|
Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi: 22 Nisan 2009 (10:20), Konuya Son Cevap : 26 Temmuz 2009 (08:06). Konuya 10 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
22 Nisan 2009, 10:20 | Mesaj No:1 |
Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar Baykal artık, “avukatlık”tan “savcı”lığa geçmeli! Ali İhsan KARAHASANOĞLU İlk iddia edildiğinde gülüyorlardı: “Haah hah ha! Danıştay cinayetini de Ergenekoncular işlemiş! Kimbilir yakında Sivas'ı, Maraş'ı da Ergenekon'a yüklerler!” diye.. Ama bugün öyle görünüyor ki; gidişat tam da o yönde.. Düne kadar gülünen bazı iddialar, şimdi yargı tarafından tescillenerek, parça parça önümüze konuluyor! Bakın bundan daha 9 ay önce, 15 Temmuz 2008 tarihinde Deniz Baykal, ilk Ergenekon iddianamesi açıklandığında ne diyordu: “Başsavcımız bizi uyarıyor, 'Bu terör iddianamesi ama sizin bildiğinizden değil, başka bir terör' diyor. Bu başka terörün ne olduğunu göreceğiz, bir süre sonra anlayacağız.” Baykal'ın o tarihteki; alaycı, “görürüz bakalım”cı bakışla yaptığı ilk yorum bu!.. Kendine çok güveniyor olmalı ki; sonrasında da şu ifadeleri kullanıyor Sayın Baykal: “Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Danıştay'a yönelik saldırıyla ilgili dava sürecinde, bir yazıyla Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılıktan, iddialara ilişkin belgeleri isteyerek inceledi. Mahkeme, Danıştay davası sanıklarıyla Ergenekon soruşturması arasında 'Suç vasfını, sanıkların hukuki durumunu ya da sübutu etkileyecek biçimde bir bağlantı tespit edilemediği, bu nedenle hazırlık soruşturmasının sonucunun beklenilmesine gerek duyulmadığı' yönünde karar verdi..” Sayın Baykal, uzun uzun anlattığı o malûm kararın nasıl verildiğini bilmiyormuş gibi, bu ifadeleri kullanıyordu.. Hem Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin “Danıştay cinayeti ile Ergenekon arasında bir bağ yoktur” kararını destekliyor, hem de bu vesile ile Ergenekon iddianamesinin boş olduğunu ima ediyordu.. Daha fazlasını da söylüyordu Baykal: “Hukuk, Danıştay cinayetinin bugün Ergenekon kapsamında gözaltına alınan insanların sorumluluğu altında işlendiğini kanıtlar ise, bu fevkalade önemlidir. Eğer böyle bir şey varsa bilelim.” Evet 9 ay sonra geldiğimiz noktada, tam da DenizBaykal'ın söylediği konu ispatlandı.. Nasıl oldu bu? Önce Baykal'ın hatırlattığı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin “Ergenekon ile Danıştay cinayeti arasında bağ yoktur” kararı için, Yargıtay Başsavcılığı bozma talep etti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararı oybirliği ile bozdu ve “aradaki bağlantı sebebi ile davalar birleştirilmeli” dedi! Ve dün de, daha önce “Ergenekon'dan Danıştay'a bir yol yok.Bunlar yakıştırma” diyen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin bozma kararına uydu! Bu ne demek? Artık, “Danıştay cinayetinin Ergenekon davası ile birlikte görülmesi gerektiği, aralarında çok ciddi bir bağ olduğu kesinleşti” demektir. Yargısal açıdan, “Ergenekon ile Danıştay cinayeti bağı”, dün itibariyle kesin olarak kurulmuştur.. Ne diyordu 9 ay önce Baykal? Şöyle diyordu: “Hukuk, Danıştay cinayetinin bugün Ergenekon kapsamında gözaltına alınan insanların sorumluluğu altında işlendiğini kanıtlar ise, bu fevkalade önemlidir.” Haydi Sayın Baykal.. Sizin 9 ay önce “Fevkalade önemlidir” dediğiniz o olay gerçekleşti.. Şimdi ne yapacaksınız bakalım!.. Hayır, “Biz haklı çıktık, gelin elimizi öpün” diyecek değiliz. Ama lütfen, düne kadar farklı bir senaryo üzerinden yaptığınız hakaretleri, bir gözden geçirin. Gözden geçirin ve muhataplarından bir özür dileyin.. Tahkir ettiğiniz, katil ilan ettiğiniz, yargı makamlarının da yanlış kararlar vermesi için hedef tahtasına oturttuğunuz insanlardan helâllik isteyin! “Fevkalade önemlidir” sözünün gereğini yapın!. “Fevkalade önemli” ise, buyurun bugünden tezi yok, bu olayın arkasında neler olduğunu, kendi sözcüleriniz vasıtası ile kamuoyu gündemine taşımaya başlayın.. Darbecilerin neler yaptıklarını (eğer siz de onlarla birlikte hareket etmiyor idiyseniz), çıkıp açıklayın, deşifre edin, onları kamuoyu önünde mahkûm edin.. Dün yargı henüz bağlantı kararını vermeden önce, “Bağ varsa, fevkalade önemli. Ama bağ yok ki.. Yargı böyle bir karar vermedi” diye görüş açıkladı iseniz, bugün yargının, “olmadığını ileri sürdüğünüz kararı” çıkınca, artık bir söylem değişikliğine de gitmeniz gerekir! “Düne kadar Ergenekon'un avukatı idim. Ama Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu kararından sonra, artık bu davanın savcısıyım” deyin! Danıştay cinayetinden dolayı, samimi olarak üzüntü duydu iseniz, buyurun “avukatlık”tan “savcı”lığa geçtiğinizi deklare ediniz! Etmezseniz, tüm söyleminizin demagoji olduğu, birer palavra olduğu, bir defa daha ortaya çıkmış olacak.. Benden söylemesi.. Takdir sizin! Vakit | |
Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... | Videolar/Slaytlar | Medine-web | 1 | 2879 | 23 Ağustos 2013 00:41 |
İran Emperyalizmi | Makale ve Köşe Yazıları | Medine-web | 6 | 3622 | 26 Ocak 2013 22:53 |
gerekli gereksiz bir şiir.. | Makale ve Köşe Yazıları | MERVE DEMİR | 0 | 3266 | 06 Aralık 2012 10:48 |
olmamış kayınbiradere mektup :) | Komik Paylaşımlar | Allahın kulu_ | 10 | 7707 | 03 Kasım 2012 23:19 |
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür | Makale ve Köşe Yazıları | Esadullah | 11 | 7207 | 02 Ekim 2012 21:16 |
22 Nisan 2009, 10:22 | Mesaj No:2 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Profesörler, bakanlar ve Ergenekon Mümtaz'er TÜRKÖNE "Profesör" unvanı, bilim adamlığından ziyade öğretim üyeliğine dair özlük haklarını ve görevleri belirleyen bir memuriyet unvanı olarak görülür. Genel kural olarak doktorasını yeni vermiş bir asistan, artık bütün hedeflerini tüketmiş olan profesörlerden daha çok bilime yakındır. Çünkü âdettir: Doktora düzeyindeki performansı akademisyenler bir daha yakalayamazlar. Profesörlük bir kemâl safhasıdır. Kemali yakalayan da daha ileri gitmez. Profesörlüğü de içeren akademisyenlik insana aydın olma fırsatı veren bir meslek. Bu fırsatı kullanmak bilgi ile değil etik değerlerle alâkalı. Akademisyenliği öğretmenlikten farklı kılan bilimsel araştırma görevi, akademik özgürlüğün teminatı altında. İşte bu özgürlük de, uzmanlıkla yetinen bilim adamına bile etik bir sorumluluk yüklüyor. Mesleğini öncelikle vicdanı ile yürüten üç meslek grubu vardır. Üçünün de ortak özelliği "cübbe giymek" ayrıcalığına sahip olmaktır. Din adamları ve yargıçlarla birlikte profesörler, mesleklerini icra ederken vicdanları ile baş başadır. Ergenekon soruşturmasının 12. safhası, "profesörler dalgası" olarak kayda geçti. Eski rektörler de dahil olmak üzere tutuklanan bu profesörlerin tamamı, uzmanlıklarından ziyade siyasî-ideolojik görüşleri ve tutumları ile tanınıyordu. Bu profesörlerin ne ile suçlandıklarını, iddianame açıklandığı zaman anlayacağız. Bir darbe davası görüldüğüne göre, muhtemeldir ki, bir darbe hazırlığının sivil uzantılarına dair iddialar söz konusu. Ama sanıklar profesör olunca, vicdana dair farklı bir boyut devreye giriyor. Epeyce üzücü bir durum. Temsil yeteneği olan ve sorgulanması toplumun bir kesimini rahatsız eden Profesör Türkân Saylan'dan ibaret değil söylediğim. Askerî darbeyi savunan profesörler, geçmişte hiç eksik olmadı. Demokrasiye yöneltilen meşhur eleştiride, ne hikmetse hep profesörlerle köylüler karşılaştırılır. Profesörlerin içinden darbe heveslilerinin çıkmasından daha vahimi, toplumun küçük bir azınlık da olsa bir kesiminin darbe istemesi değil miydi? Yargıçların, profesörleri yargılarken Türkiye'de darbe yanlılarının verdiği psikolojik desteği bir hafifletici sebep olarak dikkate alıp almayacaklarını bilmiyorum. Öyle ya, darbenin bu kadar kolay hazmedilebildiği bir ülkede, bazı üniversite hocaları "fazla profesör" olabilirler. Bana vicdan sahibi bir profesör olarak, adaletin ve hukukun peşinden giderken insanî görünmeyen manzaralardan rahatsız olmak düşüyor. Ama bu rahatsızlığı gölgede bırakacak daha ciddi bir rahatsızlık üzerinde durmamız lâzım. Ergenekon davası bugüne kadar siyasî polemiklere de konu oldu. İktidar ve muhalefet arasında karşılıklı olarak "yargıya müdahale" suçlamaları yapıldı. Ama ilk defa AK Parti hükümetinden bu davayı gören yargıçlara yönelik alenî bir müdahale ve baskı geldi. "Müdahale ve baskı" kelimelerini tam da Anayasa'nın 138. maddesine ve TCK'nın 288. maddesine atfen kullanıyorum. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın "Onları da görmezden gel ya" sözü, icra organından yargıya müdahale değil de ne? Daha kötüsü Bakan, bir suç ve suçlu varsayımına dayanarak "masumiyet" prensibini de çiğniyor. Güya ortada bir suç var ve Bakan savcılara dönüp, bu suça göz yummaları talimatı veriyor. Bilim adamlığı unvanını ve üniversitenin özgür ortamını, kestirmeden yol alan iktidar oyunları için kullanan profesörler her zaman oldu. Yine de içimiz rahat olabilir: Profesörlerin tek başlarına darbe yaptıklarına dair tek bir örnek bile tarihte yer almamaktadır. Profesörler darbeleri yapmak için değil, darbelere meşruiyet kazandırmak için devreye girerler. İnanıyorum ki yargı, başkalarınca oluşturulan "darbe iklimi"ni, bu profesörler için hafifletici sebep sayacaktır. Siyasetin ve siyasetçilerin yaptığı hataları ise hep birlikte düzeltmemiz gerekecek. Zaman | |
22 Nisan 2009, 10:23 | Mesaj No:3 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Aranan Derin Devlet bulunmuştur: Ergenekon! Hasan KARAKAYA En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim de; kıvırttığım, dans ettiğim veya kaypaklık yaptığım sanılmasın... Öncelikle ifade edeyim; bir kişinin "gözaltına alınması" demek, onun "suçlu" olduğu anlamına gelmez... Gözaltına alınan kişi, evet, "zanlı"dır ama henüz "sanık" bile değildir... Ben, "azgın azınlık" gibi; "suçsuzluğu kanıtlanıncaya kadar herkes suçludur" görüşünde değilim... Tam aksine, "suçluluğu kanıtlanıncaya kadar herkes masumdur" görüşündeyim... Dolayısıyla, dün sabah 04.00 ve 04.30'da, "Ergenekon Operasyonu" kapsamında gözaltına alınan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, eski İÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhan Bolluk, Perinçek'in koruması Yusuf Beşerik, işadamı İbrahim Benli, gazeteci Adnan Akfırat, Yusuf Tuncer, Aydın Gergin, Mahir Çayan Güngör ve Aykut Tokat'ın da aralarında bulunduğu "12 kişi"nin "suçlu" olduklarını iddia etmiyorum!.. Bu gibi durumlarda, İlhan Selçuk'un Cumhuriyet gazetesi, hemen "suçlu" damgasını yapıştırsa da, aynı çiğliği ben yapmayacağım. TUTUKLU ERGENEKON'CULAR! Hatta, daha da ileri gidip, yine "Ergenekon Operasyonu" kapsamında "tutuklanan" 39 kişi hakkında da "suçlu" ifadesini kullanmayacağım. Zira; Abdülkadir Oğuz, Albay Fikri Karadağ, Doç. Dr. Emin Gürses, Doç. Dr. Ümit Sayın, Drej Ali - Ali Yasak, emekli Tuğgeneral Veli Küçük, Ergün Poyraz, Erkut Ersoy, Erol Ölmez, Fikret Emek, Fuat Turgut, Hayrettin Ertekin, Hüseyin Gazi Oğuz, Hüseyin Görüm, Kahraman Şahin, Kemal Kerinçsiz, Mahmut Öztürk, Mehmet Demirtaş, Muammer Karabulut, Muhammet Yüce, Muzaffer Tekin, Oğuz Alpaslan, Oktay Yıldırım, Orhan Tunç, Sami Hoştan, Sevgi Erenerol, Vatan Bölükbaşı, Vedat Yenerer ve Zekeriya Öztürk gibi isimler ve geri kalan 10 kişi, şu anda "tutuklu" da olsalar, henüz "yargı" önüne çıkıp "ceza" almadıkları için "suçlu" damgası vurulmaya müstahak değillerdir!.. Evet, dün "gözaltı"na alınanlar için de, halen "tutuklu" bulunanlar için de, "İşte Ergenekon terör örgütünün militanları" diyemeyiz!.. Sadece ve sadece gelişmeleri izlemekle yetinecek ve ancak "karar" çıktıktan sonra "damga"yı vuracağız!.. Ama, tekrar ifade edeyim; Cumhuriyet gazetesi olsa, "yafta"yı çoktaan asardı: "Ergenekon militanlarına suçüstü!" Çünkü, bunu daha önce yaptılar!.. BAYKAL... DÜN, DÜNDÜR! Dediğim gibi, son söyleyeceğimi en başta söyledim... Sanıyorum, meramımı anlatabildim... O halde, "madalyonun öteki yüzü"ne bakabiliriz artık... Efendim, CHP Genel Başkanı Bay Deniz Baykal, AK Parti hakkında açılan "kapatma dâvâsı" üzerine, 17 Mart 2008 akşamı Star televizyonu ekranlarından şöyle sesleniyordu kamuoyuna: - "İddianame hukuki bir iddianamedir. Siyasi amaçlı bir husumet duygusuyla hazırlanmış, duygusal reaksiyonları yansıtan bir iddianame değildir; çok objektif, fevkalade hukuki, sorumluluk sınırları içinde hazırlanmış bir iddianamedir." - "Çok daha soğukkanlı, daha olgun, Anayasa'ya, Anayasa'nın görevlendirdiği kurumlara, yargıya çok daha saygılı bir üslupla tavır takınılabilirdi." - "Hukuk her rejimde önemli, ama demokraside vazgeçilmezdir. Hukuk ve hukukçulara karşı sergilenen tavrı kınıyorum, demokrasi kültürü ile bağdaştıramıyorum. 'Yüzde 46 oy alan kapanır mı?' Hukuk oy düzeyine göre mi işleyecek? Hukuk zengine, iyi eğitimliye işlemeyecek mi?" Özetleyecek olursak; Bay Baykal diyor ki; "Savcı'ya müdahale etmeyin!" Aynı Baykal; "İlhan Selçuk, Doğu Perinçek ve Kemal Alemdaroğlu'nun gözaltına alınması" üzerine ise, dün Parti Meclisi toplantısı öncesinde şunları söylüyordu: "Elbette, Türkiye'de hukuku, demokratik düzeni tehdit eden ne varsa bunun ortaya çıkması lazım. Ama memleketin saygıdeğer düşünürlerini, yazarlarını, demokrasiye inanan insanlarını baskı altına almak için iktidar olanaklarının kullanılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Kafamızda bu temel gerçekleri tutarak olayları dikkatle izliyoruz. Ama işlerin bu aşamaya gelmiş olması Türkiye'nin bundan sonra daha da ciddi sorunlarla kalacağının işaretidir. Öyle anlaşılıyor ki, bütün bunlar planlanmıştır, göze alınmıştır ve bütün bu süreç harekete geçirilmiştir." Söyleyin Allah aşkına; Bay Baykal'ın yaptığı, "Bu ne perhiz, bu ne turşu" mantığı değil midir?.. Ne yani; AK Parti hakkında "iddianame" hazırlayıp "kapatma dâvâsı" açmak "Savcı'nın görevi"dir de, "Ergenekon zanlıları" hakkında "gözaltı" talimatı vermek değil midir?.. Polis, kendi keyfine yapmadı ya bu operasyonları!.. "Savcı'dan talimat" aldı, öyle yaptı!.. Bay Baykal, ne diyordu: "Bir zengin ile fakir vatandaş kavga etse ve zengin adam, fakir adamı dövse hukuk bunlara eşit uygulanmayacak mı? Bu mantığa göre, zengin adam yargılanmayacak, fakir vatandaş yediği dayak ile kalacak. Böyle hukuk sistemi olmaz. Hukuk herkese eşittir. Kim suç işlemişse cezasını çeker." Hukuk, madem ki "herkese eşit"tir ve hiç kimsenin madem ki "ayrıcalığı yok"tur, o halde; ha AK Parti'ye uygulanmış, ha İlhan Selçuk veya Kemal Alemdaroğlu'na!.. Ne farkeder?.. Tahammül etmek lâzım!.. Hazmetmek lâzım!.. Daha da önemlisi; "Tutarlı" olmak lâzım!.. Öyle ya; "düşünür ve yazar"lara ayrı, AK Parti'ye ayrı "hukuk" olmaz!.. ERGENEKON, DERİN DEVLET Mİ? Aynı konuşmada, Bay Baykal'ın bir sözü daha vardı... Ajanslardan geçen haliyle, aynen aktarıyorum: "AKP'nin, bir süredir yaygın bir şekilde yürürlüğe koyduğu kadrolaşmanın meyvelerini toplama noktasına gelmeye başladığına tanık oluyoruz. Öyle anlaşılıyor ki AKP kendi derin devletini inşa etme çabası içindedir. Tabii, derin devletin kendine göre derin hukuku, anayasası bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Yargı ihtiyacı kendisine gösterir. Şimdi önümüzdeki dönemde bu krizleri yaşamaya başlayacağız. Türkiye çok tehlikeli bir çatışma ortamına sürükleniyor." Dikkat edin; Bay Baykal, bu sözleri "Ergenekon Operasyonu" ve dün yaşanan "gözaltı"lar üzerine söylüyor!.. Sizi bilmem ama, Bay Baykal'ın bu sözlerinden benim çıkardığım anlam şu: AK Parti, kendi "derin devlet"ini inşa etme çabası içinde olduğuna göre; demek ki, "var olan bir başka derin devleti çökertmeye" çalışmaktadır!.. Bu sözler, "Ergenekon operasyonu"na istinaden söylendiğine göre; demek oluyor ki; bizim "terör örgütü" ve "çeteleşme" olarak bildiğimiz Ergenekon yapılanması, bir "derin devlet"tir!. Hani yıllardır; "Nerede bu derin devlet?.. Kimlerden oluşuyor?” diyorduk ya, Bay Baykal, dün farkına varmadan "deşifre" etti bunu; "Ergenekon eşittir Derin Devlet!" Öyle değil mi?.. Baykal'ın sözleri, şu manaya gelmez mi; "Ergenekon adlı derin devlet yapılanmasını çökertmeye çalışan AK Parti, kendi derin devletini inşa etme çabası içindedir!" Bay Baykal'ın sözlerini dikkatli okuyun... "Böyle söylediğini" siz de göreceksiniz!.. "DÂVÂ AÇMAZSAN, GÖRÜRSÜN GÜNÜNÜ!!!" Ne yalan söyleyeyim; Bay Baykal'a, bu "deşifre"sinden dolayı milletçe teşekkür etmeliyiz... Çünkü, Bay Baykal, bu sözleriyle "Yap-Boz"un parçalarını birleştirmemize ve "taş"ları yerli yerine oturtmamıza vesile oldu!.. Hani, sayın Tayyip Erdoğan ve Ertuğrul Günay, diyorlardı ya; - "Açıklıkla söylüyorum, kastettiğim Ergenekon soruşturmasıdır. Olaylar öyle gelişti ve geliştirildi ki, Sayın Başsavcı da yönlendirildi belki. Belki dava açma konusunda zorlandı. İnsanlar nihayet bir karar veriyor ama o kararı oluşturan bir çevre var, etkiler var, telkinler var." - "Provokasyonlara dikkat edin!.. Çok hassas bir dönemden geçiyoruz... Mafyayı bitirdik... Şimdi çetelerle uğraşıyoruz... Ergenekon'u çökerttik... Bundan mı rahatsız oluyorlar?" Bizler de, "Ergenekon" ile "Yargı" arasında ilişki olup olmadığını merak ediyorduk ya; Cumhuriyet'in sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk, dün "Ergenekon Operasyonu" kapsamında gözaltına alınınca, "yargı"ya yönelik "baskı" yazıları geliverdi aklımıza!.. Ne ilginç değil mi; "Ergenekon" ve dolayısıyla "Derin Devlet" zanlısı İlhan Selçuk, daha 23 Ocak 2008'de basmış düğmeye ve demiş ki; - "Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AKP'ye yönelik bir açıklama yaptı... AKP bu yüzden tepkili... Yalnız AKP mi tepkili?.. DTP de tepkili... Neden?.. Çünkü bu iki partimiz iki kırmızı çizgimizi çiğniyor mu, çiğnemiyor mu soruları yargıyı fena halde ilgilendirmeye başladı... İki kırmızı çizgi nedir?.. Dincilik... Ve bölücülük... DTP'nin üstünde bölücülük, AKP'nin üstünde dincilik gölgesi gün geçtikçe koyulaşıyor... Yargı bu gerçeği görmezlikten gelebilir mi?.. Gelemez... Yargı gücünde devlet görevlisi bir savcı ille de görevini yapmak zorundadır... Nedir görevi?.. Hırsıza, yolsuzluk yapana, rüşvet alana, adam yaralayana ya da öldürene savcı dava açar... Savcı, Cüneyt Koryürek'e çarpıp yazarımızı öldüren otomobil sürücüsüne hele dava açmasın.. Görür gününü... Savcı, kırmızı çizgiyi çiğneyip bölücülük ya da dincilik yapan siyasal partiye dava açmasın.. Görür gününü... Savcı yürürlükteki yasalara göre davranmakla yükümlüdür... Bir savcı, suç işlediği varsayılan kişinin ya da kurumun zengin mi yoksul mu, güçlü mü güçsüz mü, şişman mı zayıf mı, muhalefette mi iktidarda mı olduğuna bakarak karar veremez... Başsavcı, dava açması gerekiyorsa, dava açacaktır..." Enteresan bir yazı değil mi?.. İlhan Selçuk, Başsavcı'ya "talimat" mı veriyor, "tehdit" mi savuruyor bilmem, ancak "psikolojik baskı" uyguladığı kesin!.. "Dâvâ açman gerekiyorsa, aç!" Yoksa; "Görürsün gününü!!!" Başbakan Erdoğan ve Kültür Bakanı Günay; AK Parti hakkında açılan dâvâda "Ergenekon'cu baskı" olduğu kuşkularını dile getirince, İlhan Selçuk da, "Ergenekon" operasyonu kapsamında gözaltına alınınca; "savcıya baskı" yapan, "davâ açmaya zorlayan" ve "açmazsan, görürsün gününü" diye tehdit eden bu yazısı geliverdi aklıma!.. Ne dersiniz... Başsavcı, bu "telkin" veya "tehdit" gibi "talimat"ların etkisinde kalmış olabilir mi acaba?.. BİR TALİMAT DA SİLAHÇIOĞLU'NDAN! Böyle bir "bağlantı"yı, çok fazla "abartılı" bulanlar olabilir... Peki, İlhan Selçuk'un 23 Ocak'taki bu yazısından 10 gün sonra, yani 3 Şubat'ta; bu defa emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu'nun aynı Cumhuriyet gazetesinde şu yazdıklarına ne dersiniz: - "Kim ne derse desin, siyasal İslâm Türkiye Cumhuriyeti'ni teslim almıştır. Siyasal İslâm'la mücadelede yapılması gereken yalnızca bir şey kalmıştır. O da AKP hükümetinin iktidarının yönetimden uzaklaştırılmasıdır... (...) Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelen AKP hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Anayasa Mahkemesi'nde dava açmak ve AKP'nin kapatılmasını sağlamak..." Ne enteresan değil mi; İlhan Selçuk'un ardından, "Türklerin dini İslâm değil, Şamanizm'dir" diyen Doğu Silahçıoğlu da "akıl" veriyor Başsavcı'ya; "Laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelen AK Parti hakkında kapatma dâvâsı aç!!!" İlginçtir; 23 Ocak ve 3 Şubat'ta yapılan bu "telkin"(!) ve "tavsiye"(!)lerin ardından, 14 Mart'ta dâvâ açıyor Başsavcı!.. Açmasın da ne yapsın?!?.. Belki, birileri "gününü gösterir"ler!!! .......... En başta dedim, yine diyeyim: Bütün bunlara rağmen, hiç kimseyi "itham" ediyor değilim... Yapmaya çalıştığım, "parça"ları birleştirmek ve böylece "bütün"e varabilmek!.. İşte, "parçaları" birleştirdim... Karşıma, "Ergenekon" çıktı!.. Baykal'ın ifadesiyle, "Derin Devlet!" Şimdi, "1 Numara"yı merak ediyorum!.. ------------- Meclis’te konuşmak da mı suç? Malûm; Bay Deniz Baykal ve CHP sözcüleri ile malûm çevreler dahi; “Milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasını” ama “Meclis çatısı altında söylenen sözler”in “soruşturma dışı” tutulmasını istiyordu. Ama, “Başsavcı’nın iddianamesi”ne bakınca görüyoruz ki; “AK Parti’nin, laikliğe aykırı eylem ve söylemlerin odağı haline geldiği” ileri sürülürken, bu “söylem”lerin çoğu “Meclis çatısı altında” dile getirilmiş... Eğer oradaki konuşmalar da “suç” sayılacaksa, milletvekilleri “nerede” konuşacaklar?!?.. “Eylem”lere gelince... Bunlar da, “Kur’an-ı Kerim” ve “Safahat” dağıtmak gibi "suç"(!)lardır ki, buna CHP'li Sefa Sirmen bile, dün itiraz etti: "Ben de Kur'an-ı Kerim dağıttım... Kur'an dağıtmak suç mu?" "Söylem"ler Meclis çatısı altında olduğuna, "eylem"ler de "suç sayılamayacağına" göre, söyler misiniz Başsavcı'nın iddianamesinin "hukuk"la ilgisi nerede?.. Bu eylem ve söylemler çıkarılınca, geriye ne kalacak, çok merak ediyorum!.. 22/03/2008 vakit | |
22 Nisan 2009, 10:26 | Mesaj No:4 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Beko’daki yangın, Ergenekon’un neresinde? Hasan KARAKAYA Bazen bir olay... Bazen bir kişi... Ya da bazen bir fotoğraf... "Bütün"e baktığınızda, size hiçbir şey anlatmayabilir... Hiç üzerinde durmaz, bakar, geçersiniz.. Ama o "olay"ın, o "kişi"nin veya "fotoğraf"ın ayrıntılarına girdiğinizde; "vay beee!" dersiniz, "Bu tarafını hiç düşünmemiştim!"... Ondan sonra, başlarsınız "iz" sürmeye... "Ayrıntı"lardan hareketle, "bütün"ü görmeye başlarsınız... Tıpkı, "Yap-Boz"un parçalarını birleştirdikçe "fotoğrafın tamamı"nı görmek gibi!.. Ya da; gözlerinin önüne "kibrit çöpü" tutan insanın "ormanı görememesi" ve fakat "çöp"ü kenara çekince "devasa büyüklükteki ormanı görmeye başlaması" gibi!.. Malûm, AK Parti hakkında "kapatma dâvâsı" açılınca, hemen herkes, "bu işin altındaki sebepleri" düşünmeye başladı... Bu dâvânın altında, "başka bir sebep" olmalıydı.. Çünkü, eğer AK Parti, Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddia ettiği gibi; "laikliğe aykırı eylemlerin odağı" olmuş olsaydı, bunu "Yargıtay Başsavcısı"ndan önce "Yargıtay Başkanı" dile getirir ve ilk önce o "uyarı"da bulunurdu!.. GERÇEKER... YA DA GERÇEKLER! Oysa, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, daha dün denecek kadar yakın tarihte yani 20 Şubat'ta yaptığı açıklamada; "Ben rejim tehlikesi görüyorum diyemem. Rejim tehlikesi görmek mümkün değil, böyle bir şeyi söylemek mümkün değil. Birey olarak da, Yargıtay'ın temsilcisi olarak da böyle bir şeyi söylemek mümkün değil" demişti... Yani, ortada bir "rejim tehlikesi" yoktu... Peki, aradan geçen 3 haftada ne değişmişti ki, Yargıtay Başsavcısı, laik rejimin tehdit altında olduğu iddiasıyla 14 Mart'ta dava açmıştı?.. Demek ki, bu işin içinde "laiklikten de öte" bir sebep vardı.. Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya "gaz"a mı getirilmişti, "birilerinin dolmuşu"na mı bindirilmişti?.. Yoksa, "zorlanmış" mıydı?.. Derken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'ın sözleri, gündeme bomba gibi düştü. Bir özel televizyon kanalında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Günay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın belli çevreler tarafından dâvâ açma konusunda zorlandığını öne sürdü. Ertuğrul Günay, bu kadarla da yetinmeyip, şu önemli iddiayı getirdi gündeme: "Çünkü ortaya çıkmış olan bu tartışmalar başka önemli tartışmaların önünü kesti. Bu yüzden özel düzenlemeler yapmayalım. Çünkü yeniden yeni tartışmalara vesile oluyor. Açıklıkla söylüyorum, kastettiğim Ergenekon soruşturmasıdır. Olaylar öyle gelişti ve geliştirildi ki, Sayın Başsavcı da yönlendirildi belki. Belki dava açma konusunda zorlandı. İnsanlar nihayet bir karar veriyor ama o kararı oluşturan bir çevre var, etkiler var, telkinler var. Bütün bunlar bizi başka gündeme doğru sürüklüyor." Sadece Ertuğrul Günay değil, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın gündeminde de "Ergenekon" adlı "terör örgütü" bulunduğu yansıdı gazetelere. İddialara göre; 17 Mart günü, Bakanlar Kurulu'ndan sonra Parti Grubu'nu toplayan Erdoğan, milletvekillerine şöyle seslenmişti: "Provokasyonlara dikkat edin!.. Çok hassas bir dönemden geçiyoruz... Mafyayı bitirdik... Şimdi çetelerle uğraşıyoruz... Ergenekon'u çökerttik... Bundan mı rahatsız oluyorlar?" İşin aslına bakarsanız; Başsavcı'nın iddianamesinde yer alan "gerekçeler"in pek de sağlam olmaması, iler-tutar yanının bulunmaması, ister istemez "kuşku"ları besliyor ve "sorular" sorulmasına yol açıyordu: "Dâvânın arkasında bazı güçler ve onların yönlendirme veya baskıları mı var?" İşte bu "soru"lar, dikkatlerin "Ergenekon örgütlenmesi" üzerinde odaklanmasına yol açtı!.. Olabilir miydi?. Dâvâda "Ergenekon parmağı" olabilir miydi?.. Hem, bu örgüt, "nasıl bir örgüt"tü ki, "nasıl çalışıyor"du ki, "korku ve sindirme taktikleri" ile sonuca ulaşıyordu?.. DİNLEMEYE TAKILAN BİR REKTÖR! İnsanlar, "Ergenekon" kod adlı illegal örgütlenmeye kilitlenmiş ve onunla ilgili haberlere dikkat kesilmişken, "telefon dinlemesi"ne takılan bir "rektör"ün haberi yansıdı gazetelere!.. Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, Ergenekon Operasyonu kapsamında gözaltına alınıp tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le yaptığı telefon görüşmesinde şöyle diyordu: "Sizin izniniz olmadan bir adım atmam... Her zaman emrinizde ve hizmetinizdeyim!" Bu konuşma, pek de yadırganamazdı... Çünkü Veli Küçük "Emekli Tuğgeneral", Osman Metin Öztürk ise, nihayetinde "Emekli Binbaşı" idi... Yani, "emekli" de olsalar, ikisi de nihayetinde birer “emekli asker”di! İşin içinde "ast-üst ilişkisi" vardı!.. Osman Metin Öztürk, şu anda "Giresun Üniversitesi Rektörü" olsa da, 1978-1984 arasında "Kara Harp Okulu Öğretim Üyeliği" yapmıştı.. 1984-1995 yılları arasında da Genelkurmay Başkanlığı'nda "Uluslararası Hukuk İşleri Müşavir Yardımcılığı" görevinde bulunmuştu... Anlayacağınız, "asker" geçmişi olan bir insanın, daha üst rütbedeki bir askere, "emrinizdeyim" demesi, gayet normaldi. Kaldı ki; Öztürk, 18 Mart günü Giresun Üniversitesi'nin Güre Yerleşkesi'ndeki konferans salonunda düzenlenen "Çanakkale Zaferi'nin Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri" konulu panel öncesinde yaptığı konuşmada, bazı gazetelerde isminin Ergenekon Çetesi ile birlikte anıldığını belirterek, şunları söylüyordu: "Giresun'da düzenlenen bir konferansa konuşmacı olarak geldiğimde, Jandarma Bölge Komutanlığı'na konaklamam ile ilgili bir dilekçe verdim. Bölge komutanı, o değerli insan, Veli Küçük Paşa hiç tereddüt etmeden 'Hocam, yeriniz hazır, sizi bekliyoruz' dedi. Aradan yıllar geçti, konuşmacı olarak geldiğim şehirde yeni kurulmuş olan üniversitenin rektörü olarak göreve başladım. Emekli bir asker olarak o anıları tazelemek adına, 'Komutanım Giresun'dayım, bir emriniz olursa her zaman için emrinize amadeyim' dedim." BEKO'DAKİ ESRARENGİZ YANGIN! Görüyorsunuz; Rektör Bey’in tavrı son derece "insanî", son derece "medenî" bir tavır!.. Mı acaba?.. Evet, "mı acaba?" Çünkü efendim; son derece "insanî ve medeni" karşılanabilecek bu "emrinizdeyim" sözünün altında, "ast-üst ilişkisi"nin de ötesinde bir "ilişki" olduğu var gibi görünüyor!.. O "ilişki" de, bir "ayrıntı"da gizli!.. Hani, biz gazeteciler; "haber, ayrıntıda gizlidir" der ve mümkün olduğu kadar "ayrıntı"lara ineriz ya, bu da böyle bir ayrıntı!.. Ama önce, "haber"in kendisi... Tarih 26 Ocak 2005-Çarşamba: "Esrarengiz yangın... Beylikdüzü'ndeki Beko Elektronik A.Ş.'nin deposunda çıkan yangın, itfaiye ekiplerinin yaklaşık 7 saat süren çalışmalarının ardından söndürüldü..." Evet, "haber" bu!.. Görünüşte, "sıradan" bir haber... Yangın, "elektrik kontağı"ndan veya "sigara izmariti"nden çıkmış olabilir!.. Ama, hayır... Vakit de dahil, o günkü gazetelerin hemen hepsinin haberinde şöyle bir ifade var: "Beko deposunun bulunduğu bina, yoldan hayli uzak... Dolayısıyla, yoldan geçen herhangi birinin yangına sebep olması mümkün görünmüyor.. Yangının, birileri tarafından KASITLI olarak çıkarılmış olabileceği iddia ediliyor!.." İşte bu yüzden, Vakit, 26 Ocak 2005 tarihli haberini, "esrarengiz yangın" başlığıyla vermiş!.. Diğer gazetelerden bazıları ise, "Beko'yu PKK'nın yaktığı" iddiasını başlığa çıkarmış!.. İyi, hoş da; Bu yangını "kim" çıkarmış olabilir?.. Haberde geçen "birileri" kimdir ve "kasıtları" nedir?.. Ya da, gerçekten "PKK'nın işi" olabilir mi?.. Öyle hatırlıyorum ki; bu "soru"ların üzerinde pek duran olmadı... Hem, dursa ne olacak, "birileri"ni ortaya mı çıkaracak?.. Ne yalan söyleyeyim; Herkes gibi, ben de bu haberleri okuyup geçmiştim!.. ÖZTÜRK’ÜN DİLİNİN ALTINDAKİ BAKLA Ta ki, bizim Kenan Kıran'ın dün getirdiği habere kadar!.. Kenan Kıran, "Ergenekon" adlı "terör çetesi"nin dillerden düşmediği şu günlerde, tabiri caizse "iz" sürmüş!.. "Veli Küçük-Osman Metin Öztürk ilişkisi"nden hareket eden Kenan, "Osman Metin Öztürk" adının daha başka nerelerde geçtiğini araştırmış!.. Kafaya takmış ya; illa araştırıp, bir şeyler bulacak!.. Sonunda, karşısına ne çıkmış biliyor musunuz?.. "Rektörün bir yazısı!" Hem de, "Beko yangını"yla ilgili bir yazısı!... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yeni kurulan Giresun Üniversitesi'ne rektör olarak atadığı emekli binbaşı Rektör Öztürk, 'www.habusulu.com' adlı kişisel web sitesinde kaleme aldığı 'BAZI TESPİTLER VE SORULAR’ başlıklı yazısında, 24 Ocak 2005 tarihinde İstanbul Beylikdüzü'ndeki Beko Elektronik A.Ş'nin deposunda çıkan yangını değerlendirmiş... Prof. Dr. Öztürk’ün söz konusu yangından 4 gün sonra yani 28 Ocak 2005 tarihinde yazdığı yazı aynen şöyle: “İstanbul'da, Koç'a ait Beko fabrikasında yangın çıktı. Ciddi bir ekonomik zarar meydana geldi. Sonraki günlerde, bunun PKK/Kongra-Gel terör örgütü tarafından yapıldığı gazetelerde haber olarak yer aldı. Ben buna inanmadım!... Niye? Rahmi Koç'un Kıbrıs konusundaki son açıklamaları, kabul edilir açıklamalar niteliğinde değildi. Kendi şirketlerinden elini-eteğini çekip tekne ile dünya turuna çıkan Rahmi Koç, durup dururken kendisini ilgilendirmeyen (emekliye ayrılmadığına işaret eden!) işlere karışmaya başlıyor. Üstelik bu işler, üstüne vazife olmayan işler… Aynı şeyi geçmişte merhum Sakıp Sabancı da yapmıştı. Ancak o zaman, Sabancı'ya dur diyecek bir siyaset adamı vardı!.. Merhum Alparslan Türkeş, ‘Çizmeyi aşma’ demişti. Koçlar ile ilgili olarak sadece Kıbrıs konusunda değil, başka konularda da soru işaretleri var. Ve bu işaretler her gün biraz daha yoğunlaşıp netlik kazanmaya başlıyor. Türkiye'nin ülke ve ulus bütünlüğünü görmezden gelen bu yaklaşım ile Beko fabrikasının yanması arasında ilişki kurmamak elde değil. Bu ülkenin imkânlarıyla dünyanın sayılı şirketleri arasına gir, ondan sonra da kalk Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni yok varsayan uluslararası (üstü) sermayenin emrine gir! Yedirmezler… Koç, üstüne vazife olmayan işlere burnunu soktukça, bu tür olaylar ile daha çok karşılaşmayı beklemelidir diye düşünüyorum… Sadece Koçlar mı, başkalarına da sıra gelecek… Ayrılıkçı Kürt hareketini ve PKK/Kongra-Gel terör örgütünü besleyen Kürt işadamaları ile aynı yolun yolcusu diğerleri de, bu tür olaylar ile karşılaşabilirler diye aklıma geliyor.” TESBİT Mİ, YOKSA GÖZDAĞI MI?.. Evet, yazı aynen böyle... Düşünebiliyor musunuz; İstanbul'da bir "yangın" oluyor, bu yangını hiç kimse umursamıyor ama "Rektör Bey"imiz, internetteki köşesinden "yangınla ilgili tesbit"(!)lerde bulunup, bir anlamda "gözdağı" veriyor "işadamları"na!.. "Sadece Koç mu?.. Başkalarına da sıra gelecek!!!" Bu satırlar bir "tesbit" mi, bir "tehdit" mi, yoksa işadamlarına verilmiş bir "gözdağı" mı?.. Bu satırlar, bir "emekli binbaşı"nın, bir "rektör"ün "üzerine vazife olan işler"den midir?.. Yazacak çok şey var... Ancak, şu kadarını söyleyeyim: Rektör Osman Metin Öztürk'ün, Veli Küçük'le olan ilişkisi, sadece bir "ast-üst ilişkisi"nden ibaret görünmüyor!.. Beko'daki yangın, bir "PKK kundaklaması" mıdır?.. Bunlar, "yeniden araştırılmalı"dır!.. Ama, asıl araştırılması gereken şey; Başsavcı Yalçınkaya tarafından açılan kapatma dâvâsının, "Ergenekon'un neresinde" olduğudur!.. "Bütün"ü görmek için, "ayrıntı"lara dikkat!.. Lütfen, "parça"ları birleştirin!.. -------- AK Parti, kum çuvalı mı? Bir "kavga"da veya "boks ringi"nde, rakiplerden birinin "elinin-kolunun bağlı olduğunu" ve adeta bir "kum çuvalı" gibi dövüldüğünü düşünebiliyor musunuz?.. Bir tarafa, "dur, sen vurma" diyorlar ama öteki taraf, "balyoz gibi yumruk"ları habire indiriyor!.. Olabilir mi böyle bir şey?.. İnsanlığa, adalete, hakkaniyete sığar mı böyle bir durum?.. Ama oluyor... Burası Türkiye... Her şey olabiliyor bu ülkede!.. Bazıları, "kıçı kırık köpek"ler gibi ekran ekran dolaşıp, "yargı süreci" filan ayaklarıyla habire "AK Parti"ye vuruyorlar... Güya, "yargıya saygılı"lar!.. Güya, hakimlere "tavsiye ve telkin"de bulunmuyorlar!.. Güya "İddianame" hakkında konuşmuyorlar!.. Ama, "davanın tarafı" olan "AK Parti"ye, ağızlarına geleni söylüyorlar!.. Bunun adı da, "yargıya saygı" oluyor!.. Severim ben, böyle "saygı"yı!.. AK Parti, "kum çuvalı" mı ki, ona vurmak "hukukî" olacak ama "iddianame"yi eleştirmek "telkin ve tavsiye" olacak?.. Ya bu "ikiyüzlülük"ten vazgeçsinler ya da başkalarından gelecek "eleştiri"lere tahammül etsinler!.. 21\03\2008 vakit | |
22 Nisan 2009, 10:27 | Mesaj No:5 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Ergenekon'u anlayabilmek için 2 temel ilke Emre AKÖZ Ergenekon'un büyük bir şebeke olduğunu biliyoruz. Devletten çıkıp toplumun tüm etkili kesimlerine uzanmış ahtapotun kolları: İşadamları, gazeteciler, üniversite yöneticileri, akademisyenler, sendikacılar, sivil toplum kuruluşu yöneticileri şebekeye dahil edilmişler. ' Dokunulanlar' toplumdaki kafa karışıklığının farkında oldukları için, ' Bu olay Atatürk Cumhuriyeti'ne hiç yakışmadı' filan diyorlar. Ahmakça bir laf ama kanan da yok değil. Anlı şanlı kişilerin gözaltına alınmasını, tutuklanmasını akılları almıyor. Halbuki Türkiye gerçekten bir ' hukuk devleti' olsaydı, kerli ferli Ergenekoncular yıllar önce soruşturulurdu. Eski hesaplar ancak şimdi açıldığı için dosya çok kabarık. Operasyonların sayısı 12'yi buldu ama hâlâ şebekenin tamamına el atılmış değil. Mesela hâlâ medyadaki üst düzey Ergenekonculara ve dostlarına daha dokunulmadı. Hepsinden önemlisi de 'Bir Numara' ve şürekâsı henüz dışarıda. Neyse... Şu iki basit noktayı akılda tutarsanız, ' Koskoca rektör nasıl Ergenekoncu olur' deme naifliğine kapılmazsınız: 1) Bu tip alengirli işlerin beyin takımı, daima iyi eğitim almış kişilerden oluşur. 2) Atatürk'ü seven herkes darbeci değildir ama tüm darbeciler Kemalist'tir. Not: Pazar günü Şener Eruygur'a ' demokrat' diyebilen Atatürkçü Düşünce Derneği afişinden söz etmiştim ya... Mesajını yanlışlıkla sildiğim bir okurumuz şöyle diyordu: "Bunda anlamayacak ne var? Darbe yapmaya demokratik oylamayla karar vermişler." Çok güldüm. Sabah | |
23 Nisan 2009, 19:31 | Mesaj No:6 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
O bizim adamımızdır’ Ahmet KEKEÇ Darbecilikten yargılanan Şener Eruygur Paşa demiş ki, 'O bizim adamımızdır...' Ben Ergenekon iddianamesinin yalancısıyım. Esasında kimin adamıdır, bilmiyorum ama, biraz da benim adamım olmasını isterdim... Başlıktaki 'gizli özne', tahmin ettiğiniz üzere, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı ve aynı zamanda meşruiyeti tartışmalı YARSAV'ın değerli Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu oluyor. Faruk Bey, 'özne' olarak gizli olsa da, varlığı aşikar birisi... Denilebilirse, ortalarda olmayı, demeç vermeyi, eylem koymayı seviyor. Hem cevval, hem atak... Biliyorum, buraya kadar sabrettiniz ama, 'Yine mi Eminağaoğlu?' diyeceksiniz, 'memlekette onca sorun varken, yeri ve zamanı mı?' Haklısınız... Bir tek 'özne'ye saplanıp kalmanın tehlikeleri var; zamanla bıkkınlık uyandırabilir, yazarını 'kendi yetersizliğini başkalarını eleştirerek kamufle etmeye çalışan takıntılı, saplantılı biri' haline getirebilir, böyle algılanmasına yol açabilir. Fakat, Faruk Bey de iki dakika durmuyor ki birader. Geçen hafta yine gündemdeydi. Basın toplantıları düzenledi. Demeçler verdi. Hükümete çaktı. Ergenekon soruşturmasına verip veriştirdi. Hızını alamadı, bir de, Mehmet Haberal sempatizanlarıyla birlikte 'Ergenekon karşıtı' gösteriye katıldı. Öyle gayretli ki, bizim yazma hızımız, onun 'faaliyet hızı'na yetişemiyor... Dün, bir internet sitesinde hakkında yeni iddialar okudum. İnanmak istemedim... Ömer Faruk Bey, güya seçimlerden önce telefonla randevu alıp CHP Genel Merkezi'ne gitmiş ve Deniz Baykal'a bir dosya iletmiş. CHP Genel Sekreteri Önder Sav'la da bazı belediye başkanı adaylarının belirlenmesi hususunda fikir teatisi yapmış. İnanılır gibi değil... Mesela, Ergenekon soruşturması kapsamında 7 Ocak 2009'da gözaltına alınan Engin Aydın'ın avukatıyla (güya) telefonda görüşüp, 'Emniyetteki sorguda ne sorulursa sorulsun cevap vermesin' tavsiyesinde bulunmuş ki, şakası bile korkunç... Biraz yukarıda, 'esasında kimin adamıdır, bilmiyorum' demiştim. Empati kurmak için böyle söyledim. Elbette 'hukuk'un adamıdır. Her daim 'hukuk'un yanındadır. Böyle olmak ödevinde ve mecburiyetindedir. Balbay'a destek verirken de, olup bitenlerden dolayı İlhan Selçuk ve takımına 'üzüntülerini' bildirirken de, Sabih Kanadoğlu'nun sağ omuzunda objektiflere poz verirken de, bazı Ergenekon sanıklarına kol kanat gererken de sadece 'hukuk hassasiyeti'yle hareket etmekte ve takdir toplamaktadır. Kendisine bazı sorularım var... Bunları yanıtlarsa, (ihtiyacı yok ama) fakirin de takdirini kazanacaktır. BİR- Ergenekon soruşturmasının 'polis' tarafından yürütüldüğünü iddia ediyorsunuz. Onca meslektaşınızı yok mu sayıyorsunuz? İKİ- Darbe günlükleriyle suçüstü yakalanan Mustafa Balbay'la dayanışma görüntüsü vermekten bir an bile tereddüt etmediniz. Bunu 'basın özgürlüğü'ne olan düşkünlüğünüze verip üzerinde durmadık. Mağdur konumdaki başka gazeteci ve yazarların yanında niçin göremiyoruz sizi? ÜÇ- Mütemadiyen 'yargının bağımsız olduğunu/olması gerektiğini' söylüyorsunuz ve yazıyorsunuz... Kaçtır '28 Şubat brifinglerini' hatırlatıyorum size. Bu brifingleri 'yargı bağımsızlığı' çerçevesinde nasıl telif ediyorsunuz? Sorularım şimdilik bu kadar... Star | |
23 Nisan 2009, 19:35 | Mesaj No:7 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Habere göre... Ergenekon soruşturmasının firari şüphelisi Bedrettin Dalan, Kasım 2008’den beri ABD’de bulunuyormuş... Ocak’ta Ergenekon’un 10’uncu dalgasında İstek Vakfı ve... Yeditepe Üniversitesi’ndeki ofislerinde arama yapılan Bedrettin Dalan, yaptığı açıklamalarda Ocak sonunda yurda döneceğini söylemiş. Söylediği tarihte yurda dönmeyen Dalan, son yaptığı açıklamada ise ABD’de diş tedavisi gördüğünü belirtmiş. * * * Dalan dönmedi ama... Egenekon, Dalan’ın üzerine döndü... İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne dün sabah gelen bir ihbar üzerine mülkiyeti İstanbul Eğitim ve Kültür Vakfı’na (İSTEK) ait, ancak ikinci derece askeri bölge olan Beykoz Poyrazköy’deki arazide yapılan kazılarda iddiaya göre Ergenekon soruşturmasının en büyük cephaneliği ele geçirildi... Üstelik... İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün sürdürdüğü kazı daha bitmedi... Hava şartları nedeniyle ara verilen kazı bugün de sürecek... İstek Vakfı, cephanelik çıkan araziyi 1992’de aldığını söylüyor... Dalan ise 19 yıl önce yani 1990 yılında 17 milyon dolara aldıklarını belirtmekte... Üstelik buranın 19 yıldır da askeri bölge ilan edildiğini vurgulamakta... O zaman niye satın aldılar, o da net değil... Askeri bölge ilan edildiyse, neden hala kamulaşmadı? Mülkiyet neden İstek Vakfı üzerinde görülmekte? Bir ton soru... * * * Arazinin mülkiyeti gibi arsadan çıkan cephanelik de tek adımda çözülecek gibi durmuyor... Dalan’a göre burası, ‘SAT komandolarının eğitim alanı’... Eğitim alanına gizlenen bu Ergenekon cephaneliği ne? Cephaneliği kim, ne zaman, ne amaçla buraya gömdü? * * * Soruya cevap arayanlar... Kazı çalışmaları ile ilgili olarak, ikisi emekli dördü muvazzaf altı kişiyi gözaltına aldılar. Muvazzaf subaylardan ikisinin yarbay, ikisinin de binbaşı rütbesinde olduğu öğrenildi. Emekli Deniz Binbaşı Levent Baktaş’ın evindeki arama da soruşturmaya bağlanıyor... Levent Bektaş’ın eski bir SAT komandosu olduğu söyleniyor... Dalan, SAT komandoları, Ergenekon... Allah Allah, nereye dalan? * * * Bugün ne? 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı... Yani... Hákimiyet-i Milliye Bayramı... TBMM’nin açılışını, halk egemenliğini kutluluyoruz... xxxxxxxx Türkiye Büyük Millet Meclisi... Tüm üyeleri halkoyuyla seçildiği için demokrasinin mabedi... Ama... Birileri araya dalmasa... * * * Ergenekon... Hákimiyet-i Milliye bayramını... Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM’nin açılışını ilga etmeye yönelik bir çeteleşme. Halk iradesi hoşlarına gitmiyor... Demokrasi de... Birileri, dişinden mustarip olduğu için Türkiye’ye gelemeyen Ergenekon şüphelisi Dalan’ın tarlasından... Su altından... Rejime dalmaya çalışmakta... * * * Halk egemenliğini hala tesis edemediğimiz yeni bir 23 Nisan daha... Hala halka karşı... Hala halk iradesine karşı dalan dalana... Hep birlikte bunlara sormalıyız: Hoooop hemşerim, nereye dalan? * * * Bir de bunu meşru bulanlar var... Meseleye laik cumhuriyet açısından bakıp, darbeciliği şeriat avcılığı gibi sunanlar... Arama tarama işlerindeki özensizliğe hassas ama cephaneliklere lakayt bir çevre... Onlar için rejime aşağıdan silahlı dalmak serbest, hatta meşru. Silahlar... Cephanelikler... Danıştay baskınındaki cinayetin Ergenekon’a bağlanması da... Onlar için sessizliğe dalma vesilesi... * * * Hálbuki... Ergenekon davası... Demokrasi düşmanlarına... Belki de ilk kez... İri bir hukuksal sesle... ‘Nereye dalan’ diye seslendiğimiz bir süreç... Hoooop hemşerim, nereye dalan? 23.Nisan.2009 06:56:20 MEHMET ALTAN STVHABER. | |
24 Nisan 2009, 11:38 | Mesaj No:8 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Haberal çok iyi insan, Türkan abla saygın hoca, Dalan abi karıncayı incitmez... ETÖ lafına gıcık olan Bremen mızıkacıları işi sulandırma gayretlerini artırıyor. Mızıkanın başında da iki mahalle arasında nereye yaranacağını bilemeyen bir beynamaz var. Türkan ablasının cübbesinden her gün yeni tavşanlar çıkarmaya çalışıyor. Türkan abla hasta, Türkan abla yaşlı, Türkan abla şefkat abidesi, Türkan abla kimsesizlerin kimsesi, Türkan abla kızların geleceğinin teminatı, Türkan abla iyilik meleği... ÇYDD’nin burs verdiği PKK’lıları görmezden gelen, cumaya gidiyor diye bursları kesilen öğrencileri umursamayan, oruç tuttuğunu fark ettikleri öğrencilerin evden atılmasını sorgulamayan, burs verilen öğrencilere İncil dersleri yapılmasından rahatsız olmayan bu beynamaz mızıkacıbaşı için varsa yoksa Türkan ablası. Türkiye Cumhuriyetinin savcılarına işbirlikçilik ve yandaşlık ithamında bulunmaktan çekinmeyen mızıkacıbaşı, Türkan ablasından sonra şimdi de Dalan abisinin derdine düştü. Darbe üstüne darbe yiyen mızıkacılar Bedrettin Dalan’ı da nasıl savunacaklarını şaşırmış durumda. Dalan’a ait vakfın sınırları içindeki araziden çıkan lav silahları, bombalar ve mühimmatları yeterli bulmayan mızıkacılar bu kadar silahla ne olur ki demeye de utanmıyor. Sevgili mızıkacılar acaba sizi ne kadar silah ve bomba ikna eder ? Mesela kazılardan tank çıksa sizi keser mi ? Maalesef mızıkacılar bu soruların uzağından yakınından geçmiyor. Onların elindeki tek kozları yaşlılık, hastalık ve iyilik. Haberal için de aynı gerekçeler sıralandı. Şimdi Dalan’a methiyeler düzülüyor. Beynamaz mızıkacıbaşı yine bayraktarlığı kimseye kaptırmıyor. Bu arada can derdine düşen Dalan yurtdışından mesaj gönderiyor. Tedavi gördüğü Amerika’da doktoru Dalan’a; Haberal’ı sormuş ve ‘o dünyaca ünlü bir hekim siz adamı hapse atıyorsunuz, nasıl bir ülke sizinki’ demiş. Haberal çok iyi insan, Türkan abla çok saygın hoca, Dalan abi karıncayı incitmez... Eminim öyledir. Zaten kimse onların iyiliklerini sorgulamıyor. Kimse bu saygın insanlara sen şu hastaya kötü davranmışsın, sen şu öğrencinin kulağını çekmişsin demiyor ki zaten. Mızıkacıların artık parçayı değiştirmesi lazım. Tutuklananların bile önlerine konulan deliller karşısında küçük dillerini yutup ‘biz onları yok etmiştik’ nevinden şapa oturma alametleri sergiledikleri bir ortamda, ETÖ iddiasıyla yargılananların iyiliklerini dillerine pelesenk eden mızıkacılar mesela şu soruların cevabından başlayabilir. Ele geçirilen günlüklerde yazılanlar ne anlama geliyor ? Ses kayıtlarında bütün milletin ağzı açık dinlediği konuşmalar ne anlama geliyor ? Bu ses kayıtlarında adı geçtiği iddia edilen kişiler niçin teknik inceleme isteyip kayıtlara itiraz etmiyor ? Tutuklanan kişilerin evlerinde kazı yapılan yerlerin krokileri ne arıyor ? Dalan’ın vakfına ait arazide bu kadar mühimmat ne arıyor ? Kim 19 sene önce 17 milyon dolar para bastırıp arazi satın alır da sonra burayı kendi haline bırakır ? Bu arazide lav silahlarının işi ne ? İnsan niye bu kadar silahı toprağa gömer ? Bu kadar lav silahı ne için saklanmış olabilir ? Jandarmaya ait silahların nasıl oluyor da önce PKK, sonra Hizbullah tarafından kullanıldığı tespit ediliyor ? ÇYDD’nin burs listesindeki bazı isimlerin kenarına ‘PKK’lı’ diye not düşülmesi ve bu kişilere burs verilmeye devam edilmesi ne anlama geliyor ? Bu sorular buraya sığmaz... Mızıkacılar bırakın ‘iyilik’ edebiyatını. Beynamaz mızıkacıbaşı gördün mü; “Vay baba... neler dönmüş neler ?” 23.Nisan.2009 13:17:25 ABDULLAH ABDULKADİROĞLU. STVHABER. | |
24 Nisan 2009, 11:39 | Mesaj No:9 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Dalan’ın arazisini sürmüşler! Abdurrahman DİLİPAK Moda tabiri ile Dalan'ın arazisini sürmüşler.. Hem de kim biliyor musunuz, TSK.. Dalan'ın niye gelmediği şimdi daha iyi anlaşılıyor.. Yeditepe Üniversitesi ve okullarına, terör örgütüne yardım ve yataklıktan el konulur ve bu okullar Milli Eğitim'e devredilir, üniversite devletleştirilirse şaşırmayın.. Dalan ANAP'tan Belediye Başkanı adaylığı için başvurduğunda adaylık parasını kim yatırmıştı? Ünlü bir iş adamı.. Mesut Yılmaz'ın kadim dostu biri.. Seçim masraflarını kim yaptı. İkitelli'de sanayi siteleri inşa edilirken bir kooperatifin, Dalan'a som altından basının gözü önünde kocaman bir heykelcik takdim ettiği dedikodusu dolaştı bir ara.. İSTEK Vakfı sonraki döneme ait.. Yeditepe Üniversitesi de öyle. 28 Şubat'ın darbe toplantılarına da ev sahipliği yaptı orası.. Bir çok emekli paşa, şaibeli kişiye yuva oldu.. İSTEK Vakfı tek başına Dalan'ın işi değil. Aydın Doğan da, Koç ailesi, Kıraç da vakfın yönetimindeydi.. Mesela Koman, Çevik Bir filan da oradaydılar.. Arama yapılan yerle ilgili kroki aslında Dalan'ın ofisinde ele geçirilmişti. Sonra bir ihbar mesajı geldi. Şimdi iş ortaya çıktı. İddiaya göre başka silahlar ve hatta cesetlerin gömüldüğü yerler var arazide.. Dalan artık bundan sonra zor gelir.. 'Oradan benim haberim yok' dese de bu arazinin tapusu Dalan'a ait.. 2B'lik bir araziye tapu nasıl alınmış o ayrı bir hadise.. Tapulu bir araziye TSK nasıl el koyar, o da ayrı bir soru işareti.. Hadi askeriye el koydu, kimse giremiyor, kuş uçurtmuyorlar. Bölgede SAT komandoları devriye geziyor, elektronik gözlerle alan sürekli denetleniyor, iş makinaları ile yapılan bir kazıda saatler süren bir çalışma sonucu çıkartılan bu silahlar oraya ne zaman, nasıl ve kimler tarafından gömüldü. Dalan oraya hiç gitmediğini söylüyor ama, Bedrettin Dalan'ın arazisinde tenis kortu yaptırılmış. Beykoz Poyrazköy Keçili Deresi mevkiindeki, Bedrettin Dalan'ın İstek Vakfı'na ait tapulu araziden, Çobançeşmesi Devlet Ormanı içinde İstanbul Boğazı'na nazır 75 bin 200 metrekarelik alandan söz ediyoruz.. Basına yansıyan haberlere göre “Arazide imara yönelik ciddi düzenlemeler yapılmış. Helikopter pisti ve tenis kortu inşa edilmiş. Milli Savunma Bakanlığı araziyi kamulaştırma amacıyla İstek Vakfı'na 2008'de dava açmış. Ancak vakıf, üniversite yapmak için bazı girişimlerde bulunmuş.” Yani Dalan'ın bilgisiz ve ilgisiz olduğu bir alan değil.. Askerlerin gözetimindeki bir bölgede silah çıkması, Dalan gibi TSK'yı da zan altında bırakıyor.. Aslında bu araziyi kimden, nasıl ve kaç liraya aldığına da bakmak gerek.. TSK neden o sırada sürece müdahele etmemiş ve rüçhan hakkını kullanmamış? Arazide bir de ceset bulunursa, iş TSK ve Dalan'ı da aşar.. Orman arazisinin kişilere nasıl tapulandığı ve bu arazinin daha sonra Dalan'a nasıl geçtiği ve TSK'nın kendisine ait olmayan bir araziye nasıl el koyduğu; o silahların ne zaman, nasıl, kim tarafından, niçin gömüldüğü; varsa cinayete kurban giden şahsın kimliği, cinayeti kimin niçin, ne zaman, nasıl işlediği; buna benzer örneklerin daha başka noktalarda da olup olmadığı, bu işlerin Ergenekon'la ilişkisi gibi bir çok soru atılacak ortaya.. Hadi Saylan ve Haberal'a sahip çıktıkları gibi şimdi Dalan'a da sahip çıksınlar bakalım! İddialara göre Ergenekoncular 1 Mayıs'la birlikte düğmeye basmaya hazırlanıyorlar. 20 Mayıs'a kadar da ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar.. Biliyorsunuz 17 Mayıs'ta Ankara'da bir miting hazırlığı içindeler.. Çok fazla köşeye sıkıştılar ve paniklediler.. Her şeyi yapabilirler.. Gelen haberlere göre savcılıklara yağmur gibi ihbar mektubu geliyor. Her gün bir çok tanık çıkıyor ortaya.. Bu süreçte savcılıklara ulaşan bilgiler ve belgeler ışığında, mevcut tutukluluların birkaç katı yeni tutuklama gündemde. İşin media, siyaset, bürokrasi, ve muvazzaflarla ilgili kısmı hazır.. Ergenekoncular ve ETÖ'nün avukatlığına soyunanlar artık gerçeği görmeliler.. Yapacak hiç bir şeyleri yok. Şanslarını kaybettiler.. Artık dokunulmaz değiller.. Deniz bitti.. Direnecek olurlarsa kendi başlarını belaya sokarlar.. Her şey Ümraniye'de ele geçen bombalarla başladı. Siz bunu Dink cinayeti ya da “İyi çocuklar”ın işleri ile de başlatabilirsiniz.. Gölbaşı'nda, Eskişehir'de, Sincan, Sakarya, Poyrazköy, Beykoz, Yeditepe'de ele geçen silahlar, belgeler, sona gelindiğini göstermiyor. Bunların hepsi öncü sarsıntılar.. Daha işin başındayız.. Ulusalcıların 17 Mayıs Ankara çıkartması, dünden bu güne geriye “kaç kişi” kaldıklarını gösterecek.. Gelişen olaylar karşısında hangi gazetede kim ne yazıyor, hangi kanalda kim ne söylüyor, hangi politikacı kimin yanında duruyor, hangi örgüt kime destek veriyor, bütün bunlar kimin “kim” olduğunun ipuçlarını veriyor aslında.. Bu tartışmalar ışığında toplum kendi ülkesinin gerçekleri ile yüzleşiyor.. Bu da başlı başına bir kazanç.. Selam ve dua ile.. Vakit 24.04.2009 | |
24 Nisan 2009, 11:41 | Mesaj No:10 |
RE: Ergenekon Terör Örgütü İle İlgili Yazarlardan İktibas Yazılar
Ergenekoncu dostlar dayanışmasına darbe... Hüseyin GÜLERCE Artık iyice inandım ki, Ergenekon davasının arkasında çok güçlü bir irade var. Son olarak İstanbul Beykoz'da, Dalan'ın İstek Vakfı'na ait arazide ortaya çıkarılan cephanelik de gösteriyor ki, o irade; Ergenekoncu dostlar dayanışması ile alay ediyor. Başta Baykal olmak üzere, belli medya ile oynuyor. Adeta onlara Çin işkencesi uyguluyor. Sanki masanın üzerinde bir strateji var. İnce elenmiş, sık dokunmuş... Psikolojik harp ise, psikolojik harp... Taktik ise taktik... O irade o kadar akıllı, o kadar tecrübeli, o kadar işinin ehli ki, şapka çıkarmamak mümkün değil. Adeta, bu dava sürecinin, aynı zamanda kimin kim olduğunu iyice ortaya çıkarmasını da gözetiyor. Birkaç gün önce Yalova'da 30 yıllık bir ahbabım ile ayaküstü konuşuyorduk. Benden on yaş kadar büyük. Tanıştığım ilk yıllardan beri Adalet Partisi çizgisinde. Vefalı bir partili. Ergenekon davasından öyle etkilenmiş ki. "Bu dava bizim gözümüzü açtı." diyor. "Yıllarca biz kimin arkasından gitmişiz?" diyor. "Bu Demirel'e nasıl da inanmıştık." diyor. "Biz onu darbe mağduru biliyorduk, meğer kimlerle berabermiş, kimlere cesaret vermiş, gerçek yüzü neymiş, bütün bunları şimdi öğreniyoruz." diyor. Ama öyle kandırılmışlığın pişmanlığı falan yok üzerinde. Tam tersine, hakikati öğrenmenin mutluluğu var. Ergenekon davasının daha şimdiden büyük bir hayra hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Darbelere karşı olduklarını söyledikleri halde, yıllardır darbe teşvikçiliği yapan çifte standart sahibi aydın tipleri, darbecilerle iş tutan, koltuklar için yanıp tutuşan sivillerin karakterlerini bütün çıplaklığı ile teşhir ediyor. Bu dava süreci, halkın demokratik şuurlanmasını hızlandırıyor. Türkiye'de asıl mücadelenin demokrasi isteyenlerle statükocular arasında olduğunu gözler önüne seriyor. Kim gerçekten özgürlüklerden yana, kim askerî vesayetin hınk deyicisi apaçık ortaya çıkıyor... Bu ülkede hiçbir olay, ikiyüzlülükleri böylesine açığa çıkaramazdı. Son on gündür Ergenekoncu dostlar dayanışmasının, pes artık dedirten en büyük gözbağcılığını dinliyoruz, seyrediyoruz... 12. dalga operasyonu, onlara, Türkan Saylan ve Mehmet Haberal üzerinden aylardır aradıkları duygu sömürüsü fırsatını verdi. Ergenekon davasını sulandırmak, örtbas etmek için, savcıları, yargıçları sindirmek için, "biz demedik mi, siyasî bir dava" demek için ve kamuoyunun kafasını karıştırmak için aradıkları malzemeyi bulmanın sevinciyle sahne aldılar. Ama nedense bu cephanelikler için suspus oluyorlar. Mesela Sayın Demirel, Sayın Baykal, medyamızın mümtaz şahsiyetleri, bulunan bu silahlar için tek kelime etmiyorlar. Sonra şu Yargıtay'ın talebi üzerine Danıştay saldırısının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi kararı... Başta dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Sayın Baykal, yine belli medyanın yayın yöneticileri, başyazarları, kendilerini Cumhuriyet'in asıl evlatları gören yazarları, o saldırının ardından neler demişlerdi, hatırlayınız... Saldırgan "Allah'ın askeri"ydi, cinayeti başörtüsü için işlemişti. Laikliğin nasıl bir tehdit ve tehlike altında olduğu artık besbelliydi. Ehli vatan, ehli laik susacak mıydı? AK Parti iktidarı artık ayağını denk almalıydı. Falandı.. filandı.. Kırık plak yine dönüyordu... Şimdi ne oldu? Meğer saldırgan "Ergenekon'un askeri"ymiş. Babası bile "Evet, oğlumu Ergenekoncular kullandı, ilaç verdiler, hipnoz ettiler." demeye başladı. Sayın Baykal, Ergenekoncu dostlar dayanışmasının temsilcisi sıfatıyla size sormalıyız: Danıştay saldırısının Ergenekon davası ile birleştirilmesine ne diyorsunuz? Bulunan cephanelikler için ne diyorsunuz? Binlerce faili meçhul cinayetin aydınlatılamaması için ne diyorsunuz? Sayın Ergenekon dostları, harç bitiyor, inşaata paydos denilmek üzere, hâlâ anlamıyor musunuz? Gittiğiniz yolun, çıkmaz sokak olduğunu görmüyor musunuz? Zaman | |
Konuyu Toplam 4 Kişi okuyor. (0 Üye ve 4 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Hamas terör örgütü değildir | Kara Kartal | İslami Haberler | 3 | 26 Ekim 2023 19:15 |
Tebessümlük yazılar... | MERVE DEMİR | Komik Paylaşımlar | 18 | 04 Ekim 2023 22:44 |
Terör Örgütü Salih Müslim Yakalandı ve Hemen Serbest Bırakıldı. | nurşen35 | Gündem/ Manşetler | 1 | 27 Şubat 2018 15:59 |
Taraf Gazetesinden İktibas Yazılar | MERVE DEMİR | Makale ve Köşe Yazıları | 5 | 26 Temmuz 2009 08:03 |
Masonluk, Ergenekon'un neresinde? | CaferTayar | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 31 Temmuz 2008 09:54 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|