Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Edebiyat > Makale ve Köşe Yazıları

Konu Kimliği: Konu Sahibi muhsin iyi,Açılış Tarihi:  02 Ocak 2013 (20:39), Konuya Son Cevap : 10 Mayıs 2015 (19:16). Konuya 26 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 08 Ocak 2013, 16:52   Mesaj No:11
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:180
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu (2)

Sözlük anlamı: Düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı.
Kur’an’da zikir: Kur’anda zikir kelimesi türevleriyle birlikte 250′den fazla yerde geçmektedir. Sadece “zikr” şekliyle 63 defa zikredilmektedir. Sadece emirhaliyle 37 yerde geçmektedir.
Zikr kelimesinden türetilmiş diğer isimlerden Kur’an’da geçenlerden bazıları şunlardır: “Tezkiratün”, “Tezkir” “Mezkür” “Müzekkir”, “Zakirat”, “Zakiriyn”, “zeker”, “Zükür”, “Zükran”
Zikir kelimesi fiil şekliyle Kur’an’da daha az geçmekle beraber muzarı hali, mazi halinden daha çok kullanılmıştır. Şimdi bunlardan bazılarını okuyarak anlamlarını tesbite çalışalım:
“…Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı ümit eden ve Allah’ı çok zikreden kimse, Allah’ın Rasulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab; 33/21) Bu ayette zikir “düşünmek” anlamında kullanılmıştır.
“Arınan ve Rabbinin ismini zikreden ve namaz kılan kurtuluşa ermiştir.” (87 Ala; 15) Burada da” arınma ile düşünce ve inanç, zikir ile “anış” namaz ile de “eylem” dile getirilmiştir.
“Hayır, Kur’an bir öğüttür. Öğüt (zikr) almak isteyen için.” (74/Müddessir: 54-55) aynı ifadeler 80. sure Abese’de de geçmektedir. Burada da “öğüt” anlamı ön plana çıkmıştır.
“Genç de şöyle demişti: “Gördün mü, kayaya sığınınca ben balığı unuttum. Onu zikrimi (hatırlamamı) unutturan da, şeytandan başkası değildir.” (18/ Kehf: 63) “hatırlama” anlamında.
“Size söylediklerimi elbette zikredeceksiniz/hatırlayacaksanız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Allah, kullarını hakkıyla görendir.” (40/Mümin: 44)
“İnsan, önceden hiçbirşey değilken kendisini yarattığımızı hiç zikretmiyor/düşünmüyormu?”(19 Meryem: 67) “düşünmek” anlamında.
“… Allah’ın adını zikretsinler/ansınlar” (22/Hac: 28) “anmak” anlamında.
Esasen “anmak”, “hatırlamak” ve “düşünmek” birbirlerini tamamlayan üç unsurdur. Düşünülen şey, hatırlanır, hatırlanan şey de yad edilir, anılır. Dile getirilir. Bu sebeple ayetlerde geçen “zikretmek” ifadesinde bu üç unsuru da görmemiz mümkündür.

KUR’AN ZİKİRDİR
Allahu Teala kitabının bir çok yerinde Kur’an’ın bir zikir olduğunu belirtir. İşte bu ayetlerden bazıları:
“Sana okuduğmuz bunlar, ayetlerden ve hikmet sahibi zikir (Kur’an)dendir.” (3/Ali İmran:58)
“Ey kendisine zikir/Kur’an indirilen kimse sen bir delisin dediler.” (15/Hicr: 6)
“Zikr’i/Kur’an’ı biz indirdik, Onu koruyacak olan da biziz.” (15/Hicr:9)
“Onları apaçık delillerle ve kitaplarla gönderdik. Sana da, insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye zikri/Kur’an’ı indirdik. Belki düşünürler.” (16/Nahl: 44)
Bunlardan başka, zikrin Kur’an olduğu hususunda şu ayetleri de zikredebiliriz: 21/Enbiya:2, 50 25/Furkan:29, 26/Şuara:5, 36/Yasin: 11, 69, 38/Sad: 8, 49, 87, 41/Fussilet:41, 54/Kamer: 17, 22, 25, 323, 40, 68/Kalem: 52, 81/Tekvir: 27.

ALLAH’IN TÜM KİTAPLARI ZİKİRDİR
Zikir, uyarı, hatırlatma ve öğüt olduğu için Allah’ın bütün kitapları bir zikirdir. İnsanlara cenneti ve cehennemi hatırlatarak, mükafat ile müjdelemekte, azap ile uyarmakta ve doğru yolda yürümeleri için öğüt vermektedir. Bu kitaplar, Kur’an’ın, kendisine zikir adı verildiği gibi, daha önceden Allah’ın indirmiş olduğu diğer kitaplara da “zikir” ismi verilmiştir.
Bu hususa örnek olarak Enbiya Suresi’nin 48. ayetini verebiliriz:
“Biz, Musa’ya ve Harun’a hak ile batılı ayıran ve sakınanlar için bir ışık ve zikir/öğüt olan kitabı verdik.” Bu ayette Musa’ya ve Harun’a indirilen tevrat’ın üç özelliğinden biri olarak “zikr” de belirtiliyor. Diğerleri ise hak ile batılı ayırıcı olması (furkan) ve ışık “ziya” özellikleridir.
Allah’ın kitaplarına “zikir” denildiği gibi, bu kitaplara sahip çıkanlara da “kitap ehli” denildiği gibi “zikir ehli” de denir.
“Kendilerinden önce helakettiğimiz şehir halkları da iman etmemişlerdi. Bunlar mı iman edecek? Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz adamlardan başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” /(21/Enbiya:6-7) ayetinde olduğu gibi “zikir ehli” ifadesiyle daha önce kendilerine kitap verilen ve bahsedilen olaylardan haberdar olan kimseler kastedilmektedir.

ZİKRİN GERÇEKLEŞMESİ
Zikir kelimesinin, düşünme, hatırlama, anma, öğüt ve uyarı anlamlarını taşıdığını görmüştük. Öyleyse zikrin gerçekleşmesi için bu anlamların bir bütünlük arzetmesi gerekir.
Kitabın zikir olması ile kişinin zikretmesi arasında bir bağlantı vardır. Zikir sadece dil ile bir “anış”tan ibaret değildir. Bir ismi tekrar tekrar söylemek tek başına bir zikir sayılmaz. Söylemenin ötesinde olması gereken şartlar vardır. Bunlar:
1. Düşünmek: “Onlar, Allah’ı ayakta, da, otururken de yatarken de düşünürler/zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünerek şöyle dua ederler. “Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Seni eksiklikten ve boş şeyler yapmaktan tenzih ederiz. Bizi ateşin azabından koru!” (3/Ali İmran: 191)
Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, zikir her zaman her yerde Allah’ı düşünmek, Allah’ın yarattığı varlıkları ve yaratılış gayelerini düşünmek ve Allah’a dua etmek şeklinde gerçekleşir.
Bu ayetin üstündeki 189. ve 190. ayetlere de bir göz atarsak, zikirdeki düşünme yönünün önemini daha iyi kavrarız.
2. Öğüt almak: Kitabın zikir olduğunu hatırlarsak, bu zikrin sahiplenilmesi için kitabın gösterdiği yolda yürümek gerektiğini ve verdiği verdiği öğütleri düşünmek zaruretini anlarız.
“Kendilerine öğüt/zikir verildiği zaman öğüt/zikir almıyorlar.” (37/Saffat: 13)
“Rabbinizden size indirilen (zikre) uyun. Onun dışındakileri veli edinip de onlara uymayın. Ne kadar az öğüt dinliyorsunuz! (Tezekkerun).” (7/Araf:3)
3. Hatırlamak: Allah’ın insan üzerindeki nimetlerini ve lütuflarını hatırlayarak ona şükretmek de zikrin bir yönünü oluşturur.
“Ey Meryemoğlu İsa, Sana ve annene verdiğim nimetimi zikret / hatırla!” (5/Maide:110) ayetinde olduğu gibi.
4. Rabbin ismi olması: Zikir ederken Rabbimizi düşümeli ve onu kendi isimleriyle zikretmeliyiz. Herkesi işaret etmesi mümkün olan “zamirler” le değil. Örneğin: “Hu” gibi “Hu” kelimesi “O” anlamına gelen bir zamirdir. Bir değil, bir çok kişinin yerini tutabilir. Oysa, zikirde akla gelmesi gereken tek kişi vardır, Allah… Öyleyse zikir de Allah’ın isimleriyle olmalıdır.
“Rabbının ismini sabah akşam zikret. Geceleyin de O’na secde et, ve gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et.!” (76/İnsan:25-26)
“Herşeyden kesilip, Ona yönelerek Rabbinin ismini zikret.” (73/Müzzemmil:8)
5. Zikrin çok olması ile bir kelimeyi çok tekrarlama arasındaki fark:
Rabbimiz, bizden kendisini çok çok zikretmemizi istiyor. “Rabbini çok çok zikret ve akşam sabah ona tesbih et.” (Onun her türlü eksik ve noksanlıktan uzak olduğunu ifade et.) (3/Ali İmran: 41)
“Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin, sabah akşam onu tesbih edin!”(33/Ahzab:41-42)
“Namaz kılındığı zaman da, yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan rızık arayın! Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (62/Cuma: 10)
Bu ayetlerde bizden istenen zikirin sayısal değerinden bahsedilmiyor. Yani “şu isimleri şu kadar tekrarlayın” şeklinde bir emir yok. Zikrin, sabah akşam çokça yapılması, her yerde her zaman Allah’ı zikretmenin istenmesi gösteriyor ki, dil ile çok çok tekrarlama yerine hatırlama, düşünme, idrak etme ve ifade etme ve öğüt alma, hep zikir halidir. Bilinçsiz bir şekide yapılan çok tekrarın ise bir anlamı yoktur. Gerçek zikir anlamını bilmeden tekrarlanan sözler değil; düşünerek, ibret alarak, vakıf olarak bilinçlice yapılan hareketlerdir.
6. Allah’ın zikri ile kalplerin titremesi: Zikir tam anlamıyla gerçekleştiği zaman kalpler onunla uyanır, titrer ve kendine gelir.
“İman edenlere, Allah’ın zikri ve hak olarak nazil olan (Kur’an) için kalplerinin titreme vakti daha gelmedi mi? Sakın ola ki daha önce kendilerine kitap verilip de aradan uzun zaman geçince kalpleri katılaşan ve çoğu yoldan çıkan kimseler gibi olmasınlar.” (57/Hadid:16)
“Müminler, Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen kimselerdir.” (8 Enfal:2)
Kalbin titremesi, duyarlılık göstergesidir. Allah’tan bahsedilmesine, kendisine Allah’ın hükmü hatırlatılmasına rağmen yanlışı değiştirmeyen, ürpermeyen ve gidişatını düzeltmeyen mümin olma vasfını kaybeder. Böylesi bir duyarlılıktan uzak olarak yapılan zikirler zikir değildir. Sarhoş bir halde atılan “Allah” naraları ancak Allah’ın gazabını celbettirir.

NİÇİN ZİKİR?
Zikir, Allah’ın bir emridir. Allah, insanı zikredebilecek bir yaratılışta yaratmıştır. İnsan, zikri seçerek doğru yolda yürür; zikirden uzaklaşarak sapıklığı hak eder. Allah’ın zikri yani Kur’an insana hem dünyada hem de ahirette mutluluk kapılarını açar.
“Allah sözün en güzelini, ayetleri güzellikle birbirine benzeyen ve mükerrer olarak gelen bir kitap şeklinde indirmiştir. Allah’tan korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. Bu, Allah’ın doğru yolu gösteren rehberidir. Dilediğini onunla doğru yola iletir. Allah kimi sapıklık içinde bırakırsa onun için hiçbir yol gösteren bulunmaz.” (39/Zümer: 23)
Zikir, Allah’ın verdiği nimetlere hem şükrün bir ifadesi, hem de o nimeterin devamının gereğidir.
Nitekim Salih Aleyhisselamın kavminden bahseden ayette Ad kavminin yerine getirilişleri hatırlatılırken, Onların uğradığı felakete uğramamaları için Allah’ın nimetlerini zikretmeleri isteniyor.
“Ad kavminden sonra sizi halifeler yaptığını, ovalarında köşkler kurup, dağlarında evler inşa ettiğiniz bu topraklara yerleştirdiğini bir hatırlayın. Allah’ın nimetlerini zikredin. (düşünün) de yeryüzünde bozgunculuk yaparak taşkınlık etmeyin.” (7/Araf:74)

ZİKİRDEN UZAKLAŞMAK:
Zikirden uzaklaşmak, kişinin özünden uzaklaşması demektir. Çünkü zikir aklın, düşünce ve duyguların tertemiz bir şekilde faaliyette olması demektir. İnsanın doğru yolda yürüdüğünün işaretidir. Zikirden uzaklaşmak ise batıla geçişin ve çöküşün bir başlangıcıdır. Allah’ın kitabının zikir olduğunu hatırlarsak, Allah’ın kitabından uzaklaşmak delalete düşmektir. Allah’ın kitabının ışığından mahrum olmak, karanlıkta kalmaktır.
Rabbimiz, kitabına karşı ilgisiz kalan, kimselerin kalplerinin katılaşmış olduğunu bildiriyor ve onlara “yazıklar olsun!” hitabında bulunuyor.
“Allah’ın göğsünü İslam’a açtığı kimse, Rabbinden gelen bir nur üzerinde değil midir? Kalpleri Allah’ın zikrine karşı katılaşmış olanlara yazıklar olsun! Bunlar apaçık bir sapıklık içindedir.” (39/Zümer: 22)
Allah’ın zikrinden uzaklaşanlar şeytanın kardeşi olurlar. Şeytan da onları doğru yoldan uzaklaştırır. Batıllarla oyalar. Fakat, insanın bundan hiç haberi olmaz da kendini hidayette zanneder.
“Allah’ın zikrini kim, umursamazsa, ona bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan hiç ayrılmayan bir arkadaş olur. O şeytanlar onları doğru yoldan ayırırlar da onlar kendilerinin hala doğru yolda olduklarını zannederler.”(43/Zuhruf:36-37)
Kıyamet günü Allah’ın zikrinden yani kitabından uzaklaşmış olan kimse feryad ederek şöyle der:
“Ah, ne olurdu peygamberle birlikte bir yol edinseydim. Yazıklar olsun bana Ne olrudu filanı dost edinmeseydim. İşte beni, bana Rabbinden gelen zikirden uzaklaştırdı. Zaten şeytan insanı yalnız bırakır.” diyecektir. Peygamber de diyecektir ki:
“Ey Rabbim, kavmim bu Kur’an’ı terketti.” (25/Furkan:27-30)
Sonuçta, Rabbin zikrinden uzaklaşmak azabı getirir. “Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, Allah onu çok ağır bir azaba sokar.” (72/Cin: 17)
“Onların ne malları ve ne de evlatları, Allah’ın azabından hiç bir şeyi onlardan savamayacaktır. Onlar cehennem ehlidirler. Orada daimidirler.
Allah, onların hepsini dirilttiği gün, sana yemin ettikleri gibi O’na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde olduklarını zannedeceklerdir. Haberiniz olsun, işte asıl yalancılar onlardır.
Şeytan onları hükmü altına almış ve Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytanın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun ki asıl hüsrana uğrayacak olanlar, şeytanın taraftarlarıdır.” (58/Mücadele:17-18)
Müşrikler, kendileri için bir uyarı olan ve gerçeği gösteren Allah’ın zikrini/Kur’an’ı işittikleri zaman, son derece sinirlenirler, öfkelenirler ve ellerinden gelse kendilerine Allah’ın zikrini okuyan kimseyi gözleriyle yerin dibine geçirmek isterler. Oysa, Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman dinlemeleri, düşünmeleri ve öğüt almaları gerekir. Ona karşı düşman kesilmeleri kendilerini ateşe atmaktan başka bir şey değildir.
“Kafir olanlar, zikri işittikleri zaman, neredeyse, gözleriyle seni yere yıkacaklardı. “O, bir mecnundur.” diyorlardı. Oysa, O, herkes için bir uyarı/öğütten başka bir şey değildir.” (68 Kalem: 51-52)

ZİKİRDE YANLIŞ VE BATIL ANLAYIŞLAR
Zikir, Allah’ın kitabının ismi ve düşünmenin, anlayışın adı iken: Kur’an’la hiçbir ilgisi olmayan ve bilinçsizce yapılan bazı törenler vardır. Bu törenlere hiç de içeriğine uygun olmayan bir isim verilmektedir. “zikir..”
Zikir, uyanıklığın, düşüncenin ve bilincin esası iken, zikir adı verilen bazı toplantılarda insanlar kendilerinden geçirilmekte, adeta uyuşturucu kullananlar gibi hayal dünyalarında tatlı rüyalara daldırılmaktadır. Kimi tefle, dümbekle, zille, neyle, halay ve dönüp durmakla zikir yaptığını zannediyor; Kimi de kendini kaybedip, hipnotize edildikleri kimseler tarafından çeşitli yerlerinden şişleniyorlar. Kendi nefislerine zulmediyorlar. Bazıları geleneksel bir şekilde tesbihle, bazıları modernist olarak numaratörle, bazıları da daha doğal olarak taşla, çakılla, anlamını bilmedikleri bazı kelimeleri tekrarlıyorlar. Kimileri bağıra çağıra taşkınca; kimileri de sessiz sakin ama şaşkınca “zikir” yapıyorlar.
Kur’an’ın bize öğrettiği zikir anlayışında belirli sayıda, belirli isim ya da kelimelerin tekrarı yoktur. Zikir, hayatın bütün boyutlarında, düşünceyi, anlayışımızı, duygularımızı ve hareketlerimizi Allah’ın gösterdiği şekilde düzenlemektir. Hayata bakışımızı, Rabbimize kulluk bilinci içerisinde şekillendirmektir. “En yüce ve en üstün Allah’tır” demek, ve “Allah’ın otoritesine boyun eğmektir. Allah’ın kitabını okumak, anlamak ve hayat rehberi olarak benimsemektir.
Allah’ın kitabına karşı kör, sağır ve dilsiz olup, bazı güzel isimleri sürekli veya belirli sayıda tekrarlamanın insana kazandıracağı önemli bir şey yoktur. Aksine kaybettireceği şeyler çoktur. Birincisi, cehaletini meşru olarak görüp, yaptığı ile tatmin olarak Allah’ın kitabına karşı sorumluluğunu ihmal edecektir.
İkincisi; anlamını bilmeden tekrarladığı sözler içinde belki de insanı şirke götürecek batıl sözler vardır. Örneğin “La mevcude ilallah” gibi Nedir bu sözün anlamı? Allah’tan başka varlık yoktur.” bir başka deyişle “tüm varlık Allah’tır.” Yani, iyi kötü yaratılmış ne varsa hepsinin Allah olduğunu iddia etmek. Ne büyük bir hata! Ne dehşetli bir cehalet. Allah’ın yarattığını, Allah’ın kendisi yerine koymak… Çok korkunç bir gaflet. Affedilmez bir suç. Sonra bunun adını zikir koymak, Allah’ın gazabından insanı kurtarabilir mi?!
Asla kurtaramaz. Öyleyse, dikkat edilmesi gereken nokta anlamını bilmediğimiz kelimeleri durmadan tekrarlamak yerine bilmemiz gereken Allah’ın isimlerini ve vasıflarını öğrenmek, Allah’ı kendi zikri olan Kur’an’dan tanımak ve Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda yürümektir.
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Ocak 2013, 17:01   Mesaj No:12
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 745
Konular: 146
Beğenildi:312
Beğendi:100
Takdirleri:3844
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu (2)

Yüce Allah (c.c.) bizlere akıl ve şuur versin. Rızası istikametinde ayırmasın. Zikrini rızası yolunda kılmayı nasip eylesin. Bizi gerçek Müslüman ve müminlerden eylesin. Âmin.

amin amin amin ya Mucib ya Muin
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Ocak 2013, 17:13   Mesaj No:13
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:muhsin iyi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14028
Üyelik T.: 31 Temmuz 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:
Mesaj: 143
Konular: 88
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu (2)

Alıntı:
makbergülü Üyemizden Alıntı Mesajı göster
muhsin hocam kutbul aktap hacı reşat efendi hakkında bir bilginiz var mı ? (annemin sorusudur bu )bu konuda nette ben bir bilgi bulamadım da.açıklarsanız faydalanırız.saygılar...
Yok tanımıyorum.
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Ocak 2013, 17:15   Mesaj No:14
Medineweb Emekdarı
makbergülü - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:makbergülü isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17068
Üyelik T.: 03 Mart 2012
Arkadaşları:26
Cinsiyet:anne
Memleket:arz
Yaş:46
Mesaj: 1.078
Konular: 171
Beğenildi:212
Beğendi:27
Takdirleri:246
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu (2)

anladım hocam ...ilgilendiğiniz için Allah razı olsun..
__________________
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

"Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez."

|| BAKARA 286. ||


MAZARET insanın kendine söylediği en büyük ''YALAN''dır !! ..

Velhasıl-ı kelâm.
Namaz, duâ, gayret, nâsip. . .
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2013, 15:28   Mesaj No:15
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:muhsin iyi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14028
Üyelik T.: 31 Temmuz 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:
Mesaj: 143
Konular: 88
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)

Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)
Zikrin işlevi ile ilgili çeşitli tarihlerde yazdığımız iki yazıda belirgin bir eksiklik olarak zikrin ruha tesirinden gereği şekilde söz etmediğimiz ilgili yazıları bilahare okuyunca meydana çıktı.

Hâlbuki zikir önce ruha etki eder. Ruhu tasfiye (saflaştırma) ettikten sonra nefsi tezkiye (temizleme) eder. Çünkü zikir karşısında önce ruh harekete geçer. Ruh arındıktan, yani belli bir oranda saflaştıktan sonra sıra nefsin makamlarını kat etmesi için tezkiyesine gelir. Yukarıdaki makalelerimde bunun ne şekilde olduğunu yeterince açtığımız, açıkladığımız için burada ruhun zikir karşısında aldığı vaziyete odaklanacağız.

Ruh ibadet olmadan ölü gibidir. Varlığını pek göstermez. Nefis ile ruh aynı hali alır. Onun için psikoloji, psikanaliz, psikoterapi… gibi bilimler, disiplinler ruhu tanıyamadıkları, ayırt edemedikleri için nefsi incelemişler, nefsi ruh diye ele almışlardır. Dolayısıyla bunların vardıkları kanılar da hep nefisle ilgili olmuştur. Asla da bir insana şifa kaynağı olamamışlardır.

Ruh hiçbir zaman hastalanmaz. Psikolojik rahatsızlıklar nefisten kaynaklanır. Çünkü ruh Allah’tan ilahi bir nefhadır. İnsan nefsinin bu dünyaya aşırı şekilde ve yanlış yollarla bağlı olmasından dolayı psikolojik sıkıntılar, rahatsızlıklar ve hastalıklar yaşar. İnsan günahlara tövbe ettiğinde ve ibadetlerle yaratılış amacına yöneldiğinde ruh hızla manevi âlemlere doğru yükselir, nefis bu sayede dünyaya aşırı ve yanlış yollardan bağlı bulunduğu psikolojik rahatsızlıklardan, sıkıntılardan, hastalıklardan kurtulmaya başlar. Yoksa nefsi temel alan ve ruhu görmezden gelen modern bilimlerin ve disiplinlerin insana hiçbir şekilde belirgin bir şifa vereceğine kesinlikle inanmıyorum.

Bu dünyada gurbette olan ruhun ilahi âlemlere karşı olan iştiyakı ve özlemi ancak günahlara tövbe etme ve ibadetlere yapışmakla giderilir.

Ruh yükselişle kendisini belli eder. Durağan olduğu zaman nefsin egemenliği altına girip tanınmaz olur. Ruh ibadetlerle Allah’a (c.c.) doğru, asıl vatanına yolculuğa çıktığı zaman varlığı sezilir. O zaman bir insanda ruhtan söz edilebilir.

Yoksa nefsinin esiri olup da çeşitli günahların pençesindeki insanların ruhi bir hayatı olmadığı gibi böyle bir insanın ruhunun soluklarını duyması bile imkânsızdır. Günahkâr insanın hayatında ruhun varlığı silinmiş, adeta buhar olmuştur.

Kişi ne zaman günahlara gözyaşı ile nasuh tövbesi yaparsa ve ibadetlere başlarsa ruh adeta hayat bulup kendisini gösterir. Böyle bir kişinin ruhu yükselmeye başlamıştır.

Ruh yükselmezse varlığını göstermez. Nefsin elinde yok olup gider, adeta erir.

İlahi aşk ruhun yükselmesi ile başlar. Ruhu yükselmeyen kimse dünya bataklığına saplanıp kalır. Materyalist olur. Allah’ı ve diğer inanması gereken şeyleri yavaş yavaş inkâr etmeye başlar. İnsanın inanması için bu dünyayı aşması, ruhunun ilahi âlemlere yükselmesi gerekir. Manevi yolculukta iman esasları gittikçe güçlenir. Ruh ileri manevi âlemlere yükseldikçe insanın gözünde madde düşmektedir. Onu hayal, rüya gibi bir şey olarak algılamaya başlamaktadır. Bu sayede büyük bela ve musibetleri de fazla sarsılmadan aşabilmektedir. İnsan kalbinden bu dünyayı çıkardığı oranda Allah’a karşı bir ilahi aşk duymaktadır.

Ruhun yükselmesi adeta bir el fenerinin ışıkları gibidir. Yani ruh el fenerinin elde olması gibi vücut ülkesindedir. Işık nasıl saniyede 300.000 km hızla harekete geçerse ruh da bundan daha hızlı bir şekilde letaifleri ile arş-ı alaya doğru yükselmeye başlar.

İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) Mektubat’ında ruhun yükselmesine dair yazıları okuyunca bunun ne şekilde olduğunu çok merak ettim. Bu yolda bir makam sahibi olmadığımız halde yüce Allah (c.c.) sadat-ı kiramın himmetiyle defalarca kez yakaza halinde gösterdi ki ruh (letaifler) çok yüksek bir hızla göğe doğru yükselmektedir. O kadar yüksek bir hız ki belki ışık hızı yanında solda sıfır kalır. Önceleri bu hızlara tahammül edemeyip yüce Allah’tan (c.c.) bu isteğimden vaz geçip tövbe ettim. Çünkü insan o sırada aklını kaybedeceği vehmine kapılmaktadır. Hâlbuki bizim yaşadığımız hız, Allah’tan (c.c.) bir rahmet olarak bizim tahammül gösterebileceğimiz şekilde ayarlanmıştı. Gerçeğini insanın kaldırması zaten mümkün değildir.

İstisnasız her Müslüman günahlardan el çektiğinde (üzerindeki kul haklarını da ödemeye çalışma kaydıyla), farz ibadetleri yerine getirdiğinde bu ruhi yükselişini gerçekleştirmektedir. Tabii bunun farkında olmamaktadır. Bu insanlara gösterilmemektedir. Ama tabii ehl-i tasavvufa göre sıradan bir Müslüman’ın letaiflerinin göğe yükselme hızı biraz düşük olabilir, varacağı yer de yani makamı da biraz aşağıda kalabilir. Ama Allah’ın (c.c.) izni ile ölümden sonra sonu cennette biten bu ruhi yükseliş maksada varıncaya kadar devam eder. Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere bir kişi ölmeden önce gideceği yeri görmeden ruhunu teslim etmez. Yani sadece Müslümanların ruhları cennete doğru uçmuyor, inançsız veya günahkâr insanların ruhları da cehenneme doğru düşmektedir. Tıpkı halatları kopmuş bir asansör gibi. Rüyalarda bazen görülen düşme durumları buna işaret olabilir. Tabii bunu tövbeye vesile olması ve ihtiyat için söylüyoruz. Yoksa rüyalardaki düşmenin başka nedenleri de olabilir. Bunları şimdilik bilemiyoruz. Tövbe ettikten ve günahlardan uzak durduktan sonra bunu vesvese yapmamak da gerekiyor. Şunu itiraf ediyorum ki, bu tasavvuf yoluna girdiğimden beri bir kere olsun düşme rüyası görmedim. Allah’a sonsuz şükürler olsun. Bundan önce yani namazında niyazında bir Müslümanken bu düşme rüyalarını çok görürdüm. O zamanlar her ne kadar haramlardan uzak dursak da çoğu kez elimizde olamadan veya nefsimize biraz uyarak bilerek veya bilmeyerek bazen harama veya şüpheli şeylere bulaşıyor, nefsimizde de çoğu kez harama karşı büyük bir meyil ve iştiyak duyuyorduk. Tasavvuf nefsi tezkiye ettiği için şimdi günahlardan gerçek manada uzak durmaya çalışıyoruz. Allah’ın izni ve sadatların himmetiyle çok şükür günahlara karşı nefsimizde pek bir iştah da duymuyoruz. Tabii peygamberimizin (s.a.s) dualarında buyurduğu gibi yüce Allah bizi bir göz kırpma anı kadar da olsa nefsimizle baş başa bırakmasın. Âmin. Yoksa nefsimiz son nefese kadar adam olmaz. Şeytanın telkinlerine her zaman her makamda açık olarak yaratılmıştır. Tamamen ıslahı mümkün değildir. Nefsimize bir an güvensek bile imtihanı kaybedenlerden olabiliriz. Son nefeste imansız gidebiliriz. Allah korusun.

Uçma kaçma hikâyelerine de pek bel bağlamamak gerekmektedir. Sonuçta bunlar birer haldir. Nefis makamlarına işaret etmezler. Tasavvuf yolunda amaç nefsi tezkiye etmektir. Nefis güzel ahlaklarla süslenirse meyve veren bir ağaca dönüşmüş olur. Böyle birisinin nefsinden herkes istifade eder. Böyle bir insan gerçek manada İslam’a da büyük hizmetler verir. Ama böyle uçma kaçma hikâyelerine bel bağlayıp da bu yola girenleri şeytanlar oynatıp dururlar. Onların tek derdi aslında nefislerine hizmettir. Kendisine hayrı olmayanın başkasına ne menfaati olabilir? Nefisleri onları acınacak vaziyetlere düşürür. Maalesef pek çok kişi tasavvuf yoluna nefsine hizmet için giriyor. Bazı üstün vasıflara erip keşif ve kerametlerle insanlara şov yapmak, meşhur olmak, üstünlük kurmak için yanıp tutuşuyorlar. Bir de bunun bir türlü farkına varamıyorlar. Tabii böyleleri İslam’a da çok büyük zararlar veriyorlar. Din ve tasavvuf yolunu istismar aracı olarak kullandıkları için yemedikleri nane de kalmıyor.

Yüce Allah (c.c.) hallerden asla razı olmaz. Bununla insanlara imtihan kapısı açabilir. Çünkü hallerin hiç kimseye bir faydası yoktur. Uçup kaçmışsın, cezbe ve vecd içinde zevkten dört köşe olmuşsun, keşif ve kerametle gaybı bilip elmayı portakal yapmışsın bunların kime ne hayrı olabilir?.. Allah (c.c.) bu tür halleri şeytanlarda da gösterebilir. Belli formüllerle nefislerine çile çektiren çeşitli dinlerdeki insanlara da verebilir. Ama tasavvuf yolu İslam’ın özüdür. Amacı Kuran-ı Kerim’in ve peygamberimizin (s.a.s) ahlakını elde edip insanlara hizmet etmektir. Yani tasavvuf yolunda ölçü kitap ve sünnet olmalıdır. Bunu yaşamak önemlidir. Bu olursa o zaman gerçek manada din ve tasavvuf söz konusu olur. Yoksa çeşitli hallerle yüce Allah (c.c.) bize öyle bir mekir (ilahi hile) kapısı açar ki cehennemde soluğu alırız da bundan oraya varıncaya kadar haberimiz bile olmaz.

Yüce Allah (c.c.) engin rahmetiyle ruhumuzun nefsin egemenliği altına girip hastalanmaması için ilahi kitaplar indirmiş, peygamberler göndermiştir. İlahi kanunlarla ve ibadetlerle ruhumuzu harekete geçirmiştir. Ruhun harekete geçmesi demek, manevi âlemlere doğru yükselmesidir. İbadetlerin ruha dönük temel işlevi, bu uçuşu gerçekleştirme, bir nevi bu manevi uçuşta enerji kaynağı görevi yapmaktadır. Namaz peygamberimizin (s.a.s) tarifi ile müminin miracıdır. Yani bu tarifte bir benzetme yapılmamıştır. Bir gerçek dile getirilmiştir. Müminin ruhu namaz sırasında manevi âlemlere doğru sonsuz bir hızla yükselmektedir. Oruç içgüdülerimizle bağlı olduğumuz masivadan (dünyadan) nefsin bağlarını çözmektir. O da ruhun manevi yolculuğunda ayak bağı olan nefsi belli bir zamanda belli bir derecede devre dışı bırakmaktadır. Zekât nefsimizin dünyaya en sıkı bir şekilde bağlandığı paranın esaretinden bir derece kurtulmasıdır. Bu bir derece kurtulma ruhun manevi yolculuğunda büyük bir ivme kazandırmaktadır. Onun için üzerine zekât düşmeyen kişilerin sadakayı asla ihmal etmemesi gerekir. Hac ise hem görünüşte gerçek bir yolculuktur hem de ruhun manevi bir yolculuğudur. Turistik bir gezi değildir. Hacdan gelenler ruhlarının tattığı manevi yolculuktan ötürü imanları daha bir güçlenmiş olarak dönerler. Gördükleri şeylerin ötesinde ruhlarının manevi yolculuğu sırasında yaşadıklarını kelimelere dökemezler. Onun için çok büyük bir ibadeti yapmış olurlar. Peygamberimiz (s.a.s) kabul edilmiş bir haccın karşılığının cennet olduğunu bildirmiştir.

Kısacası haramlardan kaçınma ve ibadetleri yapma ruha bir anlam verir. Onu nefsin egemenliği altında kurtarır. Asli vatanına doğru bir manevi yolculuğa çıkartır. Tabii bu noktada ruhun yükselişi zikir ehline göre yavaştır. Kişinin bunun farkına varması adeta imkânsızdır. Ama bu yol kişiyi eninde sonunda Allah’ın rızasına ve cennete ulaştırır Allah’ın izniyle.

Kişinin haramlara tövbe etmeden, İslam’ın şartlarına yapışmadan cennete gireceğini düşünmesi boş bir hayaldir, şeytanın insanı Allah’ın (c.c.) rahmeti ile kandırmasıdır. İsterse bu kişiler her gün rüyalarında uçup kaçsınlar, cezbe ve vecd, keşf ve keramet ehli olsunlar. Kitap ve sünnet ölçü olmadan kişinin nefsini tezkiye etmesi, Allah’ın rızasına ermesi mümkün değildir.

Ruhun yükselmesi gerçek anlamıyla zikirle olur. Onun için zikrin en temel işlevi; ruhu, yani onun manevi organları olan letaifleri manevi âlemlere doğru yükseltmesidir. Ruh yükseldiği zaman kişide cezbe ve vecd halleri görülür. Cezbe ve vecd halleri ruhun yükselmesi ile buna karşı koyan nefsin etkileşimi sonucu meydana gelir. Yani iki zıt gücün, itme ve çekim güçlerinin etkisi altında kalan ruhun hallerine cezbe ve vecd denmektedir. Tabii ruhun, nefsin özellikleri birbirinden farklı olduğu için cezbe ve vecd halleri de birbirinden farklı olmakta, bunların yüzlerce çeşidi bulunmaktadır. Cezbe ve vecdin ayırıcı ve ortak özelliği zikir sırasında duyulan aşırı duygusal ve coşkusal hallerdir. Her ne kadar bu hallere pek fazla kafayı takmamayı, bunlara takılmamayı önersek de, bunlar aslında büyük sermayelerdir. Zira cezbe ve vecd ruhun sonsuz bir hızla manevi yolculuğunda olduğunun işaretidir. Haller nefis makamları karşısında o kadar önemli olmasa da sonuçta nefis makamları bu hallerle aşılmaktadır. Hele Nakşibendiyye tarikatında cezbe ve vecd olmadığı zaman işler daha bir zorlaşmaktadır.

Nakşibendiyye tarikatında nefse yüklenilmemektedir. Halvet olmadığı gibi nafile oruçlar konusunda da müritler pek teşvik edilmez. Dolayısıyla Nakşibendiyye tarikatında rabıta ve zikir ile sofiler manevi yolculukta gıdalarını alırlar. Zikir ise cezbe ve vecd olamadığında kolay çekilmez. Hele sofi letaif zikrine geçtiğinde bu zikir zamanı bir iki saati bulacak, belki duruma göre daha da artırılacaktır. Onun için bu zikrin cezbe ve vecd halleri olmadan çekilmesi kolay olmayacaktır. Zira cezbe ve vecd halleri zikre doyulmaz bir tat katarlar. Ama bunun, yani cezbe ve vecdin bir insanda, zikir ehlinde olmaması çok enderdir. Çoğu kişide farklı bir nitelikte olsa da vardır. Bu cezbe ve vecd halleri zamanla da ortaya çıkabilir. Onun için zikre biraz sabretmek gerekir. Ne zaman zikirden az da olsa zevk almaya başlamışsak demek ki bizde bir çeşit cezbe ve vecd hali başlamış demektir. Buna da çok şükretmek gerekir. Çünkü büyük bir devlettir.

Ruh önce zulmani perdeleri, sonra da nurani perdeleri aşar. Yani sofi letaif nurlarını gördüğünde aslında bunlar da manevi yolculukta aşılması gereken perdelerdir. Bir son olamadığı gibi işe daha yeni koyulmak sayılsa yeridir.

Ruh yükselince pek çok âlemi geçer. Misal âlemine ulaştığında rüyalarının büyük kısmı hak olmaya başlar. Daha doğrusu burada hak rüyaları görme oranı sıklaşır.

Cinler âlemi de Misal âlemine yakındır. Ruh belli bir makam elde edince şeytanlarla imtihan edilebilir. Tabii şeytanlar her sofiye musallat olmazlar. Ama şunu unutmamak gerekir ki, insanlar şeytanlardan çok üstün olarak yaratılmıştır. Dolayısıyla sofiler feyz ve nur kaynaklarına çokça yapışarak; yani zikir, rabıta ve murakabe ile bunları perişan ederler.

Tarih boyunca hiçbir sofinin bu şeytan musallatları yüzünden tımarhaneye (akıl hastanesine) düştüğünü sanmıyorum. Çünkü sofi biraz sıkıştı mı zikri, rabıtayı, murakabeyi artırarak rahatlama yoluna gider. Zaten şeytanların elindeki tek koz karşı cinsten olanları ile sofiyi zinaya düşürüp üzerindeki nur ve feyzi azaltmak, manevi yükselmesini önlemektir. Bunun için olmadık yalanlara başvururlar. Özellikle bu âlemde evlendin, çocukların oldu, şeyhülislamımızsın, liderimizsin… yalanları ile sofileri kendilerine bağlamaya çalışırlar. Bütün bunların nedeni de şeytanların insan soyuna olan amansız düşmanlıkları, kinleri ve kıskançlıklarıdır. Çünkü bir insanın Allah (c.c.) yolunda yürümesi, yükselmesi onları çıldırmaktadır.

Elbette cin ve şeytan musallatları ile tımarhaneye düşmüş insanlar vardır. Ama bunlar genellikle namazdan niyazdan uzak kimselerdir. Yani ellerinde zikir, rabıta, murakabe gibi nur ve feyz kaynakları olmadığı gibi dinden diyanetten uzak oldukları için çaresizlikle onların elinde oyuncak olurlar. Şeytanlar cinlerin inançsızlarına denir. Şeytanlar kesinlikle bir insanı öldüremezler. Sadece sinirler üzerinde yaptıkları etkilerle bazı organlarda ağırlık ve acı uyandırabilirler. Tabii böyle namazdan niyazdan uzak insanlar çok çaresiz oldukları için bu yükü kaldıramazlar, delirebilirler. Bunların onların ellerine düşmeleri de genellikle dayak, boşanma, yakınların kaybı… gibi büyük travmatik acılardır. Kişi kaldıramayacağı büyük bir psikolojik sıkıntı yaşadığı zaman genellikle şeytanlar onun bu çaresizliği üzerine musallat olabilmektedirler. Ama sofide ise durum tamamen farklıdır. Şeytanlar onu günaha düşüremedikleri için yani bu konuda yaşadıkları çaresizlikten dolayı sofiye musallat olurlar. Bu musallatları sırasında sofi uçkuruna sahip çıkarsa onları hezimete uğratır. Böylece daha yukarı manevi âlemlere ve makamlara yükselir. Yoksa zinaya düşerse manevi olarak olduğu yerde saymaya, gün be gün gerilemeye başlar. Yani şeytanlar sofiye musallat oldukları zaman sofi bunlar üzerine zaten galip durumdadır. Sofinin sürçmeleri zina ile meydana gelmektedir.

Şayet bir kişi şeytan musallatlarına maruz kalmadan veli olmuşsa derecesi hiçbir zaman şeytan musallatına maruz olanlar kadar olamaz. Bu da tabii işin ayrı bir yönüdür. Şer olarak gördüğümüz bir durum büyük makamlara vesile olmaktadır.

Yüce Allah (c.c.) manevi yolculukta taşıyamayacağımız yüklerle bizleri imtihan etmez. Nefsimizi imtihan için bazı yollar açar. Biz biraz gayret gösterdik mi yüce Allah (c.c.) üzerimizdeki ağırlığı kaldırır, bu sefer başka bir şeyle imtihan eder. Çünkü bu dünya imtihan yurdudur. Ahret için sermaye biriktirme yeridir. Ödül ve ceza yurdu değildir. Sermaye de imtihanlarla elde edilmektedir. Elbette O’nun rızasını kazanmak kolay değildir. Şairin de dediği gibi herkes haddini bilmelidir:

‘Bu bir rıza lokmasıdır yiyemezsin demedim mi?’

Rıza biliyorsunuz usul-i aşerede en yüksek makam. Allah’tan iyi imtihanda olduğu gibi başımıza gelen bela ve musibetten de razı olmaktır. Oysa bizler bela ve musibetlere sabır bile gösterememekteyiz. Nerede kaldı bunlardan razı olmak… İnsan manevi âlemlerde uçar kaçar ama nefsi böyle rıza lokmasında tıkanır kalır. Bela ve musibet lokmaları bir türlü boğazından aşağı inmez. Son nefeste Allah’a (c.c.) isyan bile edebilir.

Melekût ve Ruhlar âlemi ise ruhun dünyaya gönderilmeden önce Allah’ın (c.c.) hitabına mazhar olduğu, biraz eğleştiği, büyük hazları yaşadığı yerlerdir. Buralar ruhun asli mekânları olduğu için ruh bu makamlara ulaştığında büyük bir huzur ve sevinç duyar. Bu âlemlerde türlü zevklerin yanında melekleri görmek ve onların Kuran-ı Kerim’i okumalarına şahit olmak gibi türlü zevkler de vardır. Kuran-ı Kerim’de yüce Allah’ın (c.c.) ruhlara bu dünyaya inmeden önce ilgili mekânda yaptığı sözleşme şöyle geçmektedir: ‘Hani Rabb’in (yaratılmazdan önce) Âdemoğullarının soy soplarını (n ruhlarını) almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da ‘Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin.)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü ‘Biz bundan habersizdik.’ dememeniz içindir (A’raf suresi, 172). İşte bu öyle bir hitap ki bunu hiçbir insan hatırlamasa da ruhu Allah’ın (c.c.) bu hitabıyla mest olmuş, dünyada hep bu ilahi âleme karşı bir özlem ve aşk içerisinde olmuştur. Ruhun tövbe etme ile ibadetlerle yükselmesinde bu aşk ve özlem birinci derecede rol oynamaktadır.

Bu sözleşmeden çıkan bir sonuç da hiçbir insanın ruh boyutunda Allah’ı inkâr edememesidir. Madde bataklığına batmış insanlar, ancak günahları daha bir rahat şekilde işlemek için büyük bir enerji ile ruhlarının bu seslerine kulaklarını tıkarlar. Fakat büyük bir sıkıntı ile karşılaştıklarında ruhlarının sesine uyarak gizlice Allah’a (c.c.) dua ederler. O zor durumdan kurtulunca bunu unuturlar. Genellikle eski yaşantılarına dönerler.

Allah’tan (c.c.) daima kolay bir imtihan istemeliyiz. Dini kendimize zorlaştırmamalıyız. Kitap ve sünnet dışına çıkmamalıyız. Tasavvuf yoluna girmişsek gayemizin de kitap ve sünnet olduğunu unutmamak gerekir. İslam’ın da tasavvufun da gayesi aynıdır. Kitap ve sünneti yaşamaktır. Tabii ehl-i tasavvuf bu konuda daha bir itina göstermelidir. Uçmanın kaçmanın ne tasavvufun gayesiyle ne de İslam’la bir ilgisi yoktur.

Tasavvuf yolu Allah (c.c.) rızası için nefsimizin şerrinden insanları kurtarmaktır. Kendimizi ıslah etmek, tasavvufun en temel davasıdır. Çünkü haller nefsin makamlarına hizmet ediyorsa bir işleve sahiptir. Yoksa çekilen şeyler, verilen emekler boştur. O zaman yaşanan haller de havaya gider. Bir şeye yaramaz.

Vahdet-i vücut ruhun yükselmesi, manevi âlemleri geçmesi üzerine duyulan, yaşanılan bir haldir. Bu dünyayı ve nefsi hiç olarak görmedir. Allah’tan başka tüm varlık âlemini ve nefsi yok saymaktır.

Allah’ın (c.c.) zatının ne varlık âlemi ile ne de kişinin varlığı ile bir ilgisi yoktur. Allah (c.c.) her şeyi ilim sıfatı ile yoktan var kılmıştır. Büyük velilerin ağzından ilahi sarhoşluk eseri çıkan sözlerde kesinlikle yüce Allah’ın (c.c.) zatının varlık âlemi ile veya kendileri ile bir ilgisinin oldukları söylenilmemiş, kendilerini ve varlık âlemini yokluğa verip yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli ettiği duygusu anlatılmak istenmiştir.

Vahdet vücut hali çok mübarek bir haldir. Tasavvufun kalbi, ideolojisidir. Tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat konularına vakıf olmak bir sofi için şarttır. Bunlar hakkında yazılarımız sitede vardır. Ama özellikle her halde nefsini ve dünyayı yok kılmak, özellikle tevhit ve nefy ü ispat zikrinde bu düşünceyle ve duyguyla zikretmek büyük yararlar sağlar. Ruhu sonsuz bir hızla istikamete doğru yükseltir.

Letaifler Emir (Ceberut) âlemindeki yerlerine vardıktan sonra ruh ayan-ı sabitesine (varlık nedeni, değişmez varoluşuna) ulaşır. Bu nefsin fenafillâh mertebesine işarettir. Kişi bu sırada zikirde Allah dışında bütün varlık âlemini ve kendisini yok hükmünde sayar. Böyle bir halet-i ruhiyeye bürünür. Bundan sonra Allah’ın (c.c.) isimlerinde ve sıfatlarında seyir başlar. Nefsin bekabillah ile şereflendiği yani üstün ahlaki özellikler kazandığı dönemdir bu. Bu dönemde usul-i aşeredeki hususlar nefiste karakter olarak kendisini gösterir. Velilik bu aşamadan sonra söz konusu olur.

Yüce Allah (c.c.), İslam’ı yaşamayı, bu sayede başkalarına örnek olarak yaşatmayı nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2013, 15:40   Mesaj No:16
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)

Vahdet vücut hali çok mübarek bir haldir. Tasavvufun kalbi, ideolojisidir. Tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat konularına vakıf olmak bir sofi için şarttır. Bunlar hakkında yazılarımız sitede vardır. Ama özellikle her halde nefsini ve dünyayı yok kılmak, özellikle tevhit ve nefy ü ispat zikrinde bu düşünceyle ve duyguyla zikretmek büyük yararlar sağlar. Ruhu sonsuz bir hızla istikamete doğru yükseltir.

Vahdeti vücud mevzuunu Kurana göre açıklarmısın kardeşim size ona göre cevap verecem.
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2013, 15:54   Mesaj No:17
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu(3)

Es-Samed: Boşluğu,noksanı bulunmayan Öncesiz ve Sonrasız Olan.
Ehad ise: Eşi benzeri bulunmayan Tek olandır.

Allah'ın ismlerini Vahdeti Vücud ile açıklayabilirmisin rica etsem Allah'ın eşi benzeri denki yok iken nasıl oluyorda herşeyi Allah ile birleştiriyor Vahdeti vücud anlayışı?
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2013, 22:56   Mesaj No:18
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu

Yazıyı kaleme alan Muhsin beye sormuş olduğum sorulara ve özellikle de şu an soracağım mevzuya Kur'ani deliller ile cevap vermesini rica ediyorum.

Tevhidin İslamın Temeli : LA İLAHE İLLALLAH Olduğu barizdir. Yani Allah'tan başka güç otorite yoktur.

Sizin ele almış olduğunuz Vahdet İnancına göre ise : LA MEVCUDE İLLALLAH'tır. Yani Allah'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın Allah olduğuna, var gibi gözüken ne varsa Allah'ın parçaları olduğuna inanmaktır.

Allah aşkına Kur'an neden sizin söyleminizi değilde La İlahe İllallahı emretmiştir yoksa Sizin inaçlarınızı şekillendiren Efendilerinizin Sözleri/Kelamı dahamı yücedir?

Nasıl bir çarpık anlayıştır Hangi dine aittir Peygamberi kimdir Kitabı nedir kendi şirklerine başkalarınıda alet etmek için safsataları anlatmak kime hizmettir?

Eğer Hakkı batıldan ayırd etmek ise maksadınız. Buyrun bakalım Ayıralım Hakkı batıldan Şirki Tevhid'den.

Allah resulünde sizin için örnekler vardır İbaresi bize yetmiyormu Fussul Hikem sahiplerinin İslamsız örneklerini baz alıyorsunuz ?
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Şubat 2013, 18:53   Mesaj No:19
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:muhsin iyi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14028
Üyelik T.: 31 Temmuz 2011
Arkadaşları:5
Cinsiyet:
Mesaj: 143
Konular: 88
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu

Alıntı:
Yitiksevda Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Yazıyı kaleme alan Muhsin beye sormuş olduğum sorulara ve özellikle de şu an soracağım mevzuya Kur'ani deliller ile cevap vermesini rica ediyorum.

Tevhidin İslamın Temeli : LA İLAHE İLLALLAH Olduğu barizdir. Yani Allah'tan başka güç otorite yoktur.

Sizin ele almış olduğunuz Vahdet İnancına göre ise : LA MEVCUDE İLLALLAH'tır. Yani Allah'tan başka varlık olmadığına, mevcud olan tek varlığın Allah olduğuna, var gibi gözüken ne varsa Allah'ın parçaları olduğuna inanmaktır.

Allah aşkına Kur'an neden sizin söyleminizi değilde La İlahe İllallahı emretmiştir yoksa Sizin inaçlarınızı şekillendiren Efendilerinizin Sözleri/Kelamı dahamı yücedir?

Nasıl bir çarpık anlayıştır Hangi dine aittir Peygamberi kimdir Kitabı nedir kendi şirklerine başkalarınıda alet etmek için safsataları anlatmak kime hizmettir?

Eğer Hakkı batıldan ayırd etmek ise maksadınız. Buyrun bakalım Ayıralım Hakkı batıldan Şirki Tevhid'den.

Allah resulünde sizin için örnekler vardır İbaresi bize yetmiyormu Fussul Hikem sahiplerinin İslamsız örneklerini baz alıyorsunuz ?
Allah'tan başka bütün varlıklar yoktur. Çünkü yoktan meydana gelmiştir. Bu vahdet-i vücuttur. Mevcut olan her varlığı Allah'tan bir parça bilmek panteizmdir. Bu ALLAH'a şirktir.

Yüce Allah yokluk aynasında zatıyla değil ilim sıfatıyla çeşitli esma ve sıfatlarını tecelli buyurmuştur cümlesi zihinlerde bu yaratılan şeylerde Allah'ın zatıyla ilgili bir şey uyandırmamalıdır. Nasıl bir ressam bir resim yaptığında bu resim onun zatıyla ilgili değilse bütün varlık alemi karşısında yüce Allah da böyledir. Allahın zatı ile bu varlık aleminin hiç bir ilgisi, bağlantısı yoktur. Yüce Allah kendi esma ve sıfatlarını bize tanıtmak için varlıkları yoktan yaratmıştır. Hak dostları da böyle düşünür vahdet-i vücudu böyle anlamlandırır. vahdet-i vücut kelime-i tevhidin özüdür. yani Allahtan başka mevcut yoktur. varlık aleminin aslı yokluktur. onu yok bilmek gerekir demektir. haşa yaratılmış olan şeyler Allah'tan bir parçadır diyenler dinden çıkmış olurlar.
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Şubat 2013, 20:54   Mesaj No:20
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:48
Mesaj: 5.077
Konular: 295
Beğenildi:128
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Zikrin İşlevi, Zikir Ne İşe Yarar, Zikrin Fonksiyonu

Muhsin Bey cevabınız için teşekkürler. Görüşleriniz tasavvufi düşünce sisteminde olmaz sa olmazlardandır çok fazla yazmak ve delil sunmak istemiyorum çünkü anlatacaklarımın boyutu çok farklı ve Kuran'idir asla ve asla Tasavvufi düşünce sistemi ile bağdaşmaz o yüzden size kolay gelsin uzatmayacam.
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Zikir ile İlgili Sıkça Sorulan Sorular, Sorunlar, Problemler/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 5 14 Ocak 2017 18:33
Orucun Anlamı, İşlevi, Faziletleri/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 1 28Haziran 2014 16:06
Letaif Nedir, Letaiflerin Anlamı, İşlevi, Görevleri Nelerdir?/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 3 04 Ekim 2013 00:23
Zikrin adabı muallime Tasavvuf-Tarikat 14 05 Temmuz 2012 14:27
Nafile İbadet Ve Zikrin Adabı Nasıl Olmalıdır? NUR Namaz-Abdest-Teyemmüm 0 11 Nisan 2009 00:40

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.