|
Konu Kimliği: Konu Sahibi CaferTayar,Açılış Tarihi: 01 Ekim 2007 (01:07), Konuya Son Cevap : 08 Ekim 2007 (05:09). Konuya 2 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
01 Ekim 2007, 01:07 | Mesaj No:1 |
ruhun sırlarında bir gezinti ruhun sırlarında bir gezinti sevgi değer doslar bu gün güncemi ziyaret eden bir dosumun güncesinden yaptığım bu iktibası sizlerle paylaşıyorum umulurki istifadenizde fikri açılımlar yapar selam ve dualar ile Hani insan yağmura yakalanır da iliğine kadar ıslanır ya … Mübarek öyle muhteşem bir ay şu ramazan ayı… Hani bayram gelecek diye ödüm kopuyor desem abartmış olmam.. Yarabbi şükrümü nasıl ifade edeyim.. O gün Fatiha suresinin mana bedenini okumuştum ki göz yaşlarıma engel olamadım. Yazan kişi yi bizzat tanımıyordum , zaten yazdığı da üç dört sayfadan ibaretti.. Hatırladım… Hani bir öğlen vaktiydi namaza durmuştum .. Sıradan bir insandım ve sıradan bir gün müydü diye sonradan takvime baktım.. Bir hicri yılbaşı imiş.. Bir gün önce ha demeden hayran olan gönlüm ; ve nasıl dır fatiha namazda sorularım Ona iki kelam ettirmeyi başarmıştı.. Anlattı o şahsına munhasır tarzıyla , güzel konuşan anlamı taşıyan isme sahip zat-ı şahane … Ki ben dilemiştim ki rabbim yollamıştı onu bana.. O bilmese de… Arınmadan el sürülemiyordu Kur’an ,a .. Fatihasız namaz yoktu namaz demek salat demekti.. Fatiha Suresinin sırrı besmeledeydi.. ve Kilit cümle ‘’huzurdasın ‘’ dedi. Daha abdest alırken arınmaya başlamalıydı../ O bana ne anlattı hatırlamıyorum .. Ama o namaza nasıl başladım biliyorum.. / İhlas suresini düşünmüştüm bir gece evvel.. Allah ‘ ın ahadiyetini ,samed oluşunu .. Ve derken euzu besmeleyi düşündüm. Arınmak! Şirkten .. Şirk ten arınmadan idrak edemezdim hiçbir şeyi.. O bana şah damarımdan yakınken nasıl oluyordu da uzakta ayrı bir varlık olduğumu düşünüyordum .. Beni Ondan ayrı olduğumu sandıran şey neydi.. Düşündüm.. Kafamı kesip bir kenara koydum.. Bedenimin masanın üzerindeki bir bardaktan ya da masadan hatta bir kediden farkı yoktu.. Bir kediyi düşündüm.. Kedinin düşünme melekesi yoktu ve kendini ayrı müstakil bir varlık sanma olayı yoktu.. Neydi kediden farkım ? Akıl! Aklım ,benlik algım bana böyle hissettiriyordu.. Vehmi bir benlik duygusuna sahiptim.. İşte bu şirki yapan bedenimde taht kurmuş malum varlıktı .. İkilik algısını oluşturan ş…. ın şerrinden sığınarak başlıyorum .. b sırrı ile arınmaya abdeste .. Euzu Besmele yi okudum.. Düşünmeye devam ede ede namaza niyet ettim.. Niyet ettim öğlen namazını kılmaya …Allahu ekber .. Kendime ait sahip olduğum ,sahip olduğumu sandığım tüm kimliklerden tek tek sıyrıldım .. Hiçbirşey kalmadı, namazdan silindim… . Subhanekeyi okudum.. Fatiha suresine başladım.. Hamd alemlerin Rabbı olan Allaha mahsustur.. Kendisini değerlendirecek yegane varlık kendisi idi ben sadece dilimi kıpırdattım. Aklımdan şu cümle hızla geçti.. /… Ben kulumun tutan eli konuşan dili olurum… / tasavvufi bir cümleydi, fatiha suresini düşünmeye çalışıyordum fakat bu cümle aklımdan çıkmıyordu.. Birden olağanüstü bir şey oldu.. Eskiden beri ;dünyanın neresinde en çok mutlu olurum sorusuna cevabım hep Medine, Kabe, Mekke upuzun ıssız çöller olurdu.. Dünyanın o en güzel yerinin seccademin üzeri olduğunu fark ettim.. Aman ALLAHIM… Ben bu hakikati nasıl yıllardır görmemiştim .. Bu nasıl bir namazdan gafillikti.. /Bu hakikati burada yazmam lüzumlu değil .. Bilen bilir.. Bilmeyen zaten kendi yaşamadan haberdar olamayacaktır. / Namazın ne olduğunu , bütün uzuvlarımın ne kadar önemli olduğunu , kendimden ne kadar bihaber olduğumu, ve en önemlisi taşıdığım emaneti , hatta hatta şu an bana yaşatılanın nasıl muhteşem bir olay olduğunu sanki bir nefeslik bir an içinde idrak ettim.. Ve bunu idrak ettiğim anda yıllardır nasıl cehalet içinde kaldığımı ve bu kıymetli uzuvlarla ne kadar çok günah işlediği mi düşünüp olağanüstü bir utanç yaşadım. Bu utanç o kadar büyüdü ki gözyaşlarıma hakim olamadım.. Kaçıncı rekattı bilmiyorum ama ben hala öğlen namazının ilk dört rekat sünnetinde idim.. Ve ağlamam devam ediyordu. Yaşadığım utançdan ayağa kalkamıyordum. En nihayet doğrulmaya başladığımda sanki seccademden kilometrelerce yukarı çıkmaya başladım. Ayaklarımla bedenimin üst kısmı arasında sanki çok uzak bir mesafe vardı. Ve ben bu kadar yüksekten her an düşebilirdim.. Alel acele devam edip oturdum ve tahiyyatı okumaya başladım .. Fakat seccade ile aramdaki yükseklik algım bir türlü azalmıyordu. Zar zor selam verdim .. Ağlamam devam ediyordu.. Seccadenin kenarlarına tutundum.. Bir şekilde ordan ayrılmalıydım zira şimdide korku duymaya başlamıştım.. Yükseklik algım ve utancım devam ettiği için midir bilmem , önce hafifce ayağımı sağ tarafa doğru seccadenin dışına yani halının üzerine uzattım. Ama ayağa kalkamazdım.. Ne derler hani; O nun Ekberiyeti yanında benim aczim… Haşyet mi.. Ben kimm ?haşyet duyma şerefi kim? Namazın devamını getirecek gücüm kalmamıştı.. Korkmuştum ve koca evde yalnızdım.. Hemen cep telefonundan ablamı aradım. Bana ne dedi hatırlamıyorum ancak ardından Onu da aradım.. Yardım edecek birine ihtiyacım vardı.. O ise bana ne olduğunu kavrayamadı. Bu sonradan onunla ilgili yaşayacağım ilk hayali sükuttu. Kendisi hemen bana yakın oturan arkadaşlarımdan birini arayarak bana yardım etmesini istediyse de adımı yanlış telaffuz ettiğinden maalesef arkadaşım bana değil başkasına ulaşmış.. Üstünde durmadım.. Vardır her işte bir hikmet.. Her neyse.. Telefonlardan medet bulamayınca dosdoğru yatağıma gidip yorganın altına girdim.. Biraz korkum geçince kalktım.. O gün bir arkadaşımın doğum günü idi ve bir saniye… cep telefonumda tarih kayıtlı meğerse.. 10 şubat mış.. Birkaç yıl önce 10 şubat .. hicri yılbaşı olan.. Aman her neyse.. (şifre çözecek saat değil şu an ) gece 03 J Giyindim evden çıkıp doğum gününe gidersem biraz kendime gelirim diye düşünmüştüm. İyi de oldu.. Fakat bir tuhaflık var.. Evin içinde bir odadan diğer odaya geçerken sanki kapıdan sığmıyorum .. bedenim genişlemiş gibi.. Üstelik banyo da iki sn fazla kalamıyorum içim daralıyor.. Kuvvetli bir arzu namaz abdestim olmadan adım bile atamam hissi veriyor bana.. Ve daha da tuhafı mutfakta fark ediyorum bunu; bir iş yaparken sağ elim sol elime fırsat vermiyor, her işe kendi atlıyor.. Ne var ki sol elimde!.. Her şeyi sağ elle yapmaya çalışmak çok komik.. Kendimi evden dışarı attım.. Allahım her şey ne kadar muhteşem, yerli yerinde, olması gerektiği gibi.. Yere basıyorum yer inciniyor mu acaba! Ertesi gün işyerinde arkadaşım ne oldu sana diyor yüzün çok parlıyor.. Öyle mi diyorum şaşırıyorum.. Evde yalnızım gece yatacağım lakin abdestsiz kalıcam endişesi müthiş ve dilimde dua ile uyuyakalmışım. Sabah daha gün doğmamış bir ses beni uyandırıyor.. Büyük taş bir blok başka bir taş bloğun üzerinden kaydırılmış gibi bir ses. Canlı sesi değil taş sesi.. Başka ses olsa korkardım.. Sanki amacı beni uyandırmak.. Çok dinlenmiş ve hiç zorlanmadan kalkıyorum ,hemen gidip namaz abdesti alıyorum.. Ve ardından 100 adet korunma duası okuyorum.. Hergün okuduğum gibi.. Enteresan bir şey daha.. Tam yüzü tamamlayınca sabah ezanı okunmaya başlıyor.. Peki bu nedir dedim kendime ? Neydi bu yaşadıklarım.. O gün ablam bana çaktırmadan arkadaşı Allahın Mustafa kulu na beni araması için gizlice ricada bulunmuştu da … O da taaa Diyarbakır dan beni arıyordu üstelik bana mubarek olsun abla banada dua et diyordu ? Ve ben ona Allah hidayet versin diyordum nedense.. Hiç dillendirmediğim bir dua.. !!! Birkaç sene önce yaşadığım bu olayı (Allah herkese nasip etsin) anlatmamın sebebi bu olaydan da önce yaşadığım bir rüyayı birkaç gün önce birden yorumlayıvermemdi. Rüyamda babamla diyar bakır’a gidiyorduk ve ben emekli olmuştum . Babamı bir binanın kapısında bırakıp yukarda adı geçen fakat benim henüz tanışmadığım Mustafa adlı kardeşimi ziyarete gitmiştim güya.. Mustafa beni evine konuk etmişti geceydi ve o çok yüksek binadan bana şehrin tüm ışıklarını seyrettiriyordu. Benim emekli oluşum babamın adının manası ve diğer bütün doneleri kullanarak ki ( burada geçen bakır kelimesinin manasını bilen bilir) bir anda rüyanın anlamına vakıf oldum.. Sadece bu rüya değil başımın yanına mıknatıs (dolayısı ile demir )etkisi yapan müzik setinin kolonunu koyarak uyuduğum o gecede enteresan bir rüya görmüştüm. Dileyen bu ilginç deneyimi yaşayabilir. Ömer Çelakıl ‘ın demirle ilgili bir yazısını okumuştum ve gerçeğe yakın rüya görmenin merakına tutulmuştum.. Çok sık denemeyin, sakıncalı imiş.. Yatarken ki yönünüzde önemli elbette.. Ruya şöyle; NUR_AY adlı arkadaşımın kızı ve benimde bir oğlumuz aynı gün doğmuş.. Nuray ın adını EZEL koyduğu kızının her nedense aslında benim olduğunu fark edip bana veriyorlar.. Çok güzel mavi gözleri olan bir bebek ezel.. Ezeli ablamın kucağına verdiğim sırada düşüyor ve alnı kesiliyor. Küçük bir kesi lakin dikiş atsın diye dr SU_at beye götürüyorum , müdahale ediyor ki kendisi aslen KALP cerrahı .. Gayet net değil mi ne olup bitiyor… J Ben ayın şakk ettiği günden beri ağzım kulaklarımda geziyorsam bu kendi mi arayışımdaki sırrımı çözdüğüm içindir. Kendime gelme formülümü merak edenlere haykırıyorum.. Mutluluğu yakalamak için lütfen koşulsuz sevin, neye sahipseniz karşılık beklemeden , paylaşın ve asla iman ettiğinizin yegane ispatı olan namazdan vazgeçmeyin.. Namaz kılmıyorsanız Ruh sıkıntınız ve yangınınız asla bitmeyecektir. Namaz kılıyorsanız ve hala sıkıntı yaşıyorsanız sabredin ve infak edin …. Gerçek mümin olmanın yolu sevgiden geçer.. .ahir zaman_sıradanbirinsanı yorum Yazan: annelerimiz | Tarih: 30/9/2007 Konu: hayatın kıyılarında gezinirken harika bir kompozisyon sevgi değer bu yazını alıyorum ve medine webde yayınlıyorum müsadenle bazen sözleri gönülle ve bazende akılla mukayeseli konuşturmanın farklı bir doğaçlaması ancak böylesine güzel ifade edilebilir sanırım bir yanı tevhid bir yüzü metafizik bir yanı ilhamın rüyacasına işaretlerin rumuzlarla özün şuur altını böylesine kurgulaması mükemmel sanırım ikibinli yılların öze seyahatinin suf i versiyonunu sizden öğrenmek gerekiyor her şey bir yana bu yazınıza bayıldım kalbi teşekkürler ..............cevaben........ Ne diyeceğimi bilemedim bir an.. Bir şey yazıyorum ve bana yansıyana şaşkınlıkla bakıyorum.. Bir anı ,bir yazı ,bir hayat gerçek manada yorumlanamadıktan sonra ne işe yarar ki.. Siz yorumlamasanız ben bendekini göremem.. Kendimde olanı bana gösterdiğiniz için Allah razı olsun... Siz bu yazdıklarımı yorumlayacak ilme ve kalbi yakınlığa sahipsiniz ... Allah daima sizin gibilerle muhatap etsin bizleri.. Yazıyı elbette yayınlayabilirsiniz.. Sevgiyle kalın.. ..........................nil | |
Konu Sahibi CaferTayar 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Hacet kapısın tıklarken | Şiirler ve Şairler | CaferTayar | 0 | 2014 | 13 Eylül 2008 11:34 |
geçmiş zaman aynası | Şiirler ve Şairler | CaferTayar | 0 | 2129 | 13 Eylül 2008 11:29 |
Cuma Günü Selevat Getirmenin Önemi: | Dua Bölümü | Seyyid | 1 | 2481 | 12 Eylül 2008 12:39 |
rahmet katrelerinde bir cuma soluğunda dua | Dua Bölümü | CaferTayar | 0 | 2353 | 12 Eylül 2008 12:31 |
Hayat ve kulluğumuz açısından Ramazan | Cuma-Bayram-Kandiller | CaferTayar | 0 | 2025 | 06 Eylül 2008 13:07 |
08 Ekim 2007, 05:08 | Mesaj No:2 |
Cvp: ruhun sırlarında bir**gezinti
Gelişen olaylar karşısında bazen nefesimin daraldığını hissediyordum. Kimseye söyleyemezdim. Bunu sızısıyla sıkıca yaşamaya çalışıyordum. Her ne sebepse anlaşılmaz olmak zorunda bırakılırken, acım hadsizdi. Bu durum karşısında ne yapabilirdim, düşünmeliydim fakat bunu dahi, sağlıklı becermem çok zor görünüyordu. Yutkunmam kolay olsa da bir çare olmadığını bilerek çaresizlikten tekraren denemek zorunda kalıyordum. Her ne kadar daraldığım vakitler yarabbi sen bilirsin diyordum fakat ne kadar samimi olduğuma kendim dahi inanamıyordum. İtminanlık sadece zorluklar karşısında tezahür ediyorsa, garip bir durumun olduğu zaten belliydi. Varlığın ve dirliğin içindeyken, hiç akla gelmezken ve bugün anmak! Ne kadar sefil bir duruş olduğunu bilmemle birlikte yinede çaresizdim. Böyle acizliğimin nüksettiği zamanlarda, konuşma dilinden yoksun olduğum yıldızlar, masumca nazar eden ay, bu zindeliğin hakikatini haykıran gece, sessizliğiyle benliğimdeki katranların katlarını hatırlatıyordu. İklim olarak bir hazanın ak sedası ne ki, bir yaprağın dalını terk etmek zorunda bırakılması bile hicranın çeperlerinden arta kalan zamanlardı. Evet, biliyordum, illa ki aklım vardı, iz’anım zararsızdı, zekâ düzeyim alaka gören hasletti, çevrem ilgilerini esirgemezlerdi. Nerede akşam orda sabah en genel değerler olmuştu. Ufak çaplı bir gezinti için en önemli zaman, zevkin harmanında konuşlanmaktı. İşte akıl, iz’an, idrak bu kadar işe yarayandı! Bu halin yansıyan kesitlerinde, mana sadece mevzuu için var olandı. Tartışmalarda mahcup olmamak için ikmal edilen hazırlıklardı. En kıymetli arkadaşım durumunda buluna refikam, sadece talep eden Çaresizliğin sızısıyla celalleşen mizacı zatımı daha derinden etkileyen sebepti. Halimi kim bilebilirdi ki? Aklıma gelenler şayet bir tercih sebebi olsalardı, hayat anlamını kaybederek safilinin yolculuğuna uğurlardı. Kalan mevcut dişlerimi sıkmam, ama daha çok sıkmam baş ağrımı artırsa da, gücümün yettiği tek aşamaydı. Gönül bu kadar mı kararırmış, insan bu denli mi bizar olurmuş anlatmam çok kabil değil. İnsan olarak mahcubiyetin her katresinde ezilirken, bazı zamanlar umursamazlık teslim alıyordu. Kayıtsız kalmak kolaylaşıyordu. Hâlbuki bir insan için ne kadar korkunç bir depresyonun belirtisiydi. Yıllarca yokluğun girdabında nefeslenirken, kararan ufkumdan bir ışığın yansıması çok mümkün olan hal değildi. Bu halin kıdemlisiyken, alışılmış usulden olmak üzere şükür etmeyi ihmal etmek istemezdik. Ne de olsa inan biriydik. Ama hangi ölçülerde, bilinmeyenlerin derinliğinde, bir işte diyerek tekerlemelerden vazgeçemezdik. La derken neleri reddederdik bilmezdik. İlla derken ne demek isterdik bilmezdik. Muhammed derken, sadece garipliğinde serinlerdik. Bak o büyük insanda ne kadar sıkıntılar çekmiş diyerek ferahlardık. Tevhidin hakikati neymiş, kimlerin en değerli hazinesiymiş bilmezdik. Var ise heyecanı yatıştıracak bir takım imkânların, ona kavuşman ve herkes gibi olman yeterliydi. Âlimi, zalimi, arifi, zahidi, veliyi, deliyi, meczubu, mecnunu, aşkı, hazzı. Ne olduğunu bilsek ne olacaktı. İşte böyle bir zavallılıktı. Elbette bir bühtandı. En kolay olandı. Bir insan için ne kadar haktı? Bir nefeslik hayat kimin kudretindeydi? Bunu bile umursamayan bir insan ne kadar akıllı olandı. Bir erdemin, bir faziletin, bir kutsi davanın müdavimi olunmadığı sürece, her varlığın bir gün nihayet bulacağını akledememek. Ne kadar acı, muhayyilesi bili ince hastalıkların en katlısıdır. Sevmek, sevmeyi bilmek, bunu idrakiyle şekillenmek… Sevda, ne kadar ulvi bir haz, manasının deruniliğinde… Aşk, kelamların en muhkemi, saltanatın banisi olan ummandır… Okyanuslar, ancak hülyalarla ibreti nazarın şevkiyle hasrolmaktır… Bu güzellikleri idraken teneffüs edememenin haylazlığında kalanım… Sırf bir bilgi olarak bilinmesinin ne kadar çok kıymeti vardır ki? En çok bilenler, tevhidi bilmeyenler ise ne hükmü olacak ki? Geldik hiçbir dahlimiz olmadan, ancak giderken öyle mi? Akıl niçin verildi? Niçin mükellef dendi? Neden mevcudattan örnekler verildi? Niçin geçmiş ümmetlerin hikâyeleri zikredildi? Neden hep peygamberler çileyi çekenlerdi? Neden bunu tercih ederlerdi? Neden haşyet içinde gözyaşı dökenlerdi? Yarım asırlık ömrün hazanında bu hakikatlere vakıf olmam yeterli mi? Düşünmek ne demekti? Neyi düşüneceğimizi bilmek değil miydi? O vakit hakikat nerdeydi? Senin yıllarca ihmal ettiğin ruhunun derinliklerindeydi? Vakit çok mu geçti? Asla bir teşebbüs etmek yeterliydi. Rahmet kapılarının açılması için sadece yeterli bir sebepti… | |
08 Ekim 2007, 05:09 | Mesaj No:3 |
Cvp: ruhun sırlarında bir**gezinti Ayrılıklar geceye benzer. Bütün yarınlar da sabaha can! Geceye az kaldı. Ayrılık gelini götürmeye gelen düğün alayı gibi kapımızda. Kimler ayrılmadı ki canından. Ayrılığı, cennetten ayrılan Hz. Adem'e sor. Tufan'da oğlunu dalgaların pençesine bırakan Hz nuh'a, Yusuf'u için inleyen Hz. yakub'a, içindeki ejderle boğuşan Züleyha'ya , Yüreğinin sesini susturmak için bileğiyle dağları oyan Ferhad'a, Şems için kavrulan mevlana'ya, binlerce evladını gurbete gönderen anadoluya, en çok da Resulü'nü Medine'ye gönderen o kutsal diyara, hasılı gidenin ardından bakıp kalanlara, ocak gibi yananlara sor. Geride kalan, hep inleyendir ana misali, can! giden hep yardır, can'dan can'dır. Her şeyi alıp götüren de o'dur, götürdüklerinin iki mislini geride bırakan da ... Giderken arkada bıraktıklarına son bir kere bakıp da öyle gitmeli insan. Yaşadıklarını, paylaştıklarını gönül heybesine yerleştirmeli. Paylaşılan andır, zamandır, dönüşü olmayandır. Paylaşılan hayattır can! Vefalı olmalı insan. Vefanın dersini Kur'andan; alemlerin muallimi, Gönüllerin Sultanı'ndan , O'nun nurlu ashabından almalı. Olmalı insan, önce kul olmalı. Olmadan evvel ölmeli, ölmeden önce olmayı tamamlamalı. Nasıl mı olmalı? Hak dostları gibi vefa kahramanı olmalı. "Vallahi O söylüyorsa doğrudur. Ben o'nun veraların verasından haberler getirdiğine inanıyorum."diyen, sadakat ve vefadan .. bir lahza ayrılmayan Hz. Ebubekir gibi olmalı. Allah resulü'ne;"Kendisinden meleklerin bile haya ettmekte olduğu bir kimseden ben haya etmeyeyim mi? Sözlerini dedirten, an-be- an bütün mahlukata edebiyle vefalı olan Hz. Osman gibi olmalı. Vurulduğunda yarasının ağırlığıyla baygın yatan, "Eğer daha ölmediyse, onu namazdan başka bir şeyle ayıltamazsınız." sözlerinden sonra namaza çağrıldığında küheylanlar gibi "Namaz vakti mi ?" diyerek yaralı bedeniyle .. kan revan içinde şahlanan, namaza vefalı .. Hz. Ömer gibi olmalı. "Perde-i gayb açılsa, yine de yakinim azalmaz." diyerek, vefasını kainata haykıran, evliyalar babası, yiğitlerin şahı Hz. Ali gibi olmalı. Vefa, sadece has'ların vasfıdır can! Nisyan - unutmak- ise ham'ların ... Bedene tutsak olmuş hoyratların nasibi yoktur vefadan. Gönlümüzün kitabında; "Bize bize bir defa selam vereni kıyamete kadar unutmayız." düsturu kayıtlıdır. Biz dersimizi; "Kabrimize gelip, bir defa Fatiha okuyanlar kıyamete kadar bizimdir. İmanlarını kurtarmadan ölmesinler, ömürleri boyunca fakirlik görmesinler."diye dua eden, hala büyük bir vefayla Üsküdarda dostlarını ağırlayan Aziz mahmut Hüdayiden almışız. Nice vefa kahramanının manevi huzurunda hürmetle edeple selama durmuşuz. Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen; tanıyan sen ol,kucaklayan yine sen.Kula vefası olmayanın Hakk'a vefası olmaz. Git ki,vefanın ter-ü taze hüküm sürdüğü yeni bir hayata başla ...Haydi daha fazla durma karşımda. Kurşun gibi bir anda al, ellerini benden. su gibi aksın ellerin ellerimden. Yüreğini yüreğimde, gözlerini gözlerimde bırak da git. Beklemeden, bir kelime bile etmeden git. Canımı canımdan kopar da git. Giderken son bir defa Hakk'ın selamını esirgeme benden. Arkada kalanın gözü yaşlı olur misali, yüreği yufka, gönlü ince. Ben, içimdeki korla, bağrımdaki volkanla , öylece dağ gibi arkanda kalyım. Yapayalnız hecelerde kaybolan ben olayım. Sen sağlam adımlarla yarınlara yürürken, yıkılan ben olayım. Gülen sen ol. ağlayan ben. Yeşeren sen ol, sulayan ben. Bana saplansın paslı mızrakların ucu, sana dokunmasın. En çılgın isyanlarını, savaşlarını, sırlarını gittiğin diyarlara götürme.Kötüye dair ne varsa benim yanımda kalsın. Benim avuçlarıma bırak. Ben onları dua dua ak kanatlı kuş gibi göklere uçurayım. Benim payıma; ilahi dergahtan, ayrılık sahillerinde anıların gönüllü bekçisi olmak düştü. Hak'tan gelene razıyım. Sen geçmişi bana bırak can! Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır. Şimdi ayrılık vakti can! Gecenin en karanlık vakti. Vaktin yaratıcısı, az sonra geceden gündüzü doğuracak . Vakit gitme vakti, bizden aldıklarını gitmesi gereken yerlere iletme vakti ... Al can! Bu heybe senin. Sol yanımdan bir parça kopardım senin için; ta özümden, ta közümden ... Birazdan sabah olacak; yağmur yağacak ... Ardından gökkuşağı, sonra güneş .. Sıcacık apaydın, pırıl pırıl .. Hep böyle oldu, tarihte hep karanlık yenilgiye teslim oldu, güneş kazandı. "Birazdan son melodi çalacak, Yıldıza, Ay'a ve ibrahim'in Rabbine kasem ederim ki, Birazdan bulutların ardından Güneş doğacak." Güneş bütün gecelerden güçlüdür can! çünkü güneş vefalıdır, gizlemez sevgisini. Vefalıdır ; en çok o getirir kainata sevgilisinin sesini, neşvesini.Yırtıp atar karanlığın kasvetli perdesini .. En vefalı delildir o sevgili adına ... Uğurlar olsun can! Beni kışta bırakıp yeni bir diyara gittiğinde baharı bekleyeceksin. Baharı baklemek ne güzeldir, baharda toprağı parçalayan kır çiçeklerini gözlemek ... Ben de seni bir ayrılık sonrası baharı gözlerken kucağıma almıştım. Küçücük ellerinle toprağın bağrını parçaladığında karşılamış ve senin için ne çok savaşmıştım seninle. Sen benim kır çiçeğimsin can, sen benim aşk çiçeğim, sen benim yüreğimsin ... Vasiyetim olsun sana. Bir gün öldüğümde, kabrimi mutlaka ziyaretime gel. Ama yalvarırım yalnız gelme. baharda derlediğin yüzlerce kır çiçeğiyle gel. Ve başucumda onlara sevgiyi anlat, dostluğu, vefayı, hakiki dosta vefalı olmayı anlat. Çünkü ben kır çiçeklerinin sesinden uzak kalmaya dayanamam. Çünkü ben bir an bile tomurcuklarımdan ayrılamam. Sonra el ele tutuşup yanıbaşımda eskiden birlikte yaptığımız gibi, ince bir ezgiyle seslenin bütün insanlara. "Sevda nedir bilir misin?" diyerek, sevdayı söyleyin. "Demet demet sevgi ellerinde Billur billur yaş gözlerinde Sevdan ebedi yüreğimde, Olmadan olmaz, bu iş olmaz Sonra bütün bir alemi Yunus'ça, Sevmeden olmaz, bu iş olmaz." Mısralarıyla sevgisiz bu işin olmayacağını anlatın. Hep ama hep vefalı ol. Emanete sahip çık, atana vefalı ol. İdealine sarıl, evlada vefalı ol. Ömrünü hakkıyla yaşa, hayata vefalı ol. Düşmanlıklarını unut, dostuna vefalı ol. Öfkeyi kini unut, ruhuna vefalı ol. Bunları unutursan; zaman maddi manevi bütün yaralarının, dertlerinin yok olmasına vesile olur. Eğer unutmazsan, zamanla bunlar seni yok eder. Unutkanlıklar karşısında kimseyi suçlama. Sen unutma tuzağına düşüp, unutmaman gerekenleri unutma. Unutulmaması gereken güzellikler karşısında arslan kesil kendi içinde. Asi bir kartal gibi yırt karanlıkların çirkin yüzünü, meydan oku karanlıklara. Çılgın bir küheylan gibi vefayla meydan oku fırtınalara .. "Yarasaların gözleri kamaşacak diye güneş doğmaktan vazgeçmez". En büyük vefa, Hakk'a götürecek fırsatları yakalamakdır. Bulduğun her fırsatı zamanında değerlendirmekdir. Sakın ha! Fırsatları kaçırıp da, Kalü Bela'ya vefasız olma! "Fırsatlar bulutlar gibidir, gelip ve geçer." Sakın ha! Fırsatları kaçırıpda, kaybetme bedbahtlığıyla yok olma. Vasiyetim olsun: Vefayla kal can! | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Sükut Ruhun Beşiği | EzelinNur | Şiirler ve Şairler | 1 | 12 Mayıs 2015 13:08 |
Ruhun Utansin | su damlası | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 27 Mayıs 2014 13:51 |
Ruhun terazisi vicdan | EyMeN&TaLhA | Çocuk ve Aile Sağlığı | 5 | 16 Mart 2013 15:01 |
Ruhun ırkı var mıdır? | KuM TaNeSi | Soru Cevap Arşivi | 0 | 08 Nisan 2009 12:29 |
ruhun gıdası nedir? | NUR | Soru Cevap Arşivi | 19 | 06 Kasım 2007 15:03 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|