|
Konu Kimliği: Konu Sahibi medinelii,Açılış Tarihi: 12 Ağustos 2008 (12:46), Konuya Son Cevap : 28 Kasım 2019 (08:09). Konuya 8 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
12 Ağustos 2008, 12:46 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Bu âlemde gündüzü karanlık olanları ara bul! Ki sen öldükten sonra bu hayrın sana bir kandil olsun. Cenâb-ı Hak, insanı kâinatın en şerefli varlığı kılmış, yarattığı her şeyi de ona emânet etmiştir. Kendisine lütfedilen büyük bir salâhiyetle yaşayan insanın, Halık’ına karşı ciddî bir kulluk şuuru ve ihsan duygusu içinde bulunması zarurîdir. İslâm’ın ruh itibariyle özü, îtikadda tevhîd; amelde ise edeb, istikâmet ve merhamettir. Merhamet, îmânın ilk meyve-sidir. Ondan uzak bir gönül, ne müthiş bir hüsranın girdabında-dır. Her hayrın başı olan besmele ve Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fatiha, Allah’ın rahmet ve merhametini ifâde eden “Rahman” ve “Rahîm” isimleriyle başlar. Peygamberler ve velîlerin hayatları da merhamet menkıbeleriyle doludur. Zîrâ îmânın lezzet ve halâvetinin tezahürü en ziyâde merhamette görülür. Merhamet de, sende olanı, senden daha mahrum olana ikram etmendir. Yine merhamet, dünyâda vicdan huzuru ve cennet müjdesi, âhirette ise ebedî saadet sermayesidir. Nitekim bir zât, Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-’a gelerek: “-Bana nasihatte bulun!” dediğinde Muâz -radıyallâhu anh-: “-Merhametli ol ki, ben de senin cennete girmene kefîl olayım.” buyurmuştur. Günümüzde bir mü’mini îman vecdi içerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan^ kurtararak ruhunu derinleştirecek ve zarif leştirecek olan haslet, ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, cömertlik, tevazu, hizmet, affetmek, hasedden kurtulmak gibi güzel hasletlerdir. Merhametin seviyesini de en güzel şekilde hizmetteki fedâkârlık ve aşk ortaya koyar. Bir mü’minin merhamet, şefkat, rikkat ve hassasiyetle techîz olabilmesinin en kısa yolu, mal ve can ile yapılan fedâkârlıklardan geçmektedir. Nitekim kalbinin kasvetinden şikâyet eden bir sahâbîye Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!” buyurmuştur. (Ahmed, II, 263, 387) Şeyh Sadî, şu nasîhatte bulunur: “Hizmetteki fazilet, kendini güçlü-kuvvetli ve sıhhatli gördüğün zaman, şükrüne olmak üzere zayıfların yükünü çekmektir.” Susuzluktan çatlamış bir toprağın bereketli yağmurlara hasret duyması gibi toplumumuzda hizmet ve alâkaya en fazla ihtiyaç duyan kesimlerin başında, bir kanadı kırık olan yetimler ve yoksullar gelmektedir. Onlar bize Allah’ın emânetleridir. Ce-nâb-ı Hak birçok âyet-i kerîmede, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de pek çok hadîs-i şerîfinde, muhtaçlara hizmeti teşvik ederek yetim ve yoksulların himayesinin zarurî olduğunu bildirmişlerdir. |
Konu Sahibi medinelii 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
nişan sohbetimde anlatılan örnek hadıse | Serbest Kürsü | sevginin_bedeli | 20 | 9951 | 14 Ekim 2009 15:31 |
huzzam yayında | Serbest Kürsü | medinelii | 6 | 2449 | 12 Ekim 2009 21:59 |
Ve RABBİM.... | Allah(c.c) | su damlası | 9 | 3012 | 10 Şubat 2009 01:47 |
efsunlu.... | Makale ve Köşe Yazıları | medinelii | 0 | 1627 | 08 Şubat 2009 21:51 |
bu hayata çıplak gözle bakılmaz(mış) | Makale ve Köşe Yazıları | KARAKÖSE | 1 | 1914 | 08 Şubat 2009 21:47 |
12 Ağustos 2008, 12:46 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur: وَآتُواْ الْيَتَامَى أَمْوَالَهُمْ وَلاَ تَتَبَدَّلُواْ الْخَبِيثَ بِالطَّيِّبِ وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَهُمْ إِلَى أَمْوَالِكُمْ “Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdan almayın, onlann mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin…” (en-Nisâ, 2) “…Sana yetimler hakkında da sorarlar. De ki: Onlann gerek kendilerini, gerek mallarını ıslâh edip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir…” (el Bakara, 220) “Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfâk edeceğiniz mal; anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış garipler için olmalıdır…” (el-Bakara, 215) “Yetimleri evlenme çağına gelinceye kadar gözetip deneyin…” (en-Nisâ, 6) “Mîras taksim edilirken vâris olmayan akrabalar, yetimler, fakirler de orada bulunuyorlarsa, onlara da bir şey verin ve gönüllerini alacak tatlı sözler söyleyin.” (en-Nisâ, 8) “…Yetimlerin haklarını tam vermekte adaleti gözetin. Yaptığınız her hayrı Allah mutlaka bilir.” (en-Nisâ, 127) İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor: “Cenâb-ı Hakk’ın, «Rüşdüne erinceye kadar, yetimin malına sâdece en güzel şekilde yaklaşın…» (el En âm, 152) ve «Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında kannlan dolusu ateş yerler. Onlar, yarın alevlenmiş bir ateşe gireceklerdir.» (en-Nisâ, 10) âyetleri nazil olduğunda, yanında yetim bulunan sahâbe-i kiram hemen gidip onların yiyeceğini ve içeceğini kendilerininkinden ayırdılar. Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa bile ona dokunmuyor, yetim yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklıyorlardı…” (EbûDâvûd, Vesâyâ, 7/2871; Nesâî, Vesâyâ, 1 1) Yine İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’dan rivayetle Ata -rahimehullâh- det ki: “Ali -radıyallâhu anh- bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olunca ücreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp «hazıra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra ikinci üçte biri öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte biri öğütüp ondan tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler. Diğer bir rivayete göre, üç gün üst üste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler. İşte bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nazil oldu: وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا (8) إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا (9) إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا (10) فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا (11) “Kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızâsına nail olabilmek için fakire, yetime ve esire ikram ederler ve: «Biz size bunu sırf Allah rızâsı için ikram ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları o günün felâketinden muhafaza eder, yüzlerine nur, gönüllerine sürür bahşeder.” (el-lnsân, 8-11) (Vahidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; Râzî, XXX, 244) Bu âyet-i kerîmelerde Allah Teâlâ; fakir, yetim ve esire yapılan ikram ve fedâkârlığın mukabilinde cennette ihsan edeceği mükâfatı müjdelemektedir. |
12 Ağustos 2008, 12:47 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Âyet-i kerîmelerde tasvîr edilen gönülden ve samîmî infak-taki bâzı nükteleri şöyle ifâde edebiliriz: Mü’min, kendisi muhtaç olsa bile kardeşini kendisine tercih etmelidir. Toplumdaki kanadı kırıkların ıztırâbını gönlünde duymalıdır. Onları tanımak, dertleriyle dertlenmek, ihtiyaçlarını gidermek, bir tabiat-i asliye hâline gelmelidir. Zîrâ Cenâb-ı Hak: تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ “…Sen onlan simâlanndan tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyurmaktadır. Toplum içindeki muzdaripleri -hâllerini arz etmeye ihtiyaç bırakmadan- tanıyabilmemiz, bizim kalbî duyarlılığımızın ve derinliğimizin bir nişânesidir. Sâdî-i Şirâzî, Allah dostlarının fakir ve yetimlerle beraberliğini ve bizim onları nasıl araştırıp hizmet seferberliğine girmemiz gerektiğini şu teşbîh ile dile getirir: “Hak dostları kimsenin uğramadığı dükkânlardan alışveriş ederler…” Öte yandan, verilen sadakalar da, f anî ve dünyevî menfaatler için değil, sırf Allah rızâsı için olmalıdır. Muhtaca infâk ederken onu minnet ve mihnet altında bırakmamak îcâb eder. Nitekim hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulmuştur: “Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp rızıklandığmızdan şüpheniz olmasın. “ (Ebû Dâvûd, Cihâd, 70/2594; Ahmed, V, 198) “Allah bu ümmete, aralarındaki zayıfların duası, ibâdeti ve ihlâsı sebebiyle yardım etmektedir” (Nesâî, Cihâd, 43) Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretleri de: “Veren kişi, alana bir teşekkür edası içinde ikram etmelidir. “ buyurur. Zîrâ infâk eden kişi bu sayede Rabbinin hoşnutluğuna kavuşacak, kendisine gelecek belâları, hastalıkları ve ib-tilâlan bu sadakalarla ve mazlumların hayır dualarıyla bertaraf etmeye çalışacaktır. Mevlânâ -kuddise sirruh- da, fakir ve zayıflara yapılan infâk ve yardımlardan, aslında ihsan ve ikramda bulunan kimsenin daha çok istifâde ettiğini şu şekilde ifâde eder: “Güzeller, saf ve berrak ayna aradıkları gibi, cömertlik de fakir ve zayıf kimseler ister. Güzellerin yüzü aynada güzel görünür, in’âm ve ihsanın güzelliği de fakir ve gariplerle ortaya çıkar.” Daha önce zikrettiğimiz âyet-i kerîmelerden anlaşılan mühim bir husus da; “infâk”in, bizi kıyametin şiddetinden muhafaza edecek olan amellerin en mühimlerinden biri olduğudur. Yine, ihlâsla yapılan infâk, Hak Teâlâ katında kabul görecek ve .kıyamet günü sahibinin yüzünü ak edecektir. Üzerinde dikkatle durulması gereken diğer bir husus ise, Cenâb-ı Hakk’ın, mü’minlerin bu nevî sâlih ameller işlemelerini arzu buyurmasıdır. Kendisi de ihtiyaç duyduğu hâlde yemeğini yetim ve muhtaçlara gönderen Dâvûd-i Tâî Hazretleri’nin şu davranışı ne kadar duyguludur: Hizmetine bakan talebesi birgün ona: “-Biraz et pişirdim; arzu buyurmaz mısınız?” dedi ve üstadının sükût etmesi üzerine eti getirdi. Ancak Dâvûd-i Tâî -kud-dise sirruh-, önüne konan ete bakarak: “-Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Talebe, durumlarının yerinde olmadığını ifâde sadedinde içini çekip: “-Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O büyük Hak dostu: “-O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikramı üstadının yemesini arzu eden samimî talebe ise: “-Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diye ısrar edecek oldu. Fakat Dâvûd-i Tâî Hazretleri kabul etmeyip: “-Evlâdım! Bu eti ben yersem kısa bir müddet sonra dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâya çıkar!..” dedi. İşte kendisini toplumdan mes’ûl hisseden, yetimlerin derdiyle dertlenen ve matemlerin civarında dolaşan ulvî bir ruh!.. Acaba bugün lüks ve sefahat içinde ömür sürenler, bir kenarda yalnızlığa terk edilen insanların ıztırâbını ne kadar hissedebilirler?.. Cenâb-ı Hak, muhtaca yapılan yardımı kendisine yapılmış kabul etmekte ve bunun kendisine yakınlığın bir göstergesi olduğunu bildirmektedir. Âyet-i kerîmede buyrulur. لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe asla “birr”e (yâni hayrın kemâline) eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92 |
12 Ağustos 2008, 12:48 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Peygamber Efendimiz de: “Allah bir kuluna hayır murâd ettiğinde onu insanların ihtiyaçlarını karşılama yolunda istihdam eder. “ buyurmuştur. (Süyûtî, II, 4/3924) Yine, Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’dan rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Kocasız kadınlarla, yoksulların işlerine yardım eden kimse, Allah yolunda cihâd etmiş gibi sevap kazanır.” Râvî diyor ki: “Hatta Hazret-i Peygamber -aleyhisselâm-’ın: «O kimse tıpkı geceleri durmadan namaz kılan, gündüzleri hiç ara vermeden oruç tutan kimse gibidir.» buyurduğunu da sanıyorum.” (Buharı, Nafakât, 1; Edeb, 25, 26; Müslim, Zühd, 41; Ne-sâî, Zekât, 78; İbn-i Mâce, Ticârât, 1) Allah Teâlâ, muhtaçlara bîgâne kalan kullarını da şiddetle îkâz ederek şöyle buyurur: كَلَّا بَل لَّا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ (17) وَلَا تَحَاضُّونَ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ (18) “Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz (ona değer vermiyorsunuz)! Muhtaçtan doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.” (el-Fecr, 17-18) Zamanımız, mâlî sıkıntıların had safhaya ulaştığı bir devir olduğundan, normal zamanların mükellefiyeti olan zekâtla iktifa etmeyerek, bundan çok daha fazlasını vermek durumundayız. Bize emredilen kırkta birlik zekât ve toprak mahsullerinin öşürü, infaktaki asgarî seviyeyi ifâde eder. Kulun kalbî seviyesi ve Cenâb-ı Hakk’a muhabbet ve yakınlığı derecesinde bu miktarların artması zarurîdir. Zîrâ âyet-i kerîmede şöyle buyrulmak-tadır: وَيَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ “…(Rasûlüm!) Sana (hayr u hasenat yolunda) neyi infâk edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyaç fazlasını (verin)!..” (el-Ba-kara, 219) Demek ki Rabbimiz bizden cömert, diğergâm ve ganî gönüllü olmamızı istemektedir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Cömerdin kusuruna bakmayın, zîrâ o, her sürçtüğünde Allah Teâlâ onun elinden tutar.” buyurmuştur. (Heysemî, vı, 282) |
12 Ağustos 2008, 12:49 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Mevlânâ -kuddise sirruh- da, ganî gönüllülüğün fazîletini şu şekilde ifâde eder: “Fakirler, merhamet-i ilâhiyenin ve kerem-i Rabbanî’nin oynaşıdırlar. Hak ile olanlar ve Hak’ta fânî olanlar, dâima cömertlik halindedirler.” Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Servet bir müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun!” buyurmuştur. (Ahmed, III, 21) Servetin hakkını vermek; onu men edilen yerlere sarf etmemek ve iki büyük tehlike olan israf ve cimrilikten uzaklaşmakla mümkündür.’-Gerçek zenginlik saadeti de, mahrumları, yalnızları ve yetimleri düşünmek, onları koruyup kollamakla başlar. Yoksulları ihmâl eden topluluklar malın şükründen uzak oldukları için saadet bulamaz ve vicdan huzuruna kavuşamazlar. Belki bugün toplumumuzdaki huzursuzluğun en büyük sebeplerinden biri de önümüzdeki facia sahnelerini seyredip ıslâhı için kâfi derecede bir çâre arayışına girmememizdir. *** Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yetimler hakkındaki hadîs-i şeriflerinden bir kısmı şöyledir: “Bir kimse, müslümanlarm arasında bulunan bir yetimi alarak yedirip içirmek üzere evine götürürse, affedilmeyecek bir suç işlemediği takdirde, Allah Teâlâ onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14/1917) “Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşar-sa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır. “ (Ahmed, V, 250) “Allah’ım! iki zayıf kimsenin; yetimle kadının hakkını yemekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (ibn-ı Mâce, Edeb, 6) Efendimiz -aleyhissalâtü vesselam-: “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız.” buyurmuş ve işaret parmağıyla orta parmağını, aralarını biraz aralayarak göstermiştir. (Buhârî, Talâk, 14, 25; Edeb, 24) Diğer bir hadîs-i şerîf de şöyledir: “Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim ve daha yakınım. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına aittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana aittir; yetimlere bakmak da benim vazifemdir.” (Müslim, Cuma, 43) Nitekim ashâb-ı kiramdan Ebû Ümâme -radıyallahu anh-, vefatından evvel Kebşe, Habîbe ve Fâria adlı üç küçük kızını Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e emânet etmişti. Fahr-i Kâinat Efendimiz himayesine aldığı bu yetimlerin ihtiyaçlarıyla yakından alâkadar olup onların nebevî terbiye altında yetişmelerini sağladı. (İbn-i Sa’d, III, 610) Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, dul olarak evlendiği hanımlarının yetim çocuklarını da bağrına basmış, onları kendi yavruları bilerek tâlim ve terbiyelerine ihtimam göstermiştir. Böylece yetimlerle meşgul olma hususunda ümmetine mükemmel bir numune olmuştur. Aynı şekilde muhtereme validemiz Hazret-i Âişe -radıyallahu anhâ- da, kardeşi Muhammed’in yetim kızlarını terbiyesine almış ve himaye etmiştir. (Muvatta, Zekât, 10) İnsana tefekkür, merhamet ve şefkat kadar yakışan hiçbir şey yoktur. Merhametsizlik şekavettir. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselam-: “Merhamet ancak şakî olanın kalbinden alınır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Birr, 16/1923; Ebû Dâvûd, Edeb, 58/4942) Diğer hadîs-i şeriflerinde de: “Merhamet edenlere Rahman olan Allah Teâlâ merhamet buyurur. Yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösteriniz ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” (Tirmizî, Birr, 16/1924) “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65) buyurmuşlardır. Yetimi ihmâl etmenin fecî akıbetini bildiren şu gerçek hâdise ne kadar ibretlidir: Tahmînen 60 sene kadar evvel Hırka-i Şerîf Camii’nin minarelerinden biri, şiddetli lodos sebebiyle yıkılır. Karşıdaki evlerden birinin üstüne düşen minare, evdeki anne ile çocuğunu ezer. Evdeki diğer çocuk ise sağ-sâlim kurtulur. Hâdiseden sonra anlaşılır ki, kurtulan çocuk, üvey ananın yatağına almayıp gönlünü mahzun ettiği yetim yavrudur. Ölenler de ana ile öz çocuğudur.58 Sâdî-i Şirâzî, yetimler ve dertliler için intibaha davet ederek: “Yetimlerin ağlamasından, dertli gönüllerin âhından sakının!” der. Ecdadımız, bîçâreleri, fakirleri, dulları ve yetimleri bir ibâdet vecdiyle muhafaza etmiş ve onların izzet ve haysiyetlerini korumak için de azamî bir dikkat, nezâket ve gayret göstermişlerdir. Sadakayı verenle alanın birbirini görmemesini temin maksadıyla camilerde sadaka taşları ihdas etmişler ve muhtaçlara dağıtılacak olan yemekleri, onların haysiyetlerini rencide etmemek için gece karanlığında dağıtmışlar, böylece merhamet ve muhabbeti ideal ölçüde gerçekleştirebilmişlerdir. Hattâ hizmetkârların gönülleri incitilmesin diye kaza ile kırdıkları veya zarar verdikleri eşyaları tazmin eden bir vakfın kurulmuş olması, ne kadar ibretli ve hayal ötesi bir duygu derinliğidir. Bunlar da günümüzde, insanlık izzet ve haysiyetini lâyıkıyla takdîr edebilmek için ehemmiyetle hatırlanması ve kazanılması lâzım gelen hayatî düsturlardır. 1918 Mondros Mütârekesi’nden sonra İstanbul’un işgal edildiği o zor günlerde yetimlere bakan müesseseler binasız kalmış, fakat ecdadımızın hassasiyeti sebebiyle kimsesiz yavrular yine de sokağa terk edilmemiş, boş duran bâzı saraylara yerleştirilmiştir. İstanbul içinde ve dışında, Kâğıthane’deki Çağlayan Kasrı’na kadar birçok saray bu işe tahsis edilmiştir.59 Yine Ermeni çetelerinin yaptığı katliâm neticesinde yetim kalan 4 bin erkek ve 2 bin kız çocuğunu, Kâzım Karabekir Paşa himayesine almıştır. Daha sonra bu çocuklardan Gürbüzler Ordusu’nu kurmuş ve yetim yavrular kendi istekleri istikâmetinde vatana, millete hizmet etmeye başlamışlardır. Kısa bir eğitimin ardından her biri kendi mesleğini seçmiştir. Bunlardan matbaacı olanlar Millî Mücâdele yıllarında Sarıkamış’ta Varlık Gazetesi’ni çıkarmış ve mücâdeleye destek vermişlerdir. O gün yokluk içinde yapılan bu fedâkârlıklarla bugünkü imkânlarımızı düşünerek bir vicdan muhasebesine girmemiz zarûrîdir. Bugün, sefaletin girdabında kıvranan yetim, yoksul ve bîçârelere yeniden kurtuluş imkânı sağlamak, bir vicdan borcudur. Diğer bir ifâdeyle, beşeriyetin asıl ihtiyâcı, İslâm’ın engin muhtevasını lâyıkıyla kavrayıp kendisi için arzu ettiğini muzda-ripler için de arzu etmesi, “biz onlar gibi, onlar da bizim gibi olabilirdi” düşüncesi ile hayâtına istikâmet vermesidir. 58. Hâşim Köprülü, Hırka-i Şerif ve Veysel Karânî, İstanbul, ts., s. 28. 59. Hidayet Nuhoğlu, “Dârüleytam” md., D/A, İstanbul 1993, VIII, 521. Eşya bir emânet olduğu gibi insan da bir emânettir. Hattâ dünyâya ait her şey emânettir. Emânetin yerine teslimi ise rahmet vesilesidir. İnfak ve yardım yalnız maddî olarak yapılmaz. Rabbin ihsan ettiği her şeyden infâk edilmelidir. Müslüman, kendisini toplumdan mes’ûl hissederek malını, zamanını, bilgisini, merhametini, şefkatini muhtaçlara infâk etmeli, bütün imkânlarını seferber ederek insanlığın ıztırâbını dindirmek için gayret sarf etmelidir. Hazret-i Ömer’in, sırtında un çuvalları taşıyarak muhtaçları aramasını, Dicle kenarında zarar gören koyundan kendisini mes’ûl hissetmesini unutmamalıdır. Günümüz şartlarında, hidâyet yolunu arayanlara, zayıflara, yetimlere ve güçsüzlere merhamet dolu bir gönülle yardım elini uzatmak, bilhassa yetiştirme yurtlarındaki evlâtlarımıza manevî duyarlılık kazandırmak, ilâhî rızâya medar olacak en mühim hizmetlerdendir. Imâm-ı Âzam Hazretleri’nin, tıpkı ashâb-ı kiram gibi kendisini toplumdan mes’ûl hisseden yüce bir İslâm şahsiyeti sergilediği şu misâl, bizler için güzel bir numunedir: İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’nin komşularından ayyaş bir genç vardı. Bu genç, sabahtan akşama kadar içer, geceleri de yerinde duramaz naralar atıp küfürler savurarak etrafı dayanılmaz derecede rahatsız ederdi. Bir gece gencin attığı naralar kesilince, İmam sabahleyin gidip gencin başına bir hâl gelip gelmediğini araştırdı. Arkadaşları, içki yüzünden kavgaya karışıp hapse atıldığını söylediler. Ebû Hanîfe Hazretleri bu duruma çok üzüldü. Hapishaneye giderek yetkililerden onu serbest bırakmalarını rica etti. Memurlar ancak kefalet ile serbest bırakabileceklerini söyleyince İmâm-ı Âzam Hazretleri kefil oldu ve sarhoş komşusunu hapisten kurtardı. Durumu öğrenen genç, derhâl İmâm’ın yanına koşup nedamet gözyaşları döktü. Artık içkiye tevbe ettiğini söyledi. Bundan sonra ona lâyık bir komşu ve talebe olacağına söz verdi. Büyük İmâm, gence şefkatle baktı ve hüzünlü bir sesle: “-Delikanlı; görüyorsun ya, seni gerçekten biz ziyan ettik! Sana ulaşma gayretini gösteremedik. Asıl sen bize hakkını helâl et!” dedi. |
12 Ağustos 2008, 12:50 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar İmâm-ı Âzam Hazretlerinin bu şuurunu en güzel şekilde kavrayarak hayatımıza tatbîk etmeye ne kadar muhtacız! Zîrâ sokakların insafına terk edilmiş tinerci çocuklar, uyuşturucu kullanan gençler ve yetimhânelerdeki kimsesizler de bizim yavru-larımızdır. Daha birçoğu rüşdüne ermemiş bu çocuklar, bu taze bahar dalı gibi bedenler, göz göre göre, yavaş yavaş toplumun mezbeleliklerine itilmektedirler. Soludukları zehirle ciğerlerini yakmakta, beyinlerini ve kalbî fonksiyonlarını imha etmektedirler. Laçkalaşmış sinirleriyle topluma düşman kesilerek çetelerin elemanları hâline gelmektedirler. Onlara din, ahlâk ve vatanperverlik duygularını veremediğimiz için kendimizi vicdanen ne kadar mes’ûl hissedebiliyoruz? Dînin zahirî kısmı akılla; bâtınî ve derûnî kısmı, yâni özü ise gönülle telâkki edilir ve öğretilir. İnsanları terbiye, sevk ve idârede en bereketli netice merhamet ve muhabbetle hasıl olur. Çünkü palisiye kuvvetle hakim olunamayan nice insan, muhabbet ve merhamete râm olur. Bu sebeple günümüzde merhamet ve onun tezâhürleri olan infak, yardım, kimsesizlerin elinden tutma ve onların yanı başında olma gibi güzel vasıflarla mücehhez olmalıyız. nasıl ki çocuklarımzı küçük yaşta namaza alıştırmamız gerekiyorsa, onlara infak ve yardım heyecanı kazandırarak, muhtaç ve muzdaripleri sevindirmeye de alıştırmamız gerekmektedir. Bu faziletli işlere onları küçük yaşlarda alıştıramazsak ileride netice almamız zorlaşır. onlar, mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunun idraki içinde büyümeli; kendilerini -bir nevi- veznedar, emânetçi ve hizmetkâr olarak bilmelidirler. Bu şekilde yetişen nesiller, târihimizdeki yardım ve fazilet seferberliklerini tekrar canlandırabilirler ve toplumumuz da huzur bulur. Hâsılı yüksek duygulu, ince rûhlu mü’minlerin, yardıma muhtaç, kimsesiz ve himâyesiz yetimlerin yanında olmaları zarûrîdir. Mü’minin, muhtaçları arayıp bulması, maddi ve manevi olarak onlarla ilgilenmesi, bilhassa onlara İslâm’ın güler yüzünü göstermesi icab eder. Yetimi ve muhtacı arayıp bulan, onların başını okşayan Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’i düşünmelidir. Zira Âlemlerin Sultânı Efendimiz -aleyhisselâtü vesselâm- da bir yetim idi. |
12 Ağustos 2008, 12:51 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 1808 Üyelik T.:
11 Mayıs 2008 | Cvp: Toplumuzdaki Kanadı Kırıklar: Yetimler ve Yoksullar Yâ Rabbî! Kalblerimizi, Hâlık’tan ötürü mahlukata şefkat, merhamet ve hamiyyetin menbaı eyle! Günah ve kusurlarımız, sevap ve güzelliklere tebdîl eyle! Zamânımızın nezâketi sebebiyle Hakk’a ve hayra dâveti, mazlumlara, bîçârelere hizmeti, üzerimize terettüb ettiği nisbette îfâ ederek huzûr-i ilâhinde beraat edebilmeyi cümlemize nasip eyle!.. Âmin!.. osman nurı topbas... |
28 Kasım 2019, 08:04 | Mesaj No:8 |
Medineweb Baş Editörü Durumu: Medine No : 14593 Üyelik T.:
15 Kasım 2011 |
Susuzluktan çatlamış bir toprağın bereketli yağmurlara hasret duyması gibi toplumumuzda hizmet ve alâkaya en fazla muhtaç kesimlerin başında; bir kanadı kırık olan yetimler ve yoksullar gelmektedir. Onlar bize Allâh’ın emânetleridir. “…Sen onları simâlarından tanırsın…” (el-Bakara, 273) ihtiyaç sahibi olmasına karşılık bir şey isteyemeyen kalpler var
__________________ ~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |
28 Kasım 2019, 08:09 | Mesaj No:9 |
Medineweb Baş Editörü Durumu: Medine No : 14593 Üyelik T.:
15 Kasım 2011 |
Peygamberimiz (s.a.s)’in amcası Ebû Tâlib’in oğlu Cafer (r.a), Mûte Şavası’nda düşmanla kahramanca çarpışarak şehit düşmüştü. Bu kutlu sahabi, ardında üç yetim bırakmıştı. Allah Resûlü (s.a.s), “kardeşim” dediği Cafer’in derin bir hüzün çökmüş evine geldi. Kendisi de bir yetim olan Kutlu Nebi, ailenin yürek burkan haline dayanamadı. Bir anneyi, bir babayı, bir eşi, bir dostu kaybetmek, artık onun hatıralarıyla yaşamak kolay mıydı? Ancak, hayat bir imtihandı ve imtihan geride kalanlar için hala devam ediyordu. Resulullah (s.a.s), “Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok.” diye söze başladı ve “Getirin bana kardeşimin çocuklarını.” dedi. Cafer’in yetimleri, tıpkı annelerini kaybetmiş kuş yavruları gibi Efendimizin karşısına dizildiler. Allah Resulü, onları öpüp kokladı, bağrına bastı, başlarını okşadı, teselli etti; ömrü boyunca Cafer’in yetimlerine kol kanat gerdi ve onlar için her fırsatta dua etti. Çünkü yetimlerin halini anlayabilecek, yüreklerini okuyabilecek yegâne şahıstı... Peygamberimiz, şefkatle yetimin başını okşayan kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılacağını belirtti; yetime kol kanat gerenin de cennette kendisiyle yan yana olacağını müjdeledi. Bu bilinçle Efendimiz (s.a.s), her daim yetimlerin üzerine titredi. Çünkü “Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı?”5 diyerek ona önce yetimliğini hatırlattı Alemlerin Rabbi; ardından “Sakın yetime kötü davranma!” buyurdu. Rabbimiz, yetime sahip çıkmayı kullukta eşiği aşmak olarak nitelendirdi. Yetimin hakkını gasp edip malına el uzatanların da aslında karınlarını ateşle doldurduklarını bildirdi. Yetimler, önceliklidir. Çünkü onlar, bizlere Allah’ın birer emanetidir. Bu çocukların bazısı şehit çocuklarıdır, bazısı annesini ya da babasını hastalığa, kazaya kurban vermiştir. Kimileri de daha çocukluklarını yaşayamadan şehirleri yıktığı kadar ruhları ve yarınları da yıkan savaşın soğuk yüzüyle karşılaşmıştır. Yerlerinden, yurtlarından, aile sıcaklığından mahrum kalmışlardır. Anneleri, babaları artık yanlarında değildir… Onlar himaye edilmeyi herkesten çok hak ederler. Onlar Efendimizin yanındaki Enes olmayı arzularlar. Onlar, tıpkı yetim kalan Beşir gibi Allah Resûlü’nden müjde almayı umut ederler. Yetimler, belki merhametten yoksun bir evde, belki bir yetiştirme yurdunda, belki de bir sokak başında kendilerine uzanacak bir şefkat, bir merhamet eli beklerler. Kendilerini hayata bağlayacak, yarına dair ümitlerini diri tutacak bir ışık gözlerler. Onlar, hepimizin yetimleridir. Her birimiz onlardan sorumluyuz. Kendilerine sahip çıkıp, yüklerini hafifletmekle mükellefiz. Onların, kendileriyle barışık, dinine, milletine ve bütün insanlığa faydalı bireyler olarak yetişmeleri konusunda her birimize düşen görevler var. Hemen yanı başımızda zararlı alışkanlıkların pençesine tutulmuş her bir yetim, kimsesiz, yalnız ve garibin içler acısı hali hepimizin derdi olmalıdır.
__________________ ~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~ |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
03.07.2015-cennet kapılarının anahtarı: Yetimler | alperkara | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 03 Temmuz 2015 00:50 |
Allah'ım, kanadı kırık kuşlar gibiyiz! Bizi sensiz bırakma Allah'ım! | enderhafızım | Videolar/Slaytlar | 0 | 25 Aralık 2013 14:42 |
Peygamber efendimizin yetimler hakkında tavsiyeleri... | YaŞuHa | Hz.Muhammed(s.a.v) | 0 | 19 Ağustos 2011 00:03 |
Hutbe;Yetimler Topluma Birer Emanettir | Arasat | Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat | 0 | 20 Mart 2009 21:55 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|