|
Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi: 08 Şubat 2014 (23:43), Konuya Son Cevap : 10 Şubat 2014 (13:49). Konuya 42 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
09 Şubat 2014, 00:05 | Mesaj No:11 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-12 Ebû Şureyh, böylece Allahrasûlü’nün hadîsteki emrini yerine getiriyordu. Amr ona; “-Ya Ebâ Şureyh! Bunu ben senden daha iyi biliyorum. Harem âsîyi barındırmaz, kan akıtıp kaçanı, hırsızlık yapanı da barındırmaz” dedi. Biriken kara bulutlar ters esen rüzgârlarla, Mukaddes Diyar’a doğru sürükleneceğe benziyordu… Çok geçmeden seriyyeler ve heyetler ard arda Mekke’ye gelmeye başladı. Bu hamleler, Mekkelilere Yezîd’in güç varlığını ve ipleri elinde tuttuğunu hatırlatmaya yönelik olduğu gibi, Mekke’deki havayı da Yezîd lehine değiştirmeyi hedefliyordu. Şam’a göre bu iki tehlike kaynağının ele geçirilmesi birçok şeyi rahatlatabilirdi. Ancak beklenen olmadı, gelen seriyyeler sert kayalara çarparak kırılan ve köpükler saçarak geri çekilen dalgalar gibi Abdullah ile el ele verenlerin önünde parçalandı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Hedef birinci derecede Hz. Hüseyin idi. Karşılarına çıkan ise daha çok Abdullah’tı. Hz. Hüseyin’e bağlı olan, onun çevresinde bulunan yiğitler de Abdullah’la birlikte gelen seriyyelere karşı koyuyor, onlara acı mağlubiyetler tattırarak geri döndürüyorlardı. Üst üste gelen muvaffakiyetler Yezîd’e karşı duranların şevkini ve güven duygularını artırdı. Bu mücâdeleler ve muvaffâkiyetler her geçen gün Abdullah İbn Zübeyr’i de Hicâz bölgesinde daha tanınır ve takdîr edilir hâle getirdi. Ancak ona duyulan güven ve mücâdelesinde onu takdîr, Hz.Hüseyin’in insanların gönlündeki ve gözündeki değerini azaltmıyordu. Böyle bir kıyâs da yapılmıyordu. Abdullah bir ordu komutanı gibi takdîr topluyor ve seviliyordu. Hz. Hüseyin ise o gün yeryüzünde yaşayan insanların en hayırlısı, en takvâlısı, lider olmaya en lâyıkı olarak görülüyordu. Bir başkasının ona denk tutulması akıllardan bile geçmiyordu. Zoraki biâtlarla Yezîd’in ellerine teslîm edilen devlet ve onun çevresinde yer alarak menfaat bekleyenler kabul etse de etmese de hakîkat böyleydi. Hz. Hüseyin sevgi odağı idi. Ona olan teveccüh zoraki değil, gönüldendi. Çevresindeki sevgi yumağı giderek daha da büyüyordu… |
09 Şubat 2014, 00:06 | Mesaj No:12 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-13 Muâviye’nin(ra) vefâtı, Hz. Hüseyin’in Yezîd’e biât etmediği, biât etmemekteki kararlılığı, Mekke’ye intikâli ve Yezîd güçlerine karşı direndiği haberleri Irak’a da ulaşmıştı. Irak’ın merkezi Kûfe idi. Orada bulunanlar babası Hz. Ali’nin çevresinde yer alan insanlardı. Hz. Hüseyin’i de yakından tanıyorlardı. O, bütün savaşlarında babasının yanındaydı. Yiğitti, gözü pekti, vakarlı ve olgundu, tevâzu sabibi idi. Babasının şehâdetine şâhid olmuşlar, katiline mâni olamamışlar, ilmin kapısı yiğit Ali’nin şehâdetiyle yürekler dağlanmıştı… Irak’tan Mekke’ye mektûb ve elçi yağmaya başladı. Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye çağırıyorlardı. Bunun için yanına ilk gelen Abdullah İbn Sebu’ el-Hemedânî ve Abdullah İbn Vâl idi. Yanlarında bir mektûbla gelmişlerdi. Mektûb, selâm ve Muâviye’in ölüm haberini taşıyordu. Tarih, Hicrî 60 yılının Ramazan ayının 10. gününü gösteriyordu.[1] Mektûblar ve heyetler birbirini takîb ediyordu. Bu ekiplerden birinin Hz. Hüseyin’e getirdiği mektûb, 150 civarında idi. Gelen mektûblar bağlılık bildiriyor ve onu Kûfe’ye dâvet ediyordu. Onu kendi beldelerine gelmeye teşvîk ediyor, Yezîd yerine ona biât etmeye hazır olduklarını, bu güne kadar kimseye biât etmediklerini bildiriyorlardı.[2] [1] El-Bidâye ve’n-Nihâye (8/154) [2] Mektûblar, onları getiren şahıslar ve heyetler hakkında daha geniş bilgi için bak: El-Bidâye ve’n-Nihâye (8/154) |
09 Şubat 2014, 00:07 | Mesaj No:13 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-14 Bir mektûb yazarak kalbinden geçenleri Kûfelilere bildirdi. İbnü’l- Esîr’in bildirdiğine göre gönderdiği mektûbda şunlar yazıyordu: “…. Dile getirdiklerinizi anladım. Size kardeşimi, amcamın oğlunu, ehl-i beytimden güvendiğim insanı, Müslim İbn Akîl’i gönderiyorum. Ondan bana mektûb yazarak, içinde bulunduğunuz durumu, tavrınızı, düşüncelerinizi bildirmesini istedim. Şâyet ileri gelenlerinizin, fikir yürütebilen, diğer insanları yönlendiren büyüklerinizin görüşleri bana gelen elçilerin söyledikleri ile aynı noktada birleşiyorsa kısa bir zaman dilimi içinde yanınıza geleceğim. Ömrün aşkına demek isterim ki; İmâm, Allah’ın kitâbıyla amel eden, adâleti tesîs eden, hak dîne gönülden bağlanandır. Vesselâm.” [1] [1] El-Kâmil fi’t-Târîh, İbn Esîr (3/ 385-386). |
09 Şubat 2014, 00:09 | Mesaj No:14 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-15 Verilen vazîfeyi üstlenen Müslim, hazırlıklarını yaparak yola çıktı. Önce Medîne’ye yöneldi, sonra da Irak’a… Medîne’de Mescid-i Nebî’de namaz kılmış, âilesi ile vedâlaşmıştı. Şimdi sahrâlarda yol alıyordu. Ucsuz bucaksız görünen, her tarafı birbirini andıran, göndüz sıcaklarla kavrulan, geceleri pırıldıyan yıldızlar altında serinleyen, serinlerken bağrına işleyen sıcaklığı dışarı veren sahralarda ilerliyordu. Yanına Medîne’den iki yol rehberi almıştı. Rehberlerden biri sahrâlarda ilerlerken susuzluktan öldü. Yol olmayan, iz olmayan, göz alabildiğine uzanıp giden kumların, kum dolu tepeciklerinin üzerinde ilerlerken yollarını kaybetmişlerdi. Ortalığı kavuran güneş altında ığıldayan sahrâ, sanki mechûle doğru uzanıyor, üzerinde ilerlemeye çalışan insanların varlığını yadırgıyordu. Ufuklar ufukları kovalıyor, ümitler ümitsizlikle yarışıyordu. Atılan adımlar doğru istikâmete doğru muydu, her adım onları hedefe yaklaştırıyor muydu, uzaklaştırıyor muydu bilemiyorlardı. Şevki kırık adımlar, kumlar üzerinde esecek rüzgârlarla buluşuncaya kadar devam edebilen ayak izlerini bırakarak ilerlemeye devam etti. Bağrı asırlardır yanık uçsuz bucaksız sahrâ onlara; “Nereye gidiyorsunuz?” der gibiydi. İkinci yol rehberleri de öldü. Müslim’in içine kasavet çökmüştü. Gittiği yolun ucu da kaybettikleri gibi mechûl ve karanlık görünüyordu. Konakladı. Tedirginliğini bildiren bir mektûbu Hz. Hüseyin’e ulaştırdı. Onunla istişâre etmeye ihtiyâcı vardı... |
09 Şubat 2014, 00:09 | Mesaj No:15 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-16 Yollarını kaybetseler de en azından geldikleri tarafı, yönü biliyorlardı. Güneydoğuya doğru gidiş, mektûb taşıyanı tanıdık topraklara götürür, sonra da kendisine yol seçerdi. Öyle de oldu. Mektûbu taşıyan ve durumu bildiren kişi, Hz. Hüseyin’e ulaşmaya muvaffâk oldu. Ancak ondan gelen mektûb yola devamı, Irak topraklarına ulaşmayı, bu beldeye girmeyi, Kûfe ehli ile bir araya gelmeyi, onların durumu hakkında yeterli bilgi edinmeyi istiyordu. Hz. Hüseyin Kûfe’nin durumunu yakından bilme niyetindeydi. Gözü ile görenden, basîretle durumu değerlendirenden güvenilir haber almak istiyordu. Onu çağıran dillerin söyledikleri sözler yürekten miydi, kararlılık dereceleri neydi, sayıları ne kadardı, aksini düşünenler de var mıydı, varsa oranları ne idi? Bunları bilmeye ihtiyâcı vardı. Çünkü Mekke’yi bırakıp Kûfe’ye yönelmek, harp bayrağı açmak, farklı bir diyârda güçlü bir cephe oluşturmaya adım atmak demekti. Bunun için ciddî bir hamle yapmak demekti. Mektûbu alan Müslim, yeniden hareketlendi. Uçsuz bucaksız çöller, ufuklara yeni ufuklar ekleyen sahrâlar tükendi, bulunmayan yollar nice meşakkatlerle bulundu ve Kûfe’ye ulaşıldı... |
09 Şubat 2014, 00:10 | Mesaj No:16 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-17 Müslim, Kûfe’ye varınca kendisi ile aynı adı taşıyan Müslim İbn Avsece el-Esedî’nin evine indi. Bir başka rivâyete göre de Muhtâr İbn Ebû Ubeyd es-Sekafî’nin evine inmiştir.[1] Kûfe halkı onun gelişini duymuştu. Çok geçmeden kulaktan kulağa geliş haberi yayıldı. O, Hz. Hüseyin’in elçisiydi. Onun emri ile ve kendi dâvetleri üzerine Kûfe’ye gelmişti. Müslim’in geliş haberi ve Hz. Hüseyin adına biât almaya başladığı çevreye dalga dalga yayıldı. Yanına gelenlere Hz. Hüseyin’in kendisiyle gönderdiği mektûbunu okuyor, mektûbu dinleyenler duygu seline kapılıyor, hayırlı ve huzûrlu günlerin özlemi gönüllerde canlanıyor, yürekleri yumuşuyor, gözlerden yaşlar süzülüyordu… |
09 Şubat 2014, 00:11 | Mesaj No:17 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-18 Şehir şimdi için için kaynıyor, bu sessiz kaynayış giderek ortalığı ısıtıyordu. İnsanlar guruplar halinde gelerek Hz.Hüseyin adına Müslim’e biât ediyorlardı. Biât edenler malları ve canları ile ona yardım edeceklerine söz veriyor, yemin ediyorlardı. Biât edenlerin adedi 12.000 sayısına ulaşmıştı. Bu, Müslim’e güven verdi. İyi tanzîm tertîb edilmiş, kararlı, azimli ve fedâkâr yiğitlerden meydana gelen on iki binlik bu ordu kolay kolay mağlubiyet yaşamayacak bir ordu idi. Yola bu sayıdaki bir ordu ile çıkılırsa güven duyguları artan daha niceleri safta yer alırdı. Dereler derelere eklenir, coşkuyla çağlarsa önünde durulmaz nehre dönüşürdü. Harekete geçmeye lüzûm kalmadan sayı on iki binde durmadı. Kısa zaman diliminde 18.000’e ulaştı. Bu, Müslim’in durumunu güçlendirmiş, güvenini artırmıştı. Hz.Hüseyin’e mektûb yazdı; adına biâtlar alındığını, zemînin de hazır hâle getirildiğini bildirdi. Kûfe, her yönüyle hazır gibiydi… |
09 Şubat 2014, 00:11 | Mesaj No:18 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-19 Hz.Hüseyin adına biât alındığı ve biât edenlerin ciddî rakamlara ulaştığı haberi yayıla yayıla Kûfe Emîri Nu’mân İbn Beşîr’e(r.a)[1] ulaştı. Nu’mân olanları duydu fakat duymamazlıktan geldi. Hâdisenin üzerine gitmedi. Hepten de susmadı. Kûfe halkına hitâben bir konuşma yaptı. Konuşmasından birçok şeyden haberdâr olduğu anlaşılıyordu. Omuzlarında mes'ûliyet taşıyan bir idâreci olarak acılar, sıkıntılar yaşanmasın, müslüman kanı dökülmesin istiyordu. Konuşmasında ihtilâf çıkaranlardan olmamayı, fitne çıkarılmasının doğru olmadığını dile getirdi. Mü’minler ülfet içinde olmalıydı. İnsanları Rasûlullah’ın sünnetine dâvet etti. Sözü herkes için geçerli sözlerdi. Biraz da ortaya konuşmayı seçmişti. Bu sözlerin arkasından konuşmasına şöyle devam etti: “Benimle savaşmayanla ben de savaşmam. Üzerime atılmayanın üstüne ben de atılmam. Vehimlerle harekete geçmem. Ancak kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki imâmınızı terk ederseniz, biâtını bozarsanız, elim kılıç tuttuğu sürece sizinle savaşırım!” Böylece saldıran taraf olmayacağını ama savaşa hazır olduğunu vurguluyordu. Zâlim olmayı istemiyor, idâreyi de elden bırakmıyordu. Abdullah İbn Müslim İbn Şu’be el-Hadramî isimli bir şahıs Nu’mân’a hitâben; “Bu iş ancak zulüm ve sertlikle hallolur. Ey Emîr! Tuttuğun yol, kendini zayıf hissedenlerin yolu!” dedi. Nu’mân(ra) onun bu sözlerine; “Allah’a itâat yolunu seçip de zayıflardan olmak, ma'siyet yolunu tutup güçlü ve cebbâr olmaktan gönlüme daha hoş geliyor” diye cevap verdi. Nu’mân’ın cevâbı ve tavrı Abdullah İbn Müslim’in hoşuna gitmemişti. Ya da idâreye yaranmak için eline bir fırsat geçmişti. Bir mektûb yazarak Kûfe’de yaşananları ve Nu’mân’ın tavrını Yezîd’e bildirdi. Yezîd’e mektûb yazan, ona yaranmanın yollarını arayan sadece o da değildi. Başka mektûblar da Şam’a doğru yol almaya başlamıştı… [1] Nu’mân İbn Beşîr(ra) de Hicret'ten sonra Medîne’de Ensâr'dan dünyaya gelen ilk çocuktur. Hatîb, edîb, ilim ve hikmet sâhibi bir sahâbî idi. Allah Rasûlü vefât ettiğinde henüz çocukluk çağlarındaydı. (el-A’lâm, 8/ 36). |
09 Şubat 2014, 00:12 | Mesaj No:19 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-20 Çok geçmedi Nu’mân vâlîlikten alındı ve Kûfe, Basrâ Vâlîliğine eklendi. Basrâ Vâlîsi Ubeydullah İbn Ziyâd idi. Şimdi her iki şehir ve bu merkezî şehirlere bağlı beldeler de artık Ubeydullah’ın velâyeti altına girmişti. Yezîd, Ubeydullah İbn Ziyâd’ı sevmezdi. Onu Basrâ vâlîliğinden azletmeye niyetliydi. Âzâdlısı Sercun’un tavsiyesi Kûfe’nin idâresinin de ona verilmesi yönünde olmuştu. Sercun, zeki ve kurnaz biriydi. Yezîd onunla istişâre eder ve fikirlerine de değer verirdi. Esâsen Yezid’in olgun akla ve basîrete, basîretli insanların istişârelerine şiddetle ihtiyâcı vardı. Ancak o, olgun akıl ve basîret sâhibinden ziyâde işine geleni, hoşuna gideni, emellerine hizmet edeni tercih ediyordu. Sercun, Kûfe’nin de Basrâ’nın da hakından Ubeydullah’ın gelebileceğini söylemiş, bunda ısrar etmiş ve Yezîd’i iknâya muvaffâk olmuştu. Yezîd, bir mektûb yazarak Basrâ’ya, Ubeydullah İbn Ziyâd’a gönderdi. Ona; “Kûfe’ye vardığında Müslim İbn Akîl’i yakalat, ele geçirince de öldür veya sürgün et!” diyordu. Ona göre çözümün yolu buydu. Ubeydullah da böyle işlerin adamıydı. Ubeydullah İbn Ziyâd, Basrâ’dan ayrılarak Kûfe’nin yolunu tuttu. Kûfe Basrâ’ya göre daha kuzeydeydi. Fırat nehrinin batı yakasına kurulmuş bir şehirdi. Orta Irak’taydı. Diğer bir ifâde ile Irak’ın merkezî sayılabilecek bir noktasındaydı. Basrâ’da yerine kardeşi Osmân İbn Ziyâd’ı bırakmış, şehir halkını da tehdît etmişti. Yaptığı tehdît sıradan bir tehdît de değildi. Karşı geleni, yakınlarını, hattâ dostlarını ve tanıdıklarını, en uzakta bulunanlarını bile öldüreceğini, insâf etmeyeceğini ilân etmişti.[1] Kûfe’ye başında siyah bir sarıkla girdi. Sarığın ucuyla yüzünü kapatmıştı. Gözleri açıktaydı. Sahrâlarda yolculuk yapanlar bunu hem rüzgârla hareket eden kum taneciklerinden, hem de güneşten korunmak için yaparlardı. Yüzü kapatmak, ağız kuruluğunu da önler, su ihtiyâcını azaltırdı. Ancak Ubeydullah’ın yüzünü kapatmasının asıl sebebi bu değildi. Sarığı, elbisesiyle de bütünleşiyor, söz ve tavırları da onları tamamlıyordu. Yol üzerinde rastladığı her guruba “Selâmün Aleyküm” diyerek selâm veriyor, uzun yollar aşarak dostların yanına gelmişcesine sıcak hitâb ediyordu. İnsanlar; “Ve aleykümü’s-Selâm Rasûlullah Torunu! Hoş geldin, safâlar getirdin!” diyorlardı. Onu Hz. Hüseyin zannediyor, sevinçle pırıldayan gözlerini ona çeviriyor, yol yorgunu bu azîz insanı daha da yormamak için bu kadarla iktifâ ediyorlardı. Çoğu Müslim’in şahsında Hz. Hüseyin’e biât etmişler, Kûfe’ye geleceği günü bekliyorlardı. Ubeydullah’ın çevresinde 17 süvârî vardı. Onların arasında Kûfe’ye girmişti. Her guruba selâm vererek halk arasında ilerlemeye devam etti. İnsanlar da ona karşılık veriyorlardı. Kendisini alamayanlar, yol yorgunluğunu bildikleri halde ona yaklaşıyor, onun bineğinin yanında, yakınında yürüyor, birlikte ilerlemeye devam ediyorlardı. Çevresinde yer alan insanlar giderek çoğalıyordu. Şimdi çevresinde ciddî bir kalabalık oluşmuştu. O, sadece selâm vermekle iktifâ ediyor, sessizliğini koruyarak yola devam ediyordu... [1] El-Kâmil Fi’t-Târîh (3/ 388). |
09 Şubat 2014, 00:12 | Mesaj No:20 |
Durumu: Medine No : 5879 Üyelik T.:
28 Aralık 2008 | Cevap: Şehadete Giden Yol - İstanbul – 1434 Şehâdete Giden Yol - İstanbul 1434 / 2013 Bölüm-21 Yezid’in mektûbunu Ubeydullah’a getiren Müslim İbn Amr el-Bâhilî de yanındaydı. Kendini tutamadı ve; “Geri çekilin! Bu Emîr Udeydullah İbn Ziyâd!” diye bağırdı. Söylediği kelimeler bağra saplanan hançer gibi yüreklere acı vermişti. Ümitler, sevinçler bir anda sönmüş, gözlerin sevinçli bakışları donuklaşmış, gelenin simasını görme ümidi ile adım atan ayaklar durmuş, yüreklere “şimdi ne olacak?” sorusunun ağırlığı, karanlığı, bilinmezliği çökmüştü. Sevinç dalgalarının ve ümitlerin kabardığı gönüller şimdi hüzün ve kederle çöküyor, hayâl kırıklıkları yaşıyordu… Ubeydullah, böylece Kûfe’den gelen haberlerin doğruluğunu anlamıştı. Belki de buna sevinmişti. Çünkü bu durum, onu aranılan ve ihtiyâç duyulan bir vâlî haline getirmişti. Çevresinde yaşananlara fazla tepki vermedi. İlerlemeye devam etti. Kûfe emirlik kasrına vardı. Yüzü hala başındaki siyah sarığın ucuyla kapalıydı. Nu’mân İbn Beşîr onu Hz. Hüseyin zannetti. Hüseyin gelmiş, kasrı teslîm almak istiyordu. Nu’mân, için için buna sevinmişti. Ancak o devletin bir vâlîsiydi. Ahid vermişti. Kasrın kapısını kapattı. “-Emânetimi sana teslîm edemem!” dedi. Ubeydullah; “-Kapıyı aç! Yoksa açtırırım!” diye seslendi. Nu’mân(ra) bu üslubu yadırgamıştı. Üslûb, H.z Hüyesin’e yakışan bir üslûb değildi. İçinde tuhaf hisler döndü dolaştı. Durum ne olursa olsun Hüseyin(r.a) ile karşı karşıya gelmek, ona düşmanca davranmak istemiyordu. O, Allah Rasûlü’nün torunu, kendi güzel, ahlâkı güzel, her hâliyle hürmeti hak eden ve insanların kalbinde taht kurmuş biriydi. Şimdi onunla arasında sadece kapı vardı. Kapıyı onun yüzüne kapalı tutamadı, açtı. Kapıyı açar açmaz tehdît dolu üslûbun sâhibi ile karşı karşıya gelmişti. Keşki karşısındaki Hüseyin olsaydı. O an, yadırgadığı acı sözlerin, Hz. Hüseyin’e ait olmasını ne kadar arzu ettiğini Rabbi bilirdi. O olaydı, kendisine kızaydı, kasrı elinden alaydı, keşki o olaydı... |
Konuyu Toplam 10 Kişi okuyor. (0 Üye ve 10 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kalpten Kalbe Giden Yol | TufeyL | Makale ve Köşe Yazıları | 1 | 27 Temmuz 2023 18:31 |
Kırık Yürekle Şehadete Vuruldum... | İslaminesil | Serbest Kürsü | 0 | 24 Mart 2014 20:52 |
Akıp Giden Zaman | ilahiyatçı 1 | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 04 Şubat 2013 12:25 |
Doğruya Giden Yol... | İqra | Muhtelif Konular | 2 | 25 Aralık 2011 15:12 |
Ta ciğerinden söküp, şehadete teslim et beni… | YaŞuHa | Şiirler ve Şairler | 0 | 07Haziran 2011 13:33 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|