına cu görülecek şekilde gömdü. Ve mezar bekçisi oraya geldiğinde bu kolyeyi fark etti. Ölülere ve dirilere çaktırmadan kazma küreği alıp getirdi. Ve gece yarısını bekledi. Gece yarısı olunca kazmaya başladı. Ama açtığı çukurda bir şey bulamadı. Bütün hırsıyla kazmaya devam etti. Sabaha doğru çam ağacının bütün kökleri gözüküyordu. Ve sabah selasında çam ağacı yere devrildi. Mezar kazıcısının üzerine düşünce mezar kazıcısı öldü. Mezar bekçisi geldiğinde arkadaşının çam ağacının altında kalarak öldüğünü görünce çok ağladı. Ve çam ağacını yerden kaldırdılar. Bir çiftçiye sattı. Çiftçi çam ağacını kamyonetinin arkasına atıp evine götürdü. Ölen mezar kazıcısını da define için kazdığı çukura gömdüler. Zavallı çam çok korkuyordu. Çünkü ilk defa yerde yatıyordu bir ölü gibi… Görmek istediği baharın yerine bir sonbaharı görmüştü… Kader miydi bu… Yaşamak varken mezar ülkede… Ve derken bir çiftliğin bahçesine geldiler. Çiftlik sahibi onu kurutup kış için odun yapmak istiyordu. O yüzden onu bahçede diğer fidanların yanına koydu. Zavallı çam daha önce hiç ateşte yanmadığı için neyi beklediğini de bilmiyordu. Öyle anlamsızca sabah gözlerini açıyor etrafı izliyor akşam olmasını bekliyor, akşam olunca da sabah olsun diye bekliyordu. Kimseyle konuşmuyordu. Öyle anlamsızca bakınıyordu etrafına, tatsız ölü bir hayat bu olmalıydı. Keşke kaderime razı olsaydım onu değiştirmek için dua etmeseydim. En azından ayakta durabiliyordum. Ölüde olsa yaşıyordum hayatı. Şimdi mezarlık evimde olsaydım keşke. Orayı çok özlüyorum Allah’ım. Ne sakindi orası ne güzeldi. Acaba yine insanlar ailelerini, işlerini, servetlerini bırakıp oraya gelip, mermerlere isimlerini yazdırıp yatıyorlar mıydı? Derken dünya albümünün sayfalarını Allah çevirmeye başladı. Ve yağmurlar yağdı, karlar eridi, güneş açtı bir gün bahar geldi. Çiftçinin bahçesindeki bütün kuru ağaçlar baharda canlandılar. Yeşile büründüler. Renk renk çiçekler açtılar. Çam onlara hayran kaldı. Ne güzel her yıl bir kere ölüyor, sonra tekrar diriliyorlardı. Çam onların güzelliği ve tazeliği karşısında pörsüyen yanlarına bakıp utanıyor üzülüyordu. Tanıştığı her ağaca eskiden ne kadar yakışıklı fiyakalı olduğunu anlatıyordu. Ve bir gün ömrünün sonlarına doğru yaklaşırken kalemden daha güzel bir ağaca aşık oldu. Onun verdiği çiçekleri kokladı. Meyve verişini izledi. Çam kısa da olsa baharı yaşadığı için Allah’a şükretti. Ve ömrünün sonunda da olsa gerçek aşkı bulduğu için çok mutluydu. Kalemse çam gittikten sonra çok yalnız kaldı. Çok ağladı. Göz yaşlarıyla gelen yeni ölülerin kimlik kartlarını yazdı durdu. Rutin bir acı içinde kıvranıp durdu. Bir gün mezarlığa gelen ziyaretçilerden biri cebinden cüzdanını düşürdü. Güneş batmış, gökyüzü lacivert perdelerini açmış üzerine yıldızları serpmişti. Mezarlık soylu sesizliğine hakimdi yine. En sevilen vakitti gece. Gündüz canlıların gürültüsünden ölülerin başı ağrır. Onların sinir bozucu mutlulukları kahkahaları, ölülerin kederli kalblerini ezer geçer… Kalem dalgın dalgın çamı düşünürken bir inilti duydu… İmdat imdat imdat!.. Kalem şaşırdı; çünkü ses yeni gelen ölünün mezarının üzerinden geliyordu. Kalem mezara yaklaştı… O da ne ses mezarın üzerine düşen para cüzdanının içinden geliyordu. Kalem cüzdanı açtı.. Gözlerine inanamadı… Cüzdanın içinde sevgilisi kağıt duruyordu. İkisi de çok şaşırdılar bir birlerini görünce. Kalem mutluluktan ağladı. Sevgilisi kağıt onu öptü. Zaman ikisinin de değiştirmişti; ama kalemin ve kağıdın üzerindeki kalb işaretini zaman silememişti. Bu işaretten dolayı birbirlerini hemen tanıyabildiler. Kağıt bir paraya dönüştürülmüştü. Kalem kağıdın elini tutup gözlerinin içine bakarak seni çok seviyorum dedi. Kağıt: -Mırıldanarak ama ben kendimi sevmiyorum. Kalem: -Neden? Kağıt: -İnsanlar üzerime 2000 rakamını yazdılar. Bu onlar için çok değerli bir rakam. Ben bu rakamı sırtımda taşıdığım müddetçe bir insandan diğer insana gitmeye mahkumum. İnsandan insana sürgün edilmekten bıktım. Kalem: -Üzülme ben senin üzerindeki insanlar için değerli olan o keder mührünü silerim, seni bu esaretten kurtarırım. Kağıt para sevinçle haykırdı, -Gerçekten mi; ama nasıl? Kalem: -Göz yaşlarımla dedi. Kağıt para: -Ama senin gözyaşların benim tenime değerse beni eritir. Kalem: -Olsun, başka insanların kirli ellerinden erimektense benim göz yaşlarımda eri. Kalem kağıt paranın üzerine ağladı. Ve kağıt para ıslandı eridi çirkinleşti; ama sırtında yazılı olan 2000 rakamı silindi. Kağıt sade ve temizdi artık. Kalem kağıdın başında bekledi. O sürekli acı çekiyor diye üzülüyordu. Kağıt üşüyordu… Ve kağıt: -Ölüyorm ben hakkını helal et dedi… Kalem bütün gece ağladı ağladı. Eriyip ölen aşkı için. Kendi de ölmek istedi. Nasıl bir kaderdi bu böyle. Allaha dua etti. Beni de öldür. Beni de al yanına. Sevgilimi göz yaşlarımla öldürdüm. Kalem ağlamaktan kağıdın yanına sızdı. Derken zaman hızla geçti. Gecenin kömür rengini, güneş silip ışıklarını kağıdın üzerine akıttı. Bir mucize oldu. Kağıt hızla kurudu ve tekrar dirildi. Ve yanında yatan kalemin güzel yüzüne bir öpücük kondurdu. Kalem yüzüne değen sıcak öpücüğün etkisiyle uyandı. Gözlerine inanamadı. Kağıt bütün saflığıyla dipdiriydi. Ona bakıp gülümsüyordu. Kağıt tebessümle: -Günaydın aşkım, dedi. Kalem şaşkın bir edayla: -Sen yaşıyor musun? Kağıt : -Evet; ama çok çirkinleşmişim. Artık beni beğenmezsin… Kalem -Benim için çok güzelsin; ama seni rahatsız ediyorsa ben bu sorunu halledebilirim, dedi. Ve kalem onun çirkinleşen bedenine çok güzel bir gül resmi yaptı altına da şiirini yazdı. Aşkım Hasretin, rızık oldu aşkıma Adını mıh gibi çaktım kalbime… Dilim sende lal oldu. Gözlerim gözlerine mühürlü Göz yaşımla Besledim gülleri. Bütün güller sen koksun istedim Kalem aşkını bu mezar kentte bulmuştu. Artık burası onun için dünyanın en güzel yeriydi. Artık burası onun cenneti olmuştu. Ve bir gün mezarlığı temizleyen bekçi kalem ve kağıdı farkına varmadan süpürgesiyle süpürüp çöp kovasına attı. Daha sonra çöpü çöp poşetine koydu. Çöpleri karıştıran bir ayyaş. Kalemle kağıdı görünce alıp baktı. İşine yaramayacağını anlayınca öfkeyle kağıdı ve kalemi yere attı. Kağıt ve kalem çok korkmuşlardı. Birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı. Önce havada uçtular. Sonra bir parkta bulunan bir ağacın yapraklarına sürtündüler ve ağacın dalına tutundular. Artık mezarlıktaki o ağır ölü havayı solumayacaklardı. Artık hayatın içinde yer alıyorlardı. Parkta oynayan çocukları izlediler. Kağıt ve kalem kaderin sırlı bir kapının anahtarı olduğuna inanmaya başladılar… Öyle olmazsa neydi bu şimdi, kader anahtarı değildi de. Senai Demirci |
21 Aralık 2012, 15:37 | Mesaj No:93 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Senai Demirciden İnciler Adınla Ey Allah’ım (c.c.) rahmansın sen ki, bizi hiç yokken seçip kendine kul eyledin. rahimsin sen ki, bizi hiç umudumuz yokken sonsuzluk adayı eyledin. kelimelerin kalbine anlam koyan rabbimiz. Sana hamd olsun, yoksa nerede buluşurduk ki. sonumuzu sonsuzluk edeceğini müjdeleyen rabbimiz. Sana hamd olsun,yoksa nasıl severdik ki. Yolumuzu unutup isyan etsek de, bizi kendi yakınlığına çağıran rabbimiz. Sana hamd olsun, yoksa neden sevinirdik ki. İstediğimizi biz istemeden de bize vereceğini ısrarla söyleyen rabbimiz. Sana hamd olsun, yoksa neyi isteyebilirdik ki. Dedin ki: bana dua edin. duanıza cevap vereyim. Dudağımız yoktu ki bir söz söyleyelim de senden dudak isteyelim. Ey rabbim sen bizi dudaksız da duydun. Mecalimiz yoktu ki, arz edip sana varlık isteyelim. Ey rabbimiz, sen bizi hiç hesapta yokken sevdin de var eyledin. Gözümüz yoktu ki, körlüğümüzü görelim de senden ışık isteyelim. ey rabbimiz, karanlığın bile karanlıkta kaldığı kuyularda, Sen gördün bizi. Ve görünür eyledin. Görür eyledin. Söz yoktu ki, bir şey ifade edelim de sana derdimizi anlatalım ey rabbimiz. Ey rabbimiz, sen bizi sessizken, dilsizken de anladın. Duamıza karşılık verdin. Yüzümüz yoktu ki, bir yöne yönelelim de senden yüz isteyelim. Ama ey rabbimiz. Sen hiç yüzümüz yokken de tanıdın bizi, yüz verdin. Sevdiklerimizi sevimli ve tanıdık eyledin bizi. Peki şimdi neden dudağımıza değmez dua. Neden sana yakarmaya halimiz el vermez. Neden sana kul olmayı hesaba almayız. Neden gözlerimiz senin yakınlığını aramaz. Nasıl olur da sözlerimizin en güzeli sana dönük olmaz. Nasıl olur da yüzümüzün güzelliği rabbimize dönmez. Yoksa duanın karşılığının olmadığını düşünüyoruz. Şimdi rabbimizin: “Rabbiniz derki bana dua edin, duanıza karşılık vereyim.” Demesi, duadan geri duran kalbimizi kanatıyor değil mi? Ey rabbimiz! affın sahibi sensin. bağışlamak senin elinde. Sen ki ellerini açana buyur diyensin. Sen ki içinin sızısını diline değdirene burdayım dersin. Sen ki bizim çağrımızı, bizim kendimize çağrımızdan bile önce duyarsın. Dua dostlarıyla birlikte kapında duruyoruz. açılana kadar da dua ediyoruz. Açılmazsa da kovma bizleri ey rabbimiz kovma bizleri… İlahi! ben peygamberin, Hz. Muhammed’in (s.a.v) senden istediği bütün hayırlı şeyleri senden isterim. Ve onun sana sığındığı bütün kötü işlerden de sana sığınırım. Ya ilahi! kapında sadakatle gelip duran iflas etmiş bu fakire lutfunla kerem eyle. Ey celil olan Allah’ım! büyük günah sahibi bu zelil ve garip kulunun günahını bağışla. Senai Demirci [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
23 Şubat 2013, 18:36 | Mesaj No:95 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Senai Demirciden İnciler Ve aşk eVLiLiğiN eLLeRiNDeN TuTTu " KiTaBıNDaN... çok iyi bildiğiniz gibi günlerden birgün,nasreddin hoca iğnesini kaybeder.iğnesini evin avlusunda aramaya başlar.fakat onca zaman aramasına rağmen iğneyi bulunamaz.komşusu iğneyi nerede düşürdüğünü sorar.hoca kendinden emin cevap verir:''ahırda''hayretler içinde kalan komşusu''ahırda kaybettiğini ahırda aramalısın '' der.nasreddin hoca cevap verir:''ama avlu daha aydınlık!!'' nasreddin hoca fıkralarının ilk bakışta sadece komik görünen,ama temelde derin bi anlama işaret eden paradoksal mesajları vardır. kaybettiğiniz şeyi nerde arasınız?elbette bulmak için,değilmi?bulunca onu aramaktan vazgeçersiniz.böylece arayışınız biter.peki ya size arama eyleminin kendisi güzel ve anlamlı geliyorsa?yani,bizzat arama eyleminin kendisi aradığınız şeyse?işte,nasreddin hocanında fısıldadığı bu:''iğneyi aramıyorum ki onu düşürdüğüm yere bakıyım.benim için önemi olan aydınlıkta olmak,ışıkta kalmak.bu yüzden avluda arıyorum.'' onun önce ve öncelikle aradığı iğne değil,ışıktır.ve avluda yeterince ışık vardır! Birgün mürid mürşidine sorar’’gün doğmadan önce kıldığımız namazın güneşin doğmasına bir faydası oluyormu?mürşidin cevabı hayır olur.namazın faydası güneşe değil sanadır,namaz sayesinde gün doğarken uyanık kalıyorsun ya!. Bilgelik farklı dillerde de olsa,aynı şeyi fısıldıyor bize.nasreddin hocanın aradığı ‘’ışık’’ ile mürdin her namaz sonrası farkına varmadan tanık olduğu ‘’ışık’’ aynıdır.sonuç kadar sonuca giden yolda yaşadıklarımız da önemlidir. Kadınların ve erkekelrin iletişim farklılıklarınıda bu misaller eşliğinde anlayabiliriz. erkekler; iğneyi bulmak için konuşurlar.yani onlar için önemli olan,eylemin kendisi değil,eylemin sonucudur.konuşurlar çünkü bilgi aktarmak isterler.konuşurlar çünkü bilgi toplamak isterler.konuşarak aradıkları şey bilgidir. Kadınlar da; iğneyi bulmak için konuştukları olur.ancak,kadınlar çoğunlukla,hemcinsleri olmayan nasreddin hoca gibi iğneyi aramayı bahane edip,avluda ve aydınlıkta kalmayı tercih ederler. Kadınlar konuşurlar çünkü ne söylemek istediklerini konuşarak bulurlar.yani sesli düşünürler. erkekler ise, söylemek istediklerini bulmak için susmayı yeğlerler. Kadınlar konuşurlar çünkü üzüntü ve kederlerini konuşarak hafifletirler.bu durumda bir şey iletmek istedikleri yoktur.sadece konuşmak için konuşurlar. erkekler ise üzülünce susarlar,ağızlarını bıçak açmaz,taş duvara dönüşürler.erkekler bu konuda mürid kadar cahildirler.onlara göre namaz güneşin doğmasına katkıda bulunmak için kılınıyor olmalıdır. fakat kadınlar sözcükleri uyanık kalmak için kullanırlar.sözcüklerinin anlamlarının peşinde değillerdir,sözcüklere eşlik eden ışığın peşindelerdir.yani avluda kalmak isterler… Kadınlar konuşurlar çünkü yakınlık kurmak isterler.kadınlar için sözcükler bir başkasının ruhuna uzattıkları küçük halatlardır.sözcüklerin içeriği değildir önemli olan,sözcüklere tutunabilmektir. oysa erkekler yakınlık kurmak istediklerinde sözcükleri değil,suskunlukları kullanırlar.onlar için sözcüklerin anlamlarından öte bir amacı yoktur. kadınlar için ise içinde hiç iğne bulunmasada avlunun aydınlık olması önemlidir. Kadınlar konuşurlar, çünki duygularını paylaşmak isterler.kadınlar için sözcükler iç dünyalarının kuytularına sarkıttıkları kovalar gibidir.önemli olan kovanın varlığıdır,kovada ne olduğu değildir. erkekler ise duygusal yakınlığa ihtiyatla bakarlar, iç dünyalarına dönmek istediklerinde susarlar,üzerlerine gelinmesin isterler. Özetlemeye çalıştığım gibi, erkekler ve kadınlar sadece bilgi alıp vermek için konuşma konusunda mutabıktırlar.konuşmanın diğer amaçları kadınlara özgüdür.kadınların diğer konuşma amaçlarında erkelere düşen ise sessizlik ve suskunluktur.işte bu yüzden erkekler suskun kalmayı ve suskun kalınmasını yeğledikleri özel durumlarda kadınlara dinleyici olmayı beceremiyorlar.yine bu yüzden,kendilerinin konuşmayı ve konuşulmayı yeğledikleri özel durumlarda erkeklere suskun kalmayı ve beklemeyi beceremiyorlar.sorunların çoğu da bu karşılıklı beceriksizlikten kaynaklanıyor. Bilmem anlatabildim mi? Kadınların en çok istediği şey sözdür. Her erkeğin iki dudağı arasında olan sözü ister.konuşulsun isterler kendileriyle,konuşmaları dinlensin isterler… |
02 Mart 2013, 15:47 | Mesaj No:96 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: Senai Demirciden İnciler Kuş Tüyü Öğütler Gözünü bu satırlardan bir an kaldır ve kuş tüyünün düşüşünü hayal et.. Hem havada asılı kalıyor, hem iniyor gibidir… Çok uzaktan geliyor gibi ama çok yakın gibi durur.Gökten yere düştüğü halde, düştüğünü hissettirmez sana kuş tüyü… Belki de hiç düşmez kuş tüyü. Hayır, hayır düşüyor değildir. Belki de kendisi yere doğru inmeyi, yere konmayı tercih ediyor gibidir. Hani yağmur gibi… Düşüyor değil indiriliyor. Öyle ki, bir kuş tüyünün inişini seyrederken, sayısız göklerden sayısız tüylerin düştüğü duygusuna kapılırsın, kuş tüyü yere indiğinde henüz düşüşünü tamamlamadığını hissedersin. Doğru; düşmez aslında kuş tüyü, “iner” gibidir, “indirilir” ve “hep indirilir”. Meleklerden kopmuş gibi, melekler gibi.. Şimdi de uykun gelir mi kuş tüyünü duyunca? Yoksa uyanır mısın tatlı ve gerçek bir rüyaya? İşte sana kuş tüyü gibi hafifçe dokunan öğütler… İstersen bırak düşsün, istersen havada öylece asılı kalsın. Sen bilirsin. Sevmeyi öğren: Sevdikçe varlığının kâinatla toplandığını görürsün.Sevince, kendini kendinden öte taşırsın. Sevince kalbine yeni ve sonsuz kanatlar takarsın. Sevince, mavi bir deniz olur kalbin; hiç bilmediğin kıyılara varırsın. Bağışlamayı öğren: Bağışladıkça dostlarının sayısını onla çarpmış olursun. Bağışlamak kalbinin yükünü azaltır. Bağışlayınca, kalbine batan dikenler güle döner. Bağışlayınca önce kendini bağışlamış gibi olursun, nefretin ve kinin yükünü omzundan atarsın.Pişmanlık duymaktan korkma: Pişmanlığını itiraf ettikçe hatalarının küçük, anlaşılır ve bağışlanabilir parçalara bölebildiğini görürsün. Pişmanlık sancısını göze aldığın sürece, hatadan dönmenin lezzetini de yaşamaya başlarsın. Pişmanlık içtenliğin sınamasıdır. İçtenliği olmayanlar pişman olamazlar. Pişman olmayanlar içtenlik kazanamazlar. Hatırlamayı öğren: Hatırladıkça, sevgilerinin karekökünü bulup, onlardan hüznü çıkardığını fark edersin. Hele de çocukluğunu çok hatırla ki, hiç endişesiz mutlu olduğun anları yeniden yaşa. Mutlu olmayı beceremeyen biz büyüklere içimizdeki çocuk mutluluğun sadelik ve hırssızlıkla ilgili olduğunu fısıldar. Dur ve dinle çocuğunu. Değer vermesini öğren: Değer verdikçe sevgilerin küpünü bulup, onları mutlulukla çarpabildiğini görürsün. Değer vermeden geçirdiğin günün güneşi hiç doğmamış gibidir. Değerini bilmediğin eşyaya hiç sahip olmamış gibisindir. Değerini bilmediğin dostların sana göre hiç yaşamamış gibidir. Değer vermesini öğrendiğinde, hayatın sahihleştiğini fark edersin. Daha yavaş yürürsün ama adımlarını yere sıkı basarsın. İltifat etmesini öğren: İltifat ettikçe, insanlarla arandaki en kısa mesafenin bir tebessümün resmettiği eğri bir çizgi olduğunu görürsün. İltifat etmek yalan konuşmak demek değildir. İltifat, muhatabının görmek istediğin yere ulaşması ve oradan öte geçmesi için temennide bulunmaktır. Özür dilemesini öğren: Özür diledikçe nefretin ve öfkenin sonsuza bölündüğünü, böylece dargınlıkların limit sıfıra giderken yok olduğunu fark edersin. Ayrıca bak: “Pişmanlık duymaktan korkma” öğüdü. Aşktan korkma: Böylece bir üçgenin iç açılarının toplamının 180 dereceyi aşıp, bütün yamukları kendi içinde barındırabildiğini görürsün. Aşk pürüzleri yok eder; dikenleri gül eder, acıları haz eyler. Ara sıra hüzünlen: Hüznün kalbine dokunmasına izin ver. Böylece bütün mutlulukların ve zevklerin sonunda ayrılık çizgisine teğet geçip geri döndüğünü görürsün. Hepimiz ayrılıkların kuşattığı bir adada şimdilik yaşayan fanileriz. Hüzün, faniliğin ince sızısını kalbine hissettirdiği için, seni ebediyete komşu eder. Hüznünü öldürürsen ölümü anlayamadığın gibi hayatı da anlayamazsın. Ve bir gün öleceğini bil: Kesinlikle öleceksin ve öldüğün gün anlayacaksın ki, yaşadığın hayat, paydası sonsuzluk olan basit bir kesirden ibaretmiş. Kesrin payında ne olursa olsun, ne kadar çok şey biriktirmiş olursan ol, hepsi son işlemde sıfıra eşitlenir. Kesrin üzerine, yani bu dünyaya, sonsuzluk cinsinden bir şeyler koyman gerekiyor. Yoksa “elde var sıfır” Her gün yeniden uyan: Uyanmayı sadece gözünü açmak olarak bilen için, bir şafak vakti ne kadar da sıradandır. Hayranlık duygusunu her gece iki göz kapağının ardına sakladığı gözleri gibi her daim uykuda bırakan için, bir gün doğumu “sabahın körü” olasıca karanlıktır. Kulluk heyecanını avucunda tutamadığı bir kor gibi savurup söndüren için, bir seher vakti eğreti ve tanımsız bir vakitsizliktir. Haydi, aç gözlerini… Aç gönlünü… Şimdi ve burada var olduğunu fark et. Var edildiğini fark et. Buraya, bu sabaha bir insan olarak gönderildiğini bil. Bu sabahın senin için, sana özel olarak yaratıldığını fark et. Uyan… Güneş senin için doğuyor… Senai DEMİRCİ |
06 Mart 2013, 00:03 | Mesaj No:97 |
Durumu: Medine No : 17229 Üyelik T.:
10 Mart 2012 | Cevap: Senai Demirciden İnciler "Risale-i Nur ile Kur'an'ı kıyaslamak, gözün önündeki gözlükle bakılan şeyi kıyaslamak gibidir.. Siz birine "neden o şeye doğrudan bakmıyorsun da, hep gözlüğe bakıyorsun!" der misiniz? kimse gözlüğünE bakmaz; gözlüğünDEN bakar. GözlüğünDEN bakınca baktığını net görmeye başlar... Bu nasıl iz'ansızlık ve insafsızlık ki, Kur'ân'la tanışmak adına yazılan Risale-i Nur'u Kur'ân'a rakip görüyorsunuz! Ben Risale'ye Risale'YE bakmak için bakıyor değilim, ben RisaleDEN Kur'an'a bakıyorum. Risale'ye baktıkça Kur'ân'a bakışım netleşiyor, Kur'ân'a baktıkça Risale'den baktığıma seviniyorum... Siz gözlüklü her adama, "Sende gözlük fanatikliği var" mı dersiniz? (S.D)
__________________ "..insanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..." |
07 Mart 2013, 01:10 | Mesaj No:98 |
Durumu: Medine No : 17229 Üyelik T.:
10 Mart 2012 | Cevap: Senai Demirciden İnciler "Cevizin sadece kabuğunu görmüş birine, cevizin tadını anlatırım inanmaz. Cevizi kabuğundan ibaret sanana ceviz tatsız ve soğuk gelir. Cevizi tatmış olanı ayıplar, kınar... Artık eminim Risale-i Nur'u kırmızı kapağından ibaret görenler var; ben tadından söz edince, Kur'ân'a b/akışının zevkini anlatınca, beni ayıplarlar, buna şaşırırlar... Ne gam..."
__________________ "..insanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..." |
07 Mart 2013, 01:11 | Mesaj No:99 |
Durumu: Medine No : 17229 Üyelik T.:
10 Mart 2012 | Cevap: Senai Demirciden İnciler "Bre nadan; sen nasıl olacak da Kur'ân'a doğrudan bakacaksın? Kur'an kelimelerine dair tasavvurların bunca dar iken, meallerin kısıtlı ve aciz, dönemsel ve yerel yorumlarını mı Kur'ân'ın yerine koyacaksın?"
__________________ "..insanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..." |
07 Mart 2013, 01:19 | Mesaj No:100 |
Durumu: Medine No : 17229 Üyelik T.:
10 Mart 2012 | Cevap: Senai Demirciden İnciler "Bana yazdırıldı" cümlesindekii nezaketi anlamayan kalın kafalı Söz'den anlar mı dersiniz?"
__________________ "..insanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..." |
Konuyu Toplam 23 Kişi okuyor. (0 Üye ve 23 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
senai hocamdan bir hoş dua | _bülbül_ | Dua Bölümü | 1 | 30 Ocak 2023 15:09 |
Senai Demirciden Vakit Öğle Şiiri Videosu | MERVE DEMİR | Videolar/Slaytlar | 1 | 11Haziran 2021 00:13 |
Şeyh Sadi' den Sözler/İnciler-Medineweb | MERVE DEMİR | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | 14 | 30 Mart 2020 01:03 |
La Tahzen ( Üzülme ) Senai Demirci Medineweb | nurşen35 | Şiir Dinletileri | 2 | 18 Ağustos 2017 00:50 |
Siz ve Eşiniz // Senai Demirci | enderhafızım | Evlilik-Nikah Konuları | 3 | 24 Ocak 2014 01:12 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|