|
Konu Kimliği: Konu Sahibi NUR,Açılış Tarihi: 18 Ağustos 2008 (19:52), Konuya Son Cevap : 07 Şubat 2010 (17:18). Konuya 3 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
18 Ağustos 2008, 19:52 | Mesaj No:1 |
Kur'an neden yirmiüç senede indirilmiştir? Bir defada gönderilemez miydi? Kur'an neden yirmiüç senede indirilmiştir? Bir defada gönderilemez miydi? Kur'an neden yirmiüç senede indirilmiştir? Bir defada gönderilemez miydi? Kur'ân-ı Kerim'in 23 senede indirilmesinde çeşitli hikmetler vardır. Kur'ân-ı Kerim'in nâzil olduğu dönem, insanlığın olgunlaşmaya doğru ilerlediği bir dönemdir. Onun için en son ve en mükemmel Peygamber gelmişti. Onun cemaatinin yapacağı şey, o gün en ileri, en yetişkin seviyeye gelme, mükemmellik merdivenlerini son basamağına kadar kat etme, medenî milletlere muallimlik yapma işi idi. Halbuki o güne kadar onların yapageldikleri kötü ahlâk ve fena huylar ruh ve damarlarına öylesine işlemişti ki, bunları teker teker söküp atmak; ayrıca yerlerine yüksek ahlakı, güzel huyları getirip yerleştirmek ayrı ayrı işlerdi. Kur'ân bir anda bütün emirleri ile birden gelip onların karşılarına dikilseydi, altından kalkamazlardı. Günümüzden misâl verecek olursak; bir kısım sigara, içki müptelası veya sokaklarda gezme hastası, yahut kahvede oturma alışkanlığı olan kimseler düşünelim. Bunların başlarını kesseniz ve "Arkadaş kahveye gidersen öleceksin" deseniz, o yine bir takım bahaneler ileri sürerek gidecektir. Eğer bir gün kahveye gitmeyip evde kalsa, evinde bir köşeye oturacak, üf-üf edecek ve fırsat bulunca da kahvenin yolunu tutacaktır. Çünkü alışageldiği hayat şekli değişmiştir. Halbuki o, lüzumlu olmayan basit bir adetini terk etmiştir. Şimdi bir de, sigara tiryakisini ele alalım; nikotik olmuş bir adama diyorsunuz ki: "Vücuduna zararlı olan bu sigarayı terk et. Çünkü senin sigara içmen yavaş yavaş intihar etmek gibidir. Sanki elindeki hançeri birdenbire değil de, yavaş yavaş sinene saplıyor ve âheste âheste intiharı tamamlamış oluyorsun." Hatta bunu bir hekime anlattırsanız, yâni doktor dese ki: "Sigarada, hiçbir fayda olmadığı gibi, şöyle şöyle, zararları da var." bu adam sigarayı terk etmek için bir hayli tereddüt geçirecektir. Bırakın onu, bildiği halde doktorun kendisi de vazgeçmiyor ya... Bir de alkolik kimseyi ele alınız; adam mest olmuş, iç alemi başkalaşmış. O kadar ki, bir adım daha atsa kendinden aşağı tabakadaki mahlûklara benzeyecek. Şimdi bu kimseye birden: "İçkiyi bırak" demek, "fıtratını değiştir" demek gibi olacaktır. Böylesine, insanların huy haline gelmiş ve damarlarına işlemiş âdetleri, kötü ahlakdan binlerceye çıkarınız ve sonra Kur'ân'ın inişindeki zamanın geniş tutulmasını düşününüz... Evet dikenleri kesip evvela çapa yapıyor, kötü şeyleri tahliye edip temizliyor. Sonra süslemeye başlıyor. Yani kötü huyları onların ruhlarından çıkararak, âli huyları getirip yerleştiriyor ve kısa denecek bir zamanda binlerce iş yapıyor. Buna göre biz, Kur'ân-ı Kerim'in 23 senede indirilmesini çok sür'atli buluyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi: "Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?" İşte, hodri meydan! İçkiden binlerce yuvanın yıkıldığı meydandadır. Yeşilay Cemiyeti her sene konferanslar vermektedir. Bu işi genişleterek ilköğretimden yüksek tahsile kadar götürmektedir. Buna karşılık acaba kaç kişi içkiyi terk etmektedir. Buyurun üniversite, bütün profesörleriyle seferber olsun, bir sene çalışsınlar acaba yirmi adama içkiyi terk ettirebilecekler mi? Şayet başarabilirlerse, bunu onlar hesabına çok büyük muvaffakiyet sayacak ve Efendimiz'in (sav) icraatının yanına altın yazılarla yazıp asıvereceğiz. Heyhat, o bir kere olmuştu! Dost-düşman, o sûrette ikincisini imkansız görüyor. Evet, 23 sene çok seridir; bu yüzden de, Kurân'ın yaptıkları mucizedir. İnsanlık, Efendimiz'in (sav) 23 senede kat ettiği mesafeyi binlerce senede kat'edememiş; kat'edemez de... Kur'an-ı Kerim bir taraftan böyle kötü huyların binlercesinin kaldırılmasını hedef almış, diğer taraftan da kaldırılan bu kötü huyların yerini Kur'anın yüksek ahlaki düsturları ile donatmak, ziynetlendirmek vazifesini hedeflemiş ve bütün bunları kimseyi örselemeden, törpülemeden, ürkütmeden, ruhlarını rencide etmeden onlara kabul ettirmiş. Ortaya attığı bir çok meseleyi o kadar çeşitli safhalardan geçirip tatbikat sahasına getirmiştir ki; bugün onların birkaçının pratik hayata hâkim olması için daha bilmem ne kadar 23 seneye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu 23 sene, süreye ihtiyaç duyulan bir kısım emir ve yasakların, o günün insanının kabullenip benimsemesi için gerekli olan bir zamandı ve belli şeylerin derece derece kaldırılması, onların yerlerine de belli şeylerin yerleştirilmesi için bu süreye ihtiyaç vardı. Meselâ, bu süre zarfında üç dört devrede içki yasaklanmış, iki devrede kız çocuklarına yapılan zulümler kaldırılmış; darma dağınık kabile hayatı, bir iki hamlede halledilmiş ve kabileler arasında birlik temin edilerek kitleler toplum hayatı şuura yükseltilmiş, böylece kendilerine bir cemiyet teşkil etme liyâkati kazandırılmıştır ki, bütün kötü huyların atılması, onların yerlerine yüksek ahlakın getirilip oturtulması gibi çok çetin icraatlarla mümkün olabilmiştir. Bundan dolayı da daha uzun zamana ve mehile ihtiyaç hasıl olmuştur. Ayrıca görüyoruz ki, bizim hayatımızda, “şu sene şartlar şöyle gitti, bundan dolayı şöyle bir sosyal denge ve düzen gerekiyor.” deyip gelecek sene şartların değişeceği hesap edilerek, plân elâstikiyeti ona göre ayarlanıyor; daha sonraki senelerin şartlarına göre, detaylardaki değişmelerin dizaynı yapılıyor: derken zamanın akıcılığı ve eşyanın tabiatına uygunluk aranarak yaptığımız şeylerin sürekliliğini temine çalışıyoruz. Bunun gibi saadet devrinde de, müslümanlar tıpkı bir ağaç gibi büyüyor âheste âheste yeni şartlara adapte oluyor ve fıtrî olarak gelişiyorlardı. Müslümanlığa hergün yeni katılımlar, ısınmalar oluyor, yeni yeni fikirler, şuurlar kazanılıyor; onlara alıştırmalar yapılıyor ve derken fertler, sosyal fertler haline geliyordu. Bunlar yavaş yavaş oluyordu ama; bütün olmalar âhenk içinde birbirini takip ediyordu. İşte, bu seyr içindeki çeşitli safhalar, ebedlere kadar devam edecek olan İslâm hakikatının mikro planda, zaman boyutuna ait bütün hususiyetlerini aksettiren bir ayna oluyordu. Bu, 23 senede değil de, birden bire yapılmak istenseydi, bir ölçüde o bedevî cemiyet bu işe dayanamayacak ve ölecekti. Bunu, şuna benzetebiliriz. Meselâ: bir insan güneşe maruz kaldığı zaman, cildinde değişmeler olur. Soğuk memleketlere götürüldüğü zaman da bu defa ona göre bir takım küçük küçük değişmeler meydana gelir, ama katiyyen 20 mutasyon ağırlığında ciddi bir değişiklik birden olamaz. Olsa, bu türlü seri fizikî değişmelerde canlı öldüğü gibi, bunda da öyle olur. Bu tıpkı 1 (bir) atmosfer basınç altında duran birinin birden bire 20 bin fitlik bir irtifaya çıkması gibi bir şey olur ki, insan orada hemen ölüverir. O noktaya uçaklar dahi çıkarken, oksijen maskeleri ve sâire ile sizi ihtiyatla çıkarıyorlar. İşte böyle birden 20 bin fit irtifaa yükselmek nasıl öldürüyor; öyle de hayat anlayışı, aile anlayışı, ferd anlayışı sıfır derecede olan bir cemiyete, birden bire, Kur'ân inip aynı günde hemen: "İşte hükümler ve kanunlar, tatbik edin. Bu kitaptaki hükümlerin hepsini eksiksiz yaşayın." diye karşılarına çıksaydı, o cemiyetten hiç kimse bunu kabul etmezdi. Çünkü bu, birden bire cemiyetin 20 bine fite yükselmesi demekti ki o cemiyet buna dayanamayacaktı. Öyleyse Kur'ân-ı Kerim'in, hükümlerini insanlara 23 senede getirmesi, yavaş yavaş, adım adım telkin etmesi, insan yaratılışına uygunluğun gereğidir ve insanın yapısına da en uygun olanıdır. İnsanı kâinattan ayıramayacağımıza göre, onu kâinatın içindeki hadiselerin seyrine göre ele alma mecburiyetinde olduğumuzu ve onu kâinattaki gelişmelerin dışında değerlendiremeyeceğimizi, kabullenme mecburiyetindeyiz. Kâinatta nasıl ki, bazı gelişmeler yavaş yavaş ve basamaklar şeklinde oluyor ve kanunlar o doğrultuda hareket ediyor, insanın olgunlaşma ve terakkisi de, aynı şekilde olacaktır. O ilerlemenin zembereği, esası ve prensipler mecmuası olan Kur'ân-ı Kerim de, işte bu esasa binaen 23 senede nâzil olmuştur. Allah'ın (cc) hikmeti bir süreyi 23 yapmış... Bu 24 de olabilirdi, 25 de. Nebiler Sultanının (sav) mukaddes hayatları 63 yıl olacakmış. 23 sene sonra hayatına, nübüvvetten hatime verilecekmiş, vahiy de sona erecekmiş. Ama 64 sene olurdu, vahiy de 24 seneye çıkardı. Biz de onu, aynı hikmet çerçevesi içinde kabul ederdik. Gerçeği yalnız Allah bilir.
__________________ EN GÜZEL AŞK: ALLAH! | |
Konu Sahibi NUR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hadîsi anlamak için nelere dikkat etmeli | Hadis-i Şerif | NUR | 0 | 2585 | 10 Ağustos 2009 21:09 |
Allah Rızası İçin Hadis Uyduranlar/Medineweb | Hadis-i Şerif | Mihrinaz | 1 | 2994 | 10 Ağustos 2009 21:07 |
18.HAFTANIN KONUSU:Çocuklar Dünya Hayatının Süsü... | Hafta'nın Konusu | NUR | 1 | 2990 | 10 Ağustos 2009 00:05 |
35.Haftanın Misafiri Elifzişan | Hafta'nın Misafiri | kurtmehmet | 11 | 6804 | 09 Ağustos 2009 23:35 |
Çocuklar Ümmetin Geleceğidir! | Çocuk ve Aile Sağlığı | NUR | 0 | 2598 | 07 Ağustos 2009 23:03 |
20 Ekim 2008, 02:59 | Mesaj No:2 |
Cvp: Kur'an neden yirmiüç senede indirilmiştir? Bir defada gönderilemez miydi? nur Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın yüce kelamıdır. Arştan arza uzatılmış sağlam bir ip, tutanın elini asla boşa çıkarmayan kopmaz bir kulptur. O, tüm insanlar ve bilhassa muttakiler için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur, O’nda eğrilik yoktur. O’na uyan hem dünyada hem de ahirette gerçek başarıya ulaşır. Allah tarafından gönderilen ilahî kitapların sonuncusu olan Kur’an-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed(sas)’e indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an terim olarak şöyle tarif edilir: “Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı, Peygamber Efendimiz’den bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş, okunmasıyla ibadet edilen, insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı ilâhî kelamdır.” Bu tarifte; “Hz. Peygamber’e indirilen” derken, Hz. Muhammed kastedilmektedir. “tevatür yoluyla nakledilmiş olan” derken, her devirde yalan üzerine birleşmelerini aklın imkansız gördüğü bir topluluk tarafından nakledildiği ve nesilden nesile böyle geçtiği için onun, Allah’a ait oluşunun kesinliği ifade edilmektedir. “ okunmasıyla ibadet edilen” derken de, Kur’an’ı okumanın ibadet olduğuna, namaz ibadetinde vahyedilen metnin okunması gerektiğine işaret edilmektedir. Kur’an-ı Kerim, Allah Tealâ’nın gönderdiği kitapların sonuncusudur. Çünkü, Allah Tealâ onu, son peygamber, Hz. Muhammed Mustafa (sas) vasıtasıyla göndermiştir. Allah Tealâ, Peygamberimizden başka Peygamber görevlendirmeyeceği gibi (Ahzab) başka kitap da göndermeyecek ve insanlık var olduğu sürece Kur’an-ı Kerim de insanlığa yol göstermeye devam edecektir. Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’dan Hz. Peygamber’e melek Cebrâil aracılığı ile ve vahiy yoluyla indirilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimizin hayatında tamamen yazılıp tespit edilmiş ve daha sonra da Hz. Ebu Bekir zamanında mushaf (kitap) haline getirilmiştir. Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz’e vahyolunduğu günden beri hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir. Diğer semavi kitaplar (Tevrat, Zebur ve İncil) zamanla değişikliğe uğramış, insanlar tarafından ilave ve çıkartmalar yapılmak sûretiyle değiştirilmiştir. İndiği gibi bir kelime ilâve edilmeden ve bir kelime eksilmeden günümüze kadar gelen tek kitap Kur’an-ı Kerimdir. Çünkü onun her türlü değişiklikten korunacağı Allah Tealâ tarafından va’d edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “Şüphesiz ki Kur’an’ı Biz indirdik, onun koruyucusu da Biziz.” (Hicr,9) Kur’an-ı Kerim eşi olmayan bir kitaptır, çünkü o, insan sözü değil, Allah kelâmıdır. Lafzı da manası da Allah’ındır. Peygamber Efendimiz sadece onu insanlara tebliğ etmekle görevlidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “De ki, her kim Cebrâil’e düşman ise, bilsin ki o, Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın izni ile kendisinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve mü’minlere müjdeci olarak, senin kalbine indirmiştir.” (Bakara, 97) Yani o, ne Cebrâil’in ne de senin sözündür. Cebrâil (as) da onu kendiliğinden getirmiş değildir. Allah’ın sözü olan bu kitabı yine Allah’ın izniyle indirmiştir. Kur’an-ı Kerim’in eşsiz bir kitap olduğu sadece bir iddia değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda meydan okuyor: “Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan şüphe ediyorsanız siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlü iseniz Allah’tan başka güvendiklerinizi de yardıma çağırın.” (Bakara, 23) işte, burada da gördüğümüz gibi Kur’an, kendisine benzer bir kitap değil, bir sûre meydana getirilmesini istemiş, bunun başarılamayacağını da haber vermiştir. Şöyle buyurulmuştur: “De ki, insanlar ve cinler birbirine yardımcı olarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, andolsun ki yine de benzerini ortaya koyamazlar.” (İsrâ, 88) Kur’an-ı Kerim bu çağrıyı ne zaman yapmıştır? Arapların şiir ve hitabette doruk noktasında oldukları bir devirde nazil olmuş ve bu çağrıyı yapmıştır. Fakat bırakın bir benzerini meydana getirmeyi, bir sûresinin bile benzerini yapamamışlardır. Kolayca ezberlenilmesi, kısa zamanda etrafa yayılması, manasının kolayca anlaşılması, zihinlerde ve akıllarda derece derece bir gelişme ve alıştırma sağlaması, inançların ve değer yargılarının yavaş yavaş güçlenip kökleşmesi ve benzeri sebeplerle, Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık 23 senede, bölümler halinde yani bazen ayet ayet, bazen de sûre sûre indirilmiştir. Yüce Allah Kur’an’ın bir defada toptan indirilmeyişinin sebebini yine Kur’an’da şöyle açıklamaktadır: “İnkar edenler: Kur’an ona bir defada topluca inmeli değil miydi? Dediler. Biz onu Senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık ve onu tane tane okuduk.” (Furkan, 32) Âyetler doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonrasında olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için inerdi ki, âyetin inmesine sebep olan olay veya soruya “sebeb-i nüzûl” (iniş sebebi) denilir. Kur’an-ı Kerim kendisinin, bir âyette Ramazan Ayında (Bakara, 185), bir başka âyette mübarek bir gecede (Duhân, 1-3), bir diğer ayette de Kadir Gecesinde (Kadir, 1) inmeye başladığını haber vermektedir. Kadir Gecesinin Ramazan Ayında mübarek bir gece olduğu göz önünde tutulursa, âyetler arasında bir çelişkinin de bulunmadığı anlaşılır. Peygamber Efendimiz’e ilk inen ayetler, Kur’an-ı Kerim’de Alak Sûresinin ilk beş ayetidir. Bu ayetler Peygamber Efendimiz’e Hira Mağarasında bulunduğu sırada inmiştir. Peygamber Efendimiz zaman zaman evinden ayrılarak Mekke’nin kuzey doğusunda bulunan Hira Mağarasına çekilir, burada bazen günlerce kalarak ibadet eder, düşüncelere dalardı. Peygamber Efendimiz 40 yaşında iken, miladın 610. yılında bir Ramazan Ayında mağarada bulunduğu sırada Cebrâil adındaki melek kendisine gelerek Alak Sûresinin ilk beş ayetini getirmiş ve peygamber olarak görevlendirildiğini bildirmiştir. Peygamber Efendimiz o anı şöyle anlatır: “Melek bana: Oku, dedi. Ben: Okuma bilmem, dedim. Bunun üzerine melek beni alıp gücüm tükeninceye kadar sıktı. Sonra beni bırakıp yine: Oku, dedi. Ben de ona: Okuma bilmem, dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Oku, dedi. Ben: Okuma bilmem, dedim. Nihayet beni alıp üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: Yaratan Rabbin adıyla oku. O, insanı Alak’tan yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini O öğretti.” dedi. Cebrâil Aleyhisselam bu ilk ayetleri tebliğ etmiş ve peygamber olarak görevlendirilmiş olduğu da Peygamber Efendimiz’e müjdelenmişti. Peygamber Efendimiz ilk defa kendisine inen ayetleri öğrendikten sonra korkudan yüreği titreyerek eşi Hz. Hatice’nin yanına geldi. Olup bitenleri O’na anlattı ve: “Kendimden korktum” dedi. Hz. Hatice ise Peygamber Efendimiz’e: “Öyle deme, Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarına hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara yardım ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor, doğruları destekliyorsun” dedi. Bundan sonra bir süre vahiy kesildi. Peygamber Efendimiz vahyin kesilmesinden söz ederken şöyle buyurdu: “Bir gün giderken birden bire gökyüzünde bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Bir de gördüm ki Hira’da bana gelen melek yerle gök arasını doldurmuştu. Çok korktum, evime döndüm ve: Beni örtünüz, beni örtünüz dedim. Beni örttüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ: Ey bürünüp sarınan, kalk ve insanları uyar. Sadece Rabbini yücelt, elbiseni temizle, pislikten sakın. (Müddessir, 1-5) ayetleri nazil oldu.” Böylece vahiy tekrar gelmeye, Kur’an ayetleri inmeye başladı. Kur’an-ı Kerim toptan nazil olmamıştır. Kısa kısa bölümler (ayetler ve sûreler) halinde inerek 23 senede tamamlanmıştır. İnen bölümleri Peygamber Efendimiz vahiy katiplerine yazdırıyor, aynı zamanda bunlar ashab tarafından da ezberleniyordu. Kur’an-ı Kerim’den her bölüm indikçe bunun nereye konacağını Peygamber Efendimiz vahiy katiplerine bildiriyor, onlar da onu gösterilen yere yazıyorlardı. Çünkü Kur’an-ı Kerim toptan inmediği gibi mushafta yazılı olduğu şekilde sıra ile de inmemiştir. Bazen bir sûre tamamlanmadan başka bir sûreye ait ayetlerin indiği de olmuştur. Nitekim ilk nazil olan (inen) ayetler ilk sûrede yer almamış, Kur’an-ı Kerim’in 96. sûresi olan Alak Sûresine konmuştur. Kur’an-ı Kerim’in bir kısmı Peygamber Efendimiz’e Mekke’de iken nazil olmuş, bir kısmı da Mekke’den Medine’ye hicretten sonra Medine’de inmiştir. Mekke’de inen sûrelere Mekkî Sûre, Medine’de inen sûrelere de Medenî sûre denir. Buna göre Kur’an-ı Kerim’in 114 sûresinden 87’si Mekke’de, 27’si de Medine’de inmiştir. Bir sûrenin nerede nazil olduğu (indiği) sûrenin baş tarafında o sûrenin adıyla birlikte yazılmıştır. Vahyolunan ayetler Peygamber Efendimiz ve müslümanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan da Peygamber Efendimiz’in emriyle vahiy katipleri tarafından da yazılıyordu. Dört halife (Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali) Zeyd bin Sâbit, Ubeyy bin Ka’b, Halid bin Ebî Sufyan Peygamber Efendimiz’in vahiy katibi olarak görevlendirdiği sahabîlerdir. Vahiy katipleri Kur’an ayetlerini ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları ve deriler üzerine yazıyorlardı. Çünkü henüz kağıt yoktu. Peygamber Efendimiz, inen ayetlerin doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere ayetleri okuyor ve vahiy katiplerine okutuyordu. Böylece Kur’an-ı Kerim daha Peygamber Efendimiz zamanında yazılma ve ezberlenme suretiyle korunmuştu. Kısaca Kur’an-ı Kerim, yaklaşık olarak 23 senede, Cebrâil Aleyhisselam vasıtası ile en son peygamber Hz. Muhammed(sas)’e, ayet ayet, bazen de sûreler halinde Arapça olarak indirilmiş, manası da lafzı da Allah’a ait ilâhi bir kitaptır; 114 sûre ve yaklaşık bir ifade ile 6666 ayetten oluşmaktadır. Âyetler doğrudan doğruya indiği gibi, çoğunlukla meydana gelen bir olayın hemen sonrasında olayı çözümlemek ve sorulan soruları cevaplamak için, toptan bir kitap olarak değil de yavaş yavaş yani ayet ayet, bazen de sûre sûre inmiştir. | |
07 Şubat 2010, 17:18 | Mesaj No:4 |
RE: Kur'an neden yirmiüç senede indirilmiştir? Bir defada gönderilemez miydi?
Allah'ın (cc) hikmeti bir süreyi 23 yapmış... Bu 24 de olabilirdi, 25 de. Nebiler Sultanının (sav) mukaddes hayatları 63 yıl olacakmış. 23 sene sonra hayatına, nübüvvetten hatime verilecekmiş, vahiy de sona erecekmiş. Ama 64 sene olurdu, vahiy de 24 seneye çıkardı. Biz de onu, aynı hikmet çerçevesi içinde kabul ederdik. Gerçeği yalnız Allah bilir. | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Sizin çocukluğunuz da böyle miydi?! | umut628 | Serbest Kürsü | 2 | 08 Eylül 2014 22:37 |
Hz. Meryem'in Eşi Hz. Peygamer Miydi? | JAZARİ | Hz.Muhammed(s.a.v) | 1 | 21 Aralık 2013 17:25 |
Allah Tarafindan Indirilmiştir. | Belgin | Kur'ân-ı Kerim Genel | 1 | 31 Aralık 2009 21:10 |
Kur’an’ın Bir Defada İnmemesinin Sebep Ve Hikmetleri | NUR | Kur'ân-ı Kerim Genel | 0 | 18 Mart 2009 23:58 |
O Gece Kadir Gecesi miydi???? | TÜRKcan | Cuma-Bayram-Kandiller | 0 | 06 Eylül 2008 22:46 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|