|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 17 Mart 2009 (12:24), Konuya Son Cevap : 07 Temmuz 2012 (01:37). Konuya 2 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
17 Mart 2009, 12:24 | Mesaj No:1 |
Kur'an Kıssalarının Tebliğ Sürecine Etkileri Kur'an Kıssalarının Tebliğ Sürecine Etkileri Kur'an Kıssalarının Tebliğ Sürecine Etkileri Kur’ an-ı Kerim’in anlatım tekniklerinden biri de kıssalar yoluyla olanıdır. Kıssalar muhataplara birer örnek ve ibret olarak anlatılır. Muhatapların bu kıssalardan dersler alması istenir. “And olsun ki Rasullerin kıssalarında, aklı olanlar için ibretler vardır.” (12/11) “Resullerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi Sağlar; sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğiit ve hatırlatma gelmiştir.” (11/120) Kur’an-ı Kerim’in yaklaşık olarak yarısına yakınını oluşturan kıssaların, sırf tarihi olaylar olarak nakledilmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Yusuf (a) kıssası haricinde tüm ayrıntılarına kadar aynı sure içerisinde anlatılan başka bir kıssa yoktur. Bir sure içerisinde anlatılan bir bölüm diğer surelerde anlatılmamış olabilir. Aynı kıssanın o bölümünün başka sure içerisinde değişik boyutlarıyla anlatıldığını görebiliriz. Bütün bu anlatım teknikleri, kıssaların bize, sırf kronolojik ve tarihi bir biçimde anlatılma amacında olunmadığını gösterir. Kıssaların anlatımından, o anda insanlara verilmek istenilen mesajların ön planda tutulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Kur’an kıssalarının amacı tarih anlatmak değil, geçmişte yaşanmış olayları ve kişileri örnek göstererek o dönemde yaşayanlar ve kıyamete kadar yine aynı olayları yaşayabilecek diğer insanlar için ibretler vermektir. “Allah'ın kanununda bir değişme bulamazsın.” ( 35/43) Kur’an’ın iniş sürecinde; Rasulullah ve sahabe, bu kıssalardan ne anlıyordu? Acaba Rasulullah ve sahabe, bugünün muhatapları bizler gibi kıssaların tarihi, edebi, sosyolojik, pedagojik yönlerini araştırıp öyle mi hayata aktarıyorlardı? Yoksa kıssaların özel olduğunu mu kabul ediyorlardı? Mekke dönemi, Müslümanların bütün güçleriyle İslam'ı tebliğ etmeğe çalıştıkları bir dönemdir. Karşılarında ana ve babalarından tutun, ailelerinden kabile bireylerine kadar herkes vardır. İnananlar İslam’ı bu insanlara anlatmaya çalışırlarken Allah onlara, daha evvel yaşayanlardan örnekler verir. Bu örneklerden biri, aynı zamanda müşriklerle beraber hepsinin atası olan İbrahim’in (as) kıssasıdır. Hem tebliğ numunesi... Aynı örnek bizler ve Kıyamete kadarki tüm muhataplar için de geçerlidir. Tanrı ve evren üzerine sorular ve düşüncelerle başlayan bir tefekkür sonunda gerçeği, “Allah”ı bularak bu inancını diğer insanlara en başta babasına anlatmaya, onları düştükleri yanlıştan kurtarmaya çabalayan Hz. İbrahim, Allah’ın tüm insanlara sunduğu öğüt ve ibret abidesidir. Oysa günümüzde İbrahim’in(a) kıssasının Nemrud’un onu ateşe atması ve Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmesi haricinde diğer anlatılanlar geri plana itilmiş; “Nemrud”, “kurban” gibi rumuzlarla anılır olmuştur. Müslüman ve müşrikler arasındaki mücadele uzadıkça müşrikler Müslümanları yoğun bir işkence ve baskı altına alırlar. İnananlar bunalmaya endişeye düşmeye başlamışlardır. Bu çaresizlik ve ızdırap içerisinde Allah’tan yardım dilemektedirler. Bu esnada Allah Nuh’un (a) kıssasını vahyeder. Bu kıssa nazil olunca Müslümanların tavrı ne olmuştur? Nuh’un (a) gemisinin ebatlarıyla mı uğraşmışlardır? Gemiye bindirilen hayvanların hangileri olduğu üzerinde mi kafa yormuşlardır? Yoksa Tufan'ın tüm dünyayı mı veya Nuh’un yaşadığı kavmi mi kapladığını bulmaya çalışmışlardır. Allah, Nuh kıssasını bu düşüncelerin cevabı için mi indirmiştir? Oysa Allah,Nuh’un kıssasını vahyetmekle Müslümanlara şu mesajları vermek Mekkeli Müslümanlara şu mesajı vermek istemiştir . Nuh(a) gece gündüz durmaksızın açık ve gizli olarak insanları İslam’a davet etmiştir. ''Gece gündüz çağırdım onları, açıkça da söyledim gizlice de'' (71/8-9) Müşriklerin,mü'minleri etrafından kovmasını,davadan vazgeçmesini, buna karşılık olarak Nuh'a(a) büyük ödüller vereceklerini vaat etmelerine karşılık O, Allah’ın dinini tebliğ etmeye devam etmiştir. “Benim ücretim Allah’a aittir.” ( 11/29) Nuh (a) bütün baskı ve eziyetlere rağmen tebliğin* gidişatını Rabbine havale etmiştir. “Rabbim beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.''(23/25) “Benimle onların arasında Sen hüküm *ver.”(26/118) Nuh kıssasının inişi, müşriklerin baskı ve eziyetlerinden yılan Mekkeli Müslümanlara Nuh'u(a) örnek alarak tebliğde gevşememeleri*ni,sebat etmelerini öğütlemiş oluyordu. Tabii ki daha sonra kıyamete kadar Kur’an’a muhatap insanlara da bir ibret ve öğüt olacaktı. Günümüzde ise Nuh (a) kıssası okunduğunda kimse Kur’an’ın muhatapları Mekkeli Müslümanlar gibi ibret almaktansa, Nuh’un ge*misiyle,içine binen hayvanların nitelikleriyle, Tufan'ın nasıl olduğu gibi tarihi bilgilerle uğ*raşmaktadırlar. Yunus, Yusuf, Eyyub ve Süleyman *kıssaları gibi diğer kıssalar da aynı kaderi paylaşmaktadırlar ne yazık ki... Bazıları kıssalarla ilgili konular gündeme ge*tirildiğinde “ Ne gereği var bunların üzerinde durmaya ! ” gibi düşünceler içerisindedirler. “ Biz bunları aştık daha önemli konulara bakalım ! ” dercesine kayıtsız kalmaya çalışmaktadırlar. Halbuki rasullerin kıssalarında görülen ortak noktalardan biri de vahyin iniş dönemi esnasın*da Müslümanların müşriklere karşı verdikleri tebliğ mücadelesidir.Mekke’nin ilk dönemlerinden *itibaren inen kıssaların tebliğ eylemindeki konumunu değerlendiremeyen Müslümanlar tebliğ eylemlerini neye göre nasıl yürüteceklerdir? Kafirlerin baskısını görünce Nuh (a) gibi mi olacaklar,yoksa“Allah kimseye gücünün üstünde* bir şey yüklemez” deyip sadece çoluk çocuğun nafakasını kazanmaya mı çalışacaklardır ? Ya da,''Devir değişti, insanlar bozuldu . " Kimseye din* min anlatılmaz ! " deyip, yanlış bir ictihadda bulu*narak kavmini terk eden Yunus (a) gibi toplumu terk mi edecekler? Veya kırk gün kırk nohutla inzivaya çekilip, toplumun belalarından kaçtıklarını söyleyenlere alkış mı tutacaklar ? Şayet ders alırlarsa Yunus kıssası onlara ibret ola*caktır. Çünkü Yunus (a) kavmine kızarak Allah'tan bir emir almadığı halde çeker gider,düşüncesine göre o kavim artık ıslah olamazdı. ''O öfkelenip giderken kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı.” (21/87) Ancak düsün*düğü gibi olmadı.Allah O’nu bu hatasına karşı*lık cezadan sonra tekrar rasul olarak yolladı.Yunus'un(a) kavmi daha sonra iman etti. “Sonunda O’na inandılar.” (37/148) Böylece Müslümanların tebliğ eyleminde sonucu Allah’a bırakmalarını, gevşememelerini, Yunus (a) kıs*sası vasıtasıyla Mekkeli Müslümanlara öğütlemiş oluyordu. Tabi daha sonrakilere de ….. Ancak sonra gelenlerin birçoğu bu mesajları alacakları yerde, Yunus’un (a) balığın karnına nasıl sığdığı, “yaktin” bitkisinin nasıl bir ağaç-ot olduğu üzerinde fikir yarıştırmakla meşgul olmuşlardır. Görülüyor ki Kur’an’daki kıssalar yaşadığı*mız hayatla o kadar iç içedirler ki onları yeterin*ce anlamadan ne yapacağımız hareketlerin ne de bu hareketlerin karşılığı olarak gelecek so*nuçları iyi değerlendirmemiz mümkün olacak*tır. Kıssalara tarih gözüyle bakmak ya da onların yaşayan şahıslara özel, onlarla sınırlı olduğu şeklinde bir kabul, Kur’an’ın yeterince özüm*senmediğinin bir göstergesi olacaktır. Kur’an’da Yusuf (a) kıssası O’nun hayatını anlatmak için midir? Süleyman (a) peygamberle Sebe melikesi arasındaki diyalog, Sebe melikesi gibi bir yöneti*ciye Allah’ın dininin tebliğ edilmesi örnekliği de*ğil midir? Peygamberimizin diğer kavimlerin krallarına yaptığı Islama davete örneklik teşkil etmemiş midir? Musa (a), Isa (a) ve diğer rasullerin kıssaları bize yaşadığımız anın ve gelecekte bunlara kar*şılık yaşayacağımız olayların ipuçlarını verir, yol gösterir... Islami mücadelede yöntem sorunlarımıza cevaplar verir. Karşılaşacağımız soruları, atılacak çamur ve iftiraları bildirir. Kafirlerin takınacakları tutumlar ve bunlara karşı alına*cak tedbirler hakkında bizleri uyarır. Öyleyse; Tufan, Gemi, Balık, Taht, Cin, Köşk, yaktin, Dabbe ,Set vs. gibi tali meseleleri abartarak bu mevzularla lüzumsuz olarak , çok fazla uğraşıp, kıssalardaki ana mesajları ve diğer tali meselelerdeki verilmek istenen mesajları gözden kaçırmaya neden olmayalım . Kıssalardaki kapalı meseleleri ancak Kur’an’ın bildirdiği ana tema çerçevesinde diğer kutsal kitaplar , tarih , arkeoloji , v.s gibi eldeki maddi verilerden yeteri kadar yapacağımız yararlı alıntılarla mütalaa etmeliyiz . Kıssalardaki kapalı meseleleri “kıssacılık” veya “israiliyat”tan kaynaklanan mevzu haber*lerle yorumlanmaması icin dikkat göstermeliyiz. Özellikle kıssaları zanni bir takım ayrıntılarla boğarak ana mesajı hapsederek va*kit geçirmeyelim; zira biliyoruz ki bu tür bir ça*ba bize haktan hiç bir şey kazandırmayacağı gi*bi yaptığımız iş ''gaybı taşlamaktan öteye bir şey olmayacaktır. Birer tebliğci olan bizler bu gerçeklerin ışığında tekrar kıssaları okuyalım. Okuduklarımızı Kur'an bütünlüğü içerisinde ele alarak değerlendirelim. Cengiz DUMAN Araştırmacı-Yazar | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2898 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3640 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3281 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7794 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7262 | 02 Ekim 2012 21:16 |
11 Nisan 2009, 09:13 | Mesaj No:2 |
Peygamberimizin tebliğ ve nasihat metodu nasıldı?
Peygamberimizin tebliğ ve nasihat metodu nasıldı? "Habîbim! İnsanları rabb-i teâlânın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) dâvet et Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddimelerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin)" (Nahl Sûresi, 125) Peygamberimiz bu ve benzeri ayetleri örnek alarak müminleri ilim ve hikmetle irşat eder, bu irşadını delillere dayandırırdı İrşadında ve ikazında hiddet ve şiddet göstermezdi Muhataplarını samimî bir hava içerisinde karşılar, onlara şefkat ve merhametle nasihatte bulunurdu Doğruyu ve gerçeği anlatmakta daima tatlı dili, güzel sözü tercih ederdi Zihinlerde meydana gelen şüphe ve tereddütleri büyük bir sabır ve anlayışla giderirdi Muhataplarına itibar eder ve onları ikna etmek için fesahat ve belâgatla tane tane konuşurdu Sorulan sualler yersiz de olsa tebessümle karşılar, ciddiye alırdı Vaaz ve nasihatlerindeki tesirin en büyük bir sebebi de insanların kusurlarını bağışlayıp, onları affetmesiydi Hattâ en çok sevdiği amcasını ve daha birçok akraba ve sahabelerini şehit eden ve ettirenleri Mekkenin fethi sırasında affetmişti Hâlbuki, o gün bütün güç ve kuvvet elindeydi Onları dilediği gibi cezalandırabilirdi İşte böyle büyük ve yüksek seciyelerle etrafındaki insanların ruhlarına tesir etti ve onların nüve halindeki kabiliyet ve yeteneklerini uyandırdı, inkişaf ettirdi Onları insanlık semâsının birer yıldızı haline getirdi O asrı perdeleyen cehalet sislerini kaldırdı Âlemin şeklini değiştirdi İnsanlar arasında adalet, muhabbet, yardımlaşma gibi yüksek seciyeleri hayata geçirdi Kişisel ve sosyal hayatı tehdit eden bütün hastalıklara karşı şifalı ilâçlar getirdi ve Allahın izniyle insanlık âlemini tedavi etti (Mehmet Kırkıncı) | |
07 Temmuz 2012, 01:37 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Kur’ân ve Tebliğ – Kur’ân’ın Gönüllere Tesiri Dr.M.Şerafeddin KALAY Kur’ân ve Tebliğ – Kur’ân’ın Gönüllere Tesiri Kur ân, Rabbımızın bize hitabı, Allah a gönül verenlerin mürşidi, ayağının kaymasını istemeyenlerin sağlam tutunağı, ebedî selâmete çıkmak isteyenlerin kopmaz, pörsümez, eskimez, yıpranmaz ipidir. Gönüllere şifâ ve kâinata rahmetir. Rabbimiz; “Biz, Kur an dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü minler için şifâ ve rahmettir; zâlimlerin ise ziyânını, hüsrânını artırır.” (İsrâ – 17/ 82) buyuruyor. Okunan, öğrenilen, hükmüne uyulan, tatbik edilen her âyet mü min için feyz, bereket, râhmet ve şifâdır. Zalimler ise ondan uzak durdukça, onda zikredilen emirlere karşı geldikçe, insanları ondan uzaklaştırmaya çalıştıkça; hakkı susturmaya, yok etmeye uğraştıkça… kısaca İblise hizmette devam ettikçe hüsrana uğrayacaklardır ve her geçen gün ziyanları daha da artacak, gün gelip yüreklerini dağlayacaktır. Zirâ Rabbimiz; “İşte bu Cennet, kullarımızdan takvâ sahibi kimselere nasib olacaktır,” (Meryem – 16/ 83) buyuruyor. Mü’min gönüllerin daima Kur’ân’a yakın olması gerekir. Onunla ilgisini kopartmamalı, Rabb’ının kellâmını açıp onu diliyle seslendirmeli, gönlüyle sevmeli, âzâlarıyla emirlerini yerine getirmeli, duygularını kardeşleriyle paylaşmalı, âilesine, çocuklarına âyetlerin mânevî lezzetini hissettirmelidir. Öğrenmeli, onlara da öğretmelidir. Kâinatın Efendisi (sav); “İçinde Kur’ân olmayan bir kimse, harâbe bir ev gibidir,” [1] buyuruyor. Şu hadis-i şeriflere de kulak verelim: “Kur’ân okuyunuz. O, kıyamet gününde kendisini devamlı okuyanlara şahidlik yapacak, şefaat edecektir.” [2] “Kıyâmet gününde Kur’ân-ı Kerim dünya hayatında onunla amel edenlerle birlikte huzura gelecektir. Bakara ve Âl-i İmrân sûreleri önde yer alacak, kendilerini okuyan ve amel edenleri savunacaklardır.” [3] İnsanlarımız, Zihr-i Hakîm’den uzaklaştırma, yoğun olarak onu unutturma gayretlerinin yaşandığı günlerden geçtiler. Halen de değişik uzantılarını görüyorlar. Bu sıkıntı ve gaflet devrelerinin bir ürünü olarak bir çok insanımız, Kur’ân okuyamaz, anlayamaz hale geldi. Yine de Allah’a hamdediyoruz ki tarihi imanla yoğurulu milletimiz, bu tuzağı hazırlayanların heveslerini kursağında bıraktı ve İslâmla olan bağını kopartmadı, ayağa kalkmanın mücadelelerini verdi ve çok merhaleler katetti. Daha da katedeceğine inanıyoruz. Kur’ân okuyamaz hale getirilen insanlarımız, didinerek Allah kelâmına yönelmenin güzelliklerini sergiliyorlar. Elbette zorluklar var. Bu zorluklar gayret edenlerin, azimlerini yitirmeyenlerin sevap hanelerini çoğaltacaktır. Bakınız Allah Rasûlü, didinerek Kur’ân’ı okumaya, sökmeye çalışan, harfleri birbirine tutuşturarak onu yılmadan okuma gayreti içinde olanlar için ne buyuruyor. Hadisi Âişe Vâlidemiz naklediyor: “Kur’ân okuyan ve okuyuşunda mâhir olan bir kimse birr ve tâatla dolu Sefere-i Kirâm melekleriyle birliktedir. Kur’ân okuyan, okurken onu doğu teleffuz etmeye çalışan, beyni yorulan, zorluk çeken ve bunlara katlanarak devam eden kimse için iki kat sevap vardır.” [4] Kur’an-ı Kerîm’in fazîleti ve onunla bağı koruma ile ilgili, ne söylense azdır. Ancak biz burada onun fazîletini hatırlatmanın yanında bir şeyi daha dikkatlere sunmak istiyoruz. O da kardeşlerimizin, tebliğde, müzâkerelerde, karşılıklı duygu ve düşünceler aktarışta Kur’ân’dan uzaklaşmaya, söz ve konuşmalarını kuru fikir cimnastikleri, felsefî cümleler, gündelik moda haline gelmiş veya kalıplaşmış kelimelerle sürdürdükleridir. Bu sözleri, insanların Mevlâ’nın bahşettiği aklı ve zekâyı kullanma-maları, fikirlerini, dış dünyayı her türlü görünüşü ile tasvirlerini geliştir-memeleri, bilgi dağarcıklarını ve ifade güçlerini geliştirmeye çalışmamaları için söylemiyorum. Aksine buna ihtiyaç olduğuna, kardeşlerimizin her türlü konuda zekâ kıvraklığı ve iyi ifâde, hitabet, tez savunma kabiliyetlerine sahip olmasını istiyorum. İstediğim, bu tür konuşmaların bizi sürükleyip kendi istediği istikamete götürmemesi, onun üzerindeki kontrolümüzü kaybetmememiz, İlâhî emir ve nehiylerden asla uzaklaşmamamız, Allah Rasûlü’nün irşadından uzak durmamamız. Münâzara ve müzâkere edeb ve terbiyesini dâima korumamız ve hangi hedefe doğru ilerlediğimizin, nereye ilerlemek istediğimizin şuurunda olmamız. Rabbimizi sonsuz hamd ü senâlar ediyoruz ki, O’nun korumayı vaadettiği Kur’ân, geçmiş ümmetlerin aksine en küçük bir tahrif görmeden elimizde, başucumuzdadır. Tahrif, unutturma, okunmasını yasaklama gayretleri sökmemiş, başka dillerde okunmasına teşvik ederek Allah’ın vahyettiği, Allah Rasûlü’nün okuduğu ve tebliğ ettiği mûcizevî nazm ve mânâdan uzaklaştırma gayretleri boşa çıkmıştır. Hadis-i Şerifler de hiç bir ümmete nasib olmayacak bir titizlikte kayıdlara geçmiş, yıllar yılı üzerine çalışılmış, ibret ve hayranlık celbedecek fedâkârlıklar, azim ve emekle günümüze kadar ulaşmıştır. İhtisas sahibi âlimlerce elekten geçrilmiş, üzerine binlerce eser yazılmıştır. Bu konuda ihtisas yapanlar ve yapmak isteyenler için gerçek bir hazine bırakılmıştır. Bütün bu gayretlere rağmen bu gün en güçlü tarafımızdan vurulmaya, dayandığımız temeller sarsılmaya çalışılıyor. Ancak bu temeller sarsılmayacak kadar güçlüdür. Yeter ki, kendi insanımız başkalarının oyu-nuna gelmesin, onların belirlediği sahalarda onların yönlendirmeleriyle at koşturmaya, bilimsel(!) moda rüzgarlarına kapılmasın. Yıllardır süren bir çalışmayla İslâmî ilimlerle arasına mesâfeler konan insanımızın kafası geçici de olsa bu tür çarpık bilgi ve sözlerle bulandırılmasın. Biz, kendi değerlerimizi, vaz geçilmez kıymetlerimizi, yıllar yılı binlerce âlimin göz nûru döktüğü hazinelerimizi canavarlar sofrasına koyup onların isteğiyle otopsi yapmaya kalkamayız. Çıkan problemler için bizim çözüm yollarımız ve üsluplarımız vardır. Zihnimizin dalıp gittiği bu noktada yeniden tebliğ, emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker gayretlerinde olması gereken üslubumuza dönüyoruz. Biz dâvete ve irşada yönelik gayretlerimizde Allah kelâmıyla olan bağımızı koruduğumuzda, onun bizi de irşad ettiğini, gönülden gönüle duyguların, daha iyi aktığı görülecektir. Asıl kaynakla olan bağ bizlere, sözlerimize güç verecektir. Bu, Allah Rasûlü’nün metodudur, onun yolunu izleyen sahâbîlerin, âlimlerin, âriflerin metodur. Bakınız, İbn Kesîr (rh.a.), El-Bidâye ve’n-Nihâye’de; [5] Mus’ab Hazretlerinin konuşmasının peşinden Zuhruf Sûresinin ilk âyetlerini okduğunu kaydeder. Bu âyetlerde, Kur’ân-ı Kerîm’in yüceliği, hikmetlerle dolu oluşu, müşriklerin içinde bulunduğu hal, geçmiş ümmetlerin yaptıkları ve âkibetleriyle ilgili öz bilgiler, göklere dikkat çekiş, yeryüzünü ve yer yüzündeki sayısız nimetleri hatırlatış, semâdan inen yağmurlarla toprakların canlanışı, çiftlerin yaratılışı, suların kaldırma gücüyle gemilerin yüzüşü, sırtlarında mesafeler katılan binek hayvanları ve bunlara karşılığı nice kimselerin nankörlüğü zikredilir. Bunlar, doğruyu bulmaya, ibret almaya hazır bir insan için çok şeyler ifâde eden âyet-i kerîmelerdir. Bu misallerin daha niceleri vardır. Bu kitabın satırlarında onların örneklerini gördünüz. Dâvâsını duyurmak, düşünceleri pekiştirmek, gönülleri fethetmek isteyen mü’minler, yer, zaman, konuşmanın seyri ve duruma göre âyet-i kerîmeleri, hadîs-i şerifleri seçmesini bilmeli, kalplerin uyanmasına vesile olmalıdır. Zikr-i Hakîm Kur’ân-ı Kerîm, bütünüyle ve bir çok tefsiriyle birlikte elimizdedir. Yeter ki biz, aktardığımız âyet-i kerîmelerin mânâ derinliklerine inelim, onu iyi anlayalım ve iyi akrataralım. Kuruluktan, katılıktan, kısır söz çatışmalarından kurtulalım. Çok şeylerin değiştiği görülecektir. Kur’ân, mü’minler için hayat düstûru, gönül şifâsıdır… *** Kur an ın Gönüllere Tesiri Bunun kaynaklarda yer alan yaşanan bir misalini paylaşıyoruz: ALİ el- ESEDÎ Ali el-Esedî, yol kesen, kan döken, mal gasbeden, yol emniyeti ihlal eden, dağların, sahrâların, ıssız vâdîlerin ele-avuca sığmaz, güç yetmez şâkîsi / haydududur. Verdiği huzursuzluğun, gelip-geçeni soyarak ele geçirdiği malın haddi-hesabı yoktu. Devlet gücü peşine düşmüş, zulmünden çâresiz kalan halk birleşerek üzerine gitmiş ama her seferinde Ali el-Esedî onlardan kurtulmasını ve dağlarda, sahrâlardı kaybolmasını bilmiş, işlediği cürümlere yenilerini eklemiştir. Bu kadar vebal, zulm dolu bir hayat Ali’ye tevbe kapısını, gönül yumşaklığını, Rabb’ına dönerek pişmanlığını dile getirmeyi unutturmuş, af ve mağfireti düşünemez hale gelmişti. Bu kadar mazlumun âhı, Mevlâ-yı Bârî’ye isyân nasıl temizlenebilirdi ki? Siyah yağmur bulutlarının, yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutan gündüz aydınlığının yokluğundan da istifâde ederek her geçen dakika biraz daha ortalığı karanlığa boğduğu, yere düşen iri yağmur damlalarının bir araya gelerek dağlardan, kayalardan süzülerek vâdîlerde ırmaklar meydana getirdiği bir vakitte, Ali el- Esedî de yeni avını takip ediyordu. Bu ıssız sahrâda yük hayvanlarıyla birlikte yalnız yol alan bu av, onun için çok kolay bir lokmaydı. Yağmur ve karanlıkta daha fazla yol alamayacağını anlayan yolcu ortalık tamamen kararmadan bir mağara bulmuş, binekleri için de uygun bir yer ayarlayarak, tutuşturduğu ateşle kurumaya ve ısınmaya başlamıştı. Dışarda yağan yağmurun, içerde çıtırdayan ateşin sesini bir müddet dinledikten sonra, Allah kelâmını kendine, dost edinmiş , bu ıssız dünya parçasında onun arkadaşlığına sığınmış, okuyordu: “Ey günah işleyerek, nefsine zulm eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah, bütün günahları affetmeye kâdirdir. O, sonsuz rahmet ve mağfiret sahibidir. Size azab gelip çatmadan, Rabb’ınıza yönelin; O’na teslim olun. Sonra yardımcı bulamaz, çaresizlik içinde kıvarnırsınız. Ansızın gelen azabla yüzyüze gelmeden, Rabb’ınızdan size indirilenin en güzeline, Kur’ân’a tâbi olun. Nefis; yazıklar olsun bana! Allah’a karşı azgınlık içinde oldum. Hak ve hakikatla alay edenlerden, onu hafife alanlardandım, diyeceğiniz ve pimanlıkla kıvranacağınız günden, sakının !” (Zümer, 39/ 53-56) Aliyyü’l-Esedî, mağaradan içeri girmiş, hançerini sıyırmış, ama duyduklarıyla sanki yerine çivilenmiş, donmuştu. Dinledi, dinledi. Sonra ilerledi. Kendine doğru gelirken yolcu onu görmüş ve korkuyla yerinden fırlamıştı. Ünü her yeri tutan, dağların şakîsi Aliyyü’l- Esedî karşısındaydı. Onu tanıyordu. Çaresizdi; kimsesizdi.İliklerine kadar ürpermiş, düşünceleri bile donmuştu. Ama kendine doğru ilerleyen Aliyyü’l-Esedî, her zamanki Aliyyü’l-Esedî’ye pek benzemiyordu. Parmakları elindeki hançeri sıkıca kavramıyordu. Bütün kasları yay gibi gerilmemişti. O gün, avının üzerine atlayacak bir parsa benzemiyordu. Yavaş yavaş parmakları çözüldü. Hançerin yere düşüşü, bir anda sessizliği bozdu. Aliyyü’l-Esedî,nin gözleri dolu dolu olmuştu. Yolcuya yalvarmaya başladı: “Anam-babam sana fedâ olsun, ne olur bir daha oku! Yolcu onun duygularını ve ne istediğini anlamıştı. Korkuları dağılmaya başladı. Kendini toparladı ve okudu: “Ey günah işleyerek, nefsine zulm eden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Allah, bütün günahları affetmeye kâdirdir. O, sonsuz rahmet ve mağfiret sahibidir.” [6] “Kurbanın olayım bir daha oku!” Tekrar, tekrar okudu. Kalbi yumşamış, ümitle dolu dolu olmuş Aliyyü’l-Esedî, artık Medîne yollarında.Yeni arkadaş olduğu yolcunun tavsiyesiyle gusül abdesti alacak, Rasûlullah’ın (sav) Mescidi’ne varacak, sabah namazını orada edâ edecek, Rasûlullah’ın (sav) huzurunda tevbe edip, Rabb’ından mağfiret dileyecek, ortalık tam aydınlanıp insanlar kendisini tanımadan, Ebû Hureyre’yi (ra) bulacaktı. Devir, Emevî Hılâfeti devriydi. Ebû Hureyre’yi (ra), henüz hayattaydı. O’na tevbe ederek geldiğini söyleyecek ve yardımını isteyecekti. Öyle de oldu. Ortalık aydınlanmaya başlayınca insanlar onu tanıyor. Fısıldaşmalar, uçuşan haberler ve garip bir hareketliliğin peşinden çevresinde şaşkın ve öfkeli halkalar oluşmaya başlıyor. Dağların, sahraların yırtıcı parsı, Ebu Hureyre‘ye (ra) teslim. Onun koruması altında. O ne derse yapıyor, onu dinliyor. Ebu Hureyre (ra), toplanan insanların Ali’ye saldırısına manî oluyor. Tevbe ederek geldiğini söylüyor; ele geçmeden tevbe ederek gelip teslim olanın hükmünü hatırlatıyor [7] ve; “Ancak, ele geçmeden, kendisi tevbe ederek teslim olanlar hariç. Bilesiniz ki, Allah, ğafûrdur = çok bağışlayıcıdır; rahîmdir = çok merhametlidir,” (Mâide, 5/ 34) âyetini okuyordu. Daha sonra Medîne Vâlisine [8] çıkılıyor ve Aliyyü’l-Esedî, nin mü’minler arasında serbest yaşamasına için veriliyor, affediliyordu. Artık sevinçliydi. Mü’min kardeşleriyle birlikte aynı saflarda namaz kılacak, sokaklarda mü’minlerle selamlaşacak, onlarla acı ve tatlıyı, sevinç ve kederi paylaşacaktı. Artık dağlarda yapayalnız dolaşmayacak, her soygunun ardından içini kemiren duygularla uğraşmayacak; hançerini, kılıcını sıyırınca gasb ve zulüm için sıyırmayacak; Allah yolunda, dîn-i mübîn uğrunda cihâd için sallayacak, mücâhidlerle omuz omuza hak yolda savaşacaktı. Ömrünü ne kadar boşa harcamıştı, Mevlâ’ya yönelmek ne kadar güzeldi. Aliyyü’l-Esedî,yi daha sonraki yıllarda, dünyanın maddî açıdan en güçlü ordusuna sahip olan Bizansla yapılan deniz savaşında görüyoruz. Geminin güvertesinde yay gibi gerilmiş yaklaşan Bizans gemisini bekliyor. Daha fazla sabredemeyen Ali, henüz gemiler bir birine rampalamadan düşman gemisine atlıyor, önüne kattığı Bizans aserlerini geminin öbür ucuna kadar sürüyordu. Bütün askerler tek tarafa yığılınca, gemi alabora oluyor; içindekilerle birlikte sularda kayboluyordu. Aliyyü’l-Esedî, bir gemi dolusu Bizanslıyı sulara gömerek deniz şehitliği rütbesine eriyordu. [9] İslâm tarihini karıştıranlar bunun daha nice örneklerini bulacaklardır. Bize düşen gayret ve hakkın sesini duyurmaktır. *** __________________________________________________ ______ [1] Sünen-i Tirmizî, Fezâil (5/ 177) Tirmizî, Abdullah İbn Abbas’tan nakledilen bu hacdis için “hasen, sahîh” demiştir. [2] Sahih-i Müslim, Salât (1/ 553) [3] Sahih-i Müslim, Salât (1/ 554) [4] Hadis müttefekun aleyh bir hadistir. Bak: Sahih-i Buhârî, Tefsir (16/ 140-141) Sahih-i Müslim, Salât (1/ 550) Lafız, Müslim’in naklettiği lafzıdır. [5] Bak: El-Bidâye ve’n-Nihâye (3/ 150) [6] Ali (ra), bu âyet-i kerîmenin gönle ne fazla rahatlık ve genişlik veren, rahmet çerçevesini en geniş gösteren âyet olduğunu söyler. Abdullah İbn Ömer (ra) de; en çok ümit veren âyet olduğunu zikreder. (El-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, 15/ 269) [7] Pişmanlık yasasının temel fikrinin buradan alındığını, zannediyorum İslâm hukukundan bu çeşit üstü örtülü alıntılar oldukça fazladır. Yakın tarihte, tüketiciyi koruma kanunu çerçevesinde alınan kusurlu malların iadesi bu türdendir. Bu sistem İslâm hukukunda bütün detayları ile vardır. [8] O günlerde Medîne’de vâli Mervân İbn Hakem’di. [9] Aliyyü’l-Esedî, hakkında bilgi için bak: Muhtasaru İbn Kesîr, (1/ 513. Mâide Sûresi 34. âyetin tefsirinde.) İbn Cerîr et-Taberî’den naklederek. ___________________________________________ Kur’ân’ın İrşâdıyla İlgili Bir Kaç Örnek Rabbimizin şu irşad ve buyruklarını birlikte okuyup anlamaya çalışıyoruz: “Rasûlüm! Elbetteki Kur an ı sana biz indirdik. Rabbinin hükmüne teslim olup sabret. Allah yolunda olmayan hiçbir günahkara hiçbir nanköre itaat etme, boyun eğme. Sabah, akşam Rabbinin İsm-i Celâlini zikret. (Gönül huzuruyla, teslimiyetle, sevgiyle, haşyetle dolu dolu O’nu yâdet.) Gecenin bir bölümünde O na secde et. Gece boyu Rabbını tesbih et. İman etmeyen, nankör bu kişiler, geçiçi içinde yaşadıkları dünyayı ve fânî nimetlerini seviyor, onlara kapılıyor, önlerindeki hesap verilecek o dehşet günü unutuyor, ona sırt dönüyorlar. Onları biz yarattık. Vücutlarını muazzam bir şekilde donattık. Kemik verdik, eklem verdik, kas verdik… Sapasağlam bir beden verdik. Dilediğimizde de yok eder, yerlerine benzerlerini getiririz. “Şüphesiz bu bir hatırlatma, bu bir öğüttür. Artık dileyen, ibret alan, kendine gelen, düşünen Rabb ına yol tutar. Sizler ancak Allah ın dilemesi, izin vermesiyle birşey isteyebilirsiniz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. Sonsuz hikmet sahibidir.” “Dilediğini rahmetine dahil eder. Zâlimlere gelince,onlar için elim bir azâb hazırlamıştır.” Bunlar, 76. Sûre olan İnsan Sûresinin 23. âyetinden 31. âyeti olan son âyet-i kerîmeye kadar olan bölümüdür. Bu âyet-i kerîmeleri okuyup derin derin düşündükten sonra şunlara da kulak veriniz: “Elif. Lâm. Râ. Ey Rasul! Bu, Rabblerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, nûra; Aziz ve sonsuz hamde lâyık olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. O Allah ki, göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi O’nundur. Şiddetli bir azâba uğrayacak o inkarcılara yazıklar olsun! Dünya hayatını (ve geçiçi zevklerini, hırslarını) âhirete tercih edenler, bütün planlarını dünya hayatına göre yapanlar, Allah yolundan alıkoymaya çalışanlar, hak yoluna sırt çevirenler ve hak dininin eğriliğini isteyenler, onu çarpıtıp çirkin göstermeye çalışanlar, işte onlar; derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrâhim, 14/ 1-3) Ne dersiniz? Bu âyet-i kerîmeler bizi yaşadığımız hayatın içinde uyarmıyor, irşad etmiyor, yol göstermiyor mu? Yaşananlarla içiçe miyiz? Çevremizde neler dönüyor, farkında mıyız? Rabbımız bizi hangi konularda uyarıyor, biliyor muyuz? “Dünya hayatını (ve geçiçi zevklerini, hırslarını) âhirete tercih edenler, bütün planlarını dünya hayatına göre yapanlar, Allah yolundan alıkoymaya çalışanlar, hak yoluna sırt çevirenler ve hak dininin eğriliğini isteyenler, onu çarpıtıp çirkin göstermeye çalışanlar…” tasviri, kimleri göz önüne getiriyor? Bu gün insanlar, umutlarını, hayallerini, duygularını, işlerini, dirliklerini, sıhhatlerini, iffetlerini, huzurlarını… kaybeder hale geldiler, getirildiler. Biz ne yapmalıyız? Nasıl bir bilgi, üslup ve şuurla hareket etmemiz gerektiğini hâlâ düşünmeyecek miyiz? Ne zaman bütün mü’min kardeşler olarak el ele vereceğiz? Âhirete, hesap gününe inanmayanlardan, aldırmayanlardan merhamet mi bekliyoruz? Yıkmadan yapmak, kırmadan sarmak, kaybedilenleri geri getirmek çok daha ciddî bir gayretin, çok daha şuurlu bir çalışmanın meyvesidir. Îman ağacımız bu meyveyi vermeye hazır olmalıdır. Gönüllere işlenmiş îman, salih amel ister, azm ister, gayret ister, sebat ister, Hakka muhabbet ister. İman nûru kainâtı kuşatsın, İsm-i Celal yücelsin, Ezân-ı Muhammedî dalga dalga ufuklar ötesine taşsın… arzusu ve şevki ister. O halde duramayız. Zikr-i Hakîm’de “hak yola set çekenler” olarak tasvir edilenler, eğer hakka giden yolları tıkıyorsa, onları açmak, dini eğri, çarpık, yanlış göstermeye çalışıyorlarsa, doğrusunu gözler önüne sermek, çalışmaya meydan vermiyorlarsa bir yolunu bulmak zorundayız. *** __________________________________________________ ______ Not: Daha geniş bilgi paylaşımı için “Kur ân ve Tebliğ” Yazısını da okuyunuz. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Meyhanede Tebliğ.. | İslaminesil | Videolar/Slaytlar | 5 | 02 Ocak 2016 22:21 |
Hurafeler ve Hayatımıza Etkileri | Tuba_ | Hurafeler-Bi'datlar | 0 | 19 Mayıs 2014 02:36 |
Tebliğ Ve İrşadcının Özellikleri | iklimya | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 09 Mart 2013 14:38 |
20.Haftanın Konusu Ramazanın Etkileri | Yitiksevda | Hafta'nın Konusu | 2 | 24 Ağustos 2009 11:38 |
Kur'an Kıssalarının Vakiiliği Problemi | MERVE DEMİR | Kur'an Kıssaları | 0 | 17 Mart 2009 12:32 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|