|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Nesli_Nur,Açılış Tarihi: 26 Aralık 2012 (18:10), Konuya Son Cevap : 26 Aralık 2012 (18:10). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
26 Aralık 2012, 18:10 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 20510 Üyelik T.:
01 Ekim 2012 | ..modern hayat.. ..modern hayat.. CAHİLİYENİN KATMERLİSİ; MODERN HAYAT Kızlarını gömerlerdi, küçücük yaşlarında diri diri; insanlar zulmeder fakat kader adalet ederdi. Masum ruhları Cennet’e kanatlanırdı o yavruların, böylece ve bir bakıma kazanırlardı. Modern cahiliye, onları daha beter etti; beş para etmez adamların süfli emelleri için iki dünyalarını da batırdı. Bu dünyada eğlencelik çerez oldular, öteki ve asıl âlemde de Cehennem kütüğü… İnançsız erkeklerin hegemonyası, maddesiyle, manasıyla, ruhuyla, bedeniyle, her bakımdan, her türlü sömürdü kadını, kızı; dünyevi saadetiyle birlikte ahiret mutluluğuna da kastetti, maneviyatını tüketti, kimliğini heba etti. Şimdi gelinen noktada, en çok kadına şiddet konuşuluyor. Erkek kaba kuvvetinin vicdansızca ezdiği, üzdüğü, varlıklarını yok ettiği kadınlar var haberlerde… Modern çağların kadını, hep ezilen, üzülen ve ağlayan taraf oldu… Peki, ezen taraf, erkek milleti mutlu mu? Ezmekle, haksızlık etmekle, ağlatmakla kim mutlu olmuş ki onlarda mutlu olsun… Ezen ve ezilen, ikisi de kayıp ikisi de huzursuz, ikisi de mutsuzdur! Ama en ağır travma çocuklarda… Onlar masum yüreklerine yedikleri darbeleri, bir ömür unutamıyorlar. Darbeli ruhları ile asıl engellileri onlar oluşturuyorlar… Onlar, engelsiz görünen engellilerdir… Neden bozulduk ve niçin çözüldük? Kalbimiz maneviyattan kopup da Allah’tan uzaklaşınca, yaralanmadık yanımız kalmadı. Kültürel kıblemiz şaştı; çarpmadık kaya, düşmedik çukur, batmadık akıntı bırakmadık. Tersine döndük, tersimiz döndü. Her şey altüst oldu. Fıtratın rayından çıkan insan, üç kuruşluk menfaati uğruna, tabiattaki dengeyi bozdu. Manevi sığınaklarını da berhava etti. Çünkü bozulmuş fıtratı, hep yıkmaktan, bozmaktan ve yılan gibi zehirlemekten zevk aldı. Böylesine zehre kesmiş bir ortamda, doğru ve sağlam kalınabilir mi? Evet, kadın erkek, çoluk çocuk, sahih ve sağlam kalamadık. Dengemiz bozuldu, ne yaptığımızı bilemez hale geldik. Hatta bazen, kurdu gören şaşkın eşekler gibi, bize diş bileyenlere doğru koştuk; yenmeye hazır avlara dönüştük. Düşmandan tarafa doğru seğirtmek ya da katiline aşık olmak hali idi bu… Zaman zaman düşman bile şaşırdı bu duruma… “Bu kadar da olamaz!” dediler, hayretle… Ama oldu! Çünkü boşluk dehşetliydi. Açlık müthişti. Ekmek yerine taş bile kemirilirdi. Hatta Efendimiz aleyhissalatu vesselamın deyimiyle, yabancının biri, kertenkele deliğine girmeye çalışmak gibi, en olmayacak bir işi yapmaya kalksa “Vardır hikmeti (!)” denilecek ve taklit edilecekti… Osmanlı ruhuna son nokta, Lozan’da kondu. Manevi dinamiklerimiz iflas ettirilecek, kendimiz olmaktan çıkacak, tamamıyla dünkü düşmanlarımıza benzeyecektik. Biz, yani İslam medeniyetinin en güçlü temsilcisi, Müslümanların hamisi Osmanlı böyle olunca, diğerleri ne yapardı ki! Bediüzzaman Said-i Nursi rahmetullahi aleyhin deyimiyle, “Jandarmaya tango kadın kıyafeti giydirmek”ti bu… Bizde, uzak yakın hiçbir geleneği olmayan bidatlerle sarsıldı insanımız ve toplumumuz. Böylece, büsbütün bozulduk, çözüldük, döküldük, darmadağın olduk… Ahiret ile dünya arasında sıkışıp kaldık Süleyman Nazif anlatır: “Halifelik kaldırıldığında, ziyaretime gelen İngiliz subay, bu habere inanamadı. ‘Bu mümkün değil!’ dedi. Hakikat olduğunu öğrenince de ‘Buna, biz bile cesaret edemezdik’ dedi, büyük bir şaşkınlıkla…” Batı’dan kopyaladıklarımızla ne dünyanın işini ne de ahreti becerebildik… Ne doğulu olabildik ne de Batılı… Ne Avrupalı ne Asyalı… Kendi yürüyüşümüzü unuttuk fakat başkasına da ayak uyduramadık. Ortada kalakaldık. Çünkü hiçbir taklit, aslının aynı değildir. Biz de taklit ettiklerimiz gibi bile olamadık. Bize bakan Müslümanların bir kısmı, bizden ümidini kesti, inancımızı yitirdiğimize hükmetti. Bir kısmı da akılsız aklımızı beğendi ve bize özenip kayıplara karıştı. Oysa bizimkiler, radikal ve acele kararlar almışlardı büyük bir hevesle… Yazımız birden değiştiriliverdi. Bir gecede bilginlerimiz cahil kaldı. O sırada, din değiştirmek dahi gündeme geldi. “Acaba dinsiz kalsak mı daha iyi, Hıristiyan olsak mı?” diye ciddi ciddi düşünüldü. Gönüllerden silinmiş olan İslam, bütün tezahürleriyle toplumdan da silinmek istendi. Bu vahşi ve acımasız saldırıyı tenkit edenler gözden düştü, sükûta mahkûm edildi, muhalefetini sürdürenler sürgün edildi, hatta asıldı. Değerlerimize sahip çıkamadık! Fransız Yazar Piyer Loti bile “Aman Batı’yı taklit etmeyin! Değerlerinizin farkına varın ve onları koruyun” dediği için dışlandı, taşlandı ve hiç benimsenmedi… Claude Farrare acıdı, üzüldü, “Yapmayın, etmeyin, maneviyatınıza, mukaddesatınıza kıymayın!” dedi. Kulak asılmadığını görünce de ümidini geleceğe bağladı ve “Asaletle yanılanlar, bir gün tekrar düzelirler” demek zorunda kaldı. Bediüzzaman rahmetullahi aleyh, “Çağa uymak gerek diyen ve kendisini de duruma adapte olmaya, iktidarın nimetlerine yanaşmaya çağıranlara etkili dersler verdi; bu memlekette büyük ve kalıcı bir inkılâp yapmak isteyenlerin, ancak Kur’an ve İslam’ı esas alarak başarılı olabileceklerini, zira bizim Avrupa’dan çok başka ve farklı olduğumuzu açıkladı. Şairler Sultanı Necip Fazıl, bu gidişin sonuçlarından birine, 70 yıl evvel: “Bu gidişle, utanmaktan utanan bir nesil gelecek!” demişti. Gelmedi mi? İnsanlar nesillerini kurtarmak için sistemin dışında tutmaya çalıştı. “Aman inançsız olmasın!” diye okula göndermedi. İmam Hatip’ler açılınca, oraya akın başladı. Mesele imam, müezzin olmak değil, imanlı olmaktı. Okumayı düşünmeyen binlerce genç, sırf İmam Hatip talebesi olabilmek için ilkokul diploması aldı. Hala Müslüman’ın temel derdi budur. “Bir okul açılır, bir hapishane kapanır” denilirdi bizim gençlik yıllarımızda. Şimdi okulla birlikte, cezaevi de çoğalıyor. Çünkü kutsallarından koparılan insan terbiye edilemiyor. Allah’tan uzaklaşan, ahlaktan da uzaklaşıyor. Bu arada, en çok da yaşlılara, çocuklara, kadınlara yazık oluyor. Çünkü gücün hâkim olduğu bir dünyada, güçsüzler eziliyor. Kadına şiddet artıyor. Akrep gibi, kendini zehirleyen insanın elinden kim kurtulabilir ki? Allah’tan korkmayandan kork! “Kork, Allah’tan korkmayandan!” derdi rahmetli Babam, sık sık… İnsanlık; yemek, içmek ve cinsellikten ibaret hale geliyor. Böyle bir bünyede kalbin, ruhun, vicdanın varlığı değil, ancak adı bulunur? İşte, böyle azgınların çoğunluğu teşkil ettiği toplumlar, İlahi gazaba uğramıştır. Yani, isyanın arsızlıkla son haddine vardığı ve hiçbir türlü önüne geçilemediği ortamlar, helak olmak için verilmiş musibet dilekçelerdir. Çünkü azgınlığı son haddine vardırıp tevbeyi pişmanlığı hiç hatırına getirmeyenler, doğrudan Cenab-ı Hakk’a baş kaldırıyorlar küstahça ve arşa hırlarcasına… Adeta, “Hadi bakalım, bütün kurallarını alt üst ettik, çiğnedik ve yok saydık… Varsan eğer, kurallarına sahip çık, bize vaat ettiğin cezanı ver; kudretinden ne geliyorsa, ne yapabiliyorsan yap!” Bu meydan okumanın sonucu geldi umumi helak oluşlar; İlahi kahr u gazaplar, yok oluşlar. Muhammed ümmetine gelen lütuf, bu gazabın tehir edilişi, hemen dünyada değil, ahiret âlemine bırakılışıdır. “İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden, bizi helak eder misin Allah’ım?” (A’râf; 155) yakarışını öğretir Rabbimiz bize… “… Ne kadar da az şükredersiniz.” (Secde; 9) diye tekdir eder. “Rabbinizin hangi nimetlerini inkâr edersiniz?”(Rahman sûresi) buyurarak da uyarır. İnsanoğluna verilen nimetler o kadar çok ki “Denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa” sayıp dökemez… Sonsuz, sınırsız görünen nimetler içinde, Nimeti Veren’i görmemek, nasıl bir nankörlüktür? Kendini nimetin sahibi ve yaratıcısı gören Batılı insan, Müslüman’ın örneği olabilir mİ? Nimetler şeffaf birer perdedir ve arkalarında kendilerinden daha çok “Hakiki Sahibi” gösterirler. Bakan ama görmeyen, İlahi olanı gasp edip kendisine mal eden zihniyet etkiledi Müslümanı… Bu duruma Firavunluk mu, Nemrutluk mu diyeceğiz, bilemem ama kesinlikle insanın raydan çıkması, fıtrat çerçevesini parçalayıp haddini aşmasıdır… İnsanca yaşama biçimi Müslüman, “Elinden ve dilinden emin olunan”dır. Muhammed’ül Emin sallallahu aleyhi vesellemin ümmetidir. İşte, derdin temeli de buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü Müslüman Güvenilir ve Emin peygamberin, güvenilmez ümmeti durumuna düşmüştür. Kurtuluş yolu belli ve apaçık ortadadır… Bozulmamış bir Kitap ve en ince teferruatına kadar tespit edilmiş bir insanca yaşama biçimidir Sünnet-i Resulullah… Bu kılavuzdan uzak olan toplumların durumu da ortada… Büyük bir hırsla ve acımasız yöntemlerle sömürüp biriktirdikleri zenginlik, bugün onları mutlu etmeye yetmiyor. “Ah’lı mal hayretmez!” diyen dedem hep haklı çıkıyor. İçinde acı, gözyaşı ve beddua bulunan kazanç, aslında kayıptır; zira kazananı da kaybeder, yerle bir olur. Bu yüzden, “Zulüm ile abat olan, sonunda berbat olur” der atalarımız. Günümüzde, peş peşe patlayan ekonomik krizlerin temelinde bu gerçek yatıyor. Galiba bu yüzden Papa, bu krizleri “İlahi bir ikaz ve ceza” olarak değerlendirdi. Akıl için yol birdir; kendisi de sömürüyü destekleyen bir kurumun başında olmasına rağmen, bunu söylüyor ya da söylemek zorunda kalıyor… Kavimleri helak eden temel sebep; elleriyle işledikleridir. Bu işlerin başında Allah’a isyan gelir. İnsan nefsi, kendisini üstün görmeyi, üstünde başka bir güç görmemeyi, yani isyan etmeyi seviyor. İsyan, ancak zor kullanarak durdurulur; can yakarak cezalandırılır. Zaten eylemin içinde ceza var. Allah’a isyan eden, kendisine de, yaratılış çizgisine de, inanmayı çok isteyen gönlüne de isyan etmiş olmuyor mu? Bu yüzden Allah’a isyan, insanın kendi hakikatine isyanı demektir. İsyan için tüketen insan tükenir Kendi fıtratına isyan eden insan, en çok kendini yaralıyor. Bu sebeple, inkârın verdiği ızdırap, hiçbir günahta bulunamaz. Yaratıcıyı inkâr eden için artık hiçbir ‘kırmızı çizgi’ yoktur. Hiç bir şekilde onu engelleyecek, durduracak, sınırlayacak bir güç ve kural yoktur. O, sadece nefsinin kulu, kölesidir. Bu yüzden haddini bilmek erdemi, bütünüyle berhava olmuştur. “Ne güzel, gir oyna, çık oyna, nefsinin isteklerini tümüyle yap, keyfine bak!” gibi görünen bu durum, kısa bir süre sonra, dayanılmaz acılara dönüşür ve insanı bunalımdan bunalıma sürükler… Hayat, taşınamayacak ağırlıkta bir yüke dönüşür. Yemek, içmek sınırını aşıp hasta olur. Yemekten içmekten kesilir; perhizlere mahkûm olur. Ya da yasakları dinlemez, erken ölür. Cinsellikte sınır tanımayarak, hastalanır, çöker, o fonksiyonunu da bitirir… Daha çoğuna koşarken, iflas eder, iktidarsızlaşır. Hırsla kalkar, zararlara uğrar. Öfke, haset, kıskançlık ve ölüm korkusu sarmalında umutsuzlaşır, mutsuzlaşır. Varlığı, sadece psikolog ve psikiyatrlara yarar. Var ama yok olur. Kalpsiz bir kalıba döner. Robotlaşır. Bir tüketim mekanizmasıdır artık; asla doymaz. Hem gözü açtır hem gönlü… Haliyle elindekine sımsıkı yapışır; paylaşmak ölümdür ona… “Vermek” yoktur lügatinde, babası bile olsa hep almaya odaklanmıştır, “Rabbena, hep bana!” anlayışındadır. Daima daha çok, daha çok düşüncesiyle, biriktirdiklerinin altında kalır, nefes alamaz olur. Sadece kendini sever, hiç kimseyi samimi olarak sevemez, dolayısıyla hiç kimse tarafından da sevilmez… Sevgisiz bir hayat, bambayattır. Bomboş bir yaşamaktır. Böyle bir hayat, bir insana ait olabilir mi? Yaşamıyor gibi yaşamak… Kendi elleriyle duvarlarını ördüğü bir hapishanenin mahkûmu olmak… Bencilliğin verdiği uğursuz lezzetlerle farkına varmaz yaptığının; ama son taşı koyduğunda ve dört duvar oluştuğunda yapacak bir şeyi de kalmaz… Artık tek kişilik tecrittedir. Böyle bir insanın insanlığı, yalnız görüntüdedir. İç dünyası çoktan bozulmuş ve başkalaşmıştır. Mehmet Akif dedemizin dediği gibi “Tek dişi kalmış canavar”dır” o! İkaz dinlemez, itaat etmez, kendini ilahlaştırır. İşte, bu noktada gelir, İlahi ceza… Zira “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir; Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” kaidesinin sırrı tecelli eder. Bu kahr ve gazap tecellisiyle, nice kavimler seyirlik ve ibretlik hale gelmiş; kimi suda boğulmuş, kimi ateşte yanmış, kimi de yerin dibine batmıştır. Allah’ın adaleti, Hz. Nuh’un oğlunu, Hz. Lut’un karısını, Hz. Peygamber’in amcasını da ayırmamış; bütün isyânkar inkârcıları hak ettikleri cezaya çarptırmıştır. Kısacası, Hz. Ömer radıyallahu anhuya kulak vermemiz gerekir: “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. ” Maksadı Allah olmayan kaybeder! “Eğer kalbinizdeki ilk sıraya Allah’ı koymazsanız; hem Allah’ı hem de ilk sıraya koyduklarınızı kaybedersiniz.” İşte, bu kaybedişlerin adı, modern cahiliyedir. Kaybedenler için Necip Fazıl’ın koyduğu isim ise “Marka Müslümanı”… Yani, sadece adı Müslüman! Helak olmak, sadece maddeten değil ki bir de böyle manen gerçekleşiyor. İnsan, sahip olduğu bütün değerleri, bir başka kültürün yoğun tesiri altında kalarak, bir başka deyimle “Duman altı olarak” kaybediyor. Ortaya ne olduğu pek belli olmayan, şekilsiz, biçimsiz bir ucube çıkıyor. Kıyameti çoktan kopmuş bir insan ya da helak olduğunu fark etmeyen bir insan… Her şeyi bilen ama kendini bilmeyen bir insan… Oysaki “Kendini bilen, bilir Rabbini…” Başka türlü, her devir cahiliyedir. Ve bu devir, bilenlerin bilerek yanlış yaptığı, “Bile bile lades dediği” bir devir… Bu ahir zaman fitnesinin ya da modern cahiliyenin putları; para, makam, mevki, şan şöhret, benlik, bencillik ve şehvettir. Tarihin derinliklerinde kaldığını sandığımız putlar, tam tersine daha etkili olarak ve sadece isim ve biçim değiştirmiş olarak tepemizdeler. Yememizde, içmemizde, giymemizde, markalaşmış varlıklarını daima ve vazgeçilemez halde hissettiriyorlar. Müslüman, bu putların gölgesinde dura dura kararmış olan imanıyla, tanınmaz hale geliyor. Ve modern cahiliye başlıyor. Müslüman, doğarken, çocukken, tahsil yaparken, iş hayatında evlenirken, hep başka kültürleri yansıtıyor, içiyle dışıyla, ahlakıyla ama öldüğünde Müslüman olarak gömülüyor. Gömülürken de geride kalanların şahitliğine havale ediliyor; tabii ki “İyi biliriz!” diyoruz. İnşallah “Şıracının şahidi, bozacı” deyimine girmiyoruzdur. Şimdi bütün mesele, Müslüman doğanların Müslümanca yaşaması ve son nefeslerini de Müslüman olarak vermeleridir. Temel dert bu olursa belki de modern cahiliyeye çaldırmayız kalplerimizi… VEHBİ VAKKASOĞLU
__________________ Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur... |
Konu Sahibi Nesli_Nur 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
inşikak süresini tanıyalım.. | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 7 | 2913 | 26Haziran 2015 15:55 |
muttaffifin suresini tanıyalım.. | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 10 | 6101 | 24Haziran 2015 15:17 |
Kıyamet Suresini Sorularla Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 11 | 7227 | 28 Nisan 2015 17:18 |
Tahrim Süresini Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 11 | 6465 | 03 Mart 2015 07:46 |
Casiye Süresini Tanıyalım | Sorularla Sureleri Tanıyalım | bilinmez | 9 | 3313 | 28 Ekim 2014 07:36 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Keşke'siz Hayat, Hatasız Hayat Değildir | YaŞuHa | Muhtelif Konular | 1 | 15 Eylül 2017 17:52 |
Modern Tesettür… (!) | Ravza'm | Tesettür Konuları | 7 | 23 Ağustos 2016 22:05 |
Modern Türbanlılar | YaŞuHa | Tesettür Konuları | 0 | 24 Ekim 2013 22:21 |
Modern hayatın unutturdukları | KuM TaNeSi | Serbest Kürsü | 1 | 23Haziran 2012 09:38 |
Modern Kültür ve Gençliğimiz | a.rahman75 | Serbest Kürsü | 0 | 02 Mart 2010 18:48 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|