|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Muhteşem,Açılış Tarihi: 02 Kasım 2008 (18:34), Konuya Son Cevap : 22 Nisan 2014 (01:36). Konuya 2 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
02 Kasım 2008, 18:34 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 2004 Üyelik T.:
25 Mayıs 2008 | asabiyet asabiyet Yaratılışımızın üzerinden binlerce yıl geçmiş olmasına karşın hâlâ bir çırpınış ve arayış içindeyiz. Bir türlü kendi istikrarımızı sağlayamadık. Aslında yaşanan âlem için insanın istikrarı âlemin istikrarı demektir. İnsan kendi içindeki çalkantılarını çözememiş insanın dünyanın çalkantılarına da çözüm bulması oldukça güçtür. Kendinin ve evrenin varlık nedenini anladığı ve o yönde davranışlar geliştirdiği gün her yere aranan huzur gelecektir. Bilgiler insanları medenî yapmaz. Belki bazen o bilgi sahibine bile yük olur. İnsanın iki önemli özelliği vardır 1-Öğretilebilir olması 2- Eğitilebilir olması İnsanın öğretilmişliği onda davranış haline gelmiyorsa bu öğretim yapılmamış sayılır. Üniversiteler bitirmek, insanlar ve insanlık tarihi üzerine araştırmalar yapmak, diğer canlıların yaşamlarını öğrenmek gibi bu makaleyi yazmak da pratik hayata etki etmedikçe bir anlam ve değer ifade etmez. Cahiller ve âlimler aynı davranışları sergilememeliler. Hele konu dünya barışı, insanlığın geleceği konuları olunca bilenler başkaları ile mutlaka paylaşmalı ve bu doğru bilgilerin onların yaşamlarında davranış haline gelmesi için gayret sarf etmelidirler. Pratik hayata mutlaka aktarılması daha doğrusu çıkarıp atılması gereken konulardan biri belki de en önemlisi ASABİYET konusu olmalıdır. Asabiyet, kendi ailesinden başlayarak, kabilesi, boyu, ulusu… gibi bağlı olduğu ırk ve topluluğunun daima haklı olduğu, daima doğruyu yaptığını taassup biçiminde savunmak, hatta kendi ırkdaşı yanlış da yapsa yanında yer almak, onlar için haksız yere de olsa mücadele etmektir. Bugün insanlığın köşe bucak aradığı tek şey huzurdur. Her yerde aranan barış ve güvenin teminatı ise İslam’dadır. Sömürgeci, emperyalist, diktatöryal, ırkçı şoven yaklaşımlar mazlum halk ve uluslarda da, azınlık ve ezilmişlik psikolojisi ile biz de üstün ırkız ya da bizim kavmimiz de ne yapsa haklıdır yaklaşımlarını beraberinde getirmiştir. Irk taassubu konusunda felsefeler kurulmuş, binbir çeşit görüşler icat edilmiş, kanunlar konmuş, ahlakî temeller oluşturulmaya çalışılmıştır Irkçılık, insanlık tarihi içinde uzun bir geçmişe sahiptir. Eski Yunan, Roma, Mısır toplumlarında egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan, dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi. Tecrübeler de göstermiştir ki bu durum insanlığın altına konulmuş bir bomba gibidir. Bu bombanın bir kısmı infilak etti ve sonuçlarını hep birlikte gördük hâlâ bazı kırıntılarını da görmekteyiz. Yahudiler bu ırkçılık duygularına dayanarak İsrailoğullarını Allah'ın seçkin kulları kabul etmişler ve kendi dînî emirlerinde bile İsrailoğullarından olmayanların haklarını ve seviyelerini, İsrailoğullarından daha aşağı tutmuşlardır. Filistin İsrail mücadelesi gözlerimiz önünde en dramatik biçimde. Hinduların kast sistemini bu ayırım ödüllendirmiştir. Bu yüzden Brahmanların üstünlüğü kurulmuş, yüksek tabakadan olanlar karşısında diğer bütün insanlar aşağı ve pis kabul edilmiştir. Paryalar zillet ve rezaletin çukurlarına atılmışlardır. Siyah ve beyaz ayrımına örnekleri tarih sayfalarından aramaya gerek yok. Afrika ve Amerika'da siyah cinsten olanlara yapılan zulüm ve işkenceyi, bugün 21. asırda, herkes gözleri ile görebiliyor. Avrupalıların Amerika kıt'asına giderek Kızılderililere yaptıklarının, Asya ve Afrika'nın zayıf milletleri üzerine hâkimiyet kurarak yaptıkları zulümlerin altında hep, kendi millet ve ırkının çemberi dışında olanların can, mal ve namusunun kendilerine mübah olduğu düşüncesi yatmaktadır. Ve bu düşünce onlara, başka milletleri yağmalamalarını, köle yapmalarını, hatta gerekirse varlık âleminden silip atmalarını hakları kabul ettirmektedir. Batı milletleri ırkçılığının, bir milleti diğer bir millete karşı nasıl canavarlaştırdığının en kötü örneklerini yakın zaman savaşlarında göstermiştir. Ve hâlâ da yeni örnekleri görülmektedir. Bilhassa Nazi Almanya’sında ırk felsefesi ve German ırkının üstünlüğü düşüncesinin, İkinci Dünya Savaşı'nda sergilediği korkunç tablolar unutulmamıştır. Osmanlı devletinin tasfiye edilmesi ve yerine 50 küsur devlet kurulması sürecinde çekilen acı, ızdırab ve kaybedilenler de unutulmamalıdır. Bugün bağımsız olduğunu iddia eden bu devletler halklarına mutluluğu ve zenginliği verememişler ve buhranlar içindedirler. Çare nedir? Çare, her şeyin en iyisini bilen Âlemin Rabbi Allah Teâlâ’ya kulak vermektedir. “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.” (Hucurat 49/ 13) "Sûra üfürülünce artık aralarında neseb yoktur." (Müminûn 23/101) Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Allah cahiliyetten kalma bir duygu olan babalar ve atalarla övünmeyi yasaklamıştır. Bu atalar ister mümin ve muttakî, ister fâcir ve günahkâr olsun fark etmez. Siz Âdem’in neslindensiniz ve Âdem de topraktan yaratılmıştır. Sizden kavimlerle övünen bir kimse olmasın. Atalarla övünenler cehennem kömürlerinden bir kömürdürler. Onların bu hâli Allah nazarında burnuyla pislik yuvarlayan pislik böceğinden daha kötüdür.” (Ebû Dâvud, Edeb, 112) Bizler İslam milletindeniz. İslam milleti de yalnız Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme inanan müslümanlar değil, ilk peygamberden bu yana yaşamış tüm inananlardır. İslam'ın öngördüğü toplum; kan bağı, soy ya da çıkar birliği gibi maddî temeller üzerine kurulamaz. İnsanların doğal biçimde ve iradeleri dışında sahip oldukları nitelikler İslâm toplumunun belirleyici ilkesi olamaz. İslâm'a göre toplumun oluşmasında, bireysel ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesinde belirleyici tek ilke, insanların özgür iradeleriyle seçerek bağlandıkları akideleridir. İnanç bağı İslâm toplumunun temelini oluşturur. Tüm bireysel ve toplumsal şart ve nitelikler ancak bu ortak inanç, ortak bağ içerisinde bir anlam kazanır. İnancın birleştirmediği insanlar arasındaki kan yakınlığı, soy birliği gibi tüm bağlar anlamını, geçerliliğini yitirir. Bu nedenle İslâm toplumu İslâm'ı bir din, bir hayat düzeni ve biçimi olarak benimseyen insanların oluşturduğu toplumdur. Üstünlük iddiası kibrin sonucudur. En mütekebbir (kibirli) ise Allah’a isyan eden ve insanın ebedî düşmanı olan şeytandır. Kibir kimde bulunursa sahibini şeytanlaştırır. Hayırdan ve haktan da uzaklaştırır. Bu üç beş cümleden oluşan kısacık ayet İslam medeniyetinin son derece önemli üç temel gerçeğini açıklamıştır. 1- Hepinizin aslı birdir. 2- Yaratıcının, insan topluluklarını milletler, soylar, kabileler şeklinde düzenlemesi sadece bir birlerinin farklı yönlerini kavrayıp tanımaları ve birbirlerine yardımcı olmaları içindir. 3- İnsanlar arasında bir üstünlük ve fazilet varsa ve olabilirse o da sadece ahlakî üstünlük ve fazilettir. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem çeşitli hutbelerinde ve buyruklarında bu konuyu daha da açarak izah buyurmuşlardır: “Ey insanlar! Dikkat edin, Rabbiniz birdir. Hiçbir Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur ve hiçbir Arap olmayanın da hiçbir Araba üstünlüğü yoktur. Siyah renkte olanın hiçbir beyaz renkte olana, beyaz renkte olanın da hiçbir siyah renkte olana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. Şüphesiz ki Allah katında en değerliniz Allah'tan en çok sakınanınızdır.” “Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girişen de bizden değildir.” (Müslim) Bu talimat sadece sözden ibaret kalmamıştır. Müslümanlar İslâm’ın getirdiği evrensel kardeşlik ilkesi ile cahiliye döneminde şiddetle hüküm süren ırkçılık âdetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke aristokratlarının zulüm ve baskılarına rağmen İslâm, Romalı Süheyb, Habeşli Bilal ve İranlı Selman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu. İslam bugün dünya çapında, renk, ırk, dil, vatan ve millet farkı olmayan bir kardeşliği tesis etmiştir. Bu kardeşlikte üstünlük, aşağılık, ayırımcılık ve taassubun hiçbir izi yoktur. Ne yazık ki Emevîler döneminde İslam egemenliğinin yerini alan saltanatla birlikte birçok cahiliye âdeti gibi ırkçılık da yeniden canlandı. Irkçılık eğilimleri İslâm dünyasında ne zaman canlansa müslümanlar çok şeylerini kaybetti. Ülkemiz de ırkçı yaklaşımlardan önemli ölçüde etkilenmekte ve bu cennet misali vatanda da batılının tahriki ile bir hiç uğruna canlar ve servetler heba edilmektedir. İslam kan bağının ve akrabalık ilişkilerinin önemini inkâr etmez. Bilakis bu bağların güçlendirilmesini, ilişkilerin geliştirilmesini öngörür. ".. adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kırmaktan sakının." (en-Nisa 4/1) "Geri dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalık bağlarını koparmaya dönmüş olmaz mısınız?” (Muhammed 47/22) “Müminler ancak kardeştirler.” (el-Hucurât 49/10) "Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder." (en-Nahl 16/90) "Sizden fazilet ve servet sahibi kimseler, yakınlığı bulunanlara, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler..." (en-Nur 24/22) "Ey insanlar, eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zalimler onlardır." (et-Tevbe 9/23) Müminler yalnız birbirlerini dost edinirler ve yalnız birbirlerinin velisidirler: "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki (yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler. İşte onlar birbirlerinin velisidirler." (el-Enfal 8/72) “İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler." (et-Tevbe 9/71) "Ey iman edenler! Müminleri bırakıp kâfirleri veli edinmeyin. Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?" (en-Nisa 4/144) İslam dininin ibadetleri ve emirlerinin neredeyse tamamı sosyal içeriklidir. Günde beş vakit kılınan namaz cemaati gerektirir. Zekât da böyledir. Yılda bir kez yapılan Hac ibadeti de evrenseldir. Cenabı Mevla’nın “…Düşmanlıkta ve günahta yarışmayın, iyilikte ve takvada yarışın “(Maide 2) ayeti gereği bir milletin mensubu olan kişinin bütün iyilik ve güzellikleri kendi ailesinde, kabilesinde, milletinde görmek için çalışması asabiyet değil iyilikte yarıştır. Ümmetin yolu da bu olmalıdır.
__________________ Bende 1 yumurta var, sende 1 yumurta var. Ben sana 1 yumurta versem, sen bana bir yumurta versen, bende 1 yumurta sende 1 yumurta olur.Bende 1 bilgi var, sende 1 bilgi var. Ben sana 1 bilgi versem, sen bana 1 bilgi versen, bende 2 bilgi, sende de 2 bilgi olur. |
Konu Sahibi Muhteşem 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
Neden allah'a yöneliş? | Serbest Kürsü | Esma_Nur | 1 | 2202 | 24 Ekim 2011 14:14 |
allah korkusu ve hesap duygusu | Allah(c.c) | Kara Kartal | 1 | 2041 | 19 Ekim 2011 15:35 |
hak dostlarından nasihatler | Muhtelif Konular | YaŞuHa | 1 | 2313 | 15 Ekim 2011 19:53 |
umumi dua | Dua Bölümü | su damlası | 3 | 2777 | 06 Ekim 2011 19:57 |
Müftülükten ailelere öneriler: Eşinize saldırı... | Din Görevlileri | Medine-web | 4 | 2298 | 28 Eylül 2011 19:12 |
22 Nisan 2014, 01:35 | Mesaj No:2 |
Durumu: Medine No : 20781 Üyelik T.:
10 Ekim 2012 | Cevap: asabiyet
Kavramın İbn-i Haldun'un düşünce sistemindeki içeriği En açık şekliyle yakın kan bağı ile bağlı olan akrabalık ilişkilerinde görülür.[2]İbn-i Haldun'a göre aile bağı şeklindeki bu bağ zamanla kabile ve kavim bağına dönüşür. Bir akrabası hakarete veya saldırıya uğrayan bir kişi bu saldırı kendisine yapılmış gibi faile düşmanlık besler. İbn-i Haldun, bu davranış özelliğini çöllerin derinliklerinde yaşayan, soyları bozulmamış Arap kabilelerinde de görür.[2]*Ancak bu saflık durumu sürekli olmaz; savaş, barış ve evlenmelerle başka soyları da içine alarak büyüyen kabilede başkanlık da asabiyye bağı daha güçlü olan grupta kalır. Çeşitli nedenlerle kendi soylarını kaybedip başka bir kabileye sığınan topluluklarla da hami-mahmi, efendi-köle ilişkilerinden doğan yapma bir akrabalık bağının yarattığı yeni bir asabiyye bağı ortaya çıkar.[2]Başlangıçta yaşlı ve akil olanların hakemliği ile çözümlenen çatışmalar, kabile büyüdükçe gruplaşmalara ve grup içi çatışmalara yol açar. En yoğun grup içi dayanışması olan, başka deyişle asabiyye bağı en güçlü olan grup diğerlerine üstün olur ve hükümranlığı eline geçirir.[3] İbn-i Haldun'a göre asabiyye bağı bir grup içindeki yardımlaşma ve şeref duygusundan gelen ve dış düşmanlarla uğraşma gücü veren bir bağdır.[2][1]*Eğer tüm topluluklar eşit oranda işbirliği yapmış olsalardı böyle farklılıklar olmazdı. Toplumsal örgütlenmenin çap ve yoğunluğunu belirleyen değişken grup duygusu, grup dayanışması Asabiyye'dir.[3]*Tüm ilkel gruplarda dayanışma, direniş gücü ve cesaret vardır ve hepsi de zenginliğe ve boş zamana ulaşmak isterler. Grup dayanışması onları fetihler yapmaya da götürür. Ya varolan bir devleti fethederler ya da yenisini kurmaya çalışırlar. Ancak devlet kurma aşamasında kan bağı yeterli gelmez. İhtiyaç duydukları yeni gücü ise dinde bulurlar.[3]*Din, asabiyyesi en güçlü olan grubun içinde gelişir ve yayılır. Din, dünyevi istekler ve hısımlığın ötesine geçtiği için kan bağına dayalı asabiyyeden çok daha güçlü bir sadakat duygusu yaratır. İbn-i Haldun'a göre din, bir uygarlığın yaratılışındaki en üstün güçtür ve aynı zamanda o uygarlığı korumak için de en etkili olanıdır. |
22 Nisan 2014, 01:36 | Mesaj No:3 |
Durumu: Medine No : 20781 Üyelik T.:
10 Ekim 2012 | Cevap: asabiyet
İbn Haldun’a göre iki türlü asabiyyet vardır: Nesep, şecere (soy) asabiyeti: Kan temelli bu asabiyye bağı bir toplumun devlet kurmasına kadar yeterli olur.Sebep, (mükteseb) asabiyeti: Devlet kurma aşamasından sonra kan bağı yetmez ve yerine din ve hanedana bağlılık şeklindeki sebep asabiyyeti gelir. Birincisinde aynı soydan gelmek ve kandaş olmak kaçınılmaz bir şart olduğu halde, sebep asabiyetinde böyle bir şart aranmaz. İbn Haldun’a göre nesep asabiyeti ilkel toplumlarda ve badevilerde yaygın iken, sebep asabiyeti daha çok hadarî-medenî toplumlarda yaygındır |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Fitnenin sinir ucu: nifak ve asabiyet | EyMeN&TaLhA | Makale ve Köşe Yazıları | 0 | 30 Aralık 2014 12:06 |
Asabiyet Ve Ehva | Aysima | Hadis-i Şerif | 0 | 23 Kasım 2008 12:41 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|