|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YASEMİN ATAMAN,Açılış Tarihi: 21 Mayıs 2011 (11:53), Konuya Son Cevap : 21 Mayıs 2011 (11:53). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
21 Mayıs 2011, 11:53 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 11916 Üyelik T.:
02 Mart 2010 | Arap Müşrikleri Arap Müşrikleri Arap Müşrikleri Tarihsel sıraya ve Kur'an'daki anlatıma bağlı kala*rak incelediğimiz kavimler, toplumlar zincirinin son hal*kasını, irşad ve uyarılmaları için Hz. Muhammed'in görevlendirildiği; Kur'an mesajının da ilk ağızda ve doğru*dan kendilerine hitap ettiği Araptoplumu, Arap müşrik*leri oluşturuyor. Bunların ulûhiyyet ve rubûbiyyet konu*sundaki yanlış anlayışları, bozuk itikatları neydi? Al*lah'ın varlığını bilmiyor ya da bildikleri halde inkâr mı ediyorlardı? Kendilerine Allah'ın varlığını tanıtmak, ka*bul ettirmek için mi Resul gönderilmişti? Allah'ın 'Rab'lı*ğı, İlahlığı konusunda kuşkuları vardı da, ya da böyle bir gerçekten tamamen habersizdiler de, Kur'an onların bu kuşkularını gidermek ya da onlara Allah'ın bir 'ilâh' ve 'Rab' olduğunu ilk kez haber vermek için mi indirilmiş*ti? Allah'ın kulluk edilmeye lâyık bir tanrı, dua ve yaka*rışları işitip, yardıma yetişen bir Rab olduğuna inanmı*yorlar mıydı? Lât, Menat, Uzza ve Hubel gibi putların, bir takım tapınma objelerinin, bir takım sembolik nesnelerin mi evrenin gerçek yaratıcısı, düzenleyicisi ve yöneticisi ol*duğuna inanıyorlardı? Bu düzmece tanrılar mıydı, hukukta, muamelatta ve toplum yönetiminde yasa koyucu ola*rak kendilerine başvurulan otoriteler? Arap müşrikleri*nin Allah'ın varlığını tanımadıkları imasıyla yüklü bu ka*bil bütün sorulara Kur'an-ı Kerim'de bulunabilecek bütün cevapların olumsuz olduğunu hiç tereddüt etmeden söyle*yebiliriz. Çünkü Kur'an bu bakımdan incelendiği zaman hemen görülecektir ki, Arap müşrikleri sadece Allah'ın varlığını tanımakla kalmıyorlar, O'nun evrenin hatta öte*ki tanrıların yaratıcısı olduğuna da tereddütsüz inanıyor ve O'nu eşyaya ve insanlara hükmeden üstün ve büyük ilâh, büyük Rab olarak görüyorlardı. Hatta yeri gelince öteki tanrıları bir kenara bırakıp, son çare, büyük kapı olarak O'na başvurmaktan, törensel gösteriler içinde O'na sığınmaktan geri kalmıyorlardı. Onların gözünde de, âle*min yaratıcısı, mülkün sahibi ve yöneticisi, öteki tanrılar değil, Yüce Allah'tır yine: "De ki, 'Biliyorsanız, söyleyin hadi: kimindir Yer*yüzü ve içindekiler?'; 'Allah'ın' diyecekler. De ki, 'Peki, o halde, düşünüp gerçeği görmeyecek misiniz artık?' Yedi göğün Rabb'i kimdir?' diye sor, 'kimdir, büyük arşın Rabb'i?' 'Allah' diyecekler. De ki, 'Peki, öyleyse niçin sakınmı*yorsunuz.?' "De ki, 'Biliyorsanız, söyleyin hadi: her şeyin mülkünü (kaderini, künhünü) elinde tutan kim? Ve kim, koru*yup kollayan; ama kendisine karşı kimsenin, kimseyi koruyup kollamayacağı?' ' 'Allah'tır diyecekler. De ki, 'öyleyse, nasıl aldanıyor*sunuz? (ya da nasıl büyüleniyorsunuz?)' "Halbuki, biz onlara doğruyu, gerçeği (hakkı) getir*dik; onlarsa düpedüz yalancılık yapıyorlar." Mü'mi-nûn.84,85,86,87,88,89,90. "Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Tu tun ki, (onlarla bir) gemidesiniz; gemi tatlı, hafif bir rüzgârla alıp götürüyor onları; onların da bu yüzden içleri ra*hat, seviniyorlar; ama birden azgın bir kasırga çıkıp gemiyi yakalıyor; her yandan dalgalar saldırıyor on*lara. Bu durumda artık bütün bütün kuşatıldıklarını düşünürler; işte o an, dini Allah'a özgü kılarak (bü*tün kalpleriyle Allah'a sığınırak, Allah'a yönelerek) yakarırlar: 'Eğer bizi bu felâketten kurtarırsan, mu*hakkak sana şükreden kullardan olacağız!' "Ama onları kurtarınca, hemen hakkı bırakıp yeryü*zünde kötülük, taşkınlık yapmaya koyulurlar. Ey in*sanlar, kötülüğünüz, taşkınlığınız sadece kendi aleyhinizedir; dünya hayatının geçici avuntusu, hepsi bu; sonra dönüşünüz yine bize olacaktır ve o zaman yap*tıklarınızı size bir bir söyleyeceğiz." Yunus.22,23. "Denizde bir felaket, bir darlık başınıza geldiği zaman, O'nun dışında, bütün yalvarıp yakardıklarınız kaybolup gider; ama ne zaman ki sizi kurtarıp ka*raya çıkarırız, o zaman hemen yüz çevirirsiniz. Ne kadar nankördür insan!" îsrâ.67. Mekke müşriklerinin birer ilâh ve Rab olarak itibar ettikleri öteki varlıklara gelince, Kur'an-ı Kerim bunları Arapların kendi ağızlarından şöyle dile getiriyor: "....'Biz bunlara sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar di*ye (ya da yaklaştırıyorlar diye) kulluk ediyoruz' diye*rek Ondan başka veliler (dostlar, hamiler) edinenle*re gelince..." Sâd.3. "Allah'ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de yarar veremeyecek olan şeylere kulluk ediyorlar ve 'Bunlar bizim Allah katındaki kayırıcılarımız (şefaatçileri*miz)' diyorlar..." Yûnus!l8 Arap müşriklerinin, bu düzmece tanrıları yaratıcı ye*rine koymadıkları, ayrıca onları hidayet bahşedici (doğru*ya yöneltici) ilâhlar olarak da görmedikleri anlaşılıyor: "De ki, 'Hiç sizin, Allah'a ortak olarak benimsediğiniz şeylerden (ya da kimselerden) yaratmayı başlatabile*cek ve sonra onu tekrarlayıp sürdürebilecek olan varmı?'. De ki, 'Yaratmaya başlayan ve tekrarlayıp sür*düren Allah'tır. Öyleyse nasıl yalana ve inkâra zorla*nıyorsunuz?" "De ki, 'Hiç sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden (ya da kimselerden) hakk'a yöneltecek olan var mı? De ki, 'Hakk'a yönelten Allah'tır. Hakka yönelten'e mi uymak, bağlanmak doğrudur, yoksa kendisine yol gösterilmedikçe yolunu bulamayana mı? Öyleyse, ne*yiniz var? Nasıl hükmediyorsunuz?" Yûnus.34-35 Bütün bu kabil sorulara karşılık, müşriklerin, her za*manki muarız tutumlarına rağmen, apaçık gerçeği gör*mezden gelemeyerek, ya beklenen doğru cevabı verdikle*rini, ya da 'de ki' buyruğuyla Resûl'e söyletilen gerçeği su*sarak doğruladıklarını görüyoruz. Bu da onların, bu son âyetlerden anlaşıldığı gibi, yaratıcı ve hidayet edici Rab olarak; yaratıcı ve yarattığı her şeye kendi mahiyetine gö*re bir var olma ya da yaşama yolu ve yordamı bahşedici Rab olarak Lâfı, Uzza'yı, Menâfi değil, fakat Yüce Allah'ı tanıdıklarını gösteriyor. Peki, öyleyse, umumiyeti itiba*riyle Kur'an-ı Kerim'in indirilmesine sebep teşkil eden ve Allah Resulünün zihinlerden silmek ya da düzeltmek için yirmi üç yıl mücadele ettiği yanlış telakkiler, çarpık inanç*lar ve özellikle de, bu bölümün konusu olan 'rubûbiyyet' hakkında Tevhid inancıyla bağdaşmayan görüş ve eğilim*ler neydi, Mekke toplumunda? Bu sorunun cevabını Kur'-an'da ararken, görüyoruz ki, o günkü Arapları da Tevhid inancının dışında tutan, daha önceki toplumlarda olduğu gibi, başlıca iki basit ama ciddi hata, iki çarpık telakki var: Ulûhiyyet ve rubûbiyyet konusunda, bu terimle*rin tabiatüstü çağrışımları itibariyle, Araplar Allah'a bir takım ortaklar yakıştırıyorlar; meleklerin, aziz ya da er*miş diye bilinen bir takım ölmüş kimselerin, güneş, ay, yıldız gibi gök cisimlerinin, sebep sonuç bağlantısının ve olabilirlik koşullarının ötesinde, olaylar ve nesneler üze*rinde etki ve tasarruf sahibi olduklarına inanıyorlardı. Bunun içindir ki, Allah'la beraber, zikri geçen varlıklara ya da mevhum (düzmece) tanrılara da kulluk göster*mek istiyorlar; törensel başvurular ve dualarla onlardan da yardım umuyor, onları da yüceltip taziz etmek istiyor*lardı. Ticaret, muamelat, siyaset ve yönetim gibi dün*yevî meselelere gelince, Araplar bu konularda Allah'ın Rab'lık sıfat ve yetkisini adetâ bilmezlikten gelerek, ya*sama ve buyurma yetkisini rahiplere ya da kâhinlere, kavim-kabile büyüklerine bırakıp, onların hükmüne boyun eğiyorlardı. Arapların, birinci şıkta ifade etmeye çalıştığımız sa*pıklıkları konusunda Kur'an-ı Kerim'de şöyle deniyor: "İnsanlardan kimi de Allah'a kararsızca ve dönekçe kulluk eder; başına bir hayır, bir iyilik gelirse buna sevinir, hoşnut olur; ama başına bir belâ, bir kötülük gelirse, hemen yüz üstü geri döner. Böylesi, dünyayı da âhireti de kaybetmiştir; işte apaçık kayıp da bu*dur zaten. "(Yine böylesi), Allah'ı bırakıp, kendisine ne zarar, ne de yarar veremeyecek olan şeylere yalvarıp, yakarır. İşte en büyük sapıklık da budur. "Zararı faydasından daha yakın olana yalvarır; bu ne kötü mevlâ (yardımcı ve ne kötü arkadaş!" Hac. 11.12.13 "Allah'a karşı yalan uyduran ya da O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Kuşkusuz, suçlular umduklarına ulaşamazlar. "Allan' ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de yarar ve*recek durumda olmayan şeylere (ya da kimselere) kulluk ediyor ve "Bunlar bizim Allah katındaki kayırıcılarımız!" diyorlar. De ki, 'Siz Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz'; Onla*rın ortak koşmalarından (da, ortak koştukları şeyler*den de) uzaktır ve yücedir O." Yûnus. 17-18 "De ki, "Allah'ı bırakıp da, size ne zarar, ne de yarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsu*nuz? Oysa Allah her şeyi işiten, her şeyi görendir." Mâide.76 "İnsanın başına bir darlık, bir felaket geldi mi, yürek*ten Rabb'ine yönelerek O'na yalvarır. Sonra Allah, ona katından bir nimet verince, önceden kime yalvar*mış olduğunu unutuverir; insanları Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. De ki, "Küfrünle bi*raz oyalan, bakalım; şüphesiz, sen cehennemlik soy*dansın." Zumer.8 "Size ulaşan her nimet Allah'dandır. Sonra başınıza bir sıkıntı geldiği zaman, hemen O'na sığınırsınız. "Sonra, sizden o sıkıntıyı giderdiği zaman, içinizden bir fırka (grup) hemen Rab'lerine ortak koşar; "Sırf, kendilerine verdiğimiz nimeti nankörce örtüp gizlemek içindir, bu. Böylece hele oyalanın, bakalım; yakında gerçeği öğreneceksiniz. Kendilerine verdiğimiz rızıktan, haklarında bir şey bilmedikleri şeylere de bir pay ayırıyorlar. Allah'a and olsun ki, uydura geldiğiniz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz." Nahl.53,54,55,56 Cahiliyye dönemi Araplannın, ikinci şıkta belirtilen sapıklıkları konusunda da Kur'an-ı Kerim şöyle tanıklık ediyor: "Allah'ın yarattığı ekinden ve hayvanlardan, 'Bu Allah'a, bu da O'nun yanımızdaki ortaklanna' diyerek, güya Allah'a pay ayırıyorlar. Oysa, Allah'ın ortaklan olarak gördükleri kimseler için ayrılan, Allah'a ulaş*mıyor; ama Allah için ayrılan, bu sözde 'ortaklar'a ulaşıyor. Bu hükmettikleri şey ne kötü! "Bunun gibi, yine bu sözde 'ortakları' (hüküm ve kazada Allah'a ortak koşup, böylece ilâh ve Rab yerine koydukları kimseler), onları yıkıma sürüklemek ve dinlerini bozup karıştırmak için, müşriklerden çoğu*nu çocuklarının canına kıymaya özendirdiler. Oysa, eğer Allah dilemiş olsaydı, böyle yapmazlardı. Ma*dem öyle, sen de onları iftiralarıyla baş başa bırak!" En'âm. 136-137 Açıktır ki, bu âyetlerin orjinalinde geçen (ortakları) deyimi, mücessem putları ve bu kabil tapınma objelerini değil, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in hanif dinini tahrif ederek, o günkü müşrik Arap insanına, din gayreti içinde çocuklarının canına kıymayı soylu ve erdemli bir davranış olarak öğütleyen kavim-kabile büyüklerini, top*lumun sözü dinlenir önderlerini imâ ediyor. Nitekim yukarıdaki âyetlerde müşrik Arapların gözünde Allah'ın or*takları olarak yer tuttuğu imâ edilen figürler, metinden açıkça anlaşıldığı gibi, ne evrenin sevk ve idaresinde oy*nadıkları rollerle, ne de insanları kendilerine biçimsel ta*pınmaya ya da duaya çağıran, Özendiren karakterleriyle karşımıza çıkıyorlar. Demek ki, put, vesen, idol türünden sembolik ilâhlar, sembolik 'ortaklar' değil bunlar; tersine, yasa ve törelerin oluşup yerleşmesinde nüfuz ve rol sahibi olan gerçek (reel) kişiler, toplumsal güç odakları ya da siyası ve dini otoritelerdir bunlar. Aşağıdaki âyetten de bu anlaşılıyor zaten: "Yoksa onların, din konusunda Allah'ın izin vermediği şeyi yasa olarak koyan düzmece ilâhları (ortakları) mı var?..." Şûrâ.21 Burada bu ayetten açıkça anlaşılan şudur ki; müşrik Arapların, din konusunda önderlerinin yasa koyucu tutum ve tavır*larına boyun eğmeleri, onları birer İlâh ve Rab olarak Al*lah'a ortak koşmalarından başka bir anlama gelmemek*tedir. Bütün bu açıklamalardan sonra, 'Rab' kavramı çevre*sinde Kur'an-ı Kerîm'den çıkarmamız gereken öğretiyi şöyle özetleyebiliriz, sanırım: Allah, beşer olarak bizim ve evrende var olan her şeyin Rabbi ve mürebbisidir (besleyip, büyüten, yetiştiren; ya*rattıklarını belli niteliklerle, yetilerle, yatkınlıklarla donatan; onların her birinin kendi karakterleri doğrultu*sunda inkişaf edip olgunlaşmalarını sağlayan ve bir yara*tıcı olarak, yarattıklarının eksik ve ihtiyaçlarından ha*berdar olup onları karşılayan). Yine Allah, bizim kefilimiz, velimiz ve vekilimizdir. Gerçek koruyucumuz, hamimiz de O'dur, kuşkusuz. Bunun içindir ki, insanın, hayatını anlamlı ve tutarlı bir yapı halinde üzerinde yükseltebileceği en sağlam te*mel, eşi ve ortağı olmayan böyle bir Rabb'e inanması, Tevhid inancına bağlı kalmasıdır. Bu, onun doğuştan ge*tirdiği düşünsel ve ruhsal yatkınlıkların bir gereği olduğu gibi, yaratılışının da en katıksız bir ifâdesi olacaktır. De*ğişik ırklara, toplumlara, değişik kültürlere mensup in*sanların bir 'ümmet' halinde bir araya gelip kaynaşması da, üstün otorite ve gözetici olarak odağında tüm âlem*lerin Rabb'i Allah'ın yer aldığı, katıksız Tevhid öğretisine dayalı bir inanç, töre, mülkiyet ve siyâset düzeninin ayak*ta kalmasıyla mümkündür ancak. Böyle bir inanç, dünya görüşü ve yaşama düzeni için*de, kulluğa, mutlak itaat ve teslimiyete lâyık yegâne Rab, yegâne sahip Allah'tır. Canlı/cansız, görünen/görünmeyen, tüm âlemlerin gerçek sahibi ve efendisi, mutlak yöneticisi ve gözeticisidir O. Kur'an'dan çıkarsadığımız tanımlamaya göre, bütün bu sıfat ve niteliklerin hepsinin topluca 'rubâbiyyet' kav*ramı içinde düşünülmesi ve 'rubâbiyyet'in de bütün şü*mulüyle yalnızca Allah'a izafe edilmesi gerekmektedir. Hal böyleyken, gerek Arap müşrikleri ve gerekse tevhid öğretisinin karşısında yer alan öteki kavimler 'rubâbiy*yet' kavramını, deyim yerindeyse, birbirinden bağımsız değişik anlam öbekleri halinde algılamak ve böylece bütü*nün değişik veçhelerini aktüel planda değişik varlıklara izafe etmek yanılgısına düşmüşlerdir. Daha önceki vahyî bildiriler gibi, öncelikle, vehim ve zanlara dayanan bu ka*bil tevhid dışı inanç ve tutumları gidermek için indirilmiş bulunan Kur'an da, keskin dialektiğiyle göstermiştir ki: sınırsız bir bolluk ve çeşitlilik içinde ıssız bucaksız evreni yaratan Rab başka, onun şaşmaz bir düzen ve ahenk içinde sürüp gitmesini sağlayan Rab başka olamaz; âkîl, gayr-ı âkîl tüm canlılara hayat veren Rab başka, onları büyütüp besleyen, barındıran, belli ilke ve yasalara göre çekip çeviren Rab başka olamaz ve nihayet insanı bir kan pıhtısından yaratan, onu öldüren ve diriltecek olan Rab başka, ona bireysel ve toplumsal hayatında uyacağı yasa*ları koyan, yürüyeceği yolu gösteren Rab başka olamaz. Bu itibarla, kim ki, rubûbiyyeti, şu ya da bu veçhesiyle kısmen de olsa, Allah'tan başka birine, bir kişiye, bir obje*ye, bir güce, bir sisteme yakıştırırsa, sadece, tüm varlığa hâkim en temel hakikate ters bir yol tutmuş, ona başkaldırmış olmakla kalmaz, böylece gösterdiği nankörlük yü*zünden kendi ebedi mutluluğunu, esenliğini de tehlikeye atmış olur. (alıntı) |
Konu Sahibi YASEMİN ATAMAN 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Evrensel Tesbihat | Makale ve Köşe Yazıları | Yitiksevda | 1 | 2328 | 02 Nisan 2012 15:43 |
Kur'an'ın Tâviz ve Uzlaşmaya Bakışı | Allah(c.c) | YASEMİN ATAMAN | 0 | 2183 | 14 Mart 2012 01:18 |
Tevhid Penceresinden Günümüz ve İnsanımız | Tevhid Ve Şirk Konuları | YASEMİN ATAMAN | 0 | 1892 | 14 Mart 2012 01:09 |
Müslümanın müslümanlaşması | Muhtelif Konular | mahsun | 2 | 2249 | 14 Mart 2012 01:06 |
Dünyevileşmek. | Videolar/Slaytlar | Beytül Ahzan | 4 | 2318 | 10 Mart 2012 01:44 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Mısırdaki AB-ARAP Zirvesine Tepki | Mihrinaz | Gündem/ Manşetler | 4 | 05 Eylül 2024 08:34 |
Arap Atasözleri | KEVİR | Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler | 2 | 03 Eylül 2024 20:29 |
Zengin Bir Arap**:) | Medine-web | Fıkralar-Hikayeler | 9 | 16Haziran 2021 00:43 |
İslamı kabul ettiğini söyleyip müşrikleri tekfir etmeyenler. | bilinmez | Tevhid Ve Şirk Konuları | 81 | 07 Temmuz 2012 10:52 |
Tagutlari Kafirleri Müşrikleri Munafıkları Tekfir Etmeyen Onlardandir.!!! | bilinmez | Tevhid Ve Şirk Konuları | 8 | 30 Aralık 2011 18:06 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|