|
Konu Kimliği: Konu Sahibi karlofca61,Açılış Tarihi: 12 Kasım 2007 (11:50), Konuya Son Cevap : 25 Aralık 2015 (22:17). Konuya 24 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
27 Aralık 2007, 10:47 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Noel NOEL - YILBAŞI İslam, özgün bir düzen olarak insanın hayatını dünya ve Ahiret saadetine ulaştıracak şekilde tanzim ederken mensuplarından gerek düşüncede gerek normal hayatın en ince ayrıntılarında bile izlerini görmek ister. Ta ki kim görse kim duysa bu Müslüman’dır, bu mü’min tavrıdır desin. İslam inkılâbının önderi efendimiz sav, cahili ortamda tebliğ ettiği İslam nurunu en önemli hususun cahili geleneği kaldırmak yerine İslam düzenini yerleştirmek olduğunu görüyoruz. Bu hal: Yeni sistemin özgün olması peygamberimiz de O kadar öne çıkıyor ki, Medine’yi Yahudilerin Kudüs’ün Müslümanlar tarafından kıble olarak kullanılmasını alay konusu etmeleri Peygamberimizi üzmüş Rabbinden Müslümanlar için bir kıble istemiştir. Yine Peygamberimizin, Müslümanların, Müslüman olmayanlara benzeme konusunda O kadar hassas davranmıştır ki, kaşın taranması gibi basit sayılacak bir konuda, Yahudilere yaptığı muhalefet hepimizin malumudur ve ibret vericidir. Yine Peygamberimizin ashabı arasında ki birçok davranışı cahiliye davranışı diye reddettiğini biliyoruz. Bir bez parçasını başa bağlamak, gümüş yüzük takmak, oturarak su içmek, selamlaşmak belki önemsenmeyecek kadar küçük ayrıntılar olmasına karşın Müslüman kimliğini ortaya koyan işaretler olması açısından önemlidir. Miladi yılın sene –i devriyesi olan Noel kutlamaları bazıları aksini iddia etse de muharref Hıristiyanlığın bir geleneğidir. İnanmayanlar yine Hıristiyanlarca hazırlanan “ Larus ansiklopedisi” ondörtüncü cildinde Noel maddesine bakabilirler. Evet, altı üstü bir gece eğlenmek, bunca kıyamet koparmak niye denilebilir; Fakat Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz. Çünkü Müslümanlar ancak mensubu oldukları sistemin ahlakını yaşamalılar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’ in bir hadisinde, bu konuda dikkatimizi çekmeye yeter. Şöyle buyuruyor: “ Kim (düşüncede, yaşayışta başka) bir kavme benzemeye çalışırsa, onlardan olur.” (1) O halde siz, size iki dünyanın mutluluğunu kazandıracak Rabbinizin rızasını celbedecek Müslümanlanca yaşamanın ince ayrıntılarını bile ihmal etmeden içtimai hayatınızın her parçasında üyesi olduğunuz sistemin kimliğini sergilemek zorundadır. Dipnotlar 1- Ahmet ebu Davud et-taberani 2 – El Bakara |
27 Aralık 2007, 10:49 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Noel Yılbaşı ve Yılbaşı Kutlamalarının Tarihi Arka Planı Bilinen ilk yılbaşı kutlamaları, Babil'de bahar ılımına (Mart ortası), Asur'da ise güz ılımına (Eylül ortası) en yakın yeni ayda yapılırdı (İ.Ö. yaklaşık 2000). Mısırlılar, Fenikeliler ve Persler yılbaşını güz ılımında (21 Eylül), Yunanlılar ise İ.Ö. 5. yüzyıla değin kış gündönümünde (21 Aralık) kutlardı. Roma'da Cumhuriyet döneminde 1 Mart'ta başlatılan yeni yıl, İ.Ö. 153'ten sonra resmi olarak 1 Ocak'a alındı; bu uygulama Jülien takviminde de (İ.Ö. 46) sürdürüldü. Ortaçağ'da yılın başlangıcını belirlemek için birçok tarih kullanıldı. Romalılar'ın yılı 1 Ocak'ta başlıyordu ve bu kullanım Ortaçağ'da bazı ülkelerde de sürdü. (Fakat, bu tarih her zaman yıldız yılının başlangıç noktası olmakla birlikte, bazı önemli Hıristiyan bayramlarının başlangıcı ona tercih edilirdi). Kilise ise, ayların ilk günlerinin kutlandığı putperest bayramının yerini almak üzere Hz. İsa'nın sünnet gününü bayram olarak belirlemişti. Ortaçağ'da özellikle şu tarihler kullanılıyordu: · Hz. İsa'nın Doğum Tarihi (Nativitas; İsa, Meryem ve Vaftizci Yahya'nın doğum yıldönümüne Hıristiyanlıkta verilen ad). Yılın başlangıç noktası 25 Aralık'tı. Anglosakson İngiltere bu tarihte kutlardı. · Hz. İsa'nın Doğumunun Hz. Meryem'e Müjdelendiği Gün (Muştulama) [Pisa usulünde İ.Ö. Birinci yılın 25. Mart günü, Floransa usulündeyse İ.S. Birinci yılın 25. Mart günü yılbaşı idi. Hıristiyan Avrupa'nın büyük bölümü bu tarihi kullanırdı. 1. William'ın yeni yılın 1 Ocak'la başlatılmasını emretmesine karşın, sonraları İngiltere de yılbaşını 25 Mart'ta kutlayan Hıristiyan ülkelere katıldı. · Paskalya Tarihi (Akla en az yakın, ancak en çok yaygın olandı) Paskalya; Hıristiyanların kendi inanışlarına göre İsa Aleyhisselam'ın çarmıha gerildikten sonra dirilerek göğe yükselmesi ile ilgili olarak her yıl mart ayının on dördüncü gününden sonra gelen ilk pazar günü yaptıkları ayindir ve tarihi değişken bir yortudur. Bu tarihin başlangıcının belirlenmesi, bazı karmaşık kurallara dayanır. Paskalya yortusunun tarihi 1. İznik Konsili (325) tarafından ilkbahar ılım noktası (21 Mart) dolunayını izleyen pazar günü olarak belirlenmişti. Dini takvimin değişen bütün tarihleri bu yortuya bağlıdır. Bunlar, özellikle büyük perhiz ya da kırk günlük hazırlık dönemiyle paskalyayla başlayıp elli gün süren hamsin dönemi sonunda kutlanan hamsin yortusudur. Paskalya, kutsal hafta perşembesinin akşamı başlayıp, paskalya pazarında son bulur. Perhizle geçen beş haftalık bir hazırlık dönemiyle son haftayı (kutsal hafta) kapsar. Paskalyayla ilgili çok eski bir takım ayinler ve adetler (paskalya yumurtası vb.) vardır. · Bizans'ta ve Yunanistan'da Yılbaşı 1 Eylül Olarak Kullanılıyordu. Eski Yunanlıların sivil yılı, hem ay, hem de güneş yılıydı. Saat bölümlerini ihmal eden Yunanlılar, almaşık olarak 29 ve 30 gün çeken 12 aylık bir dizi oluşturdular. Buna göre 1 yıl 354 gün çekiyordu. Güneş ve Ay'ın hareketleri arasında bir uyum sağlamak için her 19 yıllık dönem, embolismos denen 13 aylık 7 yıl içeriyordu. Bu şekilde, her 20. yıl, yaz gündönümünün izlediği Neomenia'da başlıyordu. · 1 Mart ya da Venedik Yılbaşı. Romulus, yıl başlangıcını 1 Mart olarak tespit etmişti. Charlemagne döneminde de yıl başlangıcı 1 Mart'tı. · Fransa'da ise Yılbaşı 1 Nisan'dı. Kral 9. Charles'in buyruğuyla 1563-1564'te zorunlu kılınan yeni takvim, ancak 1567'de kabul edildi. Dolayısıyla yılbaşı da değişti ve 1 Nisan olan yılbaşı 1 Ocak'a alındı. Yılbaşı eğlenceleri de 1 Ocak'a aktarıldığı halde bazı insanlar kralı alaya almak için Nisan ayının ilk gününde yalancılıktan tebrikleşerek birbirlerini aldatmaya başladı. Böylece 1 Nisan şakaları Fransa'da başlayıp zamanla tüm Avrupa'ya yayıldı. · 1 Ocak Yılbaşı Ruslar, günümüzde 13 gün kadar gerileyen Julius yılını 1918 Şubat'ına kadar kullandılar. Numa ve Sezar yıl başlangıcını 1 Ocak olarak tespit ettiler. Romalılar'ın, Romulus tarafından oluşturulan Numa tarafından geliştirilen ve Güneş'le olan uyumunu korumakla görevli din adamları tarafından altüst edilen sivil yılı, Sezar tarafından yeniden düzenlendi (Julius Takvimi). Sezar, ilkbaharın başlangıcını ılım anına rastlatmak için, içinde bulundukları yıla (İ.Ö. 45) 85 gün eklemek zorunda kaldı; bu da 445 günlük yıla "Karışık Yıl" adının verilmesine neden oldu. Kilise, sivil gereksinimler için Julius yılını kabul etti, ama dini bayramları belirlemek için Ay yılı ile Julius yılını bir arada kullandı. Dönencel yıl ile Julius yılı arasındaki uyuşmazlık nedeniyle (1582'de 10 gün) Gregorius XIII yeni bir takvim reformuna girişti (Gregoryen Takvimi). Daha sonra Gregoryen takvimle (1582) 1 Ocak olarak belirlenen yılbaşı tarihi, kısa sürede Katolik ülkelerde benimsendi. Bu tarih İskoçya'da 1660'ta, Almanya ve Danimarka'da yaklaşık 1700'de, İngiltere'de 1752'de, İsveç'te 1753'te, Rusya'da ise 1918'de kabul edildi. · Yahudilerde Yılbaşı Yahudi dinsel takviminde yeni yıl geçmişte olduğu gibi günümüzde de Tişri ayının (6 Eylül-5 Ekim) ilk günüyle başlar. Yahudi takviminin kameri aya dayanması, bu tarihin yıldan yıla birkaç gün fark etmesine neden olur. Bu bayrama Roş Haşana denir. Roş Haşana, Yahudilerin itikadınca dünyanın yaratıldığı, ciddiyetin ağır bastığı bir bayram günüdür. Bu günde İsrael ve onunla birlikte bütün insanlığın Allah'ın mahkemesine çıktıklarına inanılır. Onun için bu, neşeli bir bayram değildir. O gün sabah aile sinagogda ibadetten dönünce, baba "Kidduş" okur, sonra herkes bala batırılmış bir tatlı elma yer. Öğleyin su dökünerek yıkanma (gusül) ve bu sırada Tevrat'tan ayetler okuma gelenektir. Bu günün asıl ibadeti sinagogda olur. Orada duadan önce on defa şofar öttürülür. Rabbi Yahuda ha-nasiye göre, eğri bir boynuz olan şofar, kırık ve nedamet dolu yüreklerin sembolüdür. Şofarın on defa öttürülüşü, yaradılışı, Tanrı'ya dönüşü, Sina dağındaki vahyi, Nebilerin uyarmalarını, Tapınağın yıkılmasını, İzaak'ın kurban edilişini, Büyük tehlikeyi, Hesap gününü, İsrael'in kurtuluşunu ve Ölülerin dirilmesini hatırlatmak içindir. Duanın har tekrarlanışında da yine şofar öttürülür. Yahudiler yıla Pazar, Çarşamba ve Cumaya rastlamıyorsa Paskalya'da başlarlar. Paskalya (Pesah), Mısır'dan çıkışı hatırlatır. · İslam Dünyası'nda Yılbaşı Hazret-i Ömer (ra), beytü'l malın hesaplanmasında karşılaşılan güçlükler nedeniyle bir takvim başlangıcının esas alınması gerektiğini söylemişti. Hz. Ali'nin (ra), Rasulullah'ın (sav) Mekke'den Medine'ye hicretinin başlangıç olması teklifi kabul edilince 1 Muharrem (16 Temmuz 622) Hicri takvimin başlangıcı oldu. Bu takvimde zaman ay yılına (kameri sene) göre hesaplandı. Ay yılı, Ay'ın Dünya etrafında 12 kez dolaşması sırasında geçen süredir. Bu dolaşmada aylardan her biri 29 gün, 12 saat, 44 dakika, 3 saniyede tamamlanır. Buna göre ay yılı 354 gün, 8 saat, 48 dakika, 36 saniyedir. Böylece her Ay yılı, Güneş yılından 11 gün eksik gelir. Her 33 Ay yılı, bir yıl eksiği ile 32 Güneş yılına eşit olur. Ay'ın Dünya etrafında iki kez dönüşü 59 gün sürdüğüne göre aylardan bir bölümü 29, bir bölümü ise 30 gün çeker. Yani Hicri yıl ard arda 29 ve 30 gün çeken 12 aydan oluşur. 30 gün çeken aylar Muharrem, Rebiülevvel, Cemaziyelevvel, Receb, Ramazan, Zilkade; 29 gün çeken aylar ise Safer, Rebiülahir, Cemaziyelahir, Şaban, Şevval ve Zilhicce'dir. Ancak Kamer ayı (29 gün, 12 saat, 44 dakika, 2.9 saniye) ile Müslümanların itibar ettikleri ay (29 gün, 12 saat) arasındaki fark (44 dakika, 2.9 saniye) dolayısıyla 30 yılda 11 gün, 17 dakika, 24 saniyelik bir fark meydana gelir. Bundan dolayı 30 yıllık devrelerde, ötekilerden 1 gün daha fazla olan 11 yıl vardır (Fazla günü olan yıla "sene-i kebise" denir). Bu artık yıllarda Zilhicce ayı 30 gün çeker. Böylece Müslümanların 30 yılı yaklaşık olarak 30 kere 12 Kamer ayına eşittir. Hicri takvim ay yılına (354 gün) dayandığı için yılbaşı değişik mevsimlere denk gelir. Dini günler de (Kandiller, Ramazan Ayı, Ramazan ve Kurban Bayramları, Aşura Günü vs.) Hicri takvime göre belirlenir. · Osmanlı'da ve Türkiye'de Yılbaşı Osmanlılarda Hicri 1089'dan (Miladi 1678) sonra sınırlı bir biçimde mali işlerin tarihlerinin saptanmasında mali yıl takvimi kullanılmaya başlandı ve Hicri 1256'dan (Miladi 1840) başlayarak bu takvim Rumi sene adı ile daha geniş ölçüde uygulandı. Müslüman Türklerin kullandığı hicri takvimde de yılbaşı olarak 1 Muharrem kabul edilmişti. Osmanlılarda 19. yüzyılda 1. Mahmud döneminden başlayarak kullanılan ve Julius takvimine dayanan Rumi (Mali) senenin başlangıcı ise 1 Mart'tı. Şubat 1917'de yapılan bir düzenlemeyle tarih başlangıcı (hicret) aynı kalmak üzere Gregoryen takvimi, Miladi takvim adı altında kullanılmaya başlanınca yılbaşı 1 Ocak oldu. 1935'te çıkarılan 2739 sayılı yasa ile de 31 Aralık öğleden sonra ile 1 Ocak resmi tatil sayıldı. Müslümanlar arasında yeni yıla girişi kutlanma geleneği olmamasına karşın, Osmanlılarda yüksek devlet görevlileri padişahı ziyaret ederek, yeni yıl nedeniyle tebrik ederler, padişah da ziyaretçilere "Muharremiye" adı altında para ve armağanlar verirdi. Devlet ileri gelenlerinin de kendilerine bağlı memur ve kişilere aynı biçimde armağan vermeleri gelenekti. Şairler de yeni yıl nedeniyle yine "Muharremiye" adı verilen kasideler yazar, başta padişah olmak üzere bunları sundukları kişilerden para ve armağanlar alırlardı. Gökhan Akçura, Ivır Zıvır Tarihi adlı kitabının "Yılbaşıdır Bunun Adı, Şeytan Bunun Neresinde?" adlı metninde "Osmanlı'nın Hıristiyan yılbaşıya gösterdiği ilk ilgi 1829 yılına rastlar. O yılbaşı, İstanbul'daki İngiliz elçisi Haliç'te bulunan bir gemide büyük bir balo verir. Baloya Osmanlı devlet adamları da davet edilir. Davetliler yatsı namazını Tersane Divanhanesi'nde kıldıktan sonra sandallarla gemiye giderler ve sabaha kadar eğlenirler. 1856 yılında ise Sultan Abdülmecid, Fransız elçisi tarafından düzenlenen büyük baloya gidip dans edenleri seyreder ve saraya memnun olarak döner." der, ama bu ne derece doğru bilinmez. |
27 Aralık 2007, 10:55 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 | Cvp: Noel Yılbaşını kutlamak Hepimiz Müslümanız elhamdülillâh. Ama hepimiz Müslümanlığımızın icabını yaşamıyoruz maalesef... Biz, Müslümanlığın icabını yaşama hâline “dindarlık” diyoruz. Kim inandığı gibi yaşıyorsa, ona dindar insan sıfatını takıyor, dindar adam, diye yâd ediyoruz. Bu sıfat onun hakkıdır zaten. Siz dindarlığı, zamanın kötülük ve fitnesine karşı giyilen koruyucu bir zırh olarak da kabûl edebilirsiniz. Aslında dindarlık, sahibini sadece âhirette Cennet’e koyan bir yaşama tarzı olmakla kalmayıp, dünyada da huzura, saadete sevkeden bir yaşama tarzıdır. Nitekim İsa Peygamber’in doğumu ile Hazret-i Muhammed’in hicretine başlangıç olan yılbaşlarında dindar olanla olmayanın yaşayışını ibretle seyrediyorsunuz. Dindar olanlar, yılbaşı gecelerinde düşünüyorken, şuur altında bile olsa diyorlar ki: — Yılbaşı gecesinin mânası, sayılı ömür senelerinin birinin daha bitmesi, ölüm denen kesin âkıbete biraz daha yaklaşılması, gençlik günlerinin tükenip, ihtiyarlık demlerinin gelmesi.. demektir. Nitekim her yılbaşında siyah saçlara biraz daha aklar düşüyor, akların sayısı da biraz daha çoğalıyor. Öyle ise, böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyili olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, - ister ikrar et, ister inkâr - kabire, öteki dünyaya doğrudur. İşte dindarlık böyle düşündürüp, böyle tedbirli hareket ettirdiği içindir ki, dindar insanın, geçen senelerinden pişmanlığı azdır. Ama kendisini dinî ölçülerle kayıtlı görmeyen başıboş insanlarda ise her yılbaşında böyle bir muhakeme ve düşünceden eser yok. Tam bir şuur ve idrak mahrumiyeti içindeler.. Ölüme bir sene daha yaklaşmanın delilini teşkil eden gecede, hem ahlâkından, hem mâneviyatından, hem de parasından zararlar görmekte, fireler vermekte, pişman olacağı fiilleri çoğaltarak işlemekteler. Birkaç saatlik bu eğlence ve sefahetin arkasından ömür boyu üzüntü ve pişmanlıklar gelmekte... Onu böyle ömürboyu pişmanlıklara sevkeden şey, İslâm’ın icabını yaşamayışında, yâni, dindar olamayışındadır. Şâyet dinin emirlerine sadık kalacak bir iman kuvveti, dindarlık emâresi kazanabilse, her yılbaşı, tam aksini düşünmesine, kendisine çekidüzen verip iman ve ahlâk bakımından yükselmesine sebep olacak, geçmişinden pişmanlık duyan bir sefahet ve sefalete düşmeyecek... Demek ki, yılbaşı gecelerinde kimilerini o hâle düşürüp, kimilerini de bu duruma çıkaran şey, dindar olup olmamaktan başka birşey değildir. Anlaşılan, şahsı düşündürüp, mes’ud ve bahtiyar kılan şeyin dindarlık olduğu kesindir. Ferdi muhakemesizleştirip sefalete itenin de dinde lâubalilik olduğu bir vakıadır. Demek imtihan dünyasıdır bu. Her ikisine de yol açık. İsteyen oraya, dileyen de buraya yönelir. Kimi yılbaşında şuurunu iptal eder. Kimi de ihyâ... Biz şükrederiz dindarlığımıza, hamd ederiz bizi böyle düşündürüp, amel ettiren Rabbimize. İslâm Dini yepyeni bir nizamla ortaya çıkmış, önceki dinlerin hükümlerini bütünüyle yürürlükten kaldırmıştır. Bu dinin gecesi de gündüzü kadar aydınlıktır. Müslüman anasından metbu' olarak doğar, tabi' olarak değil. Yani o ilmiyle, irfaniyle, yüksek ahlâkiyle ve dindarlığı ile herkese örnek olur, herkes ona uymaya özenir. O ise kimselere özenmez. Çünkü dini ona yeterince malzeme sunmuş, ihtiyacını karşılamıştır. Tabii bu tabiiyet ve matbuiyet ilim ve teknikte, sanatta değildir. Çünkü ilim ve teknik müslümanın yitik malıdır, onu nerede, kimin yanında bulursa almaya daha haklıdır. O halde tabiiyet ve matbuiyet ahlâk, din, adalet ve hakseverliktedir. O halde diğer dinlerin kutsal saydığı günleri kutlamak, onların âdetlerine uymak, büyük günahlardandır. Ancak onların adetlerini, âyinlerini İslâm'dan üstün kabul ederse, o takdirde dinden çıktığı kesindir. Buna birkaç misal verelim : a) Batı ülkelerinde olduğu gibi, yabancı kadın ve erkeklerin bir arada toplanıp dans etmeleri, çeşitli oyunlar tertiplemeleri İslâm'a göre büyük günahlardandır. Bir müslümanın onlara özenerek bu gibi şeyleri helâl kabul etmemek şartıyla yaparsa büyük günah işlemiş olur. Helal sayacak olursa, küfre girer. b) Güzellik yarışmaları, bilindiği gibi daha çok gayr-i müslim ülkelerde yapılır. Bundan amaç, şehvetperestlere kadın vücuduyla ziyafetler çekmektedir. Aynı zamanda genç kızları bu gibi ahlâksızlıklara özendirmek suretiyle onları baştan çıkarmaya yöneliktir. Tabii Kur'ân'a ve Sünnete göre, bir müslüman kadının bu tür müsabakalara katılması, soyunup etini teşhir etmesi büyük bir günah ve ağır bir suçtur. Çünkü ahlâkı ifsad etmekte, kadının annelik vakarını düşürmekte, onu bayağı bir eşya gibi müzayedeye çıkarmaktır. Bu tür müsabakaların mubah olduğunu iddia eden kimse dinden çıkar. Tevbe ve istiğfar etmesi gerekir. Aksi halde cenaze namazı kılınmaz. c) Noel Yortusunu Hıristiyan alemiyle birlikte kutlamak da büyük günahlardan biridir. Hattâ buna özenerek İslâm'da böyle güzel âdetler olmadığını söyler, Hıristiyanları takdir ederse, İslâm Dininden çıkar Yılbaşında tebrikleşmek de İslâmî sünnetlerden değil, Hıristiyanlara mahsus bir âdettir, Bundan da Müslümanların kaçınması gerekir. Kendi millî ve dinî günlerimizde tebrikleşmemizde ise sayısız yararlar vardır. Her şeyden önce dinî ve millî âdetlerimizi yaşatmış, çocuklarımıza güzel örnekler vermiş oluruz. Ahmet Şahin; Celal Yıldırım, İslam Fıkhı. |
27 Aralık 2007, 15:20 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 458 Üyelik T.:
23 Ekim 2007 | Cvp: Noel
Milletimizin bir bölümü açlıktan kıvranırken yıbaşı gecesinde su gibi akıtılan paraların heddi hesabı yok! Kurba bayramında bir kurban kesmekten aciz Zenginlerimizin bu geceyi İHYA(!) için para harcamakta yarıştıklarını görmek ne üzücü, Ama ben şuna inanyrum ülkemizin %99'u müslüman işte o gecede oralarda eğlenmek adına çirkefliklerde bulunanlar sadece geriye kalan %1'lik kısım. |
31 Aralık 2007, 15:20 | Mesaj No:16 |
Cvp: YILbaşı Neyimiz Olur? Modern hayat, insanların günün yarısını vücutlarına yağ pompalamak, diğer yarısını da, o yağları eritmek için harcadıkları garip-akıl dışı bir oyundur. Yılbaşının Düşündürdükleri Yılın sonlarına doğru hep bir ürküntü yerleşir yüreğime. "Şu bir bitse de, kurtulsak" demişimdir hep. İnsanın yapısı, sabahtan akşama kadar masa başında oturmaya uygun değil ki... Yılbaşı hazırlıkları, aşırı bir gayretkeşlik, telaş, âdetâ hipnotize olmuş insanların hali son derece ibretâmizdir. Unutmayalım ki: Taklit eden edilenden daima daha beter durumdadır. Batı'yı biz biliriz. Dünya'ya hâkim olan Batı medeniyetinin hastalıklarını da, müspet vasıtalarını da biz biliriz. Ortadoğu'da, Batı'da bize muhtaçtır; bizim kendimize gelmemize muhtaçtır. Yapılması gereken şeyler o kadar kolay ki. Dünyadaki değişim o kadar müsait şartlar hazırlıyor ki… Yeter ki biz taklitçilik çengeline asılmayalım. Özümüze, kendimize dönelim. Sosyal hayatta da mâna kayba uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür. Mânâ'dan taviz verdikçe, maddi durumun parlaklaştığı zannedilir. Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümene mani değildir. Hastadır bu medeniyet. Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Yılbaşı alışverişleri, medya pompaları, hazırlıklar; ne oluyor, ne olacak ? Bütün bunlar; kökleri çürümüş bu medeniyeti mi diriltecek? Batı'da bile bu çeşit bir ilginin bu derece yaygın biçimde var olduğunu sanmıyorum. Bu iş iyice çığırından çıktı. Yılbaşına doğru çarşı–pazar dalgalanır mıydı eskiden? Mahallelerde sokağa taşan bir şey görülür müydü? Hele o gece, patlamaların, gösterilerin yeri göğü istilâ etmesi şeklinde bir hal yaşanır mıydı? "Aman bir atlatsak!" ürküntüsü duyulur muydu? Çocukluğumda, mahalleden, okuldan, hiçbir arkadaşımın evinde yılbaşı hazırlığı yapıldığını duymadım. Yapılsaydı duyardık. Yapılanlar kaçamak şeylerden ibâretti ve çok sınırlıydı. Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. Mukayeseyi bu esasa göre yapmak lâzım. Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da, Çeçenistan'da yaşananlar. Oluk oluk akan müslüman kanı. Mazlum, mağdur, mahzun Müslümanlar… Yetim, kayıp çocuklarımız… Ama "yılbaşı" bazılarına bunların hepsini unutturuyor! Bir rüya mı görülmek isteniyor, bir kaçış yolu mu aranıyor, uyuşmaktan mı medet umuluyor, kendi kendini aldatmak mı haz veriyor, nedir? Bir yılın tamamlanması, insanı düşünceye sevketmelidir. Nasıl geçti bu bir yıl? Gelecek yıla nasıl başlıyoruz? İnsan fıtratı, zamanın akışına böyle bakacak bir yapıdadır. Normali budur. Güneş batarken birinin "yaşasın, güneş battı" diyerek, oynamaya, hoplamaya-zıplamaya, kahkaha atmaya başladığını görseniz nasıl karşılarsınız?! Yıl biterken aynı şeyleri yapanların hali bundan farklı mıdır? Otur, düşün be mübarek adam! Ömründen bir yıl daha gitti. Ne yaptın bu yılda, neler başına geldi, nereye gidiyorsun? Kimler kaldı geride? Sen bundan sonra ne yapacaksın? Bu hayatın mânâsı ne? Sen o mânâya uygun mu yaşıyorsun? Yanındakiler, etrafındakiler, nasıl yaşıyor? Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Yılbaşı geliyor; vur patlasın, çal oynasın! Sonra? Sonra yılbaşı! Çok dramatik bir hal içindeyiz. Ve bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecek? Ne yaptı bu insanlar 3-4 saat önce? Şimdi çekildiler, "yarı ölüm"e benzeyen bir teslimiyet içinde uyuyorlar. Ne kadar geniş bir zaman varmış gibi görünüyor. Saatlerce uyu. Sonra saatlerce hopla, zıpla, tepiş. Aylar, yıllar böyle geçebilir. Bir de şöyle düşünseler: Şu dakikada binlerce insan ölüyor, binlerce insan doğuyor. Nice hastalar var, her soluk alıp verişte acısını çaresizliğini hisseden. Nice yoksullar, kimsesizler, yalnızlar var… Her dakika, her saniye, kayıp giden bir fırsatı temsil ediyor aslında. Bir manayı hatırlamanın, bir şey düşünmenin, bir noktaya geçmenin fırsatı. Üç dört saat sonra herkes uyanacak ve bıraktığı yerden başlayacak… [DÜŞÜNCE NOTLARI Ey İnsan! Birçok hastalıklar hilkate uymayan bir yaşayış tarzından doğar. Uyum ve tolerans (tahammül) kabiliyetimiz çok geniştir ama, sınır aşıldığında arızalar kaçınılmaz olur. Hangi şartlarda yaşamak için yaratılmışız, hangi şartlarda yaşıyoruz? Bir iki örnek verelim... Kireçlenme ve omurga bozuklukları son derece yaygın... Yüksek tansiyon ve alerji çok yaygın. İnsan vücudunun en tabii tepkisidir. Bu gerginlik ve sun'îlik ortasında başka türlüsü beklenmez... Mide–bağırsak hastalıklarının çoğu açık veya dolaylı surette psikolojik sebeplerle ilgilidir. Kalb–damar hastalıkları da öyledir. Meselenin özü şu: Tezatlar büyüdükçe gerginlikler ve arızalar çoğalır. Diyeceksiniz ki: Teknoloji de ilerliyor, tedavi imkanları artıyor. Arızaları meydana getiren sebepler, onarma imkanlarından daha güçlüdür. Üstelik aradaki münasebet de doğru orantılıdır. İlerleyen teknoloji, sadece tedavi imkanlarını değil, arıza sebeplerini de artırıyor. Her medeniyet bir kültürden doğar ve ondan beslenerek inkişaf eder. İnsan hayatında kültür, ruha ve ruhî melekelere; medeniyet, bedene ve organik oluşumlara tekabül eder. Bozuk bir kültürden sağlam (dengeli) bir medeniyet çıkmaz. Tersi de doğrudur: Zengin ve sıhhatli bir kültür, tezahür imkanlarından mahrum bırakılırsa hiçbir medeniyet yapısı ortaya koyamaz. Aradaki bağların en önemlisi düşüncedir. Düşünce dolaşımının damarları koparılırsa, yahut kurutulursa, yahut tıkanırsa; kültür, medeniyet halinde tecelli edemez Batı kültürü, sıhhatsiz bir yapıya sahip olmakla beraber; kendi medeniyeti ile arasında bir denge teşekkül edebilmişti. Ama ileride vuku bulacak çarpıklığın ve kopukluğun sebebini, tohum halinde muhafaza ediyordu. Bugün Batı, yeni bir kültür, daha doğrusu yeni bir kültürel aşı, kültürel ışık arıyor. Kuralı, tersine çevirmeye çalışıyor. Kendi kaynağından kopmak üzere olduğunu müşahede ettiği medeniyeti için yeni bir kültürel zemin bularak, oradaki çarpıklığı gidermeye gayret ediyor. Bu hal, belli bir hayat tarzına muhtaç bulunan insan için, empoze edilen hayat tarzını kaldırabilecek yeni bir ruh nakletmeye benziyor! Olacak şey değil. Ruh nakli, beyin naklinden daha muhal, daha gülünç. Bu hayat tarzı değişmeden, kültür ve medeniyet problemlerinin hiçbiri çözülemez. "Biz" diyorlar, "Kültürü ve inancı inkâr etmiyoruz. Ortak bir hayat tarzı içinde dinsel değil tinsel neşeler olacaktır. " Nedir o kültürel farklar ve kimlikler ki ortak hayat tarzında aynileşiyor? Söyleyelim: Folklor olacak, müzeler çoğalıp güçlenecek, meditasyon seansları çeşitlenecek, panteist yorumlar asliyetlerin üzerine beton gibi dökülecek!.. Kimi kandırıyorlar? Her kültür bir hayat tarzını gerektirir. Gerektirmiyorsa, o kültür hayatta değildir... Çarpıklığı düzelteceklerine, çarpıklığın iğfal dengesini kurmaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki mevcut gidişe, sadece insan değil tabiat da dayanmaz. "İnsana ruh, medeniyetlere kültür, bilgisayara zekâ üretmeyi planlayan kafanın, dünyaya yeni bir yörünge kazandırmak" zırvası kimseyi şaşırtmamalıdır! Peyami Safa şöyle diyordu: "Tarihin hiçbir devrinde senin gafletin bu kadar büyük olmamıştır. Ey insan! Ey karanlık ihtirasların kölesi! Ey ikide bir tarihin çıkmazına düşen ve başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri!" Gazeteci-Yazar Yaşar Değirmenci ağabeyimiz' e teşekkür ediyoruz... | |
31 Aralık 2007, 19:47 | Mesaj No:17 |
Cvp: YILbaşı Neyimiz Olur? Maşuk Hocam paylaşımın çok düşündürücü. Bende bu günlerde şunu anladımki kabul etmesekte malesef yılbaşı bizimle akrabalık kurmuş. Ne zaman oldu kim arabulucu oldu bilmiyorum.Okullarda ağaçlar süsleniyor,dostlar yeni yıl sms leri gönderiyor...
__________________ Dünyayı Güzellik Kurtaracak. Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey... | |
31 Aralık 2007, 20:49 | Mesaj No:18 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cvp: YILbaşı Neyimiz Olur? “Taklit”ler hiçbir zaman “asıl” olamazlar! Herhalde sizlerin de dikkatinizi çekmiş olmalıdır; son birkaç gündür "Yılbaşı kutlamalarının İslâm'la bir ilgisinin olmadığını" yazıyor ve üstüne basa basa "Yılbaşı kutlamaları İslâm'a aykırı" diyoruz... Bugünkü birinci sayfamızda da, "Kamusal alanda içki ve dansöz" şeklinde bir başlık var... Bu başlıkla anlatmak istediğimiz şu: "İslâm'ın simgesi" olduğu için "kamusal alan"a giremeyen, "yasadışı bir yasak"la kamusal alandan dışlanan ve hatta yine "yasadışı bir zorbalık"la başlardan çıkarılmak istenen "başörtüsü", nüfusunun yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede horlanır, aşağılanır ve dışlanırken; şu garabete bakın ki, "içki ve dansöz" baştacı... İşte bu "yaman çelişki"ye dikkat çekmek istedik kaç gündür!.. İnsanımızı; "haram"dan, "günah"tan korumaya çalışıyoruz... "Yılbaşı" adı altında yapılan "kutlama"ların hem "insanımız", hem "inancımız" ve hem de "kültürümüz" ile bir ilgisinin olmadığını söylemeye çalışıyoruz!.. Öyle ya; "millî bir gazete" olarak, "milletin özü ve sözü" olan bir gazete olarak; bizim böyle bir "misyon"umuz var... İnsanımıza "uyarı"da bulunmak, bizim görevimiz!.. Çünkü Vakit; insanımızın "yozlaşma"sına ve "kokuşma"sına karşıdır!.. Çünkü Vakit, kendi "rota"sını çizemeyen milletlerin, başka milletlerin "pota"sında erimeye mahkûm olduğunun bilincindedir!.. Evet, Vakit, bu ülkenin "din"inin, "dil"inin, "kültür"ünün ve "değer"lerinin savunucusudur... Bilir ki; "din, dil, kültür ve değer"lerini yitiren "zevk" peşinde koşan bir millet, başka milletlere "peyk" olur!.. YILBAŞI KILIFLI NOEL POMPALAMALARI Vakit'i aşağılamak, insanların gözünden düşürmek ve dolayısıyla Vakit'in etkisini zayıflatmak için boynumuza çeşitli "yafta"lar asan, insanlarımızı "safsata"larla aldatmak isteyen gazeteler ve bazı mahfiller ise, "hayır" diyorlar; "Hayır, yılbaşı kutlamalarının Noel'le bir ilgisi yok!.. Biz, 2007'nin gidişini, 2008'in gelişini kutluyoruz..." Ardından da ekliyorlar: Noel "dinsel"dir, yılbaşı ise "evrensel" Öyle mi acaba?.. Öncelikle belirtelim ki; Bütün "gelenek ve görenek"lerin temelinde "dinsellik" vardır!.. "Dinsel kökenli" bir davranışın; "evrensel" hâle gelmesi veya öyle kabul edilmesi, onun "dinsel kökenli" olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz!.. Bunu kavrayabilmek için de, "allâme" olmaya gerek yok!.. Elinin altında "ansiklopedi" veya "bilgisayar" bulunanlar, bir parmak dokunuşuyla bu "bilgi"ye ulaşabilirler!.. Ansiklopedi veya internette görürler ki; her toplumun, "kendine has" bir yılbaşı kutlaması vardır!.. Meselâ; Tarihte "ilk yeni yıl kutlaması" yapan millet, bundan 4 bin yıl önce yaşayan "Babiller" olmuştur!.. Mısırlılar; "topraklarına hayat verdiği inancıyla, kutsal saydıkları" Nil Nehri'nin taştığı Eylül ayında kutlamışlar yeni yılı!.. Çinliler, en büyük ulusal bayram olarak kabul ettikleri "Bahar Bayramı"nda, "tanrılarına adak" adar, kötü ruhları evlerinden uzaklaştırmak için "tütsü" yakarlarmış!.. Nüfusunun yüzde 90'ını Budizm ve Şintoizm mensuplarının oluşturduğu Japonya'da, yeni yılın son büyük gününde "Oshogatsu Festivali" düzenlenir ve bu da "dinsel bir bayram" havası içinde geçermiş!.. İrlandalılar, yeni yıl olan 31 Ekim'deki "Samhain Günü"nde, hem atalarına saygılarını sunmak ve hem de "ekin"lerini büyüten "güneş"i uğurlamak için "ateşler yakarak" etrafında dans ederlermiş!.. İskoçya'da, geleneksel yeni yıl festivali olan "Hagmonay"da; "ateş"ler yakılır, "meşale"lerle dolaşılırmış!.. Bunun gibi, sayısız örnek!.. Görüldüğü gibi; "Suya girme"nin de, "ateş yakıp, etrafında dans etme"nin de temelinde, ülkeden ülkeye değişen "dinî inanç"lar vardır!.. YILBAŞI EVRENSEL DEĞİL, DİNSEL Bunlar da gösteriyor ki; Yılbaşı kutlamaları "evrensel" değil, "dinsel"dir!.. Peki, "Türkiye'deki kutlamalar"ın temelinde ne var?.. Türk halkı "hangi inanca" mensuptur ve "hangi gelenek-görenek" doğrultusunda kutlamaktadır "yılbaşı"nı?.. Vakit, geçtiğimiz hafta boyu, işte bu "yozlaşma"ya, bu "kokuşma"ya ve bu "çürüme"ye dikkat çekti!.. Evet, "Vakit Yayın Kurulu" olarak, geçen hafta insanımıza yutturulmaya çalışılan bu "zoka"ya dikkat çekmeye çalıştık ve bu "tehlike"yi de manşetlerimizde yansıttık!.. Nitekim, gelen "fotoğraf"lar ve televizyonlarda izlediğimiz "görüntü"ler; tehlikenin, "soyut" olma hâlini de aşıp, "somut" olmaya doğru gittiğinin düşündürücü örnekleriyle doluydu!.. "Noel Baba" kıyafetleri!.. "Çam süsleme"ler!.. "Çam" tepesine veya "hindi" boynuna "çan" asmalar!.. "Yeni yılı suda karşılama"lar!.. "Ateş etrafında dans"lar!.. Peki, sormak gerekmez mi şimdi; bunların hangisi "evrensel"dir?.. Tam aksine; biraz önce örneklerini sunduğumuz gibi, bu kutlama çeşitlerinin tamamı "dinsel kökenli"dir!.. Ama, hiçbirisi de "İslâm kökenli" değil!.. Çünkü İslâm'da, "içki, kumar ve fuhuş" haram!.. Dolayısıyla, bunların hepsinin "ortak yansıması" olan "yılbaşı kutlamaları"na, bizim dinimizde cevaz yok... Nitekim, Diyanet'in "Cuma hutbeleri"nde de; bu gerçek, "açık, net ve cesur" bir şekilde dile getirildi!.. O halde, sormak gerekir: Nüfus cüzdanlarında "Müslüman" yazan insanlar, "İslâm dışı bir eğlence"yi, "hangi dinin ölçüleri"ne göre tertip ettiler?.. "Çam'a çorap asma ve çan bağlama" ya da "Noel Baba kıyafeti"ne bürünme veya "ateş etrafında dans!.. Yeni yılı suyun içinde karşılama" gibi eğlence türleri, "Hıristiyanlık" ve "Budizm" inancının tezahürleri değil midir?.. Bunun neresi "evrensel"dir?.. Bunun neresi "çağdaşlık"tır?.. Bunun neresi "uygarlık"tır?.. "ROTA"SINI ŞAŞIRANLAR "POTA"DA ERİRLER! Hem "çağdaş" olduğunuzu iddia edecek, "ağaca çaput" bağlayan genç kızları "cehalet" ve "hurafecilik"le suçlayacaksınız, hem de M.S. 325 yılında yaşayan Piskopos St. Nicholas'tan kalma bir "hurafe"yi aynen yaşatacaksınız!.. "Telli Baba"dan medet ummak "gericilik" olacak, "Noel Baba"dan hediye beklemek "ilericilik" öyle mi?!? "Asr-ı Saadet" dönemini örnek almak isteyen insanları "irticacılık"la suçlayıp, neredeyse "nefes alma hakkı" tanımayacaksınız, ama "Noel Baba hurafesi"ni bir "çağdaşlık ölçüsü" olarak habire pompalayacak ve sonra da; büyük bir yüzsüzlükle, "Yılbaşı'nın, Noel'le ne alâkası var?" diyeceksiniz!.. İşte bu, "yozlaşmanın tavana vurması"dır!.. İşte bu, "kokuşma"nın ta kendisidir!.. Milletler, işte böyle "yok" olurlar!.. "Kendi rotası"nı şaşıran ve başka milletleri "taklit" edip, onlara "özenen"ler, önce başka milletlerin "potası"na girerler, sonra da, tarih sahnesinden silinirler!.. Zira, "asıl"ın yerini, hiçbir "taklit" tutamaz!.. Taklitler, sadece "benzer"ler, ama hiçbir zaman "asıl" olamazlar!.. Vakit'in; gerek yayın hayatına atıldığından bu yana, gerekse son bir haftadır dikkat çekmeye çalıştığı "tehlike", işte budur!.. Vakit, bu olaydaki "şu an"ı değil, "bugünden ötesi"ni göstermeye çalışıyor... Biliyoruz ki; bu kutlamaların bir amacı da, "tüketim sektörüne müşteri" kazandırmak ve böylece, alın terlerini bu "çark"ta öğütüp, "rant" sağlamaktır!.. "Kapitalizm"in öteden beri değişmez bir taktiğidir bu!.. Ne var ki; olayın bu boyutu, "Buz dağının görünen kısmı"dır ve asıl büyük tehlike, "dipte/derinlerde"dir!.. Bu "propaganda" ve "manipülasyon"larla; özelde insanımız, genelde tüm insanlık hızlı bir "değişim ve dönüşüm" yaşamakta, adeta "insanlık"tan çıkmaktadır!.. Bir "insan" olarak, kendimize şunu sormalıyız: Çocuklarımız; "kar-kış, dağ-bayır" demeden "terörist"lerle boğuşurken, Irak ve Filistin'deki "Müslüman" kardeşlerimiz hemen her gün "işkence ve tecavüz"lere maruz kalırken, kardeş Pakistan'daki "suikast ve cinayet"ler bütün ülkeye yayılma eğilimi gösterirken... Kısacası; "kan ve gözyaşı sadece İslâm toprakları"nı yakıp kavururken; o "ceset"lere ve "yardım çığlıkları"na bakıp, "vur patlasın, çal oynasın" dans etmek, piste fırlayıp tepinmek veya "alkol" zıkkımlanmak, "insanlık" mıdır?.. "Çağdaşlık" mıdır bu?.. Yoksa, "uygarlık" mı?.. İşte budur asıl tehlike!.. Maalesef; insanımız da, bu "rota"ya sokuldu!.. Oysa, gayet net ve tarihen de sabittir ki; "kendi rotalarında" yürüyemeyen ülkeler, "başkalarının potalarında" erimeye mahkûmdurlar!.. Vakit'in, "öz" itibariyle söylemeye çalıştığı söz, işte budur!.. VAKİT, BU ÜLKENİN SESİ Kim, hangi "pencere"den bakarsa baksın... Kim, hangi "kulvar"da görürse görsün... İster "dinci" desin, ister "fanatik" veya "aşırı İslâmcı"... Biz "yerli"yiz... Biz "bu ülke ve bu ülkenin insanları" için varız... “Türkiye” için varız... İnsanımızın “yozlaşmaması”, insanımızın "kokuşmaması" ve insanımızın "çürümemesi" için varız!.. Bizi "kendi arzuladıkları yerler"de gören ve gösterenler, aslında kendi "yaban"lıklarını, kendi "yabancı"lıklarını, kendi "halk düşmanlıkları"nı ve kendi "din" karşıtlıklarını örtmeye, gizlemeye çalışmaktadırlar!.. Onlar ne derlerse desinler, Vakit bu "ülke"yi, bu "millet"i ve bu milletin "inanç ve değer"lerini savunmaya devam edecektir!.. Hem de, "saldırı"lara rağmen!.. Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle... vakit |
Konuyu Toplam 6 Kişi okuyor. (0 Üye ve 6 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
daha değerli neyimiz var?????? | inzar | Serbest Kürsü | 3 | 10 Nisan 2018 22:16 |
Tek ayakkabı olur mu? | 9Esra | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | 2 | 11 Ocak 2017 14:51 |
Dil niçin lal olur, nazar melal, hal bizar olur…/Mustafa Cilasun | Mustafa CİLASUN | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 01 Eylül 2013 22:40 |
Tut ellerimi n'olur | KuM TaNeSi | Şiirler ve Şairler | 1 | 12 Eylül 2009 15:39 |
GELİVER NE OLUR | havra | Şiirler ve Şairler | 1 | 21 Aralık 2008 00:53 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|