|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi: 28 Şubat 2015 (15:53), Konuya Son Cevap : 28 Şubat 2015 (16:02). Konuya 13 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
28 Şubat 2015, 15:53 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | İNUZEM islam ahlak felsefesi ders özeti(tüm haftalar) İNUZEM islam ahlak felsefesi ders özeti(tüm haftalar) İSLAM AHLAK FELSEFESİ a)Ahlak ve Ahlak Felsefesi Ahlak, insanın fıtratındaki kötülük yönünden denetim altına alınması ve gerektiğinde tedavi edilmesi, geliştirilmesi ve böylece insanlar arası ilişkilerin barışçıl bir biçimde sürdürülmesi için; ilahi bir rahmet ve insani deneyimlere dayalı olarak oluşturulmuş, değerini bireylerin çoğunluğunun vicdanen kabul ettiği, davranışsal ve eylemsel etkinliklerin gerçekleşmesine yönelik ortaya konulan ilkeler, kurallar ve öğütler bütünüdür. Arapça “hulk” kelimesinin çoğulu olan “ahlak”, seciye, din, tabiat, insanın iç dünyası ve dış görünüşünü ifade eder. ( 2012 FİNAL S: 11 ) İslam ahlakçıları “hulk” kavramını genel olarak iki anlamda ele almaktadırlar. Bunlardan birincisi hulk, insanın ruhsal yönünü, iç davranışlarını; halk ise bedeni olanı nitelendirmede kullanmışlardır. Hulk kelimesi, insanın yaratılışına ait doğal özelliklere, ahlak ise sanki yaratılıştanmış gibi olup da sonradan kazanılmış olan özelliklere işaret eder. Ahlak, “İnsanın toplum içindeki davranışlarını ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemek amacıyla ortaya konulan ilkeler ve kurallar bütünüdür”. “İnsanın, iyi ya da kötü nitelendirilmesine yol açan huyları, içsel özellikleri ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünüdür”. “Belli bir zaman diliminde, bir toplum tarafından benimsenmiş olan ve bireyler arası ilişkileri düzenleyen, töre ve gelenek tarafından belirlenmiş kurallar manzumesidir”. “Bireylerin toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemek için başvurulan kurallar sistemidir”.Başka bir değişle, öğrendiğimiz iyilik ve kötülükle ilgili değerlerin eylemsel olarak yaşanmasına ahlak denir. Bazen bir ahlaki davranışı yapmak insanlara zor gelebilir ve ondan kurtulmak için bahane aramaya başlar. Bu durumda da bu ahlaki kuralın kaynağı ve kapsamı üzerinde düşünülür. Ahlak üzerine yapılan bu düşünce, sıradan bir düşünce olmaktan çıkıp, felsefi düşüncenin özelliklerini taşıyacağından ahlak felsefesi yapmaya başlanmış olacaktır. Bu bağlamda ahlak üzerine düşünme, derinlikli ve sürekli bir çabaya dayanıyorsa, kavramsal analizlere önem veriyorsa, kanıtlara dayalı görüşlere yer veriyorsa, farklı görüşler çerçevesinde tutarlılığı önemsiyor ise, hem hesaplaşmak hem de destek almak ve geliştirmek için ahlak filozoflarının kavram ve kuramlarını dikkate alıyorsa, buna ilaveten sistematik bir bütünlük arz ediyorsa, bu tür düşünce ürünlerine de ahlak felsefesi veya Batılı manada etik denir. Ahlakın temellerinin felsefi açıdan sorgulanmasına, ahlak üzerine felsefi kavram ve yöntemlerle düşünülmesine, ahlaki bir konunun felsefi açıdan incelenmesi sonucunda ortaya çıkan eserlere ahlak felsefesi denir. Modern teknolojinin gelişmesi, bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken, öbür yandan başta çevre sorunları olmak üzere, Biyoetik sorunların ve kitlesel ölümlere yol açan savaş ve soykırımların yaşanmasıyla, insanın kurdu olma özelliğini kat be kat artırmıştır. Dolayısıyla günümüz insanının öncelikle yeniden inandığı ve güvendiği bir değerler sistemine, bu değerlerin beslediği yüksek seviyede gelişmiş bir vicdana, değerleri vicdanlara nakşedecek eğitim kurumlarına ve eğitimcilere ihtiyacı vardır. Ahlaki sorunlar, çözüm yolları ve ahlaki gelişim yöntemlerini elbette tarih, toplum, dil, kültür vb. değişkenlerle bağlantılı göreceli bir yönü vardır. Ancak bunların hepsi insanlığın ortak doğasıyla ilintilidir. Bir manada ahlak konularını, sosyal politika konularından ayıranda budur. b)Ahlakın Kaynağı Meselesi Evrende bulunan her varlık gibi, Allah insana da bir amaç belirlemiş, belirlenen bu amaca doğru yönelmesini murat etmiştir. Dolayısıyla insanı bu hedefe götüren her şey, hayır; o hedeften uzaklaştıran da şer olarak nitelendirilmiştir. Ahlak, insanın doğasından çıkan eylemlere dayanır; insanın doğası da metafizik belirlemelere göre oluşur. . Bu metafizik kavramlar ve belirlemeler de aklın konusu olduğu için, ahlakın kaynağı dini olduğu kadar aklidir, denilebilir. Doğal olarak ahlak ve ahlak ilkeleri olan iyi ve en yüce hayır, akla ve akıldan çıkan ilkeler üzerine dayanmalıdır. Normatif ahlak matematiğe benzediği için tıpkı matematik gibi gerçekle bağlantısı olmaya, soyut kavramlar üzerinde yol alır. İşte bu genel kurallara dayanarak insan davranışları temellendirilmelidir. Bu görüşün temsilcileri arasında özellikle Stoalı düşünürler, Descartes, Spinoza, Leibniz, Kant vb. pek çok rasyonalist düşünürleri sayabiliriz. Ahlak ilmi hem deneysel, hem de akli bir bilimdir. ( 2011 NO YÜKSELTME S:1 ) Bilim gibi, ahlakı da elde etmek için rasyonalist temellere dayandırmakla mümkün olacaktır. En yüksek ahlak ilkelerini insana kazandıran akıldır. Türk-İslam düşünürü Ferit Kam’a göre ahlak ilmi bütünüyle tecrübî değildir. Bilim, temel kavramlarına ancak tecrübe ve araştırmalarla ulaşabilir. Ahlak ilmi ise hayır, şer, hak, ödev vb. gibi kavramlarını ancak akli açıklık ve çözümlemelerle genelleştirip soyutlaştırabilir. Ahlak kanunu, insanın amacı ile tabiatı arasındaki ilişkiye bağlı olduğu için değiştirilip bozulamaz. Ahlak kuralları ile fizik yasaları arasında şöyle bir ters orantı vardır. Ahlak kanunu, objektif olarak zorunlu, sübjektif olarak mümkün iken, fizik kanunu objektif olarak mümkün, sübjektif olarak zorunludur. Bu şartlar altında, ahlak ilkeleri sübjektif olarak mümkün olduğundan eylem halinde olan bir birey ona aykırı davranabilir. Ahlaki eylem ancak insanın manevi yaşantısını bilmekle mümkün olur. Ahlak teorilerinde ortaya çıkan önemli kavram ve önermelerden bazıları iyi, kötü, doğru, yanlış, özgürlük, seçme vb. önermelerden bazıları ise, “adalet iyidir”,“hırsızlık kötüdür”, “yalan söylemek kötüdür”şeklinde sıralanabilir. Ahlak felsefesinin önemli görevlerinden biri de bu kavramları açıklığa kavuşturmak olmalıdır. Ahlakın kaynağı ve yöntemi sorununu bir kavram çözümlemesine indirgeyen ve analitik felsefe tarzını benimseyen mantıkçı pozitivistler, felsefenin genel işlevinin analiz/çözümleme olduğunu öne sürerek ahlak felsefesinin görevi, ahlak teorilerinde ortaya çıkan önemli kavram ve önermelerin analizlerinin yapılarak açıklığa kavuşacağını savunurlar. ( 2011 FİNAL S:1 )- ( 2012 FİNAL S:15 ) Bu kavramlardan bazıları iyi, kötü, doğru, yanlış, özgürlük, seçme vb. önermelerden bazıları ise, “adalet iyidir”, “hırsızlık kötüdür”, “yalan söylemek kötüdür” şeklinde sıralanabilir. Felsefenin görevi insan deneyimlerinin ortaya koyduğu kavram, bilgi ve teorileri analiz etmektir. c)Ahlakın Konusu ve Yöntemi Ahlak ve ahlak felsefesi, pratik felsefenin bir dalıdır. Felsefe insanın kendisi ile evren arasındaki karşılıklı ilişkilerden meydana gelen olgulara ait düşünceden doğmuştur. Felsefenin de üç aşamalıdır. Bilmek, eylemde bulunmak ve yapmak (meydana getirmek) tır. Bilmek üzerindeki düşünceler genel olarak teorik felsefeyi, eylem üzerindeki düşünceler pratik felsefeyi, yapmak üzerine düşünceler de sanat felsefesini ortaya koymuştur. Ahlakçılara göre ahlakın konusu 1-Ruhsal güçler ve bu güçlerin eğitimi, 2-Görevler 3-Hem ruhsal güçler, hem de görevler 4-İnsanın hür olarak belli bir amaca yönelik ortaya koyduğu her türlü insani eylemler, iyilik, mutluluk, erdem, sevgi hatta nefsin hastalıkları ve bunların tedavi yolları olarak düşünmüşlerdir. ( 2012 FİNAL S:14 ) Ahlakın konusu, iyilik-kötülük, iyi ve kötü davranışların sonuçları gibi ifadeler dikkate alınarak belirlenmeye çalışılırsa, o zaman ahlakın konusunu irade (istem) ve ihtiyara (seçme) dayanan ruhsal güçler, nefsi duygular, insani davranışlar olarak anlamak gerekir. Kâtip Çelebi, ahlak ilmini faziletler ve reziletler ilmi olarak “nefsi faziletlerle süsleme ve reziletlerden koruma yollarını gösterir” ifadesiyle dile getirir. A.H.Akseki ise ahlakın konusunu, “Hisler ve insani güçlerle insanda meydana gelen davranışları ve bu güçlerle insan davranışlarının ilişkilerini incelemek” ayrıca “bireyler arasındaki hak-vazife, iyilik-kötülük, fazilet-rezilet gibi düşüncelerle konu olan eylem ilişkilerini incelemek olarak belirler”. Mustafa Namık,Ahlakın konusu huylara ve yaratılışa ait kuralları belirlemek. Kanunları keşfetmek değil, kuralları koymak ve sınırlamaktır. Alman düşünürü Kant’a göre, her türlü ahlaki eylem, salt ödev duygusundan kaynaklanmaktadır. İslam ahlakçıları ahlakın konusunu, “insanın kendisine, yaratanına ve diğer insanlara karşı dinen yapmakla yükümlü olduğu görevler” diye belirler. Ö.N. Bilmen ahlakın konusunun “insana ait bir takım melekeler ve vazifelerin toplamı” olarak belirlemektedir. Ahlakçılara göre ahlakın konusu 1-İnsan ruhundaki iyilik yapma ve görevini yerine getirme duygusunun geliştirilip olgunlaştırılması, hikmet, adalet, doğruluk, iffet, şecaat, cömertlik, merhamet gibi temel erdemlerin ve bunlara karşılık gelecek erdemsizliklerin kaynağının neler olduğunu; insanı, reziletlerden kurtarıp faziletli bir birey haline gelmesini sağlayacak eğitim yolarıyla beraber iyi faziletlerin geliştirilip olgunlaştırılması. 2-İster bireysel, ister sosyal, isterse dini olsun, her şartta üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmenin şartları araştırılarak belirlenmesi. 3-Özgürlük, vatanseverlik, yardımlaşma, dayanışma, ziyaretleşme, diğer canlıların ve varlıkların haklarına saygı gibi sosyal anlayışları yaygınlaştırma ve geliştirme. 4-İnsanın, insan olarak yapması ve yapmaması gereken her türlü davranışın belirlenmesi ve bunlardan iyi olanlarını teşvik, kötü olanlardan sakındırmak. Ahlak ilminin yöntemiyle ilgili bazıları deney, bazıları akli çözümleme, bazıları da hem deney hem de akla dayandırırken, kavram çözümlemesine yer vermişlerdir. Materyalist ahlakçılar ahlak kuralları ve ahlaki değerler insanın gözlem ve deneysel çabaları sonucu ortaya çıkmıştır. Çünkü iyi ve hayırlı olan, insanların çoğunluğunun yaptığı ve ona katıldığı işlerdir. Çoğunluğa aykırı olan iş ise kötü ve yanlış bir iştir. Bu anlamda “Herkes ne yapıyorsa sende onu yap, işte doğru olan, ahlaki olan, ahlak kuralına uygun olan budur.” Bu görüşün temsilcileri arasında İlkçağda ortaya çıkan sofistleri, Demokritos’u ve XIX. yüzyıl ampirist ve pozitivistlerini sayabiliriz. Ahlakın gözlem ve deneye dayandığını ve bunun çoğunluğunun deney sonucu ortaya çıktığı şeklindeki iddiaların birçok çıkmazları vardır. Bunlardan en önemlisi, bu çoğunluğun nasıl tayin edileceği, bunların yeri, zamanı, yaşı, cinsiyetinin nasıl belirleneceği konusudur. Buna ilaveten iyi ve doğru diye nitelendirilen çoğunluğu kim tespit edecektir. Dünyanın bir yerinde iyi görülen, başka bir yerinde kötü görülebilir. Gençler için iyi olan bir şey, yaşlılar için kötü olabilir. ( 2012 FİNAL S:5 ) Dolayısıyla hayrı tayin eden çoğunluktur görüşü hiçbir makul temele dayanmayan, ahlaka aykırı bir ahlak anlayışıdır. Ahlakın gözlem ve deneye dayandığını ve bunun çoğunluğunun deney sonucu ortaya çıktığı şeklindeki iddiaların birçok çıkmazları vardır. Hayrı tayin eden çoğunluktur görüşü hiçbir makul temele dayanmayan, ahlaka aykırı bir ahlak anlayışıdır.Bilim ile ahlak arasındaki ilişkiyi H. Poincare şu şekilde açıklar. “Ahlaki hakikatlerden korkmamalıyız; bilim gerçeğinden de çekinmemeliyiz… Biri hangi hedefi göz önünde bulundurmamız gerektiğini bize gösterir; öteki, hedef belirlendikten sonra ona ulaşmak için lazım gelen araçları gösterir. Ahlak dışı bir bilim olamaz, bilim bize mutluluk vermez… İnsan bilimle mutlu olamaz; fakat bu gün, bilimsiz kalsa daha az mutlu olacaktır. Ahlakın gözlem ve deneye dayanarak bir takım ahlak kuralları koyamaması onun tamamen bu dünyadan bağımsız olduğu anlamına da gelmez. Ahlak ve ahlak ilkeleri olan iyi, en yüce hayır, akla ve akıldan çıkan ilkeler üzerine dayanmalıdır. Ahlak ilmi, her türlü zaman ve mekân şartlarından soyutlanmış, sırf kural ve şekil olmak üzere anlaşılan ahlaki postülalar ilmidir. Bu anlamda normatif ahlak matematiğe benzer. Bu görüşün temsilcileri arasında özellikle Stoalılar, Descartes, Spinoza, Leibniz, Kant ve benzeri rasyonalist düşünürleri sayabiliriz. H.Z. Ülken, normatif ahlak ile muhtevalı (materyal) ahlakı, ahlak felsefesinin tamamlayıcı iki unsuru olarak görmektedir. d)Ahlakın Amacı ve Gerekliliği Ahlakın konusu her yönüyle insanın şuurlu eylem ve davranışlarıdır. ( 2011 NO YÜKSELTME S:3 ) ( 2012 FİNAL S: 12 ) İnsanın belli bir düzen içerisinde mutluluk ve olgunluğa ulaşması ancak ahlak sayesinde mümkün olacağı gibi, böyle bir ahlaktan yoksun olmak ise, birey ve toplumların felaketi olur. Fert ve toplumların değeri, var olmalarının kaynağı, devamlılıklarını sürdürmelerinin, yükselip gelişmelerinin, güçlenmelerinin sebebi olarak görülen ahlak ilmi, bazı ahlakçılara göre ruh hekimliği (tıbb-i ruhani), bazılarınca ruhun gıdası, kalp ve vicdanın huzurunu sağlayan bir kaynak, fazilet ve reziletleri bilmenin yolu olması sebebiyle, bilinmesi zorunlu (vacip) olan bir ilimdir. ( 2012 FİNAL S:16 ) Nasıl ki sağlığı korumak için sağlık bilgisi gerekli ise, ahlakı mükemmelleştirmek ve ruhsal hastalıkları tedavi etmek için “tıbb-ı ruhani” olarak da kabul edilen ahlak ilmi gereklidir. İyilik, insan ruhunun yöneldiği onu yüceliklere götüren, dünya ve ahirette mutlu kılan eylemlerdir. Kötülük ise, insan ruhunu tiksindiren, onu küçülten, dünya ve ahirette mutsuz kılan davranışlardır. Ahlak ilmi, bireyi şekillendiren, onu ruhen ve bedenen mutlu kılacak yolları gösteren bir bilimdir. İbn Miskeveyh’in dediği gibi, “ahlak, sanatların en üstünüdür”. Peygamber, hem ahlakı yaşayan, hem de öğreten birisi olarak en büyük ahlaki örnektir. İlkçağın önemli düşünürü Sokrates, ilk defa bilgelikle ahlaklı olmak arasında sıkı bir ilişki kurmuş, ahlaklı olmanın bir bilgi işi olduğunu ileri sürmüştür. Sokrates, ahlakiliği bilgili olmaya bağlarken, Mehmet Zihni ve Sait Halim Paşa gibi Osmanlı düşünürleri ise ilim ve sanatı ahlaka dayandırmaktadırlar. S.Halim Paşa’ya göre, XIX. Yüzyılda Osmanlı toplumunun yeniden eski gücüne ve canlılığına kavuşabilmesi için ahlaki meziyetlerle birlikte bilim ve fennin öne çıkarılması gerekir. İnsanlığın dini ve ahlaki geleneklerinde binlerce yıldır var olan ve korunan bir altın kural vardır: Kendisine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma. e) Evrensel Bir Ahlak Mümkün mü dür? Tarihte olduğu gibi, bugün de dünyada yaşanan şey, dar görüşlülüğümüzden kaynaklanan, bir dünya ekonomisi, dünya ekolojisi ve dünya politikası krizidir. Bugün dünyada yaşayan milyonlarca insan, giderek artan işsizlik, fakirlik, açlık ve parçalanmış ailelerden acı çekmektedir. Toplumlar arasında bir arada ve barış içinde yaşama ümidi giderek kaybolmaktadır. Bu tehlikeli gidişi önleyebilecek hâlihazırda mevcut bir takım genel geçer ahlak kurallarının olduğunu düşünüyoruz. Bu ahlaki esaslar bireyleri mutsuzluktan ve şiddete başvurmaktan alıkoyacak, toplumu anarşiye düşmekten uzak tutabilecek bir ışık olma gücüne sahiptir. ( 2011 NO YÜKSELTME S:7 ) Eylül 1993 yılında Şikago’da düzenlenen dünya dinleri parlamentosunu da arkamıza alarak, dinler arasında bir dünya ahlakına temel teşkil edecek bir mutabakatın sağlanmasına vurgu yapmaktayız. Evrensel bir ahlak ile anlatılmak istenen şey, yeni bir dünya ideolojisi değildir; mevcut dinlerin ötesinde yeni ve birleşik bir dünya dini de değildir; dinlerden birinin diğerlerine hükmetmesi hiç değildir. Evrensel bir ahlaktan kastımız, hâlihazırdaki bağlayıcı değerler, değişmez kurallar ve kişisel tutumlar alanında temel bir uzlaşıdır. Çünkü davranışlarımızın bir göstergesi olan ahlakta temel bir muvafakat olmazsa, kaos veya bir çeşit diktatörlük, toplumları er yâda geç tehdit edecek ve insanlar ümitsizliğe düşecektir. Evrensel bir ahlakın oluşması ve yerleşmesi için gerekli olan temel şart, insan hakları evrensel beyannamesinin de değişmez bir kuralı olan “her insanın insanca muamele görmesi” ilkesidir. Sağlıklı bir dini düşünce siyasete zemin hazırlayabilir ve siyasi kararların manevi temellerini oluşturabilir. Buna mukabil din, eleştirel açıdan siyasetin yanında yer alabilir. Şunu kabul etmek gerekir ki, kalıcı uzlaşmalar, ancak onlara derin dini boyutlar da katıldığında sağlanabilir. Bizler, dindar ve maneviyata önem veren insanlar olarak kendimizi şununla sorumlu kabul ediyoruz: Ancak dinlerin manevi gücünün insanlara, hayatları için gerekli bir temel güven, bir düşünce ufku, nihai ölçütler ve bir ruhsal sığınak verebileceğinin bilincinde olmalıyız. ( 2012 FİNAL S:4 ) İnsanlığın dini ve ahlaki geleneklerinde binlerce yıldır var olan ve korunan bir altın kural vardır: Kendisine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma. Bu kural, hayatın bütün alanlarında bireyler, toplumlar, milletler ve dinler için değiştirilemeyecek mutlak ölçü olmalıdır. |
Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... | İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar | nurşen35 | 87 | 33568 | 23 Mayıs 2015 21:53 |
Gülmek isteyenler tıklasın :))) | Videolar/Slaytlar | Kara Kartal | 3 | 4079 | 10 Mayıs 2015 16:16 |
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar | İslami Haberler | Medineweb | 0 | 2733 | 10 Mayıs 2015 16:13 |
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' | Ayın Üyesi | 9Esra | 13 | 8972 | 30 Nisan 2015 14:29 |
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor | Tefsir Çalışmaları | Medineweb | 0 | 3335 | 19 Nisan 2015 15:45 |
28 Şubat 2015, 15:54 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
TEORİK AHLAK (ETİK) KURAMLARI A)BATI AHLAK FELSEFESİ KURAMLARININ BETİMLENMESİ Batı’da gelişen ahlak anlayışlarının biri dini, diğeri felsefi olmak üzere iki tarihsel temeli vardır: Bunlardan birincisi Tevrat (on emir) ve İncil’deki ahlaki emir ve öğütler (komşunu sev) dir. İkincisi ise Antik Yunan ve Roma ahlak felsefeleri bağlamında ortaya konan bireysel ahlaki ilkelerdir. St. Paul, Hıristiyanları günlük hayatlarında Hz. İsa’nın alçak gönüllülük, yumuşak huyluluk, tevazu, cömertlik, merhamet, sevgi gibi erdemli davranışlarını örnek almaya çağırır. Bu bağlamda St. Augustine, “sevgi ile yap ta ne yaparsan yap” der. St. Thomas ise, Eflatuncu düşünceye ait toplumsal ahlaki unsurlara üç tane de dini, teolojik erdem ekler: İman, umut, sevgi. Günümüz Batı ahlak felsefesinin son dönemlerinde, en çok tercih edilen ahlak tasniflerine göre, ahlak bilimi üçe ayrılır: 1. Metaetik, 2. Normatif etik, 3. Uygulamalı etik. Metaetik, ahlak felsefesinin en çözümleyici ve bir manada en teorik kısmıdır. Bu felsefe, filozofların normatif değerlendirme ve tavsiyelerde bulunmalarına karşı çıkmak ve kavramsal çözümlemeleri ahlak felsefesi açısından tek başına yeterli bir işlev olarak görmek gibi bazı özel yönleriyle yirminci yüzyıl analitik felsefe geleneğiyle irtibatlandırılmıştır. Metaetiğin ilgilendiği öneli problemler şunlardır. Ahlaki değerlerimiz, ilkelerimiz ve yargılarımız ne anlama gelmektedir. Zikredilen bu kavramların kaynağı, kapsamı nedir ve nereden gelmektedir. ( 2011 NO YÜKSELTME S:10 ) Bütün bu problemleri aşarak, niçin ahlaklı olmalıyız, sorusuna kapsamlı ve yeterli bir cevap aramalıyız. Normatif etik, metaetikle uygulamalı etik arasında bir yerde durarak, birinciye göre daha pratik, ikinciye göre daha teorik bir görev üstlenir. Normatif etik, esas itibariyle genel geçer ahlaki ilkelerin var olduğunu kabul eder ve bunların felsefi açıdan değerlendirilmesini, tartışılmasını, gerektiğinde eleştirilmesini veya yeni normların belirlenip temellendirilmesini, savunulmasını ve insanlara önerilmesini; bireysel, toplumsal hatta küresel düzeyde insanlara bir takım ahlaki normlar (doğru tutum, davranış ve eylem kalıpları, hatta politikaları) konusunda rehberlik yapılmasını uğraş kabul eden ahlak alanıdır. Normatif etiğin ilgilendiği önemli problemler şunlardır: Doğru ve yanlış davranışlarımızın standardı nelerdir? Beğenilen huyları ve istenilen karakter olmayı nasıl başarabiliriz? Hangi ahlaki ödevleri yapmalı veya hangi ahlaki davranış sonuçlarını gerçekleştirmeliyiz? Uygulamalı etik ise, tam anlamıyla gündelik yaşamla ilgili olan kürtaj, ötenazi ve hayvan hakları gibi belli tartışmalı bazı ahlak konularını ele alır ve farklı ahlak kuramlarını çözüm önerilerini irdeler. ( 2011 NO YÜKSELTME S:8 )- ( 2012 FİNAL S:6 ) Uygulamalı etiğin ilgilendiği önemli problemler şunlardır: 1. Biyoetik ve tıbbi etik konuları. 2. İş ahlakı çevre ahlakı gibi başlıklar altında ele alınan konular. 3. Cinsel ahlak ve toplumsal ahlak gibi konular. 1.METAETİK Meta terimi Yunancada üst veya öte anlamına gelir. Metaetik kavramı ise, bütün bir ahlak anlayışına biraz üstten ve dıştan bakmayı ifade eder. Metaetik, iyi-kötü, doğru-yanlış, ahlaklı-ahlaksız gibi ahlaki terim ve kavramların kaynağı, kapsamı ve özellikle de anlamı sorunuyla ilgilenen bir etik alanıdır. Metaetiğin incelediği konular ve bunlarla ilgili olarak savunulan çeşitli felsefi görüşler şunlardır: a)Metaetiğin Linguistik Konuları: Teoriler Bir şeyi ‘iyi’ veya ‘kötü’, ‘doğru’ veya ‘yanlış’ olarak betimleyen kişi, sadece kişisel görüşlerini mi dile getiriyor, yoksa olgusal bir gerçekliği mi ifade etmektedir? Ahlaki hükümlerimizin doğru veya yanlış olduğunu “biliyor” muyuz, yoksa böyle olduklarına bir takım öznel nedenlerle “inanıyor” muyuz? Başka bir ifadeyle, ahlaki ifadelerimizin anlamı “bilişsel” mi, yoksa inançsal, duygusal, öğütsel vb. türden “bilişsel-olmayan” bir anlam mı taşımaktadırlar? Böyle bir soru iki ayrı metaetik teoriler gurubunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 1-Bilişselci Metaetik Teoriler: Doğalcılık ve Sezgicilik: ( 2011 NO YÜKSELTME S:9 ) Ahlak dili ile ilgili olarak bilişselci teoriye göre, bizler insan olarak, ahlaki bilgi sahibi olabileceğimizi savunmaktadır. Bilişselcilere göre, ahlaki ifadeler/hükümler, doğruluk veya yanlışlıkları kanıtlanabilecek olgularla ilgilidir. Genellikle bilişselciliğin iki tutumu üzerinde durur: Doğalcılık ve sezgicilik. Doğalcılara göre ahlaki ifadeler ile ahlaki olmayan doğal ifadeler arasında bir fark yoktur; bunların hepsi de doğrulanabilir ve yanlışlanabilir ifadeler olduğundan olgusaldırlar. Bu durum bütün ahlaki konular için geçerlidir. Örneğin, eğer ötenazinin veya idam cezasının doğru veya yanlış olduğunu bilmek istiyorsak, ifadenin doğruluğunu test etmek için yapmamız gereken şey delillere bakmaktır. Delillere göre, ötenazinin hastanın acısını sona erdirdiği ve dolayısıyla doğru bir şey olduğu savunulabilir. Bu görüşü eleştirenlere (G. E. Moore) göre, delillere başvurarak ahlaki ifadelerin doğru veya yanlış olduğu kararına varılabileceği iddiası, doğalcı yanılgı denilen bir tür yanılgıya düşmektir. ( 2011 FİNAL S:2 ) David Hume’un da dediği gibi, ahlaki ifadelerde oldukça yaygın olsa da, “…dır” dan birden bire “…malıdır” a geçmek mantıken geçersizdir. Dolayısıyla, bir şeyin nasıl olduğunun betimlemesinden, nasıl olması gerektiğine geçemeyiz. Sezgicilik: Birbirinden farklı görüşleri olan sezgicilerden belki en tanınmışı olan G. E. Moore’a göre, ahlaki bir ifadenin doğru veya yanlış olduğunu söyleye biliriz. Ancak bunu söyleyebilmek için bize yardımcı olacak yetimiz haz ve acı deneyimlerimizin kaynağı olan duyularımız, deneysel deliller ve bunlara dayalı akıl yürütmelerimiz değil, “ahlaki sezgi” mizdir. İyinin ne olduğunu tanımlayamasak da, objektif ahlaki hakikatler vardır ve onu görünce iyilik olduğunu anlar veya biliriz. Bunu bize sağlayan ise sezgi gücümüzdür. 2-Bilişselci-olmayan Metaetik Teoriler: Duyguculuk ve Öğütçülük Bilişselci olmayanlar ahlaki ifadelerin doğruluk ve yanlışlığı kanıtlanabilecek ifadeler olmadığını öne sürerek ahlaki bir bilginin olmadığını savunurlar örneğin “ötenazi yanlıştır” demek olgularla ilgili bir ifade değil, başka türden bir ifade biçimidir. Çünkü bilişselci olmayanlar, biri duyguculuk öbürü öğütçülük olmak üzere, olgularla değerler arasında bir ayrım olduğunu iddia ederler. Duygucu filozoflardan biri olan A. J. Ayer’e göre ahlaki bir bilgi yoktur. Duyguculuğu eleştirenler, ahlaki yargılarımızın duygularımızın ifadesi olmaktan çok akla dayandığını ifade ederler. Onlara göre, ahlaki yargılarımız akli gerekçelere dayanırlar; aksi durumda onlar birer keyfi tercihler olurlardı ki, bunlarda bir ahlaki sistemi oluşturup insanları ikna etmek için yeterli ve etkili olamazlardı. Ahlaki yargıların öğütçü yaklaşımla yaygınlaşacağını savunan düşünürlerden H. M. Hare’ye göre evrensel öğütçülüğün, ahlaki ifadelerin doğasını doğalcı, sezgici ve duygucu teorilerden daha iyi açıkladığını savunmaktadır. Ona göre yukarıda sıralanan bu yaklaşımlar da faydalıdır, ancak onlar öğütçülüğün önüne geçemezler. Öğütçülük, “bunu yapmalısın” der ve bu durum benzer tavırdaki herkesin bunu yapmasının iyi olacağı anlamına gelir. Ahlaki ifadeler öğüt verici olduğundan, onlar olguları dile getirmezler. Bu yüzden de tam anlamıyla doğru ya da yanlış şeyler değil bizim irade, istek ve görüşlerimizi ifade ederler. Buna rağmen bunlar, sadece bize özgü görüşler değil, bizimle aynı koşullardaki başkalarını da dikkate alan ve kapsayan evrensel ifadelerdir. Ahlakın birbirini kapsayan iki yönü vardır. Bir tarafı insanın özgürlüğüne, diğer tarafı ideal/kâmil insan olma haline gelmesi için daha çocukluğundan itibaren insanı yönlendirmeye ve yükümlü kılmaya dönüktür. b)Metaetiğin Metafiziksel Konuları: Objektivizm ve Rölativizm Öteki dünyaya yönelik, objektivist veya mutlakçı, biri de bu dünya için geçerli olan rölâtivist olmak üzere iki tür yaklaşımdan söz edilebilir. Öteki dünya merkezli görüşü savunanlara göre ahlaki değerler, öznel insani adetlerin ötesinde bulunan bir âlemde gerçeklikleri var olma konusunda objektif ve nesneldirler.Onlara göre bu değerler, nesnel olmanın yanında, değişmeyecek tarzda mutlak ve ebedidirler. Bu görüşü bilinen en hararetli savunucularından biri Eflatun’dur. Eflatun, tıpkı matematiksel ilişkiler gibi, ahlaki değerlerin de değişmez mutlak hakikatler olduğunu iddia eder. Eflatun’un öğrencisi Aristoteles’e göre de, kaynağı iyi ideasına dayanmasa da evrensel doğrular vardır ve karakterimizi geliştirmek suretiyle bu dünyada buluna bilir ve gerçekleştirilebilirler. Kant’ın ödev ahlakının da akla dayanan, objektivist ahlak olduğunu söylemeliyiz. Ahlakın metafiziksel niteliğiyle ilgili olarak, objektivist yaklaşım ahlaki değerlerin Tanrı’nın iradesinden çıkan ilahi emirlerden kaynaklandığını öne sürerler. Bu anlayışa göre, her şey mutlak kudret sahibi bir Tanrı’nın kontrolü altındadır. Metaetiğin metafiziksel sorununda rölâtivist bir tutum sergileyenler, ahlaki değerlerin objektif bir yön taşıdıklarını kabul etmezler. Örneğin antik Yunan’da ortaya çıkan Sofistler ve Septikler, yukarıdaki Eflatun’cu görüşü de, Tanrı’nın irade ve buyruğu merkezli dini görüşü de reddederek, ahlaki değerlerin tamamen insan ürünü bir takım adetlerden oluştuğunu savunurlar. Bu ahlaki rölativizmin kuramına göre, bütün ilkeler, değerler ve erdemler, özel bir kültüre veya çağa özgüdürler. Bu manada kendinde/özünde iyi diye bir şey yoktur. Aslında bazılarımıza göre iyi olan kimimize göre de iyi olmayan şeyler vardır. Felsefe tarihinde görecelik/rölativizm düşüncesini ilk defa, filozoflar arasındaki görüş ayrılıklarını, toplumlar arası kültürel farklılıkları ve içinde yaşadıkları Yunan toplumunun sosyal değişmesi gibi olgular üzerine düşünen Sofistler dillendirmişlerdir. Bütün ahlaki değerlerin göreceli olduğunu, doğru ve yanlışın çağdan çağa, toplumdan topluma, kişiden kişiye değiştiğini anlatarak Protagoras bunu, “insan her şeyin ölçüsüdür” diye formülleştirmiştir. Her bireyin kendi ahlaki standartlarını kendisinin oluşturduğunu savunan bireysel rölativizmdir. Bu anlayış gerçek bir temsilcisi olan Nietzsche’ye göre üstün insan, kitlelerin köle ahlakına benzer değer sisteminden ayrı ve hatta ona tepki olarak, kendi ahlaki değer yargılarını kendisi yaratır. İyi; güç ve kudret, cesaret ve kahramanlık, gurur ve kibir gibi soylulara özgü nitelikler, kötü de; şefkat ve merhamet, yardımlaşma ve dayanışma, tevazu ve alçak gönüllülük gibi soylu olmayan sefiller, güçsüzler ve yoksullara özgü niteliklerdir. Rölativizmin bir diğer biçimi ise, kültürel göreceliliktir. Buna göre ahlaki değerlerin zemini, Montaigne’in savunduğu gibi, bireylerin kişisel tercihlerinde değil, içinde yaşadıkları toplumun bir eylemi tasvip edip, etmeyişinde bulunur. Bu iki biçimden hangisini savunursa savunsun, denilebilir ki genel olarak rölâtivistler ahlaki değerlerin mutlak ve evrensel olduğunu kabul etmezler Dini açıdan bakıldığında her iki yaklaşımın güçlü ve zayıf yanları olduğunu kabul etmekle birlikte, objektivizmin daha fazla tutarlı ve kabul edilebilir bir anlayış olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin, Nisa suresi 135. Ayeti, adaletin göreceleştirilme ihtimallerini tek tek sayıp bunları reddederek, ısrarla mutlak bir şekilde uygulanmasını istemektedir: Evrensel ilkeler vardır, asıldır ve önceliklidir. Ancak zor durumda kalmak gibi bazı istisnai durumlar ve özel şartlar dikkate alınarak, istismar emeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın belli ölçülerde esnetilmeleri her zaman mümkün ve meşrudur. Kişinin feraseti ve basireti, en sade anlamıyla, genel ilkeleri özel durumlara uygulama, gerektiğinde özel durumları belli ölçüde yumuşatabilme konusunda pratik bir bilgeliktir ki, İslam ahlakında küçümsenmeyecek bir yere sahiptir. İslam itikadi mezhepleri arasında Mutezilenin genel manada rölâtivist veya sübjektivist, Eşariliğin katı sayılabilecek mutlakçı, Maturidiliğin ise ölçülü/kademeli mutlakçı olduğu ya da mutlakçılıkla görecelilik arasında bir yerde bulunduğu söylenebilir. Maturidi’nin ahlaki değerleri “hiçbir halde değişmeyenler” ile “şarta ve duruma göre değişenler” olmak üzere ikidir. Mutlak ahlaki değerler, Allah’ın iradesinden bağımsız objektif bir var oluşa sahip ve akılla kavranırlar. Bu konuda gelen vahyin fonksiyonu, aklın tespit ettiği ilkeleri teyit ve bu ilkelerin sosyal hayata geçirilmesini teşvik etmektir. Yani akılla kavranan evrensel ahlak ilkeleri, uygulanabilirlik gücünü vahiyden almaktadır. Hume, adetler, kültürden kültüre farklılık gösterirler. Bu yüzden, gerçekte adetlerin çoğunun ahlaki bir değeri ve fonksiyonu yoktur. c) Metaetiğin Psikolojik Konuları: Bencillik ve Özgecilik (Duygu ve Akıl) Ahlaki karar ve eylemlerimizin psikolojik temeli nedir? Bizi ahlaklı olmaya zorlayan sebepler nelerdir? Niçin ahlaklı olmalıyız? Yoksa ahlaklı olmamız için asıl neden cehennemi de kapsayan ceza korkusu mu? Veya cenneti de içine alan ödüllendirilmek arzusu mu? Belki de, bütün bunlardan bağımsız olarak mutluluğa erişme, topluma uyum sağlama ve onurlu bir insan olma ideali midir? Problemi daha genel bir çerçevede ele alırsak, filozoflarında ilgilendiği metaetik bir konu olarak, insan doğasında asıl olan bencillik mi, özgecilik mi hâkimdir, sorusunu sormak gerekir. ( 2012 FİNAL S: 17 ) Thomas Hobbes gibi bazı filozoflara göre, bütün insani davranışlarımızı öne çıkaran temel unsur bencil arzularımız ya da benlik kavgasına konu olan çıkarlarımızdır.Haz duygusunu esas alan düşünürler; insanın bu psikolojisini, “Psikolojik egoizm” ve “Psikolojik hedonizm” kavramlarıyla irdelerler. Joseph Butler, gibi bazı filozoflara göre ise, bencillik ve haz alma duygusunun davranışlarımıza yön vermedeki rolünü inkâr etmemekle birlikte, insanın fıtratında başkalarına yardım veya iyilik etme gibi psikolojik etkenlerin de olduğu inkâr edilemez bir gerçeklik olduğunun vurgusunu yaparlar. İşte fıtri olarak bazı davranışlarımızın yardım severlik duygusu tarafından motive edildiğini savunan bu görüşe, Psikolojik özgecilik denir. Din bilimciler (teolog), Bazıları insanın “Ahsen-i takvim üzere yaratıldığını” ve “her doğanın fıtrat üzere doğduğu” gibi kutsal metinlerde geçen ifadeleri dikkate alarak, onun özünde iyilik sahibi olduğunu ve özgeciliğini öne çıkarırken; bazıları da onun “nankörlük”, “aceleci”, “mal biriktirmeye olan düşkünlüğü” gibi vahyin insan için öne çıkardığı nitelikleri dikkate alarak, bencil yönüne dikkat çekmektedirler. İnsan olma bakımından doğuştan sahip olduğumuz ortak yönlerimize rağmen, farklı bedensel ve çeşitli zihinsel yönlerimiz olduğu gibi iyilik ve kötülüğe yatkınlıklarımızda farklı oranlarda olabilir. İşte ahlak ilmi, bu yatkınlıklarımızdan olumsuz olanları törpülemek ve tedavi etmek, olumlularını da koruyup ve geliştirmek için gerekli bir bilimdir. David Hume, ahlaki yargılarımızın aklımızdan değil, duygularımızdan kaynaklandığını iddia ederek, akıl tutkuların kölesidir yargısını dile getirir. Ayer’de, ahlaki hükümlerin ciddi kavramsal çözümlemeleri yapıldığında, bunların rasyonel değerlendirmeler değil, “ben yalancılığı sevmiyorum” türünden duygusal ya da “bence, yalancılık etmesen iyi olur” türünden öğütsel ifadeler olduğunu ortaya çıkar. Kant’a göre, duygusal faktörler eylemlerimizi etkilese de, bu tür etkilere karşı durmalı ve ahlaki eylemlerimizi duygular ve arzulardan bağımsız biçimde salt akılla motive etmeliyiz. Ahlaki değerlerimize yön veren, ahlaki eylem gerçekleştikten sonra da ona uygun bir mutluluk veya hüzün duygusuyla bizi cezalandıran veya ödüllendiren yetimiz vicdanımızdır.Bu yönüyle vicdan, doğuştan sahip olunmakla birlikte hem akıldan, hem de duygulardan yararlanan bir yetidir. Doğal olarak her yeti gibi, ihmal edilerek köreltilmeye ve eğitilerek geliştirilmeye açıktır. d) Metaetiğin Metodolojik Konuları: Etik Temellendirme Felsefede tartışılan belli başlı ahlaki görüşleri temellendirme yolları; kozmolojik, teolojik, antropolojik ve sosyolojik temellendirmedir. Kozmolojik temellendirmede esas olan, Kozmos yani düzenli bir yapı olduğu kabul edilen evren veya doğayı dikkate almaktır. İlkçağ filozoflarında özellikle Kinikler ve Stoalılarda bu temellendirme yaklaşımı yaygındır. Yine aynı şekilde İslam ahlakında Mevlana’ya atfedilen 7 öğütten altısı doğadan alınan örneklerle temellendirilmektedir: Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol. Hoş görülü olmakta deniz gibi ol. Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol. Teolojik temellendirme ise, esas itibariyle dini otoriteye dayalı bir temellendirmedir. Bu temellendirmedeki ahlaki iyi, her şeyden önce Tanrı’nın öğütlediği, ahlaki kötü de Tanrı’nın yergileri ile özdeşleştirilerek temellendirilir. Bu temellendirme biçimi dindarlar arasında her zaman geçerli olmakla birlikte, bunun Ortaçağda daha yaygın olarak yaşandığını söylemek mümkündür. Antropolojik temellendirmede, insanın doğasının ve yetilerinin esas alınması ön plandadır. Genel olarak insan doğasına uygunluk ya da özel manada insan ruhuna, aklına, duygularına, iradesine, vicdanına uygunluk, ahlaki iyinin temel kriteri sayılmaktadır. Sokrates ve Kant antropolojik temellendirmeyi en açık bir şekilde kullanan filozoflardır. Sosyolojik temellendirme toplumsal barışa, güvene ve toplum yararına hizmet eden değerlerdir. Bu temellendirmede ahlaklılığın kaynağı, bir arada ve barış içinde yaşamanın imkânları, kriterleri de toplumsal yarar ve zarar ilkeleridir. |
28 Şubat 2015, 15:54 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
2.NORMATİF ETİK KURAMLAR Normatif etik kuramlar, doğru ve yanlış davranışı düzenleyen ahlaki normlara/ kriterlere ulaşmaya ve doğru davranışı meleke haline getirmiş bir karakter özelliğine ulaşmaya çalışır.Normatif ahlak/etik kuramında kriter, karakter, ilke ve erdem gibi kavramlar farklı versiyonlarında sık sık kullanılan kavramlardır. Normatif etiğin altın kuralı, “başkalarının bize yapmasını istediğimiz şeyleri, biz de onlara yapmalıyız”dır. Batı ahlakında daha yaygın olarak şu üç normatif etik kuramı irdelenmektedir. 1-Erdem etiği (Aksiyolojik etik,) 2-Ödev etiği (deontolojik etik.) 3-Faydacı etik (teleolojik etik) 1-Erdem Etiği (Aksiyolojik etik,) Erdem etikçileri dürüstlük ve yardım severlik gibi iyi nitelikleri geliştirmenin önemini vurgularlar. Erdem etiğinde önemli olan, karakterin geliştirilmesiyle güzel davranış sahibi olmaktır. Eflatun, temel erdemler olarak nitelendirilen dört büyük erdeme vurgu yapar: Bilgelik, cesaret, itidal ve adalet. Bu erdemler aksiyolojik etik içerisinde yer alır. ( FİNAL S:3 ) Aristo, erdemlerin edindiğimiz iyi alışkanlıklar olduğunu ve bunların kazanılıp geliştirilebileceğini savunmaktadır. Ortaçağın ünlü Hıristiyan ilahiyatçısı Thomas Aquinas, yukarıda belirttiğimiz Eflatun’a ait dört büyük erdeme, üç tanede teolojik erdem (iman, umut, sevgi) eklemiş ve böylece Hıristiyan düşüncesinden yedi erdemden oluşan bir liste hazırlamıştır. Dinlerin ve özellikle İslam’ın ahlak anlayışı, öteki ahlak kuramlarını dışarıda bırakmamakla birlikte, esas itibariyle erdem etiğini öne çıkarmaktadır. 2-Ödev Etiği (deontolojik etik.) Ödev etiği ya da deontolojik teoriler ahlakı, çocuklarımıza bakmak, yalan söylememek, cinayet işlememek gibi belli bazı temel yükümlülüklere ya da ödev/görev ilkelerine dayandırırlar. Sonuçsalcı olmayan teoriler olarak da nitelendirilirler. Batı ahlak felsefesinde ödev etiği söz konusu olduğunda akla ilk olarak ünlü filozof Kant gelmektedir. Ancak Kant’tan önce de 17. Yüzyıl Alman düşünürü S. Pufendorf, insanın yapması gereken çeşitli görevlerinden bahseder. Bu görevlerden bazıları, -kendimize karşı görevlerimiz, -başkalarına karşı görevlerimiz, -Tanrı’ya karşı görevlerimiz. Kant daha genel bir görev ilkesinin olduğunu ve bunun daha özel görevleri kapsadığını iddia eder. Bu ilkenin birkaç versiyonu olmasının yanında en önemli olanı şudur: “öyle bir ilkeye dayanarak eylemde bulun ki, bu ilkeye dayanarak isteye bileceğin şey, aynı zamanda genel bir yasa olsun”. Bir başka buyruk/ilke ise, “insanlara asla bir amacın aracı olarak değil, başlı başına bir amaç olarak davran” buyruğudur. Kant’ın ahlak kuramının detaylandırılmasında emir, buyruk, yasa kavramlarının önemi ve anlaşılması çok büyüktür. Kant’ın ifadesiyle söyleyecek olursak, “isteme için zorlayıcı olduğu ölçüde nesnel bir ilkenin tasarımına emir (aklın emri), bu emrin formüle edilmiş haline de buyruk denir”.Kant felsefesinde buyruk terimi kendi içinde iki kısma ayrılır: koşullu (hipotetik) buyruklar ve kesin buyruklar (kategorik imperativ). Koşullu buyruklar, insanın ulaşmak istediği bir şeye araç olarak bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyarlar. Kesin buyruklar ise, bir eylemi kendisi için, başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, zorunlu olarak sunan buyruktur. Örneğin mutluluk amacını gerçekleştirmeye araç olacak eylemlere yönelik buyruklar, koşullu buyruklardır. Kant düşüncesinde, genel ödev buruğu da dediği kesin buyruk, bir tanedir, o da şudur: “Eyleminin özü sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun”. 3-Faydacı Etiği (teleolojik etik) Faydacı etiğin ait olduğu daha üst başlık gurubu, sonuçsalcı ve teleolojik denilen normatif ahlak teorileridir. Sonuçsalcı normatif teorilere göre, eylemlerimizin ahlaki olup olmadığına, eylemlerimizin sonuçlarını tartarak karar verebiliriz. Bir eylemin sonuçlarının faydası/olumlu yanları, zararından/olumsuz yanlarından daha fazla ise, o eylemi yapmak ahlaki olarak doğrudur. Jeremy Benthan ve J. Stuart Mill gibi filozoflarca savunulur. Yararcı kuramlarda yarar ilkesi şöylece belirlenir: bir insanın eylemi, o insan için mümkün olan pek çok eylem biçimi arasında en yararlısını seçtiği ölçüde ahlaksal bir değer taşır. Çağdaş İslam ahlakçılarının, İslam toplumun için faydacılığı İslam ahlakına oldukça aykırı gördüğü anlaşılmaktadır. Ancak bize öyle geliyor ki faydacılık, yukarıda da belirtildiği gibi, salt bireysel çıkarcılık ve menfaatçilik olarak algılanmamalıdır. Batı’daki faydacılık kavramı, en azından bazı yönleriyle faydalılık olarak, öteki insanlara faydalı olmak olarak anlaşılabilirse, bunu da İslam dininde ve ahlakında önemli bir yeri olduğunu düşünülebilir. Nitekim İslam hukukunda fayda veya ona yakın bir kavram olan maslahat ilkesinin bir hayli merkezi bir kavram olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Dolayısıyla faydacı ahlak kuramı ile İslam ahlakı arasındaki ilişki e nazından bizim açımızdan hemen eleştirilmeden önce, üzerinde daha ayrıntılı bir düşünmeyi gerektirmektedir. Çünkü faydacılık değilse bile, faydalılığın ahlaken çok önemli bir kavram olduğunu kabul etmeliyiz. ( 2012 FİNAL S: 18 ) |
28 Şubat 2015, 15:55 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
3.UYGULAMALI ETİK Uygulamalı ahlak konuları ve problemleri Biyoetik (Tıbbi Etik): Kullanılmayan dondurulmuş embriyoların durumu, kürtaj, hasta hakları ve doktorun sorumlulukları, insanlar üzerindeki tıbbi deneyler, zihinsel engellilerin hakları, intihar, ötenazi vb. problemler. İş Ahlakı:Kapitalist iş yaşamındaki toplumsal sorumluluklarla ilgili konular, aldatıcı reklamlar, işçi hakları vb. problemler. ( 2012 FİNAL S:8 ) Çevre Ahlakı: Hayvan hakları, hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, çevre kirliliği, doğal kaynakların yönetimi, tatlı su kaynaklarının paylaşımı, gelecek kuşaklara daha yaşanılır bir dünya bırakma yükümlülüğümüz vb. problemler. Cinsel Ahlak: Çok eşliliğe karşı tek eşlilik, evlilik dışı ilişkiler, enses ilişkiler vb. problemler. Sosyal Ahlak:İdam cezası, nükleer savaş, uyuşturucu kullanımı, ırkçılık vb. problemler. ( 2012 FİNAL S:7 ) Uygulamalı etik, metaetik ve normatif etik, ahlak alanının kökünü gövdesini ve meyvelerini oluşturan bir bütünlük arz etmektedir. B) İSLAM AHLAK FELSEFESİ KURAMLARI İslam ahlak teorisini ortaya koyan düşünürler, İslam ahlakının kaynağı ve temelini Kur’an ve Sünnete dayandırmaktadırlar. Veda Hutbesinde, yasaklanan, emredilen ve öğütlenen hususların ne kadar evrensel yahut genel-geçer ilkeler olduğunu görmek ve göstermek gerekir. Örneğin, bu söylevde geçen “Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız” düsturu, sadece İslam ahlakçılarının değil, çağdaş Batı felsefesi kitaplarında bile epigrafi yapılmaktadır. ( 2011 FİNAL S:5 ) İslam ahlak felsefesi genel olarak şu üç guruba ayrılmaktadır: 1-Geleneksel ahlak, 2-Felsefi ahlak, 3- Tasavvufi ahlak. Ancak bu tasnif, İslam bilimlerinin genelliği çerçevesinde ele alındığında, Kelami ahlak ve Fıkhi ahlak’tan da bahsedilmelidir. Batı ahlak felsefesinde görülen üçlü tasnifi incelediğimizde, İslam ahlak felsefesini şöyle sınıflandırmak mümkün olur. -İslam Ahlakında Metaetik: Kelami/Felsefi Ahlak -İslam Ahlakında Normatif Etik: Dini, Felsefi, Tasavvufi Ahlak -İslam Ahlakında Uygulamalı Etik: Geleneksel Uygulamalı Ahlak/Fıkhi Ahlak 1- Metaetik: (Kelami/Felsefi Ahlak) Ahlaki eylemleri derinlemesine analiz ederek ortaya koyan, üç büyük akım vardır. Mutezili kelamcılarla başlatılan akılcı akım; akli delillerden ziyade, nassın bağlayıcılığını öne çıkaran ve Eşari’nin başlattığı ilahi buyrukçu akım; bir de bu ikisinin ortasında olmakla birlikte, etik konularda Mutezile’ye daha yakın duran Maturidi akımdır. Mutezile’ye göre, Allah’ın adalet ve hikmet sıfatlarının olması, insanın özgür bir iradeye sahip olmasını gerektirir. Bu anlayışa göre, ahlaki değerlerin kaynağı nakilden ziyade akıldır.( 2012 FİNAL S:9 ) Dolayısıyla ahlaki değerler göreceli değil evrenseldir. Eşari’ye göre, Allah’ın kudret ve irade sıfatları, insanın iradesini tümüyle sınırlandırır. Bu anlayışa göre de insan fiillerinde önemli olan hürriyet değil sorumluluktur. Doğal olarak ahlaki değerlerin kaynağı akıl değil, ilahi emir ve yasaklardır. Bu manada ahlaki eylemlerin niteliği evrensel değil görecedir. Maturidi’ye göre ise, insan eylemlerinde özgürdür. Bu anlayışta da ahlaki değerlerin kaynağı akıl, değerlerin niteliği ise göreceli değil evrenseldir. En kaderci ve teistik sübjektivist olandan en özgürlükçü ve objektivist olana doğru bir sıralama yapıldığında ortaya şu sonuç çıkar: Cebriye, Eşariye, Maturidiye ve Mutezile. Nitekim Kur’an’da, bu anlamı öne çıkarıp ve çok net olarak insanın özgür ve sorumluluk sahibi olduğunu beyan eden, ceza ve mükâfatın buna göre yapılacağına, Allah’ın asla keyfi davranıp haksızlık etmeyeceğini belirten pek çok ayet vardır. Bu ayetler, insanın eylemlerinde özgür olduğu konusunda en ufak bir tereddüde yer bırakmayacak derecede açık ve sade anlatımlardır. Örneğin, “De ki: Ey insanlar! Rabbinizden size gerçek gelmiş. Doğru yola giren ancak kendisi için girmiş ve sapıtan da kendi zararına olarak sapıtmıştır. Ben sizin bekçiniz değilim.” (Yunus/10:108) ve yine “Bu, yaptıklarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah kullarına asla zulmetmez.” (Al-i İmran/3:182) şeklinde buyrulmaktadır. ( 2011 FİNAL S:6 ) 2- Normatif Etik (Dini, Felsefi, Tasavvufi Ahlak) a) Geleneksel Dini Ahlak Bu ahlakın temel unsurları, Kur’an’a dayalı bir dünya görüşü, kelamı kavramlar, felsefi ilkeler ve bazen de tasavvuftur. Kurmuş olduğu ahlak sistemi felsefi, kelamı ve sufi ahlakının izlerini taşıyan Gazali, bu ahlak türünün en iyi temsilcisidir. b) Felsefi ahlak İslam’da felsefi ahlakın en büyük düşünürü kabul edilen İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak’ı; Eflatun, Aristo, Yeni Eflatuncu ve Stoacı unsurların ustaca işlendiği bir ahlak sistemine kaynaklık eder. Onun eserinde görülen siyasi boyut eksikliği ise takipçileri Tusi, Devvani, Kınalızade Ali Efendi’nin eserlerinde, ev ekonomisi ve siyaset bilimine dair geniş eklerle giderilir. Klasik felsefi ahlakın temel özelliklerinden bazıları şunlardır: Nefsin üç gücü (düşünme, öfke, arzu) vardır. Bu üç güç ile bağlantılı olarak dört erdem (hikmet, cesaret,iffet, adalet) vardır. Sayılan bu erdemler, orta yolda ve aşırı uçarlın tam ortasında bulunur. Aşırı uçlar kabul edilen ifrat ve tefrit, reziletleri; itidal olarak adlandırılan ölçülülük ise faziletleri ortaya çıkarır. Eylemlerinde özgür ve yaptıklarından dolayı sorumlu tutulan insan, irade hürriyetine sahiptir. Temel değerler evrenseldir; Tanrı, iyiyi gerçek anlamda iyi olduğu için bütün insanlara buyurur. Toplumlar, siyasal yönetim biçimlerine göre cahil toplumlar ve erdemli toplumlar olarak ayrılır. Ahlak ve siyaset birlikteliğinin temel amacı bireysel manada ruhun ve erdemli toplumun mutluluğudur. Akseki’ye göre, İslam’da ödevin kaynağı din ve tanımı ise şöyledir: “Ödev, dinin yapılmasını emrettiği hayırlı işlerdir” yahut “dinin emirlerine uymak, yasaklarından uzaklaşmaktır.” c) Tasavvufi Ahlak Macit Fahri’ye göre, ahlakın pratik yönünü ve manevi özelliklerini en fazla önemseyen ahlak anlayışının, tasavvufi ahlak olduğunu söylemek mümkündür. Tasavvufi ahlakın önemsediği erdemler; muhasebe, murakabe, tevbe, züht, sabır, tevazu, edep, muhabbet, ihlâs, doğruluk, diğergamlık gibi ahlaki kavramlardır. Tasavvuf ahlakının temel özellikleri olarak şunlar sıralanabilir: Nefs mertebelerine dayalı (nefs-i emare, levvame, mülhime, mutmaine, raziye, marziyye, kâmile) olarak, nefs terbiyesi ve tezkiyesi ne özel önem vermek. Riyazet ve uzlet gibi teknikler uygulayarak, ahlaki-manevi gelişimi, dinamik ve hiyerarşik bir haller ve makamlar süreci olarak yaşamak. Toplumsal hayata ve dünyevi nimetlere nispeten ilgisiz kalabilmek veya en azından bunların gönülde yer etmesine izin vermemeye çalışmak. İnsanın hürriyetini, nefsanî arzu ve içgüdülerin baskısından azade kalabilmek olarak yorumlayıp, gerçekleştirmeye çalışmak. Sevgi ve hoşgörüyü hem ahlaki erdemlerin hem de uhrevi müeyyidelerin başında görmek. ( 2012 FİNAL S:10 ) 3-Uygulamalı Etik (Ameli ve Fıkhi Ahlak) Son dönemde yazılan İslam ahlakı kitapları nazari ahlak ve uygulamalı ahlak olarak iki ana bölüme ayırmaktadır. Fakat bizdeki uygulamalı ahlak ile Batı’daki uygulamalı etik arasında az da olsa farklılıklar vardır. Batı’daki uygulamalı etiğin; biyoetik, tıbbi etik, iş etiği, sosyal etik, çevre etiği gibi bölümlerine karşılık, bizdeki uygulamalı ahlakın da buna karşılık gelebilecek ana başlıkları ve bölümleri vardır: Ferdi ahlak, aile ahlakı, sosyal ahlak, devlet ahlakı ve dini ahlak. |
28 Şubat 2015, 15:55 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
C) İSLAM AHLAKININ YENİDEN YAPILANDIRILMASI Yeni bir eser şu yedi şeyden biri veya birkaçını ortaya koymak için ele alınmalıdır. Orijinal bir şey meydana getirmek, eksik olanı tamamlamak, kapalı veya karmaşık bir konuyu aydınlatmak, uzun olan bir meseleyi kısaca özetlemek, düzensiz olanı bir düzene koymak, dağınık olanı toplamak ve nihayet hatalı olanı düzeltmek. Şimdilerde yeni bir eser ortaya koymanın şartları, bilimsel ve orijinal olmak diye özetlenmektedir. 1-İslam Sadelik ve Ahlak İslam dinin, özellikle öteki dinlerle karşılaştırıldığında, ortaya çıkan en temel özelliklerinden biri de sadeliğidir. Önemli olan, ahlaki eylemi yapan kişinin, bu eylemine kaynaklık eden erdemli bir karaktere sahip olup olmamasıdır. İslam’da ahlakın şartlarından kastettiğimiz, büyük ölçüde İslam erdem etiği diye bileceğimiz şeydir. 2-İslam Ahlak Anlayışına (Dini, Tasavvufi, Felsefi) Kısa Bir Bakış Müslümanlar arasında var olan ahlak anlayışlarını kabaca üçe ayırmak mümkündür: Dini ahlak, Tasavvufi ahlak, Felsefi ahlak. Dini ahlak, adından da anlaşılacağı üzere, ahlak ile ilgili her türlü bilginin kaynağında Kur’an ve sünnete yer veren ve model alınacak en ahlaklı insan örneği olarak da hiç kuşkusuz Hz. Peygamberi gören bir İslam ahlak anlayışıdır. Tasavvufi ahlakın temelinde büyük ölçüde İslami unsurlar yer almaktadır. Ancak dini ahlaktan farklı olarak tasavvufi ahlakta, genel dini kapsayıcılık veya çoğulculuğun bir uzantısı olarak, öteki dinlerin ahlaki ilke ve erdemlerinden yararlanma ve başta Hz. İsa olmak üzere öteki peygamberlerin ahlaki özelliklerini de belirgin bir biçimde model alabilme gibi davranışlar görülmektedir. |
28 Şubat 2015, 15:55 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
C) KANT AHLAKI VE İSLAM’DA AHLAKLILIĞIN EN YÜKSEK İLKELERİ Normatif İslam Ahlak Kuramlarına baktığımızda, dini yahut geleneksel denilen ahlakın, İslami fakat sade ve sistematik olmadığını; tasavvufi ahlakın, sistematik ama sade ve kapsayıcı olmadığını; felsefi ahlakın ise, sade ve sistematik olmasına karşın yabancı kavramlarla ele alındığı için pedagojik olmadığını söyleyebiliriz. Kur’an da geçen ayetlerin sık kullanılma istatistiğine göre, ya da genel yapı gözetilerek, bir ayette geçen vurgulu ifadelere göre yapılmalıdır. Sıkça kullanılma istatistiğinin öne çıkardığı dört erdem şunlardır: Sabır, Doğruluk, Affedicilik ve Yardımseverlik. ( 2011 FİNAL S:12 ) Bundan ziyade bizimde tercih ettiğimiz ikinci yol ise, Nahl Suresi 90. Ayette geçen kavramların karşılıkları olan ilkelerdir. Bundan hareketle, hatırda yer tutan ve her Müslüman’ın kolayca anlayacağı dört temel erdem şunlardır: Adalet, Yardımlaşma, İffet ve Merhamet. ( 2011 FİNAL S:8 ) ‘İslam Ahlak Felsefesi’ ifadesini tarihsel olarak, Klasik İslam Ahlak Felsefesi ve Modern İslam Ahlak Felsefesi şeklinde iki döneme ayırmak mümkündür. İslam Ahlak Felsefesindeki bu kırılmayı sağlayan, ünlü Alman düşünürü İ. Kant olmuştur. Kant sonrası dönemde Müslüman ahlakçıların artık erdem kavramından ziyade vazife, ilke, ödev, yasa, emir vb. Kant felsefesine özgü kavram ve konuları daha fazla öne çıkardıkları görülmektedir. ( 2011 FİNAL S: 10 ) Erdemler, bireylerin sahip olduğu ve ahlaken övülen nitelikler iken; ilkeler, bireylerin temel davranış kurallarını belirten önermelerdir. İlke, belki biraz ilk kavram ile de bağlantılı görülebilir; o, bir kurallar dizisinin bir veya birkaç ana öğesi, en genel kapsamlı özüdür. İlke cins, kurallar tür gibi düşünülebilir. ( 2011 FİNAL S: 16 ) Aristoteles erdemleri, ‘aşırılığa düşmemek ve hep orta yolda olmak’ ilkesine göre tespit etmekte ve temellendirmektedir. İlke olmadan erdem oluşturmak zordur, erdem haline dönüşmeyen bir ilkenin de fazlaca bir işlevi ve anlamı olmayacaktır. Kant da, ilkeleri tespit edip vurguladığı kitabın başında da sonlarında da iyi niyet veya iyi niyetli olma erdemine vurgu yapmaktadır. ( 2011 NO YÜKSELTME S:15 )- ( 2011 FİNAL S: 14 )-( 2012 FİNAL S:20 ) KANT’IN AHLAK DÜŞÜNCESİNDE İLKELERİN ÖNEMİ VE KESİN BUYRUKLAR Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı kitabının önsözünde, bu çalışmanın içeriğinin, ‘ahlaklılığın en yüksek ilkesi’ nin aranıp bulunmasından ve belirlenmesinden öte bir şey değildir, der. 1-İyi İsteme: Kant ahlakının başlangıç noktası, bilinçli bir ahlaki seçim yaparken sarf ettiğimiz toplam çabaya işaret eden bir nitelik olarak, iyi iradelilik ya da iyi isteme veya iyi istençtir. Kant'a göre, ahlaki açıdan en önemli ve en değerli şey, iyi istemedir; hatta dünyada, dünyanın dışında bile, iyi bir i s t e m e d e n başka kayıtsız şartsız iyi sayılabilecek hiçbir şey düşünülemez. Ayrıca bu iyi isteme, etkilerinden ve başardıklarından ve herhangi bir amaca ulaşmağa uygunluğundan değil, bir isteme olarak, kendi başına iyi oluşundandır. ( 2011 FİNAL S:15 ) 2-Ödev: Kant'a göre, ahlaken değerli sayılması gereken eylemler, her şeyden önce, ödevden dolayı yapılmış olan eylemlerdir. Bir eylem hiçbir eğilim duymadan veya hiçbir baskı altında hissedilmeden, yalnız ve yalnız ödev duygusundan dolayı yapılırsa ancak o zaman halis ahlaksal bir değer taşır. Ödev, yasaya saygıdan dolayı yapılan eylemin zorunlu bir sonucudur. 3-İlke: İstemenin öznel ilkesidir ya da öznenin kendisine göre eylemde bulunduğu ilkedir. Yasa ise, her akıl sahibi varlık için geçerli olan ve ona göre eylemde bulunması gereken ilkedir, yani buyruktur. Maksimim de, ‘aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğim şekilde’ olmalıdır. İlkenin Önemi:Kant'a göre, "ahlaksal değer söz konusu olduğunda sorun, gördüğümüz eylemler değil, eylemlerin göremediğimiz o iç ilkeleridir. İlke ve Buyruk: Kant'ın tanımıyla, bir İsteme için zorlayıcı olduğu ölçüde nesnel bir ilkenin tasarımına emir (aklın emri), bu emrin formülüne de buyruk denir. Buyruklar nesnel olarak geçerlidirler ve öznel ilkeler olan maksimlerden büsbütün farklıdırlar. Buyruklar, koşullu (hipotetik) buyruklar ve kesin (koşulsuz) buyruklar (kategorik imperativ) olarak ikiye ayrılır. Koşullu buyruklar, insanın ulaşmak istediği başka bir şeye araç olarak bir eylemin zorunluluğunu ortaya koyarlar. Kesin buyruk ise, bir eylemi kendisi için, başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, zorunlu olarak sunan buyruktur. Mesela mutluluk amacını geliştirmeye aracı olacak eylemlere yönelik buyruklar koşullu buyruklardır; eylem mutlak olarak değil, mutluluk amacının aracı olarak buyrulmuştur. Kesin buyruklar, öğütlerden farklı ve zorunlu yasalar niteliğindedir. Kesin buyruk, Kant'a göre kesin buyruk aslında bir tanedir ve o da şudur: ancak, aynı zamanda genel bir yasa olmasını isteyebileceğin maksime göre eylemde bulun. Aynı yerde, "genel ödev buyruğu" da dediği bu buyruğu o şöyle de dile getirmektedir: eyleminin maksimi sanki senin istemenle genel bir doğa yasası olacakmış gibi eylemde bulun. Bunun Pratik Aklın Eleştirisi’ndeki ifadesi de şudur: Öyle eyle ki, senin istemenin maksimi, hep aynı zamanda genel bir yasamanın ilkesi olarak da geçerli olabilsin. Üç adımlı bir düşünme süreciyle eylemin doğru olup olmadığına karar vermemiz gerekir 1-Maksimini belirle, 2-Maksiminin, kendinle çelişkiye düşmeden, genelleştirilip genelleştirilemeyeceğini düşünüp karar ver, 3-Genelleştirilebiliyorsa onu yap, genelleştirilemiyorsa yapma. Bu eylemimizin bir maksiminin genel bir yasa olmasını isteyebilmemiz hususu, ahlaksal yargılamamızın en genel veya en temel ilkesidir. Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde en genel dediği bu ilkeye Kant, Pratik Aklın Eleştirisi adlı eserinde en temel der. Kesin Buyruk, Bu ilkeye dayalı pratik buyruk şudur: Her defasında insanlığa, kendi şahsına olduğu kadar, başka herkesin şahsına da, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun. Kant, birinci ilkenin geçerliliğini yahut ahlaken işlerliğini göstermek için verdiği örnekleri bu ilkenin geçerliliğini göstermek için de kullanır. Kant'ın üçüncü ilkesi ise, her akıl sahibi varlığın istemesinin, genel yasa koyucu bir isteme olarak görülmesidir. Bu ilkeye göre, istemenin genel yasa koymasıyla bağdaşmayan bütün maksimler reddedilir. İsteme, kendisi yasayı koyan olarak görülmeli; ya da her akıl sahibi varlığın istemesi genel yasa koyucu isteme olarak düşünülmelidir. Aynı zamanda yasa olarak genel olmasını isteyebileceğin maksime göre hep eylemde bulun yahut benzer bir ifadeyle, kendilerini aynı zamanda genel yasalar olarak edinebilecek nesne maksimlere göre eylemde bulun. Bir kişi kendi yasasını kendisi koyacak fakat bu yasa, kendi kişisel çıkarlarına göre koyulan bir yasa olmayacaktır. Aksine bireysel değil, genel bir yasa olabilme özelliği dikkate alınarak konulmuş bir yasa olacaktır. Bu buyruğun, birinci buyruğa oldukça yakın bir anlam taşıdığı söylenebilirse de buradaki vurgunun, maksimin evrenselleştirilebilirliğinden ziyade, öznenin yasa koyuculuğu üzerinde olduğu görülür. İşte Kant'ın her insanın kolayca yararlanabileceğini savunduğu ana pusulası ve ondan çıkardığı diğer iki pusula bunlardır. Kant'ın ahlak felsefesinin merkezinde Tanrı değil, pratik aklın kumanda ettiği insan bulunmaktadır. |
28 Şubat 2015, 15:56 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
KANT İLKELERİNİN MODERN İSLAM AHLAKINA YANSIMALARI Kant etkisini yansıtan modern İslam ahlakçılarından biri A. H. Akseki’dir. Akseki’nin kendi ifadeleriyle, ‘Ahlaki meslekler içinde en mükemmel ve ulvi olan meslek, en salim ve isabetli ahlaki nazariye, esasını vazife de yani vicdani sorumlulukta bulan ve ahlaki vazifenin esasını yalnız akıl üzerine kuran akılcıların mesleğidir. Aksekiye göre kant ahlakının noksanları 1-Vazifenin kaynağı olarak aklı göstermek yeterli değildir.O halde Kant, gerçek manada vazifenin kaynağını bulamamıştır. 2-Ahlakı yalnızca kanun kavramı üzerine kurmak doğru değildir 3-Kanuna itaat etmek, Kant’ın öngördüğü gibi isteksiz ve bir baş eğme değil, aksine sonuçta meydana gelecek kıymet ve kemalin de dikkate alındığı, akla uygun bir kabulleniş olmalıdır. 4-Kant’ın kesin emir dediği şey gerçekte şartlı bir emirdir. 5-Ödev ahlakı, eylemlerimizi dikkate almakla birlikte, niyetlerimizi ve kalplerimizde geçen iyi yahut kötü duygularımızı dikkate almamaktadır. 6-Vazifeyi, sırf vazife olduğu için yapmak ahlakın en yüksek mertebesidir. ( 2011 FİNAL S:17 ) "külli genel kanun"un ne olduğu daha açık ve anlaşılır bir şekilde Allah tarafından Peygamberimiz aracılığıyla insanlığa bildirilmiştir. Bu bağlamda, yani külli genel kanunun ifadesi olarak o, arka arkaya 3 hadis verir: 1-Birr, yani hayır ve iyilik, kalbin mutmain olduğu şeydir. Kötülük de, nefsini tahrik edip azdıran şeydir. Buna aykırı fetva verseler de aldırma. 2-İyilik ve hayır güzel ahlaktır; günah ise kalbinde yerleşip de, insanların bilmesini istemediğin, yani herkesten gizlediğin şeydir. 3-Senden sadır olduğunu halkın görmesini istemediğin şeyi yalnız iken de, kendi başına iken de yapma ( 2011 FİNAL S:18 ) Bu hadisler topluca düşünüldüğünde şöyle bir külli ve genel kanun çıkmaktadır: Halk tarafından sana yapılmasını istediğin şeyi sen de onlara yap, başkaları tarafından sana yapılmasını istemediğin şeyle halkı rahatsız etme. Akseki'ye göre, bu hadislerdeki İslami kaideler ise Kant'ın yalnız akıldan çıkarmış olduğu ahlak kanununa tercih edilir. Çünkü Kant'ın ahlak kanunu, öyle bir şekilde hareket et ki ifadesiyle başladığı için yalnız fillerimizle sınırlı olup, kalbimizdeki niyet ve maksatlarımızı ihmal etmektedir. Hâlbuki İslam'a göre, insanın ahlaki değeri, görünen fiillerinden çok niyetleri ile ilgilidir. Abdullah Draz da Akseki gibi bazı yönlerini eleştirmekle birlikte İslam ahlakını Kant'ı dikkate alarak ve büyük ölçüde Kant terminolojisiyle ele alan modern dönem ahlakçılarımızdandır.( 2011 FİNAL S:9 ) Bu durum, İslam ahlakını en mükemmel sistem olarak görmesi gibi Draz da, Kant'ı en önemli ahlak filozofu saymakla birlikte, tek yönlü yahut kutupsal bir aşırılık içinde olmakla eleştirir. Kur'an ahlakının daha bütünsel ve birleştirici olması gibi özellikleriyle Kant ahlakından çok daha üstün olduğunu savunur. Draz'a göreahlaki düşüncenin bir takım antinomileri (çelişki) ve karşı yönlere kaymaya zorlayan güçlükleri vardır. Bunlardan en önemli iki tanesi, ‘birlik ve çeşitlilik’ ile ‘yetki ve özgürlük’ gibi güçlüklerdir. Kant'ın ödev tanımı ‘düsturu saçmalık olmaksızın evrenselleştirilebilen bir eylem’dir. Buna dayalı temel kanun ve koşulsuz buyruk da şudur: iradenin ilkesi aynı zamanda evrensel bir yasanın prensibi olacak şekilde eylemde bulun. Draz'a göre, yapılması gereken, tek taraflılık değil, evrensel ideal ile aktüel realitenin sentezidir. Nitekim Kur'an tam da böyle yapmakta, zincirin iki ucu orada birleşmiş bulunmaktadır: İdeale doğru yükselme ve tabiatın korunması; kanuna itaat ve ben'in hürriyeti. Onun bu bağlamda Kuran’dan verdiği örnek de, Gücünüz yettiği kadar Allah'a itaat edin, (Teğabün/64:16) ayetidir. Draz'ın ifadesiyle Kur'an-ı Kerim'de, Kendinizin gözlerinizi yummadıkça kabul edemeyeceğiniz adi şeyleri, başkasına vermeye kalkışmayın (Bakara/2: 267) diye vurgulanmaktadır. İslam peygamberi de, Hiçbiriniz, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş sayılmaz, (Buhari, Sahih, Kitabü'l- İman, Bab 6) tarzında buyurmaktadır. Dolayısıyla, egoizmin bu genel tatbikinden, müşterek vicdan, daha önce ödevin karşılıklı olma ve evrenselliği prensibini çıkarmıştır. Draz, Kant'ın formülünün, İncil'de de benzeri bulunan yukarıdaki son hadis ve benzerlerinden mülhem sayılabileceğini ima etmektedir. Kendine yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap! Bu formül, hakikaten Kant'ın formülüyle bir hayli benzerlik gösteren bir formüldür. Kant'ın yaptığı bunu dini söylemle değil, belki ilkesel bir kalıpla ifade ederek, biraz daha teknik ve soyut terimlerle dile getirmek suretiyle, kendi eksenli veya kişi ya da ben merkezli referans çerçevesini olabildiğince genişletip, tüm insanları kapsayacak şekilde genişletmeye çalışmasıdır. Bütün bunlara rağmen tekrar belirtelim ki, Draz bunlardan hareketle evrensel veya genel bir İslami ahlak ilkesi yahut kesin buyruğu olduğu iddiasına gitmemektedir. Zaten onun bu türden genel ilke belirlenimlerini pek mümkün de görmediği anlaşılmaktadır. Zira ona göre, yalnızca bir tek ödev yoktur. Hayat şartlarının karmaşıklığı ve sürekli değişmenin ötesinde, ahlaki emirlerin çokluğu ve birbiri içine geçmişliği vardır. Dolayısıyla, bu gibi nedenlerden dolayı, tek bir veya birkaç genel ilkeden bahsedilemez. ( 2011 FİNAL S:13 ) Bizim bu konuda ona da kısmen hak vermekle birlikte tam katılmadığımıza ve temel ilke veya birkaç ilkenin bilinmesinin yararına inandığımızı kısa gerekçelerle birlikte daha önce söylemiştik. Ancak Draz'ın konu ile ilgili gördüğü ayet ve hadisleri bir araya getirip zikretmesi, bu tür arayışlar için önemli bir birikim kaynağı ve destektir, diye düşünmekteyiz. Yalnızca bir tek ödev yoktur. Hayat şartlarının karmaşıklığı ve sürekli değişmenin ötesinde, ahlaki emirlerin çokluğu ve birbiri içine geçmişliği vardır. Mustafa Çağrıcıya göre Kur'an-ı Kerim'in iki suresinde geçen 'Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!' anlamındaki ayet kategorik (şartsız) ahlakın temel kanunudur. Vazifenin herhangi bir karşılık beklemeksizin salt Allah'ın emri olduğu için yapılması da İslam ahlakının vurguladığı benzer bir husustur. Vazifenin mecburiliği başlığı altında Çağrıcı, İslam inancına göre her ahlaki vazifenin aynı zamanda bir Allah emri, bir kulluk gereği olduğunu belirtir. Ona göre,Sana ölüm gelip çatıncaya kadar Rabbine kulluk et! (Hicr/15: 99) anlamındaki ayet, vazifenin mecburiliğini ve sürekliliğini gösterir. |
28 Şubat 2015, 15:56 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
İslam Ahlakının En Genel İlkeleri İle İlgili Kendi Önerilerimiz Ahlak ilkeleri, hepsi de evrensel yahut genel geçerlik iddia etmekle ve her zaman ve mekândan her insana hitap etmekle birlikte soyuttan somuta yahut içeriksizlikten içerikliliğe doğru kategorize etmek mümkün ve yararlıdır. Altın kural "Kendine yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap!" Burada ölçü tamamen kişinin kendisidir. Kant'ın, basitçe söylendiğinde 'kendini genel yasa koyucu gibi görerek eylemde bulun' şeklindeki üçüncü ilkesi de bu türden bir ilkedir. Bunun İslam'daki benzerinin temeli, müftüler ne fetva verirlerse versinler, kişinin en sonunda yine bir de kendi kalbine, kendi vicdanına danışması ve ona uymasını tavsiye eden hadistir. "uzman-vicdan ilkesi" Her zaman, önce uzmanlarından bilgi al; ama son kararı kendi vicdanına göre ver! "toplumsal şeffaflık ilkesi" "İster toplum içinde ister yalnız iken, kalbinin mutmain olduğu ve güzel ahlaklılığa uygun düşen şeyi (iyiliği) yap, vicdanını rahatsız eden ve insanların bilmesini istemeyeceğin şeyi (kötülüğü) yapma!" Altın Kural denilen ilke, tek başına ele alındığın 24 ayar bir altın değildir. Olsa olsa 18 ayar olur veya daha doğrusu onu kullanan kişinin - deyim yerindeyse - ayarına göre, onun ayarı da artar veya eksilir. Çünkü herkes esasta kendini ölçü alacaktır; ama herkesin aynı ölçüde ahlaklı olmadığı bir gerçektir. Bu durumda, gerçek çok ahlaklı bir kişi bu kuralı uyguladığında, yani kendi için istediği veya istemediği şeyi dikkate alarak karar verdiğinde, sonuç ahlaken doğru çıkacaktır. Fakat kişi ahlaken düşük karakterli, ahlaki yaşamı zayıf, ahlaki dünya görüşü bozuk, vb. biri ise, bu soyut ve içeriksiz kuralı kendine uyguladığında, çok da ahlaken uygun bir sonuca varılmayacaktır. Kur'an ve hadislerdeki genel ilke ve emirler 1-Hak İlkesi Ahlaken en öncelikli değer, varlıkların haklarıdır. Varlıklara haklarını vermek ve onlara haksızlık etmemek ahlaklılığın birinci koşulu, eşiği veya birinci basamağı, olmazsa olmazıdır. Burada varlıklar denmesinin sebebi, insan hakları başta olmak üzere, hayvanlar, bitkiler, doğal dünya gibi tüm fiziksel varlıkları ve inananlar için tüm metafiziksel varlıkları topluca ifade edebilmektir. Hak, adalet erdeminin gereğidir; hak ilkesine riayet etmek de, adalet erdeminin gereğini yerine getirmektir. "Yakınma, düşküne, yolcuya hakkını ver..." (İsra 17/26) "Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı... emreder." (Nahl/16: 90) "Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahit olarak adaleti gözetin..." (Nisa 4/135) "Üzerinde Rabbinin hakkı var, aile ve çocuklarının hakkı var. Binaenaleyh her hak sahibine hakkını ver." (Buhari, savm 51, Akseki s. 155'den naklen) Bu ilkenin negatif kısmı ile ilgili birkaç örnek ayet de şunlardır: ... Rabbin kimseye haksızlık etmez. (Kehf 18/49) Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz,... (Nisa 4/40) ... Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz. (Bakara 2/279) İşte bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten, altına pek çok alt ilkenin ya da kuralın eklenebileceği temel bir ilke çıkar: "Her Hak Sahibine Hakkını verin, Hiç Kim-seye Haksızlık Etmeyin!" 2-İyilik İlkesi Eğer İslam ahlakının ya da ondan kaynaklanmış evrensel bir ahlakın en öncelikli ilkesi hak ilkesi ise, en önemli ilkesi de, kısaca belirtilme istendiğinde iyilik ilkesi denebilecek ilkedir. İnsanlara haklarını vermek hukuken de ahlaken de zorunludur; ama bunu yaptığınızda, hukukun sizinle ilişkisi biter; sizden daha fazlasını istemez. Ahlak ise bu noktada kalmaz; hukukun bıraktığı yerden devam etmeyi sürdürür; haksızlık yapmamak her insan için normal ve doğal bir haldir, bir üstünlük ve övgü hali değil. Oysa ahlak, sadece zorunlu ödevlerini yapan değil, üstün değerleri olan, kâmil olan, mükemmel ve yetkin olan insanlar oluşturmayı hedef edinir. Bu yüzden ahlakın asıl kendine özgü konusu, haklardan ziyade, iyilikler ve kötülüklerdir.İnsanda nasıl sağlık asıl, hastalık arızi ise, iyilik ve kötülük açısından bakıldığında da benzer şekilde, iyilik asıl kötülük arızidir. Bu durumda, arızi olan kötülüklerle mücadele etmek, asıl olan iyiliği korumak ve geliştirmek ahlakın asıl gayesi, ahlaklılığın da en önemli, en asli ilkesidir. "Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." (Zilzal 99/7-8) "Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan meneden bir cemaat olsun." (Al-i İmran 3/104) "... iyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.... " (Maide 5/2) "...Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın." /Bakara 2/148) "O, yaptığı iyiliği birinden karşılık görmek için değil, ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapmıştır. Elbette kendisi de hoşnut olacaktır." (Leyl 92/19-21) "Bir iyiliğe on katından yedi yüz katına kadar sevap vardır. Kötülüğe ise kendi misli kadar günah vardır, ancak Allah dilerse bundan da vazgeçer (bağışlar)." (Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 84) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten altına pek çok alt ilke veya kuralların girebileceği şöyle bir ilke çıkarmak mümkündür: "(Her zaman, zerre kadar da olsa) iyilik yapın, (hiçbir zaman, zerre kadar da olsa) kötülük yapmayın!" 3-Sevgi İlkesi En öncelikli ilke olan hak ilkesinin üstünde en önemli ilke denilebilecek olan iyilik ilkesi olduğu gibi, onun da üstünde en yüksek ve en yüce ilke diyebileceğimiz sevgi ilkesi vardır. Hak ve ödevin üstünde, özgecilik ve fedakârlıklardan oluşan iyilik yapma düzeyi olduğu gibi, belki zoraki ve gönülsüzce iyilik yapma düzeyinin üstünde de, severek iyilik yapma ve iyilik yaptığın varlıkları sevme düzeyi vardır. Sevme düzeyi başlangıçta oluşursa daha alt düzeyler de kendiliğinden veya kolayca oluşacaktır. Sevme başlangıçta oluşmamışsa, kademeli olarak insanların sevgi düzeyine çıkarılması, yüksek ahlakın gayelerindendir. Herkesin bu düzeye çıkması beklenmese de, arzu edilen en yüksek düzeyin burası olduğu ve buranın ideal hedef zirvesini oluşturduğu bir gerçektir. Kendini ve öteki yaratılmışları sevmek, Rabbini sevebilmenin de en doğal yoludur. Ahlaklılığın merkezi ilkesi, ne birincisi ne de bu üçüncüsü değil, bu ikisinin ortasında olan iyilik ilkesidir. Birinci ilke (hak) zorunluluk, ikinci ilke (iyilik) yeterlilik ilkesi iken, üçüncü ilke ( sevgi) yetkinlik ilkesidir. "İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve kitapların bütününe inanan kimselersiniz...."(Al-i İmran 3/119) "Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Onlar; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, ..." (Tevbe, 71) "Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini (istediğini) (Müslüman) kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz." Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 74, Krş. Sahih-i Müslim Muhtasarı, s. 80)) "Düzeltilmişken, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. ..." Araf 7/56) "... Allah boz-gunculuğu sevmez." (Bakara 2/205) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisten de şu ilke ortaya çıkmaktadır: "Birbirinizi sevin, bozgunculuk etmeyin!" ( 2011 FİNAL S:11 ) 4-Ölçülülük İlkesi Diğer ilkenin uygulanışı da dâhil bütün ahlaki tutum, davranış, karar ve eylemlerde ölçülü olup, aşırı gitmemeyi, ilk üç ilke gibi asıl itibarıyla evrensel ve kategorik olduğu söylenen ilkelerin, bireylerin gündelik hayatlarının özel koşullarında uygulanırken bazen esnetilmesinin ve hatta zorunlu hallerde belki paranteze alınmasının meşru, mümkün ve hatta makbul olabileceğini belirten bir ilkedir. Bu ilke Platon'un adalet ilkesini her kesime şamil sayması gibi, her kesime ve her ilke ve eylemin uygulama aşamasında gerekli olan bir ilkedir. "... İkisi ortasında bir yol tut." (İsra 17/110) "Onlar, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar." (Furkan 25/67) "... bir topluluğa olan kininiz, aşırı git-menize sebep olmasın ..." (Maide 5/2) "... aşırı gitmekte yardımlaşmayın.... " (Maide 5/2) "... doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez." (Maide 5/87) "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler... " Bakara/2: 287) "Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz,..." (Sahih-i Buhari Muhtasarı, s. 83) Bunlar ve benzeri pek çok ayet ve hadisin ortak buyruğunun şöyle bir ilke oluşturduğunu söylemek mümkündür: "Ölçülü olun, aşırı gitmeyin!"Bu dört ilkenin tamamının, hatırlanabileceği tek bir ayet de vardır. O da şu ayettir: "Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah adil olanları sever." (Mümtahine 60/8). SONUÇ İlke kavramı, içeriksiz ve yarı-içerikli olanlar ve içerikli olanlar olmak üzere üçe ya da kısaca içeriksiz/biçimsel ve içerikli olarak ikiye ayrılır. Soyut ve biçimsel İslami ilkeler 1-Kendini Ölçü Alma İlkesi: "Kendine yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma; kendine yapılmasını istediğini, sen de başkasına yap!" 2-Uzman-Vicdan İlkesi: "Her zaman, önce uzmanlarından bilgi al; ama son kararı kendi vicdanına göre ver!" 3-Toplumsal Şeffaflık İlkesi: "İster toplum içinde ister yalnız iken, kalbinin mutmain olduğu ve güzel ahlaklılığa uygun düşen şeyi (iyiliği) yap, vicdanım rahatsız eden ve insanların bilmesini istemeyeceğin şeyi (kötülüğü) yapma!" 4-Dini Doğruluk İlkesi: "Dininin veya ahlaki değerlerinin emrettiği gibi dosdoğru ol!" Dört içerikli temel İslami ilkeler 1-Hak İlkesi: "Her Hak Sahibine Hakkım verin, Hiç Kimseye Haksızlık Etmeyin!" 2-İyilik İlkesi: "(Her zaman, zerre kadar da olsa) iyilik yapın, (hiçbir zaman, zerre kadar da olsa) kötülük yapmayın!" 3-Sevgi İlkesi: "Birbirinizi sevin, bozgunculuk etmeyin!" 4-Ölçülülük İlkesi: "Ölçülü olun, aşırı gitmeyin!" Kant'ın ilkeleri, özellikle onu uygulayacak kişilerin, zaten yeterince ahlaklılık özelliklerine sahip bir kişi olması durumunda, doğruya büyük ölçüde işaret edebilecek ilkelerdir. Kant'ın ilkeleri, bu dört İslami ilkenin sadece birincisine ve hiyerarşik açıdan en ilk veya en aşağı düzeyine karşılık gelmektedir. Çünkü Kant'ın ilkesi genellikle ödevler ve haklarla ilgilidir; hatta onların da daha ziyade negatif yönü ile, yani neyin yapılacağı değil nelerin yapılmasının ödeve uygun olmayacağı ile ilgilidir. hiç kuşku yok ki, ilkeyi bilmek eyleme geçmenin garantisi değildir; bunun sağlanabilmesi için, doğru ilkenin doğru inançla ve gerekleriyle de desteklenmesi gerekir. |
28 Şubat 2015, 16:00 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
AHLAK FELSEFESİNİN PROBLEMLERİ 1.Olgu Ve Değer İlişkisi Olgu ve olaylar, bizim irademiz dışında, bize herhangi bir bağlılığı olmaksızın, bizden bağımsız olarak varolan fizikî, tarihî, dinî, sosyal, ekonomik vb. gerçekliklerdir. Değer yargıları ise, bize bağlı olarak ortaya çıkan mantıkî, ilmî, fizikî, tarihî, dinî, sosyal, siyasî, ekonomik olgu veya olaylar üzerine verdiğimiz hükümlerdir. Buna bağlı olarak da karşımıza bir takım ekonomik, ilmî, mantıkî, estetik, dinî, ahlâkî vb gibi değerler çıkar. Mesela yağmurun yağması, tarlasını ekip yağmur bekleyen bir çiftçi için iyi ve faydalı bir şeyken, çömlek veya tuğlalarını kurutmak için dışarı çıkararak güneş bekleyen çömlekçi ve tuğlacı için kötü ve zararlı, istenmeyen bir şeydir. 2.Değer Ve Değer Yargıları Daha önce de belirttiğimiz gibi, insan değerler üreten bir varlıktır. Biz, sadece olgusal türden olan varlık alanlarıyla değil, insanlar, hayvanlar ve bitkilerle de kurduğumuz ilişkilerde sürekli değerler üretiriz. Mesela bizim arkadaşlarımızla, hocalarımızla, ana-babamızla, hatta hayvanlarımız ve çevremizdeki bitkilerimizle ilişkilerimiz değerler örgüsüyle çepeçevre örülmüş bir vaziyettedir. Örneği, karşımızda duran bir Süleymaniye camisinin, taşıdığı niteliklere göre birçok değeri ortaya çıkar. Değerlerin evrensel ve tümel olmalarına karşılık, değer yargıları daha ziyade tikel veya tekil olurlar. Çünkü değer yargıları bireylere, toplumlara, zaman ve mekâna göre değişirler. Örneğin, "yoksula yardım etmek iyidir" yargısı, benim için anlamlı olduğu halde, kim olursa olsun mutlaka insanların çalışmasından yana olanlar için ise kötüdür. 3. DEĞERLERİN YAPISI VE MEYDANA GELİŞİ a) Değerlerin Yapısı Bu konu bağlamında, düşünürlerin sordukları bazı temel sorular şunlardır: Acaba değerler nesnelere mi aittirler, yoksa bu nesnelere bir takım değerler yükleyen biz miyiz? Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, acaba değerler "nesnel" mi, yoksa "öznel" midir? Yoksa bir açıdan öznel, diğer açıdan nesnel midir? Belki de bunlardan tamamen farklı bir yapıya sahiptir? Yani bir sanat eseri, bizim yargılarımızdan tamamen bağımsız olarak sahip olduğu, bir takım niteliklerinden dolayı mı güzeldir? Yoksa bizim tarafımızdan o şey güzel diye nitelendirildiği için mi güzeldir? Ya da, hem sanat eserinde bu nitelikler var, hem de biz ona bazı nitelikler mi yüklüyoruz? Bu sorunun çözümünde iki farklı ve aşırı görüşün ortaya çıktığı görülür. Bir de bu iki aşırı görüşün arasını bulmaya, onları uzlaştırmaya çalışan bir üçüncü görüş daha vardır. Çünkü bu görüşe göre, değerin varlığı, değerlendirilen nesne ile değerlendirmeyi yapan insan arasındaki bir ilişkiye bağlıdır; bu iki öğeden hiç biri kendi başına yeterli değildir. 1. Öznelci yaklaşım: Bu yaklaşıma göre değerlerin kaynağı bizzat biz, yani insan süjesidir. Nesnelere, olaylara ve varlıklara biz değerler yükleriz. ( 2011 NO YÜKSELTME S:16 )- ( 2012 FİNAL S:1 ) Kant'ın dediği gibi, "İnsan zihni kendi yasalarını nesneler dünyasına dikte eder, yerleştirir" Şayet biz olmasaydık, biz o varlıklarla bir ilişki içine girmeseydik ve onlara bir değer biçmeseydik, onlar fark edilemeyen birer varlık olurlardı. Bu nedenle, değerler farklı kültür grupları ve bireylere göre değişirler. Bir sanat eseri, bir grup için çok yüksek bir sanat değeri taşırken, aynı eser, bir başka grup insan için, hiçbir şey ifade etmeyebilir. 2. Nesnelci Yaklaşım: Bu yaklaşımda değerli olan bizzat değer objesinin kendisidir; nesne, obje değerini kendi içinde taşır. Adalet, iyilik, güzellik, doğru bir davranış vb gibi değerlerin kendileri bizzat değerlidir. Bunlar mutlak olarak doğru ve değerlidir. "Adam öldürmek kötüdür şeklindeki bir ahlâkî yargı, "bir dörtgenin iç açılarının toplamı 360 derecedir ile "deniz seviyesinde su yüz derecede kaynar" yargısı kadar nesnel içerikli bir yargıdır. Nesnelerdeki değişmeyen mutlak değerlerin olduğu gibi algılanmasını engelleyen en büyük engeller, insanların sahip oldukları psikolojik durumları, çevre şartları, biyolojik ihtiyaçları ve temel gereksinimleridir. 3. Uzlaştırıcı Yaklaşım: Bu yaklaşım içinde olanlar, çoğunluğunu düşünürlerin oluşturduğu gruptur. Bunlar, salt anlamda değeri, ne doğrudan nesnelere ve olaylara, ne de öznelere bağlamaktadır. Bunlara göre değerin, hem nesnel, hem de öznel bir yanı vardır. b) Değerlerin Meydana Gelişi Değerler felsefesinin üzerinde durduğu temel problemlerden birisi de "değerli olan bir şeyi, değerli yapanın ne olduğu" veya "değerin kaynağında neyin bulunduğu" sorusudur. Bu sorulara verilen cevaplar genel olarak üç grupta toplamak mümkündür: 1.Haz veren şey, değerlidir: Bu görüşe göre, bir şey insana haz veriyorsa iyi, acı veriyorsa kötüdür. Hazzın çeşitlerine göre, iyi olanın da değer ve derecesinin değiştiği görülür. St. Mill gibi bazı düşünürler, maddî hazlara karşılık, manevî ve aklî hazları tercih etmişlerdir. Çünkü maddî hazlar kısa sürer ve sonunda da insana pişmanlık ve acı verirler. Buna karşılık, manevî hazlar daha uzun ömürlü ve kalıcıdırlar. 2. Değer Tanımlanamaz Bir Şeydir: Değer anlayışı, bu değerlerin tanımlanamayacağı varsayımına dayanmaktadır. Değerlerin tanımlanamayacağı anlayışı İngiliz düşünürü G.E. Moore (1875-1958)'un görüşü olarak bilinir. Ona göre, kavramlar, basit ve bileşik olarak ikiye ayrılırlar. Bileşik kavramlar basit kavramlardan oluşur ve bu kavramlar aracılıyla tanımlanma imkânına sahiptirler. 3. Değerli Olan Tercih veya Arzu Edilendir: Bu anlayışa göre, iyi olan şeyler, bizim seçtiğimiz, arzu ve tercih ettiğimiz şeylerdir. Bu konuyla ilgili Spinoza şöyle demektedir: “Biz, bir şeyi iyi olduğu için arzu etmeyiz; aksine onu, arzu ettiğimiz için, o şeyin iyi olduğunu düşünürüz." |
28 Şubat 2015, 16:01 | Mesaj No:10 |
Durumu: Medine No : 13301 Üyelik T.:
04 Şubat 2011 | Cevap: İNUZEM islam ahlak felsefesi der özeti(tüm haftalar)
4. AHLÂKÎ DEĞERLER Değerlerin birçok çeşitleri olduğunu daha önce belirtmiştik. Bu değerlerden düşünürlerin en çok ilgilendikleri değer ise ahlâk değerleri ile estetik değerlerdir. Bir insanın "doğru" veya "yanlış" olarak nitelendirilen davranışlarının, "iyi" veya "kötü" olarak değerlendirilmesi karşımıza ahlâk değerlerini çıkarır. İyi ve kötünün ne olduğu meselesi, Ahlâk Felsefesinin en temel ve en fazla tartışılan problemlerinden birisidir. a) İyi ve Kötü Kavramlarına içerik ve Amaç Yükleme Çabaları Ahlâk Felsefesi bir çeşit iyi ile kötü değerlerinin felsefesinden ibarettir. Ahlâk Felsefesinin ise en temel soruları iyi ve kötü nedir? sorularıdır. Ahlâkî davranışların bir çeşit ölçütü olan "iyi" değeri, tarih boyunca sürekli içerik değişikliğine uğratılmıştır. Buna bağlı olarak da çoğu kez, iyi kavramına içerik kazandırmaya çalışan, ahlâk anlayışlarına bir işlev ve amaç belirleme çabasında olan ahlâk anlayışları ortaya çıkmıştır. Bu ahlâk anlayışları, iyi kavramına yükledikleri anlamlara ve bunun sonucunda ortaya çıkacak beklentilere göre bazı ahlâk sınıflamalarına gitmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Mutluluk Ahlâkı (Eudaimonisme) İnsan davranışlarının son gayesi olarak mutluluğu gösteren ahlâk anlayışlarına mutluluk ahlakı (eudaimonism) denmektedir. Genel olarak bakıldığında, İlkçağ Ahlâk Felsefesi eudaimonist karakterlidir. Demokritos eudaimonisme’in kurucusu kabul edilmektedir. Bu anlayışa göre, "bütün insanlar mutluluğu arzu ederler. ( 2011 FİNAL S:20 ) Herakleitos (M.Ö.540-480) ile Demokritos (M.Ö.460/70-370) en yüksek hayat ilkesini "hedone” (haz) da bulur. Bu anlayışa göre, insan davranışlarının ölçüsü haz ve acıdır. Haz ve acı da, faydalı ve zararlı olanın temel ölçüsüdür. Mutluluk ise, ruhta oluşacak ölçü, düzen ve uyumda ortaya çıkar. "Kendini bil” sözünü rehber edinerek iyi anlayışını bilgi kavramıyla aynılaştıran İlkçağ filozofu Sokrates (M.Ö. 469-399)'e göre, iyi olmak, bilgili olmaktır. Çünkü bilgili olmak ruha fazilet ve mutluluk sağlar. Mutluluk ise ahlâklı olmaktır; mutluluğun temeli olan fazilet de akıl bilgisinden başka bir şey değildir. Platon (M.Ö. 427-347)'a göre ise, iyi kavramı, bilgi, haz, ölçülülük, güzellik ve doğruluğun bir birleşimidir. İyi, aynı zamanda, faziletin, fazilet de mutluluğun kaynağıdır. Ona göre, "bilgelik", "yiğitlik (cesaret)", "ölçülülük" ve "adalet" olmak üzere dört temel fazilet vardır; bunların içinde "adalet" en yüksek fazilettir. Aristoteles (M.Ö.384-322), iyi kavramını, her şeyin kendisine yöneldiği amaç olarak algılar. Ahlâkî olan da, insan için iyi ola şeye yaklaşmaktır. Aristoteles’in iyi anlayışı, insan için iyi olanla sınırlıdır. İnsan için iyi olan şey ise, ruhun iyilikle uyum içinde olan etkinliğidir. Ona göre, iyilik, kendi başına bir amaç olmalı ve kendi kendine yetmelidir. Fazilet ise, en büyük yetkinliğin çıktığı kaynaktır. İnsan davranışlarının amacı, iyiliğe ulaşmak olduğuna göre, en yüksek iyi de insanı mutluluğa (eudaimonia) götürür. Mutlu ve faziletli yaşamanın yolu ise, akla uygun yaşamaktan geçer. Mutluluğu, en yüksek iyi ve en yüksek amaç kabul eden Stoalılar, "iyi" ve "fazileti", tabiata uygun yaşamakla gerçekleşebileceğini öne sürerler. İnsanın tabiata uygun davranması, akla uygun olmasıdır. Zenon (M.Ö.336-264) ise, tabiata uygun bir hayat sürmeyi, İnsanın kendi kendisiyle uyum içinde yaşaması olarak nitelendirir. Stoalılara göre, yalnız fazilet iyi ve mutluluk da yalnız fazilette bulunur. Fazilet de tabiatla uyum içinde olma yahut ta tabiata uygun yaşamakla kazanılır. Çünkü her şeyi yöneten küllî akıldır. Ondan pay almış olan insanın aklına uygun bir hayat da, faziletli bir yaşayış demektir. Dolayısıyla, tabiatla akıl aynı şey demektir. Hıristiyan dininde ahlâkın ilkesi olan "iyi", Tanrı'ya itaat etmek, Onun emirlerini yerine getirmek şekline temellendirilmiştir. Tanrı, iyinin ta kendisidir. En yüksek iyi de Tanrı'da seyre dalmaktır. Tanrı, hem en yüksek iyi, hem en yüksek gerçeklik ve fazilettir. Böylece, Ortaçağ'da ahlâkî iyinin kaynağı dine dayandırılırken, Rönesans’la birlikte ahlâk anlayışı, dinî esaslardan tekrar uzaklaştırılmıştır. Kökleri çok daha öncelere dayanmasına rağmen, Rönesans'la birlikte bir de faydacılık kendisini göstermeye başlamıştır. Dinî kaynaklı ahlâk anlayışlarına karşı çıkan İtalyan G.Bruno (1548-1600), Fransız Montaigne (1533-1592) ve İngiltere'de pratik ahlâkı, dinî ahlâktan üstün tutan F. Bacon (1561 1626) iyi kavramını, faydalı kavramıyla eş anlamlı kullanmışlardır. Bacon'a göre, din olmadan da ahlâk olabilir; ahlâkî olanın kaynağı doğal kanundur. Bu yüzden, İyi kavramı da faydalı kavramıyla eş anlamlı olarak algılanmıştır. Gerçek fazilet ise topluma faydalı olandır. Bu görüş, Hobbes, Locke, Shaftesbury, Hume ve Holbach tarafından paylaşılmaktadır. Faydacılara göre, toplum yararına olan şey, ölçü olarak alındığından, iyi ve kötünün değerini ve içeriğini, yarar kavramı ortaya koymaktadır. Ancak aşırı bireysellik anlamına gelen egoizmin, topluma faydalı olan şekline iyi, zararlı olan şekline de kötü denmiştir. İyiye/ahlâkî olana insanı sevk eden etkenler ise bu düşünürler tarafından göre farklı şekilde algılanmıştır. Meselâ Hobbes'un düşüncesinde iyi, "İnsanın kendisini sevmesi ve kendini koruma içgüdüsû'dür. John Locke (1632-1704) felsefesinde, iyi ve kötü kavramlarının karşılığı, haz ve acıdan başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle, ahlâkî iyi ve kötü, bizim isteyerek, özgür olarak yapmış olduğumuz davranışların kanunlarla uyuşup uyuşmamasıdır. David Hume (1711-1776)'da ahlâkî iyinin, ahlâk duygusunun çıkış noktası "Sympathie"dir. Bu sempati kavramı, başkalarının iyiliğine yönelmiş bir duygu ve davranışın genel adıdır. 2. Vazife Ahlâkı Ahlâki sistemler içinde yer alan, önemli bir ahlâk da İmmanuel Kant (1724-1804)'ın geliştirmiş olduğu, "Vazife Ahlâkı” kuramıdır. Kant'a göre, ahlâk yasasının kaynağı bizzat insanın kendisidir. Ahlâkî değerlerin kaynağı ise insan aklıdır. 3. Varoluşçu Ahlâk Varoluşçu felsefede, insanı insan yapan üç temel nitelikten bahsedilebilir. Bu üç nitelik, belirsizlik, özgürlük ve tasarıdır ki, bunların toplamı da huzursuzluğu meydana getirir. Kısacası, ne kadar insansak, o kadar huzursuz ve mutsuzuzdur. Genel bir ahlâk yoktur; çünkü insana bu dünyada yol gösterecek bir işaret yoktur. Hiç bir genel ahlâk, bize yapacağımız şeyi söyleyemez; yapacağımız şeye ancak biz karar verebiliriz. Varoluşçulardan Sartre'a göre insan, kendi başına ne iyidir; ne de kötüdür; ona kötülüğü başkası getirmiştir; insanın başkalarıyla ilişkisi de tam bir başarısızlıktır. ( 2011 FİNAL S: 19 ) Böyle ilişkilerin sözde ahlâk olduğunu savunmak, başlı başına bir yalan, bir ahlâksızlık sayılmalıdır; çünkü ahlâk ilişkileri kurmak başlı başına bir masaldır. Sartre diyor ki: “Ben başkasını nasıl görürsem, o da beni öyle görür”. İnsanlar arasındaki ilişkiler mutlaka aksayan, yozlaşan, özgürlüğü sınırlayan ilişkilerdir. 4. Ahlâksızlık Ahlâkı (immoralizm) Varoluşçuların bu ahlâka karşı kayıtsızlığı beraberinde "Ahlâksızlık Ahlâkı" diye nitelendirilen İmmoralisme'i doğurur. Ahlâksızlık Ahlâkı, toplumca belirlenmiş ahlâk değerlerini değiştirmek isteyen görüşlerin genel adıdır. Bu kavramı ilk defa Nietzsche (Niçe) kullanmıştır; daha sonra onu Guyeau takip eder. Nietzsche'ye göre ahlâk, mevcut olan ahlâk anlayışlarından tamamen farklı ve mevcut anlayışa tamamen zıt değerler üzerine kurulmalıdır. O, ahlâkın, ahlakdışı değerler üzerine kurulmasını ve geçmiş değerlerin yıkılmasını istemektedir. Ona göre ahlâk, güçlü varlıkların ve aydın ruhların nefret ettiği boş bir fetiştir; ahlakı olaylar yoktur; ancak olayların ahlâkî yönleri ve yorumları vardır. Ahlâk, adileştiren, çirkinleştiren, zayıflatan ve sonunda ahlâksızlaştıran bir takım gerçek olmayan değerler bütünüdür. Diğer bir ifadeyle ahlâk, şekil değiştirmiş bir dinden başka bir şey değildir ve ahlâklılığın görünürde öne çıkan birinci şartı da alçaklık ve tembelliktir. 5. Sosyolojik Ahlâk Ahlâk sistemleri içinde " Sosyolojik Ahlâk', " Psikolojik Ahlâk” ve "Biyolojik Ahlâk” gibi daha bazı ahlâk anlayışlarına da yer verilmiştir. Sosyolojik Ahlâk, Auguste Comte (1798-1857)'un temellendirdiği, Emile Durkheim (1858-1917) ve L. Levy Bruhl (1857-..?)’ün geliştirdiği bir ahlâk anlayışıdır. Comte'a göre, ahlâkın temel prensibi, başkaları (toplum) için yasamaktır. Burada başkalarından maksat, aileyi, vatanı ve bütün insanlığı anlamak gerekir. 6. Psikolojik Ahlâk Psikolojik ahlâk teorileri, ahlâkî eylemlerin kaynağı olarak daha ziyade "ruhsal eğilimleri”, dolayısıyla psikolojik kavramları kabul eden görüşlerdir. Esasen çağımızda, ahlâkı psikolojik bir temele dayandıran ve ona psikolojik bir mahiyet kazandıran düşünür, Theodore Ribot (1839-1961) olmuştur. 7. Biyolojik Ahlâk İnsan davranışlarını bedenin bazı fonksiyonlarına bağlayarak açıklamaya çalışan ahlâk anlayışına, genel olarak Biyolojik Ahlâk denilmektedir. Bu ahlâk anlayışının temel dayanağı, insanın yaşam serüvenini anlatan hayat kavramıdır. Sosyal hayatı biyolojik teorilerle anlatan birçok görüşler vardır. Bunlardan ikisi: Bio-Organik Okul ile Darwinist Okul’dur. Biyolojik Ahlâk Okulunun (Evrimci Teorinin) ülkemizdeki temsilcisi ise Akil Muhtar Özden (1877-1949)'dir. |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
ATAUZEM =islam ahlak felsefesi= 7.ünite (özet) | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 0 | 19 Şubat 2015 13:36 |
ATAUZEM =islam ahlak felsefesi= 5.ünite (özet) | EyMeN&TaLhA | Erzurum Atatürk İlitam | 0 | 19 Şubat 2015 13:28 |
Islam ahlak felsefesi | f_kryln | Din Felsefesi | 0 | 01 Kasım 2013 16:40 |
Islam ahlak felsefesi soruları | Medine-web | İslam Ahlak Felsefesi | 0 | 28 Ekim 2013 13:48 |
Islam ahlak felsefesi | f_kryln | İslam Ahlak Felsefesi | 0 | 25 Ekim 2013 16:28 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|