|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi: 07Haziran 2011 (13:56), Konuya Son Cevap : 07Haziran 2011 (13:56). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
07Haziran 2011, 13:56 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Sünnetullah Sünnetullah SÜNNETULLAH (ALLAH’IN DEĞİŞMEZ KANUNLARI) بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحيم سُنَّةَ مَن قَدْ أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِن رُّسُلِنَا وَلاَ تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْوِيلاً “Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki sünnet/kanun (da budur). Bizim sünnetimizde/kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (17/İsrâ, 77) Sünnetullah; Anlam ve Mâhiyeti Allah'ın sünneti, kanunu. Lügatte "yol" mânâsına gelen sünnet, "Allah" adıyla birlikte kullanıldığında, Allah'ın kâinatı idare ederken koyduğu kurallar; Cenâb-ı Allah'ın yaratıkları hakkındaki hüküm ve âdetleri anlamına gelir. Kâinatta meydana gelen olaylar Allah'ın koyduğu birtakım kurallara, kanunlara tâbidir; her şeyde bir sebep-sonuç ilişkisi vardır. Evrenin yaratılışından kıyâmet kopuncaya kadar tabiat olayları bu kanunlara bağlı olarak gerçekleşir. Meselâ, neslin devamı erkek ve dişi canlının birleşmesi sonucunda oluşan döllenme ile sağlanır. Her canlı doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Ateş yakıcıdır; su ise söndürücü. Suyun kaldırma kuvveti; yerin çekim gücü vardır. Yağmurun yağması için suyun buharlaşıp bulut haline gelmesi zorunludur... Kâinatta insanlar tarafından alışılmış ne kadar tabiat kanunu varsa bunların hepsi Allah'ın kâinatı yaratırken koyduğu kurallardır; normal şartlarda değişmez. Ancak, bu İlâhî kanunlar eşyanın zorunlu bir neticesi olmadığından dolayı Allah dilerse insanların alışageldikleri tabiat olaylarının dışında bazı hârikulâde olayları da meydana getirmeye kaadirdir. İkisi kulların te'dib ve salâhı ile ilgili olmak üzere sünnetullah üç kısımdır: 1- Gönderilen peygamberlerin bölgesinde peygamberliklerine dalâlet eden mûcizeleri gördüğü halde inad edip bir türlü inanmayan ve peygamberleri yalanlayan kavimlerin helâk edilmesi sünnetullahtır. Peygamberlerin doğruluklarına dalâlet eden beyyine ve mûcizelerini gördükten sonra halkın bir kısmı onlara inanırlar. İman edenlerden sonra geriye ıslahı mümkün olmayan kalpleri katılaşmış, inatçı, bozguncu ve şerli insanlar kalır. İşte o zaman onlara helâk âyetleri gösterilir. Her zaman peygamberlerini yalanlayan inatçı, zâlim kimse ve milletleri Allah Teâlâ cezalandırmak için helâk etmiştir. Kur'ân'da da anlatılan sünnetullah ve sünnetül-evvelin'in ifâde ettiği mânâ budur. "Çünkü onlar yeryüzünde büyüklenmek, fena ve hileli tuzaklar kurmak istiyorlar. Halbuki kötü düzen ona ehil olandan başkasını sormaz. Onlar, daha evvelki ümmetler hakkında cârî olan sünnetinden/kanundan başkasını mı bekliyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde/kanununda asla bir değişiklik bulamazsın, sen Allah'ın sünnetinde/kanununda asla bir döneklik de bulamazsın" (35/Fâtır, 43). Hz. Peygamber (s.a.s.) de Allah'ın bu sünneti hakkında "Ümmetler peygamberleri yalanladıkları ve emrine âsî oldukları zaman, Allah onları helâk etmek sûretiyle peygamberlerinin gözünü aydınlatıp memnun eder" (Müslim, Fadâil 81) buyurmuştur. 2- "Allah, kendilerindeki güzel şeyleri (ahlâkı) bozup değiştirmedikçe bir kavme verdiği şeyleri (nimetleri) değiştirip almaz (Güzel ahlâkını bozması sebebiyle) bir kavme fenalık dileyince, artık onun reddine bir çare yoktur. Onlar için Allah'tan başka hiç bir velî ve yardımcı da yoktur" (13/er-Ra'd, 11) âyetinin hükmü gereği İlâhî sünnet ve âdeti şöyle ifâde etmek mümkündür: Allah Teâlâ bir topluma iman, güzel ahlâk, amel ve sa'y ü gayret gibi nefislerindeki kemâlât sebebiyle verdiği nimetlerin değiştirilip alınmasını, yine ahlâksızlık, küfür, gayretsizlik ve ciddiyetsizlik gibi kötü halleri kazanmasına bağlamıştır "el-Hükmü lil-ekser". Bir millet hakkında Allah'ın hükmü çoğunluğun iyi veya kötü olmasına bağlıdır. İyiler çoğunlukta olursa, iyilik, âfiyet ve diğer güzel haller husûle gelir; kötüler çoğunlukta olursa, fitne, musibet, düşman tasallutu ve hezimetler gibi fenalıklar meydana gelir ve pek çok nimet elden gider. Göz göre göre pek çok fırsatlar kaçırılır. Yarıdan az iyilerin bulunması yetmez. Kurunun yanı sıra yaş da yanar. İman, amel, ahlâk gibi nefislerindeki kemâlâta bağlı olmadan bazı toplumlara verilip alınan nimetler, bu konunun dışındadır. 3. Yüce Allah, atomlardan yıldız, gezegen ve göklerin durum ve hareketlerine kadar birtakım kanunlar koymuştur: "Böylece onları yedi gök olarak iki günde (devirde) var etti ve her göğe içini (kanununu) emretti (yerleştirdi)..." (43/Fussilet, 12). Bu kanunlar, eşya ve olaylar arasındaki sâbit nisbetlerdir. İlmî çalışmaları esnâsında, insanlar, bunların bir kısmını gözlemleyerek formüle etmeğe muvaffak olmuşlardır. Bunlara ilimde, değişmez münasebetler denir. Fizik, Kimya ve Biyoloji kanunları gibi. Bu kanunlar, zorunlu olmayıp mümkün ve hâdistirler; kıyâmete kadar değişmezler. Meselâ, Allah Teâlâ, dünyada canlıları yaratmış, sonra bunları tekrar tekrar yaratmayı (canlıların cinslerinin devamını) tohum hücrelerine bağlamıştır. Her canlı cinsinin tohumundan o canlı cinsine ait ferdler vücuda getirilir. Buğdaydan buğday biter, arpa bitmez. Koyundan koyun doğar, kurt doğmaz. Fakat her canlı cinsinin tohum hücrelerine o canlının planını koyan ve bundan canlıyı yaratan Allah'tır. Tabiat kanunları (eşya hakkındaki sünnetullah) eşyanın özünden gelen ne bir emir, ne de müstakil olan bir kuvvettir. Çünkü atomlar ve bunlardan meydana gelen eşya ve canlıların vücudunda malzeme olarak kullanılan elementler; cansız, şuursuz, akılsız, âtıl ve dağılıp saçılan şeylerdir (16/Nahl, 20-21). Eşya üzerindeki bu kanunların değişmezliği kendi zatlarından gelmeyip bunları yaratıp koyan böyle istediği için bir müddet sâbittirler. Bunlar, Allah'ın irâdesi ve emri altındadırlar. Allah dilerse, bunları değiştirir, yerine başkalarını koyar. Nasıl ki bir otomobilin yapılış ve işleyişi akıllı bir yapıcıya muhtaçsa; kâinatın düzenli işleyiş ve hareketleri de şuurlu ve bilgili bir yaratıcıya muhtaçtır. Otomobilin yapıcısı isterse, onun hızını artırmak gibi işleyiş tarzında değişikliği yapabilir veya onun hızını durdurabilir. Kâinata işleyiş düzenini veren zat da isterse onun bu düzenini değiştirebilir ve tekrar da ona eski nizamını verebilir. Allah Teâlâ'nın yarattığı her şey mümkündür. Mümkün; varlığı ve yokluğu zâtının muktezâsı (özünün gereği) olmayan, varlığı da yokluğu da eşit bulunan, var olması ve devam etmesi için mutlaka bir sebep ve yaratıcıya muhtaç olan şey, kanun ve olaydır. Mümkün, şöyle de tarif edilebilir: Akılda, öznesi ile yüklemi arasında çelişiklik bulunmayan bir fikir ve tasavvurdur ki, hâriçte buna tekabül edecek varlığı için mutlaka bir sebep ve yaratıcıya muhtaç olur. Bu yaratıcı da varlığı mümkün olmayıp vâcib bizâtihî (zâtından dolayı zorunlu) olan ve varlığında hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'tır. Mümkinler hâriçte var olmaları itibariyle ikiye ayrılır: 1- Âdi Mümkin: Allah'ın tabiata koyduğu kanunlar (sünnetullah) gereğince vukua gelen eşya ve olaylardır. Bunlar, tabiata konulmuş vesile, sebep ve kanunlar muvâcehesince vukua gelirler. Yer çekimine bağlı olarak taşın düşmesi, koyundan arslanın doğmaması gibi. Bunlara tabiî veya tecrübî imkân ile mümkindir, denir. 2- Gayr-i Âdi Mümkin: Tabiat kanunlarına (Allah'ın normal eşya ve olaylardaki sünnetine) aykırı olarak nâdiren vukua gelen mümkinlerdir. Mûcize ve kerâmetler gibi. Her mümkin olân şeyi -ne kadar büyük, yapılışı ince ve kompleks de olsa- Allah Teâla yaratmaya kadirdir. Yüce Allah, gönderdiği peygamberlerinin elinde -onların elçileri olduğuna delâlet etmek üzere- tabiata koyduğu kanunlarını bir an için değiştirerek alâmetler (mûcizeler) de yaratmıştır. Bütün bunların dışında Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Allah'ın birçok sünneti zikredilmiştir. "Onun yanında her şey bir ölçü iledir" (13/Ra'd, 8); "Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez" (13/Ra'd, 11); "Senden önce hiç bir insana ebedî hayat vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar? Her nefis ölümü tadacaktır... Ve sonunda Bize döndürüleceksiniz" (21/Enbiyâ, 34, 35); "Senden önce de şehirler halkından yalnız kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka elçi göndermedik" (12/Yûsuf, 109); "Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir yörüngede yüzmektedirler" (36/Yâsin, 40); Kullarım sana Benden sorarlarsa, Ben onlara yakınım. Duâ eden Bana duâ ettiği zaman onun duâsına karşılık veririm" (2/Bakara, 186); "Tevbe edip durumlarını düzeltenleri, gerçeği açıklayanları bağışlarım; çünkü Ben tevbeyi çok kabul edenim, çok merhamet edenim" (2/Bakara, 160); "Siz şükreder, inanırsanız Allah size azâb edip ne yapacak! Allah şükrün karşılığını veren, (her şeyi) bilendir" (4/Nisâ, 147); "Yoksa siz sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki; nihâyet Peygamber ve onunla birlikte inananlar Allah'ın yardımı ne zaman? diyecek olmuşlardı. İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır" (2/Bakara, 214); "Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azâb edecek değiliz" (17/İsrâ, 11); "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı; sonra ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulamazlardı. Bu, Allah'ın öteden beri süregelen sünnetidir/yasasıdır; Allah'ın sünnetinde/yasasında bir değişiklik bulamazsın" (48/Fetih, 22, 23). Bunların dışında Kur'ân-ı Kerim'in bir çok yerinde Allah'ın daha başka İlâhî kanunları haber verilmektedir. Orucun, namazın, cihadın sadece Hz. Muhammed ümmetine değil daha önceki ümmetlere de farz kılınan ibâdetler olduğu (2/Bakara, 83, 183, 246); cihada çıkmayan bir toplumun yerine başka bir topluluğu getireceği (9/Tevbe, 39); eğer inandığını iddia edenler Peygamber’e yardım etmezse Allah'ın ona (peygamberine) yardım edeceği (9/Tevbe, 40) Allah'ın değişmeyen kurallarıdır. (1) "Andolsun eğer kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, her milletten daha çok doğru yolda olacaklar" diye, yeminlerinin bütün gücüyle Allah'a yemin ettiler. Fakat kendilerine uyarıcı gelince, onlara Hak'tan uzaklaşmaktan başka bir katkı sağlamadı. Yeryüzünde büyüklük taslama(larını) ve kötü tuzak(lar) kurma(larını artırdı.) Kötü tuzak, ancak sahibine dolanır. Onlar öncekilerin sünnetinden/yasasından başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın sünnetinde/yasasında bir değişme bulamazsın; Allah’ın sünneti/yasasında bir sapma bulamazsın.” (35/Fâtır, 42-43) Bu âyetlerde, daha önce, bir peygamber geldiği takdirde kendilerinin, her milletten daha doğru yolda olacaklarına var güçleriyle yemîn eden müşrik Arapların, Peygamber gelince ona şiddetle karşı çıktıkları; sûikastler düzenledikleri; yaptıkları bu kötülükler yüzünden daha önceki sapık ulusların yoluna girdikleri; onların başlarına gelmiş olan belâlara benzer belâların bunların başlarına da gelebileceği anlatılmakta ve Allah'ın sünnetinin değişmeyeceği, onda sapma olmayacağı vurgulanmakta, böylece Peygamber'in yoluna uymayanlar uyarılmaktadır. Sünnet; âdet, yol, yöntem, gelenek, yasa anlamlarına gelir. Peygamber'in sünneti, yaşam tarzı, Kur'ân'ın buyruğundan ayrı olarak yaptığı dinî nitelikteki eylemleridir. Sünnet sözcüğünün çoğulu sünendir. Sünnet kelimesinin kökü olan snn maddesinden birçok sözcük türetilmiştir: Sinn diş, çoğulu esnândır. Aynı zamanda sinn yaş anlamına gelir. Senûn bir ilâçtır. Senn demiri sivriltmek, bilemek; misenn bileği; sinân mızrağın başına takılan sivri demirdir (Râğıb, Müfredat). “Neredeyse seni yurdundan çıkarmak için tedirgin edeceklerdi. O takdirde kendileri de senin ardından pek az kalabilirler. Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin de sünneti/yasası (budur). Bizim sünnetimizde/yasamızda bir sapma bulamazsın.” (17/İsrâ, 76-77). Bu âyetlerde de Peygamber'i yurdundan çıkarmak için tedirgin eden müşriklere, kendilerinin de onun ardından orada fazla kalamayacakları, Allah'ın geçmiş uluslara uygulayageldiği yasa uyarınca peygamberlerini yurdundan çıkarmış olan hiçbir ulusun cezasız kalmadığı; Allah'ın sünnetinin/yasasının değişmeyeceği vurgulanmaktadır. Müşrikler Peygamber'i tedirgin edip Mekke'den çıkarmağa çalışıyorlar, böylece sesinin kesileceğini, sözlerini dinleyen kimse bulamayacağını sanıyorlardı. İşte İsrâ sûresi 76-77. âyetlerde Peygamber (s.a.s.) teselli edilerek kendisini yurdundan çıkarmak için tedirgin edenlerin, kendisinden sonra orada fazla kalamayacakları, peygamberi çıkarmalarının cezası olarak azâba uğrayacakları bildirilmektedir. Daha önceki milletlerde de hep böyle olmuş, peygamberlerini yurtlarından çıkaranlar cezalandırılmışlardır. Gerçekten bir zaman sonra Peygamber (s.a.s.) aralarından çıkıp gitmiş, ardından onlar da fazla kalmamış, Peygamber'in ordusuyla savaşmak için yurtlarından çıkmışlar, fakat çoğu bir daha geri dönememiş, Bedir'de can vermişlerdir. “Kendilerinden öncekilerin âdeti (inkârcıların mahvedileceği kuralı) geçtiği halde yine de ona inanmazlar” (15/Hıcr, 13). “Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah'ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan sünneti/yasası budur, işte o zaman kâfirler ziyana uğramışlardır.” (40/Mü'min, 85). “İnkâr edenlere söyle: ‘Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki (günâhları) kendilerine bağışlanır; yok yine (eski hallerine) dönerlerse, öncekilerin (başlarına gelen Allah) sünneti/kanunu geçmiştir (bunların da başına gelecektir. Onu beklesinler).” (8/Enfâl, 38). “Kendilerine hidâyet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin/yasasının kendilerine de gelmesi(ni), yahut azâbın açıkça karşılarına gelmesi(ni beklemeleri)dir” (18/Kehf, 55). “Sizden önce de sünnetler/yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcıların sonunun nasıl olduğunu görün." (3/Âl-i İmrân, 137) "Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dön(üp kaç)arlardı, sonra ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulabilirlerdi. Bu, Allah'ın ötedenberi süregelen sünnetidir/yasasıdır. Allah'ın sünnetinde/yasasında bir değişme bulamazsın.” (48/Fetih, 22-23) âyetlerinde de anlatılan budur. Nisâ Sûresi'nde evlenilmesi haram ve helâl olan kadınlar belirtildikten sonra; “Allah size (helâl ve haram olanı) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin sünnetine/yasalarına iletmek ve günâhlarınızı bağışlamak istiyor. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” (4/Nisâ, 26) buyurulmaktadır. Bu âyetten, açıklanan bu hükümlerin, önceki peygamberlerin yasası olduğu ve Allah'ın, Müslümanları onların yasalarına götürmek istediği anlaşılmaktadır. Bu âyette geçen sünen sünnet’in çoğuludur. Sünnet; usûl, yöntem, âdet demektir. Bundan önceki âyetlerde, sünnet, tarihî süreç içinde toplumlara uygulanan sosyolojik yasalar; burada ise, önceki peygamberlerin şerîat kuralları anlamında kullanılmıştır. Daha genel bir deyimle sünnet, Allah'ın koyduğu toplumsal yasalar, toplumları yönetme yöntemidir (2) Sünnetullah: Sünnetullah bir isim tamlamasıdır. Allah tamlanan, sünnet tamlayandır. Allah'ın sünneti demektir. Bu kavramla neyin kastedildiğini anlamamız, "sünnet" kelimesini bilmeye bağlıdır. Sünnet, "Senne" kökünden gelir. Çoğulu Sünen'dir. Dosdoğru yol, uyulan örnek, âdet mânâlarında kullanılır (İbn Manzûr, a.g.e., "sünn" md., II, 222-223; Pahruddîn er-Râzî, Tefsîru'l-Kebir, -Tahran, ts-, IX. 11; Ateş, a.g.e., 11, 113; Reşid Rızâ, Tefsûru’l-Menâr, IV, 115). Fahruddin Râzi (ö. 606/1209) bu kelimenin "suyu peşi peşine dökmek" anlamında söylenen "suyu döktü" fiilinden türetildiğini söyler. Araplar, dosdoğru olan yolu, dökülen ve devamlı olan suya benzetmiştir. Çünkü su devamlı aktığı zaman, tek parça gibi olur (Tefsiru’l Kebir, IX, 11). Aynı fikri M. Reşid Rıza (ö. 1935) da benimser (Tefsûru’l-Menâr, IV, 115). (Ömer Özsoy, Sünnetullah) Âdetullah; Anlam ve Mâhiyeti Allah'ın kanunu, sünneti. Âdet, geri dönmek mânâsına olan avd'den isimdir. Aslı avdettir. Aynı zamanda âdet; isti'mâlin eş anlamlısıdır. Âdet, Kur’ân-ı Kerim'de "Sünnet" lâfzı ile teblîğ buyurulmuş ve müfessirler tarafından düstûr, kanun diye izah edilmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in Ahzâb, Fâtır, Fetih gibi birçok sûrelerinde âdet, hep sünnet lâfzıyla tâbir buyurulup, bütün bunlarda Allah'ın âdetlerinden, kanunlarından sözedilmiş ve âdetullah'ın değişmesinin mümkün olmadığı bildirilmiştir. Âdetullah ile ilgili âyetlerin çoğunda, bilhassa geçmiş ümmetlerin müşriklerine, dünyevî ve uhrevî ceza tayininde cârî bulunan İlâhî kanun tebliğ edilmiştir (bk. 8/Enfâl, 38; 17/İsrâ, 76-77; 35/Fâtır, 42-43). Âdet; selim tabiatlarda makbul olup, devamlı yapılan işlerde insanların içinde istikrar bulmuş hususlardan ibârettir. Âdet üç çeşittir: Genel örf âdetleri (ayak basma gibi.) Özel örf; (her grubun terimleri. Nahiv'de ref' kelimesi gibi.) (Şer'î örf, salât, zekât ve hac gibi. Bunlarda lügat mânâsının yerine şer'i mânâlar kullanılır) (et-Tehânevî, Keşşâf-u Istılâhâti'l-Fünûn, İstanbul 1984, II, 958) İlâhî âdetler, kevnî ve İlâhî sünnetlerdir. Tabiat kanunları âdetullahtır. Kevnî sünnetler, Allah'ın genel hikmeti gereği değişmez (48/Fetih, 23). Şu kadar ki bazı kere özel tercih hikmeti gereği Cenâb-ı Allah sebebi veya tesiri yok eder. Sebepsiz veya alışılmamış sebeplerle müsebbibâtı yaratır; böylece âdât-ı İlâhîyye hâricinde hârikulâde olaylar yaratır. Kevnî sünnetlerin veya tabiat kanunlarının koyucusu olan mutlak yaratıcı, hârikulâdeye has olan birtakım kanunlar koymaktadır. İşte o kanunlara göre, bazen insanlar aracılığıyla birtakım hârikulâde olaylar meydana gelebilir. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim'de âdetullah'ı ve hikmetlerini zikrederek Müslümanlara, daha önce bilmedikleri birçok şeyin varlığını bildirdi ve kendisinin yaratıklar üzerinde kanunları olduğunu haber verdi. Bu gerçekten hareketle, bu sünnetleri bir ibret ve nasihat olmak üzere en güzel bir şekilde "Allah'ın Sünnetleri İlmi" diye bir ilim dalında toplayıp incelemek mümkündür. Bilindiği üzere Allahü Teâlâ, bazı âyetlerde kanunlarını açıkça göstermiştir. Bazan sebebi bir âyette, onun sonucunu da diğer bir âyette zikretmiştir. O, geçmiş milletlerin haberlerini zikrederken genellikle âdetini zımnen göstermiştir. Âdetullah'ı izah eden âyetlerden bazısı şunlardır: "Biz bir Rasûl göndermedikçe, hiçbir kimseye azap edecek değiliz." (17/İsrâ, 15) "Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar kendilerinin (iyi) hâlini (fenalığa) çevirmedikçe bozmaz." (13/Ra'd, 11) Bunlardan başka, Allah'ın, peygamberlerini fertlere değil toplumlara gönderdiğini (11/Hûd, 25), cihada icâbet etmeyen bir kavmin yerine başka bir kavmi getireceğini (9/Tevbe, 38-39), servetin sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmaması için zekât ve sadakaların yanı sıra, ganimetlerden fakirlere daha fazla pay verilmesini (59/Haşr, 7) belirten âyetler âdetullah'ı ifâde eden hükümlerdir. (3) Ahmed Kalkan, Kavram Tefsiri'nden |
Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Aile Edep demekti | Şiirler ve Şairler | YaŞuHa | 2 | 2287 | 04 Mayıs 2014 21:47 |
Kardeşimize dua lütfen | Dua Bölümü | MusabBinumeyr | 4 | 2563 | 04 Aralık 2013 19:38 |
Kilonuz mu Var? Sorun Değil Artık/Medineweb | Diyet | gün ışığı | 4 | 2999 | 27 Kasım 2013 21:45 |
Üzüm çekirdeği mucizesi | Tıbb-ı Nebevi ve Alternatif Tıp Bilgileri | YaŞuHa | 2 | 2491 | 27 Kasım 2013 21:34 |
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 7 | 3352 | 26 Kasım 2013 20:23 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
KUR’AN İLE DEĞİŞMEK VE SÜNNETULLAH | FECR | Muhtelif Konular | 0 | 22 Mayıs 2019 17:55 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|