|
Konu Kimliği: Konu Sahibi NİLGÜN YAZAR,Açılış Tarihi: 14 Temmuz 2010 (23:46), Konuya Son Cevap : 28 Mayıs 2019 (22:33). Konuya 2 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
14 Temmuz 2010, 23:46 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 8150 Üyelik T.:
15 Mayıs 2009 | Gün Olur Asra Bedel.. Gün Olur Asra Bedel.. “Ceviz ve kiraz ağacı diken, fazla yaşamazmış derlerdi. Oysa ikisinden de diktiği hiç olmamıştı. Yalanmış meğer…” Kelimeler ardı ardına ağzından dökülürken, gözyaşları da eşlik ediyordu. “Tam 44 yıl aynı yastığa baş koyduk onunla. İnsan bir kere mi kalbini kırmaz karısının? Bir kez bile beni üzdüğünü bilmedim” Ağzım açık kalmış bir halde dinliyorum anlattıklarını. Kocasını toprağa vereli tam yüz beş gün olmuştu. Yüz beş gün boyunca hiç dinmemişti gözyaşları. Dineceğe de benzemiyordu. Bu nasıl bir birliktelikti, nasıl bir aşktı ki tam 44 yıl bıkılmamış, 44 yıl tazeliğini yitirmemişti. Ve yetmiş küsur yıllık bir ömrün ardından karısına “az yaşadı, ömrü kısaydı” dedirtsin. Evlilik, hayatın en çetrefilli, en çetin, en oyunbozan işiyken çok az insan “iyi ki seninle evlenmişim” cümlesini kurma şansına sahiptir. Eğitimi alınmadan içine dalınan tek kurum olan evlilik, kaç çifte ya da kaç insana “Keşke daha erken evlenseymişim” veya “bir daha dünyaya gelsem yine onunla evlenirdim” dedirtebilir ki? Binde bir mi? Milyonda bir mi? İşte onlar, o müstesnalardandı. “İşten geldiğinde ben evde olmasam (müstakil evlerinin önünden hiç kaldırılmayan) sandalyeye oturur, ben gelmeden içeri adımını atmaz, sensiz bu evin tadı yok Iraz’ım” derdi. Ağlamaklı ses tonuyla o bunları anlatırken, biraz şaşkınlık, biraz hayranlık, biraz da hüzünle dinlemeye devam ediyorum. Çünkü böyle bir hikayeyi değil yaşamak, dinlemek bile çok az insana nasip olur fikriyle, araya girmek istemiyorum. Anlatıyor, anlatıyor, anlattıkça ağlıyordu. Ben de ağlıyordum, neye ağladığımı bilmeden. Ya da bildiğimi kendime itiraf edemeden. Kendimi bildim bileli dillere destandı muhabbetleri. Birbirlerinin gözlerinin içine hep aşkla ve sevgiyle baktıklarına, o an etraflarına öbeklenmiş herkes her daim şahitti. Şehadet edebileceğim en ölümsüz, en efsanevi aşklardan biriydi onlarınkisi. Belki acısının tazeliğinden, belki aşka olan saygımdan, soramıyorum bu büyük aşkın büyüsünün nasıl böyle bozulmadan bir ömür sürdüğünü. Soruversem sanki, o kapılıp gittiğim tılsımlı hikayeden çok uzaklara savrulacaktım. Aklımdan geçenleri okuyormuş gibi söz aldı: -İki laf büyüdür -Hep sorarlardı bana “Nasıl bağladın sen bu adamı kendine, diye. Büyü mü yaptın yoksa?” derlerdi. Yok, derdim. İki laf büyüdür. İki tatlı sözden sihirli büyü mü olurmuş? O da öyleydi bana. İncitmezdik hiç birbirimizi” Birlikte geçirdikleri bir ömür bilirdim ki yokluk ve sefalet içerisinde sürmüştü. Borçtan harçtan iki yakası bir araya gelememiş bir karı kocaydı onlar. Ama bir kez olsun çektikleri sefalet onların birlikteliğine gölge düşürmemiş, bilakis her sıkıntı onları birbirlerine daha da yakınlaştırmıştı. Başlarına gelen her müsibet onları daha da güçlendirip, kenetlemişti birbirlerine. Zenginlikleriye övünen insanlar kadar, fakirlikleriyle övünen insanlar da hep itmiştir beni. Ama bir kez olsun dillendirmemişlerdi onlar yoksulluklarını. Hep onurlu, hep asil. Saygı duyuyorum yokluk içindeki varlıklarına. Eski model, ne tamirden ne hacizden beri gelmeyen bir kamyon sayesinde ite kaka bir geçimleri vardı. Her şeye rağmen evvela hayata, sonra da birbirlerine gülümsemeyi her daim nasıl başardıkları sorusu içimde bir ukde olarak sonsuza dek kalacak sanırım diye hayıflanırken, yeniden söz aldı: -Ne zaman uzun yoldan dönse, elinin boş geldiğini bilmem. Ya bir ayna, ya bir ruj, ya bir başörtü, ya entarilik kumaş…ama mutlaka elinde bana özel küçük bir hediye ile dönerdi. O an aklıma özel günlerde eşlerinin özellikle işyerlerine demet demet çiçek gönderen okumuş, entel dantel, sahte sevgi gösterilerinde bulundukları gün gibi aşikar adamlar ve onların bu anlamsız eylemleri geliyor gözümün önüne. Yıl boyunca baş başayken birbirlerini yiyen, şikayet eden, menfaat odaklı, şirket evlilikleri bir bir film şeridi gibi akıyor gözümün önünden. “Ölmeden bir akşam evveldi. Karşılıklı oturuyorduk sağlıcakla, afiyetle. Gözlerime kenetledi gözlerini. Uzun uzun baktı bana. Sonra ben bir bardak su almak için mutfağa kalktım. Yanından geçerken bile ayırmadı gözlerini benden. Sanki son kez doya doya bakayım der gibiydi bakışları. Ben de dedim ki: -Ali’m..Ya sen öleceksin, ya ben. İnsan böyle bakar mı hiç. Gülümsedi sonra da. Bilmişti sanki gideceğini.” Acıklı bir Türk filminin en duygusal karesindeydim. Tek kelime etmeye bile mecalim kalmamıştı.. Konuşuversem, bu büyük aşka en büyük saygısızlığı ben yapmış olacaktım. Teselli cümlesi bulamadım. Kim olsa böylesi bir sevgilinin ardından kahrolurdu çünkü. O kadar sıcaktı ki oda, bir ara bayılacak gibi oldum. Evde, ortamı serinletecek herhangi bir teknolojik alet aradı gözlerim. Ama nafile..”Nasıl dayanılır bu sıcağa” diye içimden geçirirken, derdimi anlamış gibi bana yönelerek acısını başa sardı: -Şimdi hayatta olsa bu sıcağı yaşatır mıydı bana Ali’m. Mayıs başında alıp götürmüştü beni Toros yaylalarına. “Hazırlan Iraz’ım, hafta sonu yolcuyuz, yakmam ben seni daha bu Çukurova sıcağında” derdi. İşte insanoğlunun en büyük ihtiyacı buydu. Sevgi ve şefkat! Yüzüm kızarıyor. “Keşke düşünmeseydim de yarasını deşmeseydim” diye suçlanıyorum. Birbirlerine hep çözüm olan, hep kolaylaştıran, hep ferahlatan, hep özgürleştiren, yaralamayan, onaran, mutlu eden taraf olmayı bilmişlerdi. Başka bir şey bilmeye gerek var mıydı ki? Hem de dile getirmeye bile gerek kalmadan. Bu yüzdendi birbirlerine olan müptelalıkları belki de. Aşk denen şey böyle olmalıydı. Sızlatmadan, söyletmeden, dertlendirmeden sunabilmekti. Ağlatan, üzen, sıkıntı veren, bunaltan, emreden, sıkboğaz eden, yasaklayan, yargılayan, sorgulayan, şekillendirmeye çalışan olmamışlardı çünkü. Birbirlerini oldukları gibi kabul etmişlerdi. Yüz yüze bir ömürdü geçen. Hem de tam kırk dört yıl. Bu yüzden kısacık gelmişti zaman. Su gibi akmıştı. Dün ile bugün kadardı her şey. “Gün olur asra bedel” değil miydi ötekisi zaten? Zamana anlam yükleyen insandı çünkü. İnsana da bu bilgeliği veren sadece yaşanmışlıklardı. |
Konu Sahibi NİLGÜN YAZAR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Baba(sız)lar günü | Makale ve Köşe Yazıları | NİLGÜN YAZAR | 0 | 1819 | 25 Kasım 2011 21:06 |
Insan insanın zehrini alır | Makale ve Köşe Yazıları | NİLGÜN YAZAR | 0 | 1760 | 25 Kasım 2011 21:04 |
Birinci kadının, ikinci kadına teşekkürü | Makale ve Köşe Yazıları | NİLGÜN YAZAR | 0 | 1472 | 25 Kasım 2011 20:57 |
Yoruldum | Makale ve Köşe Yazıları | NİLGÜN YAZAR | 0 | 1508 | 25 Kasım 2011 20:56 |
Eller ve izler | Makale ve Köşe Yazıları | su damlası | 1 | 1848 | 25 Kasım 2011 20:52 |
14 Temmuz 2010, 23:55 | Mesaj No:2 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 |
sevgi şefkat dürüstlük karşılıksız olursa manzara budur... armudun ipi üzümün çöpü derken,aşığım bayılırım ölürüm yaşayamamcıların evliliğide ömrüde zehir... ezberledik toplumun çağdaş(!) boyutunu.. flörtlerle pili bitenlerin evliliği asrımızın tadına doyulmaz evliliğidir işte... o 44 yıl önce idi hocam.. uyan.. |
28 Mayıs 2019, 22:33 | Mesaj No:3 |
Medineweb Baş Editörü Durumu: Medine No : 14593 Üyelik T.:
15 Kasım 2011 |
Birbirlerine hep çözüm olan, hep kolaylaştıran, hep ferahlatan, hep özgürleştiren, yaralamayan, onaran, mutlu eden taraf olmayı bilmişlerdi. Başka bir şey bilmeye gerek var mıydı ki? Hem de dile getirmeye bile gerek kalmadan. Bu yüzdendi birbirlerine olan müptelalıkları belki de. Aşk denen şey böyle olmalıydı. Sızlatmadan, söyletmeden, dertlendirmeden sunabilmekti. Ağlatan, üzen, sıkıntı veren, bunaltan, emreden, sıkboğaz eden, yasaklayan, yargılayan, sorgulayan, şekillendirmeye çalışan olmamışlardı çünkü. Birbirlerini oldukları gibi kabul etmişlerdi. Yüz yüze bir ömürdü geçen. Hem de tam kırk dört yıl. Bu yüzden kısacık gelmişti zaman. Su gibi akmıştı. Dün ile bugün kadardı her şey. “Gün olur asra bedel” değil miydi ötekisi zaten? Zamana anlam yükleyen insandı çünkü. İnsana da bu bilgeliği veren sadece yaşanmışlıklardı.
__________________ ~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Değer mi, Eder mi, Bedel mi? | Emine KOCAMAN | Emine KOCAMAN | 8 | 23 Ağustos 2024 17:44 |
Sevgi bedel ister | Nebevi Sevda | Videolar/Slaytlar | 7 | 21 Aralık 2018 11:01 |
Arapçada Bedel | FECR | Arapça 4 | 0 | 03 Mayıs 2018 14:36 |
Konferans:Risale-i Nur Kuran'ın Bu Asra Bakan Yüzüdür | Seleme | Risale_i Nur (Said Nursi) | 3 | 27 Mart 2015 10:23 |
Bedel Hac | Emekdar Üye | İslami Kavramlar | 0 | 01 Mayıs 2008 01:40 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|