|
Konu Kimliği: Konu Sahibi TÜRKcan,Açılış Tarihi: 14 Ağustos 2008 (13:28), Konuya Son Cevap : 11 Ekim 2008 (17:26). Konuya 5 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
14 Ağustos 2008, 13:28 | Mesaj No:1 |
şem ile pervane... şem ile pervane... Geceleri balkonda ışığın etrafını alan pervane böceklerini fark etmiş miydik hiç? Ya onların aşk uğruna yaşadıklarını bilir miyiz? Yani pervanenin mum ışığıyla yaşadığı aşkın hikayesini... Aşk bir farkına varış, bir idrak seviyesidir... 'Aşk odu önce ma'şuka, andan âşıka düşer.' derler, malum. Yani aşk ateşi önce sevilene ondan sonra sevene düşer. Önce sevilende bir ateş yanmalı ki pervane onun etrafında dönsün, pervane o ateşi görsün, sonra aşkının farkına varsın... Pervane aşkını ispat edebilmek için gördüğü anda ışığı, etrafında dönmeye başlar. Bir cezbedir bu. Bu cezbenin gittikçe daralan bir çemberi vardır. Işığın etrafında döner, döndükçe biraz daha yakından dönmek ister. Işığı gördüğü anda aşkı ilmel yakin olarak tanıyan pervane, onu aynel yakin bilmek istediği için gittikçe mumun etrafındaki çemberi daraltıyor. Çember daraldıkça pervanenin aşkı artıyor, şevki artıyor, coşkusu artıyor. Coşkusu arttıkça da cesareti artıyor. Aşk cesaret işidir, neticede. Ve pervane cesaretle kanadını şöyle bir değdirir ateşe. İlk lezzettir işte o acı. Acı verir, yakar içini. Ama ona verdiği acı o kadar hoşuna gider ki, daha fazla dönmeye başlar. Acı ve lezzet... Birbirine zıt bu iki duygunun bir arada olması nasıl mümkün... İşte bu noktada, azabın ve acının lezzet olmasındaki sırrı yakalamak gerek. Azap kelimesi azp kelimesinden türüyor. Azp lezzet demek. Azabın ne olduğunu buna göre ölçün ve düşünün. İşte kanadının ucunu bir defa yaktığı zaman pervane ilk azabı duyar; fakat öyle bir lezzettir ki o azap... Bu azap ve ondan alınan lezzet, insanı yavaş yavaş nefsinden sıyırıp vuslatı mümkün kılar. Bu sefer daha büyük bir cesaretle kendini ateşe atarcasına gider ışığı kucaklar. Ve burada ateş pervaneyi yakar kavurur. Bir buğday tanesi gibi toparlayıp yere düşürür. Artık pervane 'hakkal yakin' biliyordur vuslatı. Bu fenadır. Bu canını verdiği noktadır. Mumun bundan haberi bile yoktur belki. Olmasına da gerek yoktur. Bu pervanenin aşkıdır çünkü. Aşkı uğruna can veren pervanenin aşkı. Ama öbür taraftan mum da yanar. Onun aşkı da, acısı da kendincedir. Önce can ipliğine bir ateş düşer ve yanmaya başlar mum... Sonra içindeki o yangını söndürmek için gözyaşı döker. Ateşi su söndürür çünkü. Ama mumun gözyaşları onun ateşine daha da bir güç verir, elemi arttıkça artar. Ve erir can ipi, sevgilinin yolunda yok olana dek... İskender Pala | |
Konu Sahibi TÜRKcan 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Şahitliği Allah katında Makbul Peygamber.. | Hz.Muhammed(s.a.v) | TÜRKcan | 0 | 2012 | 14 Şubat 2009 14:25 |
Aşkın ve İktidarın Sembolü:Kutsal Emanetler.. | Hz.Muhammed(s.a.v) | TÜRKcan | 0 | 2199 | 14 Şubat 2009 14:13 |
Mutluluk formülünden birkaçı.. | Bilgi Dağarcığı | dua dilencisi | 3 | 2460 | 11 Kasım 2008 14:16 |
Aşkı kimseye sorma ...Aşkı kendine sor... | Makale ve Köşe Yazıları | TÜRKcan | 0 | 1935 | 01 Kasım 2008 00:21 |
mükemmellik mi?:):):) | Komik Paylaşımlar | Mihrinaz | 7 | 2244 | 04 Ekim 2008 22:25 |
14 Ağustos 2008, 13:33 | Mesaj No:2 |
Cvp: şem ile pervane... [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] Bir gece pervane böcekleri toplanıp bir mumu nasıl bulabileceklerini tartışırlar. İçlerinden biri, "Hepimiz birden gidip boşuna yorulmayalım. Birimiz bir mum bulsun, gelip bize haber versin" der. Bir pervaneyi seçer gönderirler. Gönderdikleri pervane böceği uzakta bir köşk, köşkün içinde de apaydın bir mum görür, döner geri gelir. Gördüğü, anladığı kadarıyla mumu anlatmaya başlar. Yaşlı bir pervane, "Senin mumdan haberin bile yok!" diyerek onu kınar. İkinci bir pervaneyi gönderirler. Bu seferki, kendini muma şöyle bir atar, sonra dönüp gelir gelir. Mumdan bahseder, ona nasıl kavuştuğunun, sıcaklığını anlatır. Yaşlı pervane onun da sözünü kesip, "Senin bu anlattığın da mum değil. Sen de öbürüne benziyorsun, anlamadığın şeyi nasıl anlatabilirsin!" der. Son gönderdikleri pervane ise mumu görünce adeta sarhoş olur. Sevinçle ateşe atılır, ateş onu tepeden tırnağa sarar. Bütün vücudu alev alır, kıpkırmızı olur. Diğerlerini kınayan yaşlı pervane uzaktan mumun bu pervaneyi onurlandırıp kendi rengine boyadığnı görünce, "İşte bu işi yalnız o başardı..."der, "Kim nereden bilsin.. Mumdan yalnız onun haberi var." Bu dünyada gerçeği bulan, her şeyden vazgeçen, dünyadan bihaber kişidir. Sen de candan, cisimden uzaklaş ki canana yaklaşasın ...Aramadıkça bulamazsın-Âşığın kârı da budur; Sen kör oldukça O'nu arayamazsın ki bulasın... (Mevlana) | |
14 Ağustos 2008, 13:48 | Mesaj No:3 |
Cvp: şem ile pervane... Öteden beri, Hakk aşıklarının ve şairlerin ilham kaynağı olmuş “şem” ile “pervane”... Şem; ışık, lamba, mum, kandil demektir. Pervane de kelebek ailesinden kanatlı bir böcek. Nerde bir ateş, lamba varsa, onun etrafında yanıp da canından olma pahasına, ölesiye döner de döner pervane... Tasavvuf edebiyatında şem ile pervane bir semboldür... Sâlikin kesretten kurtulup, vahdete ulaşması ve aşk ile vuslata ermesini anlatmak üzere kullanılmıştır... Şems ile Mevlana, şem ile pervane yakıştırması meşhurdur... Tabi ki aşka dair mevzular, en az kelebek kanatları kadar hassas, kar tanesi kadar hafif, yağmur damlası kadar berraktır... Bilmiyorum... böyle derin bir mevzunun boyutumu aştığının da farkındayım... Aslında ateşten bahsetmek istiyordum. Onun bazen yakmadığından. İşte bu girft noktada büyük şair, Üstad Necip Fazıl, aşkı çıkardı karşıma. Rabb’im, Rabb’im, bu işin, bildim neymiş Türkçesi; Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi. Tabi ki, ateşin yakmadığını görmek için aşkı çiğnemek olmaz... Çünkü aşık olanı ateş yakmaz... Ateş bu bazen yakmıyor işte... Ateşin yakmadığı ALLAH dostlarının bağında, İbrahim (as) gelir. Bir yandan putlara ve yıldızlara tapan Babil halkı, bir yanda ilahlık taslayan Nemrud. Akıl almaz zulümleriyle ortalığı kasıp kavuran Nemrud, kendisinin –hâşa- ilah olduğuna inanmayanları korkunç işkencelerle öldürüyordu. Bütün bunların karşısında, daha çocuk denecek yaştan beri putlara ve Nemrud’a meydan okuyan ALLAH (cc)’ın seçilmiş peygamberi İbrahim Halilullah, putperest kavmini, ALLAH’ın birliğine davet ediyordu. İkna edici delilleri karşısında aciz duruma düşüp rezil rüsva olan Nemrud, onu ateşe atmaya karar verir. Çok büyük bir ateş yaktırır. Sonra da İbrahim (as)’ı mancınıkla bu ateşin içine atar. İbrahim Halilullah, ateşe atılırken; “HasbunALLAHi ve ni’mel vekîl” (Bana ALLAH’ın yardımı yeter, O ne güzel vekildir.) diye dua eder. Tam bu esnada ALLAH Azze Vecelle, ateşe emreder : “Ey ateş! İbrahim için soğuk ve selametli ol.” (Enbiya 69) Ateş ansızın güllük gülistanlık olur... Bu olayın bir sihir olduğunu söyleyen Nemrud’un, ALLAH-u Zülcelal nihayetinde hesabını, burnundan beynine yerleşen topal bir sivrisinekle görmüştür... Rivayet edilir ki, İkinci Himyerilerin son hükümdarı Yahudi Zünuvas, Necran’ı ele geçirerek, İsevî müminleri zorla Yahudi yapmak istemişti. Kabul etmeyenleri ateş dolu çukurlara attırarak yaktırıyordu. Kaynaklara göre yirmi bin insanı ateşte yaktırarak öldürtmüştü. Orada bulunan imanlı bir kadın üç çocuğuyla birlikte tehdit ediliyordu. “Eğer dinimize dönmezsen seni çocuklarınla birlikte ateşe atacağız.” Dediler. Kadın imanı uğruna ölümü göze alarak dininden dönmedi. Bunun üzerine önce büyük çocuğunu ateşe attılar. ALLAH-u Zülcelal’in ona verdi metanetle bu acıya sabretti. Sonra ortanca çocuğunu attılar, buna da tahammül gösterdi. Sonra da kudurmuş zalimler, küçük çocuğunu alevlerin içine attılar. Anne, yüreğinin feryadını, sükunetle ve vakarla yudumluyordu... Sıra kendisine gelmişti. O esnada kızıl alevlerin içinde bir ses duyuldu, bu küçük çocuğun sesiydi : “Anneciğim korkma! Burası ateş suretinde cennet bahçelerinden bir bahçe, diyordu. Bunu duyan anne ve oradaki bulunan müminler kendilerini ateşin kollarına atmaya başladılar. Küfür ehli şaşkın ve perişan, “Nasıl olurda ateş yakmaz?” dediler. Ateş fasih bir lisanla dile geldi: “Benim müminleri yakmamam Rabb’imin emriyledir. Ben edna bir çoban köpeği kadar yok muyum ki onun işi sahibinden başkasını ısırmak, çoban azarladığı zaman susup oturmaktır. Ey kafırler! Sizin hakkınızda yakma özelliğim devam ediyor.” Deyip, alevlerini kafirleri üstüne saldı ve onları yaktı. (Vakıat-ı Uftade) ALLAH-u Zülcelal, dünyada O’nun zikriyle yanıp kavrulan ve Ahirette cehennem ateşinden azad olan kullarından eylesin bizi inşALLAH... Zekeriya MARAL | |
14 Ağustos 2008, 13:53 | Mesaj No:4 |
Cvp: şem ile pervane... …Ve Aşk Ateşi Söylemeye gerek olduğunu sanmıyorum, çünkü bunu herkes bilir ki âşık ayrılığa düşünce inde yanan şeyin adı ateş olur. Aslında bu ateşin ilk kıvılcımı, sevgiliyi gördüğümüz ilk anda, onun ışığından sıçrayıp gözümüze, oradan da kalbimize girmiş, sonra da kalbimizi tutuşturmuştur. Sonraki zamanlarda duyulan özlem, sevgilinin adını her anış, onu her hatırlayış bu ateşi biraz daha alevlendirecek ve ah ettikçe dumanı aşığın ağzından dışarılara çıkacaktır. Gözde tutuşup, gönülde yanarak aşığı mütemadiyen yakan ve yaktıkça alevini arttıran bu ateş söneb ile cek cinsten değildir. Âşık ona istediği kadar su serpsin (gözyaşlarını akıtsın), elinden geldiği kadar gözyaşlarını ırmaklara döndürsün naf ile , ‘’Kim bu denlü tutuşan odlare kılmaz çare su!’’ Ateş manevi (ruhani), su da maddi (cismani) olunca elden ne gelir. Hani şair Karamanlı Nizami der ya: Yandırıp yaşımı dökse ne aceb zülf ü ruhun Ki biri ateşe benzer biri dütün gibidir ‘’Kara zülfün ile kırmızı yanağın beni yandırıp yaşımı dökse şaşılmaz. Çünkü zaten onlardan birincisi duman misali, ikincisi de ateş gibidir.’’ Suyla söndürülemeyen bu ateş, hava olup uzun ‘’aaaah!’’larla aheste aheste göklere çıkar. Ta ki âşık dört elementten süzülmüş, yani varlıktan geçmiş, yani kendinden vazgeçmiş ve sevgili için ad bulmuş, adı âşıklar defterine kaydolmuş olur. Yoksa Ferhad, Mecnun, Kerem, Romeo, Tristan, bülbül, pervane adlarını nereden b ile cek, onları aşk ile anacaktık!?.. Âşığın içini kavuran ateşten başka onu çevreleyen bir ateş de vardır. Sözgelimi sevgilinin yanağı ve dudağı ateş rengindedir. Zaten aşkının yakıcılığı buradan gelir. Üstelik aşığını büyülerken bu ateşleri kullanır, onunla büyüler, sihir ve tılsımıyla kendinden geçirir. Her büyünün içinde elbette ateş yer alır. Dahası, âşık sarhoştur, mesttir, kendinden geçmiştir. Zaten şarap da ateş rengi dolayısıyla ‘‘ateş-i seyyale’’ (akıcı ateş) olup aşığın elinin altında bulunur. Onun bağrında yanan ateş lale misali sonunda varlığına bir dağ vurur. Hani gelinciğin bağrındaki çiğ tanesine düşen yıldırım gibi. Divan şairine göre tasavvufi seyr ü sülûktaki ‘‘Hamdım, piştim, yandım!’’ teslisi gibi âşık da hamlığından ateşle kurtulur, pişer ve sonunda yanıp varlığını sevgili için feda eder. Burada da âşık severek büyük bir ışık kazanır ve o ışıkla parlar. Âşığın parlaması için evvela maşukun ateşini hissetmesi gerekir. Pervâne şem ’ini uyandıramaz Başta sevda kalbde nâr olmayınca Karacaoğlan Bu, ‘‘Başta sevda, kalpte ateş olmayınca pervane mumunu yakamaz’’ demeye gelir. Biz onu tersinden ifade edelim: ‘‘Mumun başında ışık uyanabilmesi için onun uğrunda başını sevdaya, kalbini ateşe vermiş bir pervane gerektir.’’ Dört Güzeller/İskender Pala Bu arada yukarıdaki fotoğrafta ateşin ortasında gördüğünüz gölge bir pervanedir. En sonunda hepsi ateşe dalmaz mı? | |
14 Ağustos 2008, 21:30 | Mesaj No:5 |
Cvp: şem ile pervane... Başta sevda, kalpte ateş olmayınca pervane mumunu yakamaz’’ Pervâne şem’ini uyandıramaz Başta sevda kalbde nâr olmayınca ... Allah'ım bizim kalbimizi senin aşkınla doldur.. medinelii ablacım sen de sağol yorumun için canımsın.. | |
11 Ekim 2008, 17:26 | Mesaj No:6 |
Cvp: şem ile pervane... Aşkın sureti ateş,sırrı yakmaktır.Ve yanmak manasında,aşkın en esaslı ateş öyküsü Pervane'ye aittir. Ki nerde bir ateş varsa,onun etrafıda ölesiye dönen bir Pervane vardır. Ateş bir gül gibi açılır ona,bir güle eğilir gibi ateşe boyun eğer Pervane. Tutuşur,yanar ve aldanışını ölerek tamamlar. Ama aşkın acı öyküsü değildir bu.Bilakis,yana yana ölmek aşığın en zevkli menkıbesidir.Çünkü aşkınateş öyküsünde,ölmek,vuslattır. Yanar aşık;varlığı erisin,ikilik kalksın,onda can tek canan kalsın diye. Varlığı eritir ateş;iki yolcusundan aşka bir öykü bırakır geriye. Pervanenin ateşle dansı,aşkın ateş öyküsüdür bu. | |