Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Muhtelif Konular

Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi:  23Haziran 2011 (20:17), Konuya Son Cevap : 23Haziran 2011 (20:17). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 23Haziran 2011, 20:17   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:30
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Vahİy iŞiĞinda toplum ve genÇlİk

Vahİy iŞiĞinda toplum ve genÇlİk

Vahİy iŞiĞinda toplum ve genÇlİk
Rahman ve Rahim olan Allah''ın adıyla…

İçinde yaşadığımız toplum tanımı çok zor bir toplum. Her türlü anlayışın, düşüncenin, farklılığın, uç yaklaşımların nüksettiği, hayat bulduğu, itibar gördüğü, bir yönüyle çok kozmopolit, diğer yönüyle çok mozaik bir toplum içerisinde yaşıyoruz. Ama görebildiğim kadarıyla sizin sorunuzu birkaç başlık altında değerlendirmemiz lazım. Toplumun yapısını gözlemlerken, hafızasızlık ve iradesizlik hastalığı ortaya çıkıyor.

Bu toplumun kökleri ve değerleriyle ilgili bağları, özellikle Cumhuriyet Dönemi ile birlikte ciddi anlamda tahrif edilmiştir. Harf inkılâbından sonra bir anlamda bu inkılâpla birlikte hafızasını da kaybeden bir topluma dönüşmüştür. Haliyle bu topluma zorla giydirilen bir kimlik-tabi biz buna deli gömleği de diyebiliriz- oluşmuştur. Bu durum toplumu uzun süredir ne olduğunu, kim olduğunu fark edememe, belirsizlikler içerisinde bocalama ve sonuçta yönsüzlük dediğimiz bir girdaba doğru sürüklemiştir. Ben buna toplumun hafızasızlığı diyorum. Tabi hafızasını kaybeden bir toplum hemen akabinde irade ortaya koyamama, neyi talep edeceğini, hangi davayı savunacağını, hangi değerler için mücadele edeceğini bilememe gibi bir sıkıntıya maruz kalır hale gelmiştir. Bir toplumun toplum olabilmesi için ortak ideallerin bir araya gelmesi lazım. Yoksa toplum olmaktan çıkar, topluluk olur. Yani sıradan kitle ve kalabalıklara dönüşür. Toplumun bu anlamda biraz daha örgütlü olması, hedeflerinin olması, ideallerinin olması gerekiyor.

Yani bu anlamda içinde yaşadığımız halk kitlesine ne kadar toplum diyebiliriz? Doğrusu bu da biraz tartışma konusu. Bu toplumda topluluk ve kitle özelliği biraz daha fazla ortaya çıkıyor. Yani başta da belirttiğimiz gibi ilk etapta hafızasızlık, ikinci etapta iradesizlik var. Bunun açılımında toplumun şu zaaflarını da tespit edebiliriz. Görebildiğim kadarıyla toplumda ciddi bir duyarsızlık kendini gösteriyor. Yani olup biten şeylere tepki vermemek, dert edinmemek -ki biz buna tepkisizlik eylemsizlikte diyoruz- had safhada. Yine bu toplumda şöyle bir yozlaşmanın da hızla yaygınlaştığını görüyorum. Değersizleştirilmiş bir toplum var. Değerlerinden kopan, öze dönüşten uzaklaşıp kendine yabancılaşma sürecini hızlandıran bir değersizleşme… Özellikle müt’aal değerlerin rabbani değerlerden kopup, önce batı dünyasının sunduğu değerlere ilgi duyup, fakat şimdi hiçbir değerle kendini tanımlayamayan bir değersizleşmeyle karşılaşıyoruz. Bu anlamda toplumun bir çürümeye ve çözülmeye doğru gittiğini görüyorum. Tabi buna bağlı olarak gayesizlik, hedefsizlik dediğimiz bir sıkıntıyla karşı karşıya kalıyoruz. Yani toplumun içine girdiğimiz zaman çok basit gündemlerle, seviyesiz konularla, insanların kendilerini tükettiklerini çok rahat bir şekilde görebilirsiniz.

İşte bu da bu toplumun hedefsizliğini gösterir. Yani lakayt bir toplum, ilgisiz bir toplum, neyi önceleyeceğini bilmeyen bir toplum ve bunların verdiği sıkıntıları görüyoruz. Bu toplumda gözlemlediğim diğer bir sorun dünyevileşmedir. Yani seküler bir hayatın gittikçe kabul görmesi, hatta bunun bazı İslami ritüellerle, bazı argümanlarla meşrulaştırma zaafında görüyoruz.

Bir diğer sıkıntıda toplum içerisinde hızla yayılan bireyselleşmedir. Bu durum sınırları ortaya konulmamış, çerçevesi belirlenmemiş bir özgürlük anlayışıyla ortaya çıkıyor. Bu da toplumsal sorunlara bigane kalıp içine kapanmayı ve aldırışsız bir kimliğe bürünmeyi beraberinde getiriyor. Bunun sonucunda da bireyselleşme, toplumda ciddi bir bencilleşme ve cimrileşme hastalığına dönüşüyor. Yani kendi hırsını, ihtiraslarını, kaprislerini öne çıkaran, çevresiyle ilgilenmeyen, toplumun derdi ile dertlenmeyen, olup biten zulüm ve zillet karşısında hiçbir olumlu tepki vermeyen, sıradanlaşan, nötrleşen ya da nesneleşen bir topluma dönüşüyor. Özelliğini kaybetmiş, kendini farklı kılan değerlerden kopmuş, güdülmeye, sömürülmeye hazır bir ruh hali ile statükonun sürüklediği istikamete itirazsız bir şekilde teslimiyet gösteren bir toplumla karşı karşıya kalıyoruz. Bunun nedenlerinden biri de eğitimsizliktir. Ciddi bir İslami eğitimden geçmeyen toplum; cehaletin kıskacında, cahiliyenin kuşatması altında değerlerinden kopmaya başlıyor.

Bir diğer önemli sorun da toplumun fakirleştirilmesi ve yozlaştırılmasıdır. Hz. Peygamber''in () bu konudaki tespiti çok önemlidir. "Fakirlik nerdeyse küfür olacaktı." Bireylerin imanlarında zafiyet varsa, yoksulluk karşısında sınavını veremeyen, panikleyen ve ekonomik noktadaki problemleri önceleyen ve dolayısı ile bunu da çözemediği zaman helal ve haram noktalarını çiğneyerek isyana ve helaka doğru sürüklenen bir görüntü ortaya çıkıyor. Bu değersizliğin ve duyarsızlığın temelinde eğitimsizlik nedenini görüyoruz. Eğitim olmayınca toplumsal bilinçte köreliyor. Bilinçsizlik marazı arız oluyor. Bunun neticesinde de belirleyen değil belirlenen bir toplum, sürükleyen değil sürüklenen bir toplum, şahid olan değil sömürüye teşne olan bir toplum karşımıza çıkıyor.

Eğitimden bahsetmişken var olan sistem, eğitim sistemi değil biliyoruz ki öğütüm sistemi. Çocuk sahibi olan aileler bu öğütüm sistemi karşısında nasıl direnecekler? Özel Eğitim Kurumlarına çocuklarını göndermek isteseler de bu defada bütçelerini aşan ücret sistemi var. Ya da son tercih hicret etmek olacak. Bu bağlamda eğitim konusundaki sorunlarımızı nasıl aşacağız?

Önce vakayı doğru tespit etmek lazım. Yani hastalıkları doğru teşhis etmeden uygulanacak reçete ve tedavi yöntemi sonuç vermeyecektir. Az önce ifade ettiğimiz gibi bu toplumun bireyselleşme hastalığı, dünyevîleşme hastalığı ve değersizleşme hastalığı var. Buna karşı ne yapmak lazım? Bu toplumun önce yaratılış amacına uygun tevhidî bilinci yakalayabilmesi için gerçek İslam''la yüzleşmesi gerekiyor. Bu sorumluluğu yerine getirecek Müslüman eğitimciler, Müslüman davetçiler, İslami sorumluluğu olan âlimler, aydınlar, kanaat önderlerinin toplumu İslami yönde dönüştürme noktasında ciddi projeler üzerinde durmaları gerekiyor. Biz buna sivil eğitimde diyebiliriz. Yani bu durum kendiliğinden gelişen, toplumun bağlarından çıkan ve bu konuya vakıf olan, bu işin ızdırabını çeken Müslümanların, olaydan ızdırap duyarak çözüm üretme noktasında ellerini taşın altına sokmalarıdır.

Tevhidî bilgilenme ve bilinçlenme sürecinden geçen insanlar bu defa toplumsal sorumluluklarını idrak edeceklerdir. Yani cemaat ruhu ve bilinci ile yaşamak gerekmektedir. Kitlelerin; öncelikle örgütlü, organizeli, bilinçli bir toplum olma ruhunu kazanmaları lazım. Neden bunu ifade ediyorum derseniz, batı üzerinden gelen şu anlayış ciddi şekilde bu toplumu yozlaştırıyor. Batıdaki son anlayış şudur: Özgürlükçü ve bireyci insan modeli üzerinde duruyorlar. Doğu toplumlarının temel karakteristik özelliği de şudur:

Toplumcu ve teslimiyetçi bir çizgi. Yani cemaat ve teslimiyet içerisindeler. Batı üzerinden gelen özgürlükçü ve bireyci anlayışla toplumcu ve teslimiyetçi çizginin çatışması toplumun içerisinde yaşanıyor. Ve gittikçe toplumcu dediğimiz cemaat ve teslimiyetçi dediğimiz anlayış erimeye ve aşınmaya başlıyor. Artık böyle cemaat ve kardeşlik vurgusu, ümmet teması çoğu insanlara cazip gelmiyor. Bu ciddi bir handikaptır. Bizim bu noktada şuna dikkat etmemiz lazım. Gelenekten gelen toplumcu ve teslimiyetçi anlayışı da ıslah etmemiz gerekiyor. Yani cemaat anlayışını, teslimiyetçi itaat anlayışını yeniden tashih ederek bugünün vakasına uygun yeni bir tanımla sunmak gerekiyor. O zaman insanları bireyciliğin ve sınırları belli olmayan özgürlükçü anlayışın tuzağından kurtarabilme şansımız olacaktır. Benim görebildiğim kadarıyla ilk sorunuzda verdiğimiz cevapta ortaya koyduğumuz tablo bizi karamsarlığa itmemelidir. Yani bu topluma gerçek İslam gelmişte buna rağmen böyle bir şeyi tercih etmiş değil. Mahrum kaldığı için, itildiği için ve bu anlamda gerçek İslam''la arasına engeller konulduğu için bu konumdadır.

Bu sorunlara karşı sunabileceğiniz çözüm önerileri nelerdir?

Çözüm noktasında ilk yapılacak şey, zihinlerdeki çarpık İslami anlayışın silinmesi için gerçek bir İslami anlayışın sunulmasıdır. İşte burada zor bir durumla karşılaşıyoruz. Yani zihinlerde ve kabullerde çarpık bir İslami anlayış olduğu için gerçek İslam''a yer bulmaya zorlanıyoruz. Eğer zihinlerde İslam adına hiçbir ön bilgi, bir şartlanma olmasa belki gerçek İslam daha fazla hayat bulacak. Bu açıdan gerçek İslam''ı sunarken bunun önündeki çarpık anlayışların giderilmesi için de çok hikmetli bir dil kullanmamız gerekiyor. Bu çok dikkat edilmesi gereken bir husustur. Ve bu çerçevede özellikle çözüm önerileri noktasında cemaat ruhuna vurgu yapmalı, kardeşlik bilincine özellikle dikkat çekmeliyiz. Toplumdaki kimliksizlik krizinin yerini üst kimlik olarak İslam kimliğine terk etmesi gereklidir. Ama öncelikle toplumun bu kimliğe razı olması lazımdır. Çünkü ulusçu, mezhepçi, etnik, sınıfsal, mesleki, ideolojik, politik, ekonomik kimliklerden asli kimliğe, ön kimliklerden kurtulup öz kimliğe geçiş yapabilmeleri için çok ciddi bir gayret sarf etmek lazım.

Peki, bunu nasıl başaracağız? Öze dönüş hareketini nasıl başlatacağız?

Kur''an ve sünnetin potasında eğitimini almış, disipline olmuş bir toplum ile bunun üstesinden gelebiliriz. Vahşi kapitalizmin tüketim çılgınlığından bu toplumun elinden tutup, sünnete dayalı sade bir yaşama ikna etmemiz gerekli. Çünkü bu toplumun şu anda öncelikleri farklı, hassasiyetleri farklı ve duyarlılıkları farklıdır. Buna müdahale etmek gerekiyor. Önceliğimiz ne olmalıdır? Öne dünyevi öncelikler çıkıyor ve olayın uhrevi boyutu atlanıyor. Allah Resulü''nün Mekke döneminde cahiliye toplumuna en çok vurgu yaptığı konu, kıyamet ve ahiret konusudur. Tevhid, kıyamet ve ahiret. Bu toplumda da sorunu çözebilmek için öncelikle Tevhid, kıyamet ve ahiret vurgusunun çok sıklıkla yapılması gerekiyor. El attığımız her şeye uhrevi bir boyut yüklenmesi lazım. Yoksa dünyevî dediğimiz pozitizmin ve rasyonalizmin etkisi ile her şeye akılcı, dünyacı, çıkarcı, fırsatçı bakmak, insanları bloke ediyor.

Dünyevileşme toplumun idrakini ve algısını dondurmaya başlıyor. İşte bunu aşabilmek için özellikle uhrevi boyutu öne çıkarmak yani ölümü gündemleştirmemiz gerekiyor. Çünkü bu toplum ölümden çok hep bu tarafını düşünür hale geldi. Ölüm ötesi gerçekleriyle yüzleşmek istemiyor. Gündeme ölüm alındığı zaman insanda aranan denge gerçekleşecek ve bunun ürkütücü bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Birey hesap günü endişesi ve düşüncesiyle adımını atarken düşünerek atacaktır. O insanın azgınlık ve taşkınlık ile isyana gitmesi bu şekilde önlenmiş olacaktır. Bununla ilgili aslında daha kapsamlı programlar gerekiyor. Ama sizinde ifade ettiğiniz o formel dediğimiz resmi eğitim alanları zaten insanların iflas etmesi noktasında uğraş gösteriyor. Zihinleri çelme noktasında -ben buna büyülemede diyorum- büyük bir sihir devreye giriyor.

Bu büyüyü bozacak olan nedir?

Toplum şu an resmi ideoloji tarafından büyülenmiştir. Toplum medya üzerinden, okuma üzerinden, sokak üzerinden büyüleniyor. İşte bu büyüyü bozacak âsay-ı Musa''ya ihtiyacımız var. Yani "Firavun zamanındaki sihirbazların büyüsünü bozan nedir?" dediğimizde "Musa''nın asası" olarak yanıt veririz. Bugün bu büyüyü bozacak olan da Allah''ın kitabı Kur''an-ı Kerimdir. Yani vahyi ne kadar idrak edersek ve vahyi ne kadar gündemleştirirsek, âsay-ı Musa''dan çok daha etkili bir şekilde bugünün büyüsünü bozarız. Ama bunun içinde vahiyle kimliklerini netleştirmiş, sahihleştirmiş hanif ve halis müminlerin misyonlarını sürdürmeleri ve tamamlamaları gerekiyor.


On iki yıllık resmi ideolojinin eğitimiyle öğütülmüş gençlerin önüne bir de değişimi engelleyen (icad edilmiş bir din) getirildiğinde haklı olarak rabbani yörüngeye girmiyorlar. Bu bağlamda gençlerdeki hastalıklardan bahseder misiniz?

Gençlerin hepsini aynı çerçeveye oturtup toptancı bir yaklaşıma gitmemiz pek doğru değil. Ama genelden hareketle olayı değerlendirmeliyiz. Gençler bugün tepkili. Gençler aileye tepkili, topluma tepkili, sisteme tepkili, çağa tepkili... Hatta daha da ilerisi kendisiyle de barışık değil. Gençlik kendisine de tepkili. Gençlik kendi içinde de savaş veriyor. Yani kendi ruhuyla da barışık olmayan, bir gençlikle karşılaşıyoruz. Hem kontrol edilemiyor, hem tatmin edilemiyor, hem de ikna edilemiyor. Gençliğin adeta zincirlerinden kopmuş, hiçbir kaide, kural, ölçü, değer, kutsal tanımaz hali var. Bu gençlik bu sistemin semeresi ve günahıdır. Yani cumhuriyet nasıl Osmanlı''nın günahı ise bu gençlik de cumhuriyetin günahıdır. Bu günahın sonucunu hep birlikte yaşıyoruz. Bunu ifade ederken gençliğin üzerini çizelim gibi bir niyetimiz yok. Nihayetinde bu gençlik bizim imtihan alanımızdır. Dolayısı ile burada da olayı iyi teşhis etmeliyiz. Yani bugünkü gençlik etkin değil edilgen, özne değil nesne, aktif değil pasif, sürükleyen değil sürüklenen bir gençlik. Ama görebildiğim kadarıyla gençlik üç şeyin etkisinde kalmış durumda.
Bunlar:

Kuvve-i akliye, kuvve-i şeheviyye ve kuvve-i gadabiyedir. Yani; aklın gücü, şehvetin gücü ve öfkenin gücüdür. Türkiye''de ki gençlerin çoğu bu üç kuvvetten birinin tutsağı halindedir. Kimileri okuma, öğrenme, bilgi üzerine yoğunlaşıyor ve bu bilgilenmede bilgi kirliliğine kayıp gidiyor. Yani aklını öyle bir kullanıyor ki daha ilkokulda iken dershane maratonuyla tüm dünyası buna kilitleniyor. Akıl erken uyarılıyor ve bu defa akıl kaldıramayacağı yüklerin altına giriyor. Sonuçta da insan akıl ve kutsal dışında hiçbir değer tanımıyor. Bu defa aklını mutlaklaştırıyor. Tabiri caizse aklını putlaştırmaya kadar işi götürüyor. İşte benmerkezci anlayış buradan ortaya çıkıyor. Bir de bakıyorsunuz ki rasyonalizmin ve pozitivizmin etkisinde kalıyorlar. Burada şu kritik karşımıza çıkıyor. Bu defa aklı ve bilgiyi bu derece önemseyen, akılda cerbeze denilen bir seviye çıkıyor. İşi hep kendi çıkarına pragmatist ve oportünist bir yaklaşımla halletmeye çalışıyor. Bunun için ülkedeki gençlik kurnaz bir gençlik. Çünkü çıkış noktası akıla yoğunlaşıyor. Akıl bürokraside tırmanıyor, siyasi iktidarda tırmanıyor. Bu devrede toplumun maslahatına ve insana yönelik hiçbir şey olmuyor. Ve bu noktada bakıyorsunuz ki korkunç sömürü hortumları devreye giriyor. Dolayısıyla "adam oldu, akıllı oldu" denilenlerin akıbeti maalesef bu şekilde oluyor.

İkinci bir kesimde kuvve-i şeheviyyenin - şehvet gücünün- mahkûmu olmuş durumda. Bazı gençlerin cinsel özgürlükler bağlamında işin ucunu kaçırarak, sonuçta hiçbir mahremiyet tanımadan, her şeyi cinsellik bağlamında düşünmeye başladıkları görülüyor. Yalnız ben bu şehveti sırf karşı cinse olan ilgi olarak tanımlamıyorum. Mal şehveti, para şehveti, makam şehvetinin de tutsağı olan gençler var. Al-i İmran 14. ayetinde bizlere bu hatırlatılıyor: "Kadınlara, oğullara, ekinlere, davarlara, altına, gümüşe şehvet insana cazip gösterildi." İnsanlarda çok farklı şehvetler vardır. Ama bizim kültürümüzde şehvet daha çok karşı cinse yönelik olan ilgi olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda kimi gençlerde şehvetin tutsağı ve mağlubudurlar.

Gençlikte üçüncü bir kesimde kuvve-i gadabiyyenin mahkûmudur. Yani öfkenin mahkûmudur. İnsanda sinirlenme, tepki verme özelliği vardır. Eğer bu ölçülü ve dengeli bir şekilde seyretmezse taşkınlığa şiddete ve kontrolsüz bir güce dönüşecektir. Ve gençlerimizin büyük bir kesimi de öfke selinin önünde sürüklenen nesnelere dönüşüyor. Okullarının önündeki çetelere dikkat ettiğimizde, eskiden erkek çocukların arasında daha çok bıçaklama olayları varken şimdi kız öğrenciler bile silah ve bıçak kullanıyorlar. Bu durumlar kuvve-i gadabiyyenin doğurduğu sonuçlardır. Burada şu sonuca varıyoruz. Gençler ya aklın ya şehvetin ya da öfkenin tutsağı halindeler.

Gençlerdeki bu hastalıkları teşhis ettikten sonra nasıl bir reçete sunarsınız?

Başta da söylediğim gibi bu gençler bize emanet. Allah bu gençler üzerinden bizi imtihana tabi tutuyor. Hz. Nuh''un (a.s) oğlunu gemiye bindirmek için nasıl çırpındığını vahiyden görebiliyoruz. Oğlu kendince bir mantık yürütüyordu, "Eğer dediğin tufan olursa ben yüksek bir tepeye çıkarım dolayısı ile kendimi kurtarırım" diyordu. Bu itiraza rağmen Hz. Nuh (a.s) oğlunun peşini bırakmıyor, ondan elini çekmiyordu. Ben bu kıssadan az önce saydığım kuvvetlerin esiri olan bu nesilden umudumuzu kesmememiz gerektiğini anlıyorum. Uzandığımız, ulaştığımız, muhatap olduğumuz her gencin potansiyel bir Müslüman olduğunu ve bizim cennetimizin onun üzerinden gerçekleşeceğini hesap ederek yola çıkmamız gerekiyor. Bu noktada geçmişte vakıfların, derneklerin, cemaatlerin yaptıkları güzel çalışmalar vardı. Son psikolojik savaş dönemlerinde birçok çalışma aksadı, ara verildi, ertelendi ve sonuçta gençlik sahipsiz kaldı. Gençliğe yönelik alternatif programlar noktasında önceki gayretler kesilince gençlik kişiliksiz ve kıblesiz bir rotaya doğru savruldu.
İlk yapılması gereken şey ailelerin bilinçlendirilmesidir.

Aile eğitiminde çocuk ilk aşıyı alacaktır. Eğer bilinçli aileler devreye girerse olay başta kontrol altına alınmış olur. İkinci derecede İslami yapıların, cemaatlerin, derneklerin vs. gençlik programlarını, öğrenci çalışmalarını özellikle lise ve ilköğretim aşamasında çok yaygın ve etkin bir şekilde sürdürmeleri gereklidir. Şimdilerde ev okulu çalışmaları, yaz okulu çalışmaları ve aile okulu çalışmaları var. Bunlar sevindirici şeyler. Ama daha sistematik, daha yaygın ve daha geniş çaplı bir şekilde sürdürülmesi lazımdır. Şu an bu anlamda uğraş vermek isteyenlerin önü açık, imkânlar var, ama geniş gençlik kesimini kuşatacak projeler henüz hayata geçmiş değil. Burada öncelikle kendi ihmalimizi, kendi eksiğimizi idrak etmemiz lazım. Daha geniş ve ciddi açılımlar için ciddi çabalar sarf etmemiz lazım. İşte önümüzde yaz ayları geliyor. Yaz okulu çalışmaları çok önemli. Her Müslüman''ın kendi çapında bu çocukları gerçeklerle buluşturmak adına, onların temiz fıtratının işlenmesi için, tezyin ve teçhizi için, elini taşın altına sokması gerekiyor.

Gençlikteki hırçınlık ve taşkınlığa rağmen İslam''a yatkınlarını görebiliyorum. Yani temelde farkında olmasa, yaşamasa ve bilmese bile İslam''a düşman değiller. Yeter ki bu gençlerle temas kurulabilsin ve bunları ikna edebilecek hikmetli bir dil kullanılabilsin. Bu açıdan ulaşamadığımız insanı mahcup etmemiz, ön yargılarla kategorize edip dışlamamız çok yanlıştır. Ulaşma imkânımız varken ulaşamadıklarımızdan dolayı Allah''a nasıl hesap vereceğimizi düşünmeliyiz. Yarın bu gençler bizden davacı olurlarsa, "İslam''ın güzelliklerini bildiğiniz halde neden bize aktarmadınız?" gibi bir şikâyetle Allah''a giderlerse biz kendimizi nasıl savunacağız? Bu işin farkında olan Müslümanların sorumluluklarını yerine getirmede ağır davrandıklarını ve mutlaka bunu geliştirmek ve yaygınlaştırmak noktasında işi hızlandırmaları gerektiğini düşünüyorum.

Genç nesli baskıcı-beşeri ideolojilere karşı bir isyan başlatmaları için bir araya toplamamız lazım. Bunu nasıl başarabiliriz? Ya aşırı nascı bir gençlikle karşılaşıyoruz ya da tam tersi nasdan fazlasıyla uzaklaşmış bir gençlikle karşılaşıyoruz. Ali Şeriati okuduğunuz için tekfir edenler ya da İbn Teymiyye okuduğunuz için tekfir edenler... Bu gençleri nasıl bir araya toplayabiliriz?

Gençlik çok dalgalı bir denizdir. Gençliğin med ve cezirleri çok daha şiddetlidir. Siz de belki zaman zaman aynı şeyleri yaşıyorsunuzdur. Bir başkası da sizinle ilgili bu söylediklerinizi söylüyor olabilir. Dolayısıyla gençlikten durulmuş ve mecrasına oturmuş bir görüntü görmek istememiz fazla iyimser bir beklenti olur. Bu dalgalanmaları yaşayacağız, ürkmeyeceğiz. Ama biz bu dalgalar içerinden sağ salim çıkabilmenin, selamete uzanabilmenin yolu üzerinde duracağız. Yani bu dalgalanmalara karşı nasıl direneceğiz, rabbani bir gemiye binmeyi bu gençlere nasıl ikna edeceğiz? Hz. Nuh (a.s) bu işi nasıl yaptıysa biz de bunun üzerinde titiz bir çalışma yoluna gireceğiz.

Bunun için birkaç cümle sarf edeceğim. Bunu hedeflerine koyan, bu ızdırabı duyan Müslümanların, böyle bir projeyle gençliği muhatap alan belli bir çalışmayı sürdürecek olan insanların ilk özellikleri ''insicam''dır. Yani siz bir gençlik projesi üzerinde çalışıyorsanız, aranızdaki uyum çok önemlidir. Bu projeyi hayata geçirme noktasında eğer orada uyum yoksa iki adım sonrasında farklılıkları bu defa büyüteceksiniz ve bu bir tahammülsüzlüğe dönüşecektir. Ve bu proje kesintiye uğrayacaktır. Bu açıdan insicam diyorum. Yapıların, oluşumların geçmişte de, bugünde de en çok takıldıkları zorlandıkları nokta insicam sorunudur. Çok güzel çalışmalar ortaya konuluyor ama arkası gelmiyor. İhtilaflar bu defa ayrışmaya neden oluyor. Öncelikle bu insanların hidayeti bizim için önemliyse, bir kişinin hidayeti tüm dünya kazanımlarından hayırlı ise, bizim birbirimize katlanmamız lazım. Farklı yazarları okuyor olabiliriz, farklı mezheplere bağlı olabiliriz, farklı yapıların insanları da olabiliriz ama bizim önceliğimiz nedir? Hidayet, hakikat bunların üzerinde sebat etmemiz lazım.

İkinci husus olarak ''itidal'' diyorum. Yani birincisi uyum ikincisi denge, vasatı yakalamaktır. Bu hem fikri noktada vasatı yakalamak, hem pratikte vasatı yakalamak, hem söylemde vasatı yakalamak, hem eylemde vasatı yakalamak, hem de yapılanmada vasatı yakalamak. Yani kendi hakkını düşündüğü kadar karşısındakinin hakkını hukukunu düşünen, kendisi için adalet aradığı gibi karşısında ki içinde adaleti gözeten.

Uçlarda gezinmeyeceğiz, ifrat ve tefrit bizim tercihimiz olmayacak. Bu noktada özellikle itidal diyorum. Aşırılıklar gençlerin daha fazla hoşuna gidiyor. Bazıları sloganlarla, bir takım söylemlerle ortaya çıkınca bu defa sen de ona tepki olarak onları karıştırmamak için "bende diğer uçtan söylemler dillendirmem lazım" gibi zaaflarımız nüksediyor. Bunlar geçici şeyler. O anki görüntüye takılmamak gerekiyor, itidal noktasındaki duruşumuzu bozmamamız gerekiyor.

Üçüncü olarak da ''istişare''. Bizim çok ciddi bir mirasımız yok bu ülke genelinde. Ne yapmamızla ilgili yeni yeni bazı gelenekler oluşuyor. Dolayısı ile birçok şeyi ancak istişare ile halledebiliriz. Bu da birbirimizi önemsemektir, değer vermektir. Birbirimize değer verdiğimiz zaman birlikte iş yapma ruhu da uyanıyor. İslam bize bunu öğretiyor. Yoksa vahiyle beslenen bir peygamber kalkıp ashabıyla istişare eder miydi? Peygamberin istişareye ihtiyacı mı vardı? Ashabını, ümmetini buna alıştırmak için, bunun önemini kavratmak için istişare üzerinde hassasiyetle durmuştur.
Dördüncü husus olarak da ''istikamet'' diyorum. Neye çağırıyoruz, neyin peşindeyiz, insanlarla ne diye uğraşıyoruz, yolumuzun, yönümüzün belli olması lazım. Çizgimize gelen neye geldiğini bilecektir, reddeden de, karşı çıkan da neyi reddettiğinin farkında olacaktır. Eğer biz zikzaklar çizersek, esen rüzgârlara göre yön değiştirenlerden olursak, kim bize itibar eder, kim bizi kaale alır? Kendi içinde tutarsızlıkları olan yapılar, kişiler, davetçiler ikna edici olabilir mi?

Beşinci husus da ''istikrar''. İstikameti bulurken onun üzerinde bir kararlılık içinde olmak lazım. Gençlik ve öğrencilik döneminde bakıyorsun ki çok iyi, ama evlilik, iş dönemi devreye girince sanki farklı bir kişilikle karşılaşıyoruz. İşte bu sorunların nedeni istikrarı yakalayamadığımız içindir. Dönemsel rüzgârlar hangi yönde güçlü esiyorsa bakıyorsun ki rotayı güçlü esen rüzgârdan yana çevirmişiz. Öyleyse süreçlere, konseptlere bağlı değil, sezonluk mevsimlik değil, ömürlük bir istikamet ve istikrar gerekiyor. Belki son bir şey daha eklemek gerekir. Bunların olması için ''ihlâs''. Bizi ayakta tutacak, eksikliklerimizi açıklarımızı kapatacak olan ihlâstır. Allah ihlâsımıza bakarak yolumuzu açar, maya böylece tutar. Bir çok hareket ve dava adamı ihlâsın sancısını çekmiştir. Merhum Seyyid Kutup "Kur''an Nesli" diye çırpınmıştır. Mehmed Akif "Asımın Nesli" diye çırpınmıştır. Sezai Karakoç hala "Diriliş Nesli" diye çırpınıyor. Said Nursi gençliğin rehberini önüne koymuş ve buna hayatını vakfetmiştir.

Bu modele kavuşmak için "özne olmak için" inkılâp devrindeki Müslüman modeline kavuşmamız gerekiyor. Peki, nesne olmaktan çıkmayı nasıl başaracağız?

Bunun için önce bizim biz olmaktan çıkmamız, Kendimizi tanımlamamız, tepeden kimlik giydirmelere müsaade etmememiz gerekiyor. Resmi ideolojinin kimlik dayatması noktasındaki itirazımızı ortaya koymalıyız. Kendi değerlerimizle nurlanmamız gerekiyor. Bizi farklı kılan, bizi Müslüman kılan değerler nelerdir, vahyin doğruları nelerdir, bunları kuşanmamız lazım. Özne olabilmemiz için Rab olarak yalnız Allah''ı, din olarak yalnız İslam''ı, önder olarak yalnız Resulullah''ı, hayat modeli olarak yalnız Kur''an-ı seçmemiz gerekiyor. Özgünlüğümüz ve özgürlüğümüz de bunlar üzerinden gerçekleşecektir. Özne olmak için dikkat edilmesi gereken nokta vahiyle yoğunlaşmamız ve ashaba benzememiz gerektiğidir. Çünkü vahyi hayatında pratize eden ilk Kur''an nesli ashabdır. Daha sonra kendi aramızda kardeşleşmemiz gerekiyor. Bu varsa arkası gelecektir. Eğer yoksa şeytan kapsama alanına girecektir. Beklenen misyonu da bireyler sürdüremeyeceklerdir. Yani aşama aşama önce Tevhid bilinci, arkasından İslami kimlik, salihlerden olabilmek gayreti yavaş yavaş gelecektir.

Bir sonraki aşama muslih olmak yani ıslah edici olmaktır. Müslüman''ın bir sonraki vasfıdır. İslam "bir köşeye çekileyim, ibadet edeyim" anlayışına müsaade etmiyor. Senin toplumsal sorumluluğun var. Senin bu toplumu ıslah etmen lazımdır. Muslih olmanın bir adım ötesi de, ıslahın toplumsal bir projeye dönüşebilmesi için sadıklarla beraber olmaktır. Yani saf tutmak gerekir. Salih olmak, muhlis olmak, sadıklarla birlikte olmak mecburiyetindeyiz. Bu defa İslam''ı yalnız kendimiz için yaşamış olmayacağız. İslam''ın toplumsallaşması için yükümlülük altına gireceğiz. Bunun imani bir gereklilik olduğunu kabul edeceğiz. İşte bu ruh devreye girdiği zaman bir aksiyona, bir enerjiye dönüşecektir. Toplumsal dönüşüm bunun üzerinden gerçekleşecektir. Zaten şu an bizim en ciddi sıkıntılarımızdan biri de ruhsuzluk ya da ruhsal yorgunluklarımızdır. Ve bu yorgunluk Müslümanlarda toplumsal bir yorgunluğa dönüşüyor. Biliyor, her şeyin farkında ama pratiğe gelince, mücadeleye gelince, ortaya bir irade koyamıyor. Gelecekle ilgili umutlarda bir kayma ve yitim var.

Bu ruhu yeniden nasıl ayağa kaldırabiliriz?

Bu ruhu Şura Suresi 52. ayet ile ayağa kaldırabiliriz: "Öylece sana emrimizden bir ruh vahyettik." Nedir bu ruh? Vahiydir. Yaratılıştan toprağımıza yüklenen bir ruh vardır. O yorgun düştü. Şimdi bu ruhu ayağa kaldırmamız gerekiyor. İkinci ruh devreye giriyor. İkinci ruh nedir? Vahiy ruhudur. Tökezleyen, sendeleyen hatta sürünen ruhu ayağa kalkması için ikinci ruhu devreye koyduğumuz zaman inşallah göreceğiz ki, o kıyam, o direniş, o silkiniş gerçekleşecektir. Özne olmak için bu gereklidir.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Aile Edep demekti Şiirler ve Şairler YaŞuHa 2 2287 04 Mayıs 2014 21:47
Kardeşimize dua lütfen Dua Bölümü MusabBinumeyr 4 2563 04 Aralık 2013 19:38
Kilonuz mu Var? Sorun Değil Artık/Medineweb Diyet gün ışığı 4 2999 27 Kasım 2013 21:45
Üzüm çekirdeği mucizesi Tıbb-ı Nebevi ve Alternatif Tıp Bilgileri YaŞuHa 2 2491 27 Kasım 2013 21:34
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? Makale ve Köşe Yazıları Mihrinaz 7 3352 26 Kasım 2013 20:23

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
GENÇLİK BİZİM ESERİMİZ. PEKİ BİZ KİMİZ? Sükutu-Ezber Çocuk Ve Gençlik Eğitimi 2 23 Mayıs 2022 15:00
KURAN VE SüNNET IŞIĞINDA ŞEFAAT bilinmez Tevhid Ve Şirk Konuları 2 08Haziran 2018 10:18
Ümit Rüzgârları ve Hayat Fırtınaları İçinde İhmal Edilen GENÇLİK enderhafızım Çocuk ve Aile Sağlığı 1 04Haziran 2016 11:08
/İslâmî Toplum mu? /Cahili Toplum mu?/ TELMİHA Tevhid Ve Şirk Konuları 1 31 Temmuz 2012 12:28
ŞUARA SÜRESİ IŞIĞINDA '' ŞİİR VE ŞAİR'' ... AŞK'ÜL İSLAM Makale ve Köşe Yazıları 5 28 Nisan 2009 18:42

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.