|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 04 Mayıs 2011 (20:48), Konuya Son Cevap : 04 Mayıs 2011 (20:48). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
04 Mayıs 2011, 20:48 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Yeryüzü Halifesi Hz. Âdem (bakara 30-39 ) Yeryüzü Halifesi Hz. Âdem (bakara 30-39 ) 30-وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً “Hani Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım” demişti.” “Onlar orada daimîdirler” ayetinden mefhum-u muhalif ile, kâfir olmayanların orada ebedi kalmayacakları anlaşılır.Ayet, bütün insanları içine alan üçüncü bir nimeti saymaktadır. Çünkü Âdemin yaratılması ve mükerrem kılınması, Allahın Onu meleklere üstün kılıp O’na secde etmelerini emretmesi, O’nun neslini de içine alan nimetlerdir. Melaike, melek kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin manalarından biri, elçiliktir. Melekler Allah ile insanlar arasında vasıtalardır. Bu durumda, onlar Allahın elçileridir veya insanlara gönderilen elçiler gibidir. Akıl sahipleri, onların bizzat mevcut varlıklar olduğunda ittifak etmekle beraber, hakikatlerinde ihtilaf etmişlerdir. Ekser Müslümanlar, onların latîf cisimler olup muhtelif şekillerde teşekküle kâdir olduklarını kabul ederler. Buna delil olarak da, peygamberlerin onları görmesini nazara verirler. Hristiyanlardan bir taife şöyle der: Onlar, bedenlerden ayrılan beşerî, faziletli ruhlardır. Felsefeciler ise, onların hakikatte nüfus-u natıkaya muhalif olarak mücerret cevherler olduğunu iddia ederler. Meleklerin Kısımları Melekler iki kısımdır. Bir kısmı, Cenab-ı Hakkın marifetinde müsteğrak, başkasıyla meşguliyetten münezzeh olanlar. Cenab-ı Hak bunları muhkem kitabı olan Kur’anda şöyle vasfeder: “Onun nezdinde olanlar O’na ibadetten ne çekinirler ve ne de yorulurlar.” (Enbiya, 20) Bunlar “illiyyûn” ve “mukarrebûn”dur.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bir kısım melekler ise, belirlenmiş olan kader ve ilâhî kalemin yazdığı üzere, semadan arza tedbir-i umurda bulunurlar. “Onlar, Allah’ın verdiği emirlere karşı gelmezler ve ne emredilse onu yaparlar.” (Tahrîm, 3) Bunlar, işlerin tedbirini gören meleklerdir. Tevalî isimli kitabımda[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ayrıntılarıyla ele aldığım şekliyle, bunların semavî olanları vardır, arzî olanları vardır. Lafzın genel oluşu ve tahsis edici bir durum olmadığına göre, Cenab-ı Hakkın insanı yeryüzüne halife olarak göndereceğini bildirmesi, bütün melekleredir. Ancak, “arzdaki melekler” şeklinde görüşler de vardır. Bundan muradın, “İblis ve onunla cinlerle muharebede beraber bulunanlar” olduğu da söylenmiştir. Bu görüşe göre, Allahu Teâlâ evvela cinleri arzda yerleştirdi, onlar ise orada fesat çıkardılar. Bunun üzerine Allah onların üzerine İblisi ve maiyetinde bazı melekleri gönderdi. Onlar da cinleri dağıttılar, adalara ve dağlara sürdüler. Halife, başkasına halef olan ve onun yerine geçen demektir. Bundan murat Hz. Âdemdir. Çünkü O, yeryüzünde Allahın bir halifesi idi. Benzeri bir şekilde arzın imareti, insanların idaresi, nefislerinin kemâle ermesi ve onlarda emrinin uygulanması için Allahu Teâlâ her bir peygamberi halife kılmıştır. Bu, -haşa- Allahın bir vekile ihtiyacı olduğundan değil, yeryüzündeki insanların ilâhî feyzi kabul ve bir vasıta olmadan emri almakta noksanlıkları sebebiyledir. Bundan dolayıdır ki, Allahu Teâlânın “Eğer onu (Peygamberi) bir melek kılsaydık yine onu bir adam (sûretinde) yapardık ve onları düştükleri kuşkuya yine düşürürdük.” (En’am, 9) buyurduğu gibi, insanlara peygamber olarak melek gönderilmemiştir. Görmez misin, ateş değmese bile neredeyse yağı alev alacak tarzda kuvvetleri artıp idrak kabiliyetleri tutuştuğunda, Allah peygamberlere melekleri gönderdi. Onlardan mertebesi daha âlî olanlarla, Hz. Musa ile Turda ve Hz. Muhammed ile (aleyhime’s selam) miraçta olduğu gibi vasıtasız konuştu. Bunun bir nazîrini tabiatta görürüz. Mesela, kemik, aralarında olan farklılık sebebiyle etten gıdasını alamadığı için Allahu Teâlâ hikmetiyle ikisi arasında her ikisine de münasip olan kıkırdağı koydu, ta ki bundan alıp diğerine verebilsin. Hz. Âdemin halife olması, ondan önce yeryüzünde olanlara nispetledir. Veya O ve zürriyetinin öncekilere halef olmaları tarzındadır. Veya bazısı bazısına halef olmaktadır. Ayette “yeryüzünde halifeler kılacağım” denilmesi yerine, tekil olarak “halife” denilmesi, -Ya Âdemin zikri, diğerlerini ifadeye ihtiyaç bırakmadığı içindir. Nitekim bir kabileden bahsederken, “Mudar ve Haşim” şeklinde atalarının ismini vermek yeterlidir. -Veya bunun manası, “sizin yerinize geçecek olan”dır. Allahu Teâlânın bunu meleklere söylemesinin faydası, -Müşavereyi öğretmek, -Halife kılınanın şanını yüceltmektir. Allahu Teâlâ bu yüceltmeyi, melekûtunun sakinlerine varlığını müjdeleyerek ve yaratmazdan önce onu halife lakabıyla yad ederek yapmıştır. O insan nevinde bir kısım mefasid olmakla beraber, faziletli yönünün galip geldiğini, hayrı galip olanın vücudunu hikmeti iktiza ettiğini ortaya koymuştur. Çünkü, şer-i kalil gelmesin diye hayr-ı kesiri terk etmek şerr-i kesir olur.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء “Melekler dediler: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi (halife) kılacaksın?” Bu, meleklerin taacübünü ifade eder. Orada fesat çıkaracak bir varlığın, arzın imareti ve ıslahı için halife olarak gönderilmesini hayretle karşılamışlardır. Veya, taat ehli olanlar varken masiyet ehlinin halife gönderilmesine şaşmışlar ve bu mefasidin hayrete düşürdüğü ve ortadan kaldırdığı kendilerine gizli kalan hikmetin açıklanmasını istemişlerdir. Onların bu tavrı, -haşa- Allahu Teâlâ’ya bir itiraz değildir, gıybet şeklinde Âdem oğullarının ardından onları tenkid de değildir, muallimden ders alan birinin gönlü tam yatmadığı şeyleri muallimine sorması gibi, kendilerini irşad edecek ve şüphelerini ortadan kaldıracak şeyleri Allahtan haber almak tarzındadır. Allahu Teâlâ melekler hakkında “Doğrusu onlar ikrama mazhar kullardır. Onlar Onun (Allah’ın) sözünün önüne geçmezler ve sadece O’nun emriyle hareket ederler.” (Enbiya, 26-27) buyurduğu gibi, onlar böyle su-i zanla bakılmaktan yüce varlıklardır. Meleklerin, yeryüzüne halife olarak gönderilecek varlıkların orada fesat çıkaracak ve kan dökecek varlıklar olacağını bilmeleri, -Ya Allahın onlara haber vermesiyle, -Ya levh-i mahfuzdan alarak, -Ya akıllarında yerleşmiş olan “ismet sıfatı meleklerin özelliklerindendir” esasından yola çıkarak, -Ya insanları, daha önce yerde fesat çıkarmış olan cinlere kıyas ederek olmuştur. وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ “Oysa biz hamdin ile seni tesbih ve takdis ediyoruz.” قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Dedi: Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” “Ben senin yardıma muhtaç kadîm dostun iken, tutup da düşmanlarına mı yardım ediyorsun” cümlesinde olduğu gibi, işkâl cihetini ortaya koyan bir hâl cümlesidir. Mana şöyledir: “Biz masum varlıklar olarak buna daha layık iken, isyancı varlıkları mı halife yapıyorsun?” Bundan maksad, ucb ve övünme olmayıp sürpriz bir tarzda insanların masum meleklere tercih edilmesinin hikmetini sormalarıdır. Sanki onlar, halife kılınan insanoğlunda, halifeliğe medar olmak üzere üç kuvve olduğunu bildiler. Bunlar, şehvet, gadap ve akıl kuvveleridir. Bunlardan ilk ikisi fesada ve haksız kan dökmeye yol açar. Akıl kuvvesi ise marifet ve taate sevkeder. Melekler onlara tek tek bakıp şöyle dediler: “İnsanın halife kılınmasında hikmet nedir? İlk iki kuvve yönüyle bakılsa, bırakın halife olmalarını, hikmet onların varlığını bile gerektirmez. Şayet akıl kuvvesi ile halife olacaklarsa, o akıldan bekleneni biz de ortaya koyarız. Hem de diğer iki kuvveden meydana gelen mefasid olmadan.” Böylece melekler her iki kuvvenin akla itaat etme ve onunla terbiye edilmeleri durumunda her birinin ortaya koyacakları faziletten gafil oldular. Çünkü bunlar terbiye edildiklerinde iffet, şecaat, hevâya karşı cihad, insaf gibi hayırlı özellikler kazanırlar. Ayrıca melekler, bu tarz üç farklı kuvve ile terkibin, tek tek bunların verilmesinden elde edilemeyecek faydalar meydana getireceğini bilemediler. Mesela, cüziyyatı ihata etmek, değişik san’atlar ortaya koymak, varlıkların menfaatlerini kuvveden fiile çıkarmak gibi durumlar bu faydalardan bazılarıdır ve insanın halife kılınması bu gibi kabiliyetleri sebebiyledir. Allahu Teâlâ, şöyle diyerek buna mücmel bir şekilde işaret etti: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” Tesbih ve takdis, Allahı kötü şeylerden münezzeh kılmaktır. Ayette “hamdin ile” ifadesi hâl konumundadır. “Biz Seni tesbih ve takdis ediyoruz” ifadelerinde bunu kendilerine nisbet etme durumu anlaşılmasın diye “Bize marifetini ilham etmen ve Sana tesbihe muvaffak kılmanla hamdederek bunları yapıyoruz” dediler. Allaha takdiste bulunmaları, “Senin için nefislerimizi günahlardan temizliyoruz” anlamındadır. Böylece onlar, bazı müfessirlerin fesadı şirkle açıklamaları da düşünülürse insanın fesadına mukabil kendilerinin tesbih etmelerini; kötü fiillerin en ziyade kınanmışı olan haksız yere kan akıtmaya mukabil nefislerini günahlardan tertemiz kılmalarını nazara verdiler. 31- وَعَلَّمَ آدَمَ الأَسْمَاء كُلَّهَا “Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti.” Allahu Teâlâ’nın Hz. Âdeme bütün isimleri öğretmesi, -Ya Âdemde o isimlerle ilgili zarurî bilgi yaratması, -Veya kalbine bunları ilka etmesi şeklindedir. Böyle olunca teselsül tarzında önceki bir ıstılaha Hz. Âdem muhtaç olmamıştır. Talim, ilmin kendisine terettüp ettiği fiildir. Ama bu, her talimde ilim meydana geleceği anlamına gelmez. Mesela şöyle dersin: “Ona öğrettim, ama öğrenmedi.” Âdem, Arabça olmayan bir isimdir. Bu kelimenin toprakla alakası vardır. Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle der: “Allahu Teâlâ arzın düz ve engebeli bütün topraklarından aldı ve Âdemi onlardan yarattı.” Bundan dolayıdır ki O’nun evladı farklı farklı olur. Âdem kelimesi, ülfet anlamında “edm” ve “edme” kelimelerinden de gelebilir. İdris kelimesinin D-R-S den, Yakubun A-G-B den, İblisin İblas’dan gelmesi gibi. İsim Türeme noktasında “isim” kelimesi bir şeye alamet olan; lafızlar, sıfatlar ve fiillerle o şeyi zihne yükselten delile denilir. İsim kelimesi örfen bir manayı ifade için vaz edilen lafızdır. Bu lafız, -Müfret, -Mürekkep, -Kendisinden haber verilen, -Haber, -Veya bu ikisi arasında bağlaç görevi görebilir. Istılahta ise isim, üç zamanın biriyle alakası olmadan kendi nefsinde manaya delalet eden müfret kelime için kullanılır. Ayetteki isim ya birinci manadadır veya birinciyi de tazammun eden bu ikinci manadadır. Çünkü, delalet yönünden bir kısım lafızlarla ilim, manaları bilmeye bağlıdır. Allahu Teâlâ Âdemi muhtelif cüzlerden ve farklı kuvvelerden yarattı. Onu, makulat, mahsusat, mütehayyelat ve mevhumat şeklinde değişik şeyleri idrak etmeye kabiliyetli kıldı.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Ona eşyanın zat, havas (özellik) ve isimlerini, ilimlerin usulünü, san’atın kanunlarını, gerekli aletlerin keyfiyetini ilham etti. ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلاَئِكَةِ “Sonra onları meleklere arzetti.” “Onları” derken buradaki zamir “müsemmeyat” yani “eşyanın isimlerine” râcidir. Çünkü evvelinde zımnen buna bir delalet vardır. Mesela, Hz. Zekeriya “Ve baş ihtiyarlıkla tutuştu.” (Meryem, 4) derken “başım” manası anlaşıldığı gibi, Cenab-ı Hak “Âdeme bütün isimleri öğretti” derken de “eşyanın isimlerini” manası anlaşılır. فَقَالَ أَنبِئُونِي بِأَسْمَاء هَؤُلاء إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Haydi davanızda sadıksanız bana şunların isimlerini bana haber verin” dedi.” Ayet, melekler için bir tebkît ve hilafet meselesinde aczlerini tenbihtir. Çünkü adaleti yerine getirmek için bilgi tahakkuk etmeden, kabiliyet mertebelerine ve hakların miktarına vâkıf olmak imkânsızdır. Allahu Teâlânın bu emri, onları mükellef yapmak tarzında olmadığından “muhali teklif” kabilinden sayılmaz. “Davanızda sadıksanız.” “Masumiyetiniz için hilafete daha layık olduğunuzu düşünüyorsanız, haydi bana bunların isimlerini haber verin.” “Kendinizde böyle özellikler varken, insanın yaratılması ve halife olarak gönderilmesi Hakîm olana yakışmaz” şeklinde düşünüyorsanız, haydi bana bunların isimlerini haber verin.” Onlar her ne kadar böyle bir şeyi telaffuz etmedilerse de, sözlerinin lâzımı budur. Kelamın doğruluğu söylenen söz itibariyle olabildiği gibi, bazen da sözün delâletinin lazımı olan haberleri farzetmek tarzında da olabilir. Bu itibarla inşaî manalar ortaya çıkar. 32-قَالُواْ سُبْحَانَكَ “Dediler: “Seni tenzih ederiz.” لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” Bu, meleklerden acz ve kusurlarını bir itiraftır. Suallerinin itiraz için değil, öğrenme amaçlı olduğunu, keza, insanın üstünlüğü ve yaratılış hikmetiyle ilgili olarak, daha öce kendilerine gizli olan durumun vuzuha kavuştuğunu hissettirmektir. Onlara daha önce düğümlü olan bir durumu bildirmesine ve açmasına mukabil nimetine şükür izhar etmektir. Ayrıca, bütün ilmin Allaha ait olduğunu ifade ile edebe müraattir. “Sübhane” kelimesi “Ğufrane” gibi mastardır. Neredeyse tamamen muzaf ve mansup olarak gelir, fiili gizlidir. Tenzih manasında olan tesbih için alem olarak kullanılır. Meleklerin, kelâmlarının başında bu kelimeyi kullanmaları, hikmetini sualden ve hakîkat-i hâli bilmemekten dolayı özür beyan etmektir. Bundan dolayı bu kelâm, tevbenin anahtarı kılındı. Mesela Hz. Musa, Allahtan rüyet talebi sonrası bayıldı. “Ayılıp kendine gelince, “Sen sübhansın, Sana döndüm” dedi.” (A’raf, 143). Hz. Yunus da balığın karnında, “Senden başka ilâh yoktur. Sen Sübhansın (münezzehsin). Ben gerçekten zalimlerden oldum.” (Enbiya, 87) dedi. إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ “Şüphesiz sen Alîm’sin – Hakîm’sin.” Yani Sen Alîm’sin, Sana gizli bir şey yoktur. Hakîm’si, her yaptığını tam bir hikmetle yaparsın. 33- قَالَ يَا آدَمُ أَنبِئْهُم بِأَسْمَآئِهِمْ “Dedi: Ey Âdem! Bunlara onların isimlerini haber ver.” فَلَمَّا أَنبَأَهُمْ بِأَسْمَآئِهِمْ قَالَ “Bunun üzerine Âdem onlara (meleklere) onların isimlerini haber verince, (Allah) dedi: أَلَمْ أَقُل لَّكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Ben size demedim mi, gerçekten ben göklerin ve yerin gaybını bilirim.” وَأَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنتُمْ تَكْتُمُونَ “Ve sizin açıkladığınızı da bilirim, içinizde gizlediğinizi de.” Ayetin bu kısmı, daha önce geçen “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” (Bakara, 30) ifadesini hatırlatmaktır. Lakin daha ayrıntılı bir şekilde geldi, ta ki ona bir hüccet olsun. Çünkü Allahu Teâlâ onlara gizli olan göklerin ve yerin işlerini ve onlara zahir olan zâhiri ve batinî hallerini bildiğine göre, onların bilmediklerini biliyor demektir. Ayette, daha evlâ olanı terk etmeleri sebebiyle meleklere kınama tarzında bir tariz vardır. Daha evlâ olanı ise, bekleyip ta ki kendilerine açıklanıncaya kadar hüküm beyan etmemeleri idi. Şöyle de denildi: Allahu Teâlânın, “sizin açıkladığınızı bilirim” demesi, onların “yeryüzünde fesat” sözleridir. “İçinizde gizlediğinizi de” demesi ise, onların kendilerini hilafete daha layık görmeleri, Allahın kendilerinden daha efdal bir varlık yaratmayacağını sanmalarıdır. Şöyle de denildi: “Sizin izhar ettiğiniz taatı da, İblisin gizlediği masiyeti de bilirim.” Bil ki, bu ayetler, -İnsanın şerefine, -İlmin meziyetine ve ibadete üstün olmasına -İlmin hilafet için şart, hatta temel umde olduğuna - Onu meslek edinenlere hususiyeti olduğundan, Allah için her ne ka dar “Muallim” denilmesi uygun olmasa bile, talimin Allaha isnadının sahih olduğuna. -Dillerin tevkifî olduğuna, delalet vardır.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Çünkü isimler özel veya genel lafızlara delalet eder. Bunları öğretmek, öğrenen kimseye bunların manalarını beyan etmek tarzındadır. Bu ise, bunların önceden vaz edilmesini gerektirir. Hz. Âdemden önce bunların vaz edilmesi söz konusu olamaz. Bu durumda bunları belli isimlerle vaz edenin Allah olduğu anlaşılır. Keza, bu ayetlerden hikmet mefhumunun ilim mefhumundan artı manalar taşıdığı da anlaşılır. Yoksa melekler “Şüphesiz Sen, Alîm’sin - Hakîm’sin” derken tekrara düşmüş olurlardı.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Keza, meleklerin ilimleri ve kemalâtlarının ziyadeyi kabul ettikleri ortaya çıkar. Hükema, en yüksek tabakada olan melekler için bunun söz konusu olmayacağını söylediler. Şu ayeti de bu manada yorumladılar: “Bizden her birimizin belli bir makamı vardır.” (Saffat, 164) Ayetlerden Hz. Âdemin bu meleklerden daha efdal olduğu anlaşılır. Çünkü onlardan daha ziyade ilim sahibidir. Daha çok bilen, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 9) ayeti hükmünce daha efdaldir. Keza, şu da anlaşılır: Allahu Teâlâ, eşyayı yaratılmalarından önce de bilir. 34- وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ “Hani meleklere: “Âdem için secdeye varın!” demiştik.” Hz. Âdem onların bilemediklerini bilip eşyayı isimleriyle onlara haber verince, Allahu Teâlâ - Âdem’in üstünlüğünü itiraf etmeleri, -Hakkını vermeleri, -O’nun hakkında dediklerinden dolayı özür beyan etmeleri için Âdeme secde etmelerini emretti. Bazıları “Onu (Âdemi) şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (Sad, 72) ayetine dayanarak bu emrin, onları imtihan ve Âdemin faziletini izhar için, henüz daha O’nun yaratılışı tamamlanmadan olduğunu söylemişlerdir. Dinen “secde”, ibadet kastıyla alnı yere koymaktır. Meleklere Emredilen Secde 1-Ya şer’î manadadır. Çünkü gerçekte secde edilen Allahu Teâlâdır. Bu durumda Âdem, şanını yüceltme noktasından meleklerin secdesi için kıble kılınmıştır. 2-Veya secdenin vücubuna sebep olduğu için onlara bu emir verilmiştir. Çünkü Allahu Teâlâ Hz. Âdemi, - Bütün harika şeylere, hatta bütün varlıklara bir nümune, -Ruhanî ve cismanî âlemde olanlara bir nüsha, -Melekler için mukadder olan kemalata ulaşmaya bir vesile, -Uzak kaldıkları mertebe ve derecelerin zuhuruna bir vuslat olarak yarattı. Bunun için, onda gördükleri ilâhî kudretin azameti ve apaçık ayetler sebebiyle hem bir tezellül ve hem de Onun vasıtası ile kendilerine verilen nimetlere sebebi bir şükür olarak meleklere Âdeme secde etmelerini emretti. 3-Veya bu secde emri lügat manasında Hz. Âdem için bir selâm ve tazim şeklinde saygıyla eğilmeleri şeklinde de olabilir. Hz. Yusufun kardeşlerinin Yusufa secdeleri gibi.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] فَسَجَدُواْ “Onlar da hemen secde ettiler.” إِلاَّ إِبْلِيسَ “Ancak İblis etmedi.” أَبَى “O, dayattı.” وَاسْتَكْبَرَ “Büyüklük tasladı.” İblis, kendisine emredileni yapmaktan kaçındı. Rabbine ibadette Âdemi vuslat edinmeyi veya O’na saygı gösterip selamla karşılamayı veya O’na hizmet edip kendisinin hayrı ve salahı olan şeye çalışmayı kibrine yediremedi. Tekebbür, kişinin kendini başkasından daha büyük görmesidir. İstikbar ise, bunu haksız bir şekilde talep etmektir. وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ “Ve kafirlerden oldu.” Yani, Allahın ilminde O, kâfirlerden idi. Veya kendisinin daha efdal olduğu inancıyla Allahın Âdeme secde emrini çirkin bularak kâfirlerden oldu. Ona göre kendisi efdal olduğu için, daha aşağıda olan birine secde etmek ve onunla tevessülde bulunmak uygun değildir. Nitekim İblis, Cenab-ı Hakkın “Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın? Yoksa üstünlerden mi oldun?” (Sad 75) sözüne cevap olarak “Ben, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” (A’raf, 12) derken bunu ihsas etmiştir.. Ayet, velev bir vecihle de olsa, Hz. Âdemin kendisine secde etmekle emredilen meleklerden daha efdal olduğuna delalet eder.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İblis Meleklerden miydi?[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Keza, İblisin meleklerden olduğu da anlaşılır. Yoksa meleklere verilen emir, onu kapsamazdı ve kendisinin meleklerden istisna edilmesi sahih olmazdı. Buna mukabil “O, cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı.” (Kehf, 50) ayetiyle bu reddedilemez. Çünkü İblisin nev’ olarak meleklerden, fiilen ise cinlerden olması caizdir. Ayrıca, İbnu Abbastan şöyle bir rivayet vardır: “Meleklerden üreme yoluyla çoğalan bir kısım vardır, bunlara “cin” denilir. İblis de onlardandır.” İblisin meleklerden olmadığını iddia eden kimse, şöyle diyebilir: İblis, bir cin idi, melekler arasında bulunmuştu. Onlardan binlercesinin arasında olmasından dolayı tağlîb yoluyla onlardan biri gibi sayıldı.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Veya şöyle diyebilir: Cinler de melekler gibi secde ile emredilmişlerdi. Lakin meleklerle ilgili emir zikredildiğinden, onlara olan emir ayrıca yer almadı. Çünkü büyükler birisine tezellülle ve onu vesile yapmakla emredilince, küçüklerin de bununla mükellef oldukları bilinir. Veya şunu söyleyebilir: Her ne kadar meleklerde galip olan durum masumiyet ise de, onlardan masum olmayanlar da vardır. Nasıl ki her ne kadar insanlarda masumiyetin olmayışı asıl ise de, onlar içinde masumlar da vardır. Belki de meleklerden bir kısmı şeytanlara bizzat muhalif olmayıp, ins ve cinden bir kısmının iyi veya fasık olması gibi, arızî haller ve sıfatlarda muhaliftirler. İblis, İbnu Abbasın da dediği gibi, bu sınıftandı. Böyle olunca halinin değişmesi ve makamından düşmesi sahih oldu. Nitekim şu ayet buna işaret eder: “O, cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı.” (Kehf, 50) Şöyle denilemez: Bu nasıl sahih olur, melekler nurdan yaratıldı, cin ise nârdan? Çünkü Hz. Aişenin naklettiği üzere Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Melekler nurdan yaratıldı Cinler ise, dumansız ateşten.” Bu rivayetle delil getirmek yeterli değildir. Çünkü burada anlatılan, zikrettiğimiz şeye temsil gibidir. Çünkü nurdan murat ziya veren cevherdir, ateş de bunun gibidir. Ancak ateşin ziyası bulanıktır, dumanla örtülüdür, hararetinin fazlalığı ve yakma özelliği sebebiyle sakınılması gerekir. Bu ateş arıtılıp süzüldüğünde tamamen nur olur. Tersi olduğunda ise ilk haline döner. Nuru sönünceye kadar bu hâl gittikçe artarak devam eder, tamamen duman kesilir. Bu bakış doğruya daha uygun ve nass’lar arasını cem etmeye daha muvafıktır. Bununla beraber gerçek ilim Allah katındadır. Ayetin ifade ettiği pek çok manalar vardır: -Kibirlenmek çok çirkindir. Öyle ki kibir, sahibini küfre kadar götürebilir. -Allahın emri hemen yerine getirmeli ve sırrı olan şeyleri ise terk edilmelidir. -Emir, vücub ifade eder. -Allahın hâlinden küfür üzere öleceğini bildiği kimse, hakikatte kâfirdir. Çünkü her ne kadar şimdi mü’min de olsa, itibar sona göredir. 35-وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ “Dedik: Ey Âdem, sen ve eşin cennete yerleşin.” وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا “Ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin.” Ayette hitabın Hz. Âdeme yapılması, hükümden maksudun O olduğunu, O’na atıfla muhatap olanın ise, O’na tâbi bulunduğuna bir tenbihtir. Ayette bahsedilen cennet, sevap yurdu olan ahiretteki cennettir. Çünkü elif-lâm, belirlilik ifade eder, bundan başka da bilinen cennet yoktur. “Cennet henüz yaratılmamıştır” diyenler, ayetteki cennetin Filistin topraklarında veya Faris-Kırmen arasında bir bostan olup, Allahın Hz. Âdemi imtihan için burayı yarattığını söylediler. Cennetten inişi ise, oradan Hind diyarına intikal olarak değerlendirdiler. Şu ayetle de delil getirdiler: “Bir şehre inin, istedikleriniz orada var.” (Bakara, 61)[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] وَلاَ تَقْرَبَا هَذِهِ الشَّجَرَةَ“Fakat şu ağaca yaklaşmayın.” فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ “Yoksa zalimlerden olursunuz.” Ayette gayet etkili anlatımlar vardır: -Yasağın “yaklaşmayın” şeklinde gelmesi. Yaklaşmak, yemenin sebeplerindendir. Harama yaklaşan kimsede, aklın ve dinin gereğinden alıkoyacak şekilde, bütün kalbiyle harama doğru bir meyil meydana gelir. Nitekim hadiste, “bir şeyi sevmen, seni kör ve sağır yapar” denilmiştir. Dolayısıyla, Âdem ve Havva’nın, harama düşme korkusuyla, Allahın haram kıldığının çevresinde dolaşmamaları gerekir. -Haramdan yemeyi zalimlerden olmaya bir sebep kıldı. Buradaki zulüm, günah işleyerek veya itibar zedeleyici bir iş yaparak nasiplerini azaltmak sûretiyle nefse zulmetmektir. Ayette geçen ağaç; buğday, incir, üzüm veya yiyenin def-i hacete mecbur olduğu bir ağaçtır. Evlâ olan, ayette hangi ağaç olduğu belirtilmediği için, katî bir delile dayanmadan belirlememektir. Çünkü, asıl maksat bu değildir. 36- فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا “Bunun üzerine şeytan onların ayağını oradan kaydırdı.” Başka ayetlerde, şeytanın nasıl onların ayaklarını sürçtürdüğü şöyle anlatılır: “Sonunda şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve bitmeyen bir saltanatı göstereyim mi?” (Taha, 120) “Derken İblis onların birbirlerinden gizli kalan mahrem yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalanlardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti” dedi.” (A’raf, 20) “Ve onlara, “Elbette ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye yemin etti. Böylece hile ile onları aldattı.” (A’raf, 21) Şeytan, -Onlara temessül etmiş olabilir. -Uzaktan vesvese yoluyla kandırmış olabilir. Şeytana “Allah, şöyle dedi: Haydi, çık oradan. Çünkü sen kovuldun.” (Sad, 77) denildikten sonra Âdem ve Havvaya nasıl gelebildiği farklı şekillerde açıklanmıştır: -Daha önce meleklerle beraber itibarlı bir şekilde girerdi, bu tarz girişten men edildi, ancak Âdem ve Havvanın imtihanı için vesvese vermeye girmesine engel olunmadı. -Cennetin kapısının önünde durdu, onlara uzaktan seslendi. -Bir hayvan sûretinde temessül etti girdi, kapıdaki görevliler onu tanımadı. -Yılanın ağzına girerek, onun vasıtasıyla cennete girdi. -Bazı etbaını gönderdi, onlar vasıtasıyla Âdem ve Havvayı kandırdı. “De ki: İlim ancak Allah katındadır.” (Mülk, 26) فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ “İçinde bulundukları yerden onları çıkardı.” İçinde bulundukları itibarlı ve nimetli durumdan onları çıkardı. وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ “Biz de dedik: Birbirinize düşman olarak inin.” وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ “Sizin için arzda belli bir vakte kadar yerleşmek ve yararlanmak vardır.” Hitap, Âdem ve Havva’yadır. Çünkü başka ayette hitap açık ifadeyle ikisine yönelik yapılmıştır. Burada çoğul sığasıyla gelmesi, Âdem ve Havva’nın insan nevinin aslı olmalarındandır. Sanki o ikisi, insanların tamamıdır. Veya çoğul gelmesi, İblisin de aynı hitaba dahil edilmesindendir. Vesvese için cennete girdikten sonra, bu şekilde kendisine ikinci defa “çık” emri vâkî olmuştur. Veya onun da semadan yere inmesini ifade eder. 37-فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ “Derken Âdem Rabb’inden birtakım kelimeler aldı.” Âdem, o kelimeleri almaya kabule ve öğrendiğinde amel etmeye yöneldi. Bundan murat, “O ikisi şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak hüsrana düşenlerden oluruz!” (A’raf, 23) ayetidir. Ayrıca şu da rivayet edilir: “Allahım, seni hamdinle tesbih ederim. Senin ismin mübarektir, şânın yücedir. Senden başka ilah yok. Ben nefsime zulmettim, beni bağışla. Çünkü, günahları ancak sen bağışlarsın.” İbnu Abbastan şöyle rivayet edilir: Âdem ile Allah arasında şu muhavere geçer: -Ya Rabbi, Sen beni kendi elinle yaratmadın mı? -Evet, yarattım. -Ya Rabbi, ruhundan bana üflemedin mi? -Evet, üfledim. -Ya Rabbi, Senin rahmetin gadabını geçmedi mi? -Evet, geçti. -Beni cennetine yerleştirmedin mi? -Evet, yerleştirdim. -Ya Rabbi, eğer tevbe eder, durumumu düzeltirsem beni cennete döndürür müsün? -Evet, döndürürüm.” فَتَابَ عَلَيْهِ “O da tevbesini kabul etti.” Allah ona rahmetle ve tevbesini kabulle döndü. Tevbenin kabulû, Hz. Âdemin o kelimeleri almasından sonra olmuştur. Çünkü o kelimeler, tevbeyi de tazammun etmektedir. Tevbe, günahı itiraf etmek, ona pişman olmak ve bir daha dönmemeye azmetmektir. Burada sadece Hz. Âdemin tevbesi nazara verilmekle yetinildi, çünkü Havva hükümde ona tabidir. Genel olarak da gerek Kur’anda gerek hadislerde hitap erkeklere yapılmış, onlara yapılan hitaba kadınlar da dahil sayılmışlardır. عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ “Muhakkak O, Tevvab – Rahîm’dir.” O, kullarını tekrar ve tekrar bağışlar, onları tevbeye muvaffak kılar. Tevbe kelimesinin aslı, dönmektir. Kul bununla vasfedildiğinde günahtan dönmesi anlaşılır. Allahu Teâlâ tevbe ile vasfedildiğinde ise, ceza vermekten bağışlamaya dönmesi murat edilir. Allahın tevbeleri kabul edici ve son derece merhamet sahibi olduğunu beraber söylemekte, tevbe eden kimseye affedilmekle beraber ihsana da nail olacağını vaat etmek vardır. 38- قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً “Onlara dedik ki: Hepiniz oradan inin.” “İnin” emri te’kid olarak veya maksadın farklı olması sebebiyle tekrar edildi. Çünkü, birincisi, onların inişinin bir ibtila diyarına olmasına, orada birbirlerine düşman olacaklarına ve daimi kalmayacaklarına delalet etti. İkinci “inin” emri ise, mükellef olmak için gönderildiklerini hissettirdi. Artık her kim hidayete ererse kurtulur, kim de ondan saparsa helak olur. Bunda, şu manaya da bir tenbih vardır: Basiretli kişi için iki ihtimalden sadece biri bile, tek başına Allahın hükmüne muhalefetten alıkoymaya yeterli bir durumdur. Her ikisi beraber olunca hayli hayli yeterli olacaktır.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Lakin insan unutur, tam bir azim göstermez. Bu iki “inin” emrinden birincisi cennetten dünya semasına, ikincisi ise arza olduğu da söylendi. فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ“Eğer tarafımdan size bir yol gösterici gelir de kim hidayetime uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” Yani, şayet kitap indirerek ve rasul göndererek benden size bir hidayet gelirse, sizden de her kim ona tâbi olursa, kurtulur. Burada ilâhî hidayetin gelmesinin “eğer” kelimesiyle ifadesi –gelmesi muhakkak olduğu halde- bunun zâtında ihtimal dâhilinde olması ve aklen de vacip olmamasındandır. Hidayetin iki defa zikredilmesi, ikincinin birinciden daha genel olmasındandır. Bunda, hem peygamberlerin getirdiği, hem de aklın iktiza ettiği hidayet beraberdir. Yani, her kim aklın şehadet ettiğini nazara alarak ona gelen ilâhî hidayete tâbi olursa, böyle kimselere bırakın can sıkıcı hallerin gelmesini, kendilerine hiçbir korku olmaz, sevdikleri hiçbir şeyden mahrum kalmazlar ve üzülmezler. Korku, başa gelmesi muhtemel durumlar içindir. Hüzün ise, başa gelenlerde söz konusudur. Ayet, “onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” derken, en beliğ ve te’kidli bir şekilde onlardan cezayı nefyetmiş, sevaba nail olacaklarını da bildirmiştir. 39- وَالَّذِينَ كَفَرواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ “İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennem ehlidirler.” هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Onlar orada daimîdirler.” Ayet, ilâhî hidayet karşısında insanların ikinci kısmının durumu anlatmaktadır. Sanki şöyle demiştir: Kim de ilâhî hidayete uymazsa, aksine Allahı inkâr edip ayetlerini yalanlarsa veya ilâhî ayetleri kalp ile inkâr eder, diliyle de yalanlarsa işte onlar cehennem ehlidirler. Ayet, asıl olarak “zahir alâmet” demektir. İlahî san’at eserlerine; O’nun varlığına, ilmine ve kudretine delalet etmeleri cihetinden “ayet” denilir. Keza, birbirinden fasıl ile ile ayrılan Kur’an cümlelerine de “ayet” denilir. Burada “ayetlerimiz” ifadesinden murat, münzel ayetlerdir. Veya hem onları, hem de akla hitap eden ayetleri içine alır. Haşeviy,[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] bu kıssa ile, çok cihetlerle peygamberlerin masum olmadığına hükmetti: 1-Hz. Âdem bir peygamberdi, yasaklanan bir şeyi işledi. Bunu yapan ise, asi olur. 2-Suçu işlemekle zâlimlerden oldu. Zalim ise mel’undur. Allahu Teâlâ şöyle bildirir: “Ve Allah’a yalan iftira edenden daha zalim kim olabilir?” (Hûd, 18) 3-Allahu Teâlâ Hz. Âdem isyanı nisbet etmiştir: “Âdem Rabbine isyan etti, böylece zarara uğradı.” (Taha, 121) 4-Allah Âdeme tevbeyi telkin etti. Tevbe ise, günahtan dönmek ve ondan pişman olmaktır. 5-Hz. Âdem, şayet Allah onu bağışlamazsa hüsrana düşenlerden olacağını itiraf etmiştir. “O ikisi şöyle dediler: Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak hüsrana düşenlerden oluruz!” (Araf, 23) Hüsranda olan kimse ise, büyük günah işleyen kimsedir. 6-Şayet günaha girmeseydi, başına gelen bu durumlar olmazdı. Bunlarla alakalı şu cihetlere dikkat çekmek isteriz: 1-Hz. Âdem yasak ağaçtan yediğinde peygamber değildi. “Peygamberdi” diyenin delil getirmesi gerekir. 2-Buradaki nehiy, tenzih içindir. Hz. Âdemin “zalim ve hüsranda” şeklinde nitelendirilmesi, nefsine zulmetmesi ve daha evla olanı terk ile kârdan zarar etmesi yönündendir. Ama ona “taşkınlık ve isyan” nisbeti, bunun cevabı inşallah ilgili ayetlerin açıklamasında gelecektir.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Tevbe ile emredilmesi, kaçırdıklarını telafi etmesi içindir. Başına gelenler ise, daha evlâ olanı terki sebebiyledir. Ve ayrıca, Hz. Âdemin yaratılışından önce meleklere söylediğine vefa için olmuştur.[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] 3-“Andolsun bundan önce Âdem’den söz almıştık, fakat unuttu.” (Taha, 115) ayetinde de dikkat çekildiği gibi, Hz. Âdemin yasak ağaçtan yemesi unutarak oldu. Lakin unutma sebeplerinden tam kaçınmaması sebebi ile ilâhî itaba maruz kaldı. Belki de böyle bir hal ümmetten sadır olsa ceza verilmez. Ama peygamberlerin şanı yüce olduğundan, böyle bir hata onlardan bağışlanmaz. Hz. Peygamber şöyle bildirir: “En şiddetli belaya maruz kalanlar peygamberlerdir, sonra velilerdir. Sonra bunların emsalleridir.” Veya nasıl ki zehir nedir bilmeyen biri zehiri aldığında bunun cezasını çekerse, Hz. Âdemin fiili de yemesine ceza tarzında olmaksızın böyle mukadder bir sonucu netice vermiştir. Buna mukabil “Derken İblis onların birbirlerinden gizli kalan mahrem yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikiniz de birer melek ya da ebedî kalanlardan olursunuz diye sizi şu ağaçtan men etti” dedi.” (A’raf, 20) “Ve onlara, “Elbette ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye yemin etti. Böylece hile ile onları aldattı.” (A’raf, 21) ayetleri delil getirilerek bu görüşün doğru olmadığı söylenemez. Çünkü İblis bunları söyleyip yemin ettiğinde, Hz. Âdemin hemen yediğine bunlarda bir delalet yoktur. Belki de İblisin sözü Âdemde fıtrî bir meyil meydana getirdi, sonra Allahın hükmünü gözeterek nefsini bundan uzak tuttu, ama sonunda unuttu ve mani zail oldu. Onun tabiatı kendisini buna sevketti. 5-Hz. Âdem, hatalı bir içtihat sebebiyle yasak ağaçtan yemeye cesaret etti. Çünkü O, bu nehyin tahrim için değil, tenzih için olduğunu zannetti. Veya, aslında murat bir nev iken, Hz. Âdem bizzat işaret edilen ağacın haram kılındığını sanıp o nevden bir başka ağaçtan yedi. Şu rivayette de benzeri bir üslûbla yasaklama görürüz. Rivayete göre Hz. Peygamber (a.s.m) ipek ve altını eline alıp şöyle dedi: “Bu ikisi, ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helal kılındı.” Ayette şu manalara delalet vardır: -Cennet mahlûktur. -Cennet yukarı cihettedir. -Tevbe makbuldür. -Hüdaya tâbi olan, âkibetinden emin olur. -Cehennem azabı daimidir. -Kâfir, cehennemde ebedi kalır. Dipnotlar: [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] “İlliyyûn” ifadesi, onların makamlarının yüksekliğini, “mukarrebûn” ifadesi ise, sultana yakın olan kimseler misali Allah nezdinde seçkin konumda olmalarını anlatır. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Tevâliu’l-Envâr min Metâlii’l- Enzâr. Müellifin Kelâm ilmine dair bir eseridir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Yani az bir şer gelmesin diye büyük bir hayrı terk etmek büyük bir şer hükmüne geçer. Mesela, yangın olmasın diye ateş tümüyle ortadan kaldırılsa, insanlar yangından kurtulurlar ama nice külli hayırlardan mahrum kalırlar. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Makulat ve mahsusat, birbirine mukabil iki kavramdır. Makulat, akla hitap eden şeyler, mahsusat ise duyulara hitap eden şeylerdir. Mesela melekler duyuların alanına girmemekle beraber aklın araştırma alanına dahildirler. Mütehayyelat hayale hitap eder. Her insanın hayali, nice şekillerle doludur. Mevhumat ise insandaki vehim kuvvesine hitap eder. Mesela, Allahın şeriki olmamakla beraber bazılarının vehminde şerikler bulunur. Masallarda geçen zümrüd-ü anka kuşu, bazı vehimlerde kendine yer bulabilir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bir şeyin tevkifî olması, içtihadla değil, nakle dayalı olarak bilinmesidir. Üstteki yoruma göre, dillerin aslı Allah tarafından vaz edilmiş olup, ana hatlarıyla Hz. Âdeme bildirilmiştir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] İlim ayrı bir değer, hikmet de ayrı bir değerdir. Biri ilim sahibi olsa bile, şayet hikmet sahibi değilse o ilimle abes şeyler yapabilir. Bu durumda hikmet, ilmin mütemmimi gibidir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bkz. Yusuf, 100. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Mesela, hafız olan biri, velev alim olmasa bile, sırf bu cihetle hafız olmayan bir alime üstün sayılır. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu konu âlimler arasında hayli tartışmalıdır. Beydâvî, onun meleklerden olduğu kanaatindedir. Bu gibi gaybî konularda son sözü söylemek çok da kolay değildir. Diğer âlemde bunlar gibi tartışmalı konular netleşecek, gaybı ve şehadeti bilen Allah, böyle meselelerin hakikatini ortaya koyacaktır. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bu durum, bir topluluk içinde olan bir yabancının onlardan sayılması gibidir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Bu ifade, Hz. Musanın kendi kavmine söylediği bir ifade olarak geçer. Ayet metninde geçen “ihbitu”, yukarıdan aşağıya inmeyi ifade eder. Aynı kelime, cennetten dünyaya gönderilmede de kullanıldığından, “cennet henüz yaratılmadı” diyenler bu ayetle delil getirmişlerdir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Yani, sadece cenneti elde etmek veya sadece cehennemden kurtulmak hedefi bile, insanın ilâhî hükümlere karşı gelmekten sakınmasına yeterlidir. Hâlbuki, cenneti kazanan aynı zamanda cehennemden kurtulmuş olacaktır. Cehenneme düşen ise, aynı zamanda cenneti kaybetmiş olacaktır. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Haşeviye, ayet ve hadislerin zahirinde aşırı gidip Allah’ın sıfatlarını insanın sıfatlarına benzeten bir ekoldür. “Allahın eli” ve “Allahın yüzü” gibi nassları mecaz olarak görmeyip te’vil etmeden kabul ederler. Bu ekolün görüşlerinden biri de, peygamberlerin masum olmadığını söylemeleridir. [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bkz. Taha, 121 [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Cenab-ı Hak, “ben yeryüzünde bir halife kılacağım” demişti |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 33957 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4092 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2745 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 9035 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3353 | 19 Nisan 2015 15:45 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Yeryüzü Sofrası'na Saldırı | Mihrinaz | Gündem/ Manşetler | 1 | 07 Mayıs 2019 15:01 |
Yeryüzü Fabrikaları - Çocuklar için hikaye | temha2009 | Çocuk ve Aile Sağlığı | 0 | 20 Ekim 2011 15:14 |
Hz. Ömer Adalet Sahibi Bir İslam Halifesi | Belgin | Ashab-Kiram(r.a) | 0 | 23 Mart 2009 10:26 |
Kuran'da Yeryüzü | Belgin | Kur'ân-ı Kerim Genel | 0 | 09 Nisan 2008 19:46 |
Yeryüzü Kendilerine Dar Gelen Üç Sahabi | CaferTayar | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 0 | 06 Mart 2008 11:31 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|