|
Konu Kimliği: Konu Sahibi A.LEVENT,Açılış Tarihi: 24 Ağustos 2008 (03:23), Konuya Son Cevap : 24 Ağustos 2008 (07:48). Konuya 2 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
24 Ağustos 2008, 03:23 | Mesaj No:1 |
Gerçek Aşık Gerçek Aşık GERÇEK AŞIK Bakınız !! Divan Edebiyatının ustalarından Şeyh Galib ne diyor ?... Aşk u sohbet matla’i divan-ı sıhhatdir bana Makta-i nazm-i hayatım kat-i ülfettir bana… Sanırım bir açıklama yapmak gerekecek: Diyor ki Şeyh Galib; “Aşk, sohbet; benim sağlık toplantımın doğuşudur.... Tanışıklığın, dostluğun kesilmesi ise benim için hayat düzeninin kesilmesi, ölmek demektir.” Ne güzel değil mi?.... Mevlana Hazretleri belki çok daha çarpıcı bir şekilde bu gerçeği dile getirmiş: Her gün bir yerden göçmek ne iyi, Her gün bir yere konmak ne güzel, Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş. Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım… Evet, atıl kalmak yok.... Ancak yeni şeyler söylemek de her gün yenilenmeyi gerektirir elbette.... Yoksa bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma bedbahtlığına düşmesi kaçınılmazdır insanın.... Ulül azim şahsiyetlerin sanatı ne kadar güzelmiş. Sabaha kadar dolar, gündüz de boşalırlarmış…. Sözü Mevlana Hazretleri gibi söylemek gerek elbette….. Ama bunun için de Mevlanaca bir gönüle sahip olmak gerek…. Diyor ki Hazreti Mevlana; “Bu dünya bir satranç tahtasıdır. Piyonu öyle sür ki, 700 yıl sonra ŞAH diyebilesin....” Bu sözü ilk duyduğumda gerçekten çok etkilendiğimi söylemeliyim. Çünkü bu sözü söyleyen, bu sözü 700 küsür yıl önce söylemiş ve gerçekten 700 küsür yıl sonra sözünün eri olarak yalnızca ŞAH demekle kalmamış, ŞAH !! MAT!!! yapmıştı.... Gerçekten şu dünyada insanın konuşlanabileceği artı ve eksi uç arasındaki mesafe korkunç boyutlarda... Bizim için önemli olan pozitif uca doğru hızlı ve güvenli bir şekilde yol alabilmek…. Ancak, yol çetin… yol ızdıraplı…. yol tehlikeli…. yol nice engellerle dolu... Buna karşılık, en büyük sermayemiz olan zaman ise çok kısa….. Farkındamısınız bilmiyorum ama, günümüzde yaşadığımız 24 saat, 20-30 yıl önceki 24 saatten sanki daha kısa gibi…. Bir şeyler değişti de zaman kısaldı sanki…. Zamanın adeta Çoruh nehri gibi aktığını hissetmeyen var mı?... Aklıma Ahmet Hamdi TANPINAR’ın dizeleri geldi. Ne içindeyim zamanın Ne de büsbütün dışında Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışındayım. Evet, gercekten önüne geçilemez yekpare bir akışın içerisindeyiz ve dünya hayatımız da bu akışın yalnızca bir parçası... İnsanı sonu olan yani “sonlu” hiç bir şey tatmin edemez diye düşünüyorum... Bu dünya ve içindekiler, yalnızca tatmin eder görüntüsü içerisinde insanı oyalar.... İnsanı ancak sonsuzluk tatmin edebilir... Peki o zaman nasıl akmalıyız ?... Bunun elbette bir cevabı var... Hedefi baştan doğru tespit edip o yönde gayret gösteriyorsan bu hayatın çok anlamlı olduğunu düşünüyorum.... Ama hedef ya baştan yanlış tespit edilmiş ise... Hedefi yanlış tespit etmiş sıradan insanlar için zamanın içinde, dışında ya da ortasında olmanın ne gibi bir anlamı olabilir? Çünkü bu insanlar ya çelik-çomak oynamakla ya da dünün ızdırapları içerisinde veya geleceğin kaygıları altında ezilmekle meşguller…. Başka bir deyişle; parçalanmaz yekpare bir akışın ve sonunda nereye gidileceğinin farkında bile değiller….. Bu noktada Mevlana Gülşeninden şu sözleri belirtmeden geçemeyeceğim: Bana göre ciltlerce ifade edilebilecek anlam yüklü bu sözler, tüm insanlık için birer meşale gibi parlamaktadır.... Diyor ki Hazreti Mevlana; “Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir: NEYİ ARIYORSAN O SUN SEN !!...” ........................................ Hedefi doğru tespit etmiş erdemli insanlar açısından baktığımızda ise, durum gerçekten çok farklıdır... İçlerinden bazen öyle birisi çıkar ki; O, bazen bir köy meydanında harman savurur, bazen de kartal bakışlarıyla ufku tarar... Ama belki de aynı anda 18 bin alemi seyretmektedir, tıpkı baş parmağını seyrediyormuşcasına.... Bir nehir gibidir O, akışı surekli okyanusadır; kanatları altına aldığı derelerle, çaylarla, ırmaklarla... Yolunu hiç mi ama hiç şaşırmaz, bazen coşup etrafına taşsa da ... Çünkü gidişi O’nadır !!.... İçimden Ahmet Hamdi TANPINAR’ın yukarıdaki dizelerine şu şekilde karşılık vermek geçiyor: Eğer doğru kulvarda yüzüyorsan Ne önemi var zamanın… Saadet odur ki künhüne varsan Çayın içinde şeker olmanın….. Kanaatimce bütün mesele, çayın içinde şeker olabilmeyi becerebilmekte…. Bunu nasıl başaracağız?.... Mürid-mürşid ilişkisi açısından bakıldığında; acaba sevmek mi daha güzeldir? Yoksa sevilmek mi?.... Yani müridin mürşidini sevmesi mi daha güzeldir, yoksa mürşidin müridini sevmesi mi?... Bir dostumuz şöyle bir kıssa anlattı: ALAÜDDİN ATTÂR (K.S.) ANLATIYOR, Şâh-ı Nakşibend Hazretleri beni kabul edince, kendilerini o kadar sevdim ki, sohbetlerinden ayrılamayacak hâle geldim. Bu halde iken, bir gün bana dönüp; “Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?” buyurdu. “İkrâm sâhibi zâtınız, âciz hizmetçisine iltifât etmelisiniz, hizmetçiniz de sizi sevmelidir” diyerek cevap verdim. Bunun üzerine: ''Bir müddet bekle, işi anlarsın” buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde, onlara karşı muhabbetten eser kalmadı. O zaman; “Gördün mü; sevgi bizden midir, senden midir?” buyurdu. Beyt: Eğer mâ'şûktan olmazsa muhabbet âşıka, Aşığın uğraşması mâ'şûka kavuşturamaz aslâ!.. Buna tamamen inanıyorum…. Marifet; Ulül Azim bir şahsiyetin gönlüne girebilmektir. Peki, Ulül Azim bir şahsiyetin gönlüne nasıl girilir?... Shakespeare'in bir sözü var.... “Kusursuz sevgi korkuyu yok eder” diye... Gerçekten çok doğru bir söz... Bizim korkularımız da sevgimizin kusurlu oluşundandır... Bütün dertlerin kaynağı sevgisizlik ya da kusurlu bir sevgiye sahip oluştur... Aynen Mevlana Hazretlerinin şu dizelerinde belirtildiği gibi ... “Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı-duru bir hale gelir Sevgiden dertler şifa bulur Sevgiden ölüler dirilir, sevgiden padişahlar kul olur Bu sevgi de bilgi neticesidir” Demek ki sevgiyi elde etmenin yolu, bilmekten geçiyor. Belki de “OKU” emrinin bir sırrı da burada yatıyor…. Bilmek ve uygulamak…. Bildiğini uygulayana bilmediği yeni şeylerin öğretilmesi…. Sürekli bir tekamül içerisinde olmak….. Sonuçta Mevlananın ya da Mevlanaların istediği gibi bir “AŞIK” haline gelebilmek…. Peki Mevlana nasıl bir “Aşık” istiyor?.... Buyurun efendim kendisinden dinleyelim: “Öyle bir aşık gerek ki bana; bir kımıldadı mı, bir kalktı mı, her yandan, ateşle dopdolu kıyametler koparmalı. Bir gönül istiyoruz ki cehennem gibi olmalı; cehennemi bile yakıp yandırmalı; denizin dalgasından kaçmamalı; yakıp yandırmalı yüzlerce denizi. Gökleri bir mendil gibi dürmeli avucunda; zevalsiz ışığı bir kandil gibi asmalı gök kubbeye. Bir timsah gönlüyle, arslan gibi savaşa girmeli, kendinden başka kimseyi komamalı; sonra savaşmali kendisiyle bile. Gönlün yediyüz perdesini, ışığıyla yırtmalı da arştan ses gelmeli ona: Maşaallah, Maşaallah !!... Yedinci denizden Kafdağına yüz tuttu mu O, o denizden nice inciler mercanlar saçmalı yeryüzünün eteğine ...” ............ İşte gerçek “AŞK” işte gerçek “AŞIK”.... AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN !!!... Ahmet Levent, 22.9.2007 | |
Konu Sahibi A.LEVENT 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Doğru, Allah'a Gider | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 2129 | 19 Ekim 2008 15:27 |
Deliliğe Methiye | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 2 | 2035 | 14 Eylül 2008 16:13 |
Üç üzüm tanesi | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1825 | 01 Eylül 2008 23:36 |
Ruhları Doyurmak | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1665 | 28 Ağustos 2008 00:41 |
Çeşitleme | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1360 | 25 Ağustos 2008 12:21 |
24 Ağustos 2008, 07:36 | Mesaj No:2 |
Cvp: Gerçek Aşık Doğu ve Batı hayat görüşü, gelecek tasavvuru, bireysel ve toplumsal ilişkiler, dış dünyaya bakış açısı vb. gibi bir çok konuda farklı anlayışlara sahiptir. Aşk’a bakış açısından da bir çok farklı noktalar bunlardan biridir. Doğu’daki aşkta birbirini sevenler aşklarıyla vuslata ermeye, benliklerini aşmaya ve nihayetinde Allah’a kavuşmaya çalışırlar. Batı'da ise dünyevi, derinlikten yoksun, insanın dönemlik istek ve arzularının, bunalımlarının ifadesidir. Doğu’daki aşkta çoğu kez küçüklükten başlayan ilk aşk- son aşk olan, ölümü bir son olarak algılamayıp, kavuşmanın en güzel yeri olduğu inancı vardır. Batı’da ise belli dönemde yaşanan ( ki genelde gençlikte) ve biten, bunu her an değişik bir kişiyle yaşamaya ve hissetmeye meyyal duygusal yoğunluktur. Doğu’daki aşkta, aşık kişi kendi benlik zindanından kurtulur, çevrede ki varlık aleminden kopmaz onunla bütünleşir, hayvanlarla ve bitkilerle bile. Onun içindir ki aşkın sembolleri gül ile bülbüldür. Batı’da ise aşıklar toplumdan kopuk, kendilerini dış dünyadan yalıtan ve huzursuzluk girdabında yok olan bir süreç yaşarlar. Doğu’daki aşkta paylaşım, fedakarlık, varlığını adamak vardır. Batı’daki aşk ise bencildir, sanaldır. Doğudaki aşklarda birbiri için ölmek vardır ancak öldürmek yoktur. Batı’daki aşklarda uğruna ölmek yoktur. Uğruna başkalarını feda etmek, yok etmek ön plandadır. Doğu’daki aşklar bekar genç erkek ve kızlar arasında doğumlarından itibaren gelişen, kök salan şekilde yaşanır. Batıda ise genelde evlenmiş ama umduğunu bulamayıp hayal kırıklığı yaşayan kadın ile bekar erkekler arasında yaşanır. Doğu’daki aşkta masumiyet, saflık, arınmışlık, teslimiyet ön plana çıkar. Batı da ise ihanet, korku, mutsuzluk hakimdir. Doğu’daki aşkta aşıklar kendilerinin kavuşmasına engel olanlara kızmazlar, düşmanlık beslemezler. Onların birbirlerine kavuşmasına vesile olduklarını düşünürler. Batı’da ise aşk kahramanları kendilerinin kavuşmasını engelleyenleri yok edilmesi gereken düşman gözüyle görürler. Doğu'daki aşkta ruhların birbirine kavuşması önemlidir. Batı'daki aşklar maddi alemde yaşanır, bedensel arzular daha ön plandadır. tabi bütün bunlar birer bakış açısıdır biz aşka insan ve ona kazandırılan ünvanlar yani sıfatlardan bakabidiğimiz kadar hissedebiliriz sanırım zaten medeni avrupa dedikleri mürtecilerin ve onların sahte aydınlanmışlarının günümüzdeki uzantılarının aşka yaklaşımına bakıncada bunu daha gerçekçi olartak görmekteyiz. | |
24 Ağustos 2008, 07:48 | Mesaj No:3 |
Cvp: Gerçek Aşık birde sevgi değer dostum şöylede bakabiliriz Aşk sözlükte şiddetli ve aşırı sevgi, bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, sevdiğinden başka güzel görmeyecek şekilde ona düşkün olması şeklinde tarif edilir. Kelimenin aslı “ışk”tır. Farsça “sarmaşık” anlamına gelmektedir. Sarmaşığın herhangi bir bitkiyi sarıp onu öldürmesi hadisesi aşka izâfe edilir. Ayrıca aşkın “uşuk” adında hem tatlı hem de ekşi bir meyve ile ilgisi olduğunu söyleyenler vardır. Aşk temel olarak iki biçimdedir. Birincisi aşk-ı hakiki de denilen ilahi aşk, ikincisi ise aşk-ı mecâzi denilen beşerî aşktır. Aşk kelimesi Kur’an’da geçmemektedir. Bunun yanında “herkesten daha sevgili olmak” anlamında muhtelif ifadeler Bakara suresi 165. ayette ve Tevbe suresi 24. ayette, ayrıca bazı hadis-i şeriflerde geçmektedir. Aslolan ilahi aşktır. Allah sevilmeye en layık olandır. Beşeri aşk ise buna bir basamak teşkil eder. Bazı kaynaklarda ilahi aşkın bir cüz’ü olarak da ifade edilir beşeri aşk. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, beşeri aşkla kastedilen nefsten nefse olan değil ruhtan ruha olandır. Dolayısıyla beşeri aşktan maksat “ten” değil “can”dır. Hz. Peygamber (s.a.v) Hıra mağarasında inzivaya çekildiğinde Mekke müşrikleri kendisine hitaben; “ Muhammed Rabbine aşık oldu” demişlerdir. İmam-ı Gazali “Hakk-ı tanıyan O’nu sever.” diyerek aşk ile marifet arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir. Burada söz konusu olan şey gerçek manada bir aşığın aslında arif olduğu gerçeğidir. Nitekim aşk konusunu şiirlerinde en fazla işleyen şairlerden biri olan Yunus Emre aynı zamanda ariflerdendir. Rabiat-ül Adeviyye ise “Gerçek aşığın gönlünde Allah sevgisinden gayrı bir şey yoktur.” diyerek ilahi aşkın ne boyutta olabileceğini dile getirmiştir. Bir başka biçimde Hallac-ı Mansur ise “Aşk ile kılınacak iki rekat namaz kanla alınmazsa sahih olmaz. ” sözüyle “Ene-l Hak” sözü sonrası içine düştüğü durumu ifade eder tarzda bir yaklaşım sergilemiştir. Aşk konusunun gerçek manada başlıbaşına ilk olarak incelendiği eser Ahmet el-Gazali’nin “Sevânih-ul Uşşak” (1126) isimli eseridir. Sonrasında ise Rûzbihân-ı Baklî’nin “Ahber-ul Âşıkın” (1209) isimli eseri gelir. Tasavvuf literatüründe geçen kudsi hadislerin meşhurlarından olan “Küntü kenzen mahfiyyen” yani “Ben bir gizli hazine idim, bilinmek istedim, mahlukâtı yarattım.” şeklindeki ifadeden anlaşıldığı üzre bilinmekten maksadın marifet, marifetten maksadın da aşk olduğu açıklanmıştır. Buna bağlı olarak “Hakikât-ı Muhammediyye” denilen kimi kaynaklarda “yaratılmış şeylerin ilki” olarak geçen kavramın da muhabbete ve daha da ötesinde aşka ait olduğu, Habibullah (s.a.v)’ın da “menbâ-ı aşk” olduğu dile getirilmiştir. Divan edebiyatında geniş yer bulan aşk kavramı, “Alem aşktan yaratıldığı için varolan herşeyde onun izini görmek mümkündür” ibaresince pek çok şiire konu olmuştur. Bu manada Fuzulî’nin meşhur beyti, “Aşk imiş her ne var alemde / İlim bir kîl-ü kâl imiş ancak” zikredilmeye değerdir. Aşk ile ilgili toplam yüzü aşkın deyim ve terkip vardır. Sembolik olarak aşkı ifade etmek üzre “Gül-bülbül”, “Şem-pervane” vb. ikilileri ve bunun yanında şarap, bâde, ateş vb. kelimeler de kullanılmıştır. Asırlardan beri beşeri aşk adına birçok isim tarihe mal olmuştur. Bunlar arasında en meşhurları Adem ile Havva, Yusuf ile Züleyha, Süleyman ile Belkıs, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Arzu ile Kamber, Asuman ile Zeycan ve Mem ile Zîn dir. “Aşk için aklı kurban etmek lazım” diyen Hz. Mevlana, “Aşkın aldı benden beni / Bana Seni gerek Seni” diyen Yunus Emre, “Ah min-el aşki ve hâlâtihi / Ahraka kalbî bi-harârâtihi” yani “Aşktan ve hallerinden ah, sıcaklığıyla kalbimi yaktı” diyen Şeyh Galip ve Ahmet el-Gazali, Ayn-ul Kudât el-Hemedâni, Feridüddin Attar, Rûzbihân-ı Baklî, İbn-ül Fârız gibi mutasavvıflar, bunun yanında Zâhirî mezhebinin kurusucu Davud ez-Zâhirî ve yayıcısı İbn-i Hazm gibi alimler de aşk üzerine eserler vermiş ve bu konuyu geniş bir şekilde işlemişlerdir. Bu noktada Davud ez-Zâhirî’nin “Ez-Zühre” ve İbn-i Hazm’ın da “Tavk-ul Hamame” yani Türkçede bilinen ismiyle “Güvercin Gerdanlığı” beşeri aşka dair en önemli eserlerden ikisidir. İbn-ül Cevzi, İbn-i Teymiyye ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye gibi alimler ise aşk kavramınının yerine muhabbet kavramıyla yetinmişlerdir. Hariciler, Mutezile ve bazı sapık fırka mensupları da aşka karşı durmuşlardır. Hz. Mevlana’nın “Hamdım, piştim, yandım.” sözü çerçevesinde denilebilir ki aşk her ne kadar tarifi mümkün değilse de ulaşılabilecek son dereceyi göstermek üzre “yanmak” olarak ifade edilebilir. Bunun beşeri ve ilahi yansımaları ise devirlerden beri görülmekte, aşk halihazırda insanların üzerinde en çok durduğu, hakkında en çok şey yazılan kavram olarak kitaplardaki, gönüllerdeki, yerdeki ve gökteki yerini muhafaza etmektedir. Selam ve muhabbetlerimle... | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Rûhum sana âşık | cavidan_sultan | Şiirler ve Şairler | 1 | 15 Mayıs 2018 22:11 |
Mim' e aşık bir Nun ' um.Medineweb | Emekdar Üye | Hz.Muhammed(s.a.v) | 4 | 08 Aralık 2015 16:34 |
Aşık mısın? | su damlası | Muhtelif Konular | 1 | 26 Eylül 2014 21:08 |
Aşk-Maşuk-Aşık | Aysima | Şiirler ve Şairler | 3 | 26 Ocak 2009 10:23 |
Ben O'na Aşık Oldum | Seleme | Hz.Muhammed(s.a.v) | 3 | 25 Ocak 2008 21:58 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|