|
Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi: 17 Kasım 2011 (14:02), Konuya Son Cevap : 09 Nisan 2014 (22:57). Konuya 9 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
17 Kasım 2011, 14:02 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Dostluk nasıl olur? Siz dostunuzu buldunuz mu Dostluk nasıl olur? Eğer kullarım sana benim hakkımda sorular soracak olurlarsa (Bilsinler ki) ben çok yakınım dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm. Öyleyse onlarda bana karşılık versinler ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler” (Bakara/186) İnsanı yaratan ve ona akıl veren Allah (c.c.) Kendini bulma ve kul olma yolunda insana akıl yanında bir de nakli delillerde vermiştir. Akıl yoluyla kusursuz, muhteşem bir kainatta yaşadığını idrak eden ve bir iğne ustasız, bir köy muhtarsız, bir kitap kâtipsiz olmaz o halde şu koca kâinat nasıl başıboş sahipsiz olur diyerek gayet basit bir kıyasla bir yaratıcının varlığına iman eden bir insana Peygamberleri vasıtasıyla nakli delilleri de göndererek “Eğer kullarım sana benim hakkımda sorular soracak olurlarsa (Bilsinler ki) ben çok yakınım dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm” buyurarak, kendisini tanıtmak, tanışmak ve dost olmak için kendine mahsus bir lisanla ve kelamı olan Mubarek Kur’anıyla insanlara hitap etmiştir. Nitekim Halilullah ünvanına mazhar olan İbrahim (a.s.)’ın Rabbisini tanıma ve dost olma yolculuğu da bu meyandadır. Doğaldır ki; bir insanla dost olmanın yolu, onu tanımaktan vasıflarını öğrenmekten geçer. Bir insanı tanıdığımız nispette sever ve dostluğumuzu pekiştiririz. Rabbi Rahim’de bizlere Mubarek Kur’an-ının hemen hemen her yerinde kendini tanıtmış “Yerlerin ve göklerin ve bu ikisi arasındaki her şeyin sahibinin” kendisi olduğunu bildirmiş. “Anılmaya değer birşey değilken” bize hayat, eş, evlat, sevgi ve huzur gibi nimetler vererek bizleri ne kadar çok sevdiğini, değer verdiğini ve tek tek ilgilendiğini göstermiştir. Bütün bu nimetleri veren Mun’im-i Hakim, bütün bu nimetlerin fakiri ve bu nimetleri yapmaktan aciz olan bizlere Rahmet hazinesinden bol bol ihsanda bulunarak ve eşi benzeri olmayan herşeyiyle bizler için hazırlandığı aşikar olan Dünya denilen bu nakışlı, sanatlı, mükemmel saraya bizleri misafir olarak davet edip ve en güzel şekilde ağarlayarak sevgisini, merhametini göstermiştir. İşte; en ufak bir ikrama karşı vicdanı sükut etmemiş her insanın içinden yükselen teşekkür etme duygusu esasında insana Rabbinin külli nimetlerine karşı teşekkür, hamd ve minnettarlıkları sunmak için verilmiştir. Bu teşekkürün ve hamdin de nasıl yapılacağını Mubarek Kur’anın da ve onun bir numaralı tefsiri olan Resul-i Ekrem Aleyhisselat-ı Vesselamın hayatıyla bizlere öğretmiştir. Bir ilahi fermanında “Her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi, hiçbir şeyi (O’na) ortak koşmasın!” (Kehf/110) buyurarak bizlere Allah ile dostluğun edebini ve yöntemini göstermiştir. Mubarek Kur’an-ın bir çok ayetinde de nelerden hoşlandığını ve hangi davranışları sevdiğini bizlere birer lutuf ve ikram olarak bildirmiştir. Bunlardan bazıları; “Öyleyse beni anın ki ben de sizi anayım, bana şükredin ve beni inkar etmeyin” (Bakara/152) “Siz ey iman etmiş olanlar! Allah’a karşı sorumluluğunuz bilincinde olun ve (her zaman) hakkı ve doğruyu konuşun (o zaman) Allah işlerinizi değerli kılar ve günahlarınızı affeder. Ve (bilin ki) kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir zafere erişmiş olur.” (Ahzap/70-71) “Onlar ki hem bolluk hem de darlık zamanında (Allah yolunda) harcarlar, öfkelerini kontrol altında tutarlar ve insanları affederler, çünkü Allah iyilik yapanları sever” (Al-i İmran/134) “Allah O’na güven duyanları sever” (Al-i İmran/159) “Allah sıkıntılara göğüs gerenleri sever” (Al-i İmran/146) “Allah yalnızca kendisine karşı sorumluluk bilincinde olanları sever” (Tevbe/4) Mubarek Kur’an’da Rabb-i Rahim’in neleri sevdiğini ve nelerden hoşlandığını bildiren daha birçok örnek vardır. Vedud ve Veli olan Rableriyle dostluklarını pekiştirmek, O’na olan sevgilerini arttırmak isteyenler Mubarek Kur’an da zevkli bir gezintiye çıkabilirler. Evet Allah (c.c.) ile dostluk yalnız Allah’a kul olmak, O’nun Kur’an-ın da bildirdiği iyilikleri yapmak, tavsiyelerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve her şeyi verenin O (c.c.) olduğunu bilip yalnız O’na dua edip O’ndan istemekle olur. Kısacası Mubarek Kur’an-a sımsıkı sarılıp, Mubarek Kur’an-ı giyinip, hayata geçirmekle olur. Ne mutlu Kur’an-a sımsıkı sarılıp Allah’a hakkıyla dost olanlara. Not: Bu çalışmamda alıntı yaptığım ayet meallerini Merhum Muhammed Esed’in İşaret Yayınlarından çıkan “Kur’an Mesajı” adlı çalışmasından aldım. |
Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Aile Edep demekti | Şiirler ve Şairler | YaŞuHa | 2 | 2287 | 04 Mayıs 2014 21:47 |
Kardeşimize dua lütfen | Dua Bölümü | MusabBinumeyr | 4 | 2563 | 04 Aralık 2013 19:38 |
Kilonuz mu Var? Sorun Değil Artık/Medineweb | Diyet | gün ışığı | 4 | 2999 | 27 Kasım 2013 21:45 |
Üzüm çekirdeği mucizesi | Tıbb-ı Nebevi ve Alternatif Tıp Bilgileri | YaŞuHa | 2 | 2491 | 27 Kasım 2013 21:34 |
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? | Makale ve Köşe Yazıları | Mihrinaz | 7 | 3352 | 26 Kasım 2013 20:23 |
17 Kasım 2011, 14:28 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | En zirve dostluk EN ZİRVE DOSTLUK Allah ile dostluk kurmak üzerine yazarken, malzeme olarak hayatta payıma düşen yaşanmışlıklarımdan faydalanmaya çalışacağım, mümükn olduğunca. Genel kabulleri ya da kitabi yargıları kullanarak yazmak daha kolaydır ve şüphesiz daha gösterişli cümleler serecektir ortalığa, lakin muhatapta oluşturacağımız kuru bir beğeninin ötesine geçmeye talip isek en güzeli yaşayarak tescillediğimiz ve kendi dünyamızın gerçekleri olmaya hak kazanmış materyallerden yola çıkarak yazmaktır. Allah ile kurulan dostluk, insan kendi hatalarını kabullendiği ve olumsuzlukları Allah’a yükleme kolaycılığına kaçmadığı sürece bozulması mümkün olmayan bir dostluktur. Allah ile dostluk kurmak zor olmasa gerek, lakin bu dostluğu yaralamadan idame ettirebilmek sanırım işin püf noktası. Bu dostluğa atılan adım bazen hayranlıkla dudaklarımıza götürdüğümüz bir çiçeğin çanak yapraklarıdır. Yalnızken söyleşme arzusunu biriyle, ta yüreğimizde hissettiğimizde, yanı başımızda O’nu buluruz ve bu diyalog dostluğumuzun çatısını çatar. Lakin büyük bir hayranlıkla dokunduğumuz çiçek solduğunda, bu soluşun O’nunla olan dostluğumuzu bitirici bir yer edinmesine izin vermemeliyiz bu süreçte. Çiçek örneği hafif gibi algılanabilse de ilk bakışta, hayatımızdaki olumlu olayları takip eden olumsuzlukları resmetmesi açısından ilk aklıma gelen bu oldu. Hayat omzumuza taşınması güç ağırlıklarla bastırdığında bu dostluğu bozup faturayı yada suçu Yaradan’a yüklemek hayatta düşülen hataların en berbatı belki de. İnsanlar karşısında da düşülür bu hataya ve bu mazur görülür bir yan bulmak mümkündür, lakin yaratıcıyla ilişki söz konusu ise bu hata azımsanamaz ve faturası da bu eşsiz dostluğun yaralanması yahut bozulması olur. İnsan kendini, geçmişini ve hatalarını gözönünde bulundurabiliyorsa sorumlu ortadadır ve her halukarda insan başına gelenleri kendi eliyle hazırlamıştır, sonuç olarak hiçbir dünyalık kayıp -maddi ya da manevi- Allah’la dostluğumuzu bozacak kadar cüretkar olmamalıdır. Allah’la dostluk kurabilmek için en güzel fırsatlar, en önemsemediğimiz dünyalıkların kaybından doğan boşluklarda aranmalıdır. Yüce Yaradan ile dostluğun zirvesinin yakalanabildiği en güzel zamanlar, O’ndan gayrı her şeyin hayatımızdan çekip gittiği, O’ndan gayrı tutunduğumuz herkesin bizi terkettiği anlardır. Etrafımızdaki her şeyin bizi yüzüstü bırakma eğilimini bünyelerinde taşıdıklarını görüp, uzandığımız her dal kırıldığında kırılma ihtimali olmayan gövdeye sarılma anıdır. İşte tam o zaman, yapılan iyiliklerin karşılığını görmediğimizde ve yüz döndüğünde sevdiklerimiz, işte o an bir dostluğun, en yüce dostluğun doğumunu müjdeleyen müthiş sancılarıyla gülümseriz eşyaya. Ve acının en katmerli anında içimize doğumu gerçekleşen kutsal dostluğu sarıp sarmalarız imanla ve yatırırız yürek beşiğine, sabır ve aşk ve ümit Allah ile dostluğumuzu çabucak büyütecek besinlerdir. Gerçek kaybedişleri yaşamadan en büyük kazanımlardan biri olan Allah’ın dostluğunu kazanmak çok da mümkün görünmüyor. Sabır bu dostluğun yorganı olup, kışlara karşı korur onu. İnsan zaman zaman geleceğe dair bir takım hayaller kurar ve dileklerde bulunur, artısını eksisini tartamaz, istediği o an. Ve gün gelir tahayyüllerimiz bizi bulur ve o zaman, o dilediğimiz zaman, bu dileklerin peşine düşüp getireceği olumsuzlukları göremeyişimize hayıflanırız. Kendimizde suç bulduğumuzda bizdeki eksiklik duygusunu tamamlayan dost’a yöneliriz. Ve dostluk kurulur, kurulmuş ise perçinleşir. Bu dostluk sizi öyle bir hale getirir ki, başkaları sizin kaybedişlerinize ağıtlar yakarken siz bu kaybedişleri kutsarsınız. Çünkü bu kaybedişler sizi kaybolmayacak Dost’a sunmuştur. Bazen acıların koynunda ODost’la güllük gülistanlık yaşarken, size şüphe oklarını gönderir dışardakiler ve aklınızı hedef alırlar. Bu diğerleri, ile kastettiklerim genel kabuller, müeller, olması gerekenlerdir -belki gül bahçenize kastederler, bir gece yarısı Allah’la kurduğunuz, gözyaşıyla suladığınız bu dostluğa edilen kasdın ayırdına varıp, akla saplanan şüphe okların bir secdede bırakırsınız. Ve kendini dünyanın genel geçer işleyişine kaptıran insanlardan etkileniş, kendinizi yiyip bitirmelerinizi tövbe suyuyla yıkar ve yeniden yaratılırsınız bu dostluk sayesinde. Allah’la dostluğu diri tutmak, her gecede, her seherde dahası her secdede yeniden yaratılmaktır, geçmişten azade olarak hem de. İşte bu müthiştir. Günahlardan azad olmaktır, geçmişten azade kılınmak. Ve bunu anlamamakta ısrar edenlere dudak kenarlarınızdan ufak gülümseyişler yollarsınız. O’nun dostluğuyla kışın yağmur yersiniz, hastalık ihtimalini akla getirmeden. İşte özgürlük budur. Uykuları terk edersiniz. Ve felaketin en koyusunda Allah’ın dostluğuyla gülümsemelerin en sahicisi yollanır eşyaya. Herşey fani, O baki o dem anlaşılır, hissedilir zira. Bu dostluğu büyütmektir. Allah’la dost olabilmek için hataların gerçek fatura adresinin kendi benliğimiz olduğu iyice öğretilmelidir kendimize. Not:Eleştirilerinizi ve önerilerinizi bekliyorum. |
17 Kasım 2011, 14:29 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Dost olmak için önce ahlaklı olmak gerek
Dost olmak için önce ahlaklı olmak gerek Ahlaklı olmak belki de artık unutulmaya yüz tutmuş bir meziyet. Deforme olmuş bir toplumda rastlanılması da gittikçe güçleşiyor. Kendisinde bulunması gereken yüce değerleri yitirmiş, kişliğini ve kimliğini kaybetmiş insan yığınları arasında ahlaklı kalabilmek ve bunu koruyabilmek gerçekten büyük bir gayret ister. Ahlak veya ahlak adına bünyesinde zerre miktarı bir şeyler kalmamış gayesiz kıblesiz başıboş zavallılar zümresi. Oysa ufacık bir parçada olsa ahlak taşıyabilmek dipsiz kuyular misali yığınlar arasından kurtarabilir insanı. İnsan olmanın bir yoluda ahlaklı olmaktan geçiyor. Çünkü insan fıtratı yaratılışta bir ahlak üzerinedir ve islamda güzel bir ahlaka dayanır. İşte ben bu noktada düşünüyorum ki ahlaklı olabilmek, ahlaklı kalabilmek Allah’la kurulabilecek bir dostlukta en güzel imkandır. fiüphesiz ki Allah bütün kullarını iyi bir ahlak üzerine yaratmıştır ve seçtiği bütün peygamberleride en güzel ahlak üzere olanlardır. Zaten aksi olsaydı seçilmeleride mümkün olmazdı. Aslında ahlak veya ahlaksızlık insan bir tek yönünü (yani şehevi arzular) ifade etmez. İnsanın hayatında varolan herşeyde ahlak gereklidir. Lût kavminin yapmış oldukları şeyler veya fiuayb (a.s.) kavminin tartılarını doğru tutmamaları. Hz. Aişe’ye reva görülen iftira kampanyasında tempo tutanlar. Hz. Yusuf’a karşı düşünce ve muamelesinde Zeliha’nın tutumu işte bütün bunlar ahlaktan uzak kalmanın neticesinde gelişen olaylardır. Günümüz dünyasında ahlaksızlığın iyice yozlaştığı bu zamanlarda o günkü yaşananlardan daha kötü bir durumdayız. Belki daha çabuk düzeltiyorlardı veya azaba düçar olanlara bakarak ibret alabiliyorlardı. Fakat maalesef bugün birçok şey ahlaksızlık değil “modern yaşam” felsefesiyle avutuluyor. Yaptığı necis şeylerin bir miktarda olsa cezasını bu dünyada görenlerse şanssızlıkla nitelendiriliyor. Her köşe başında gül maskesiyle diken sunulurken, ihtiyaç adı altında gereksizlikler cazip hale getirilip beyinler, ruhlar afyonlanırken, ahlaklı olabilmek bizi Allah’a yaklaştırır ve onunla olan dostluğumuzu perçinler. O’nunla her an birlikte olduğumuz bilinciyle nasıl görünüyorsak aynaya da aynı şekilde yansıdığımızı bilerek her türlü ahlaksızlıktan uzak dururuz. Ahlaklı olmak Allah’ın sevdiği güzel bir davranıştır. Aynı zamanda insanlar tarafından da hatta, ahlaksız kimseler tarafından da tasvip edilen bir durumdur. Ahlaksızlar bile sosyal ilişkilerini ahlak değeri taşıyan insanlarla birlikte yaşamak isterler. Çünkü her halukarda ahlaklı kimselerin zararının olmayacağını, dürüst davranacaklarını bilirler. Bizler Allah’la iyi bir dostluk kurmak istiyorsak ahlaklı olmayı kendimize şiar edinerek, büyük dosta layık olmaya çalışmalıyız. Toplum içinde yapmaktan haya duyduğumuz şeyleri Rabbimizle yalnız kaldığımız zamanlarda bile yapmamalıyız. Belki beşer olmamız sebebiyle bir takım zaaf ve hatalarımız olabilir, bunları hemen asgariye indirip tamamıyla kurtulmaya çalışmalıyız. İyi bir kul, iyi bir dost, iyi bir mü’min olmak istiyorsak, o halde iyi bir ahlak sahibi olmalıyız. Bizi en güzel şekilde Yaratan Rabbimize karşı dürüst olmalı bu üstün konumdan aşağıların aşağısı durumuna düşmemek için, ahlak duygusunu yitirmeden bu büyük dosttun rızasını kazanma gayreti içinde olmalıyız. Rabb’imiz seninle dostluk kurup bu dostluğumuzun devam etmesi için bize tayin ettiğin ömür boyunca ahlaklı olmamız ve kalmamız için bize yardım et. Amin. |
17 Kasım 2011, 14:34 | Mesaj No:4 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | En şerefli dostluk En şerefli dostluk Cenab-ı Hak’la dostluk, varlıkların en şereflisi olan insanoğlundan tüm canlılara kadar hatta bizim gözümüzle cansız görünen şeylerde de Cenab-ı Allah’ın dostluğu hakimdir. Bu dostluk hakimiyeti şurdan anlıyoruz. Yüce Allah’ın sevgisi izni olmadan kainatta hiçbir şey, bu kadar bir düzen ve ahenk içinde sürüp gidemez. Cansız varlıklardan örneğin Güneş, Ay ve sayıları bilemediğimiz çok sayıda yıldız ve gezegenlerin mükemmel bir şekilde muazzam yörüngeler içinde ne bir saniye geri ne de bir saniye ileri gitmeyecek şekilde, düşmeyecek şekilde bulunduğumuz evrenin içinde Yüce Kudretiyle koruyan ve devam ettiren Yüce Mevlanın bir sevgisi, bir hikmeti olması gerek, yoksa Hz. Allah’tan başka bir kuvvet varmı ki böyle hiçbir varlığın yapamayacağı, hiçbir varlığın gücü yetmeyeceği şeyi yapsın. Haşa Allah’tan başka hiçbir güç yok ki yapsın, böyle hakimiyet ve kudret ancak ve ancak Yüce Allah’a mahsustur. Yukarıda belirttiğim “bulunduğumuz evrenin içinde” demekle anlatmak istediğim bu evrenden başka nice evrenlerde olabileceğini düşünüyorum bunu da ancak Allah bilir. Cansız varlıklardan bir örnekle ifade ettikten sonra şimdi de canlı varlıklara geçelim. Canlı varlıklardan biraz hayvanlardan bahsettikten sonra Yüce Mevlamın çok şerefli yarattığı ve her şeyi emrine verdiği insanoğlundan bahsedeceğiz. Hayvanlar Yüce Allah’ın insanoğlundan önce yarattığı ve insanoğlu dünyaya geldiği zamanda insanoğluna bazılarını helal kıldığı bazılarını da haram kıldığını ve bununda bir çok hikmeti olduğunu biliyoruz. İnsanoğlunun faydalanması için birçok nimetinden şifalar ve vitaminler vermiştir. Kısacası böyle de diyebiliriz: Cenab-ı Allah insanoğlundan faydalanması için helal ettiği hayvanların insan için faydalı, insan için haram ettiği hayvanların ise insana zarar verdiği şeylerin olduğunu Yüce Allah’ımız yüce kitabında belirtmiştir. Bizimde hayvanlardan gördüğümüz muazzam hareketler ve insanları hayretler içinde bırakacak ibretlerle dolu durumlar vardır. Bu da Yüce Allah’ın hayvanların içine soktuğu şefkat ve merhametle hayvanlar sanki kendi kendini yönetir gibi oluyor. Halbuki Yüce Allah’ın hayvanlara verdiği içgüdülerle kendi yavrularına yardımcı olurlar, yavrularını korurlar, emzirirler. Kendi ağızlarıyla yiyecek getirirler ta ki o yavruları büyüyünceye kadar. Yüce Allah’ın verdiği sevgiyle, merhametle, dostlukla o hayvanlar kimsenin ihtiyacı olmadan yaşamlarını sürdürürler. Yüce Mevlamız kitabı mübininde de belirttiği gibi “... düşünenler için birçok hikmetler ve nimetler vardır. ” Burdan da anlıyoruz ki Yüce Allah’ın biz kullarına bir emri, bizim ibret alacağımız birçok dersler vardır. Eğer biz kainatta her türlü canlı varlıkların durumlarını gözönünde bulundurarak, biraz onların hayatlarını araştırma zahmetinde bulunsak, onların hal ve hareketlerinden ders çıkararak, bu ders alınacak durumları kendi hayatımızdaki birçok sorunların yararına kullanabiliriz. Bize zor görünen fakat düşündüğümüz zamanda bu kadar zor değilmiş dedirten durumların zorlukların üstesinden gelebiliriz, hatta onlara bakarak sevebilir. Nasıl mı? Birçok insanın Yüce Yaradanını haşa unutarak, Yüce Allah’ın ona verdiği sevgiyi, dostluğu unutarak kendi yavrusunu sokağa bırakabiliyor oysa ki hayvanlar bile bunu yapamaz. Hayvan yavrusuyla dostluk kurabiliyor, istese de içindeki sevginin, içindeki şefkatinin etkisiyle yavrusunu bırakamaz. Fimdi de varlıkların en şereflisi olan insanoğlundan bahsedeceğiz. Zaten bizi en çok ilgilendiren tarafıda bu olması gerek. Çünkü insanoğlu her şeyden önce Hz. Allah’ın sevgisini bilecek ki diğer canlılara da göstere. Cenab-ı Allah’ın da Kur’an-ı Kerim’de de belirttiği gibi kainatta bulunan her şeyin insanoğlunun menfaati için yarattığını, her şeyin insanoğlunun emrine verdiğin ve insana da verdiği cüz’i iradeyle insanoğlu bu seçme hakkını kullanarak Hz. Allah’ın emri doğrultusunda tüm bu canlı ve cansız varlıklara sahip çıkar, onları korur, onları yönetir ve daha nice nimetlerinden faydalanır. İşte bu sayısız nimetleri insanoğluna bahşeden Yüce Allah’a şükretmek lazım onun insanoğluna verdiği bu öneme karşı insanda Yüce Allah’ın emrine bağlı olması lazım ki Hz. Allah’ın sevgisinden mahrum kalmaya. Yüce Allah insanoğluna çok önem verdiği için biz de insanoğlu ile Cenab-ı Allah arasındaki dostluğu elimizden geldiği kadar başka bir deyimle karınca kararınca açıklamaya çalışacağım. İnsanoğlunun Allah ile dostluğu hepimizin doğumla başlayan hayatımızla ölümle son bulan hayatımız ilgilendiren sevgilerin başından gelir. Böyle ki Yüce Allah’ımızın izni olmadan anne ve babamız biz küçükken kendiliğinden bize bakamazlar, bizi sevemez, bizi büyütme zahmetine katlanamaz, bizim büyümemiz için zorluklara katlanamaz. Böyle oluncada bizde yaşayamayız. İşte bu zorluklara insanı sevkeden Yüce Rabbimiz anne ve babalarımıza şefkat ve merhamet sevgisini vererek, anne ve babalarda Yüce Mevlamızın verdiği bu muazzam sevgi ve şefkati ister istemez çocuklarına gösterirler ve bu şefkat ve merhametin etkisiyle zorlukların üstesinden gelirler ve onların büyümelerine yardımcı olurlar. İşte Yüce Allah’ın insanoğluna verdiği bu içgüdülerle anne ve babalar çocuklarına bakarlar. Yüce Allah’ın insanoğluna verdiği şefkat, merhamet diğer bir tabirle içgüdü (kendiliğinden gelen sevgi annelik sevgisi, baba şefkati gibi...) hep Cenab-ı Allah’ın kullarına verdiği nimetlerdir. Cenab-ı Allah’ın kullarına gösterdiği bir dostluk belirtisidir. Cenab-ı Hakk bir de kullarının çoğalması ve hak hukuk gününe kadar hayatını sürdürebilmesi için insanoğlunun çoğalmasını ister. Bu nedenle de insanoğluna verdiği çok mükemmel içgüdülerle çirkin olsun, güzel olsun bir anne ve bir baba mecbur kalarak çocuğunu büyütür, sever hep onun mutlu olmasını ister. Yani bu durum bir insanın doğumla başlayan hayatla birlikte insanoğlu Yüce Mevla’nın yardımına muhtaçtır. Bu dostluk Yüce Allah’ın bir annenin çocuğunu 9 ay karnında barındırması sonra da emzirmesi, küçükken çocuğunun altını tiksinmeden temizlemesi, gece uykusunu hep çocuğunla ilgilenerek geçirmesi ve daha nice eziyetlere katlanarak, o çocuğunu büyütmek için annelerin sabır göstermesi, şefkatli davranması, annelik sevgisini göstermesi ve kendiliğinden meydana gelen daha nice durum ve hikmetlerin tesadüf değildir. Yüce Allah’ın kullarına verdiği içgüdüler sayesindedir. Yüce Allah bu içgüdülerin insanoğluna bahşetmesi insanoğluna dostluğun en şereflisidir, en güzelidir. Hz. Allah dostluğunu hiç kimseder alıkoymasın, dostluğundan hiç kimseyi mahrum etmesin. Yüce Mevla’nın kudretiyle insanoğluna sayısız nimetler vermiş ve bunlardan yararlanmalarını istemiştir. Bu verilen nimetlere karşı insanoğlunun gücünün yetmeyeceği birşey istememiştir. Sadece insanoğlundan O’nu tanımasını ve ona ibadet etmesini emretmiştir. İnsanoğluda bu verilen nimetlere karşı eğer Hz. Allah’ın emrini yerine getirirse onun emrettiği şekilde yaşarsa, yani yaşamını Yüce Mevla’nın isteğine göre sürdürürse severek, kalpten inanarak yaratanını tanırsa, Yüce Allah’la dostluk kurmuş demektir. İnsanoğlu da Hz. Allah’la dostluk kurmak ister. fiöyle ki: İnsanoğlu Yüce Allah’a sevgisini farkına varmadan birçok şeyleri sevebiliyor insanlara aşık olabiliyor, ağlayabiliyor, tabiata aşık olabiliyor, tabiattaki sayısız varlıkları sevebiliyor bu gibi farkına varmadan meydana gelen hisler hep bir sevginin bir dostluğun ihtiyacıdır. Bu sevme ihtiyacını ararken birçok güzelliklerle beraber yaşama şansı bulur. Bazen de sevme ihtiyacını gidermek için mücadele ederken de kötülüklerle karşılaşır ama bu duruma üzülür. Neden mi: işte isbatı; Örneğin bazen bir çiçeği seversin, bazen bir çocuğu, bazen bir hayvanı, bazen bir bitkiyi, bir ağacı, akan bir şelalenin sesini, bazen bir nehirin akışını ve daha nice güzellikleri kendiliğinden sevme ihtiyacını karşılamak için seversin. Böyle insanın hoşuna giden ve insanın mutlu olmasına engel olmayan güzel şeylerle dostluk kurmak ister. İşte bu gibi ve buna benzer tüm güzellikler Cenab-ı Hak’la dostluktur. Yani Cenab-ı Allah sevgisini insanlarla yüz yüze gelerek haşa belirtmezde bu sevgisini insanları güzel şeylerle karşılaştırır, güzel şeyleri sevdirir, güzel şeylerle dostluk kurmasını istemeye sevkeder. Bunlar Yüce Allah’ın gerçek sevgisinin ve onun yüce cemalinin tabiri caiz ise birer gölgesi ve birer örneğidir. Yani Cenab-ı Hakk güzelliklerini direk insanoğluna göstermez, çünkü insanoğlu bu kadar muhteşem ve dilimizle ifade edemeyeceğimiz güzellikler karşısında tahammül edemez, eriyip gider. Bunun içindir ki Cenab-ı Hakk güzelliklerinin çok az bir misalinin gölgesini, güzellikler, iyilikler ve sayılmayacak kadar çok güzel şeylerle, sevgilerle insanoğluna hissettirir, gösterir ve asıl cemalini sevgisini, merhametini ahirete bırakır. İnsanları imtahan etmek için hakedenleri ile haketmeyenleri birbirinden ayırması için zaman tanır. Bu zaman içinde emrine sadık olanlarına verileceği mükafatı bildirir insana, emrine sadık olmayanları emrine karşı gelenlerin cezasınıda verileceğini insana bildirir. İnsanoğlu bu iki seçeneği birini yapmakla serbest bırakmış Yüce Allah. İşte Yüce Allah’ın emrine sadık olanlara verileceği mükafatlardan biri de ahirette Cemalini insanlara hak edenlere gösterecek, hak edenlere dostluğum. Cenab-ı Allah’ın dostluğundan biraz açıkladıktan sonra biraz da Cenab-ı Allah’la düşmanlık nasıl olur açıklamaya çalışacağım: Bazen bir insana bakarsın günah işlediği zaman ister istemez pişmanlık duyar, sevap işlediği zaman sevinir. Yani iyilik yapan Yüce Allah’ın rızasını kazandığı için sevinir, kötülük yapan ise Hz. Allah’ın hoşuna gitmeyen hareketi yaptığı için Allah’ın sevgisinden, dostluğundan mahrum kaldığı için üzülür. Buradan da anlıyoruz ki biz Hz. Allah’ı bu geçici dünyada görmüyoruz. Fakat hal ve hareketimizde hissediyoruz. Hz. Allah hiçbir insanın haşa düşmanı değil ya insanoğlu kendi istediğini kendi seçer Hz. Allah ise verir. Fakat Hz. Allah insan hayatına yararlı olan şeyleri insana helal, insan hayatına zararlı olan şeyleri insana haram kılmış ki insan hep mutlu olsun diye. Fakat şeytan ve nefis yani Hz. Allah’ın iyilik ve merhametini insandan uzaklaştırırlar, insanın mutlu olmasını istemeyen bu Allah düşmanları şeytan ve nefis hep insanın perişan olmasını istedikleri için hiç durmadan insanın aklına ve kanına girerek insanın yararlı şeyleri yapmaması için çalışırlar. Bu iki Allah düşmanı şeytan ve nefis insanı hep perişan halde görmesini istedikleri için insanın perişan olması için ellerinden geldiği kadar çalışırlar. Elinden gelmeyen insanları bırakırlar ya da cinleri. fieytanlaşmış demekle şeytanın sevdiği şeyleri yapan, bunu yaparken de perişan olmuş ve herkesinde perişan olması için çalışan insan ya da cinler olabilir. Bazen de bu şeytanlaşmış kimseler bizzat işi yapmazlar başkalarını kullanarak amacına ulaşırlar. Yüce Allah kimseyi böyle şeytanlaşmış insanlarına ve cinlerin eline düşürmesin. Amin. Allah’a Dost Olmak En iyi dost Cenab-ı Allah’la dosttur Bunun misali kıssalardan çoktur En güzel dostu Hz. Muhammed Allah’ın dostuyla düşman olan gider mürted Kur’an-ı mübininden habibim dedi Bir dostuna Halilullahım dedi Bir dostuna Nebiyullahım dedi İşte gerçek dost hatırlanır ey seyidi Bazı Allah dostları mevlasını gizli sevdi Bazıları bu dostluğu şehadet şerbetiyle ödedi Bazıları bu dostluğu ağlayarak ödedi Bazıları ise kalemini kılıç yaparak ödedi Gerçek dost her yerde belli olur Gerçek dostun, dostunun bir tanesi elli olur Seven bir de sevenlerin seveni ise Bu diyardan da sonsuz diyardan da alır hisse Sevdin mi güzel olur hayat fieytani oyunlara gelmeyin, artık onlar bayat Sen Allah’ın rızası için yaparsan bir kat Malik olan Allah sana verir kat kat Bunlar tecrübeyle sabittir Ölenlerin birini bile diriltmedik ayıptır Gelin gerçekleri sevelim, diğerleri hiçtir Kur’an-ı Kerim’den herşey sabittir. Dost ararsan eğer Allah sana yeter Allah’ın dostuna düşmanlık eden, hali olur beter İsterse dünya kadar malın olsun, Allah için olmazsa Bu dünyadaki gibi Hakk mahkemede sökmez Yüce Allah’la dostluk nasıl kurulabilir: Nasıl ki bir insan karşı cinsten bir başka insana ya da bir insan başka bir insana sevgisini göstermek için uğraşıyorsa ve gittikçe o kişiye veya o şeye aşık oluyorsa, ne kadar çok görüşürse veya görürse o kadar aşkı, sevgisi artıyorsa ve bunun sonucunda onu elde etmek için, ona kavuşmak için her şeyi göze alıyorsa ve yapabilirse tabii ki mutlu sona eriyorsa tabiri caiz ise Yüce Allah’ın dostluğunda belli bazı çabaların yapmasıyla olur ancak şöyle ki: Bir insan Yüce Allah’ını tanır ona kavuşmak için, onun rızasını kazanmak için bir amacı varsa önce Yüce Allah’a ibadet eder ibadetlerini ve Yüce Allah’ın istediğini yerine getirdikse de ibadetin farkına vararak ihlaslı bir şekilde Yüce Allah’a olan ibadet aşkı da artar. Çünkü Hz. Allah kulunu bana yürüyerek yaklaşırsa ben ona koşarak yaklaşırım buyurmaktadır. Bu nedenledir ki insan Cenab-ı Allah’a ne kadar ibadet ederse o kadar aşkı ve sevgisi de artar. Ve bu aşk eğer insan şeytanın oyununa gelmezse hakk yolu terketmezse ahirette Cenab-ı Hakkın rızasıyla mutlu sona erecektir. Bu ibadetler hepimizin bilindiği gibi İslam’ın şartlarını yerine getirmek ve başta Yüce Kur’an-ı Kerim’in hükmettiği şekilde davranmak sonra da sünnet, icmai ümmet, kıyası fukaha gibi İslam’ın temel kaynaklarındaki hükümlere riayet etmekle olur. Bu ibadetlerden insanların daha doğrusu Kur’an-a inananların sürekli kıldığı ve ahirete kadar tüm müslümanların üzerinde farz olan namazdan bahsetmeye çalışalım bakalım ne gibi faydaları vardır; Bir müslüman beş vakit namazını kılarsa zaten otomatikmen günah işlemekten sakınır. Namaz kılacak kadar durumu musait ise demek ki iyilik yapan biridir, demek ki Allah’tan korkan biridir, demek ki üstü başı temizdir, kin beslemeyendir ve daha nice prensipleri yerine getirmiş ki namaza müsait duruma gelmiş. Böyle olunca da günde beş defa Cenab-ı Allah’ın huzuruna çıkar. Düşünsene sabah namazı kılan bir insan henüz dünyalık işine gitmeden Allah huzuruna çıkmış sonra işe gitmiş hal böyle olunca da işi sağlam yapar, israf etmez ve iş verene kâr sağlar, kendine de faydalı olur. Sabah namazının etkisi daha geçmeden öğle namazının vakti gelir. Öğle namazından yaptığı ibadetin etkisi geçmeden ikindi namazı, ikindi namazının etkisi geçmeden akşam namazı, akşam namazının etkisi geçmeden yatsı namazı ve en sonunda da bir günlük namazların mührü sayılan vitr namazını eda ettikten sonra yatar ve böylece bir gün boyunca bu ibadetler sayesinde korunur ve yüce mevlasının dostluğunu kazanmış olur. Her gün böyle olunca da 365 günde böyle olur ve derken hayat hep huzurlu olur. Yani Cenab-ı Allah’ın dostluğu sonsuza kadar vardır yeter ki insanoğlu mevlasını bilsin. İslama hizmet eden ve yararlı insan olarak tarihe geçen din alimlerine ve Allah’tan korkan devlet adamlarına niçin Allah dostu demişler? Demek ki bu gibi insanlar Allah’a şükretmesini bilerek Cenab-ı Hakka ibadet etmişler, onun emriyle hareket etmişler ki Cenab-ı Hakta biz insanlara onlara Allah dostu diye söz etmeye rıza buyurmuştur. Çünkü Allah dostu olmak tüm varlıkların, tüm yerin ve göğün sahibi olan Allah’a dost olmak demektir ki bu da en büyük olana dost olmak yani Allah’a dost olmaktır. Allah’a dost olan da hem dünya da hem de ahirette kimsenin ona gücü yetmez. Çünkü onun dostu en büyüklerin en büyüğüdür. Örneğin; Bir kişinin dostu ne kadar kuvvetli ise o kişi o kadar değerli olur. Tabiri caiz ise Allah dostu olan kişi ne kadar değerli olur bir düşünmek lazım. Zaten görüyoruz ki Allah dostları hep insanlara örnek olmuşlar, hep önderlik yapmışlar, hep hatırlanmış kişiler olmuşlar, hâlâ da hatırlanırlar ve hatırlanacaklardır. Çünkü böyle kişilerin dostu Yüce Allah’tır. Cenab-ı Hakk bir ayet-i kerimesinde buyuruyor ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır, çok affedicidir.” (Ali İmran-31) Cenab-ı Allah bu ayeti kerimesinde peygamberine ve biz kullarına buyuruyor ki: Kullarım beni severse ben de kullarımı severim. Günahları olsa bile Yüce Allah’a uyarsa Yüce Allah onu affeder. Tarihte çok rastlanır Cenab-ı Hakka hakkıyla ibadet eden kişiler gündüz ibadeti onlara az gelerek geceleri de nafile ibadetlere devam ederek hiç bıkmadan ibadet etmişler, ibadet yaptıkça da ibadete karşı daha da sevgileri artmış hatta kendinden geçenlber bile olmuşlar. İşte Allah dostu olmak Cenab-ı Allah’ın emir ve yasaklarına uymaktır. Cenab-ı Allah’ın hoşlandığı şeyleri severek, hoşlanmadığı şeylere ise buğzetmekle Allah’a dost olunur. Yüce Allah daima iyiliği emreder ve insanların ancak iyilik yapmakla dostluğunu kazanacaklarını beyan eder. “Hem iyilikle kötülük bir olmaz, sen kötülüğü en güzel hareketle önle! O vakit göreceksin ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse yakın bir dost gibi olacaktır. O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur. O rütbeye ancak büyük nasib sahibi kavuşturulur.”(Fussilet-34,35) Cenab-ı Hakk bir ayeti kerimesinde de sözüne sadık dinini bilen, dinine uyanları dost edineceklerini beyan eder. “İyilik eden bir kimse olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in doğru olan tevhid dinine uyan kimseden daha güzel din sahibi kim olabilir? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa-125) Cenab-ı Allah bu ayetinde Hz. İbrahim’in dini hak din olduğunu ve Hz. İbrahim’in dini ve tevhid dinlerine uyanların hepsini dost edindiklerini insanların Yüce Allah’a dost olabilmesi için neler yapacağını beyan eder. İşte dostlukların en şereflisi yani Yüce Allah’la dostluk nasıl olur? Yüce kitabımızda Yüce Mevlam bize bildirmiştir. Biz de Yüce Mevlamıza dost olmak için gece-gündüz çalışmalıyız ve dostlukların en şereflisine nail olmalıyız. Yüce Allah’la dost olmak demek tüm güzel şeyleri en güzel şekilde yapmaktır. İnsanları ve Yüce Allah’ın yarattığı her şeyi Mevlamın emrettiği şekilde yapmaktır. Yüce Allah’ın sevdiği şeyleri sevmek sevmediğini sevmemektir. Mehmet Sıddık SARIBO⁄A |
17 Kasım 2011, 14:35 | Mesaj No:5 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Dostluk anahtarı DOSTLUK ANAHTARI Dostluk kavramı çok geniş, hatta uçsuz bucaksız bir kavramdır. İçini gereği gibi dolduran, bu işin tam anlamıyla hakkını veren birini bulduğunda ise o kadar büyür o kadar büyür ki, alır başını gider, genişledikçe genişler. Bugüne kadar birçok söylemler, birçok hikayeler yine birçok şiirler, türküler, ağıtlar oluşturulmuş bu kavram adına. Bütün bunlara konu olan bazen dostun vefası, bazen sevgisi, bazen yiğitliği, bazen de ihaneti, gidişi ile, terki ile geride kalan hasreti olmuştur anlatılan. Bana kalırsa, ne söylendiyse, ne yazılıp ne çizildiyse yaşanılanlara karşı, bir türlü hakettiği değeri verilememiş dostluk kavramının. Bununda sebebi, onu üstlenende gizli. Fıtratında birine, bir şeye dayanıp güvenmek, sevmek, ona ihtiyaç duymak gibi duygular taşıyan her insanoğlunun bu ihtiyaçlarına cevap verecek bir dosta ihtiyaç vardır. Peki bu dost kim? – Bizim dostumuz (velimiz) kim? (Her merak edilenin cevabını oradan bulduğumuz gibi bu sorunun cevabını da bulmaya çalışalım. Nereden mi? Tabii ki her zaman doğruya yönelten pusulamız Kur’an-ı Kerim’den) – “Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.”(Maide-55) – Gelelim şimdi dostluk denen o sarsılmaması gereken bağı, yapıyı nasıl kuracağımıza: • Her sağlam yapıda olduğu gibi bu dostluk yapısına da bir temel lazım. Öyle bir temel ki her türlü zelzeleye dayanıklı bir temel. İşte bu temel o yüce dostluğun o yüce sevginin kurulacağı inancı. Hz. Adem’den günümüze ve kıyamete kadar ihtiyaçlarımızın tümünün Allah tarafından karşılanmış olması, O’nun bizi ne kadar çok sevdiğini gösterir. Bu bağlamda sevgi mihenk taşıdır, evrenin yaratılış hikmetidir. Buna inanmak gerekir. • Sonra, bu sağlam yapıya dışarıdan gelecek ve gelmesi muhtemel tehlikelere, tüm zararlara karşı oluşturulması gereken koruma duvarı. İşte bu kararlılık sınırı sonsuz güvendir. * Tabii her işe nasıl tertemiz başlanması gerekli ise, bunda da temiz olmak şart. Bu da nasuh bir tövbe ile mümkün. • Gerisi mi? Artık o da bütün tuğlaları yani vazifeleri ihlas dolu bir niyet, iman ve salih amelin birlikte karılmış harcı ile işinin ve vazifesinin bilincinde olan müteahhidin yani mü’min kulun o maharetli ellerine bırakılır. – Yapı tamam, fakat asıl önemli olan onu muhafaza edebilmek. Bu nasıl sağlanabilir? – Hani hepiniz bilirsiniz. Eskiden (eskiden diyorum, çünkü gördüğüm anne-babalar daha bilinçli, istisnalar olmakla birlikte) çocuklara veya kendi çocukluğum için söyleyeyim. Bir yaramazlık yaptığımızda “Allah seni yakacak”, “cehennemine atacak”, “Allah’tan kork” gibisinden aslında hiç de hoş olmayan tehditlerle karşı karşıya kalırdık. Belki bu sözler o yaramazlığı bir daha tekrarlamamamızı sağlardı, fakat zihnimizde oluşturduğumuz Allah sevgisi hiç de sevimli değildi. Tıpkı yaramazlığımız sonunda elinde iğne ile koruttukları teyzelerden her gördüğümüzde nasıl kaçacak delik arıyorsak, nasıl ondan korkuyorsak, işte öyle bir korku olmuştu Allah korkusu. Ama biraz daha büyüyüp bilinçlenince ve bu bilinci içinde hiçbir şüphe göremeyeceğimiz K. Kerim’den aldığımda gördüm ki; ben Rabbimi hiç tanımıyormuşum. Aslında “Allah Korkusu” denilen şey “Öcü Korkusu” değil de O’nun sevgisini kaybetme korkusuymuş. Kalbinde içten riyasız bir sevgi taşıyan kuluna, Rabbimiz Yüce Allah dostluk anahtarını uzatıyormuş. Bu bilinci yakalayan her insan, daha fazla zaman kaybetmeden direkt Rabbi ile diyaloğa girdimi ve bütün sıkıntısını, ihtiyaçlarını, derdini, isteğini hatta ve hatta mutluluğunu bile ona götürüp onunla paylaştımı en sağlam dostluk kurulmuş demektir. Sağlam kurulan dostluklar da öyle kolay kolay yıkılmaz. Burada söz konusu olan dostluk Allah ile kurulan dostluk oldumu olay daha da bir ehemmiyet taşımakta. O Allah ki; senin bir adımında O on adım gelen, O öyle bir dost ki, dostlarını (velilerini) tüm korkulardan ve tehlikelerden emin kılan, O öyle bir dost ki, sen unutmadıkça asla unutmayan, koruyan, gözeten. En merhametli anneden daha merhametli, her ev sahibinden daha hürmetli, tek adaletli, tek güzel, tek büyük, tek eşsiz, tek sevgili... Dost dediğin dostunu iyi tanımalı, neyi sever, neyi sevmez bilmeli, aklından, kalbinden, dilinden bir an bile O’nu düşürmemeli, herkese O’ndan bahsetmeli. Sevdiği için dostunu istemeli ki; herkes O’nu sevsin, herkes O’ndan sözetsin, O’nu ansın, O’na saygı duysun, O’nu yüceltsin. Ne sözde ne fiiliyatta O’na hata yapmasın. Gerektiğinde bütün her şeyi A’dan Z’ye O’nun için terkedebilmeli, hem de gözünü kırpmadan. Tercih söz konusu oldumu hep O’nu tercih edebilmeli. (Bk. Tevbe-23,24) Çok ama çok korkmalı O’nun sevgisini kaybetmekten. Koşmalı, sürekli koşmalı nefessiz kalana kadar O’nun rızasını kazanmalı. Hasret duymalı, O’na kavuşma arzusuyla tutuşmalı. Ve sabretmeli, ta ki son nefesini verinceye dek. Okumayı çok fazla arzulayan birinin okulunu sırf onun emri (Nisa-140) gereği terketmesini hangi sevgi, hangi dostluk sağlayabilir? Çünkü o kişi çok sevdiği okulunu bırakmayı göze alır da, Rabbinin sevgisini dostluğunu kaybetmeyi asla göze alamaz. Bütün bu güzelliklere ulaşmak yürek ister. Fakat erişilmez de değildir. Aksine çok kolay. Her kapıyı aralayan biri olduğu gibi bu yüce dostluğun kapısını açan anahtar bir değil, belki bin anahtar var. Nerede mi? – Bir yetimin başını okşadığında, aç olanı veya yoksulu doyurduğunda, namaza yönelip ellerini O’na açtığında, bir iftar anında, O’nu düşünmekten uykusuz kaldığın gecelerde, bir kardeşini mutlu edip tam oradan uzaklaştığında, insanları O’nun emirlerine çağırdığında, O’nun için sevdiğin her şeyi terketmeye hazır olduğun anda, O’nun için sevip, O’nun için buğzettiğinde ve daha sayamayacağımız birçok güzellikte. Tıpkı bize bahşettiği nimetleri sayamadığımız gibi. fiunu asla unutmamak gerekiyor ki; Allah ve O’nun yarattığı insanın en bariz, en görünen ve kaçınılmaz ilişkisi yaratıcı-yaratılan veya daha açık bir ifadeyle sahip-kul ilişkisidir. Fakat merhametlilerin en merhametlisi VEDUD olan Allah zorakilikten ziyade bu karşılıklı olan ilişkiyi kişinin yani kulunun kendi isteği ile olmasını istiyor. “Gel dost olalım” diyor. “Ben senin dostunum, bana samimi yaklaş” tarzında bir daveti var. Bu ayrıcalık yalnızca insana yapılıyor. Bir ayeti kerimede Yüce Allah göğe, bulutlara seslenerek “isteyerek veya istemeyerek gelin” diyor. Fakat bu tercih insanın kendi iradesine, istemesine bırakılıyor. Bu yüzden hamdetmeli ve bizlere verilen değere layık olmaya çalışmalıyız. Evet; eminim dostluk anahtarı günde kaç defa karşımıza çıkıyor. Yeter ki onu almayı ve bu kapıyı aralamayı, açmayı isteyelim. Ee hadi, daha ne duruyoruz... |
17 Kasım 2011, 14:36 | Mesaj No:6 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Ibrahimi dostluk İBRAHİMİ DOSTLUK İbrahim (a.s.) gibi güzel bir tevhide sahip olup Hakk’a boyun eğme yolunda olanlara selam olsun.” “De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.” (Ali İmran-95) “Gerçekten İbrahim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Nahl-120) “Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. Ona dünyada güzellik verdik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir. Sonra da sana, ‘doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine uy, zira o müşriklerden değildi’ diye vahyettik.” (Nahl-121,123) Bu ayetler çerçevesinde konuşmadan önce, gelin hep birlikte İbrahim’in (a.s.) hayatına bir gözatalım: O, tek başına kavmine karşı bir önderdi. Öncelikle kendisini yaratanı çok iyi bir şekilde tanımış. Daha sonra çevresindeki putlara ve kavmine karşı düşmanlığını büyük bir yüreklilikle haykırmış, tek başına Allah’a teslim olanlardan olmuştu. İbrahim (a.s.)’i bu mücadelesinden, ne ateşe atılmak korkusu ne de babası ve çevresindekilerin, baskısı alıkoymuştu. “İşte bunlar, bizim huccetimizdir. Biz onu, kavminin karşı koymasına rağmen İbrahim’e verdik. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. fiüphesiz ki, Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.” (En’am-83) Bunları yazmamdaki maksad; Allah ile dostluk kurmamız için öncelikle İbrahim’i (a.s.) örnek almamız gerekir inancındayım. Bizler de öncelikle İbrahim (a.s.) gibi dini yalnızca Allah’a has kılıp, sadece Allah’a yönelip ve O’na teslim olmalıyız. İşte o zaman Rabbimiz ile gereği gibi dostluk kurabiliriz inş. “İyilik yapan olarak kendisini Allah’a teslim eden, İbrahim’in Allah’ı bir tanıyıcı dinine tabi olan kimseden daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim’i bir dost edinmiştir.” (Nisa-125) Bu ayetin tefsirinde: “Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” buyuruyor ki; bu, ona tabi’ olmaya teşvik kabilindendir. Zira o, kulların Allah’a yaklaşabilecekleri en üst dereceye ulaşmış olmakla, kendisine uyulan bir imam, bir önder olmuştur. Muhakkak ki o, sevgi derecelerinin en üstünü olan dostluk derecesine ulaşmıştır. Bu da Allah-u Teala’nın: “Ve sözünü yerine getiren İbrahim’inkinde de... (Necm-37) ayetinde nitelediği gibi, Rabbine ibadetinin fazlalığı ile olmuştur. Seleften bir çokları da derler ki: İbrahim, kendisine emredilenlerin tamamını yapmış, kulluk makamlarından her bir makamın hakkını tam olarak vermiştir.” (İbn Kesir’in Muhtasar’ı I.Cilt, sy.-472) Bu ayet o kadar açık ve net her şeyi ortaya koyuyor ki, biz insanoğlu keşke ibret alabilsek. fiu günümüz şartları itibarıyla konuya biraz giriş yapmak istiyorum. Çevremizde o kadar farklı türden şirkler mevcut ki, hangisine karşı savaş açacağımızı bazen kestiremiyoruz, şu da var ki en büyük şirk Allah’a eş koşmak yani hüküm koyma ve yönetme konusunda beşeri yasalara bağlanma. fiu an sözüm ona üzerine islam kılıfı giydirilmiş bir demokrasi belasına müslümanların mübtela olduklarını görüyoruz. Yani Hakk ile batıl o kadar birbirine karışmış ki, günümüz tevhidi düşünen çevrelerdeki bir takım şahıslar partici, şucu, bucu oluvermiş çıkmışlar. Yazık bizlere, bu konuda örnek alınacak fazla kimse kalmamış, o kadar vahim bir konu ki, aslında sayfalarca şeyler yazılır bu konuda ama inş. mesaj yerine ulaşmıştır. Tevhid akidesine sahip olan insan, ancak gereği gibi Rabbi ile dostluk kurabilir. (Bunun örneğini İbrahim (a.s.)’de görmek mümkün). fiu da var ki; Rabbimiz şirkin dışındaki günahları dilediği kişi için affedeceğini söylüyor. (Nisa-48) “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar (var ya) işte güver onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır.” (En’am-82) Bu ayeti açıklayan bir hadis de aktarmak istiyorum: Abdullah İbni Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:“İman edenler, bununla beraber imanlarına haksızlık da bulaştırmayanlar, işte ancak onlardır ki, korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” ayeti indiği zaman bizler; Ya Rasulallah, hangimiz nefsine zulmetmez ki? dedik. Rasulullah (s.a.v.); İs, sizin der olduğunuz gibi değildir: “İmanlarına zulüm (haksızlık) karıştırmayanlar” demek, şirk karıştırmayanlar demektir. Sizler Lokman’ın kendi oğluna söylediği şu sözü işitmediniz mi?“... Oğulcağızım, Allah’a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman-13) (Sahih-i Buhari, Kitab’ul Enbiya: c-7/3+54) İşte bizler şu soruları öncelikle kendi kendimize soralım: “İman ettik, acaba imanımıza şirki bulaştırdık mı? İbrahim (a.s.) gibi önce putları kırıp (reddedib) daha sonra da Hakk’a boyun eğip teslimiyet gösterdik mi?” Günümüz şartlarında müslümanların dünyada tek amacı sanki rahat bir hayat yaşayalım, zengin olalım, baskılar olmasın, huzurlu yaşayalım, kimseye karışmayalım havası estiriliyor. Rabbimiz şöyle buyuruyor:“Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi zannediyorsunuz?” Yani daha başlarına ne sıkıntılar geldi ki, hemen batılın karşısında pısırıklaşıp kaldılar. Onların hükümleriyle yönetilmeye v.s. başladılar. En azından oy vermemek bile tağuta karşı gelmenin, sadece Rabbimizin kanunlarına boyun eğmemiz gerektiğinin bir göstergesi olacaktır. Demokrasi ile islam kesinlikle birbirine zıt olan şeylerdir. Demokrasi de ‘hakimiyet milletindir’ denirken; İslam’da sadece ve sadece ‘Hakimiyet Allah’ındır.’Hüküm koyma ve yasa koyma Allah’ındır, demokraside kula geçirilmiştir. Daha bunun gibi birçok zıtlıklar mevcuttur. Tabii bilen için, Hakk’ı gören için! Sizlere birkaç ayet daha hatırlatmak istiyorum: “Kim tağutu inkar eder ve Allah’a iman ederse, en sağlam kulpa sarılmış demektir; onun kopması yoktur.” (Bakara-256) (Yani La ilahe illallah’ın manasını gereği gibi yaşamak.) “Kendilerinin güzel işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları boşa gidenler...” (Kehf-104) (Özgürlük adına, ekonomik gelişme adına, herşey insanlık için sloganını yaşatma adına. Bunun neresinde Allah için birşeyler var?) “Onların, Allah’ın izin verdiği şeyi Din’de kendilerine şeriat kılan ortakları mı vardır?” (fiûra-21) (Kendi kafalarına göre yasaları çıkaranlar, Allah’tan bir delil ile mi yapıyor?) “Onlar hahamlarını ve rahiplerin Allah’tan başka Rabler edindiler.” (Tevbe-31) (Allah’ın haram kıldığı şeyler helal, helal kıldıkları haram oluyor, sakın bu tuzağa düşmeyelim!) “Tağuttan hüküm almak isterler...” (Nisa-60) (Allah’ın hükmünden başka hüküm koyucuları reddediyoruz inş.) “İbrahim, ne yahudi ne de hristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslüman idi; müşriklerden de değildi.” (Ali İmran-67) “İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah, mü’minlerin dostudur.” (Ali İmran-68) Biz, Rabbimizle dostluk kurmaya çalışsak bile acaba Rabbimiz bizimle dostluk kurmayı hangi şarta bağlıyor? Biliyoruz ki, dostluk tek taraflı kurulmaz. Rabbimizin o kadar güzel ayetleri var ki; işte bir tane daha: “Allah uğrunda, O’na yaraşacak şekilde cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (olduğu gibi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek bundan önce (ki kitaplarda), gerekse bu (Kur’an-da) size “müslüman” adını verdi. Öyle ise namazı kılan; zekatı verin ve Allah’a sarılın. Ne güzel mevladır (dosttur) O ve ne güzel yardımcıdır! (Hacc-78) Ayrıca şu hadisle bu konuyu bitirmek istiyorum: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Faizle alış-veriş yaptığınız zaman, öküzlerin peşine düşüp, ekip biçmekle yetindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman Allah size öyle bir zillet verir ki; dininize dönene dek o zilleti üzerinizden kaldırmaz.” (Hadis-i Ahmed ve Ebu Davud İbn Ömer’den hasen bir isnad ile rivayet etmişlerdir.) O’na Tevekkül ederek: “Eğer kul Allah’a bir dağı yerinden söküp atma hususunda hakiki anlamda tevekkül etse ve dağı yerinden söküp atmakla da emredilmiş olsa, şüphesiz o dağı yerinden söküp atar. Eğer sen tevekkül ve istiânenin manası nedir? dersen, derim ki; tevekkül ve istiâne kalbin Allah’ı bilmesinden doğan bir haldir. Allah’ın yaratıklarından ayrı olduğuna, yaratıkları idare ve tanzim ettiğine, fayda ve zararın, verme ve yasaklamanın Allah’ın izni ile olduğuna, insanlar istemese bile Allah’ın istediğinin olduğuna, insanlar istese bile, Allah’ın istemediği şeyin olmadığına inanmaktan dolayı kalpte meydana gelen bir haldir. Bu durum kalbin Allah’a itimad etmesini, işlerini O’na tevfiz etmesini, Allah ile mutmain olup O’na güvenmesini, tevekkül ettiği şey hususunda Allah’ın kâfi geldiğini yakînen bilmesini, her zaman Allah’ın onunla olduğunu başkaları istesin veya istemesin Allah dilemedikçe birşey olamayacağını yakînen bilmesini gerektirir. Bu mütevekkilin hali anne-babasının gözetiminde büyüyen çocuğun haline benzer, anne-babası çocuğu iyi ve kötü şeylere karşı kollar. Çocuğa karşı merhametlidir. Anne-babasından başka yere yönelmeyen ve anne-babasının yanında başına gelecek şeyleri düşünmeyen çocuğun kalbine bak. Mütevekkilin hali işte budur. Ki bu şekilde Allah’la beraber olursa Allah O’na yeter. Başka birşey gerekmez. Allah-u Teala da “Kim Allah’a tevekkül ederse Allah O’na yeter”(Talak-3) buyurur. Yani Allah onun için kâfidir. Eğer insan bu tevekkül hali yanında bir de takva ehlinden ise en güzel ve övülen akıbet onundur.” İbn Kayyım el-Cevziyye–>(Medâricu’s-Sâlikin: Cilt:I, sy.:74) 2. Nefis muhasebesini sürekli açarak, 3. Bid’atlere karşı savaş açarak, 4. Boş şeylerden yüz çevirerek, 5. Allah’ın veli kullarını dost edinerek, 6. Sünnete sıkı sıkıya (azı dişlerimizle) sarılarak 7. Her an Allah’ı zikrederek, hatırımızdan çıkarmayarak, 8. Sürekli iyilik yaparak, kötülükten sakınarak, 9. Güzel bir ahlaka sahip olmak için çaba göstererek, 10. Emr-i bil-maruf ve nehy-i ani-l münkeri terketmeyerek, devamlı yaparak. 11. Tefekkür ederek, sabrederek, şükrederek, 12. Mutlaka sadaka vererek, veya malımızın zekatını vererek, 13. Hacc’a giderek (imkan bulan için). 14. Sürekli olan ibadetler yaparak yani nafileleri çoğaltarak; “Kulum bana kendisine farz kıldığım ibadetlerle yaklaştığı gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Ne var ki kulum bana nafilelerle de yaklaşmaya devam eder, ta ki ben onu sevinceye kadar. Ben onu sevdiğim zaman ise onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Artık o, benimle işitir, benimle görür, benimle tutar ve benimle yürür.” (Sahih-i Buhari, Zikak:38). 15. Öfkelendiğimizde onu yenerek, 16. Çok tövbe ederek, (Allah çokça tövbe edenleri sever). 17 Haram ve helaller konusunda çok fazlaca titizlik göstererek, 18. Dilimizi boş ve faydasız konuşmalardan yani daha çok gıybetten temizleyerek, 19. Seher vakitlerinde bol bol istiğfar ederek, 20. Gece namazına devam ederek; “Kulun Allah’a en yakın olduğu zaman gecenin son yarısıdır.” (Tirmizi, Davut,119) 21. Her pazartesi-perşembe günleri oruç tutmak, 22. Cihada gidip, gidilemezse de en azından çokça istek duyarak; (cihadı nefsinde düşünmeden ölen münafık ölümü gibi öleceğini sevgili Peygamberimizden öğreniyoruz). 23. Allah’ın sevdiklerini severek, sevmediklerine de buğzederek, 24. Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenleri şiddetli bir şekilde reddederek (la ilahe), sadece Allah’ı ilah olarak bilerek (illallah). 25. Yalnızca dönüşümüzün O’na olacağını aklımızdan çıkarmayarak 26. Mücahidlere ve onların geride bıraktıkları yakınlarına yardımda bulunarak, 27. Sürekli Allah’tan yardım isteyerek, (iyyake na’budu ve iyyake nestain). 28. Yoksullara sürekli yemek yedirerek, (“Biz sadece sizi Allah’ın rızasını kazanmak için yediriyoruz, sizden hiçbir karşılık beklemiyoruz, derler.”)(Ayet) 29. Zulme uğrayanı destekleyerek, zulüm yapanın da zulmünü engelleyerek, 30. Allah’ı tanıyarak: Mesela; dost edineceğimiz kişiyi öncelikle tam olarak tanımaya çalışırız. Ancak tanıdıktan sonra o kişiyle dostluk ilişkileri içine girebiliriz. Aynı şekilde Yüce Rabbimizi de gereği gibi tanımaya çalışırsak, işte o zaman güzel bir dostluk kurma aşamasına gelmiş oluruz. Rabbimizi tanıma yollarından biri, O’nun en güzel isimlerini ezberlemek, manasını bilmek ve yaşantımıza geçirmekle olacaktır. Artık bu sağlandıktan sonra gerisi çok kolay bir şekilde gelecektir inş. Kur’an-ı Kerim’i meal ve tefsirinden bol bol okuyarak Rabbimizi yine kolayca tanıma fırsatı bulabiliriz inş. İlim ile amel paraleldir, diye boşuna söylenmiyor bu sözler. Gerçekten de bunu bizler tecrübe etmişiz inş. İlim olmadan amel de olmuyor. İlim olmadan Rabbimizi tanımak olmuyor, tabii ki, ilim nedir denilecektir?: Hadis öğrenmek, fıkıh öğrenmek, tefsirden Kur’an-ın açıklamalarını öğrenmek, siyeri yani Peygamberimizin hayatını bilip örnek almaya çalışmak, v.s. daha sayamayacağımız pek çok şeyler ilmin içerisine girer. Rabbimiz:“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? diye buyuruyor. Ya da; hiç görenle görmeyen bir olur mu? cennetliklerle cehennemlikler bir olur mu? küfredenlerle iman edenler bir olur mu? diye buyuruyor Rabbimiz. 31. Kıskançlıktan, cimrilikten, riyadan, kibirden, yalancılıktan, hırsızlıktan, koğuculuktan (laf getirip götürmek), gıybet etmekten ve daha birçok çirkinliklerden nefsimizi arındırarak ya da arındırmaya çaba sarfederek Rabbimizle dostluk aşamalarını zirveye çıkarmak için büyük gayretler sarfederek, 32. Komşularımız, akrabalarımız ve arkadaşlarımızla güzel bir şekilde geçinerek, 33. Her işimizde Allah’ın (c.c.) rızasını gözeterek, 34. Ana ve babalarımıza hürmet ederek, sevgi ve saygı gösterip, merhamet ederek, itaat ederek. 35. Eşlerimizle güzel geçinerek, 36. Her an ölümü hatırlayarak, 37. Dünyaya hiç değer vermeden yaşamaya çalışarak, mesela; evimize binbir türlü eşyalar alacağımıza, daha çok kendi faydamıza olan kitapları almaya özen göstersek, fazla dünyaya bağlanmadan bir yaşam sürdürebiliriz inş. 38. Çeyiz için gereğinden fazla sayıda yani her bir parça için 5-10 takım alıp bir kenarda biriktirmek yerine kendi ihtiyacımız kadar alıp, fazla harcamalar için ayrılan paradan sadaka versek ya! (‘Her nimetten sorulacağız’). Müslüman bayanlara duyurulur! Kısaca söylemek gerekirse; Kur’an-ı Kerim’i okuyan her kişi şu bir kaçını yazdığımız maddelerin orada olduğunu bileceklerdir. (Hakkınızı helal edin. Çok uzattığımın farkındayım ama bu fırsatı değerlendirmek istedim. Böyle hayırlı bir işi bizlere nasib eden Allah’a hamdolsun. Ve olduğunuz için de Rabbim sizden razı olsun inş. Uğraşılarınız daimi olsun, Rabbim size dünya ve ahiret saadeti nasib etsin. |
17 Kasım 2011, 14:42 | Mesaj No:7 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Siz dostunuzu buldunuz mu SİZ DOSTUNUZU BULDUNUZ MU Bizi yoktan var eden Allah'a sonsuz hamdü senalar ederiz. O ne güzel dost, O ne güel vekildir. Herkes bir dostunun olmasını ister. Ama bazıları dostsuzdur. Çünkü nasıl bir dost aradıklarını bile bilmezler.Peki ya siz? Biliyor musunuz nasıl bir dost aradığınızı? Dostun özellikleri olmalı değil mi? Yoksa dost olduğunu nereden anlayabiliriz? Dost dediğiniz affedicidir. Dost dediğiniz kara gününüzde yanınızda olur. Vefakardır. Her zaman sizin iyiliğinizi ister. Nasıl anlatayım bilmiyorum? Anlayın. Dost işte... En susadığınız anınızda su, en karanlık anınızda bir ışık, en üşüdüğünüz anınızda bir kıvılcım... Susuzluğunuzu giderir, aydınlatır ve ısıtır sizi. Her an O'nu soluklarsınız. Her an O'nunla yaşarsınız. Bir dost biliyorum ben. O en affedicidir.Küçük büyük tüm günahları affeder. Üzüntülü anınızda hep sizin yanınızda olur, sizi ferahlatır. Başınız sıkıştığında O'na dua edersiniz. Her zaman iyiliğinizi ister ve sizin için yalnızca hayır olanları diler. Biz dostumuzdan isteriz de O'nun bizden isteği yok mudur? Elbette vardır. "Kullarım Beni sana soracak olurlarsa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar (Bakara 186)." O'nu tanıdınız herhalde. O Güzeller Güzeli Allah (c.c.)'dır. "Benim çağrıma cevap versinler..."diyor. Nereden öğreneceğiz O'nunçağrısını.Bir örnek verelim. Bir zamanlar çok iyi iki arkadaş varmış. Gün gelmiş bazı sebeplerden dolayı arkadaşın birisi yurt dışına gitmek zorunda kalmış. Aradan on beş yıl geçer. Yurt dışındaki arkadaş, memleketteki arkadaşına bir mektup yazar, ama gittiği ülkenin diliyle. Çünkü ana dilini unutmuştur. Mektubu alan arkadaş çok merak eder. "Acaba ne yazmış? Neler anlatıyor?" diye gözüne uyku girmez. Ertesi gün hemen bir tercüman aramaya başlar. Peki ya bizler? Dostumuzdan gelen mektubu hiçmerak etmez bir şekilde yıllardır yatıp kalkıyoruz. O'nun gönderdiği Kur'an'ı hiç merak ettik mi acaba ne diyor diye? Bu O'nun mektubu. Tercüman aramaya gerek de yok. Her evde bir meal vardır. O'nun çağrısına cevap verebilmek için mektubunu okuyup anlamalıyız. fiöyle diyelim ya da.Evinizdeki çamaşır makinesinin,telefonun, televizyonun vs. hepsinin bir kullanma kılavuzu var. Bunca aletin kullanma kılavuzu olur da insanın olmaz mı? Elbette ki var.Bizi bizden daha iyi bilen Mevla'mız bize bir de Kullanma Kılavuzu göndermiş. O kılavuz bize nasıl yürümemiz gerektiğini, nasıl konuşmamız gerektiğini, nasıl yemek yememiz gerektiğini, kısacası nasıl yaşamamız gerektiğini bize en ince ayrıntısıyla anlatmış.Bize düşen onu okuyup uygulamak. Buraya kadar Dostumuzun bizden istediklerininasıl ve nereden öğrenebileceğimizi gördük. Peki nasıl isteyeceğiz? Dost vermek ister. Siz Dosttan değil de başka birisinden(anne,baba,arkadaş...) isterseniz Dost kırılmaz mı size? İsterseniz Kullanma Kılavuzumuza bir göz atalım."...Yalnızca Senden yardım dileriz” (Fatiha 4). Demek ki sadece O'ndan isteyeceğiz. Yaptığımız salih amellerle, hayır-hasenatla ve ibadetleri vesile kılarak isteyeceğiz. Yoksa "şeyhimin yüzü suyu hürmetine, falanca kişinin hatırına..." diye dua etmek yanlış olur. O'nunla Dost olmak istiyorsanız O'nu çok sevin, habibi Hz. Muhammedd (s.a.v.)'i sevin, O'nun sevdiklerini sevin. O'nu tanıyın ve ikinci basamak olarak kendinizi O'na tanıtın. Ama önce kendinizi tanımalısınız. O'nu arayın.Mutlaka bulacaksınız. Mecnun "Leyla! Leyla!"diye diye Mevla'yı buldu. En güzel dostu bulmanız dileğiyle... |
17 Kasım 2011, 14:47 | Mesaj No:8 |
Durumu: Medine No : 13867 Üyelik T.:
24 Mayıs 2011 | Dostlar ölesi de⁄il! DOSTLAR ÖLESİ DE⁄İL! Tüm hayatı boyunca Allah’a yabancı olmuş ve O’nu tanımamış birine sevgisini O’na yöneltmes ve O’nunla dost olması uzak bir kavram olsa gerek. Sevmek için bilmek, tanımak gerekir. Bilmek içinse akıl.Ancak akıl sahipleri şöyle bir geniş çerçeveyle etrafına bakındığında muazzam kurulu düzenin bir sahibi, düzenleyicisi ve yaşatanı olduğuna ve zamanı gelince de kendi tasarrufuyla yarattığı ve alemlere rahmet olarak gönderilen habibi yüzü suyu hürmetine sergilediği ihtişamını bir sayfa misali dürüp kaldıracaktır. Tabi iman edenler içni asıl yaşam orada başlayacaktır. Sevenin sevgiliye kavuşma vaktidir.Vuslata erildiği gündür.Teşbihte hata olmaz, seven, sevgiliden ümitvar bir şekilde korkar.Ne fark vardır ki? Bir sevgiliye olan bağlılıkla Allah’a olan aşk arasında. Aşk’ın mayası birdir. O’nunla dost olmak için Allah dostlarını dost edinmek gerekir. O’nun rızasını kazanmak üzere kurulu bir hayatta her şeye ve her mahlukata O’nun gözüyle bakar insan.Dünyada en yüce dost ve habibi olarak kendine Hz.Muhammed (s.a.v.)’i muhatap seçmiştir Rab. Bu yüzdendir ki tüm müslümanlar Mediney’yi kendilerine menzil seçmiş, yüce habibin şefaatini ummaktır. O yüce dosta götürendir. O’na varmakta bir vesiledir, en sevdiğidir. Yaratılmışların övülmüşü, seçilmişi, örnek teşkil edenidir. Bir insan modelidir.Bir mü’min modelidir.İki cihan sevleri, Dost’un habibidir. Allah’la dostluk kurmak isteyen ona yakaracağı dualarda O’nunla hasbıhal edeceğinde önce hamd eder, sonra salat ederek en sevdiğini duasının öncesine ve sonrasına vesile kılar.Sonra diğer peygamberler, evliyalar ve enbiyalar, alimler gelir sırasıyla. Bunlar ermiş insanlar ve Allah dostlarıdır. Öyle ki ahir zamanda anne babaların kendilerine arkalarından hayır dua edecek evlatları yokken; Allah onlara vefatlarının üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen tanıdık, tanımadık uzak diyarlardan, yakınlardan, erkek, kadın, çoluk, çocuk binlerce kişiyi vesile kılarak hayırla yad edilmelerine ve bu vesileyle de duanın hikmetini bilenlerce hem ettikleri şahsa hem de kendilerine büyük faydalar ihsan edilmesine sebep olmaktadır. Yerler ve gökler duayla ayakta durur. Allahû Teâlâ “duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var” der.Dua kulu Allah’a yakınlaştırır. Kendine Rabbını muhatap alan iki cihanda gerçek serveti yakalamıştır. Gerçek iman sahipleri için, bu dünyanın geçici zevkleri, kadın, mal, mülk, çocuk, servet, iktidar, şan, şöhret boştur.Bunlara tevessül etmez, çünkü bunların gerçek sahibini bilir, gerçek sahibi de vermesini bildiği gibi almasını da bilir.Bu kendi tasarrufundadır.Siz bir şey sahibine zaman bildiremezsiniz, ancak kendi dilediğine dilediği zaman da ve dilediği kadar verir. Bu hayır için de böyle şer için de böyledir.Zaman zaman vurduğu şefkat tokadından akıl sahipleri kendi çıkarımını yapar, yaşamının varoluşunun ve tüm varoluşun gerçek sahibine sitmde bulunmaz, bilir ki o yarattıklarına zulüm etmez ve taşıyamayacağı yükü yüklemez. fiefkat nazarıyla bakar, bizlerin hayır bildikleri şeyler ardında nice şerler ve şer zannettiğimiz nice şeyler ardında ne hayırlar gizlidir. O’nu dost belleyen kahrında hoş, lütfunda hoş olduğunu bilir. Koca Yunus “Biz gelmedik dava için bizim işimiz sevgi için, Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldik” der. Yaratanın yerinin yarattıklarının gönüllerinde olduğunu bilir.Bu sebeple ihtimamla davranır, yaratılanı sever yaratandan ötürü. O’nun her gün üzerimize güneşi doğdurup rızıkla rızıklandırdığı gibi tüm mahkukata cömertçe ve şefkat nazarıyla bakmak gerekir... O’nunla dostluk, yap dediklerini yaparak, yapma dediklerinden kaçarak olur.Yine teşbihte hata olmaz, bir yaratılmış olan bizlerde dahi sevdiğimiz bir arkadaşımızı kırmak istemeyiz.O’nun dostluğunun ebedi olmasını isteriz. Sıcaklığını, güvenini, sevgisini, yardımını, sürekli bir paylaşımı isteriz.Sevdiklerini yapmaya gayret eder, özel günlerini hatırlar, kötü günlerinde yanımızda olmasını isteriz. Neden? Çünkü bütün bunlar bize güç verir, yalnız olmadığımızı hissetmek isteriz, insan sosyal bir varlıktır ve yaşamak için pozitif bir enerjiye ihtiyaç duyar.Biz O’nu kırmaktan imtina ettikçe O’da bize daha bir başka önem verir, yanında sevgimiz ve değerimiz artar.Tüm bunlar ALLAH ile yaşadığımız dostluk için de geçerlidir. O size dost ise herkes dosttur.O sizden uzak ise herkes size uzaktır.Çünkü Allah kullarını kullarının aracılığıyla sever.Vedud ismiyle tecelli etmese dünyada hiç kimse kimseye karşı sevgi besleyemez. O bir kulu vasıtasıyla seni seveceği zaman nasıl geri çevirebilirsin? Nasıl kapını kilitleyip yüz çevirebilirsin? O ol demeden kainatta nasıl bir nokta bir yere hareket edebilir?Muhammed (s.a.v.) O’nun duasıydı.Muhammed’in duası bizleriz, bununla ne kadar şerefli ne kadar şanslı bir ümmetiz. Seven hiç sevdiğinin duasını, isteğini geri çevirir mi? Elinden geliyorsa yapmaya çalışır, esirgemez değil mi? Hele de saltanat sahibi bir sultan düşünün, hakir zavallı bir dilenciyi kapısından boş çevirir mi? Bir arkadaş düşünün. Her gün onunlasınız, yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor, günden gün onu daha iyi tanır, onunla geçirdiğiniz zaman süresi arttıkça onun nelerden hoşnut nelerden keyif almadığını ve onu nelerin üzüp kırdığını daha yakından anlarsınız. Bilerek ve kasıtlı olarak ona hoşlanmadığı şeyi yapar mısınız? Yapmazsınız.Onu kaybetmekten korkarsınız, bu ister bir arkadaş ister sevgili olsun.Kılı kırk yarar, özen gösterirsiniz veyahut kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı bir başkasına sergilemezsiniz. Allahû Teâlâ yarattığı mahlukat için en iyisini bilir. İman sahiplerinde buna tam bir tevekkül vardır.Onun yapma dediklerinde bir hayır vardır. Çünkü yine uygun görülürse bir sanatkarın ortaya çıkardığı üründe en çok söz sahibi olma hakkı vardır. Bir alıcıya satarken kullanımı hakkında bilgi verir, şöyle yaparsanız zararınıza böyle yaparsınız yararınıza olur der.Eğer malı edinen kişi yok ben kafama göre kendi bildiğim gibi yaparım, adam sende böyle kullansam da olur derse sonra malın satımından sonra mal sahibi buna karışmaz.Kendin ettin kendin buldun demez mi? Sana önceden olabilecekleri kullanma talimatıyla verdim sen neden akıl edip okumadan başına buyruk hareket ediyorsun? Bu dünya başı boş mu ki?Sen kendi kendine hareket edebileceğini düşünüyorsun demez mi? Hem bir dostunuzdan yardım isteyip hem ona sırtınızı dönebilir misiniz? Bu hangi ahlaka? hangi insanlığa yakışır? Hangi bilince uygun düşer? O dost ki bazen başkasının eliyle sizeihsanda bulunur, siz kimden nerden, nasıl geldiğini tahayyül bile edemezsiniz. Örneğin her gün güneş evinize camdan, pencereden yansıyarak gelir. Siz cam kırılsa yine güneşin içeri girdiğini görürsünüz.Sadece pencere burada yansıtıcı görevi taşır, yani bazı insanlar da aracı olur hayır şeylerde. Siz bunun gerçek sahibini göremeyip ondan bilirseniz ağaca dayanma kurur, duvara dayanma çürür sözünü göz ardı etmiş olursunuz.Hakikatlerin ardındaki sır perdesini aralayanlar madde gözünden sıyrılıp mana gözüyle görmey başlamışlar demektir. Dostu çok yakinen tanımaya başladığınızda bazen konuşmaya gerek kalmaz, onun bir nazarından anlarsınız n demek istediğini... Aranızda bir rabıta oluşmuştur... size dıştan bakanlar halinize bir anlam veremezler, oysa siz gönülden gönüle bir bağ kurmuşsunuzdur.Artık her yere onunla gider, onunle gelirsiniz.O her daim aklınızın bir köşesindedir. Bu aşk ilişkilerinde de böyledir. Bırakın dostuğu sevdiğiniz olur O. Zamandan ve mekandan çalar O’nunla olmak istersiniz. Yalnız O’nun sizi düşünüp sizi anladığını bilirsiniz.Onunla hasbıhal etmek rahatlatır.Onunla geçen bir dakika bir ömre bedeldir.Kimsenin anlam veremediği bir tat alırsınız, haz duyarsınız onunla olmaktan.Yalnız kalp gözü açık olanlar sizi anlayabilirler, ya da aynı yolun aynı taşlarından daha evvel geçenler o merdivenleri daha önce çıkanlar... Muhabbet şarabından daha evvel içenler. Ebedi dost, öte alemlerin ruhundan üfler size.Bir farklısınızdır artık, dünyevi şeylere meyliniz azalmıştır.O’nu bulmuşsunuzdur ya artık, gerisi ne gam? Mana zenginliğini, kendinle ve çevrenle barışıklığı, iç huzuru bulmuşsundur artık.Ne kadar yakınlaşmak isterseniz O size daha yakınlaşır, siz bir adım atarsınız O, koşarak gelir. Siz bir istersiniz o iki misli verir, siz O’nun dostunu sevindirirsiniz, O sizi sevindirir. Verdiğiniz de eksilmemiş kat be kat kat size geri dönmüştür. Ebedi dost sonsuz derecede adil, lüftu bol, ihsanı geniştir.Çağırdığınızda her an her yerde sizinledir.Gelmemek için ya da ertelemek için türlü bahaneler bulmaz.Bazen ondan bir şey istedim bu dünya için fakat gerçekleşmedi dersin?Oysa O senin sesini daha fazla duymak istemiştir, senin sesini duymak onu mutlu etmiştir, bazen sesini duymak istemediği kişilere hemen verir, onlarda sevinirler, çünkü onların dünyası bu dünya endekslidir. Ancak bazen şükrünü eda etmeyi hatırlamazlar bile. Sürekli isterler, birini aldıkça bir diğerini... daha iyisini... daha fazlasını... dahasını... dahasını... istekleri hiç bitmez. Sende isterken sınırlı olarak isteme yüce dosttan.Çünkü onda sınır yoktur.Ne kadar istersen o kadar fazlası var.Gözünü sonsuz ufka dik.Ondan ahiret aleminde en güzel en yüce makamı iste.Yanına aldığında seni o kat kat makamlardan en güzeline cemalini seyredebileceğin en yakınına alsın. Çünkü O’nun cemalinin görülemeyecek kadar nur olduğunu söylerler. En büyük makamı istemez misin?fiayet dostunla günden güne ilerleyen artarak çoğalan sıkı bir birliktelik hissediyorsan ve O’nu, O’nun sevdiklerini seviyor ve onların sevgilerini kazanıyorsan neden olmasın? Ve O’ndan ümitvar olup hiç yılmadan usanmadan sürekli bir şekilde O’nu yanına çağırıyor, O çağırdığında gidiyor ve yahut bazı sizin için özel, kutsal mekanlarda huzuruna çıkıyorsan neden olmasın? Biliyorsun O’nunla zaman içerisinde öyle yakın bir ilişki kurdun ki, şah damarından sana daha yakın artık.Yüce ve ebedi dostunuz zengin, cömert, merhametlilerin merhametlisi, şefkat timsali, ancak hep biz isteyip, onu isteklerini arkaya mı attık yoksa? O bizim isteklerimiz yerine getirdiğinde iyi, hoş, ala ama malımızın bekçisi ve nefsimizin kölesi değil ki?Bunu unutmadık mı?Bazen yüzümüz olmadığını bile bile yüce dostun kapısına bir kere tövbemizi bozmuş olsak da gitmedik mi? Bu yol ümitsizlik dergahı değil demedik mi?O’nu kırdığımızda veyahut çok üzdüğümüzde O’na layık bir dost olamayıp, yaratılmışların en üstününü, yerlerde sürünen bir dereceye düşürdüğümüzde sevdiklerini araya koyup, O’nun sevdiği yerlere gidip af dilenmedik mi? Bazen çok çok sinirlenip azametiyle arz’ı titrettiğini, öfkesiyle beldeleri kasıp kavurduğunu, bir emriyle bölgelerin haritadan silinip kavimlerin yok olduğunu müşahede etmedik mi? Onu sevmeyi ilke edindik, seven insan sevdiğini kızdırır mı? Yüce dostun düşmanını düşman belleyip, şeytan ve uşaklarından uzak durmak gerekmez mi?Belli ki kibirli, hasis, sinsi düşman hiç uyumuyor ve son dakikaya değin de tuzaklarıyla düşman olarak dostlarını saptırmaya çalışacağını apaçık ifade ediyor. Yanına gelenlerin huzur bulduğu gerçek zenginliğe, sağlığa, refaha, mutluluğa, rızka kavuştuğu böylesi bir dostun varken daha başkasına nasıl olur de meyledersin? Bugününe şükredip, şükrünü artırdıkça O’nun da ihsanını artıracağını bile bile nasıl düşünmez ve O’ndan uzak kalmayı seçersin? Oysa her akıl sahibi Ebedi dostun, emanet edilenlerin yanında hiç kaybolmadığı emanet edilenlerin en güzeli olduğunu bilir. Niçin kalbini ve ruhunu O’na teslim etmiyorsun? Biliyorsun ki kalpler ancak O’nu anmakla mutmain olur.Niçin bir kulun kalbine girmiyorsun?Yunus, hepsinden eyice bir gönüle girmektir diyor. Bir gönül kırdıysan o kıldığın namaz değil diyor.O güzeldir ve güzeli sever. Gözlerde, bakışlarda, konuşmanda, yaşayışta, hal ve tavırda, düşüncelerde ve yüreklerde hep güzeli sever.Biz de ondan hiçbir şey değil yalnız O’nun sevgisini istiyoruz. O’nun gözüyle görmek, O’nun diliyle konuşmak istiyoruz. O’nun rızasını kazanmak istiyoruz.O’nunla hayatlarınıza anlam kazandırmak istiyoruz. Onunla sırdaş, yoldaş olmak istiyoruz, istiyoruz ki tek sığınağımız dayanağımız olsun.Kalbimiz sırf onun olsun.Huyumuz onun huyu, ahlakımız O’nun ahlakı olsun.Kalbimizi sevgiye, aşka satalım. Çünkü varlığı sevmek O’nu sevmektir... çünkü O her tür sevginin sığacağı kocaman bir yürek vrmiştir insanoğluna. Yine koca Yunus bunun farkına varanlardan... Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun diyor. Böyle bir dostu tanıyabilme şerefine kısa ömürde nail olmuş olanlara,O’nu daha fazlasıyla tanıştıranlara da helal olsun ve Allah muhabbetlerini artırsın.Ölürse hayvan (ten) ölür, canlar (dostlar) ölesi değil ALINTI |
09 Nisan 2014, 19:33 | Mesaj No:9 |
Durumu: Medine No : 40187 Üyelik T.:
20 Mart 2014 | Cevap: Siz dostunuzu buldunuz mu Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir.”(Maide-55) Dostun Dostluğuna varmak temennisiyle.....
__________________ Ben sizi Allah’ın kitabına ve Resulü’nün sünnetine çağırıyorum: Gerçekten sünnet öldürülmüş ve bidat diriltilmiştir.Hz.Huseyin |
09 Nisan 2014, 22:57 | Mesaj No:10 |
Cevap: Siz dostunuzu buldunuz mu
Dost olarak Allah yeter... O'nun haricinde dost arayanlara duyrulur. Dost, BİM'de bir yoğurt ve süt markasıdır... | |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Yolda gidiyorsunuz ve yerde birşey buldunuz ne yapmak gerekir? | MERVE DEMİR | Soru Cevap Arşivi | 0 | 08 Nisan 2009 09:15 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|