|
Konu Kimliği: Konu Sahibi HALUK GÜMÜŞTABAK,Açılış Tarihi: 30 Aralık 2009 (20:10), Konuya Son Cevap : 03 Ocak 2010 (13:04). Konuya 12 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
30 Aralık 2009, 20:10 | Mesaj No:1 |
Kur'anı doğru anlamada takip edilmesi gereken yol nasıl olmalıdır? KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR? Bizler kur’anı yani rabbin ayetlerinde emrettiklerini nasıl anlamalıyız? Bazılarının söyledikleri gibi gerçekten kur’anın muhkem ayetleri, aklı başında olan herkesin okuduğun da anlayabileceği bir şekilde gönderilmemiş midir? Ayetler açık ve anlaşılır bir şekilde verilmeyip, sözcüklerinin ardından mı bazı anlamlar çıkartılır? Bunları da herkes anlayamaz, çok özel veli insanlar mı anlar? Sanırım bu sorulara Kur’an ışığında bir cevap alırda ondan sonra Kurana bakışımızı ve ondan nasıl faydalanacağımızı bilirsek, azami fayda sağlayabiliriz. Eğer daha baştan Allahın kelamını bizler anlayamayız dersek, sanırım Rabbin kuranın ipine sarılın emrini yerine getirip, ona ulaşacak yolu bulmamız imkânsız olacaktır. Hiçbir kitabın yazarı yazdığı kitabı zor anlaşılsın ve toplumun büyük bir kısmının anlamayacağı şekilde yazmaz, hele bu kitabın sahibi Yüceler Yücesi Rabbim ise bu imkânsız, bunu söylemekle ona saygısızlık yaptığımızı unutmayalım. Kur’anın anası olan, bizlerin iman adına sorumlu olduğumuz muhkem ayetler için bakın Rabbim ne diyor? Kamer 40: Yemin olsun ki biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var. Rabbim bu cümleyi kur’anın birçok yerinde defalarca yemin ederek tekrar ediyor, peki bizler ne diyoruz? Kur’an herkesin anlayacağı bir kitap değildir. Onu her kez anlayamaz onu veli insanlar anlar. Peki, Rabbin yemin billâh ederek defalarca söylediği sözlere uyuyor mu bu düşünce? Uymadığı çok açıkta, bizler neden bunları gördüğümüz halde Rabbim e inanmak yerine beşere inanıyoruz? Sorunun cevabını buna inananlar versin ve akşam kafayı yastığa koyduğumuzda lütfen yaptığımız bu yanlışın idrakine varmaya çalışalım iyice düşünelim. Şimdide kur’anın diğer ayetlerini hatırlayalım acaba gerçekten anlaşılır ve bizleri ilgilendiren her konuda örnekler verdiğini mi söylüyor, yoksa özet bir şekilde mi ayetler indirilmiş. İsra 89: ; Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Araf 174: Biz, ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler. Zümer 27: Andolsun, biz bu Kuran'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır Nisa174; Ey insanlar, bakın size Rabbinizden kesin bir delil geldi; size açık bir nur indirdik Kalem 52: Hâlbuki o (Kur'an) bütün akıllı âlemler için bir öğüttür. Abese 11–12: Hayır; çünkü o (Kuran), bir öğüttür. Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın. Yukarıdaki ayetleri bakalım, Rabbim her örnekten insanlara çeşitli açıklamalar yaptım diyor, gerçi ayetin sonunda çoğu inkârda ayak direttiler diyerek her şeyi çok iyi açıklıyor. Biz sizlere gerekeni, bizlere lazım olanı açık açık bildiren öğütler indirdiğini söylüyor. Her türden örnekleri verdik ki düşünüp öğüt alsınlar diyor. Ama bizler öğüt alınacak kitaba anlaşılması zor, herkes anlayamaz diyoruz. Her benzetmeden nice örnekler verdik diyor. Yine kesin bir delil, açık bir nur indirdiğini belirtiyor. Bu kitap aklı başında olanlar için öğüt olduğunu söylüyor ve düşünüp aklımızı kullanarak öğüt alabileceğimizi sizce daha nasıl söylesin Rabbim? Hatırlayınız bu sözler, kur’anı her kez anlayamaz, orada her şey yoktur özet bilgidir diyenleri destekliyor mu? Desteklemediği halde bizler nasıl olurda kelimelerin, sözlerin arkasından anlamlar çıkarıp Kuranı bir bütün olarak düşünmeyi bırakıp da söylenenlere inanıyoruz? Allah yapılmasını istediği konularda, detaylı açıklama yaparak açıkça sizlere izah ederim, bunu da değişik örneklerle anlatırım diyor. Sizlere kur’andan birkaç örnek vermek istiyorum acaba kur’andan hatırlatacağım bilgiler, özet anlatımlı bir kitabın bilgilerimi, yoksa çok önemli detaylar mı karar sizlerin. Bakara suresi 233. Lokman 14. ayette annelerin çocuklarını iki yıl emzirebileceğini söyler. Nisa 23. ayette evlenilmesi haram kılınanlar içinde sütanne ve de sütkardeşle evlenilemeyeceğini açıklar. Acaba günümüzde kaç kişi sütkardeşiyle evlenme riskiyle karşı karşıyadır ki bu dahi açıklanmıştır? Namazlarımızda okuyacağımız duanın ses tonunun nasıl olacağını dahi açıklayan bir kitap, sizce özet bilgi olup bizlerin iman adına her şeyin olmadığı bir kitap mıdır dersiniz? Mirasımızı nasıl dağıtacağımızdan tutun, eşinden ayrılan bir kadının bekleme süresini bile bildiriyorsa, lütfen bu kitap için özet bilgidir, her şey yoktur demeyelim. Bizlere öğretilenleri kur’anda bulamadığımızda, bakın demek ki her şey kuranda yokmuş demeyelim, söylediğimiz sözlerin yanlışlığının farkına varalım artık. Allah kur’anda emretmediği hiç bir şeyden sorumlu tutmayacağını açıkça söylüyor ve sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, bu kitabın muhkem ayetleri anlaşılır ve açıktır. Bu kitapta bizlerin sorumlu olduğu her şey vardır. Bakın sizlere kelimelerden medet uman, Rabbim in apaçık ayetlerine, sözlerine uymak yerine, ayetlerin içindeki kelimelere hiç açıklanmayan anlamları kendilerince verdikleri bazı ayetleri sizlere hatırlatmak istiyorum. Ayetlerde geçen kelimelere verilen anlamlar, acaba kur’anın bütünlüğüyle uyuşuyor mu bunun kararını sizler veriniz. Rabbim apaçık izah ederim örnekler veririm dediği halde, acaba bazı ayetlerde bunun tersini yaparak bazı hükümleri, farzları ya da haramları kelimelerin ardında gizleyip, gizlice bizlere vermeye çalışır mı onları anlamaya çalışalım. Nur 31: Mümin kadınlara söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar……. Bu ayette geçen HIMAR kelimesine bir kısım insanlar örtü bir kısmı da hayır başörtüsüdür demişler. Bizler kur’anın anlatım ve izahını hiç unutmadan, ayetleri anlamaya çalışırsak buradaki hımar kelimesi her iki anlamda da olsa, bizlere ayetin önce ne emrettiğine bakmamız gerekmez mi? Burada göğüs kısmının örtülmesi emrini veren Rabbim başın örtülmesini de isteseydi açıkça söyleyemez miydi? Hani her şeyden nice örnekler vermişti, hani ayetler açık seçikti, kesin bir delildi kur’an, hani her şey örneklerle anlatılmıştı? Bir kelimeye başörtüsü demekle ancak ayeti kendimize uydururuz ama ayete uymamış oluruz bunu unutmayalım. Kur’an farz bir emir veriyorsa bırakın dolaylı anlatımı, bu konuda nice örnekleri değişik ifadelerle verdim demiyor muydu? Neden kur’anın hiçbir yerinde, hiçbir ayetinde kadının başının örtülmesi emredilmezde, göğsün örtülmesi emrinde cümlenin yüklemi dahi olmayan, yani cümlenin yapılması istenen iş ya da oluştan bahsedilmeyen bir anlamı, asli anlamda yani cümlenin emri olmayan bir konumda telaki etmemiz, düşünmemiz neden istenir? Doğrusu bunu hiçbir şekilde anlayamıyorum. Düşünün lütfen Allah kur’anda emrettiği onca farz görevi, apaçık birçok örnekle anlatıyor bizlere, ama kadının başını örtmesini göğsün örtülme emrini verdiği cümlesinde gizlice emrediyor öylemi? Bunu akıl ve mantıkla, kur’anın anlatım şekliyle nasıl bağdaştırırız? Yorum sizlerin. Yine kadının regli halinde ibadet edemez hükmünü, Rabbim kuranın hiçbir yerinde söylemediği halde, bakın yine nasıl bir kelimeden yola çıkarak bizlere, bu durumdaki kadın ibadet edemez demişlerdir. Bakara 222: Sana âdet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsızlık veren bir haldir. Hayızlı(regli)oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin." Şu bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever. Lütfen iyice düşünelim, Rahman bu durumda kadının ibadet etmesini yasaklasaydı böylemi anlatırdı bizlere? Bu ayeti okuyan tarafsız her insan bu haldeyken ilişkinin yasaklandığını ve ilişkiye girmeden temizlenilmesi gerektiğini anlar. Nasıl olurda kur’anın hiçbir yerinde kadının bu haldeyken ibadetini yasaklar tek bir sözü olmadığı halde, buradan bu yasağı çıkarırız? Hatırlayın yukarıdaki ayetleri, hani her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle vermişti rabbim kuranda? Kur’anı hatırlayın, kadın bu halinde ibadet etmemesinin nedeni cünüp haliyse, neden Rabbim cünüplük halini cinsel birleşme ile anlatmışta kadın bu halinde de cünüptür dememiştir, bunu hiç düşündük mü? Neden gusül abdesti almamız şartlarında kadının bu halini saymamıştır? İşte bir kelimeye anlamlar yüklediğimizde bakın Kuran ile nasıl çelişiyor. İçimize sokulan bu hurafelerin kaynağı çok uzakta değildir. Tevrat tı okuyan bir kişi, tüm bu yanlış itikadın buradan içimize Yahudiler tarafından sokulduğunu çok net görecektir. İman ettiğimiz kitap Kur’an ise, bu söylenenlere iman etmek kur’an ayetlerine ter düşer. Yine aynı yanlışı bakın bu ayette de yapıyoruz, kur’anı bir bütün olarak asla düşünmeden, kelimelerin ardına koskoca bir bilinmez anlamlar yükleyerek bakın nelere inanıyoruz? Haşr7:… Resul size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah'tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Şimdi lütfen düşünelim, peygamberimiz bizlere ne ile hükmetme görevi almıştı? (Maide suresi 49 Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma…) (Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.) ( Enam 19: Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.) (Enam 50: Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!") (Araf 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun..) (Kehf 27. Rabbinin kitabından sana vahye dileni oku.) (Enbiya 45 De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum.) Bu ve buna benzer daha birçok ayetler dururken, ne verdiyse alın sözünden günümüzdeki Kur’ana uymayan, hatta kuranda hiç bahsedilmeyen sözlere, hadislere nasıl inanıp ve gerçekten peygamberimiz sözü olduğuna güvenip de bu sözlere iman ederiz? Peygamberimiz apaçık bizleri Kur’anla uyarma, hükmetme görevi aldığını gördüğümüz halde onca ayeti nasıl bir kenara koyarda söylenenlere inanırız, bunu rabbim e hiç kimse izah edemez. Bugün peygamberimizin sözüdür diye bizlere anlatılan tüm sözlerin onun sözü olduğuna, Rabbim gibi kefil olan var mı? Bu garantiyi kimler verebilir? Hani rabbim elçisine sana indirdiğim sözlere bir kelime eklersen senin canını alırım demişti. Ne oldu da kur’anın dışından sözlerin peygamberimizin sözü olduğunu iddia ediyoruz? Unuttuk mu tüm bu ayetleri? Rabbim elçisine, topluma sana indirdiğimle hükmet demesinin hiçbir hükmü yokta, kur’anın hiç bahsetmediği konuları peygamberimizin üzerinden nakledilmesine nasıl seyirci kalırız da bu sözlere inanırız? Hani o güzel peygamberimiz bir hadisinde, benim sözlerim olup olmadığını kuran ile karşılaştırınız diyordu, ne oldu peygamberimizin bu sözü de mi unutuldu? Şimdide yine bir başka kelimenin ardına, kendi düşüncelerimizi nasıl yüklediğimiz örneğini vermek istiyorum. Nur suresi 31. ayette geçen (görünen kısımlar müstesna) sözünden ne kastettiğini bakın nasıl açıklıyoruz ve diyoruz ki; Görünen kısımlar müstesna sözüyle Allah el yüz gibi açıkta kalması gereken yerlerden bahsediyor diyoruz. Peki, o kelimenin önünde nelerden bahsediyordu ona bakalım.( Süslerini/ziynetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar.) Değerli arkadaşlarım Allah süslerinin görünen kısımları müstesna açmasınlar diye apaçık söylüyor, bizler kalkıp hiç konusu bile olmayan, bahsedilmeyen bir kelimeye kendimizce anlamlar veriyoruz ve diyoruz ki, kendiliğinden görünen kısımlar sözüyle Allah kadının yüzü ve ellerinden bahsediyor. Rabbim böyle olsa bizlere bunu söylemezmiydi? Hani her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu? Ayetin devamını okuyan süsler kelimesinin bir cinsel bölge olduğunu çok rahat anlayacaktır, yeter ki tarafsız okuyalım. Peki, bunu yaptığımızda kurana mı uymuş oluyoruz, yoksa kuranı kendimize mi uydurmuş oluyoruz? Karar sizlerin. Yine Ahzap suresi 59. ayette kadının giyimi ile ilgili cümlenin bir kelimesini alıp, (dış elbiseleri (cilbab) sözüne öyle anlamlar yüklüyoruz ki, Rabbin asla bizlere sabit bir kıyafet söylemediği halde bizler buna kimimiz peçeli çarşaf, yerlere kadar uzanan palto gibi o kadar çeşit giysiler üretiyor ve işte bu Allah ın emrettiği kıyafettir diyoruz. Hâlbuki ayetin devamında kadınlarımızın dışarı çıkarken evin içinde giydikleri daha rahat bir kıyafetle değil, üzerlerine bir şeyler alarak dış giysilerini giymelerini ve öyle çıkmalarını istiyor, kötü kadınlardan ayırt edilmesi için. Bunun sebebini de açıklıyor ve tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır diyor. Peki, bizler neler yapıyoruz, rabbin asla bizlere biçmediği bir kıyafeti bu Allah katındandır diyerek, bir kelimeye kendimizce anlamlar yükleyip topluma sunuyoruz. Bunun hesabı bir gün huzurda sorulacaktır. Yukarıda verdiğim bazı örnekleri çoğaltabiliriz. Eğer bizlerin amacı Rabbin ne söylediğini doğru anlamaya çalışmak ve ona ulaşacak doğru yolu bulmak ise, sanırım Kur’anı hiçbir etki altında kalmadan, sözcüklere kendimizce anlamlar vermeden Rabbin ne dediğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bize öğretilenlere kurandan kelimelerin ardından delil aramak yerine, rabbim neler emrediyor onları anlamaya çalışmalıyız. Allah sizlere apaçık örnekler verdim diyorsa hiçbir emri kelimelerin ardından herkesin anlayamayacağı gizlice değil, açık sözlerinde aramalıyız. Kurana bakışımız da onu anlamaya çalışırken, hiçbir etki altında değilsek, inanıyorum ki kuranı en az hatayla doğru anlarız. Fakat bizlere öğretilenlerin kanıtını, ayetlerin kırıntılarından sözlerin ardından anlamaya, çıkarmaya çalışırsak, doğru bilgilere ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Rabbim kur’an ışığından, onun rehberliğinden gereği gibi istifade eden, aydınlanan kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] | |
Konu Sahibi HALUK GÜMÜŞTABAK 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
İbretlik bir kıssadan hisse. | Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler | kamer34 | 6 | 2585 | 21 Nisan 2011 21:45 |
Kendi ellerimizle cehennemin kapısını açmayalım. | Makale ve Köşe Yazıları | HakikaT | 10 | 5435 | 12 Nisan 2011 12:36 |
Allah Kur'an ayetlerini elçisine, RÜYASINDA vah... | Makale ve Köşe Yazıları | yakuti | 7 | 2760 | 20 Mart 2011 19:44 |
Bakara 85. ayetten almamız gereken önemli dersler. | Makale ve Köşe Yazıları | kamer34 | 6 | 2663 | 16 Mart 2011 12:48 |
Kader konusunu kur'an ışığında nasıl anlamalıyız? | Makale ve Köşe Yazıları | talibetün | 5 | 2307 | 11 Mart 2011 21:19 |
30 Aralık 2009, 22:39 | Mesaj No:2 |
RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR?
Allah razı olsun emeginiz için ve içten ettiginiz duaya amin diyorum Rabbimin anlayabilen kullarından oluruz inşAllah
| |
30 Aralık 2009, 22:56 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 5710 Üyelik T.:
18 Aralık 2008 | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR?
Merhamet ve sevgi kaidelerini incilden, hukuk kaidelerinide tevrattan alıyoruz. akılcılığı helen kültüründen, dervişliği budizmden alıyoruz. Çünkü kuran herkes tarafından anlaşılamayan bir kitaptır, mazallah birde yanlış yorumlanırsa günahı büyüktür. onun için yanlış yorumlandığında günahı olmayan kitaplara yöneliyoruz galiba. takva bu olsa gerek, günahtan kaçıyoruz hocam. |
31 Aralık 2009, 10:44 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 6340 Üyelik T.:
19 Ocak 2009 | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR?
Haluk abi yine konu içerisine Kur'an'da saç örtme/başörtü olmadığı anlayışını eklemişsin.Gerek bu forumda gerekse başka forumlarda başörtüsü/hımar ile tartışmalar çoktur.Kur'an'da başörtüsü olmadığına inanmanız,hemen her yazınızda aynı konuyu gündeme getirmenizi gerektirmez.Hımar'ın ne olduğu olduğu,Kur'anın indiği ortamda nasıl kullanıldığı,pratize edildiği belli iken ve yine Ahzap suresinde "cilbab" emrinin ne anlama geldiği ,nasıl uygulandığı belli iken ve sizin tabirinizle başöğretmenimiz dediğiniz Hz.Peygamber a.s'ın ve ailesinin ,ashabının bu ayetleri nasıl uyguladıkları rivayet ve yaşanır sünnet olarak bugüne kadar gelmesine rağmen hatta müşteşriklerin bile Kur'an'da başörtüsü olmadığı fikrini ileri sürmeye cesaret edememelerine rağmen,kendilerine hanif müslüman müslüman olarak adlandıran insanların bunu söylemeleri ne kadar da acı bir durum. Gerek "Hımar "gerekse "Cilbab" ın ne anlama geldiği ile ister kavram kitaplarına,ister lugat kitaplarına,isterseniz eski ve yeni tefsir kitaplarına bir zahmet bakıverin lütfen. Müslümanların örtüsüne el uzatmaktan,onları açıklığa teşvik etmekten kaçının.Kafirlerin emellerine,tuzaklarına alet olmayın lütfen.Adına ister örtü deyin,ister başörtüsü deyin,ister saçı örtmek deyin,bırakın örtüyle uğraşmayı.Örtü rahatsızlık duyulacak bir durum değil,övünülecek bir durum ve imanın bir göstergesidir. Allah hidayetten ve Peygamberin öğretisinden ayırmasın |
31 Aralık 2009, 11:29 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR?
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا Yâ eyyuhen nebîyyu kul li ezvâcike ve benâtike ve nisâil mu’minîne yudnîne aleyhinne min celâbîbihinn(celâbîbihinne), zâlike ednâ en yu’refne fe lâ yu’zeyn(yu’zeyne) ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). 1. yâ eyyuhâ : ey 2. en nebiyyu : nebî, peygamber 3. kul : de, söyle 4. li ezvâci-ke : (senin) zevcelerine, eşlerine 5. ve benâti-ke : ve (senin) kızların 6. ve nisâi : ve kadınlar 7. el mu'minîne : mü'min 8. yudnîne : sarınsınlar, örtünsünler 9. aleyhinne : onların üzerine 10. min celâbîbi-hinne : cilbablarından, dış giysilerinden 11. zâlike : işte bu 12. ednâ : en yakın, daha uygun 13. en yu'refne : tanınmaları 14. fe : böylece 15. lâ yu'zeyne : eziyet görmezler, eziyet görmemeleri 16. ve kânallâhu (kâne allâhu) : ve Allah ..... oldu, olandır 17. gafûren : mağfiret eden, günahları sevaba çeviren 18. rahîmen : rahmet eden, rahmet nuru gönderen, Rahîm esması ile tecelli eden Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı inciltilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Başörtüsü hususunda KESİNLİK mevcuttur ayetlerin arapça lafızlar ını meallerden bakmak çoğu zaman yanlışlığa sevkediyor. |
31 Aralık 2009, 18:51 | Mesaj No:6 |
Re: Kur'anı doğru anlamada takip edilmesi gereken yol nasıl olmalıdır?
Değerli FECR rumuzlu kardeşimle yine çok güzel birbirinden saygın arkadaşlarımın bulunduğu İslami Düşünce platformu sitesinde, bu yazıma verdiği aynı cevap oradada vermişti. Ben gerekli cevapları orada vermeye çalışıyorum Allah ın izniyle. Bu sitedeki kardeşleriminde hem bu siteye bir göz atması, hemde verdiğim cevapları merak eden kardeşlerim için yazıya cevabın linkini veriyorum oradan takip edebilirler. SAYGILARIMLA
| |
31 Aralık 2009, 19:26 | Mesaj No:7 |
Re: Kur'anı doğru anlamada takip edilmesi gereken yol nasıl olmalıdır?
Değerli yitiksevda kardeşim, Ahzap suresi 59. ayette sizin yazdığınız meali yazıyorum dikkatle okuyalım acaba bir kıyafeti tarif ediyor ve saçların örtülmesini emrediyor mu? Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle: Bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında örtülerini üstlerine alsınlar, vücutlarını örtsünler. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Birçok mealde dışarı çıkarken dış giysilerini diye yazmışlar. Fakat dışarı çıkarken elbette elbise giyildiğine göre, burada da anlam aynıdır. Bakın ayet ne kadar güzel açıklıyor, lütfen hiçbir etki altında kalmadan hiçbir öğretiye delil aramadan ayeti anlamaya çalışalım. Bir ihtiyaç için dışarı çıkan iman etmiş kadınlarımız, evin içinde giydiği rahat yada daha açık ve dekolte kıyafetle dışarıya çıkmasınlar, mutlaka üzerlerine bir şeyler giysinler diyor. Neden bunu söylediğini de açıklıyor Rabbim.( tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.) Bakın buraya yazdığım cümle yukarıdaki mealden değil, Sayın Ali Bulaç ın meali. Peki, neden yukarıdaki meali yazmadım da başka örnek yazdım? Çünkü orada ne yazıyor?( Bu onların HÜR ve) diye devam ediyor. Hâlbuki en az on meale baktım Hür kelimesi asla geçmiyor. Eğer hür kelimesini oraya eklersek hür olmayan Müslümanların dikkatli olmayacağı çıkar ki, buda ne kurana uyar nede İslam ın temel prensiplerine. Dikkat edin mümin kadınlara iletilmesi istenen bir emirdir, hür ya da cariye ayrımı asla yoktur. Dışarı çıktıklarında fahişe kadınlarla iman edenler ayırt edilsin diye daha dikkatli olunması istenmektedir ayette. Şimdi soralım kendimize bu ayette kadın şöyle ya da böyle giyinsin, başını örtsün diye bir söz yada anlatım var mı? Eğer varda ben bunun tersini söylüyorsam gerçekten ben açıkça dine nifak sokmaya çalışan biriyim demektir ALLAH KORUSUN. Benim anlatmak istediği de tam burada başlıyor, Rabbim tüm Dünyaya hitap eden bu sözlerini nasıl olurda biçilmiş bir kıyafete çevirip te, işte bu Allah ın istediği kıyafet deriz? Nasıl olurda bizler bu ayette bile başın örtülmesi emri vardır deriz? Şunu açık ve samimiyetimle söylüyorum, asla başın örtülmesine karşı değilim, hatta bu geleneğimizi isteyen kadınlarımızın sürdürmesinin de doğru olduğuna inanıyorum. Benim çekincem ve itirazım bunun Allah emri olduğunun söylenip, başını örten iffetli kadın, örtmeyen iffetsiz kadındır denmesidir. İnşallah duygu ve düşüncelerimi anlatabilmişimdir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK NOT: Yukarıda verdiğiniz Ahzap suresi 59. ayet kimin mealinden alındı merak ettim, eğer bana bildirirseniz onuda inceleme imkanım olacaktır. | |
02 Ocak 2010, 15:21 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | RE: KUR'ANI DOĞRU ANLAMADA TAKİP EDİLMESİ GEREKEN YOL NASIL OLMALIDIR?
Bilmediğin şeyin ardına düşme; çünkü, işitme duyusu, görme duyusu ve kalp, bunların hepsi (Hesap Günü'nde) bundan sorguya çekilecektir! (İSRA suresi 36. ayet) Siz, bilginiz olan şeyler hakkında tartışırdınız, ama hiç bilmediğiniz şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Halbuki Allah (onu) bilir, ama siz bilmezsiniz: (Ali İmran 66) Siz ey iman etmiş olanlar! Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve (her zaman) hakkı ve doğruyu konuşun; (Ahzap 70) 30- Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır. 31- Mü'min kadınlara de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler. Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar. Süslerini ve cazibelerini kocalarından, babalarından, kayınbabalarından, öz oğullarından, üvey oğullarından, erkek kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, müslüman kadınlardan, elleri altındaki kölelerden, cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçilerden, kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklarından başka hiç kimseye göstermesinler. Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler. Ey mü'minler, hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz. İslâm, şehevi duyguların tahrik olmadığı kan ve etten kaynaklanan dürtülerin galeyana gelmediği tertemiz bir toplum kurmay hedefler. Çünkü sürekli baştan çıkarılma, tahrik edilme durumları ile karşı karşıya kalma; giderilmeyen, hiçbir durumda tatmin olmayan şehevi doyumsuzlukla sonuçlanır... Davet-kâr bir bakış, baştan çıkarıcı bir hareket, gösterişli bir takı ve çıplak bir beden... Bütün bunlar bu çılgın hayvani doyumsuzluğu azdırmaktan, sinir ve irade dizgininin elden çıkmasına neden olmaktan başka sonuç doğurmazlar. Bundan sonra, ya hiçbir sınır tanımayan cinsel anarşizm, ya da baştan çıkarılmasına, tahrik edilmesine rağmen tatmin olmasına engel olmanın doğurduğu sinirsel hastalıklar, psikolojik kompleksler... Bu ise hiç kuşkusuz işkence kadar acı verir insana... Her türlü pislikten arınmış bir toplum kurmak için islâmın başvurduğu yöntemlerden biri, bu kışkırtıcı ve baştan çıkarıcı davranışların önüne geçmek, iki cins arasındaki derin fıtri arzuyu, doğal gücünde ve yapay kışkırtmalarla harekete geçirmeksizin sağlıklı halinde bırakmak ve bu arzuyu güvenilir ve temiz bir yerde tatmin etmektir. Bir zamanlar, karşı cinslerin serbestçe bakışıp konuşmalarının, rahatça birarada bulunmalarının, zevkle oynaşmalarının, baştan çıkarıcı gizli yerleri kolaylıkla görebilmelerinin, insanların deşarj olmalarını, rahatlamalarını, tutsak arzularının serbestçe tatmin olmalarını, onların içe kapanmaktan, ruhsal komplekslerden korunmalarını, cinsel baskının şiddetinin ve onun ötesinde güven vermeyen olumsuz tepkilerin hafiflemesini sağlayacağı düşüncesi yaygınlaşmıştı. Bu düşünce özellikle Freud'inki insanın kendisini hayvandan ayrılmasını sağlayan özelliklerden soyutlanması, çamura batmış hayvansallık düzeyine indirilmesi temeline dayalı bazı materyalist teorilerin yayılmasının ardından yaygınlaşmıştı. Ne var ki, bu düşünceler teorik birer varsayımdan öteye geçememişlerdir. Her türlü toplumsal, ahlaki, dini ve insani bağdan soyutlanmışlığın, serbestliğin son noktasına kadar sağlandığı ülkelerde bu teorilerle çelişen, onları temelden çürüten olayları bizzat gözlerimle gördüm. Evet, açılıp saçılmaya, bütün şekil ve görünümleri ile karşı cinslerin beraberliğine tek bir engellemenin sözkonusu olmadığı ülkelerde, bütün bu uygulamaların cinsel isteklerin düzene girmesini, terbiye edilmesini sağlamadığını gördüm. Tersine bütün bu serbestliklerin,dinmeyen, tatmin olmayan çılgın bir doyumsuzluğa, cinsel saldırganlığa, cinsel açlığa dönüşmüş olduğuna şahit oldum. Cinsel ilişkilerin sınırlandırılmasından, yasaklanmasından, karşı cinse duyulan ilginin engellenmesinden kaynaklandığı kabul edilen psikolojik hastalıklara, komplekslere şahit oldum. Her türlü cinsel sapıklığın rahatça sergilenmesine rağmen, bu tür hastalıkların çok yaygın olduğunu gördüm. Hiç kuşkusuz bu, herhangi bir bağ kabul etmeyen, bir sınır tanımayan, karşı cinslerin tam anlamıyla birbirlerine karışmış olmalarının, her şeyin serbest olduğu iki cins arasındaki arkadaşlığın, yollarda gezinen çıplak vücutların, baştan çıkarıcı hareketlerin, davetkâr bakışların, uyarıcı sürtünmelerin ürünüdür. Ancak gözle görülen realitenin temelden yalanladığı bu teorileri yeniden gözden geçirme gereğini dile getiren olayları ve kanıtları bütün çıplaklığı ile burada sergileme imkanına sahip değiliz. Erkek ve kadın arasındaki fıtri eğilim, bedenin organik yapısında yer alan köklü bir eğilimdir. Çünkü yüce Allah, yeryüzündeki hayatın devamını ve insanın yeryüzündeki halifeliği gerçekleştirmesini bu eğilime bağlamıştır. Bu, sürekli bir eğilimdir, bir süre tatmin olsa da tekrar kendini gösterir. Bu eğilimi her zaman kışkırtmak azgınlığını arttırır, onu tatmin etmek için somut bir saldırganlığa iter. Eğer tatmin olmazsa tahrik olmuş sinirler yorulur. Bu ise, sürekli işkence etmek kadar acı verir insana. Davetkâr bir bakış insanı tahrik eder, baştan çıkarıcı bir hareket tahrik eder, bir gülücük tahrik eder, erkekle kadın arasındaki bu eğilimi çağrıştıran bir sözlü vurgu tahrik eder... Güvenli yol ise, bu eğilimi doğal sınırları içinde bırakacak şekilde bu tür tahrik edici davranışları azaltmak sonra da bu eğilimi doğru yoldan tatmin etmektir. İşte İslâmın seçtiği yöntem budur. Bunun yanında karakteri terbiye etme, insan enerjisini hayat için gerekli olan başka alanlarda harcama, tek çıkış yolunun bu tatmin şekli olmaması için sırf et ve kanın dürtülerine cevap vermek amacı ile kullanılmaması da islâmın bu konuda seçtiği yöntemin bir gereğidir. Sunulan şu iki ayette, iki yönlü baştan çıkarılma, sapma ve fitneye düşme olasılığını en aza indirmenin örnekleri yer almaktadır. "Mü'min erkeklere gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını ve mahrem yerlerini korumalarını söyle. Bu, onlar için en güvenceli arınma yoludur. Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır." Erkekler açısından gözleri harama bakmaktan sakındırmak ruhsal bir edeptir. Yüzlerde ve bedenlerdeki güzellikleri ve baştan çıkarıcı unsurları görme arzusunu yenme girişimidir. Sonra, tahrik olma ve günaha girme pencerelerinden ilkini kapatma eylemidir. Zehirli okun hedefine ulaşmasını önleme amaçlı pratik bir çabadır. Mahrem yerleri korumak da gözleri harama bakmaktan sakındırmanın doğal sonucudur. Ya da iradeyi kontrol altında tutmanın, denetim mekanizmasını uyarmanın ve daha ilk aşamasında olan cinsel arzuyu yenmenin ikinci adımıdır. Bu yüzden iki adım, sebep ve sonuç olmaları ya da hem vicdan aleminde hem de pratikte birbirlerini izleyen ve birbirlerine son derece yatkın iki adım olmaları itibariyle bir ayette birlikte sözkonusu ediliyorlar. "Bu onlar için en güvenceli arınma yoludur." Duygularının temizlenmesi için en güvenceli yoldur. Bu duyguların yasal ve temiz yolun dışında şéhevi azgınlıklarla kirlenmemesi, aşağılık hayvani düzeye yuvarlânmaması için en garantili yoldur. Bu yol toplum için, saygınlığının ve şerefinin ayrıca teneffüs ettiği havanın korunması için en temiz yoldur. Onlara bu korunma yöntemini gösteren yüce Allah, onların ruhsal ve fıtri birleşimlerini bilir, ruhlarının ve organlarının hareketlerinden haberdardır. "Hiç şüphesiz onlar ne yaparsa Allah ondan haberdardır." "Mü'min kadınlara da de ki; gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar, mahrem yerlerini korusunlar." Erkeklerin içlerindeki gizli fitne unsurlarını uyaracak cezb edici kaçamak ya da baştan çıkarıcı anlamlı bakışlarını göndermesinler. Tertemiz bir ortamda fıtri isteklere cevap vermek için gerekli olan helal ve iyi yolun dışında mahrem yerlerini açmasınlar. Böylece bu yolla dünyaya gelen çocuklar toplum ve hayatla karşı karşıya kalırken utanç duymazlar. "Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler." Kadın için süslenmek helaldir. Bu kadının fıtratından gelen bir isteğe cevap niteliğindedir. Bütün kadınlar güzel olmaya, güzel görünmeye meraklıdırlar. Süslenme kavramı ise, çağdan çağa değişir. Ama süslenmenin fıtrattaki esası tek ve değişmezdir. O da güzel olma, güzelliği tamamlama ve bunu erkeklere gösterme isteğidir. İslâm bu fıtri isteğe karşı çıkmaz. Sadece onu düzene koyar, kontrol altına alır. Onu hayatı paylaştığı erkeğe doğru yöneltir, başkasının göremediği şeyleri sadece ona gösterir. Bir sonraki ayette sözkonusu edilen ve bu süsleri görmekle içlerinde şehevi duygular uyanmayan, mahrem olmayan akrabalarında bu erkekle birlikte bazı şeyleri görmelerinde bir sakınca yoktur. Fakat yüz ve ellerde, kendiliğinden görünen süslerin açıkta olmaları caizdir. Çünkü Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- Hz. Ebubekir in -Allah ondan razı olsun- kızı Esma'ya "Ya Esma, bir kadın hayız (aybaşı hali) görmeye başlayınca (Buluğ çağına gelince) -yüz ve ellere işaret ederek- bunların dışında herhangi bir yerinin görünmesi doğru değildir" (Ebu Davud rivayet etmiş ve "mürsel" bir hadistir demiştir.) demekle el ve yüzün görünmesinin caiz olduğunu vurgulamıştır. "Başörtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar. Ayette geçen "Ceyb" elbisenin göğüs kısmındaki açıklıktır. "Khimar "ise; baş boyun ve göğüs örtüsüdür. Bu, kadınların baştan çıkarıcı yerlerini örtmeleri, aç bakışları sunmamaları içindir. Kasıtsız ve ani bakışlar da bunun içindedir. Şayet kadının baştan çıkarıcı ve uyarıcı yerleri açıkta olursa, Allah'tan korkanlar bu kasıtsız ve ani bakışın devam etmesinden veya tekrarlanmasından sakınsalar bile, meydana gelişinden sonra içlerinde gizli bir arzu kalır. Kuşkusuz yüce Allah, kalplerin bu tür bir bela ile denenmesini, sınanmasını istemez. Süs ve güzelliği göstermeye ilişkin fıtri isteklerine râğmen bu yasaklamayla karşı karşıya kalan ve kalpleri Allah'ın nuru ile aydınlanan mü'min kadınlar yasağa uyma hususunda hiçbir tereddüt göstermediler. Cahiliye döneminde kadın -bugünkü modern cahiliyede olduğu gibi- göğsünü pervasızca açarak erkekler arasında dolaşırdı. Çoğu zaman boynu saç uçları ve kulaklarındaki küpeleri de görülürdü. Yüce Allah kadınların baş örtülerinin uçlarını boyun ve göğüslerinin üstüne kadar sarkıtmalarını, kendiliğinden görünen kısmı dışındaki süslerini göstermemelerini emredince Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- anlattığı durumu aldılar. "Allah ilk hicret eden kadınlara rahmet etsin. "Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar" ayeti inince fistanlarını parçalayıp onunla örtündüler" (Buhari) Safiye binti Şeybe şöyle der: Hz. Aişe'nin -Allah ondan razı olsun- yanında bulunduğumuz bir sırada, bazı kadınlar Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettiler. Bunun üzerine Hz. Aişe, şöyle dedi. "Kureyş kadınlarının üstünlüğü inkâr edilmez, ama Allah'a andolsun ki, Ensar kadınlarından daha iyi Allah'ın kitabını tastik edene, indirilen hükümlere daha iyi inanana rastlamadım. Nur suresindeki "Baş örtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar" ayeti inince kocaları, yanlarına dönüp yüce Allah'ın indirdiği ayeti okudular. Her koca, karısına, kızma, bacısına ve yakınlarına, bu ayeti okuyordu. Onlardan hiçbiri, Allah'ın kitabında indirdiği ayetleri tastik etmek ve imanım vurgulamak için fistanını başına sarmadan yerinden kalkmadı. Sanki başlarında bir karga varmış gibi örtünerek Hz. Peygamberin arkasında yer aldılar." (Ebu Davud) Kuşkusuz İslâm, müslüman toplumun zevkini yükseltmiş, güzelliğe karşı olan duyarlılığını arındırmıştı. Artık güzellikle istenen hayvansal özellik değildi. istenen ve anlaşılan insani yöndü. Bedensel çıplaklığın güzelliği, hayvansal bir güzelliktir. Her ne kadar bir ahenk ve bir bütünleşme sözkonusu olsa da, insan bu güzelliğe hayvansal bir duyguyla saldırır. Ama haya unsurunun egemen olduğu güzellik ise, tertemiz bir güzelliktir. Bu, güzelliği zevkini yücelten, onu insana yaraşır bir duruma getiren, algıda ve hayalde onu temizlik ve arınmışlık duygulan ile kuşatan bu haya duygusudur. Bugün, genel zevkin büyük düşüş kaydetmesine, hayvansal karakterin açık saçıklık, çıplaklık ve hayvanlar gibi azgınlaşma eğiliminin bu zevke galip gelmesine rağmen, İslâm mü'min kadınların saflarında aynı yüceliği yaşatmaktadır. Çünkü onlar açılıp saçılan, hayvanın hayvana kur yaptığı gibi kadınların erkeklere kur yaptığı bir toplumda kendi istekleri ile vücutlarındaki baştan çıkarıcı yerleri örtüyorlar. Hiç kuşkusuz bu utanma, bu sakınma duygusu fert ve toplumun korunma yöntemlerinden biridir. Bu yüzden Kur'an, fitneden emin olunduğu durumlarda bu korunma yönteminin terkedilmesinde bir sakınca görmez. Bu yüzden cinsel bir arzuyla yaklaşmayan, şehevi duyguları uyanmayan, yakın akrabaları bu yasaklamanın dışında tutar. Kur'an'ın genel yasaklamanın dışında tuttuğu yakın akrabalar şunlardır: Babalar ve oğullar, eşlerin babalan ve oğulları, kardeşler ve onların oğulları, kız kardeşlerin oğulları... Mü'min kadınlar da yasaklamanın dışındadırlar: "müslüman kadınlardan..." Fakat müslüman olmayan kadınlar güzelliklerini ve cazibelerini görmemelidirler. Çünkü bu kadınlar eğer müslüman kadınların tahrik edici yerlerini ve ayıp yerlerini görürse gidip kocalarına, kardeşlerine ve yakınlarına anlatırlar. Buhari ve Müslim'de yer alan bir hadiste şöyle buyurulmaktadır. "Bir kadın kocasına bir başka kadının güzelliklerini görüyormuş gibi anlatmasın." Müslüman kadınlar ise güvenilir kimselerdir. Kocalarına, bir müslüman kadının bedenini ve süslerini anlatmalarına dinleri engel olur. Aynı şekilde "elleri altındaki köleler" de bu yasaklamanın dışında tutuluyor. Bununla sadece cariyeler kastediliyor denmiştir. Erkek köleler de buna dahildir. [/b]Çünkü erkek köle efendisi olan kadına karşı cinsel arzu duymaz diyenler de olmuştur. Birincisi daha tutarlıdır. Çünkü erkek köle bir dönem özel bir statüye sahip olsa bile bir insandır, onun da içinde insana özgü şehevi duygular uyanır. Ayrıca "cinsel arzuları sönmüş erkek hizmetçiler" de bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar delilik, bunaklık, erkeklikten mahrum bulunma iktidarsızlık gibi erkeğin kadını arzulamasına engel olan birtakım nedenlerden dolayı kadınlara karşı cinsel istek duymayan erkeklerdir. Bu durumda baştan çıkarılma, günah işleme korkusu olmaz. Bir de "kadınların avret yerlerinin henüz farkında olmayan erkek çocuklar" bu yasağın dışında tutuluyor. Bunlar, kadınların bedenlerini görmekle cinsel istekleri uyanmayan, çocuklardır. Ama her şeyin farkında oldukları zaman, erginlik çağına ulaşmamış olsalar bile cinselliğin bilincine varınca onlar da yasağın kapsamına alınıp, istisna edilen grubun dışında tutulurlar. Eşlerin dışında sayılan bu grupların, göbek altından diz kapağının altına kadar olan kısmın dışında kadının vücudunu görmelerinde ne kendileri ne de kadın için bir sakınca yoktur. Çünkü örtünmeyi gerektiren fitne unsuru ortadan kalkmıştır. Koca ise karısının tüm vücudunu istisnasız görebilir. Bu uygulamanın amacı korunma olduğu için, ayet fiilen türlerini göstermeseler bile mü'min kadınların saklı süslerini açığa çıkaracak, gizli cinsel istekleri harekete geçirecek, uyuyan duyguları uyaracak davranışlarda bulunmalarını da yasaklıyor: "Yabancı bakışlardan gizledikleri süsleri ve cazibeleri belli olsun diye ses çıkaracak adımlarla yürümesinler." Hiç kuşkusuz bu, insanın psikolojik yapısına, etki ve tepkilerine ilişkin derin bilginin ifadesidir. Çünkü kimi zaman şehvetin uyanması bakımından hayal kurmak gözle görmekten daha etkili olur. Kadının ayakkabısını, elbisesini ya da takısını görmekle, bizzat kadının vücudunu görmekten daha çok şehevi duyguları uyanan birçok insan vardır. Yine karşılarındaki kadından çok, hayallerinde canlandırdıkları kadının sureti karşısında cinsel istekleri uyanan birçok insan vardır. Bunlar günümüzde psikiyatristlerce bilinen psikolojik hastalıklardır. Kadının takılarının çıkardığı sesleri duymak, süründüğü kokuları uzaktan almak, birçok erkeğin duygularını galeyana getirir, sinirlerini harekete geçirir, karşı koyamadıkları azgın bir fitneye düşürür. İşte Kur'an bütün bunların önüne geçiyor, yollarını tıkıyor, çünkü Kur'an yüce yaratıcının katından inmiştir. O bilir, yarattıklarını . O latiftir, her şeyden haberdardır. En sonunda bütün kalpler Allah'a döndürülüyor; bu ayetler inmeden önce işle-dikleri suçlara karşılık tövbe kapısı açık tutuluyor. "Ey mü'minler hepiniz tövbe ederek Allah'a yöneliniz ki, kurtuluşa eresiniz." Bununla, Allah'ın gözetimine, şefkat ve himayesine, Allah bilinci ve Allah korkusu gibi hiçbir şeyin kontrol edemediği bu derin fıtri eğilim karşısındaki zayıflıklarından ötürü yüce Allah'ın insanlara yönelik yardımına ilişkin duyarlılık harekete geçiriliyor (Fizilal-il Kuran Seyyid Kutup ) Sayın Haluk abim Sizinle bir çok konuda görüşlerimiz Kuran'ın anlaşılması ve yaşanması hususunda birdir Nur suresi 31 Ayeti kerimesi hususunda yanılgıdasınız sizin deyiminizle Kuran'ı anlamak için gayret gösteriyorsunuz bu hususta yanılgıya düşüyorsunuz yine kendi ifadenizle bu benim Kurandan anladığım beni bağlar diyorsunuz sizin anladığınız Örtünme Başörtüsü hususu yanlıştır. Başörtüsü FARZDIR gelenek vs değildir Allah'ın bizzat emridir Uygulaması günümüze kadar Peygamber eşlerinden başlayarak yaşayan bir örnek olarak günümüze kadar gelmiştir. Lütfen bu husuta Yaşar nurinin dahi mealini verecem burdan kendisi her daim Aklı öne sürmüştür o dahi bu konuda Başörtüsü yoktur dememektedir. Yaşar Nuri Öztürk : Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar. Süslerini/zînetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları yahut babaları yahut kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri yahut kardeşlerinin oğulları yahut kendi kadınları yahut ellerinin altında bulunanlar yahut ihtiyaç içinde olmayan erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar yahut kadınların kaygı duyulacak yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Süslerinden, gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, Allah'a topluca tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz! |
02 Ocak 2010, 16:23 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 2 Üyelik T.:
10 Nisan 2008 | KUR'AN'DA BAŞÖRTÜSÜ VAR MI?
İhsan Eliaçık Kuran, cinsel cazibe gibi doğuştan gelen bir takım avantajlarını kullanarak toplumda üstünlük sağlamaya, bundan rant devşirmeye çalışanların önüne set çekmektedir. Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı "hukuka" dayanmadığı için hukukî çözüm de olamıyor. Aslında "siyasî" olmadığı için "siyaset" de çözüm üretemiyor. Bu yasağın tek sebebi var; zor. Evet, bu yasak "zora" dayanmaktadır. Başka hiç bir dayanağı yoktur. Ancak bu yazıda asıl konumuz bu değil. *** Öte yandan bir İslâm devletinin (aslında adalet devletinin) insanlara Kuran'da geçiyor diye başörtüsü dayatma hakkının olup olmadığı veya başörtüsünün zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı ayrıca ele alınması gereken konulardır. Bu yazıda bunlara da girmeyeceğim. Zora dayanan bu yasak öyle noktalara geldi ki, malûm dayatma yetmiyormuş gibi kimileri de çıkıp "Zaten Kuran'da başörtüsü diye bir şey de yok" demeye başladı. Bu konuda aldığım yığınla elektronik posta (e-mail) üzerine artık bize de yazmak vacip oldu *** Önce, var mı yok mu, doğru bir şekilde anlayalım. Öncelikle ne deniyor, serahaten ortaya koyalım. Kuran'da bu konuya tekabül edebilecek birkaç kavram var. Konuyu onlar üzerinden ele almaya çalışacağım. Bunlardan dördü; himar, cilbab, tebberrüc ve kavl-i ma'ruf kavramları ile ifade edilen ve doğrudan kadınların baş ve vücut örtülerini, dışarı çıkmalarını ve konuşma tarzlarını düzenleyen ayetlerdir. Bunlarla ilgili açıklamaları elini vicdanına koyarak ve arka plânını kavrayarak okumak, ne dendiğini seraheten (apaçık bir şekilde) ortaya koyacaktır. 1- HİMAR Bu kavram doğrudan kadınların "başlarını" örtmeleri ile ilgilidir. "Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler dışında cinsel cazibelerini sergilemek için açılıp saçılmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar." (Nur; 24/31) Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır. Demek ki o günkü toplumda; 1- Bakışlarını sakınmayan, 2- Irz ve namuslarını korumayan,3- Görünmesi zarurî olan yerler dışındaki yerlerini de cinsel cazibelerini sergilemek için açıp saçan, 4- Başörtülerini yakalarının üzerine salmayan bir takım kadınlar vardır. Ayet "mümin" kadınlara bunlar gibi olmamaları çağrısında bulunuyor. İlk üçü anlaşılabilir olduğu için dördüncüsünden başlayalım. Ayette "başörtülerini" diye çevirdiğimiz "humuruhinne" kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamıyla "başörtüsü" manasına gelir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; HAMR: Sözlükte " Örtmek, kapamak, mayalamak" demektir. Örtünmek, örtmek, kapanmak (ihtimâr), karışmak, alışmak (muhâmere), mayalamak, örtmek (tahmîr), mayalanmak, örtünmek, kapanmak (tahammür), başı döndürüp karıştıran, aklı örten, şarap, içki (hamr), baş döndüreni satan, şarapçı (hammâr), başı döndürme, aklı örtme yeri, şaraphane (hammâre), şarap rengi, koyu kırmızı (hamriyyun), hamurun içine örtülüp karışan, maya (hamîra), mayalı, örtülü, kapalı (mahammer), örtülmüş, mayalı, mayhoş, sarhoş (mahmur), içkinin verdiği baş ağrısı (humâr), başı beyaz koyun (muhammera mine'ş-şiyâh), başörtüsü, yemeni, eşarp (himâr) kelimeleri bu köktendir� Görüldüğü gibi ayette geçen başörtüsü (hımâr) kelimesinin en önemli özelliği "baş" ile ilgili olmasıdır. Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar. On bin nüfuslu Medine'de yaşayan Yahudiler, Evs ve Haçreçliler, Muhacirler vs. dışarıdan bakıldığında üstlerinde "baş"larında bir takım örtüler olan insanlardır. Fakat özellikle kadınlarda bu örtü, örtünmek amacıyla değil, daha da çekici ve egzotik olmak amacıyla, "az aç-az kapa" tarzında olmaktadır. Peki, öyleyse ayet ne demektedir? Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar� Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir. Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar. Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der. Yine örneğin, "Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salat), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz Allah için yapın" der. Yine örneğin, "Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der. Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlış taraflarını düzeltmek, ıslahat yapmak amacıyla gelmektedir. Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir. Başörtüsünün de böyle olduğunu düşünürsek, denmek istenen; "O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur� İlginçtir, kadınların o günkü giyim tarzı bugün Fransızca'dan Türkçe'ye geçen "dekolte" kelimesi ile aynı manayı çağrıştırmaktadır. Çünkü dekolte Fransızca'da boynu açıkta bırakan giysi (decollete) demek. Bu sözcüğün kökü Latince'de boyun (col, collum) kelimesinden geliyor. Türkçe'ye de geçen, boyunda taşınan (koli), boyna sarılan (kaşkol), boyuna takılan (kolye) kelimeleri de bu kökten� Anlaşılan o günkü kadınlar saçlarını arkadan bağlayacak şekilde başörtüsü ile örtüyorlar, omuzlarını, göğüslerine kadar boyun kısımlarını gayet "dekolte" bir kıyafetle açıkta bırakıyorlardı. Bugünün tabirleri ile "derin göğüs ve sırt dekoltesi" ile dolaşıyorlardı. İşte ayette bu tarz örtünmenin bir anlamının olmadığı beyan ediliyor. "Örtünecekseniz doğru dürüst örtünün. O başlarınıza taktığınız başörtüsünü sırt ve göğüs dekoltenizi tamamlayan bir aksesuar olarak değil, örtünmenin mantıkî sonucu olarak iyice aşağıya salın, boynunuzu, göğsünüzü, sırtınızı örtecek şekilde yakalarınızın üzerinden salın ki örtünmüş olasınız�" denmek isteniyor. 2- CİLBAB Bu tabir de doğrudan kadınların "vücutlarını" örtmeleri ile ilgilidir. "Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle; dışarı çıkarken üzerlerine örtülerini alsınlar. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için en uygun olan budur. Allah çok bağışlayıcıdır, sevgi ve merhamet kaynağıdır." (Ahzap; 33/59) Ayette "örtülerini" diye çevirdiğimiz "celabîbihinne" kelimesi CELB kökünden gelir ve "teşhir edip dikkat çekmek için vücudun açılmasına mani olan dış örtü" demektir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; CELB: Sözlükte "getirmek, kazanmak, çekmek, celbetmek" demektir. Getirmek, celbetmek (isticlâb), çekici, büyüleyici, albenisi olan (cellâb), ithal edilmiş, yabancı mal (celeb), dürtü, münasebet, sebep olan şey (meclebe), entari, uzun gömlek, genişçe başörtüsü (cilbâb), kendine doğru çekmek (celb ilâ nefsihi), atı teşvik için haykırmak (celb alâ fersihi) kelimeleri bu köktendir� Görüldüğü gibi cilbâb, bir kadının erkekleri kendine çekmesi, celb etmesi, kışkırtması, vücut güzelliği ve cinsel cazibesi ile tesir altına almasına mani olmak için üzerine aldığı genişçe örtü demektir. Böylece bir kadın erkekleri cinsel cazibesi veya dişiliği ile "kendine çeken" veya onları "kışkırtması ile tanınan" birisi olmaktan çıkacaktır. İlginçtir, bugünkü İngilizce'de kadın artistler için kullanılan "ünlü, şöhret, meşhur, çekici" anlamındaki celebtrity kelimesi de hem anlam hem yazılış bakımından aynı şeyi çağrıştırır. Demek ki Müslüman kadınlara dışarı çıkarken tanınıp eziyet edilmelerine, kendilerine lâf atılmasına, peşlerine düşülmesine karşı üzerlerine örtü (cilbab) almaları emrediliyor. Cinselliklerini ve vücut güzelliklerini ön plâna çıkarmamaları isteniyor. Çünkü o günkü toplumda bunları yapan; yani erkekleri vücut güzelliklerini ve cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanarak etkilemeye çalışan, onları kendine çeken, davetkâr tarzda dekolte giyinen, erkeklerin başını döndürmeyi, büyülemeyi, kendine celbetmeyi (celebtrity olmayı) âdeta meslek edinmiş kadınlar vardır. İşte Kuran, mümin kadınlara, bunlar gibi olmamalarını, üzerlerine genişçe örtü olarak "dişiliklerini" geri plânda tutup, "kişiliklerini" ön plâna çıkarmalarını öğütlüyor. İyice düşünecek olursak insan ruhunu derinlemesine bilen yüce bir bilgelik kaynağı ile karşı karşıya olduğumuzu apaçık görürüz� Erkek karakterinde varolan "bakmak, seyretmek, istemek, sahip olmak" karşısında, ona kendini tutmayı öğütleyerek "Bakma, olanla yetinmesini bil" diyor. Kadın karakterinde varolan "istenilmek, beğenilmek, ilgi çekmek, arzulanmak, kendine celbetmek" karşısında da, ona bütün bunlara karşı kendini tutması (imsak), dışarıya çıktığında(kamusal alanlarda) çekici, kışkırtıcı, celb edici davranışlarda bulunmaması, toplumsal yaşamda kültürü ve ahlâkî meziyeti ile yer alması gerektiği hatırlatılıyor. Yani ilâhî hitap erkeğe ve kadına en zayıf oldukları yerden sesleniyor. İnsan olmak, tam da "kendini tutmasını bilmek" ile ilgili bir şey değil midir? 3- TEBERRÜC Bu kavram da kadınların "dışarıda nasıl dolaşmaları gerektiği" ile ilgilidir. "Evlenme arzusu kalmamış yaşlı kadınların, açılıp saçılarak dikkat çekme niyetleri olmamak şartıyla, örtünmeden dışarı çıkmalarında bir sakınca yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlı olur. Allah her şeyi duyuyor, her şeyi biliyor." (Nur; 24/60) Ayette "açılıp saçılarak dikkat çekmek" diye çevirdiğimiz "muteberricât" kelimesi BURC kökündendir ve "vücudu göstermek, ortaya çıkarmak" manasına gelir. Kelimenin kökünü biraz deşersek; BURC: Sözlükte "Yükselmek, ortaya çıkmak, yukarı çıkmak" demektir. Kule yapmak, burç dikmek, yüksekçe yapı kurmak (ibrâc), kale yapmak (tebrîc), süslenip püslenmek (teberrüc), kule, burç (burc), yayın kulesi (burcu'l-irsâl), güvercin yuvası (burcu'l-hemâm), saat kulesi (burcu's-saa') kelimeleri bu köktendir� Aramice'de burgâ, Eski Yunanca'da pyrgos, Hind-Avrupa dil kökünde bhrgh yüksek yer, hisar anlamına gelir. Bugün Türkçe'ye girmiş olan burç, burgaz, burjuva, burjuvazi kelimeleri bu köktendir� Avrupa'daki kimi şehir isimleri de bu kökten gelir; Ham-burg, Petes-burg, Stras-burg vs. Demek bu şehirler yüksek tepelerde kurulmuş veya buralarda etrafı duvarlarla çevreli şato ve villâlarda yaşayan insanlar varmış. Onun için bunlara burjuvazi, yaşadıkları şehirlere de sonu "burg" ile biten isimler konulmuş. Bu durumda "proleter" de burçların dışında kalan, kenar mahallelerde yaşayan, yükseklere çıkamayan demek oluyor. Yine Araplar, üzerinde örtüsü bulunmayan apaçık gemi (sefinetun bâricun), üzerine saray resimleri yapılmış çok güzel elbise (sevbun muberrec), kendi güzelliklerini göstermesi açısından kadının saraya benzemesi (teberreceti'l-mer'etu), kişinin sarayından çıkması (zeheret min burcihâ) derlerdi. Yukarıdaki ayette yaşlı kadınların dışarı çıkarken dış elbiselerini üzerlerine almamalarında bir sakıncanın olmadığı beyan edilirken "Ziynetlerini teberrüc ettirme dışında" ifadesinde kullanıldığı gibi, ayete geçen teberruc, saklı ve gizli tutulup gösterilmemesi gerekli olan şeyi ortaya çıkarmak anlamında kullanılıyor. Demek ki teberruc, süslü ve ihtişamlı bir şekilde kendini gösteren saray (burj) gibi, veya bu saraylarda yaşayan "burjuva" kadınları gibi, kadının süslenip püslenerek, açılıp saçılarak kendini göstermesi, vücudunu ortaya dökmesi, açması, cinselliğini fark ettirmek istemesi manasındadır. Türkçede "açılıp saçılmak, açık saçık giyinmek, dekolte kıyafetlerle dolaşmak" dediğimiz şeyi çağrıştırır. 4- KAVL-İ MARUF Bu deyim ise kadınların "konuşmaları" ile ilgilidir. "Ey peygamber eşleri! Siz kadınlardan her hangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah'a saygınız varsa hafifmeşrep edalara bürünerek konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan kötü bir ümide kapılmasın. Ağırbaşlı olun, yerli yerinde konuşun. Vakarınızla evlerinizde oturun. Eski cahiliye devri kadınları gibi açılıp saçılarak ortalıkta salınmayın. Cânı gönülden namaz kılın, zekat verin. Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamber ailesi! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor." (Ahzap; 33/32-33). Ayette "ağırbaşlı, yerli yerinde konuşmak" diye çevirdiğimiz "kavlen ma'rufa" tabiri KAVL/URF kökünden gelir ve "herkesçe iyi kabul edilen, aklı başında, yerli yerinde söz" manasına gelir. Demek ki Hz. Peygamberin (s.a.v) eşleri üzerinden tüm müslüman hanımlara hitap olarak anlaşılması gereken bu ayetler özellikle iki konuda kadınların dikkatini çekiyor: 1- Konuşurken hafifmeşrep kadınları andırır tarzda, çekici ve davetkâr bir edayla değil, ağırbaşlı, yerli yerinde, uygun bir şekilde konuşun. 2- Dışarı çıkmak gerektiğinde cahiliye kadınları gibi cinsel cazibesini sergilemek için açık saçık, dekolte kıyafetlerle değil, kendinize yaraşır tarzda örtünerek çıkın. Öte yandan ayette geçen "Vakarınızla evlerinizde oturun" ifadesini kadınları eve hapsetmek olarak anlamamak gerekir. Çünkü ayette "Konuşmayın, hep susun" değil, "Maruf ile (ağırbaşlı, yerli yerince) konuşun" deniyor. "Dışarı çıkmayın, hep evde oturun" değil, "Cahiliye kadınları gibi çıkmayın" deniyor� Görüldügü gibi hamr, cilbab, teberrüc ve kavl-i maruf kavramları çerçevesinde izah etmeye çalıştığımız ayetlerde, gayet makul bir kadın-erkek ilişkisi öngörülüyor. Burada, kadın ve erkeklerin birbirinden kaçma-göçme tarzını göremeyiz. Çünkü başörtüsü, vücudu örtme, göz hapsine alıp bakma, açılıp saçılarak cinsel cazibeyi bir silâh gibi kullanma, lafla ve sözle taciz gibi kadın-erkek ilişkilerini insani bir vasattan çıkarıp, cinsellik panayırına dönüştüren söz ve davranışlar men ediliyor. Bütün bunlar kadınlarla erkekler "bir arada" olacağı için vardır. Eğer kadınlarla erkeklerin birbirini hiç görmemesi istenseydi bütün bunlara gerek olmazdı. Bunlar, bir arada olan bir topluluğun yaşacağı sorunlardır ve onlara yönelik akla ve vicdana hitabeden düzenlemelerdir. Bu ayetler Medine'de nazil olmuştu ve her toplumda olduğu gibi o toplumda da kadınlarla erkeklerin bir arada olması kimi sorunların doğmasına neden olmaya başlamıştı. Medine'de yeni bir toplum kuruluyor ve kadın-erkek ilişkileri yeniden düzenlenerek bir "şehir kültürü" inşa ediliyordu. Şehirli bir toplum kurmaya yönelen Kuran, çağlar boyunca sorun olmaya devam etmiş ve edecek gibi de görünen kadın-erkek ilişkilerini, ileride, aklı başında ve ortak akılla hareket edecek her topluma ışık tutsun diye böyle gayet makul çözümlerle ele alıyor� *** Unutulmamalı ki dünyanın bütün toplumları sokağa örtünerek çıkar. Ormandaki hayvanlar gibi üryan ve natural yaşayan bir toplum yoktur. Dünyanın bütün şehirlerinde kadınlar ve erkekler "üzerine örtü alarak" cadde, sokak ve işyerlerinde dolaşır. Bu son derece insanîdir. Ancak üzerine bir şeyler alarak dışarı çıkmak yetmemektedir. Kadınların ve erkeklerin konuşmalarına, bakışlarına, hal ve hareketlerine dikkat etmeleri gerekmektedir. Erkeklerin, kadınlara nazaran doğuştan avantaj sağlayan fizikî güçlerini, kadınların da erkeklere nazaran doğuştan avantaj sağlayan cinsel cazibelerini bir silâh gibi kullanmamaları, bunu üstünlük vesilesi saymamaları, dahası bunun üzerinden geçinmeye kalkmamaları, doğuştan değil, sonradan kendi çabaları ile elde ettikleri meslek, kültür ve ahlâkî meziyetleri ile toplumda kendilerini göstermeleri gerekir. Çünkü insanın emek sarfederek, bizzat çalışıp kazanarak (sa'y) elde ettikleri dışında, doğuştan gelen avantajları aslında kendine ait değildir. Ona emanet olarak verilmiştir. İnsan doğuştan gelen avantajlarını silâh gibi kullanarak değil, emeği ile kişilik sahibi olabilir. Emeği olmayanın kişiliği de yoktur. Yesrib'i "Medine" yapma yolunda gelen ayetleri bir de bu çerçevede düşündüğümüzde, aslında Kuran, cinsel cazibe gibi doğuştan gelen bir takım avantajlarını kullanarak toplumda üstünlük sağlamaya, bundan rant devşirmeye çalışanların önüne set çekmektedir. Gerçek anlamda medenî toplum bu değilse nedir? |
02 Ocak 2010, 16:48 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 6340 Üyelik T.:
19 Ocak 2009 | BAŞÖRTÜSÜ FARZİYETİ BAŞÖRTÜSÜ FARZİYETİ "Amacım yalnızca rabbimin gerçek yolunu Kur'an'dan bulmaktır" diyen bir okurunuz varsa, ciddiye alırsınız değil mi? Ben de, o dinini ciddiye aldığı için onu ciddiye aldım. Bu okur şöyle diyor: "Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu söylenir, baştan bahsedilmez. "Arapçada kadınların başlarına örttükleri şeyin özel adı "hımar" değil "mikna" (doğrusu mikne'a SH) ve "nasıyf"tır. Hangi Arapça sözlüğe bakılırsa bakılsın "mikna(çoğulu mekani)" ve "nasıyfın" hanımların başlarını örttükleri kumaşın adı olduğu yazılıdır." Allah eğer "hımar" kelimesi ile başın örtülmesini isteseydi "hımarürres" gibi bir vurgulama ile başörtüsü diyebilirdi" Bunlar, başkalarının kesesinden harcanan yalan-yanlış paketi sevgili okur. Kimin kesesinden almışsanız dolmuşa binmişsiniz. Buna, Kur'an'a uymak yerine Kur'an'ı kendinize uydurma sonucunda düştüğünüz çelişkiler de eklenince, iş içinden çıkılmaz olmuş. Dert şu: Hımar ile başın örtülmesi kastedilseydi, içinde "baş" kelimesi geçerdi! Peki, bu durumda bir önceki cümlede hanımların başlarına örttüğü şeyin adının "mikne'a" ve "nasif" olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz? Nerede bunların içinde baş? Kişi hiçbir şey bilmese de haddini bilecek. "Hangi sözlüğü bakılırsa bakılsın" iddiası yapacak bir kişinin, asgariden sözlüklere bakması lazım. Baksaydı ne görürdü? Tabi ki, Arapça'da kadınların kullandığı örtü mikna (doğrusu mikne'a) ve nasif'ten ibaret olmadığını. Şöyle ortalama bir Kur'an talebesi olsaydı, sözlükte şunları görürdü: 1. Burka' (veya burku'): Bütün yüzü örter. (Erkeğin kullandığına kına' denir). 2. Nikab: Bütün yüzü örtmeyip iki gözden birini açarak bağlanan başörtüsüdür. 3. Lifâm: Her iki gözü de burun üstünden itibaren açık bırakan başörtüsüdür. 4. Lisâm: Burun açıkta kalacak şekilde ağız üstünden örtülen örtüdür. 5. Hımar: Yüz hariç başın ve boynun tamamını örten ve Kur'an'da emredilen örtüdür. 6. Nasîf: Hımar'ın daha büyüğü, Anadolu'daki "atkı"ya benzer başörtüsüdür. 7. Mikne'a: Nasif'ten daha büyük olup bel altına kadar uzanan başörtüsüdür. 8. Cilbab: Yüz hariç baştan ayağa her tarafı örten örtüdür. Hımar, lugat olarak tereddütsüz başla ilgilidir. İçki'ye de aklı örttüğü için aynı kökten "hamr" denilmiştir. İkisi arasındaki ortak nokta "baş" ile ilgili olmasıdır. Mesela küfr de "örtmek" demektir. Ama başa veya akla değil, kalbe nisbet edildiği için farklı kökten kullanılmıştır. "Hani bunun içinde baş?" sorusu kasıtlı bir tahrif ve saptırma amacı taşımıyorsa, cehaletin daniskasıdır. Yukarıda Arapçada kullanılan tüm başörtüsü isimleri sıralanmıştır. Hiçbirinin içinde "baş" yoktur. Olmasına gerek de yoktur. Türkçede de bu böyledir: Yazma, yaşmak, atkı, bürgü, bürümcek, çarşaf, çar, yağlık, eşarp, tülbent… Bunların tümü de bacak değil başı örter ve içinde "baş" geçmez. Hoş Arapçada na'leyn, huffeteyn, cevrabeyn de ayağa giyilirler, ama içinde "ayak" geçmez. "Hani bunun ayağı?" diyerek bunların ayağa giyilmediğini söylemek ne kadar ciddi ise, "Hani bunun başı?" sorusu da o kadar ciddidir. Okurumun cebinden harcadığı "kitabına uyduranlar" takımı ne diyor: "Hımar başı örtmez, göğüsleri örter?" Yani? Yanisi şu: Hımar başörtüsü değil, göğüs örtüsüdür. Peki, aynı mantıkla sormak gerekmez mi: Bir: Nerede bunun içinde göğüs? İki: Sen, örtü ayeti inmeden kadınların göğsü açık gezdiğini söylemiş oluyorsun, haberin var mı? Bir alıntı daha yapalım "tüm maksadım Kur'an'ı anlamak" diyen okurumuzdan: Ayette kapatılacak yerin yaka açığı olduğu geçer. Yani hımarın başı kapatması değil, ayette açıkça yaka dekoltesini örtmesi istenir. (Yaka açığı manasına gelen 'cuub' (doğrusu "cuyub" SH) kelimesi hem bu ayette kapanılacak.." Ey sevgili okur! Kur'an tüm âşıklarına önce haddini bilmeyi öğretir. Çünkü Kur'an haddini bilmezliği "cahiliye" olarak adlandırır ve ebediyen mahkûm eder. Zaten başörtüsü emrini de "haddini bilmezlik çağı" ile "Allah'a kayıtsız şartsız teslim olan insan" anlamındaki "Müslüman" kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmak için emreder. Aynı zamanda O'nun "Rabbimin emri başım gözüm üstüne!" deyip demeyeceğini imtihan için emreder. Ceyb; "aralık, açıklık, yırtık, yırtmaç, kesik, kopuk" anlamlarının tamamını kapsar. Başta aynı kökten türetilmiş olan "cep" olmak üzere, "açık yerler, göğüs yırtmacı, yaka açığı, kol açığı, elbise yırtığı", hülasa elbisenin tek parmağın içine gireceği tüm açık yerlerine denir. Hatta Kur'an, Semud kavminin kayaları yararak vadi oymasını da aynı kökten (cabu's-sahr) bir kelimeyle ifade eder. Soruyu zihinden "kesip" attığı için "cevab" da aynı köktendir. Nur 31. ayetin başörtüsünü emreden cümlesi aslında neyi emretmektedir? Açık ve net olarak şunu: Cahiliye döneminde bir aksesuar olarak başın üzerinden sırta atılan örtüyü bütün bir boynu ve gerdanı da kapatacak şekilde mazbutça örtmeyi. Tabiî ki bu emir Allah'ın kitabına uyacaklar içindir. Kitaba uymak yerine kitabına uydurmaya ne gerek var? Yalan yanlış türrehatı yayıp vebale girmeye ne gerek var? Unutmayalım İslam "teslim almak" değil "teslim olmak" manasına gelir. ................ Kur'an'ın ortaya koyduğu bir hüküm yalnız lafızdan yola çıkılarak anlaşılamaz. Ona mana ve maksadı da eklemek şarttır. Maksadı öğrenmek için ise: 1) O konudaki tüm ayetleri iç ve dış bağlamlarından koparmadan tümevarım yöntemiyle okumaya tâbi tutmak; 2) Ahlakı Kur'an olan Hz. Peygamber'in o Kur'anî hükmü hayata nasıl tatbik ettiğini bilmek; 3) O hükmün tatbik edildiği nüzul ortamını bilmek şarttır. Kur'an başı gökte ayakları yerde olan ilahi bir hitaptır. Başı manayı, ayakları lafzı, bastığı yer dış bağlamı/olguyu, baktığı yer teşri yönünü gösterir. Nur 31'de emredilen başörtüsü değil de ğöğüs ya da omuz örtüsü diyenler, bu ayet geldiğinde mümin hanımların göğüsleri açıkta gezdiğini söylemiş oluyorlar. Bu ayet zaten var olan örtünün doğru kullanılmasını emrediyor. Onları yanıltan, ayet geldiğinde kadınların başörtüsünü hiç tanımadıkları ön kabulüdür. Oysa ki nüzul ortamında örtü yaygın olarak kullanılıyordu. Örtü hürriyet ve saygınlık alametiydi. Hz. Hatice Hz. Peygamber ile evlendiğinde örtülüydü. Örtünün o kadar saygın bir yeri vardı ki, bir kadının başörtüsüyle kesilen savaşlardan söz eder kaynaklar. Muhabbar sahibi şöyle bir olay anlatır: Ümmü Kırfe bt. Rebi'a b. Bedr, Malik oğullarından saygın bir kadındı. Ğatafan'dan iki ordu savaş için karşı karşıya geldi. Tam savaş başlayacaktı ki, bu kadın başörtüsünü iki ordu arasına astırarak savaşı önledi (be'aset hımârahâ fe'ullika beynehum fe'stalehû). Kur'an "elbise"yi tıpkı ayet gibi Ademoğlu'na "inzal edilen" bir nimet olarak takdim eder (7:26). Giyinmekten maksadın cinselliği örtmek olduğunu, cinselliğin özel bir alan olduğunu dile getirir (7:25). Örtünmenin temelinde cinselliğin kamuya açılmaması ilkesi yatar. Örtünme emri, kadın-erkek ilişkisinin cinsiyet değil şahsiyet üzerinden gerçekleşmesi içindir. İlişkinin zehirlenmemesi içindir. Örtünmenin sınırlarını koyan, kadını da erkeği de yaratandır. O yarattığını bilir. Mesele O'na güven meselesidir. Zaten imanın ahlaki tanımı "Allah'a güven" değil midir? Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur. Peki, o sınırı kim koyacak? İslam bu soruya "Allah" diyor. Müslüman, buna iman edip Allah'ın hükmüne teslim olan demektir. Gerisi mi? Gerisi, Kur'an'ın (49:16) ifadesiyle "Allah'a din öğretmeye kalkmaktır". MUSTAFA İSLAMOĞLU |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
NASIL ÖLMEK İSTERDİNİZ ?.. | AŞK'ÜL İSLAM | Anket'ler-Röportaj'lar | 17 | 25Haziran 2013 14:34 |
NASIL BiR MUSLUMAN | Medineweb | Serbest Kürsü | 3 | 06 Mayıs 2011 20:06 |
Kur'an anakitabimiz anayasamiz olmalidir. | Hazan Mevsimi | Kur'ân-ı Kerim Genel | 0 | 21 Ocak 2010 19:45 |
Kur'an nasıl okunmalıdır? okumada ve anlamada metodumuz ne olmalıdır? | Yitiksevda | Kur'ân-ı Kerim Genel | 1 | 02 Kasım 2009 00:05 |
Kur'an ı Anlamada Hadis | NUR | Hadis-i Şerif | 6 | 16Haziran 2008 10:02 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|