|
Konu Kimliği: Konu Sahibi A.LEVENT,Açılış Tarihi: 28 Ağustos 2008 (00:41), Konuya Son Cevap : 28 Ağustos 2008 (00:41). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
28 Ağustos 2008, 00:41 | Mesaj No:1 |
Ruhları Doyurmak Ruhları Doyurmak RUHLARI DOYURMAK Sevgilinin diyarına yapılan yolculuk… Yolculukların en anlamlısı…. Gece yolculuklarımız… Özlem denizinden vuslat limanına doğru yelken açmaların adıdır.…. Geç oldu yazık! Çevremiz uçsuz deniz Issız gece, boş tekne, bulutlar yerimiz Rabbin denizinde Rabbe yelken açtık Lütfuyla başardık, onadır seferimiz… Biliyormusunuz, bu geceki yolculuğumuz öncekilerden biraz daha farklı olacak… Gönlümüz, kalbimiz ruhumuz gitmiyor yalnızca… Bedenimiz de eşlik ediyor bu geceki yolculuğumuza… Ve biraz da uzun sürecek…. Sabır diliyorum…. Geceyarısı aheste giden otobüsün koltuğunda, gözlerim karanlığın derinliklerine çivilenmiş iken, bir hafta önce yaptığım bir başka yolculuk, beynimde bambaşka düşünce prizmaları oluşturdu… Hollanda’nın LaHey (Den Hag) şehrine gitmiştim…. Kara toprağa hasret bırakacak şekilde yeşile bürünmüş bir belde düşünün…. Bir de su kanallarının kılcal damarlar gibi bütün bir şehri sarıp sarmaladığını… Yere yüzükoyun uzanıp baksanız, 1 km ötedeki yumurtayı görürsünüz… Dümdüz bir toprak parçası… Bu nedenledir ki, şehiriçi yollarda otomobilden çok bisiklet kullanılıyor… Özellikle sabah ve akşam saatlerinde koloniler halinde geçen bisikletli insanlar ilginç görüntüler oluşturuyor… Hollanda’ya gökyüzünden baktığınızda her şey çok mükemmel görünüyor… Binalar, yollar, yeşil alanlar, kıvrım kıvrım su kanalları, küçük göletler… Ancak sadece mükemmel görünüyor dedim…. Bilirsiniz, ay ışığında denizdeki karpuz kabuğu da güzel görünür…. Sanırsınız ki, saltanat kayığı mehtapda gezintiye çıkmıştır…. Demem o ki, gökyüzünden ve uzaktan temaşa ettiğiniz o muhteşem görüntüye yeryüzünden ve yakından baktığınızda, gerçeğin yalınkılıç hali sizi iki taraflı keser de, hem gözünüzden hem yüreğinizden kan damlar…. Artık gün ağarmış ve sihir bozulmuş, saltanat kayığı karpuz kabuğuna rücu etmiştir….. Akşamın serinliğinde, LaHey’in kaldırımlarında yürüyorum…. Ben LaHey’in kaldırımlarında yürürken ağyar “LaHayy’ın” kaldırımlarını arşınlıyor…. Gördüğüm insan manzaraları beni kaldırımlardan alıp derin daldırımlara sevketmişti… Sarhoşça dolaştım da bugün her yerde Sandım ki kafatasım kadeh ellerde Gezdim aradım bu şehri sarhoş sarhoş Çıldıracağım akıllı insan nerede?... Şehirler ve insanlar birbirlerine ne kadar da çok benziyordu… Ruh ikizi gibi…. Ve dünyanın her yerinde bu böyleydi…. Belki aynı damardan beslendikleri için… Belki insanlar şehirleri, şehirler de insanları kurdukları için…. Biliyormusunuz, bu yaban ellerde çok şeyin eksikliğini hissediyorsunuz, ancak bir şeyin eksikliğini en çok hissediyorsunuz: Ezan Sesinin… Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli…. Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli…. Bilirsiniz…. Bir iş görürken ezan okunduğunda hemen o işi bırakıp kemali edep ile ezanı dinlemek adaptandır. Eskiden bu adaba daha çok riayet ediliyordu sanki…. Büyük Osmanlı Alimlerinden Şeyh Muhammed İzniki Hazretleri imansız gitmenin kırk çeşidini sıralarken ezana icabet etmemeyi de dahil etmektedir…. “Mana ve muhtevası yönüyle ezan, hem tevhid, hem İslâm, hem de namaz için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken; diğer taraftan İslâm’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur. Allah’ın varlığı-birliği, ondan başka ilah olmadığı, Hz. Muhammedin O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun Allah’a kullukta; hususiyle en cami kulluğun namazda aranması gerektiği açıklanır. Diğer bir tabirle ezanda çok öz ifadelerle İslâm’ın itikat ve amele ait temel esasları özetlenmiştir. Bu yönüyle ezan, İslâm’ın temelidir.” (1) Yüreği ezansız şehirler: Ne muhteşem bir eksiklik…. Keen- lem- yekun sanki…. fiziki mükemmellik var amma insanı kuşatan ve asırlara uzanan ruh derinliği ve huzur iklimi yok… Ezansız şehirler!!.. yalnız kalabalıkların viranesi; zulmetin neşv ü nema bulduğu asırlık semboller….. mekanik bir sistemin acımasız dişlileri… Yüreği ezansız insanlar: Ne muhteşem bir pejmurdelik…. dışı parlatılmış, içi paslatılmış robotik siluetler…. Tuvaletsiz medeniyetin taharetsiz yapı taşları…. Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan: Kulağıma doğduğum gün okunan ezan. Tuvaletsiz medeniyetin taharetsiz yapı taşları cümlesi, beni bir an için yıllar öncesine götürdü…. Çocukluk yıllarımda yaz tatilini muhakkak dayımın yanında geçirirdim… Dayım o zamanlar üniversiteden yeni mezun olmakla birlikte ticaretle meşguldü. Dükkanda ona yardım ederdim. Bazı akşamlar, akrabalarımdan olan aynı yaşlardaki diğer çocukları da çağırarak; ya bilgi yarışması düzenler, ya bizlere kitap okur, ya da daha önce okuduğu bir kitabı anlatırdı. Soruları ya da anlattığı şeyler her zaman kitabi bilgiler olmazdı. Ancak, bilgi yarışmaları her zaman heyecanlı, coşkulu ve rekabetçi bir havada geçerdi… Şu anda bile sorduğu sorulardan bazılarını hatırlayabiliyorum…. Bir ev hanımının düzenli, tertipli ve temiz olduğu nereden anlaşılırdı?... Düşünün !... 8-10 yaşlarındaki biz çocuklara bu soruyu sormuştu…. Cevap olarak neler söyledik bilemiyorum ama, doğru cevabı hiç birimiz bilememiştik. Doğru cevap neydi peki?... Doğru cevap şuydu: Bir ev hanımının düzenli, tertipli ve temiz olduğu evinin tuvaletinden, başka bir deyişle tuvalet kültüründen anlaşılırdı… Dayım akıllı bir insandı…. Şimdi düşünüyorum da, bu soruyu sorup cevabını verdiği zaman odada çok sayıda hanım da vardı…. Mesaj vermenin ince bir yolu gibi geliyor şimdi bana…. Tuvaletlerin evlerin bahçesinde yer aldığı, muhteşem görünümlü fayansların ve tuvalet aksesuarlarının bulunmadığı, tuvalet kağıdının esamesinin okunmadığı dönemlerde, küçük bir kasaba için yukarıdaki soru ve bu soruya verilen cevap aslında çok anlamlıydı. Hatta bugün için dahi bu sorunun ve cevabının belli ölçüde bir anlamı bulunmaktadır…. Belki de yukarıdaki soruyu bugün şöyle sormak gerekir: Bir medeniyetin, bir milletin, bir toplumun ne ölçüde temiz olduğunu nereden anlarsınız?... Cevap: Tuvalet kültüründen…. Tuvaletsiz medeniyetin taharetsiz yapı taşları…. Ne zaman, Batı medeniyetinin hükümferma olduğu topraklara bir yolculuk yapsam, beynimin kıvrmlarında bu cümle muhakkak dolaşır… Bu arada, dünyada en çok pirincin yetiştiği ülke neresidir tarzında kitabi soruları yanında, Dayımın bizlere şaka yollu takıldığı başka soruları da vardı…. Örneğin, sünnetçilerin en büyük hayali nedir gibi… Cevabı merak ediyorsunuz sanırım…. Sünnetçilerin en büyük hayali: Tabii ki, Çin’in müslüman olması…. : ) ) …………………………… Otobüsümüz kıvrıla kıvrıla yol alırken sabahın o ilk ışıkları da belirmeye başlamıştı…. Gün doğdu, saba misk saçaraktan gidiyor Bir hoş bu ıtır, onun yanından gidiyor! Kalk!... Sen uyuyorsun ama devran gidiyor Duy kokuyu bir kere bu kervan gidiyor… Maksud u Menzile olan mesafemiz azalırken, insanı mecalsiz bırakan ılık ve tatlı bir heyecanla hasret kundağına sarmalanmış olarak muhabbet beşiğinde sallanıp duruyorduk… Ötelerden ninni gibi gelen bir ses vardı sanki….. Arz’dan Arş’a uzanan…. Ses sevgiliden, yankı veren dağ benim Bir tabloyum alemde, odur çizenim Döndükçe anahtar tıkılar ya kilit Benzer buna, söyleten O, ben söyleyenim…. Hani yukarıda, şehirler ve insanların ruh ikizi gibi birbirlerine ne kadar çok benzediklerinden söz etmiştik…. Belki aynı damardan beslendikleri; belki insanlar şehirleri, şehirlerin de insanları kurdukları için bu böyledir demiştik…. Doğrusu Allah u alem…. Ancak, şimdi ayak bastığım şu topraklar, sevgililer diyarı şu Belde; kendisini kuran ve halen yaşatan Ululazim Şahsiyetlerin varlığıyla ayrı bir anlam ve değer kazanmaktadır…. Sevgili, geçici bir süre için de olsa oradan ayrıldığında; tavuğundan ördeğine, toprağından yaprağına herkes ve herşey eminim ki kendisini yetim hissetmektedir…. Ama şimdi bu güzel beldedeyiz…. Sevgiliye kavuşma vakti artık…. Özlem denizinden vuslat limanına demir atmanın derin hazzı içerisindeyiz…. Bir yer var ki, orada sayı üstü endaze; Ne solmak, ne yıpranmak, herşey ebedi taze… Düşünüyorum da, sevgiliye kavuşmak neden bu kadar tatlı ?…. Ayrılık bu kadar acı olduğu için mi ?…. Bilemiyorum…. Vuslat anı gül açar yüzün hep güler Gönlümde iman olur da hasret gider Gönlümle benim aramda bir kavga var Her an “o benim, hayır benimdir o!..” der… Halbuki, gerçek aşıklar vuslat hiç olmasın, yok olup gitsin istermiş... Sevgili için yaşamayı sevgili ile yaşamaya yeğlerlermiş... Olur da bir gün vuslat gerçekleşirse şayet, yâni âşık maşukuna kavuşur ise, artık ortada ne aşk vardır ne de aşık…. Âşık mâşukluğa garkolmuştur…. Vuslatı istemeyen âşıkın da vuslatı istememekteki esas niyetinin bu olduğu herhalde anlaşılmaktadır…. (2) Gerçek aşıkların yaşadığı aşk nedir, onların vuslatı ve kavuşması nasıl olur, ne anlam ifade eder doğrusu bilmiyorum…. Yaşamadım çünkü…. Bunlar ne okumakla anlaşılır, ne de kelimelerle ifade edilebilir… Aşk meclisinin havası bir hoşluğu var! Aşk içkisinin bir tadı sarhoşluğu var Bir başka okunmakta ilim medresede Aşkın ise bambaşka okunuşluğu var *** Bir mum ki gönül yanmaya hep teşnedir Ayrılıkla doğan dertlere derman nedir Coşmak ve yakıp yıkmayı hiç duymayan Aşk öğrenilen değil, gelen nesnedir... “Gerçek aşık aday adayı” payesine bile ışık hızı mesabesinde uzak biri olarak söyleyeyim ki, bizimkisi elbette havass değil avam aşkı…. Biz huzura çıkmaz isek huzura eremeyiz…. Bizim vuslatımız cismen huzura çıkmak iledir… Meydan geniş ama ortalarda er yok Bir öyle zaman ki bildiğin haller yok Her görünüşte sanki bir evliya Hak olarak ruhda ateş yok, fer yok…. Sevgilinin diyarında ulu mabedin içerisindeyiz…. Edebli ve sanki ebedi bir bekleyişteyiz…. Sessiz ve dingin görünen nezih topluluğun cezbeden cezbeye koşan yürekler aleminde kimbilir ne fırtınalar kopmaktadır…. Bilmemekteyiz… Öyle hoş bir bekleyiştir ki bu; ne yapraklar çiğ tanesini; ne bad-ı saba baharı böyle bekleyebilir…. Ve hangi bekleyiş bu kadar sevgi dolu, hasret dolu ve heyecan yüklü olabilir?…. Ne varki, mabedin ilahi havasını bürüyen derin sessizlik, telaşlı bir kıpırdanmayla bozulur…. İkindi vakti girmiş ve İlahi Davet başlamıştır…. Bu yalnızca bir İlahi Davet değildir…. Sevgiliye kavuşmanın da bir muştusudur… İlahi mabed hınca hınç dolu olsa da, Kızıldenizin yarılıp ikiye ayrılması gibi aydınlık bir patika yol açılmıştır….. Cümle kapıdan mihraba uzanan bu aydınlık yolun iki yanında kemali edep ile yürekler saf tutmuş sevgiliyi beklemektedir…. Vakit artık kavuşma vakti, huzura erme vaktidir…. Derin bir sessizlik hüküm sürerken, sevgilinin gelişini hissedersiniz..… Mihraba uzanan aydınlık yolun başında Yüceler Yücesinin selamı ile sessizlik bir anda bozulur: SELAMUN ALEYKUM !!!... İlahi mabed içerisinde dalga dalga yayılan ve yankılanan bu davudi ses, misket bombası düşmüşcesine her bir gönülü yakar da yakar…. Binlerce yürek, tek bir yürek olmuşçasına gönülden karşılık verir: VE ALEYKUM SELAM !!!!.... EHLEN VE SEHLEN !!!.... Ardında nezih bir salihler topluluğu süzüle süzüle gelmektedir sevgili…. Hani güneş ufuktan ansızın doğar ya…. Sevgili de öyle doğuverir birden…. Bütün azametiyle, bütün güzelliğiyle işte karşınızdadır… Bu noktada sözü Mevlana Hazretlarine bırakalım….. O geliyor O !... Yollara sular dökün, Bahçelere müjdeler edin, bahar kokuları geliyor, O geliyor O !... Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Yol verin, açılın, savulun beri durun beri, Yüzü apaydınlık ak pak, bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak O geliyor O !... Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Gökler yeryüzünü kapladı örttü bir anda, Bir anda dört yanımı misk gibi bir koku sardı, Bir anda bir velvele, bir kıyamet koptu cihanda, O geliyor O !... Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Bir anda can geldi bağlara, bağlar ışıdı, Bir anda açıldı baktı bağlarda gözler, Bir anda bizde ne dert kaldı, ne gam, ne keder, O geliyor O !... Ay parçamiz, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Yayından fırladı ok, hedefe ha vardı ha varacak, Bahçeler selama durdu, selviler ayağa kalktı, Çayır çimen yollara düştü. İşte gonca ata binmiş geliyor, biz ne duruyoruz. O geliyor O !... Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor. Sen bizim çevremize gelirsen göreceksin ey Sultanım, Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak. Senin güzel gözlerin için işte canım pusuda. Rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı gitti ama, Bak işte o güzel gözler yola çıkmış geliyor… ……………………………………………………. Elinde bir demet gül goncası….. Ardında salihler topluluğu onlarcası…. Süzülerek geçiverir mihraba doğru Evliya-ı izamın öncüsü…. İlahi mabed bir rahmet anaforuna dönüşmüştür….. Her bir ademi dibe doğru çeker de çeker…. Anafora kapılıp da vurgun yemeyen var mıdır?.... Ya da derinlik sarhoşluğuna kapılmayan… Gönüller yeniden saf saf olmuş, en büyük huzura durulmuştur…. En büyük huzurda en derin inşirahı özümseye özümseye insan ömrünün en saadetli dakikaları akar da akar…. Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem; Onsuz, ebedi hayat benim olsa istemem…. Artık vakit, ilahi mabedde cennet bahçesine girme vaktidir…. Cennet bahçesine girmenin verdiği mutluluğu nasıl anlatmalı bilmem ki… Hangi cins-i latif, hangi cismani taltif, hangi cihan-şümul lütuf bu mutluluğu verebilir ki… Gönlüm o yakut dudaklara hasretti Mest olmuş o gözler beni sarhoş etti Ruhumda her an bahar hikâyen okunur Gül bahçelerin kalbimi bir hoş etti… Ve cennet bahçesinin sahipleri, başımızın tacı nurlu zatlar… Sizler ne büyüksünüz !…. Sizleri tarif etmekteki acziyetim sonsuz…. Bahçeye gelen ziyaretçileri hiç boş göndermezsiniz…. Elleriniz hep doludur sizin…. Bu bahçe, öyle bir bahçedir ki; bazen insana sanki bir uçak pisti gibi görünür…. En kamil pilotlar mükemmel uçaklarıyla birer birer iner ve kalkarlar…. En kıymetli hediyelerini en muhtaçlara bırakarak…. Bazen de bir ameliyathane gibi gelir insana….. Eşrefi mahlukatın en şerefli kalp cerrahları, marazi kalplere en kompleks ameliyatları yaparlar da, nice esfel-i safilin ahseni takvim üzre rucu eder…. Bu ustalar, öyle ustadır ki, yalnızca ruhi balans icra etmezler, siret yanında surete de en ince estetik müdahaleyi yaparlar…. Hem de hiçbir deri israfına yol açmadan….. Bu yol öyle bir yoldur ki, asırlarca ruhları doyurmuş amma karınları da asla unutmamıştır….. Ruhlarımızı doyuran halkadan, karınlarımızın doyacağı haleye doğru yol alırken, burada bir parantez açıp, hemen aklıma gelen bir olayı nakletmek istiyorum…. Yıllar önce Amerikaya yaptığımız bir seyehat çerçevesinde Memphis şehrine de gitmiştik… Memphis; Elvis Presleyin gençlik yıllarını geçirdiği ve hayata veda ettiği şehirdir. Aynı zamanda, Martin Luther King’in bir suikast sonucu öldürüldüğü yerdir… Program gereği, Memphiste bir baptist kilisesinde yapılan ayini izledik…. Ayinden sonra kilisenin baptist papazı bizi misafir etti. Kendisi Martin Luther King’in yakın arkadaşı imiş. Memphis’e geldiğinde King’i evinde misafir etmiş. King’i kaldığı otelin balkonunda vurdukları sırada o da otelde imiş. Suikasti bize ayrıntılı olarak anlatmıştı. Kiliseden ayrıldıktan sonra doğruca King’in öldürüldüğü ve bugün müze haline getirilen oteli gezmeye gittiğimizde, zihnimizdeki taze bilgilerle suikast olayını sanki yakinen yaşamış gibi hissettiğimizi hatırlıyorum… Neyse, bu ayrı bir bahis…. Tekrar konumuza dönelim. Ayinden sonra baptist papaz bizi yemeğe davet etti. Daha doğrusu kiliseye gelen insanlarla beraber biz de kilisenin alt katında bulunan büyük bir yemek salonuna geçtik. İçerisi bayağı kalabalıktı, ancak bize özel bir masa hazırlanmıştı. Yemeğe başlarken papaz şu sözü sarfetti: “Yukarıda ruhları doyuruyoruz, aşağıda da karınları…” Hafifçe tebessüm ettiğimi hatırlıyorum…. O gün kilisenin alt katında karınlar kesin olarak doymuştu, ancak, ruhların içten içe daha da çok acıktığından emindim…. Çünkü, verilen gıdanın son kullanma tarihi çoktan geçmişti, bozuktu ve üstelik zararlı katkı maddeleri içeriyordu…. ……………………………………. Biz yine kutlu beldemize dönelim ve karınlarımızın doyacağı halkaya doğru yol alalım.… Zaman artık, kutlu yolun asırlardır vazgeçilmezi olan “çorba içme” zamanıdır. Bu kutlu yol; maddi ve manevi yapısı itibarıyle insanı her zaman bir bütün olarak ele almış ve değerlendirmiştir. Ruhları doyururken karınları asla ihmal etmemiştir. Mevlana Hazretlerinin buyurduğu üzere, helal lokma tohum gibidir. Meyvesi güzel fikir, tefekkür ve medeniyettir. Bu nedenledir ki, dervişliğin yüzde doksanı helâl lokma, yüzde onu da gayret olarak ifade edilir. Asırlara uzanan mayasıyla, dünyanın en güzel ekmeğini, dünyanın en güzel çorbasına katık yapmanın keyfini çıkarmak üzere etraftaki küçük halkalardan birinde yerimizi almıştık…. Hikmeti nedir bilemiyorum ama, büyükler hep, tek bir halkada kalmayıp, diğer halkaları da ziyaret etmeyi tavsiye etmişlerdir…. İçtiğimiz çorbaydı belki dostlar…. Ama sanki ruhumuzu yakan bir çerağdı…. Öyle ki, karnımız doyarken, ruhumuz da doyuyordu…. Şimdi bu noktada; “papazın kulakları çınlasın” mı demeliyim…. ………………………………………………… Vakit geceye doğru ilerlerken, sıra günah sayacını sıfırlamaya gelmişti…. En büyük kapı olan tevbe kapısından içeri girmek için sabırsızlanan insanları müşahade etmek de ayrı bir keyifti…. Ben tövbemi bozdum amma gel etme sen! Bir kez daha tövbe istemem şimdi ben Yüz bin defa belki tövbe ettim işte Kan ağladı tövbecik benim elimden!... Şöyle bir olay nakledilir: Büyük Mürşidlerden birisi abdest alırken yanına bir zat yaklaşır ve tevbe etmek istediğini söyler. Ululazim şahsiyet o esnada sağ ayağını yıkamış, fakat henüz sol ayağına geçmemiştir…. Hemen döner o zatın elini tutar ve tevbeyi verir…. Tevbe biter bitmez, şahıs ruhunu teslim eder…. Yorumu size bırakıyorum…. İlahi mabedin içerisindeyiz….. Sultanlar sultanı, çekim alanına aldığı yüzlerce gezegeni ile bir güneş gibi parlamaktadır…. Doğal olarak, “kablosuz ağ bağlantısı” teknolojisine sahip olamayan yüzlerce “günahkar ve nedametkar” için özel bir “yerel ağ bağlantısı” kurmuştur…. Ulu bir Moderatör olarak ağa bağlanan nedametkarların nedamet mesajlarını alıp, arzdan arşa uzanan kablosuz ağ bağlantısı ile İlahi Huzura arz etmektedir. Hem tövbe gerek, hem ona zincir gerek Nefs kocalır amma sönmez onda istek! Leş gördü mü zincir koparır saldırır Ben nefsimi neyleyim, köpektir o köpek… Tevbe ve duaları yoksa ne kıymeti vardı ademoğlunun… Kanaatimce bu an, nedametkarlar için en saadetli andır…. Ancak, en büyük sorumluluğu da üstlendikleri andır. Yaratıcıya artık bir sözleri vardır ve civanmertlik gösterip her dem nasuh duruşunu sergilemeleri gerekir…. Dünyanın en zor sanatı da bu olsa gerektir…. Bu yolun maddi ve manevi yapısı itibarıyle insana bir bütün olarak yaklaştığından söz etmiştik… Manevi arınmanın ardından maddi durulanma ile temizlik harekatı da tamamlanmış olur. Ulu Moderatör tarafından kütük kayıtları yapılmış, gezegenler artık yeni yörüngelerine oturtulmuştur. Kutlu beldede gece çok çabuk geçer…. Vakit, artık seher vaktidir….. Fecr-i sadık ile ayrılığın ateşi de gönüllere düşmeye başlar. Sabahın en hoş deminde Sevgili ile İlahi Huzura durmanın tarifsiz mutluluğu yeniden yaşanır. Artık veda vakti gelmiştir. Ya da yeniden yetim kalma zamanı mı demeliyim…. Yürekler buruk bir heyecanla hatır almak için Sevgiliye yaklaşır…. En öpülesi ele buseyi kondururken, gönüller duaya, yürekler görklü nazara gark olur…. Ruhun ki o aksetti güzel yüzünden Mey kaseme düşmüştü hayalin birden! Göz sürmeyi istedim ayaklarına “Kirpiklerim incitir” dedim korktum ben… Büyüklerin eli hep “veren el” olmuştur. Almak onların sanatı değildir…. Doldururlar manevi heybeleri birer birer…. Dönüş başlamıştır artık…. Vuslat limanından özlem denizine doğru yeniden yelkenler açılmıştır.…. Bir yanınız en derin huzuru damıtırken; diğer yanınıza hasret okları birer birer saplanmaya başlamıştır bile….. Sen can suyumuzsun nebatız, fundayız ŞAH’sın bize, bizler ise bir gedayız Sensin bize ses, yankı veren sadayız Bul bizleri, gel bizlere, biz buradayız!... AŞKINIZ CEMAL, CEMALİNİZ NUR, NURUNUZ AYN OLSUN!... Ahmet Levent, 13.08.2008 (1)Dr. Selman KUZU, Yeni Ümit Dergisi, Sayı : 70 Ekim - Kasım - Aralık 2005 (2)Mısralar, Mevlana Hazretleri, Necip Fazıl Kısakürek ve Mehmet Akif Ersoy’a aittir. | |
Konu Sahibi A.LEVENT 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Doğru, Allah'a Gider | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 2119 | 19 Ekim 2008 15:27 |
Deliliğe Methiye | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 2 | 2025 | 14 Eylül 2008 16:13 |
Üç üzüm tanesi | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1812 | 01 Eylül 2008 23:36 |
Ruhları Doyurmak | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1655 | 28 Ağustos 2008 00:41 |
Çeşitleme | Makale ve Köşe Yazıları | A.LEVENT | 0 | 1351 | 25 Ağustos 2008 12:21 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
insanların ruhları onların ölümlerinden sonra da canlı kalırlar diyorlar doğrumu | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 08 Nisan 2009 11:30 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|