|
Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi: 27 Şubat 2013 (18:42), Konuya Son Cevap : 27 Şubat 2013 (18:42). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
27 Şubat 2013, 18:42 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Dünyevileşme Fesadının Zaruri Neticesi:Zalim Politika ve Anomi Dünyevileşme Fesadının Zaruri Neticesi:Zalim Politika ve Anomi Dünyevileşme Fesadının Zaruri Neticesi:Zalim Politika ve Anomi / Hüsnü Aktaş Cemiyet halinde yaşayan insanoğlu; hayatının korunmasını, inandığı gibi yaşama imkânının sağlanmasını, neslinin ve malının muhafaza edilmesini arzu eden mükerrem bir varlıktır. Cemiyet halinde yaşayan insanların itikadi, siyasi, hukuki, iktisadi ve ahlâki hükümlere ihtiyaçları vardır. Kaynağı farklı da olsa, bu hükümlerin insanlara belirli vazifeleri yüklendiğini söylemek mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de “İnsan kendisinin başı-boş bırakılıvereceğini mi zannediyor?”(El Kıyame Sûresi: 36) sualinin sorulduğu ve bunun mümkün olmadığının haber verildiği malûmdur. Bu ayette geçen “Es-Südâ” kelimesi, emirsiz ve yasaksız (başı-boş) anlamına gelir.”(1) Vazife ve mes’ûliyet ahlakı, irade sahibi her mükellefin en önemli meselesidir. İradeden mahrum olan kimselerin, dünyevi ihtiraslarına ve gayr-i meşrû şehvetlerine teslim olmaları mümkündür. Peygamberimiz Efendimiz’in (s.a.v.):“Ümmetim hakkında endişe ettiğim hususların en tehlikelisi, hevâya uymak ve tûl-î emeldir. Hevâya uymak insanı hak yoldan saptırır, Tûl-i emel ise ahireti unutturur”(2) buyurduğu malûmdur. Dünyevileşme kavramı; ahiret hayatını unutan, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan ve şehvetlerinin peşinde koşan insanın içinde bulunduğu hali ifade eden bir kavramdır. İslâm âlimleri dünyevîleşmeyi, insanlığı tehdit eden bir dalâlet ve heva-hevesin ilâh edinildiği bir hayat tarzı olarak değerlendirmişlerdir. Kur’an-ı Kerim’de kıssaları haber verilen Firavun, Karun, Belâm ve onlarla işbirliği yapan kimselerin, dünyevîleşmenin farklı bir boyutunu temsil ettiklerini söylemek mümkündür. Dünyevileşme fesadının genel ahlâkı,siyasi otoriteyi ve ahireti yok sayma gibi tercihlerle ilgisi olduğu gibi, felsefi anlamda sekülarizm ve laiklik denilen kalbî tercihlerle de ilgisi vardır. Sekülarizm, hayatın her alanında ilâhi teklifleri (vahyi) devre dışı bırakma, dinîn şiarlarını/sembolleri anlamsızlaştırma ve dini sadece vicdanî bir tercih olarak değerlendirme halini ifade eden bir ideolojidir. Batı toplumu, içinde bulunduğu derin hurafe ağından kurtulmak için geliştirdiği Sekülarizm’i, dünyevî olan lehine uhrevî olanı topyekûn ertelemeye/redde dönüştürmüştür. Sekülarizm, Kur’an’ın tanımıyla derin bir dalâlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Laiklik ile sekülarizm arasındaki münasebet ise, et ile tırnağın münasebeti gibidir. Laikliğin felsefî değerini, kasdını ve ortaya çıkış macerasını bir tarafa bırakmak ve bu siyaset tarzını sadece ‘yönetim tekniği’ gibi takdim etmek doğru değildir. Laikliğin en yalın tanımı, din ile siyasi iktidarın egemenlik alanlarını birbirinden ayırmaktır. Bu açıdan İslâm ile lâiklik, birbirinin taban tabana zıddı olan iki ayrı inancın/dünya görüşünün ifadesidir. Laiklik, Batı’da anlamını bulan, kilise imanına dayalı ilâhi saltanat/ devlet anlayışına (teokrasi) tepki olarak gelişmiştir. Müslümanlar, Batılı anlamda bir ilah/tanrı (theos/god) anlayışına sahip değildir. Yine aynı şekilde Yahudilerin kavim/ulus tanrısının (elohim) da İslâm’ın Allah inancıyla bir alakası yoktur. Müslümanlar, âlemlerin Rabbi olan; kendisinden başka hak ilah olmayan Allah inancına sahiptirler. Yaşamı sadece bu dünya hayatından ibaret görme; uhrevî olanı erteleme veya reddetme anlamında dünyevîleşme, insanlığın tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de “gönderilen peygamberler ve onların kavimleri hakkında Allah’ın (cc) değişmeyen sünnetlerinin olduğu, bu sünnetlerin önceden takdir edildiği ve kavimlerin yaşadıkları hadiselerin birbirine benzediği” haber verilmiştir.Bütün toplumlar için geçerli olan ve değişmeyen kanunlara sünnetûllah denilir. Tarih boyunca değişmeyen sünnetûllah şudur: “Allah (cc) her kavme; önce kendi içlerinden, kendi dilleriyle konuşan bir peygamber göndermiştir. İlâhi teklifleri tebliğe memur edilen peygamberler, babaları bir kardeşler gibidirler. Dinleri birdir.(3) Bütün peygamberlerin insanlara “Allah’a (cc) iman etmelerini ve tağuta kulluk etmekten kaçınmalarını” tebliğ ettikleri malûmdur. Ayrıca siyaset ilmi, peygamberlerin insanlara öğrettikleri ilimlerin başında gelir. Genel anlamda siyaseti, “insanların maddi ve manevi saadetine vesile olması gereken hükümlerin uygulanması, yönetim tekniği” olarak tarif etmek mümkündür. Vesile olması gereken dememizin sebebi şudur: Ahiret hayatını unutan, adaleti hafife alan, iyilikleri (ma’rufu) yasaklayan ve kötülüklerin (münkerin) yayılmasını arzu eden zalim politikacıların, fesadın yayılmasına vesile olmaları mümkündür. Günümüzde İslâm’ın siyasi keyfiyete haiz tekliflerine rıza göstermeyenler, İslâm’a kendi politik tercihlerini (şahsi kanaatlerini) yüklemeye çalışmaktadırlar. Modern-ulus devlet paradigmasına dayanan siyasi tercihlere/düşüncelere ‘İslâmîdir’ diyen kimselerin, müstekbirlerin gayr-i meşrû politik ihtiraslarını pazarlandıklarını söylemek mümkündür. İnsanları Allah’ın (cc) adını kullanarak aldatan zalim politikacıların işledikleri cinayetleri ma’zur görmenin imkânı yoktur. Zira Kur’an-ı Kerim’de “İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun dünya hayatına ait sözü hoşunuza gider. Ve o kimse, kalbinde olana Allah’ı şahid tutar. Hâlbuki o düşmanların en amansızıdır. O iktidara geldiğinde, yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye koşar. Allah ise fesadı sevmez” (El Bakara sûresi: 204–205) hükmü beyan buyurulmuştur. Dini değerlerin istismarına vesile olan zalim politikanın; şüphelere, hukukun inkârına, nesil emniyetinin tahrip edilmesine ve iktisadi hayatın zaafa uğramasına vesile olacak çirkin fiillere dayandığı malûmdur. HAKİMİYET VE İKTİDAR MESELESİ İslâm Fıkhı’nda hâkimiyet ve iktidar kavramları; birbirleriyle ilgili olmakla beraber, farklı keyfiyetleri ifade eden kavramlardır. Hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız Allah’a (cc) mahsus olan bir haktır. Hakim-i mutlak olan sadece O’dur. İktidar (sulta) ise, yeryüzünün halifesi olan insanın fiillerini ifade için kullanılan bir kavramdır. Müslümanların velâyet hukukunu dikkate alan ve onlara vekâleten iktidara gelen kimse; hem Allah’ın (cc) hakimiyetine teslim olmak, hem insanların hukukunu muhafaza etmek mecburiyetindedir. Dolayısıyle İslâmi siyasetin temel rükünlerini; “nassla sabit olan hakikatleri esas almak, adaleti sağlamak, emanetleri ehline vermek, insanların dünya ve ahiret saadetlerine vesile olacak siyasi düzenlemeleri gerçekleştirmek” şeklinde ifade etmek mümkündür. İslâm Fıkhı’nı esas alan devlet, insanların hilâfet vazifelerini rükünlerine ve şartlarına uygun olarak edâ edebilmeleri için bir vasıtadır. İslâm Fıkhı’na göre kurulan bir devletin; adalete riayet etmesi, aynı zamanda Allah’ın (cc) hukukuna riayet etmesiyle ilgili olan bir hadisedir. İmam-ı Maverdî“İmam, ümmetin haklarını yerine getirdiğinde, ümmetle ilgili hak ve görevleri konusunda Allah’ın (cc) hakkını yerine getirmiş olur. Bu sağlandığı zaman ümmetin, imamın durumu değişmediği sürece iki borcu vardır: İtaat ve yardım”(4) diyerek, bu inceliğe işaret etmiştir. Son yıllarda bazı muhafazakar aydınlar ‘İslâm’ın devlet talebi var mıdır? Kurán ve sünnette herhangi bir siyasi rejim modeli tavsiye edilmiş midir?’ gibi sualleri gündeme getirerek, Müslümanların siyasi tercihlerini değiştirmeye gayret etmektedirler. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) Mekke’de iman esaslarını/hakikatleri tebliği etmesiyle başlayan süreç, sosyal ve siyasal hayatın tamamının ihya edilmesiyle devam etmiştir. Bu sürecin, Medine’de İslâm Fıkhı’nı uygulayan devletin kurulmasıyla tamamlandığı malûmdur. Medine’de, ticaret, miras, borçlar hukuku, devletler hukuku, ceza, kısas, savaş ve savaş esirleri, zimmet ehlinin (gayrı Müslimler) varlığının kabulü ve onlarla birlikte yaşamanın şartları, yeraltı-yerüstü zenginliklerinin paylaşımı gibi iktisadı ilgilendiren hemen her alanda vahye dayanan hükümler hayata geçirilmiştir. Sadece insanların can emniyetinin muhafazasıyla ilgili olan kısas hükmü bile, İslâm’da devlet hayatının varlığını ispat eden bir delildir. Kur’an’da bu hükmün muhkem nassla konulması, İslâm’da devletin varlığı ve fonksiyonunu ortaya koymaktadır. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre kısasın ancak devlet eliyle gerçekleştirilmesi zorunluluğu da din-siyaset-otorite bütünlüğünü göstermektedir. Peygamberimiz Efendimiz’in (sav) iman edenlerle yaptığı akidler (beyat), savaştığı tarafla imzaladığı anlaşmalar (Hudeybiye) ve Medine’de İslâm’ın belirleyici olması kaydıyla tarafların iradeleriyle oluşan uzlaşma metni (Medine Vesikası), İslâm’ı kabulün salt vicdanî tahayyülden ibaret olmadığını göstermektedir. İslâm, mahiyeti gereği din ile siyaseti bölünmez bir bütün olarak kabul eder. Siyasi hedeflerinden ve tercihlerinden soyutlanmış bir şeriat anlayışı, anomi hastalığının yayılmasına vesile olabilir.Kur’an-ı Kerim’de, yeryüzünde kendilerine iktidar verilen ve bununla imtihan edilen mü’minlerin, bariz vasıfları haber verilmiştir: “Onlar (o müminler) ki; eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek, namazlarını dosdoğru kılarlar, zekâtlarını verirler. İyilikleri emrederler ve kötülüklerden nehyederler.” (El-Hacc Sûresi: 41) Siyaset, yönetim tekniğiyle ilgili olan ve insanlığa hizmeti ifade eden bir kavramdır. Bir devletin kurulması ve sürekliliğinin sağlanması siyasetle mümkündür. Kısaca siyaset; ülke, devlet ve insan yönetimidir. Bazı uzmanlar, siyaseti ‘toplum içerisinde değer dağıtımını emredici yoldan gerçekleştiren süreç’ şeklinde ifade etmişlerdir.(5) İnsanların bütün davranışlarının ahlâki keyfiyete haiz olduğunu esas alan mütefekkirlere göre siyaset, ‘ortak iyiliğin gerçekleştirilmesi için’ gerekli olan faaliyetleri ifade eden bir kavramdır. Bazı İslâm âlimleri, ‘insanları hidayete ve hayra ulaştırmak, onları fesaddan kurtarabilmek için, takip edilmesi gereken en güzel yola siyaset denilir(6) tarifini esas almışlardır. Hanefi fukahasından İbn-i Abidin: “Siyaset; halkı dünyada ve ahirette kurtulacakları yola irşad etmekle, onların salâh ve menfaatleri için çalışmaktır” tarifini yapmış ve bahsin devamında şöyle demiştir: “Siyaset ağır bir şeriat olup iki nevidir. Siyaset-i zalime; halkın haklarına zıt olan siyasettir ki, şeriat bunu haram kılmıştır. Siyaset-i adile; halkın haklarını zalimlerin elinden kurtaran, zulüm ve fenalıkları defeden, fitne ve fesad ehlini meneden siyasettir ki şeriattan sayılır.”(7) DEMOKRASİ VE ARAP BAHARI Bazı devlet adamlarının ve siyaset uzmanlarının; “İnsan aklının bulabildiği en iyi siyasi rejim” şeklinde tarif ettikleri demokrasi, hiçbir toplumda ideal yapısına kavuşamamıştır. Bu siyasi rejimde “İktidarın nasıl ortaya çıkacağı, kimler tarafından denetleneceği ve hangi şartlar ile devredileceği” meselesi, teorik plânda çözüme kavuşturulmuştur. Demokrasinin gündeme girdiği ilk yıllarda, lehinde ve aleyhinde değişik görüşler ortaya konulmuştur. Filozof Aristo’ya göre: “Demokrasi avamın egemenliğidir. Oligarşi ve tiranlıkla birlikte, üç kötü hükümet biçiminden birisidir. Bu üç hükümet biçimi de yöneticilerin kendi çıkarlarını sağlama temeline dayanır.(8) Merhûm Cemil Meriç “Demokrasi” ile ilgili olarak şunları zikretmektedir: “Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş bu kelimeye!.. Her demogog kendi yalanlarını!.. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış. Nedir bu demokrasi? “Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir” diyor Voltaire. “Demokrasinin temeli fazilettir” diyor Montesquieu!.. De Maistre “Hırstır” diyor. “Demokrasi adaletin temelidir” Vacherat’a göre. Proudhon’a göre “Ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir.” Thierryi’i için “Demokratik cumhuriyetlerin sonu ahlâki bir alçalıştır.” Günümüze gelelim: Weberci bir sosyoloğa göre demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran ön faraziye: Hürriyet!.. Hürriyet demokrasinin başlangıcından itibaren mevcuttur. Derece kabul etmeyen kayıtsız şartsız bir hürriyet. Bu mefhum demokrasinin amacını da belirler: Eşitlik!..(9) Dikkat edilirse batıda demokrasinin hem savunucuları, hem de muhalifleri vardır. Medya aydınlarının ‘Arap Baharı’ olarak nitelendirdikleri siyasi değişim; başta Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın sözcüleri olmak üzere, Selefilerin ve diğer dini cemaatlerin kanaat önderleri, yeni bir demokrasi tarifini ön plâna çıkarmışlardır. Sancaktar Dergisi’nden Adem Özkese; Fas Tevhid ve Islâh Hareketi Lideri Mumammed Hamdavi’ye ‘İslamcılar son yıllarda demokrasi kavramını çok kullanıyorlar. Demokrasi istediklerini söylüyorlar. Siz de demokrasi istediğinizi söylüyorsunuz. Nasıl bir demokrasi istiyorsunuz? Demokrasi’den kasdınız tam olarak nedir?’ sualini soruyor. Bu suale Muhammed Hamdavi, şu cevabı veriyor: ’Biz demokrasi istiyoruz çünkü bu bölgede yıllarca en fazla dışlananlar İslâmcılar oldular. Demokrasinin olmamasının en büyük bedellerini de İslâmi hareketler ödediler. Düşünceden, farklı görüşlerden korkmamalıyız. Bu bir rahmettir. Bakın Mısır’da Selefiler de İhvancılar da ayrı partiler kurdular. Başka İslami hareketler de parti kurabilirler, inanın bunda hayır vardır. Kimse tek başına İslam’ı temsil etmiyor ve edemez de. İslam işte bu renklerin, başka başka grupların bir bütünüdür. Biz demokrasiden başka başka İslami grupların arasından doğacak ihtilaftaki rahmeti anlıyoruz. Biz demokrasiden farklı farklı ictihadları anlıyoruz. Bizim için demokrasi budur, bundan fazlası değildir.’ Bunun üzerine Adem Özkese ‘Yani demokrasi gerçekten İslam’da var mı? Demokrasi İslami bir yönetim biçimi midir?’ sualini sorunca, şu cevabı alıyor: ’Bizim demokrasiden kastımız şuradır. Bölgede yönetime artık ümmet hâkim olmalıdır. Çünkü yönetimin sahibi ümmettir. Namazda bile imam yanlış yaptığında cemaat onu düzeltir. Biz şu an ümmetin görüşünün yönetime yansımasını istiyoruz. Çünkü bu ümmet İslam’ı istiyor. Ümmetin görüşü yönetime yansımaya başladığı andan itibaren İslam’ın görüşü de yönetime yansımaya başlayacak. Biz demokrasiden ümmetin görüşünün yönetime yansımasını anlıyoruz. Ve bu gayri İslami değil; bilakis İslami’dir. Müslüman gruplar sadece ben doğruyum, diğerleri yanlıştır diye düşünmemelidir. Çünkü hiçbir grup hakikatin tamamını temsil etmez, bilakis hakikatin belli bir kısmını temsil eder. Bir Müslümanın sadece kendi görüşünü mutlak hakikat olarak görmesi; diğer kardeşinin görüşünü ise tamamen batıl olarak görmesi büyük bir hatadır. ‘ Osmanlı toplumunda meşrutiyet rejimi ile birlikte demokrasi de gündeme girmiştir. Kanûn-i Esasi’nin hazırlandığı yıllarda, demokrasi kavramı ön plana çıkmıştır. Prof. Niyazi Berkes “Türkiye’de Çağdaşlaşma” isimli eserinde bu gelişmeyi şöyle izah etmiştir: “Anayasaya karşıt olan görüşün en aşırı biçimini, Arapça’dan çevrilen eski bir kitabın başında “Nusret Paşa” adlı biri tarafından yazılarak Abdülhamid’e sunulan uzun bir önsözde görürüz. Bu yazara göre “Hristiyan dünyasında yalnız iki devlet rejimi vardır: Aristokrasi ve Demokrasi!.. (..) Şimdi bizde de hafif akıllı, yeni moda aydınlar dehriliği Avrupa’dan taklid ederek, bir üstünlük imiş gibi bize getirmeye kalkışıyorlar. Sözde terakki adı altında; İslâm Devleti’nin de din ve ahlâkta demokratik olduğunu iddia ediyorlar. İslâm Devleti; Avrupa’nın aristokrasi ve demokrasi devlet biçimlerinin ikisinden de farklıdır. İslâmi Devlet; mutlak tevhid inancı ile kitap ve sünnete dayanır. Demokrasi denen halk yönetiminin, İslâmi devletle en küçük bir ilişkisi bile olamaz. (10) Demokrasi, Kaf dağının arkasındaki ‘Zümrüd-ü Anka’ kuşu gibidir. Keyfiyeti meçhul olan bu siyasi rejim, zalim politikayı ön plâna çıkarmıştır. Her ideoloji mensubu dilediği gibi bu siyasi rejimi istismar edebilir. Anomi hastalığının yayılmasının sebeblerinden birisi budur. _________________ (1) İmam-ı Şafii- Er Risale-Kahire: 1979 (2 bsm) Sh: 25 Madde:69 (2) İsmail El Acluni- Keşfû’l Hefa- Beyrut: 1351 C:1 Sh:68 Ayrıca Sahih-i Buhari- İst: 1401 K.Rikak;4 (3) Sahih-i Buhari-İst:1401 C:4 Sh: 142 K.Enbiya:48 (4) İmam Maverdi- El Ahkâmû’s Sultaniye- Kahire: 1973 Sh: 17 (5) Prof. Dr. Esat Çam- Siyaset Bilimine Giriş-İst: 1975. Sh:149. (6) İbn-İ Kayyım El Cevziyye –Et Turukû’l Hükmiyye Fi Siyaseti’ş Şer’iyye- Kahire: Ty. (Thk. Muhammed C. Gazi) Sh: 16 (7) İbn-i Abidin- Reddü’l Muhtar Ale’d Dürri’l Muhtar-İst: 1983 C: 8 Sh:186 (8) Orhan Hançerlioğlu- Felsefe Ansiklopedisi- İst: 1976 C: 1 Sh: 299. (9) Cemil Meriç- Bu Ülke - İst: 1975 (2. bsm) Sh: 75. (10) Geniş bilgi için/Prof. Niyazi Berkez- Türkiye’de Çağdaşlaşma- İst:1979 Sh: 315-316. |
Konu Sahibi enderhafızım 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
En Pratik Sağlık Bilgileri | Pratik / Faydalı Bilgiler | enderhafızım | 0 | 168 | 14 Ekim 2023 13:10 |
Kur'an Güzel Konuşun Diyor, Konuşuyor... | Serbest Kürsü | su damlası | 3 | 2551 | 24 Kasım 2016 14:16 |
Geeflow - Diriliş (15 Temmuz Darbe Rap Şarkısı) | İlahiler/Ezgiler | enderhafızım | 0 | 2080 | 23 Kasım 2016 12:06 |
Otuz Kuş & Dursun Ali Erzincanlı (Şehit Ömer... | İlahiler/Ezgiler | Esma_Nur | 1 | 2807 | 23 Kasım 2016 11:44 |
15 Temmuz Demokrasi Marşı (İndir) | İlahiler/Ezgiler | enderhafızım | 0 | 2397 | 23 Kasım 2016 11:10 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
İnsan Pek Zalim Pek Nankördür | YaŞuHa | Muhtelif Konular | 1 | 11Haziran 2021 01:00 |
zalim nefsim.... | leylaa yLmzr | İlahiler/Ezgiler | 0 | 18 Ağustos 2015 18:47 |
Dünyevileşme hastalığının iki ilacı | EyMeN&TaLhA | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 12 Ocak 2014 17:01 |
Zalim Devlete .! /İbrahim İnecik | İBRAHİM İNECİK | İbrahim İnecik | 17 | 01 Ocak 2012 21:58 |
Alim ve zalim | sevginin_bedeli | Alimler(Rh) | 3 | 09 Ekim 2009 00:00 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|