|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 17 Mart 2009 (12:32), Konuya Son Cevap : 17 Mart 2009 (12:32). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
17 Mart 2009, 12:32 | Mesaj No:1 |
Kur'an Kıssalarının Vakiiliği Problemi Kur'an Kıssalarının Vakiiliği Problemi 1950'li yıllardan itibaren İslam dünyasında Kur'an kıssaları konusunda yeni bir tez ortaya atıldı. Mısır'da M. Ahmet Halefullah tarafından Ezher Üniversitesi'nde yapılan doktora çalışmasında ilk olarak sistemli bir biçimde ortaya atılan bu tez, çeşitli çevrelerde, özellikle ortaya atıldığı yıllarda geniş tartışmalara yol açtı. Halen bazı kesimlerce ifade edilmeye çalışılan tezin temel görüşü, Kur'an'daki kıssaların edebi bir olgu olduğu, mesajı aktarmak için dönemin kültürel ikliminden ve malzemesinden yararlanılarak, doğru-yanlış olduğuna bakılmaksızın Kur'an kıssalarının oluşturulmuş olduğu şeklinde özetlenebilir. Halefullah'a göre Kur'an kıssalarına tarihsel bir değer yüklemek, onları tarihin gerçek verileri kabul etmek anlamsız olacaktır. Kur'an indiği dönemin bu masallarını, mitlerini yani esatiru'l-evvelini kendi yüce gayesi için almış ve kullanmıştır. Bu sebeple onlarda hakka, vakıaya ve tarihe uygunluk aranmamalıdır. 9 Halefullah'a göre zaten Kur'an, müşriklerin Kur'an'ı "esatirü'l evvelin" (eskilerin masalları) diye nitelemelerini reddetmemiştir. Reddettiği, Kur'an'ın Hz. Muhammed ya da bir başkası tarafından meydana getirildiği fikridir. Buna karşılık Allah Teala Kur'an'ın kendisi tarafından indirilmiş olduğunu vurgulamaktadır. Madem ki Kur'an-ı Kerim'in karşı çıktığı nokta bunların Allah'a izafe edilmemesidir o halde Kur'an'a "esatir" demenin hiç bir sakıncası yoktur; çünkü böyle demekle hiç bir Kur'an nassına karşı gelinmiş olunmamaktadır.10 Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Kur'an kıssaları konusunda Halefullah ve onun gibi düşünenlerin temel kalkış noktası Kur'an'ın bizatihi kendisi değildir. Şöyle ki, Kur'an-ı Kerim pek çok ayet-i kerimesinde kendisinin hak olarak geldiğini (13/19, 28/48, 23/80 vb.) ve hakkın gelmesiyle batılın yok olacağını vurgulayarak bütün olarak Kur'an'a gerçekliğin ifadesi olarak bakılmasını istemektedir. Zaten vahye ve nübüvvete imanın gerçekleştiği ana nokta da burada yatmaktadır. Paralel olarak Kur'an-ı Kerim daha hususi bir biçimde kıssalar için de aynı vurguyu yapmaktadır. Kehf Suresi'nin girişinde bu gerçek şöyle ifade edilmektedir: "Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz (nekussu): Onlar Rabblerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetlerini artırmıştık." (18/13) Ali-i İmran Suresi'nde ise, Zekeriyya, Meryem ve İsa'nın durumu, başlarından geçenler ve yaşadıkları tecrübeler aktarıldıktan sonra şöyle duyrulmaktadır: "Bu, gerçek kıssanın (el-kasas) ta kendisidir. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah elbette aziz ve hikmet sahibidir." (3/62) Yine Maide Suresi'nde: "Onlara iki Ademoğlunun haberini gerçek olarak oku." denildikten sonra Adem'in oğullarının "kıssası" anlatılmaktadır. Görüldüğü gibi ayet-i kerimeler çok açık bir biçimde geçmiş olay ve "kahramanlarla" ilgili aktarılanların "gerçek" olduğu üzerinde ısrar etmektedir. Bu gayet tabiidir de; zira aksi halde Allah Teala'nın "elbette onların kıssalarında (kasas) akıl sahipleri için ibretler vardır." (11/112) buyurmasının bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü "ibret" vakıaya dayalı olarak elde edilecek bir sonuçtur. Yalana, hayale, gerçek dışılığa dayalı bir olay ve yaşantıdan ibret almak mümkün olamaz. Üstelik kıssaların yegâne gayesi de ibret vermek değil, bazen Ai-i İmran Suresi'nde İsa ile ilgili açıklamalarda da görüleceği üzere Allah Teala'nın peygamberleri hakkında doğru ve gerçek bilgiyi aktarmak istemesi, bunun temelinde yanlış inançları bertaraf ederek sahih bir itikadı oluşturma amacını gütmesidir. Yine bir başka yönden Allah Teala daha önceki mücadele örneklerini anlatarak, onların başından geçen sıkıntılara rağmen "kazandıklarını" ortaya koyarak başta Hz. Peygamber olmak üzere tüm müminleri teselli etmesi, bu olayların tarihsel olarak gerçekliğinin tesbit edilmesiyle hedefine varmış olacaktır.11 Halefullah, Kur'an'ın kıssaları "gerçek" (sahih) sıfatıyla nitelendirdiğinin farkındadır. Fakat o Kur'an'ın bu nitelemesini kıssaların kendisine değil, kıssalarla amaçlanan gayeye hamlederek12 tamamen dilin sınırlarını aşmış ve ayet-i kerimeleri açık manalarından başka bir manaya zorlamıştır. Kur'an-ı Kerim bir başka açıdan da kıssaların gerçek ve hak olduklarına işaret etmektedir. Hemen hemen her kıssadan sonra Kur'an'ın bu kıssaların gayb haberlerinden olduğunu ve bu olaylar vuku bulduğunda Hz. Muhammed'in orada hazır bulunmadığını vurgulaması bunun açık kanıtıdır. Çünkü kıssalar vakii olmasaydı Kur'an'ın, Hz. Muhammed'in bu anlatılan olaylara tanık olmadığını, bunların gaybi haberler olduğunu söylemesinin bir anlamı da olmayacaktı.13 Mesela Kur'an, Hz. Zekeriyya ile Meryem'in kıssalarını anlattıktan sonra şu ayetlere yer vermektedir: "Bunlar sana vahyettiğimiz gayb aleminin haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin." (3/44) Bir başka yerde, Hz. Yusuf kıssası anlatıldıktan sonra şöyle buyrulmaktadır: "Bu (anlatılanlar) sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Onlar kararlarını verip hile yaparlarken sen yanlarında değildin." (12/102) Bütün bu ayetlere rağmen Halefullah, iddiasını gerçekte bir takım zanni rivayetlere ve şaz görüşlere dayandırmakta, o çerçevede görüşlerine dayanak aramaktadır. Nitekim "vakii olmayan" Kur'an kıssalarının temel nedeni olarak Hz. Peygamber dönemindeki Ehl-i Kitab'ın, özellikle Yahudiler'in Hz. Peygamberin nübüvvetinin şahinliği konusundaki kriterlerini göstermektedir. Esbab-ı nüzul çerçevesinde olaya yaklaşan Halefullah'a göre, Yahudiler Hz. Peygamber'in doğru bir peygamber olduğunun kriteri olarak O'nun geçmiş olaylar hakkında bilgi sahibi olup olmadığını esas alıyorlardı. Dolayısıyla Hz. Peygamber'e geçmiş olaylar hakkında bir takım sorular sordurtarak O'nu yüklüyorlardı. İşte buradan hareketle Kur'an Hz. Peygamber'in doğru (sadık) bir peygamber olduğunu isbatlamak için gaybla ilgili olayları Kitab-ı Mu-kaddes'e, yani Ehl-i kitab'ın bildiklerine uygun olarak aktarıyor ve bu aktardıklarının tarihsel gerçekliğini nazarı dikkate almıyordu.14 Anlaşılacağı üzere böyle bir yaklaşım her şeyden önce temel metodik bir yanlışlığı kendisinde barındırmaktadır. Birtakım zanni esbab-ı nüzul rivayetlerine dayanarak muhkem ve mütevatir Kur'an nasslarını mahkum etmek ancak tamamen önyargılı bir yaklaşımın sonucu olabilir. Kaldı ki Kur'an'ın kendi gerçekliğini, nebisinin sıdkını isbat etmek için tamamen farklı objektif kriterleri vardır. Onun meydan okuyuşu da bu çerçevede cereyan etmektedir. Oysa Halefullah'ın yaptığı gibi Kur'an'ın kendi doğruluğunu ve nebisinin sıdkını isbatlamak için Ehl-i kitab'ın "gerçek dışılıklarına" müracaat ettiğini iddia etmek Kur'an'ın "yalan"ın her türlüsüne savaş açan karakteriyle asla bağdaşmayan bir iddia olarak karşımızda durmaktadır. Hem bu nasıl mümkün olabilir ki? Yahudilerin ve Hristiyanların ki dahil her türlü sapkın inanç ve eylemlere karşı şiddetli tavır alan Kur'an şirke prim vermeyerek "muhalif güçlerin" gazaplarını celbederken onları efsanelerle mi razı edecektir? Bu mümkün müdür? En temel esaslarda redde uğrayan Ehl-i Kitap efsanelerle avutulabilir mi? Asla. Nitekim Kur'an bu gerçeği şöyle haykırmaktadır: "Sen onların kendi dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ne de Hristiyanlar senden razı olmazlar. "Asıl doğru yol Allah'ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz." (2/120) Halefullah'ın iddiasını isbatlamak için ileri sürdüğü bir başka delil ise Kur'an'da yer alan aynı kıssanın farklı lafız ve ifadelerle Kur'an'ın farklı yerlerinde yer almış olmasıdır. Ona göre Kur'an bir kıssayı anlatırken farklı kelime ve ifadeleri kullanmakta ve hatta bu farklı kelime ve lafızlar birbirleriyle çelişki arz etmektedir. Bu durumun sebebi yine onun iddiası çerçevesinde Kur'an'ın kıssaların gerçekliğine önem vermemesidir."15 Hemen belirtelim ki, bu tarz bir yaklaşım Kur'an'ın ilahi kökenli oluşuna halel getirici bir yaklaşımdır. Çünkü Kur'an kendisinin ilahi kaynaklı oluşunu ortaya koyarken en temelde onun çelişkisiz bir kitap olma özelliğini öne sürmektedir. Nitekim şöyle buyrulmaktadır: "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başkası tarafından olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şey bulurlardı." (4/82) Kaldı ki Kur'an'ın bu farklı kelimeleri seçmesi ve farklı ifadeler kullanması tamamen kıssanın anlatıldığı ortamın farklılaşması ya da farklı ortamlarla ilgili farlılıklar ve farklı noktalara temas etmek için konulmuş olan değişikliklerdir. Her ifade ve lafız kendi bağlamı ve yönü içerisinde ele alındığında iddia sahibinin görüşünü destekleyebileceği bir unsur kalmayacaktır.16 Halefullah'ın yukarıda kısmen temas edildiği üzere konuyla ilgili bir başka iddiası da müşriklerin "esatiru'l-evvelin" (evvelkilerin masalları) diyerek suçlamada bulunmalarını Kur'an'ın reddetmediği, dolayısıyla Kur'an'a esatir (masallar) demenin Kur'an nasslarıyla bir çelişki arz etmediği şeklindedir. Ona göre Kur'an müşriklerin, "esatiru'l-evvelin" demelerinin ardından öldükten sonra dirilmeye inanma, nebiye uymanın gerekliliği gibi ilkeleri reddetmelerine cevap vermekte ve onları bundan dolayı tehdit etmektedir.17 Oysa Kur'an dikkatlice incelendiğinde olayın hiç de bu çerçevede cereyan etmediği anlaşılacaktır. Konuyla ilgili ayetler gözden geçirildiğinde (6/25, 8/31, 16/24, 23/83 vd.) müşriklerin Kur'an için şair sözü, sihir vb, demeleri gibi "esatiru'l-evvelin demeleri de tamamen Kur'an'a karşı girişilen tavrın bir sloganı olarak karşımıza çıkmaktadır: "Onlara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği zaman "evvelkilerin masalları" derler." (16/24) Görüldüğü gibi evvelkilerin masalları ifadesi ve nitelemesi "indirilene" topyekun bir karşı çıkmanın adıdır. Dolayısıyla nasıl olur da "Kur'an buna itiraz etmiyor" denilebilir? Aşağıda vereceğimiz örneklerde açıkça görüleceği gibi müşrikler sadece kıssalarla ilgili olarak değil vahyin getirdiği temel ilkeleri de hurafe, saçma, efsane ve masal yani esatiru'l-evvelin ile nitelendirerek reddetmektedir. Nitekim Kur'an'ın öldükten sonra dirilme (ba's) gerçeğini müşrikler esatiru'l-evvelin diyerek şöyle reddetmektedir: "Öldüğümüz, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı, biz mi diriltileceğiz?" dediler. Andolsun bu tehdit bize de, bizden önce atalarımıza da yapıldı. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir." (23/82-83) Görüldüğü gibi müşrikler ahiret inancını reddetmekte bunun ta eskiden beri söylene gelen bir hurafe (esatiru'l-evvelin) olduğunu belirtmektedirler. Çok daha açık ve vurgulu bir ayet ise: "Fakat o kimse ki anasına babasına : "Öf size, benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, siz benim çıkarılacağımı mı vaad ediyorsunuz? dedi. Onlarsa Allah'a sığınarak "Yazık sana, inan; Allah'ın sözü gerçektir" derken o: "Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir" der." (46/17) Burada da dirilmeyi inkar eden ve bunu da "esatiru'l-evvelin" nitelemesiyle yapan kişinin karşısına Allah'ın sözünün "gerçek" olduğu nitelemesiyle karşı çıkılıyor. O halde ; "Kur'an esatiru'l-evvelin nitelemesine karşı çıkmıyor" demek, "Kur'an kendisini yalanlayanlara karşı çıkmıyor" demektir ki bu Halefullah'ın nasıl temelsiz ve çürük bir zeminde hareket ettiğini göstermektedir. Aksine Kur'an bu nitelemeye tamamen karşı çıkmakta ve kendisinin hak (gerçek) olduğunu ortaya koyarak karşı tutum sergileyenleri azapla tehdid etmektedir. Nitekim Nahl Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır: "Onlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiği zaman, "evvelkilerin masalları" derler. Ki kıyamet günü hem kendi veballerini tam olarak yüklensinler, hem de bilgisizce saptırdıkları kimselerin veballerinden bir kısmını. Bak ne kötü şey yükleniyorlar." (16/24-25) Bir başka yerde ise şöyle ifade edilmektedir: "Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "Eskilerin masalları" der. Biz onu, burnunun üzerine damga vurup işaretleyeceğiz." (68/15-16) Dipnotlar 9- M. Ahmet Halefullah, el- Fennu'l-Kasasi fi'l-Kur'ani'l-Kerim, s. 131, 254, 255,257, Kahire 1972 10-M. Ahmet Halefullah, a.g.e., s. 178,180 11- Kur'an'daki kıssaların diğer gaye ve hedefleri için bkz. Seyyid Kutup, Kur'an'da Edebi Tasvir, s. 221 vd. çev. Süleyman Ateş, Ankara 1969; M. Sait Şimşek, a.g.e. s. 69 vd. 12-M. Ahmet Halefullah, a.g.e., s. 257 13-M. Sait Şimşek, a.g.e., s. 52 14-M. Ahmet Halefullah, a.g.e., s. 20-22 15-M. Ahmet Halefullah, a.g.e., s. 131 16- Dil yönünden herhangi bir çelişkinin olmadığının tahlili bir açıklaması, bkz. M. Sait Şimşek, a.g.e., s. 55 vd. Ömer Mahir Alper Kur’an-ı Kerim ve kıssalar yazısından alıntıdır Haksöz Dergisi - Sayı: 50 - Mayıs 95 http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=941 | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2893 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3636 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3280 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7779 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7248 | 02 Ekim 2012 21:16 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Bu ümmetin en büyük problemi, “anlama problemi”dir | enderhafızım | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 30 Mart 2013 12:09 |
Çagımızın en Büyük problemi | YaŞuHa | Bilgi Dağarcığı | 0 | 06 Eylül 2012 12:03 |
Kur'an Kıssalarının Tebliğ Sürecine Etkileri | MERVE DEMİR | Kur'ân-ı Kerim Genel | 2 | 07 Temmuz 2012 01:37 |
Hayır-Şer Problemi | ukba yolcusu | Soru Cevap Arşivi | 1 | 31 Ekim 2009 13:09 |
Şiilikde Dogmatikleşen Sorunlardan Biri:Velayeti Fakih Problemi | MERVE DEMİR | Makale ve Köşe Yazıları | 2 | 25 Temmuz 2009 12:53 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|