|
Konu Kimliği: Konu Sahibi verayy,Açılış Tarihi: 06 Eylül 2015 (00:58), Konuya Son Cevap : 06 Eylül 2015 (00:58). Konuya 0 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
06 Eylül 2015, 00:58 | Mesaj No:1 |
Durumu: Medine No : 24898 Üyelik T.:
16 Ocak 2013 | cuzem 3. dönem felsefe tarihi orta çağa kadar özet cuzem 3. dönem felsefe tarihi orta çağa kadar özet Felsefe tarihi Felsefe kelimesi Yunanca philo/filo ve sophia/sofia kelimelerinden oluşmuştur. Philo sevgi anlamına gelirken sophia bilgelik ve hikmet anlamlarına gelmektedir. köken olarak felsefe, hikmet ve bilgelik sevgisi veya aşkı anlamına gelmektedir. felsefe, varlıklar, olaylar, olgular, şeyler vs. hakkında akli, tutarlı ve bütüncül bir şekilde düşünme etkinliğidir. Küçük çocukların gördüğü her nesne karşısında etrafındaki büyüklere “bu nedir” sorusunu yönelttiği sıkça gözlenen ve ifade edilen bir durumdur. Bu anlamda her çocuk, bir doğuştan filozoftur. Her çocuk doğuştan bir filozoftur. Onun filozof kalmasını engelleyen, aile ve toplumdur. çocukların merak ve hayret yetileri zaman içinde körelmekte ve insanlar büyüdükçe daha az şaşırmaktadırlar. Büyüdüğü halde merak ve hayretini sürdüren, soru sormaya devam eden ve dolayısıyla öğrenme arzusunu toplum ve aile tarafından sunulanın ötesine taşıyan bireyler, felsefe yolculuğunda ilerlemeye devam ederler. felsefeyi Sümerlere kadar dayandıran görüşlere rastlamaktayız. Çin’de Konfüçyüs, Hindistan’da Buda ve İran’da Zerdüşt bu anlamda akla ilk gelen düşünürlerdir. Ancak felsefeyi m.ö. 5-6. Yüzyıllardaki Antik Yunan uygarlığına dayandırmak ve bir Yunan mucizesinden söz etmek son derece yaygın bir iddia olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iddiaya göre felsefe MÖ. 6. Yüzyılda yaşayan Tales (624-546) ile başlamıştır. Oysa Tales ile yukarıda andığımız Doğu bilgeleri yaklaşık aynı çağda yaşamışlardır. Öyleyse bir Yunan mucizesine şüphe ile yaklaşmak gerektiğini söyleyebiliriz. Yunanlıların bilim ve felsefedeki pek çok öğeyi kendilerinden önceki kültürlere borçlu olduğu bilinmektedir. Tıp, astronomi, alfabe, geometri konularında Mısır, Babil ve Fenike uygarlıklarından büyük oranda etkilenmişler ve bu medeniyetlerin mirasını Antik Yunan’a taşımışlardır. Önceki uygarlıklar bilim yaparken ihtiyaçları dikkate alıyorlardı. Fakat Yunan bilgeleri bu tür insani ihtiyaçlardan bağımsız bir şekilde, sadece bilmek kaygısını güdüyorlardı. Onların gözünde söz konusu bilimin pratikte işe yarayıp yaramadığının bir önemi yoktu. Yunan bilgelerini ayırt edici kılan diğer bir nitelik ise tüm bildiklerini sistemleştirme yoluna gitmeleridir. Babilliler’in astronomisi ile mısırlıların geometrisi Yunanlıların elinde derli toplu, sistemli bir yapıya bürünmüştür. Diğer bir fark, Yunanlıların bir düşünce-bilim geleneği yaratmış olmaları ve bunu yazıya geçirmiş olmalarıdır. Antik doğuda yazılı bir gelenek oluşturmadıkları için onlardan bize kalan çok fazla yazın yoktur. Bu ayırt edici nitelikler Yunanlıları felsefe-bilim tarihinde öne çıkarmış ve bir tür Yunan mucizesinden söz edilmesine neden olmuştur. Ancak Antik Yunan filozofları incelendiğinde her birinin kendisinden öncekilerden nasıl etkilendiği görülecektir. Hiçbirisi durduk yere çıkıp yepyeni şeyler söylememiştir. felsefi düşünce insanlık tarihi kadar eskidir. Yunan medeniyetinden önce de Çinliler, Hintliler, Mısırlılar, Türkler ve Yahudilerin Amerika kıtasındaki Aztek, Maya ve İnka medeniyetlerinin kendilerine özgü felsefelerinden söz edilebilir. Bu felsefelerin ortak yanı dinsel ve mitolojik öğelerle karışmış olmalarıdır. Buda : Gerçek adı Gautama olan Buda Hindistan’da yaşamıştır. Soylu bir ailenin oğlu olan Buda, yaşadığı hayattan bunalarak bir arayış içinde girmişti. Bu arayışında Hindistan’ı bir baştan bir başa dolaştı. Daha önce yaşadığı zengin ve müreffeh hayatın insanı mutlu etmediğini gören Buda bir süre bunun tam tersi bir hayat sürmüş ve bir zühd hayatı yaşamıştır. Ancak zühd hayatı da onu tatmin etmemiş ve arayışını sürdürmüştür. Bu arayış sonucunda bir gün bilgi ağacının altında aydınlanarak gerçeği kavradı. Kendisine “aydınlanmış”, “uyanmış” anlamında Buda adı bu yüzden verilmiştir. Bu aydınlanışa göre insanı mutlu kılacak olan şey, aşırılıklardan uzak bir “orta yol” tutturmaktır. Konfüçyüs Çin’de yaşayan Konfüçyüs bir devlet adamıdır. Yaşadığı dönemde Çin’in geçirdiği krizler, çalkantılar ve kültürel bunalımlar nedeniyle Konfüçyüs devlet, birey, toplum ve aile gibi konulara eğildi. O, doğru ve ahlaklı bir birey ile doğru ve adil bir yönetici olmak için neler yapılması gerektiğinden söz etti. Konfüçyüs bir tür “üstün insan”dan söz eder. Onun zamanına kadar ideal insan bir tür aristokrat idi. oysa Konfüçyüs ideal insanın bilge, güçlü, cesur olması gerektiğini, çıkarların değil doğruluk ve adaletin yönlendirdiği bir kişi olduğunu söyler. Konfüçyüs batılı düşünür ve filozofların aksine ne metafizik konularla ne de doğa bilimleriyle ilgilenmiştir. Tanrı ve tanrıçalardan söz etmemiş, insanlığın nihai doğasına değinmemiştir. Onun bütün kaygısı toplum, aile ve bireydir. Konfüçyüs’e göre tek başına yaşayan bireyin hiçbir kıymeti yoktur. Ona göre yaşamın amacı bireyin aile, toplum ve toplumun diğer bireyleriyle iyi geçinmesi ve kendisine düşen rolü en iyi şekilde oynamasıdır. Konfüçyüs, birey toplum içindir derken Lao-Tzu, toplum birey içindir, der. Konfüçyüs doğal arzu ve dürtüleri kötülerken Tao, bunlar normal kaşılar. Lao-Tzu/Lao-Tse Çin’de yaşamıştır. Konfüçyüs’ün aksine Tao, bireye vurgu yapar. Tao’ya göre asıl olan bireydir. Devlet, toplumdaki her bireyin refahı ve mutluluğu için çalışmalı, bireyin gelişimi için gereken her şeyi yapmalıdır. Tao, insanların doğuştan iyi olduğuna sonradan değişip kötü kişiler olduklarını düşünür. Konfüçyüs iyi bireyin toplumla iyi geçinen kişi olduğunu söylerken Tao, iyi bireyin doğayla uyum içinde olan kişi olduğunu söyler. Tao’nun düşünceleri bu gün Taoizm diye bilinmektedir. Zerdüşt : İran’da yaşamıştır. ilahi gerçeklik ve “kötülük problemi” konusunda son derece geniş kapsamlı görüşler ileri sürmüştür. Ahlaki bir tektanrıcılık savunuculuğu yapan Zerdüşt’ün Yahudilikten, eski Mısır ve Hint inançlarından etkilendiği kabul edilmektedir. Zerdüşt’ün andığı pek çok Tanrı varsa da o, tanrıların en kudretlisi olan Ahura Mazda’yı hepsinden üstün tutar ve ibadete layık olanın o olduğunu söyler. Zerdüşt, insanların hem iyilik hem de kötülükle dünyaya geldiğini ve bu ikisi arasındaki mücadelenin onların hayatını anlamlandırdığını düşünmekteydi. Milet Okulu : İyonya Okulu olarak da bilinen Milet Okulu, Batı Anadolu kıyılarında İzmir’in güneyindeki Milet şehrinde ortaya çıkmıştır. Milet Okulu’nun en çok bilinen üç filozofu aynı zamanda doğa filozofları olarak da bilinler: Tales, Anaksimandros ve Anaksimenes Tales : Milet Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilmektedir. Aynı zamanda Yedi bilgeden birisi olduğu kabul edilmektedir. Tales bir fizik, matematik ve astronomi bilginidir. Bir güneş tutulmasını önceden haber vermiştir. Çok bilgili olduğu için kendisine sofos ünvanı verilen ilk kişidir. Varlığın ana maddesinin (arche/arke) su olduğunu iddia eden Tales bu iddiasıyla düşünce dünyasında ilk defa “ana madde” sorununa değinmiştir. Tales doğadaki çokluğu gözlemlemiş ve bu çokluğun durmaksızın değiştiğini, farklılaştığını görmüştür. Anaximandros : Tales’in öğrencisidir . O da Tales gibi tüm şeylerin bir tek ana maddeden geldiğini kabul etmiş ancak bu maddenin ne olduğu ve nitelikleri konusunda onu aşmıştır Ana madde öncelikle, ezeli ve ebedi, yani sonsuz olmalı ve diğer tüm maddi şeylere kaynaklık etmeliydi. Oysa su nemli, ateş sıcak, hava soğuk, toprak ise kurudur. Bu maddeler birbiriyle karşıtlık içindeler. Öyleyse ana madde bu evrensel çatışmadan uzak olmalıydı. Anaximandros bu öncesiz ve sonrasız ana maddeye sonsuz anlamına gelen aperion adını vermiştir. Düşüncelerini yazıya dökmüş düşünsel tarihte yazılı geleneği başlatmıştır Karadeniz’e açılan denizciler için ilk defa bir harita yaptığı nakledilmektedir. İlk güneş saatini tasarlamış ve dünyanın silindirik bir biçimde olduğunu düşünmüştür. Ayrıca insan dâhil tüm canlıların önce denizde yaşadığını ve daha sonra karaya çıktığını söyleyerek bir tür evrim teorisi de ortaya atmıştır. Anaximenes : Ana madde tartışmasını o da sürdürmüş ancak bu konuda Anaximandros’u aşacak bir şeyler ortaya koyamamıştır. Ana maddenin hava olduğunu söyleyerek bir bakıma Tales’e geri dönmüştür. Ona göre, duruma göre bazen sıcak bazen soğuk ve bazen ılık olabilen hava tüm varlığa kaynaklık etmiş olmalıydı. Anaximenes ilk defa ruh kavramını felsefeye kazandırmıştır. Ona göre bizim ruhumuz bizi canlı kılan, ayakta tutan ve onu dağılmaktan kurtaran şeydir. Anaximenes Milet Okulu’nun son filozofudur. Aristoteles bu üç filozofu fizikçiler olarak nitelemiştir. Onlar, mitosu terk ederek olayların açıklamasında deney ve gözleme başvuran ilk yunan filozoflarıdır. İnsan ve insanla ilgili konularla ise ilgilenmemişlerdir. Pythagoras (Fisagor) ve Pythagorasçılar : Sisam adasında doğup gençliğinde Güney İtalya’ya yerleşmiş olan Pythagoras, yarı efsanevi bir kişiliktir. Hiçbir şey yazmadığı halde ona mal edilen birçok eser vardır. Pythagoras bir tarikat kurucusu ve aynı zamanda din düzelticisidir. Bu tarikatın inançları arasında en çok anılmaya değer olanı tenasüh inancıdır. Bu inanca göre ruh, ölümden sonra yeni bir bedene girerek dünyaya geri döner. Önceki hayatında işlediği suçlara veya edindiği erdemlere göre ölümden sonra yeni bir şekle girer. Kötü kişiler hayvan ve hatta bitki olarak dünyaya geri dönebilir. Bu nedenle tarikat mensupları et ve bazı sebzeleri yemezlerdi Pythagorasçılar dinsel bir tarikat oldukları kadar, siyasi bir topluluk haline de gelmişlerdir. Birçok İtalya şehrinde iktidarı ele geçirmişlerdir Pythagoras’ın adını taşıyan bir geometri teoremi(Pisagor teoremi) bu gün hala kullanılmaktadır. İrrasyonel sayıları bulan Pythagorasçılar aynı zamanda müzik ile sayılar arasındaki ilişkiyi de fark etmişler ve bu konularda da çalışmalar yapmışlardır. Sayılar üzerine yaptıkları uğraşlar en sonunda onların her şeyin ana maddesini sayı olarak ortaya koymalarına yol açmıştır. Böylece ana madde tartışmasında somut bir madde yerine soyut bir nesneyi kabul etmişlerdir. Bununla ilişkili olarak onlar tüm dünyanın ve evrenin matematiksel bir yapı olduğunu düşünmüşlerdir. Pythagorasçılar, varlıkları anlamak için onların altındaki matematiksel esasları anlamak gerektiğini düşünüyorlardı. Xenophanes (Ksenofanes) : Pythagoras’ın çağdaşı olup tıpkı onun gibi Batı Anadolu kıyılarında doğmuş ve İranlıların istilası nedeniyle İtalya’ya göç etmiştir. Tıpkı Pythagoras gibi dinsel konularla ilgilenmiştir. O, öncelikle o zamanların din anlayışını belirleyen Homeros ve Hesiodos’u eleştirir. Ona göre bu ikisi tanrıları insan biçimli düşünerek hata yapmışlar ve bu hatalarının sonucu olarak zina, hırsızlık, aldatma gibi tüm kötü şeyleri tanrılara yakıştırmışlardır. Xenophanes’e göre Tanrı, insanların kendisine yakıştırdığı bu tür insani niteliklerden uzaktır. Tanrı birdir, hareketsiz ve sonsuzdur. Ne doğar ne ölür, ne de değişir. Hareket etmeyip, değişmediği halde dünyadaki tüm hareket ve değişimi yönetir, her şeyi duyar ve görür. Xenophanes, başka tanrıları da kabul etmekte ancak tüm tanrıların üstünde bir yüce Tanrı koyar. Bu nedenle o, tam anlamıyla bir tektanrıcı(monoteist) sayılmaz. Ona göre ana madde topraktır. Her şey topraktan gelir ve günü gelince bir şekilde toprağa döner. Herakleitos(Heraklit) : Antik çağın ilk gerçek felsefi tartışmasını Parmenides ile yapmıştır. “Tabiat hakkında” adlı eseri üç bölümden oluşur: Fizik, teoloji, politika. O, eserlerini halk için değil, kendisi gibi aristokrat olan insanlar için yazmıştır. Yazdığı eserlerin herkes tarafından anlaşılmasını istemezdi. Bu nedenle de onları kasıtlı olarak açık olmayan, güç anlaşılır bir tarzda yazardı. Bu yüzden kendisine “Karanlık Herakleitos” denirdi. Herakleitos, evrendeki değişmeden çarpıcı bir şekilde söz eden ve bu konuda önemli görüşleri dile getiren ilk filozoftur. Bu konudaki meşhur sözü “bir nehirde iki kere yıkanılmaz” şeklindedir. Çünkü şimdi gördüğümüz nehir az önce gördüğümüz nehir değildir. Ona göre Sıcak şeyler soğurken, soğuk şeyler ısınmaktadır. Bir şeyler erirken, bir şeyler katılaşmakta, yaşlar kuru, kurular yaş haline gelmektedir. Kısacası hiçbir şey bir ve aynı kalmamaktadır. Herakleitos evrendeki değişimi bir tür zıtlar mücadelesi olarak görür. Her şey kendi zıddına dönmeye çalışır. Ancak evrendeki değişimden muaf olan, aynı kalan ve değişimi, yani aslında oluşu idare eden bir tek şey vardır. Bu şey, evrenin tüm işleyişine hâkim olan yasadır. Herakleitos bu yasaya “logos” adını verir. Herakleitos logos ile aslında Tanrı’yı kasteder. Logos aynı zamanda ateştir. Bu görüşüyle Herakleitos ana madde tartışmasını sürdürerek ana maddenin ateş olduğunu söylemiştir. Herakleitos, evrendeki her şeyi düzenleyen Tanrıyı aynı zamanda evrenin de içinde kabul ettiği için monoteist panteist sayılır. Herakleitosun önemli düşüncelerinden birisi de iki farklı evreni kabul etmiş olmasıdır. Buna göre dünya, 1) Görünüşler dünyası 2) Gerçeklik dünyası olarak ikiye ayrılır. Görünüşler dünyası duyularımızla algıladığımız âlemdir. Burada her şey bize sabit görünür. Hiçbir şey değişmiyor, nesneler aynı kalıyormuş gibi görünüyor. Oysa gerçekte her şey sürekli bir akış ve oluş içindedir. Dolayısıyla bizi gerçek anlamda bilgiye götürecek olan şey duyularımız değil aklımızdır. Bu görüşüyle hem rasyonalist hem de idealist bir felsefenin temellerini atmıştır. Herakleitos’un iki farklı evren görüşünün önemi, gerçek evrenin akıl ile anlaşılabileceğini söylemesindedir. Elea Okulu : Elea okulunun kurucusu Xenophanes’in öğrencisi Parmenides’tir. Elea okulu Herakleitos’un rasyonalizmini sürdürür. Herakleitos iki ayrı dünya anlayışında, doğayı sadece gözleyerek elde edilen bilgiye şüpheyle yaklaşmak gerektiğini de söylemek istiyordu. Varlığın ancak akılla anlaşılabileceği düşüncesi Elea Okulun’da zirve yapmıştır. Parmenides : Antik Yunan Felsefesinde bir dönüm noktası olan Parmenides, felsefenin kendisinden sonraki seyrini baştan aşağı değiştirmiştir. Aristoteles ve Platon ondan övgüyle söz ederler. Ayrıca yazdıkları günümüze en çok ulaşan antik Yunan filozofudur. Eserlerini manzum olarak yazmıştır. Parmenides tıpkı Herakleitos gibi iki farklı dünya görüşünü kabul etmekte ancak hangi dünyanın gerçek hangisinin görüntü olduğu noktasında ondan ayrılmaktadır. Herakleitos’un aksine o gerçek dünyanın değişmeyen, sabit olan dünya olduğunu söylüyordu. Ona göre görünüşler dünyası olarak gördüğümüz şeyler, sürekli değişen, başkalaşan, çelişkilerle dolu yanıltıcı bir dünyadır. Gerçek dünya ise hareketsizdir. Parmenidese göre gerçek olan şey, varlığın bir olduğu ve var olduğudur. “Varlık vardır ve var olmayan şey yoktur” sözü, onun tüm düşüncesinin temelini oluşturur. Parmenides’e göre her şeyin tek bir ana maddeden geldiğini, ondan değişerek ve dönüşerek oluştuğunu söyleyen İyonyalı filozoflar bu tür bir çelişkiye düşmüşlerdir. Varlık özü itibariyle bir ve tektir. Ne değişir ne de dönüşür. Parmenides’e göre var olmayan düşünülemez, kavramlarla ifade edilemez. Parmenides varlık hakkındaki görüşünü tamamen akli temellere dayandıran ilk düşünür olmuştur. Zenon : Elea Okulu’nun ikinci filozofudur. Parmenides’in öğrencisidir O, yeni bir öğreti geliştirmek yerine hocasının görüşlerini, yani varlığın birliğini, hareketsizliğini savunmak üzere mantıksal kanıtlar geliştirmiştir. Geliştirdiği kanıtların bir kısmı harekete bir kısmı da çokluğa karşıdır. Saçmalığa indirgeme yöntemi olarak bilinen bu yöntemi ilk defa Zenon bulmuştur. Yöntemin püf noktası karşıt görüşün saçma veya çelişik olduğunu göstererek kendi görüşünü haklılaştırmadır. Zenon’un geliştirdiği kanıtlardan çokluğa ve harekete karşı olmak üzere iki grup altında toplanabilir. Çokluğa karşı geliştirdiği kanıtlardan bir tanesi evrenin çokluk değil de birlik olduğunu göstermeye çalışır. Buna göre varlık eğer çokluktan, yani şeylerin bileşiminden meydan geliyorsa bu, onun bölünebilir olduğu anlamına geliyor. Bir şeyi sonsuza kadar böldüğümüzü varsayalım. En sonunda ağırlığı olmayan ve yer kaplamayan bir sonsuz küçüklüğe ulaşırız. Böyle bir şey aslında bir varlık olmadığından gerçek değildir. Bu şeyi bir şeye eklemekle ondan hiçbir şey arttıramayız. Harekete karşı geliştirdiği kanıtlardan birisi Aschylos (Aşil) ile kaplumbağa arasındaki yarıştırÖrneklerden de anlaşıldığı üzere Zenon hareket ve çokluk iddiasının nasıl gülünç, komik ve saçma sonuçlara ulaştırdığını göstermeye çalışır. Yedi Bilge: Antik Yunan dünyasında yaşamış, bilgece sözleriyle topluma yön vermiş düşünürlerdir. Arche: Antik Yunan filozoflarının evrenin yapıtaşı ya da ana maddesi anlamında kullandıkları sözcüktür. Orfik inanç ya da Orfizm: Kurucusu Orpheus’tur. Tamamen mitolojik bir dindir. Dionysos: Yunan şarap tanrısı olarak bilinir. Orfizm’e kaynaklık etmiştir. Homeros: Antik Yunan’da yaşamış İyonyalı şair. İlyada ve Odysseia destanlarının derleyicisi olarak kabul edilmektedir. Hesiodos: M.ö 8. yy.’da yaşadığı kabul edilen Yunanlı şair. Homeros ile birlikte Antik Yunan dünyasının din ve düşünce dünyasını şekillendirmiştir. Pluralist ve Antropolojik Dönem Plüralist Dönem Pluralist çoğulcu demektir. Evrenin ana maddesi konusunda birden fazla öğe kabul ettikleri için bu adı almışlardır. Bu akımın filozofları, Elea Okulu’nun bazı görüşlerini kabul ederken bazılarına karşı çıkmışlardır. Parmenides’in varlık ve varlığın birliği, ezeliliği ve ebediliği hakkındaki görüşlerine katılırlar. Ancak değişmeyi de apaçık bir olgu olarak kabul ederler. Buna göre her biri basit olan, ezeli ebedi ve değişmez olan ilk maddeler bir araya gelerek karmaşık maddeler meydana getirirler. Böylece hem ilk maddenin mutlaklığı korunmakta hem de dış dünyadaki değişim temellendirilmektedir. Ayrıca doğa araştırmalarının önü tekrar açılmaktadır. Empedokles : Pluralist filozofların ilki olup Yunan felsefesinin bilim adamı filozof tipinin en seçkin örneklerinden biridir. Ona göre ilk madde aslında dört tanedir. Bunlar hava, su, toprak ve ateştir. Bu dört unsur ezeli ve ebedi olup değişmezler ve dönüşmezler. Bu dört öğe, birbirlerine veya başka bir şey indirgenemezler. Evrendeki çokluğu açıklamak açısından son derece elverişli görünen bu dört öğe teorisi, Platon ve Aristoteles üzerinde etkili olmuş ve onların da etkisiyle tüm Ortaçağ boyunca etkisini sürdürmüştür. Ancak bu dört öğe kendi kendine birleşip ayrılmaz. Önceki filozoflarının düşündüğü gibi canlı değildirler. Maddi olan bu öğeleri bir araya getiren ve sonra da ayıran güç, “sevgi” ne “nefret”tir. Anaxagoras : Atina civarına düşen bir göktaşının güneşten kopan bir parça olduğunu söyleyerek, aslında güneşin yanan büyük bir taş kütlesi olduğunu iddia etmiştir. Oysa güneş o günkü Yunanistan’da Tanrı olarak görülmekteydi. Dolayısıyla onun bir taş kütlesi olduğunu söylemek Tanrı'ya saygısızlıktan başka bir şey değildi. Ana madde sorunu üzerinde düşünen Anaxagoras tartışmayı Empedokles’in bıraktığı yerden sürdürmüştür. Ona göre ana madde dört tane olmayıp, doğadaki varlıkların sayısı kadardır. Yani aslında sonsuz sayıda ana madde vardır. Evrendeki tüm oluş ve bozuluş bu ana maddelerin bir araya gelmesi ve dağılmasıyla gerçekleşir. İnsan vücudu dâhil tüm nesneler bu sonsuz öğelerden meydana gelir. Kan öğeleri, kemik öğeleri, et öğeleri hep bir araya gelerek kan, kemik ve et vs. meydana getirirler. öğe görüşüyle Anaxagoras atomcu görüşe en çok yaklaşan filozof olmuştur. doğadaki sonsuz sayıdaki maddelerin bir araya gelip düzen oluşturması için harici bir güce ihtiyaç olduğunu düşünmüştür. Empedokles, bu güçlerin sevgi ve nefret olduğunu söylerken Anaxagoras onun tek bir güç olduğunu ileri sürmüştür. Bu güç “Nus”tur. Nus dışsal bir güç olup maddidir. Tıpkı ana maddeler gibi sonsuzdur, Şeyleri yaratmayıp onlara ilk hareketi ve düzeni vermiştir. Bu görüş felsefe tarihinde deizm olarak bilinmektedir. Anaxagoras evrenin düşünen bir kuvvet tarafından düzenlendiğini iddia eden ilk düşünürdür. Ona göre Nus, evreni belli bir “gaye”ye (telos) düzenlemiştir. Teloloji olarak adlandırılan bu görüşe göre, evren Tanrı tarafından belli bir gayeye yönelik düzenlenmiştir. Felsefe tarihinde teleolojik(gayeci) görüşü ortaya atan ilk düşünür Anaxagoras’tır. Demokritos ( ateist ) : Hem Milet hem de Elea Okulu’nun etkisinde kalan Leukippos-Demokritos ikilisi, son derece önemli olan ve bilim tarihinde çığır açmış olan Atom teorisinin ilk kurucularıdır. Demokritos’a göre Tüm cisimler artık daha fazla bölünemez olan son öğelerine kadar ayrılabilir. Bu son öğelerin artık bölünemez oluşları küçüklüklerinden değil sertliklerinden kaynaklanmaktadır. Demokritos’a göre atomların üç sıfatı vardır: sertlik, şekil ve büyüklük. Buna karşın atomlar renk, ses, sıcak ve soğuk gibi sıfatlarından yoksundurlar. Anaxagoras’ın belli bir gayeye yönelmiş evren görüşüne karşılık Demokritos, evrende mekanik bir zorunluluğun hâkim olduğunu savunur. Determinizm olarak bilinen bu görüşe göre nesneler, atomların bir araya gelmesiyle oluşmakta ancak bu süreç mekanik bir zorunluluk sonucu olmaktadır. Aynı cinsten atomlar bir araya gelerek cisimleri oluştururlar. Demokritos daha önce gördüğümüz filozoflar içinde en materyalist olanıdır. Evrenin kendiliğinden ve mekanik bir zorunlulukla ortaya çıktığını iddia ederek evreni düzenleyen akıl sahibi bir gücün varlığını reddetmekte ve ateizme varmaktadır. Demokritos bu günkü anlamda atomculuğun kurucusudur. O aynı zamanda evrende mekanist bir zorunluluk olduğunu düşünüyordu. Demokritos tüm bilgilerimizi duyularımızla elde ettiğimizi ancak bu bilginin akılla kontrol edilmesi gerektiğini söyler. Duyularımız içinde en güvenilir olanı dokunma organıdır. Demokritos’un ahlak anlayışı iki temel düşünceden oluşur. 1. Aşırı istek ve arzuların akıl ile dizginlemesi gerekir. Ayrıca insan kendini bazı şeylerden yoksun bırakmayı bilmelidir. 2. İnsan bütünün çıkarını kendi kişisel çıkarından üstün tutmalıdır. Plüralist Okul içinde saydığımız her üç düşünür, cisimlerin birden fazla öğenin bir araya gelmesi sonucunda oluştuğunu iddia etmişlerdir. Ancak bu araya gelişin niteliği noktasında farklı şeyler söylemişlerdir. Buraya kadar gördüğümüz filozofların hepsi, hemen hemen yalnızca doğa ile ilgili konularla ilgilenmiş, insan ile ilgili konuları ihmal etmişlerdir. Bu yüzden onlara doğa filozofları denmiştir. Bundan sonraki devirde insan ve toplumla ilgili görüşlerin ağırlıkta olduğu bir felsefe dönemi ile karşı karşıya kalmaktayız. Antropolojik Devir Antropolojik devir, insan ve insanla ilgili sorunların daha çok konuşulduğu ve merkeze alındığı bir dönemi ifade etmektedir. Sofistlerle birlikte ve insanla ilgili sorunlar felsefeye konu olmuştur Sofistler : Sofist kelimesi, bilgisinde ve sanatında usta olan insanlara verilen bir sıfattı. Atina’da ortaya çıkan bir grup insan için kullanılmıştır. Bu devirde Yunanlılar, Persleri püskürterek yeni bir demokratik düzen kurmuşlardır. Doğrudan demokrasi olarak bilinen bu düzende herkes, yasama, karar alma ve yargılama sürecinde rol alabiliyordu. Bu yeni durum ise ciddi anlamda bir ikna yeteneği, yani hitabet(retorik) gerektiriyordu. Sofistler işte tam bu noktada ortaya çıkmış ve bu ihtiyacı gidermişlerdir. İyi eğitim almış olan bu insanlar, Atinalı yurttaşlara para karşılığında ders veriyorlardı. Tales’ten bu yana geçen zaman içerisinde üzerinde uzlaşılan neredeyse tek bir konu yoktu. Birbirinin tam aksi olan görüşler çeşitli filozoflar tarafından savunulmuş, söylenebilecek hemen her şey söylenmiş ancak bir uzlaşma sağlanamamıştı. Ortaya çıkan bu manzara sofistleri “hakikat”ın varlığından şüpheye düşürmüştür. Bu anlayış septisizm olarak bilinmektedir. Sofistleri felsefe tarihinde ilk kılan üç önemli nokta vardır: 1. Sofistler Yunan felsefe tarihinin ilk sistemli şüphecileridir. 2. Sofistler doğa felsefesini terk ederek insan, toplum ve pratik konular üzerine felsefe yapmaya başlayan ilk filozoflardır. 3. Para karşılığı ders veren ilk filozoflardır. 4. Demokratik yönetimi temellendiren ilk düşünürlerdir. Sofistlerin hitabet sanatına verdikleri önemle kendi felsefeleri arasında açık bir ilişki vardır. Hakikat’in göreli olduğunu ve kişiden kişiye değiştiğini düşünen sofistler için önemli olan, diğer insanları ikna edebilmek idi. Protogoras : Sofistlerin önemli düşünürlerinden birisidir. Onların şüpheciliğini “insan her şeyin ölçüsüdür” şeklindeki veciz bir sözle ortaya koymuştur. Protogoras duyularla elde edilen bilgiyi kesin bir şekilde şüpheyle karşılayan ilk düşünürdür. Ona göre duyularla elde dilen bilgi kişiden kişiye değiştiği gibi, aynı kişi için farklı zamanlarda bile değişmektedir. Hatta aynı anda aynı sıcaklıktaki bir suyu, bir elimiz sıcak, bir elimiz de ılık hissettirebilir. Yani herkes için geçerli olan bir doğru bilgi söz konusu değildir. Protogoras’a göre doğru olan şey şu anda algılanan, istenilen ve arzulanan şeydir. Protogoras ilk defa, dildeki eril(müzekker) dişil(müennes) ve nötr(cinsiyetsiz) kelimeleri ortaya koymuştur. Hitabetin esasları, ikna edici bir konuşmanın nasıl olması gerektiği, bunun ilkeleri ve mantıksal bağlantıları hakkında kurallar belirlemiştir. Gorgias : Yazdığı esere “Doğa üzerine veya var olmayan üzerine” diye tuhaf bir isim koymuştur. Bu eserinde ifade ettiği meşhur sözü şöyledir: “Bir şey yoktur, olsa bile bilemezdik, bilsek de başkasına aktaramazdık”. Sofistlerin yaşadığı mö 5. yy. Yunan Aydınlanma Çağı olarak anılmaktadır. Bu çağ, ortaya çıkışları, uğraşları ve başardıkları açısından XVIII. yy. Aydınlanma çağı ile büyük benzerlikler göstermektedir. Bu benzerlikleri şu şekilde sıralayabiliriz. 1. Her ikisi de metafizik bir devrin sonunda ortaya çıkmışlardır. 2. Her ikisi de kendilerinden önceki felsefe sorularını bir kenara bırakıp zamanlarının siyasal ve sosyal konularını ele almışlardır. 3. Her ikisi de geleneğe ve boş inançlara savaş açmıştır. 4. Her ikisi de toplum, ahlak ve siyasetle ilgili kurumların insanlar tarafından meydana getirildiğini ve bu nedenle insanlar tarafından değiştirilebileceğini ileri sürmüşlerdir. 5. Her ikisi de kendilerinden sonraki yeni sosyal ve siyasal yapılara zemin sağlamıştır. Sofistler devletlerin nasıl oluştuğu ile ilgili iki farklı teori üretmişlerdir. Sözleşme Teorisi : Protogoras ve Antiphon tarafından savunulan bu teori, insanların bir arada yaşamaya muhtaç oldukları temeline dayanır. bir araya gelen insanlar, kendi aralarında işbölümüne dayanan bir sözleşme yapmışlardır. İnsanlar doğa karşısında eşit derece güçsüz olduğundan ve toplum halinde yaşamaya bu nedenle mecbur olduğundan topluluğun nimetlerinden eşit derecede yararlanacaklardır. Sofistlere göre, herkesin aynı hak ve yükümlülüklere sahip olduğu bu düzeni sağlayacak ideal sistem ancak demokrasi olabilir. Onlara göre bir sınıfın başka bir sınıfın iradesine boyun eğerek yoksunluk yaşaması kabul edilebilir değildir. Bu ve benzeri görüşleri nedeniyle sofistler, o zamanın hâkim ideolojisi tarafından hoş karşılanmamıştır. Çünkü ilkçağda bedeni kuvvet gerektiren tüm işler köleler tarafından yapılıyor ve kölelik tamamen doğal sayılıyordu. Bu eşitlikçi görüşleri nedeniyle sofistlere duyulan öfke daha da artmıştır. Güç Teorisi : Thrasymachus ve Callicles’in savunduğu bu teori, insanlar arası güç mücadelesi temeline dayanır. Thrasymachus’a göre insanlardaki temel dürtü bir arada yaşama ihtiyacı olmayıp, kendini başkalarına kabul ettirme isteğidir. Yasa denilen şey, güçlü insanların zayıf insanlara kendi iradelerini zorla kabul ettirmelerinden başka bir şey değildir. İnsanları adil olanlar ve olmayanlar olarak değil, güçlü olanlar ve zayıf olanlar diye ikiye ayırmak gerekir. Callicles’e göre adalet, zayıf insanların güçlü insanları, güçlerini kullanmaktan menetmek için başvurdukları bir hiledir. Aciz insanlar adalet, ahlak gibi kavramları uydurarak güçlü insanları, güçlerini kullanmaktan vazgeçirmeye çalışılar. Sokrates : Sokrates kendisinden sonraki tüm felsefe anlayışlarının dikkate aldığı önemli bir kişiliktir. Felsefe tarihi açısından en dikkat çekici özelliği, Platon gibi bir filozofun onun öğrenciliğini yapmış olmasıdır. Sokrates hem aristokrat yönetimin hem de demokrat yönetimin haksız uygulamalarına her zaman itiraz etmiş ve onları kıyasıya eleştirmiştir. Atina’nın elitleri onu susturmak için çare aramış ve sonunda mahkemeye çıkarmışlardır. Bu sırada 71 yaşında olan Sokrates 500 kişilik halk meclisinin kararıyla idama mahkûm edilmiş ve baldıran zehiri içerilerek cezası infaz edilmiştir. Sokrates’in yargılanmasına neden olan suçlama “gençleri baştan çıkarmak ve Atina’nın tanrılarına inanmayıp yeni tanrılar icat etmek” şeklindeydi. Yargılamanın ardından kaçmasına göz yumulduğu halde, dostlarının tüm ısrarlarına rağmen kaçmayı da reddetti. Sokrates suçsuz olduğuna inanıyor ve bunları yaptığı takdirde suçlamaları kabul etmiş sayacağını düşünüyordu. kendi kendisiyle çelişmemek ve tutarlılığını sürdürmek adına ölümü göze almıştır. Öğrencisi Platon Sokrates’in yaptığı destansı savunmayı “Sokrates’in Savunması” adıyla kitaplaştırmış ve ölümsüzleştirmiştir. Sokrates metafizik, fizik ya da doğa bilimleriyle uğraşmamıştır. Zaten sokratik yöntemin doğa bilimlerinde ya da deneysel bilimlerde işe yaramasını bekleyemeyiz. O, sofistlerin insanı merkeze alan felsefelerini sürdürmüştür. Sokrates’e göre erdem, bu dünyada üstün bir düzenin varlığının ifadesidir. Bu üstün düzen ise ancak iyi bir Tanrı'nın varlığı ile açıklanabilir. İnsan ruhu ölümsüz olup, yaptıklarının karşılığını görecektir. Ona göre insanlar doğuştan kötü değildir. Kötülük bir yanılma ve bilgisizlik halinden başka bir şey değildir. Sokrates ahlak alanında tam bir iyimserliğe sahiptir. Öğrencisi Platon bir süre hocasının izinden gitse de daha sonraları fikir değiştirecektir. Sokrates, mutluluk yani “eudaimonia” konusuna bu anlayış çerçevesinde yaklaşır. Sokrates’in ahlak anlayışını formüle etmek gerekirse; bilgi sahibi kişi erdemli kişi demektir. Erdem ise insanı mutlu kılan tek şeydir. Ona göre Yunan Şehir Devleti (Polis) hem siyasal hem de ahlaki bir yapıdır. Sokrates bir demokrasi karşıtıdır. O günkü şehir devletinde geçerli olan demokrasiye hayatı boyunca sürekli karşı çıkmıştır. Yunan Şehir Devleti demokrasisinde köleler ve kadınlar dışında herkesin oy ve söz hakkı vardı. Ancak Sokrates, her alan gibi siyasetin de bir uzmanlık gerektirdiğini düşünmekteydi. Ona göre iyi bir gemici, sanatçı, inşaatçı ya da askerin iyi bir siyasetçi olması beklenemezdi. Düşüncelerinden etkilenen öğrencileri onun felsefesini yaşatmak adına pek çok okul kurmuşlardır. Megara Okulu : Sokrates’in ölümünden sonra Platon dâhil, öğrencilerinin çoğu, daha güvenli bir yer olduğu için Megara’ya kaçmıştır. Elea Okulu’nun ve özellikle Parmenides’in varlık anlayışı ile Sokrates’in ahlak anlayışını birleştirmeye çalışmıştır. Elis-Eretria Okulu : Megara Okulu’na benzer bir ahlak anlayışına sahip olan bu okul da etkili olamamış ve varlığını fazla sürdürememiştir. Kynikler Okulu : Kynik ise köpek gibi anlamına gelmektedir. Böyle adlandırılmalarının nedeni, hiçbir âdete, ahlak ve nezaket kuralına saygı göstermemeleri, kanaatkâr ve yoksul bir hayat sürmeleridir. Kyrene Okulu : Sokrates’in mutluluk idealinden yola çıkan bu okulun vardığı nokta hedonizm(hazcılık)dir. Onlara göre mutlu bir yaşam, zevki mümkün olduğu kadar çok, acısı mümkün olduğu kadar az olan yaşamdır. Kyrene Okulu, tıpkı Kynikler gibi devlete ve toplumsal kurumlara karşı ilgisizdirler. Tüm kanunlara, gelenek ve göreneklerle ilgili tüm kurumlara karşıdırlar. Sokrates’in hayatı boyunca ilgilendiği konulara öğrencilerinin sırtını dönmüş olması son derece ilgi çekicidir. Deizm, teizm, ateizm: Deizm evrenin Tanrı tarafından yaratılmadığını, sadece ona düzen ve ilk hareketi verdiğini iddia eden bir görüştür. Deizme göre Tanrı evrene daha sonra karışmaz. Teizm evrenin Tanrı tarafından yaratıldığını ve düzenlendiğini ve daha sonra vahiy ve vb araçlarla evrene müdahale etmeye devam ettiğini iddia eder. Septisizm: kelime anlamı şüpheciliktir. ilk sistemli şüpheciler sofistlerdir. Septisizm görecelilik olarak bilinen rölativizm yani görecelilik ile yakından ilişkilidir. Rölativizm : herkesin doğrusunun kendine ait olduğunu savunan, doğru ve yanlışın zamana ve zemine göre değiştiğini iddia eden görüştür. Sistematik Felsefe I: Platon Sistematik felsefe ifadesi öncelikle Platon ve Aristoteles felsefelerini nitelemek için kullanılır. Sistem sahibi filozoflar, yolun başında felsefi çerçevelerini çizerek tüm sorulara bu çerçeve dâhilinde çözümler getirmeye çalışırlar. Sistem sahibi filozofların yöntemine aşina olduğunuzda cevabını bilmeseniz bile pek çok konu hakkında neler söylemiş olabileceklerini tahmin edebilirsiniz. Sistematik felsefe aynı zamanda sentezcidir. Platon : Türkçe’ye, Arapça üzerinden Eflatun olarak geçmiştir. Platon’a felsefe hayatında yön veren asıl olay, onun Sokrates ile karşılaşmasıdır. hocası Sokrates idam edilirken yanında bulunamamıştır. Sokrates’in idam edilmesi Platon üzerinde derin etkiler bırakır. Dünyanın değişik yerlerini gezmiştir. Akademi’yi kurmuştur. Platon, bir tür bilim-felsefe merkezi olan Akademi’nin başında ölünceye kadar kalmış ve orada çeşitli dersler vermiştir. Akademi, antik okullar içinde en uzun ömürlü olanıdır. Platon’un kurduğu Akademi, yaklaşık 900 sene varlığını sürdürmüştür. Gençlik devri diyalogları: Bunlar aynı zamanda Sokratik diyaloglar olarak da anılırlar. Sokrates’in etkisinin çok açık olduğu bu diyaloglarda Sokrates’in yöntemi takip edilir. Geçiş devri diyalogları: Felsefi sorunların belli sembollerle ifade edildiği diyaloglardır. Bu diyaloglarda Sokrates’in etkisi hafiflemekte ve sonuçlar daha açık bir şekilde ortaya konmaktadır. bu eserde Platon, sofistlerin yöntemlerini ve düşüncelerini eleştirir. Olgunluk devri diyalogları: Bu devirde Platon artık yaratıcı ve sanatçı yönünü sergiler. Bu eserlerinde ideler kuramı, aşk, ruhun ölümsüzlüğü, ideal devlet gibi konular yer alır. İhtiyarlık devri diyalogları: Bu eserlerinde Sokrates’in etkisi iyice azalmaktadır. Deneycilik (ampirizm) ve Duyumculuk (sensualizm) ile hesaplaştığı bu dönemde özellikle ideal devlet şekli üzerinde önemle durur. Bilgi Öğretisi(Epistemoloji) : Sokrates hayatı boyunca sofistlerin bilgi anlayışı ile mücadele etmişti. Ona göre bilgi sofistlerin iddia ettiği gibi göreceli bir şey değildi. Platon bilgi tartışmasını bir anlamda bu gelenekten miras alır ve Sokrates’in bıraktığı yerden sürdürür. Ancak Platon sofist şüpheyi tamamen dışlamaz. Sofistlerin algı ve deney hakkındaki şüphelerini haklı bulur. Ona göre bilgi eğer algıya veya deneyime bağlı olsaydı kişiden kişiye değişecekti. Duyular sadece görünüşler dünyasını algılamaya yararlar. Gerçek dünya ve şeylerin gerçek bilgisi için ruhun çalışmasına ihtiyaç vardır. Duyular algılarken, ruh düşünür. Algılar ölümlü olan duyu organlarının ürünü iken, düşünce ölümsüz ve sonsuz olan ruhun ürünüdür. Platon'a göre, matematik ve geometri ile ilgili bilgiler kesin bilgiye birer örnektirler. İdeler öğretisi : Platon için bilgi, tam olarak kavramların bilgisidir. Kavramlar hiçbir şekilde deneme dünyasından edinilemezler. Deneme dünyasında gördüğümüz hiçbir şey, mutlak anlamda iyi, güzel ve adil olamaz. Bunlar ancak mutlak olan iyi, güzel ve adalete az ya da çok yaklaşabilen şeylerdir. Platon bu mutlak kavramlara “ide” adını verir. Bu kelimenin aslı “idea” olup “ideal” ve “idealizm” kavramları ondan türemiştir. İdeler dünyası en genel anlamıyla ideal, mükemmel, düşünülebilen en iyi dünya olarak anlaşılabilir. İdeler genel kavramlar olup varlık dünyasındaki her şeyin mükemmel birer aslı olarak düşünülebilir. Platon'a göre bu ideleri düşünen ve onlarla iş gören yetimiz ise ruhtur. Çünkü ideleri algılayacak bir duyumuz yoktur. Ruh ölümsüz olduğundan, bir beden içinde bu dünyaya gelmeden önce zaten bu bilgilere sahipti. Bu görüşünde büyük oranda Pythagorasçılar’ın etkisi altında kalan Platon'a göre dünyadaki deneyimler bizde zaten var olan bilgiyi uyandırma işlevi görürler. güzelliğin ne olduğunu bilmeden bir şeyin güzel olup olmadığını bilemezdik. Benzer şekilde, iki nesnenin bir biriyle eşit ya da benzer olduğunu söylerken de bizim eşitlik ve benzerlik kavramlarını önceden bilmiş olmamız gereklidir. Sonuçta bilgi, bizim ruhumuzda önceden var olan ideleri hatırlamaktan ibarettir Platon, bunu, “bilgi hatırlamaktır” şeklinde formüle etmiştir. Platon’a göre diyalektik, bütün ilimlerin tacıdır. Yöntem sayesinde her alanda, tek tek nesnelerden kalkarak, idelere varabilir ve bu ideler arasındaki mutlak ilişkileri kavrayabiliriz. Varlık Öğretisi : İki dünya anlayışı Herakleitos gerçek dünyanın değişen-dönüşen dünya olduğunu söylerken, Parmenides tersini söyleyerek gerçek dünyanın değişmeyen, sabit kalan dünya olduğunu söyler. Platon benzer şekilde iki farklı dünya anlayışını benimseyerek birine ideler dünyası, ötekine görünüşler dünyası adını vermiştir. Platon, bu iki görüş arasındaki tartışmada Parmenides’in tarafını tutar. Tıpkı Parmenides gibi akan, değişen-dönüşen dünyanın gerçek olamayacağını ileri sürer. Ona göre, gerçek dünya ideler dünyası olup sabit ve değişmezdir. İdeler, mükemmel varlıklar olup bu dünyadaki eksik, tam olmayan nesnelerin asıl, özgün modelleridir . Dünyanın hiçbir yerinde mükemmel anlamda iyi ve güzel yoktur. Ama ideler dünyasında bunlar bulunmaktadır. İdeler ezeli ve ebedidir. Mükemmel oldukları için değişmezler. Görünüşler dünyası ise ideler dünyasının aksine sürekli akan, değişen-dönüşen bir dünyadır. İnsanların duyularıyla algıladıkları bir dünya olarak, duyular dünyası olarak da adlandırılabilir. Görünüşler dünyasında hiçbir şey mükemmel değildir. O nedenle bilgi dediğimiz şey görünüşler dünyasının bilgisi olamaz. Çünkü her şeyin değiştiği, dönüştüğü bir yerde kesinliği yakalamak mümkün değildir. ** Platon’a göre ideler dünyası gerçekten vardır. İdeler hayali, ya da sembolik varlıklar değildirler. İdeler dünyası, mükemmel bir uyum ve düzenin hâkim olduğu bir kozmostur. Bu kozmosun en tepesinde iyilik idesi, daha doğrusu mükemmellik idesi yer alır. İyi olan, eksiksiz olan şeyin ise var olması zorunludur. Bu durumda iyilik ile varlık aynı şey olur. Mağara Benzetmesi : Buna göre insanlar elleri ayakları zincirlenmiş bir şekilde bir mağarada, sırtları mağaranın girişine dönük bir şekilde oturmaktadırlar. Başları da sabitlendiğinden geriye ya da sağa sola bakma imkânları yoktur. Bu insanlar dışarıdan vuran ışığın, karşıdaki duvara yansıttığı gölgelerden başka bir şey görmemektedirler. Mağaranın önünden çeşitli nesneler sürekli geçmekte ve ışığın durumuna göre bu nesnelerin şekli duvara yansımaktadır. Gölgelere ek olarak insanlar, nesnelerin seslerini de duyabilmekte ve fakat seslerin gölgelerden yani duvardan geldiğini sanmaktadırlar. Bu sahne tipik bir sinema salonu sahnesidir. Platon’a göre bizler, tıpkı o mağarada elleri kolları zincire vurulmuş, başları sabitlenmiş insanlar gibiyiz. Mağaranın duvarı görünüşler dünyasını temsil ederken, mağaranın dışı ideler ve gerçeklikler dünyasını temsil etmektedir. İdeler dünyasında olmayan bir şey görünüşler dünyasına, yani mağaranın duvarına yansıyamaz. İnsanlar hiçbir zaman idelerin kendilerini göremezler. Platon mağarada yaşayanlardan birinin bir gün zincirlerinden kurtulduğunu varsayar. Ona göre bu kişi önce mağaranın loş ışığına alışan gözlerini dışarının ışığına alıştıracaktır. Daha sonra dışarı çıktığında ise büyük bir şaşkınlık yaşayacaktır. Belki gördüklerine inanmayacak, geri dönüp diğerleri ile birlikte mağaranın duvarına yansıyan gölgelerle yetinecektir. Gördüklerini anlayıp kavradığında, yani görünüşler dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı anladığında ise geri dönüp arkadaşlarına bunu anlatmak isteyecektir. Fakat mağaranın dışını gerçekten gören kişinin bile inanmakta zorluk çekeceği böyle bir şeyi, mağaradan hiç çıkmamış olan insanların kolaylıkla kabul edeceğini bekleyemeyiz. Filozoflar zincirlerini kıran ve gerçek dünyayı görebilen, anlayabilen insanlar olurken, diğerleri mağarada zincirlenmiş bir şekilde yaşayan kölelerdir. Bu benzetme bir yandan bilge insanlarla sıradan insanlar arasına keskin bir çizgi çekerken, bir yandan da filozofların sırtına büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Zincirlerini kırıp gerçek ve özgür dünyaya çıkan filozoflar, bir zamanlar kendileriyle aynı kaderi paylaştığı insanlara dönüp gerçeği anlatmakla sorumludurlar. Mağara benzetmesi bu açıdan hem eğitim hem de ahlak açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Filozofların halkı aydınlatmak gibi görevleri vardır ve bu aydınlatmanın boyutu sadece duyusal nesneler ile ilgili olmayıp değerler/ahlak ile de ilgilidir. Psikoloji ve Ruh Öğretisi : Platon’un ruh anlayışı büyük ölçüde, gençliğinde yaptığı yolcuklarda tanıştığı Pythagorasçıların ve orfik inançların etkisi altındadır. Platon’un ruh anlayışı onun ideler öğretisi kadar önemlidir. Çünkü bilgi ve ahlak konusundaki görüşleri ideler öğretisi ile birlikte ruh öğretisine de dayanır. ruh bu dünyada sonlu bir bedene mahkûm olmuştur ve ölümden sonrasında, yaşadığı hayata göre bir başka bedene, bitki, hayvan ya da insan olarak tekrar girer. Ruh bu döngüden kurtularak, sonlu dünyadan ayrılmak ve tekrar geldiği o sonsuz dünyaya dönmek ister. Bu ise ancak erdemli bir yaşam sürmekle mümkündür. Ona göre ruh bu dünyadaki bedene girmeden önce ideler dünyasında yaşamaktaydı ve sürekli ideler dünyasına geri dönmek istemektedir. Platon’a göre ruh ölümsüzdür. Ruhun ölümsüz olduğunu gösteren en önemli şey ise “hatırlama”dır. Ruhun daha önceden bildiği ideleri hatırlaması onun bu dünyadan önce de var olduğunu gösterir. Platon, ruhun üç ayrı kısımdan meydana geldiğini ileri sürer. Bunlar, akıl, irade ve iştahtır. Akıl, insanın başında bulunurken, irade göğsünde, iştah ise bedenin aşağı kısımlarında bulunmaktadır. Akıl, hem iradeye hem de içgüdülere hâkim olup ruhun en değerli kısmıdır. İrade, ancak akla boyun eğdiği zaman iyidir. İştah ise her zaman kötüdür. Ahlak Öğretisi : Platon ahlak konusunda başlarda, tamamen Sokrates’in etkisi altındadır. Tıpkı Sokrates gibi, insanların amacının mutlu olmak olduğunu düşünür. Yine tıpkı Sokrates gibi, iyiyi ve kötüyü bilen insanların erdemli olacağına inanır. Sonraları Platon’un ahlak anlayışı ideler öğretisinin etkisinde kalır. Gerçek bilgi idelerin bilgisi olduğundan gerçek erdem de bununla ilgilidir. Platon gerçek erdem ile sıradan erdem arasında ayırıma gider. Gerçek erdem idelerin bilgisine sahip olmakla gerçekleşir. Buna karşın gündelik hayatta yerinde sayılabilecek bir davranış sıradan erdem olarak görülebilir. Bu aynı zamanda filozofun ahlakı ile sıradan insanın ahlakı arasındaki ayırımdır. Platon’a göre en yüksek erdem adalettir. Adaleti kendinde gerçekleştiren insan diğer bütün erdemlere sahip olan mükemmel insandır. Platon yaşlılık döneminde Sokrates’ten miras aldığı iyimserliğini kaybeder. Bu dönemde daha çok gerçekçi bir Platon ile karşı karşıya kalırız. Ruhun kuvvetlerinin hem kendi arasında hem de içgüdülerle sürekli bir çekişme içinde olduğunu söyler. Platon'a göre artık kötülük sadece bilgi eksikliğinden ibaret değildir. İnsanlar bile bile kötülük yapmıyor olsalar da insanı kötü yapan şeyler sadece bilgisizlik değil, bazı hastalıklar, vücudun bazı sıvıları, yanlış eğitim ve siyasi etkiler olabilir. Devlet Öğretisi ve Siyaset Felsefesi : Platon her zaman siyasetle ilgilenen bir kişi olmuştur. Siyaset ve yönetim ile doğrudan ilgili üç eseri Politeia(Devlet), Politikos(Devlet Adamı) ve Nomoi(Yasalar)’dır. Platon’a göre Devletler, insanların iradeleriyle bir araya gelip kurdukları yapılar değildir. Devlet bir organizmadır ve içinde yaşayan bireyleri biçimlendirir. İnsanlar, içinde yaşadıkları devletin niteliklerini yansıtırlar. Adil devletler adaletli ve düzgün bireyler yetiştirirken, adaletsiz ve zalim devletler kötü ve kişiliksiz insanlar yetiştirir. Platon'a göre bazı devlet şekilleri yanlıştır. Bunlar; Militarist Devlet: Askeri kaygıların önplanda olduğu bir devlettir. Bu tür devlette şan, şöhret ve makamlar en önemli şeyler olarak görülür. Savaş bu yönetim anlayışı için yeri gelince başvurulan bir araç olmayıp bir gerekliliktir. Çünkü şan ve şöhretin en iyi sergilendiği yer savaşlardır. Plutokrasi(Plutokratie): Bu tip devlette zenginlik ve servet esastır. Bu devletin belirleyici niteliği zenginlerle fakirler arasındaki nefrettir. Demokrasi: Sokrates’in demokrasi eleştirisine daha önce değindik. Platon da öğretmeninin izinden giderek, demokrasiyi eleştirir. Despot Devlet(Tyrannie): Platon'a göre, baskıcı, zorba devletler köle ruhlu insanlar yetiştirir. Zorbalık ve kölelik birbiriyle bağlantılı şeylerdir. Köle ruhlu insanlar eline fırsat geçince zorbalaşır. Benzer şekilde zorba insanların elinden güçlerini aldığınızda köleleşirler. ** Platon tıpkı ruhu üç bölüme ayırdığı gibi, devlette yaşayan insanları da üç sınıfa ayırır. İdeal devlette, her biri üstüne düşeni yapan üç sınıf insan vardır: Yöneticiler, askerler ve işçiler. Yöneticiler akıl, askerler irade, içiler ise iştaha karşılık gelmektedir. İşçi sınıfı: Köleler, çiftçiler, sanatkârlar bu sınıfa girerler. Bu sınıfın okuma yazma bilmesi yeterlidir. Daha fazlasına ihtiyaçları yoktur. İşçiler istedikleri gibi evlenebilir, mal mülk sahibi olabilir, çocuklarını istedikleri gibi yetiştirebilirler. Asker sınıfı: Bu sınıfı oluşturanların okuma yazmanın ötesinde bir eğitime ihtiyaçları vardır. bedensel eğitimleri şarttır. müzik, edebiyat eğitimi de almalılar Bu sınıf için en büyük erdem cesarettir. Evlilikleri tamamen devlet tarafından ayarlanır. Bunlardan doğan çocuklara devlet el koyar ve ana-babaları onları bir daha göremezler. Zayıf olanlar öldürülür, güçlü olanlar ise geleceğin toplumunu oluşturmak üzere özenle yetiştirilirler. Bu sınıfın mal-mülk edinme hakları da yoktur. İşçi sınıfından layık görülenler bu sınıfa alınabilirler. Platon'un asker sınıfı için uygun gördüğü sistem bir tür komünist-sosyalist yapıdır. Yönetciler sınıfı: Devletin aklını ve beynini oluşturan sınıftır. Asker sınıfının içinden seçilirler. Asker sınıfın geçtiği eğitime ek olarak ciddi bir felsefe eğitimi de almaları gerekir. Platon yöneticilere sınırsız yetkiler verir. Yönetim yetkisi filozof bile olsalar tek kişiye verilmez. İdeal devlette yönetim filozoflardan oluşan bir aristokratlar tabakasının elinde olacaktır. Devleti gereği gibi yönetebilmeleri ve insani zaaflardan uzak olmaları için, tıpkı askerler gibi onlara da aile hayatı ve servet edinme hakkı verilmez. Bu sınıfın sahip olduğu en yüce erdem cesaret ve bilgeliktir. Platon’un ideal devleti bir “ütopya”dır. Ütopya, gerçekleşme ihtimali olmayanı ifade eder. Tarihte pek çok ütopya yazılmıştır ve ilk ütopya Platon'a aittir. Platonun zamanla bazı fikirleri değişmiştir. yaşlılık döneminde yazdığı Nomoi(Yasalar) adlı diyalogunda devlete ilişkin bazı düşüncelerini değiştirir. Platon’u fikir değiştiremeye yönelten nedenler yaşadığı tecrübelerdir. O ideal devletin gerçekleşmesinin imkânsız olmasa da çok zor olduğunu anlamıştır. Bu nedenle daha gerçekçi bir devlet modeli önermiştir. Platon öncelikle idarecilere sınırsız yetkiler vermenin bir hata olduğunu anlamıştır. İdeal devlet ancak bir tanrılar devleti olabilirdi. Dolayısıyla zaaflarla dolu insanlardan böyle bir şey beklenemezdi. O nedenle yöneticilerin yasalarla sınırlandırılması gerekmektedir. Yasalar herkesin üstünde olup, tüm uygulamalarda yalnızca yasalar göz önüne alınmalıdır. Platon asker sınıfı için öngördüğü sosyalist-komünist yapıdan da vazgeçer. Özel mülkiyet serbest olup aile hayatı serbesttir. Çünkü aile ve servet hakkını yasaklamak insan doğasına aykırıdır. Platon'un ideal devletinde toplumu şekillendiren en üstün güç “ideler öğretisi”dir. Oysa yeni devlette bunun yerini “din” almıştır. Toplumun yaşantısında ve eğitiminde din artık çok önemli faktördür. Platon eserinde dinsel duygulara ve törenlere çokça yer verir. Platon'un fikir değiştirmediği konu ise eğitimdir. Eğitim, devletin en önemli görevidir. Tanrı ve Din Öğretisi : Platonun ideler öğretisi aynı zamanda dinsel bir öğretidir. Dindarlık duygusu ile ideler öğretisi arasında sıkı bir bağ vardır. Platon'a göre Tanrı, mükemmel bir varlıktır, tektir ve değişmez. “İnsan her şeyin ölçüdür” diyen sofistlere karşı Platon “Tanrı her şeyin ölçüdür” der. Bilge kişinin örnek alacağı kişi Tanrı’dır. Tanrı her zaman iyiliği koruyacaktır. O nedenle, iyilik yapan insanları ödüllendirecek, kötülük yapanları ise cezalandıracaktır. Sanat Öğretisi : Platon’nun ideler öğretisi ve iki farklı dünya anlayışı dikkate alındığında sanat hakkındaki görüşünü kestirmek çok zor olmaz. O, öncelikle sanatı bir taklit olarak görür. Ancak sanatçının gördüğü şey, gerçek olmayan bir görünüşler dünyasıdır. Görünüşler dünyası ise zaten gerçek olanın, yani ideler dünyasının gölgesidir. Dolayısıyla sanatçının yaptığı şey bir gölgeyi taklit etmekten, yani taklidin taklidini yapmaktan başka bir şey değildir. Platon'un dünyasında her şey ahlaklı bir yaşama, mutluluğa götürdüğü derecede değerlidir. Sanat da böyledir. Eğer ahlaki amaçlara hizmet edecekse sanat hoş görülebilir. Değilse kesinlikle müsaade edilmemelidir. Bu nedenle Platon sanat konusunda seçicidir. İdeal devlette bireylerin eğitim sürecinde sanata pek az yer verilmiştir. İnsanlar üzerinde kötü etkiler bırakacak sanata ve şiirlere kesinlikle karşıydı. Sistematik Felsefe II: Aristoteles Ataları arasında pek çok hekim bulunan Aristoteles, bu aile geleneğinden etkilenmiştir. 17 yaşındayken Platon'un Akademisine girmiş ve Platon'un ölümüne kadar 20 yıl boyunca ders almıştır. Aristoteles, hemen her konuda Platon'un açık etkisi altındadır. Sonraları Platon'un etkisinden tamamen kurtularak kendi özgün felsefesini kurmuştur. Kral Philipp tarafından 13 yaşındaki oğlu İskender’i yetiştirmek üzere Makedonya’ya davet edilmiştir. Büyük İskender olarak bilinen bu öğrencisi, dünyayı fethetmek için Asya seferine çıkınca Aristoteles Atina’ya dönmüştür. İskender, hocası Aristoteles’in görüşlerinden tamamen ayrılsa da aralarındaki dostluk ve yakınlık uzun yıllar sürmüştür. Aristoteles Atina’ya döndükten sonra Lykeion olarak bilinen kendi okulunu kurmuştur. Mantıkla ilgili eseri Organon adını taşımaktadır ve altı bölümden oluşur: Kategoriler, Önermeler, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Topikler ve Sofistik Deliller. Aristoteles’e göre mantık tüm ilimler için bir giriştir. Fizik ya da doğa bilimleri ile ilgili eserleri: Fizik, Göğe Dair, Oluş ve Bozuluş, Meteoroloji’dir. Canlılar ile ilgili yazdığı eserler ise Hayvanlar Tarihi ve Bitkiler adını taşır. Ahlakla ilgili eserleri Nikomachos’a Etik ve Eudemos’a Etik adlarını taşır. Siyaset felsefesi ile ilgili eserinin adı Politika, psikoloji ile ilgili eseri Ruh Üzerine’dir. En önemli eseri sayılabilecek olan Metafizik ise aslında tesadüfen bu adı almıştır. Felsefesi Aristoteles’e kadar Yunan düşünce dünyasına hâkim iki ana felsefe akımından söz edilebilir. Bunlar Materyalizm ile İdealizmdir. Materyalist felsefe, Tales ile başlayıp atomculara kadar uzanan bir çizgi tarafından temsil edilmişti. Aristoteles materyalist görüşün pek çok konuda başarısız olduğunu düşünüyordu. Ona göre, bu başarısızlığın birinci nedeni, insan doğasına dair tatmin edici bir açıklama getirememiş olmasıdır. İnsan aynı zamanda bir değer varlığıydı ve materyalist felsefe, değerleri temellendirmek, açıklamak noktasında tıkanıyordu. Başarısızlığın bir diğer nedeni, materyalist felsefenin değişim olgusunu tam olarak açıklayamamasıydı. Ona göre idealist felsefede, ideler dünyası ile gerçek dünya arasında bir uçurum vardı ve bu da değerler alanını gerçekçi bir temele dayandırmayı zorlaştırıyordu. İdealizm bu haliyle daha çok entelektüel tabakaya hitap ediyor ve ortalama insanın değer arayışına katkıda bulunamıyordu. İşte Aristoteles’e göre, hem değişim problemini açıklayacak hem de ahlak ve değer alanını sağlam bir temele dayandıracak daha gerçekçi bir felsefe inşa etmek gerekiyordu. Aristoteles’in doğa araştırmalarındaki yöntemi gözlemdir. O, öncelikle tek tek varlıklarla, tek tek olgularla ilgilenir. Ardından çeşitli karşılaştırmalar ve çıkarımlarla tümel önermelere, genel hükümlere ulaşmaya çalışır. insanı anlamak için ideal insanı, devleti anlamak için ideal devleti bilmek gerekiyordu. Aristoteles tıpkı Platon gibi bilginin amacının tek tek varlıkları ve olguları genel kavramlar altında toplamak olduğunu düşünüyordu. Ancak Platon bu genel kavramların ideler adı altında gerçek olduğunu düşünürken, Aristoteles bu kavramların bir gerçekliği olduğunu kabul etmiyordu. Aristoteles’e göre gerçek olan, elimizle tuttuğumuz duyularla algıladığımız tek tek varlıklardır. Aristoteles ile birlikte bilimde uzmanlaşma başlamıştır. Her bir konu üzerine ayrı ayrı eserler yazmış ve onları sistemli bir şekilde ele almıştır. Bilim ile felsefeyi kesin olarak birbirinde ayırmasa da “İlk Felsefe” adını verdiği metafiziği diğerlerinden ayırmıştır. Mantık Öğretisi : Aristoteles mantığın kurucusudur. Kendisinden önce bazı mantık ve dil çalışmaları yapılmıştır. Fakat mantığı bağımsız ve sistemli bir disiplin olarak ortaya koyan ilk düşünür Aristoteles’tir. Aristoteles mantığı, ontolojik bir nitelik taşır. Yani ona göre düşüncenin formları aynı zamanda gerçek varlıkların, gerçekliğin de formudur. Düşünce dediğimiz şey, gerçekliğin yani, varlıkların ve onlar arasındaki ilişkilerin zihnimizdeki bir yansımasıdır. Yüzyıllar sonra ortaya çıkan Immanuel Kant mantığı ise formel/biçimseldir. Aristoteles’e göre bir şeyi bilmek öncelikle o şeyi belli bir kavram grubu içine sokmak demektir. Aristoteles mantığının diğer bir önemli yanı önermelerdir. Bir diğer önemli konu kıyastır ve Aristoteles mantığı ile adeta özdeşleşmiştir. Aristoteles’e göre bir şeyi bilmek için o şeyi bir tür kavramlar sistemi içinde ifade etmek gerekir. Bu kavramlar sistemine kategoriler adını verir. Ona göre her nesne için on tane kategori vardır. Bunlar; cevher(töz), nicelik, nitelik, bağıntı, yer, zaman, durum, ilişki(sahiplik), etki ve edilgidir. Kategoriler düşünceyi sözlerle ifade etme biçimleridir. Bilgi öğretisi : Aristoteles’in bilgi anlayışı mantık anlayışı ile birebir örtüşür. Aslında onun mantık anlayışının aynı zamanda bir bilgi teorisi olduğu da söylenebilir. Aristoteles duyularımıza güvenir ve onların bizi yanıltmayacağını ileri sürer. Bilgilerimizdeki yanılgı duyulardan değil, duyularla elde edilen verilerin zihinde yanlış bir şekilde işlenmesinden kaynaklanır. Mantığın önemi tam da burada ortaya çıkar. Mantık sayesinde duyulardan gelen verileri sistemli bir şekilde bir araya getirip onlardan doğru çıkarımlar, sonuçlar elde edebiliriz. Aristoteles, doğuştan bilgiyi ve doğuştan kavramları kabul etmez ve bu konuda hocası Platon'a karşı çıkar. Ona göre insan zihninde doğuştan gelen bir bilgi ya da kavram yoktur. Metafizik (İlk Felsefe) : Aristoteles gençlik döneminde Platon'un etkisi altındadır ve ideler öğretisinin ateşli bir savunucusudur. Daha sonraları Platon'un etkisinden kurtularak ideler öğretisini eleştirmeye başlar. Metafizik adlı eserinin birçok yerinde Platon'u eleştirmektedir. Ona göre ideleri ve ideler dünyasını kanıtlamanın bir yolu yoktur. İdeler öğretisine karşı çıkan Aristoteles’e göre gerçek dünya, duyularımızla algıladığımız gerçeklik dünyasıdır. Ayrıca her varlığın onu özel kılan, sadece kendine has bazı nitelikleri de vardır. Örneğin bir çınar ağacı, onu diğer çınar ağaçlarıyla bir kılan niteliklere sahiptir. Ona çınar ağacı diyebilmemiz için gerekli olan bu nitelikler, çınar ağaçlarında bulunan bu ortak nitelikler, geneli meydana getirir. Aynı şekilde her çınar ağacının diğer çınar ağaçlarından ayrılan kendine has bazı nitelikleri de vardır. Aristoteles ile Platon'un uzlaştığı bir konu zihindeki kavramların nesnel gerçekliklere karşılık olduklarıdır. Ancak bu nesnel gerçekliğin tam olarak ne olduğu konusunda ayrılırlar. Platon'da bu nesnel gerçeklikler idelerdir ve tamamen aşkın bir niteliğe sahiptirler. Oysa Aristoteles’te kavramlar, duyularımızla algıladığımız varlıklarda içkin olarak bulunurlar. Varlık ve Oluş: Aristoteles her nesnenin madde ile şekil(form)den oluştuğunu ileri sürer. Buna göre evrendeki her oluş şekil verici bir gücün maddeyi etkilemesi ve ona bir şekil kazandırması ile meydana gelir. Tıpkı ruhun bedensiz, bedenin ruhsuz varlığı düşünülemediği gibi, şekilsiz madde ile maddesiz bir şekilden söz edilemez. Dolayısıyla Aristoteles’e göre doğadaki her oluş için mutlaka onu meydana getirebilecek maddi bir özün bulunması gereklidir. Ayrıca bu maddenin öncesiz-sonrasız yani ezeli-ebedi olmasını da kabul etmek gerekir. Aristoteles’e göre doğadaki her oluş belli bir amaca yöneliktir. Bir sanatçı nasıl doğadaki nesnelere şekil vererek yeni şekiller meydana getiriyorsa, doğadaki güçler de doğadaki nesnelere sürekli şekil kazandırmaya çalışırlar. Bu etken güçlerin başında kuşkusuz Tanrı gelmektedir. Onun dışında, canlılar ikincil bir etken olarak her zaman bu oluşu sürdürürler. Nedenlerini bilmiyor oluşumuz onların nedensiz olduğu anlamına gelmez. Bu açıklama şekli teleolojik/gayeci/amaçsal/ereksel olarak anılmaktadır. organik dünya kendi içinde basamaklara ayrılır. En aşağıda bitkiler, onun üzerinde hayvanlar ve en sonunda insanlar yer alır. İnsan daha aşağı tabakadaki varlıkların tüm niteliklerine sahiptir. Aristoteles doğadaki her oluşta dört temel neden olduğunu ileri sürer. Bunlar; Maddi neden: Oluşun şekillendirdiği madde. Her oluşla birlikte bir madde şekil kazanır. Şekil kazandıran neden: Maddede kendini gerçekleştiren formdur. Harekete geçiren neden: Her oluşu harekete geçiren, onu başlatan etken nedendir. Amaçsal/ereksel neden: Her oluşun amacını oluşturan, varılmak istenen amacı gösteren nedendir. Tanrı: Her oluşun bir nedeni olması gerektiğini söyleyen Aristoteles bu nedenleri sonsuza kadar götürmez. Ona göre bir ilk nedenin bulunması gereklidir. Bu ilk neden Tanrı’dır. Tanrı ezeli-ebedi/sonsuz olup hareketsizdir. Onun hareketsiz olması zorunludur çünkü hareketli olması durumunda ona hareket veren nedeni bulmak zorunda kalırız. Madde, tıpkı Tanrı gibi ezeli-ebedidir. Tanrı Evrene ilk hareketi verdikten sonra da artık ona karışmaz. Bu düşünce Deizm olarak bilinmektedir. Deizmde Tanrı evreni yaratmaz, sadece şekil verir. Evreni başlatıp yasalarını belirledikten sonra da artık hiçbir şekilde ona karışmaz. Evren kendi kendine işleyen bir otomat gibi sonsuza kadar varlığını sürdürür. Buna karşılık Teizm öncelikle Tanrı'nın evreni yoktan yarattığını düşünür. Fizik Öğretisi : Aristoteles tüm varlıkların dört ana öğeden meydana geldiğini ileri sürer. Bunlar toprak, hava, su ve ateştir. Bu dört öğe teorisi Empedokles’ten alınmadır. Empedokles’e göre bu dört öğe ezeli-ebedi olup aynı zamanda son öğelerdir. Bunlar belirli oranlarda birbirleriyle birleşip ayrılarak şeyleri meydana getirirler. Aristoteles bu konuda ondan ayrılır. Ona göre bu dört öğe birbirine dönüşebilir. Her öğede öteki öğeleri kendine dönüştürme gücü vardır. Mesela ateş, katı cisimleri kendine dönüştürme, onları ateş yapma gücüne sahiptir. Suda, katı maddeleri suya dönüştürme gücü vardır. Fakat her bir öğenin kendine has bazı nitelikleri de vardır. Toprak, kuru, soğuk ve ağırdır. Ateş, kuru, sıcak ve hafiftir. Hava yaş, sıcak ve su ile toprağa oranla daha hafiftir. Bu görüşleri nedeniyle Aristoteles fiziği kalitatif(sıfatçı) bir fizik olarak anılmıştır. Evren Öğretisi : Aristoteles’e göre evren mükemmel bir küre olup, merkezinde dünya bulunur. Bu evren ay altı(yer yüzü) ve ay üstü(gökyüzü) evrenler olarak ikiye ayrılır. Ay altı evrende dört temel öğe hâkimdir ve ondaki nesneler bu dört öğenin niteliklerini taşırlar. Oysa ay üstü evrendeki nesneler beşinci bir öğe olan Ether’den oluşur. Ether, mükemmel ve sonsuz olup diğer dört öğe gibi dönüşüp değişmez, her zaman kendisi olarak kalır. Ay altı evrendeki nesnelerin hareketi düzgün, doğrusaldır. Oysa ay üstü evrendeki nesneler dairesel hareket ederler. Dairesel hareket Yunan düşüncesinde en mükemmel hareket olarak kabul edilmektedir. Aristoteles’e göre yıldızlar, insanüstü varlıklar olup akli varlıklardır. Ruh Öğretisi : Ruh, bedeni etkileyen, onu belirleyen, canlı kılan, amacını meydana getiren, onun mükemmelliğe doğru gelişmesini sağlayan etkin güçtür. Aristoteles bu etkin güce Entelekya(Entelechia) adını verir. Aristoteles organik dünyayı basamaklara ayırdığı gibi, ruhları da basamaklara ayırır. 1. Bitkisel ruh: Organik dünyanın en aşağı tabakasını oluşturan bitkilerin ruhudur. 2. Hayvani ruh: Bitkilerin bir üst basamağını oluşturan hayvanların ruhudur. 3. İnsani ruh: Bitkisel ve hayvansal ruhun sahip olduğu niteliklere ek olarak akıl ve düşünme yeteneklerine sahiptir. Aristoteles’e göre hayvani ruh bedene bağlıdır ve bedenle birlikte var olup, bedenle birlikte yok olur. Oysa akıl bedenden bağımsızdır. Bedenin yok olmasıyla kaybolmaz. İnsan ruhu ve aklı bedenden bağımsız olup sonsuzdur. Hayvani ruhtaki içgüdü, insan ruhunda yerini, iradeye bırakır. Pasif akıl bedenle birlikte yok olurken, aktif akıl ölümsüzdür. İnsan Öğretisi : Aristoteles’e göre insan, evrende Tanrı'ya en çok benzeyen, ona en çok yaklaşan varlıktır. Akla sahip olmakla insan, bütün bilgileri elde etme yeteneğine sahiptir. İnsan Tanrı’yı, oluşu ve oluşun nedenlerini kavrayabilecek şekilde yaratılmıştır. Aristoteles anlamlı konuşabilme yeteneğini Logos olarak adlandırmaktadır. Logos’a sahip tek varlık insandır. Devlet ve Siyaset Öğretisi Platon gibi devlet ve siyaset konularına son derece önem veren Aristoteles, tıpkı onun gibi bu konuda bağımsız bir eser yazmıştır. Eserinin adı Politika’dır. Platon’un ideal devlet anlayışına karşı çıksa da pek çok konuda ondan etkilenmiştir. Örneğin tıpkı Platon gibi devletin en önemli görevlerinden birisinin eğitim olduğunu düşünür. Aristoteles de Platon gibi insanı toplumsal/sosyal bir varlık(zoon politikon) olarak tanımlar. Ancak zamanla Platon'un ideal devlet anlayışını terk etmiştir. Çünkü Platon'un ideal devletinin gerçekleşmesi imkânsız bir ütopya olduğunu fark etmiştir. Aristoteles üç çeşit yönetim şeklinden söz eder. Bunlar demokrasi, monarşi ve aristokrasidir. Bunların her birinde iyi ve kötü yönler vardır. İyi bir kral sayesinde monarşi iyi olabilir. Yine eğitimli ve iyi insanlardan oluşan bir aristokrasinin elinde de devlet iyi olabilir. Demokrasinin ise iyi olması için, halk meclisi üyeleri sağlam bir siyasi terbiyeye sahip olmalıdır. Dolayısıyla bir devletin iyi bir devlet olabilmesi anayasanın şekline ya da yönetim biçimine değil, yasaların nasıl uygulandığına bağlıdır. Aristoteles gerçekçi devlet anlayışını insanları sınıflandırırken de sürdürür. Ona göre temelde hürler ve köleler olmak üzere iki tür insan vardır. Aristoteles’e göre kölelik tamamen doğal bir olgudur. Bazı insanlar köle olarak doğarken bazıları hür olarak doğar. Bu düşüncelerinde o zamanın ekonomik şartları rol oynamıştır. Aristoteles’de bu düzenin doğallığına inanmış ve toplumun başka türlü işleyemeyeceğini düşünmüştür. O, bu düşüncesiyle Sofistlerin sözleşme teorisinin çok gerisine düşmüştür. Aristoteles’e göre köleler bedenen güçlü, ancak zihin/akıl olarak yetersiz insanlardır. Bu nedenle kendi kendilerini yönetmekten aciz olup hür insanlar tarafından yönetilmeye muhtaçtırlar. Devlet içinde yaşayan hür insanlar üç sınıfa ayrılır. Bunlar fakirler, zenginler ve orta hallilerdir. Platonun asker sınıfı için uygun gördüğü sosyalist yapının insan doğasına aykırı olduğunu düşünen Aristoteles, bu sınıfların her türlü mal mülk edinme ve aile kurma hakkını kabul eder. Köylüler ne köle ne de yurttaş konumundadırlar. Satıcı ve işçiler ise hür olmakla birlikte yurttaş sayılmazlar. Aristoteles’e göre bu tür işlerle uğraşan insanlar erdemli bir hayat süremezler. Sanat Öğretisi : Aristoteles sanat ile ilgili görüşlerine Poetik ve Retorik adlı kitaplarında değinir. Bu eserlerinde güzelin ne olduğu, şeyleri güzel yapanın ne olduğu gibi konuları ele alır. Ona göre güzel, matematiksel bir orantı, belli bir büyüklüğü gösteren uyum ve düzendir. O da Platon gibi sanatın bir taklit olduğunu düşünür. Sanat bir nesneyi olduğu gibi veya olması gerektiği gibi göstermektir. Aristoteles’e göre sanatın amacı, insan ruhunu asil bir şekilde neşelendirmek, ferahlatmak ve rahatlatmaktır. Peripatos Okulu : Aristoteles’in kurduğu Lykeion, kendisini de içine alacak şekilde Peripatos Okulu olarak anılmış, takipçilerine de Peripatosçular denmiştir. Aristoteles derslerini yürüyerek verdiği için “yürüyenler” anlamında bu adı aldığı kabul edilmektedir. Onun etkisi sadece Peripatosçular’la sınırlı kalmamış Müslüman ve Yahudi filozoflara kadar uzanmıştır. Kindi, Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd Peripatosçu filozoflar olarak bilinir. Onlara Peripatos kelimesi karşılığı Meşşaiyyun/Meşşailer (yürüyenler) de denmiştir. Helenistik ve Roma Felsefeleri Aristoteles’in öğrencisi İskender, Makedonya’nın başına geçtikten sonra, önce Yunanlıları egemenliği altına almış ve ardından büyük Asya seferine çıktı. Hindistan’a kadar uzanan bu seferin, dünya bilim, kültür ve düşünce tarihi üzerindeki etkisi büyüktür. Bu sefer sayesinde Yunan kültür ve felsefesi Doğu’ya ve Akdeniz çevresine yayılmıştır. Aynı şekilde Doğu’nun dinsel düşünce ve akımları da Batı’ya girmiştir. Doğu ile Batı düşüncelerinin kaynaşmasıyla ortaya çıkan yeni düşünce ve kültür akımı, Helenizm olarak adlandırılmıştır. Helenistik dönemin en önemli siyasi olayı ise Roma İmparatorluğunun kurulması olmuştur. Romalılar Yunanlıları egemenlikleri altına almış olsalar da Roma’da bilim ve kültür ve felsefe her zaman Yunan etkisi ve egemenliği altında kalmıştır. Dinsel açıdan ise Roma büyük oranda Doğu’dan gelen dinlerin etkisi altına girmiştir. Bu etkilerin en büyüğü kuşkusuz Hristiyanlıktır. Felsefedeki Yunan etkisi zamanla zayıflamış ve Yunan felsefesinin Romalı temsilcileri ortaya çıkmıştır. Pek çok kültürün kaynaştığı bir felsefe olsa da Helenizm, aslında Yunan düşünesinin Akdeniz çevresini kültürel ve düşünsel açıdan Yunanlılaştırması olarak görülebilir. Bu dönemde felsefe teorik konulardan uzaklaşarak pratik sorunları ön plana çıkarmıştır. bu dönemde Ahlak Felsefesi büyük önem kazanmaya başlamıştır. Antakya ve İskenderiye okulları Helenistik felsefe yoluyla felsefenin İslam dünyasına geçmesinde en önemli rolü oynamışlardır. Bu uzun dönem boyunca Platon’un Akademi’siyle Aristoteles’in Peripatos Okulu’nun yanı başında iyi ayrı felsefe okulu ortaya çıkmıştır. Bunlar Stoa Okulu ile Epikür Okulu’dur. Bu iki okulda öne çıkan konu Ahlak felsefesidir. Bundan başka Şüpheci(Septik) Felsefe’yi ve Yeni Platonculuk’u içine alan Din Felsefesi’inden söz edilebilir. Stoa Okulu (Stoacılık) : Kıbrıslı Zenon tarafından kurulmuştur. Stoacılık, felsefenin görevinin insanı mutluluğa ulaştırmak olarak görür. Zenon insan mutluğunun dış etkenlere ve tesadüfi şeylere bağlı olmadığını, insanın hayat karşısında takınacağı tavra bağlı olduğunu ileri sürer. Stoa Okulu genel hatlarıyla Kynikler’den etkilenmiştir. Kynikler’e göre insan, aşırı istek ve içgüdülerine hakim olmalıdır. Stoacılara göre insan, tanrısal bir kaynaktan gelmiştir ve bu dünyada gerçekleştirmesi gereken önemli ödevleri vardır. Okulu üç dönem halinde incelenebilir. Eski Stoa , Orta Stoa , ve Roma Stoası/Yeni Stoa. Eski Stoa : Kurucusu Zenon, Kynik bir filozof olan Krates’in öğrencisidir. Dil ile düşünce arasındaki yakın ve ayrılmaz ilişkiye dikkat çekmiş ve bu konuda önemli çalışmalar yapmıştır. Onun ilk defa dil felsefesi yaptığı da söylenebilir. Fizik ve Evren öğretisi Herakleitos’tan etkilenen Zenon’un geliştirdiği Logos teorisi Stoa felsefesini büyük oranda belirlemiştir. O da Herakleitos gibi evrenin sürekli bir değişim ve oluş içinde bulunduğunu kabul etmiştir. Bu değişim ve oluşun yasaları Logos tarafından belirlenir. Herakleitos Logos’un ateş cinsinden bir şey olduğunu kabul etmişti ve Stoa Okulu da bu görüşü benimsemiştir. Aristoteles’in “pasif madde” ve “aktif ilke” anlayışını temel alarak yeni fizik anlayışı geliştirmişlerdir. Buna göre varlıkların temelinde iki esas güdü vardır: aktif ilke, pasif ve niteliksiz madde. Stoalılar aktif ilkenin logos yani Tanrı olduğunu kabul ediyorlardı. Ayrıca onlara göre gerçek olan ve etki yeteneğine sahip olan bir şey ancak maddi olabilirdi. Öyleyse Tanrı, çok ince ve görünmeyen bir maddedir. Stoalılar böylece, Platon ile Aristoteles’in düalizmine(ikicilik) karşı tekrar monist(tekçi) ve materyalist bir sistem ortaya attılar. Bilgi Öğretisi : Stoalılar bilginin herkes için geçerli olan genel kavramlarla deneyden gelen verilerden oluştuğunu kabul ederler. Stoalılara göre, Tanrı'nın varlığı tıpkı dış dünyanın varlığı gibi açık seçiktir. Böylece bilgi hem deneye hem de sezgilerle kendiliğinden bilinen temel gerçeklere dayanır. Stoa Okulu dış dünyaya dair bilgimizin mümkün olduğunu düşünür. Psikoloji ve Ruh Öğretisi : Stoalılar’ın ruh anlayışı tıpkı fizik ve evren anlayışları gibi materyalisttir. Ruh maddi bir öz olup görünmezdir. Ruh sekiz bölümden meydana gelir. Duyu organları ve konuşma yeteneği bunlar arasında yer alır. Zenon insan ruhunun tanrısal ruh ile aynı mahiyette olduğunu savunmuştur. Ruh ile beden arasındaki ilişki Tanrı ile evren arasındaki ilişki gibidir. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra, beden ölür. Ruh ise bir süre yaşamaya devam ettikten sonra ölür. Dolayısıyla Zenon ruhun ölümsüzlüğünü kabul etmez. Ahlak öğretisi : Evreni belli bir amaca yönelik bir yapı olarak gören Stoalılar insanın mutluluğunu evrenle aynı amaca yönelmekte görmüşlerdir. Evreni üstün akıllı bir gücün tasarımı olarak gördüklerinden insanın bu tasarıma uygun davranması gerektiğini düşünürler. Evrende bir tür zorunluluğun hâkim olduğunu düşünen Stoalılar insanın mutlu olmak için bu zorunlu süreci görmesi ve ona teslim olması gerektiğini düşünürler. Stoa ahlakında öne çıkan konulardan bir tanesi bilge kişi idealidir. Bir tür Sokrates ideali olan bu bilge kişi, tüm aşırılıkları yenmiş ve doğa ile uyum içinde olan kişidir. Devlet Öğretisi : Stoalılar bir dünya devleti ve dünya yurttaşlığından söz eden ilk düşünürlerdir. Platon ve Aristoteles insanı toplum içinde yaşamak zorunda olan bir varlık olarak görmelerine rağmen onların kafasındaki devlet ufak bir site-şehir devletiydi. Tüm insanları içine alacak bir dünya devleti düşüncesi ise ilk defa Stoalılar tarafından ortaya konmuştur. Bu düşünceye varmalarında dönemi siyasi şartları etkili olmuş görünüyor. Çünkü o devirde önce Büyük İskender çok geniş bir coğrafyaya hükmetmiş, ardından Roma İmparatorluğu sahneye çıktı Tüm evreni Logos’un yönetimi altındaki bir sistem olarak gören Stoalılar, tüm insanları da Logos’un çocukları olarak görürler. Logos’tan eşit şekilde bir parça taşıyan insanlar bir ve aynı akla sahiptirler. Öyleyse hepsi kardeş olup, her şart altında eşit haklara sahiptirler. Orta Stoa : Orta Stoa Okulu’nun başında Panaitios bulunur. Panaitios ve Felsefesi : Platon ile Arisoteles’in eserlerini okuyup onlardan etkilenen Panaitios’un görüşleri esas olarak Stoa Okulu’na dayanır. Evren anlayışı Eski Stoa’nın Logos anlayışına dayanır. O da tıpkı Zenon gibi Logos’un evreni şekillendirdiğini ve tüm varlıklara hükmettiğini düşünür. Panaitios, Eski Stoa’nın aksine evrenin aynı zamanda sonsuz bir yapı olduğunu da kabul eder. Ona göre ruh ile beden karşılıklı olarak birbirlerine bağlı olup tek başlarına var olamazlar. Tanrı, insanı ruh ve beden olarak birlikte yaratmıştır. Bu birlik ölünceye kadar devam eder ve ölümden sonra biter. Ölümden sonra bedeni terk eden ruh, bir nefes gibi havaya karışarak yok olur. Böylece ruhun doğumdan önce ve ölümden sonra varlığını sürdürdüğü şeklindeki görüşleri reddetmiştir. Bu bakış açısıyla bir ilk olan Panaitios, monist insan anlayışının kararlı ve bilinçli bir savunucusu olmuştur. Eski Stoa, ruhun akıl dışı güçlerini reddetmişti. Oysa Panaitios bu güçleri kabul ederek ruhun akıl ile akıl dışı güçlerini birbirinden ayırır. Ruhun akıl dışı güçleri, akıl tarafından dizginlenmedikçe vahşi güçlere dönüşebilirler. Panaitios insanın bireyselliğini ön plana çıkararak vurgulayan ilk düşünürdür. Ona göre her insanın diğer insanlarla ortak olan nitelikleri olduğu gibi, onu diğer insanlardan ayıran bireysel yetenekleri de vardır. Eski Stoa’nın bilge kişi idealine de karşı çıkan Panaitios’a göre tüm insanlar için bir ve aynı ideal geçerli olamaz. Her insan kendi kişisel yetenekleri ayrı olduğundan, bu kişisel yetenekleri gerçekleştirmeye çalışmalıdır. Roma’ya duyduğu aşırı hayranlık onu diğer devletlerin varlığını yok saymaya götürmemiştir. Roma’nın dünyaya hâkim olmak gibi bir görevi ve ideali vardır. Ancak diğer devletlerin de tarih içinde gerçekleştirmek zorunda oldukları ödevleri olduğu gibi, farklı farklı idealleri bulunabilir. Poseidonios ve Felsefesi : Poseidonios (M. Ö. 135-51), Panaitios’un en meşhur öğrencilerinden birisidir. Poseidonius, Aristoteles’ten sonra Antik Yunan düşünce tarihinin en evrensel adamı olarak tanımlanmıştır. Poseidonius bilimsel niteliğine karşın güçlü mistik eğilimleri olan bir kişidir. Bilimsel düşüncelerle mitolojik inançları uzlaştırmaya çalışmıştır. İnsan öncelikle Tanrı'ya ve sonra yurduna, insanlığa, ailesine karşı sorumludur. Yeni Stoa (Romalı Stoalılar) Roma’dan çok fazla etkilenen Panaitios, aynı zamanda Yeni Stoa’yı da etkilemiştir. Yeni Stoalı düşünürler onun görüşlerinden çokça etkilenmiştir. Seneca : İyi bir hatip olarak etkili konuşmaları sayesinde meşhur olmuştur. Neron’u eğitmekle görevlendirilmiştir. Neron’a karşı düzenlenen bir komploda onun da yer aldığı iddiasıyla Neron tarafından ölüme mahkûm edilmiştir. Fakat geçmişine duyulan saygıdan dolayı kendi kendini öldürmesi daha uygun görülmüştür. O da bileğini keserek kan kaybından ölmüştür. Platon, Aristoteles ve Epikuros’un görüşlerinden etkilenen Seneca büyük oranda Stoa öğretilerine bağlı kalmıştır. Stoa’nın materyalist evren görüşünü sürdürmesine rağmen Tanrı’yı aşkın bir varlık olarak düşünmüştür. Bilgi öğretisi açısından Aristoteles’in gözleme dayalı yöntemini benimsemekle birlikte olayların maddi olmayan nedenleri de olabileceği kabul eder. Bu maddi olmayan nedenlerin başında Tanrı gelmektedir. Tanrı, varlıklara verdiği yetenekler yoluyla, olaylara dolaylı olarak müdahale etmiş olur. Epiktetos : Bu günkü Pamukkale (Hierapolis) civarında yaşamıştır. Epiktetos tüm insanların erdemli olabilecek yeterlilikte olduğunda ve Tanrı'nın tüm insanlara mutlu olma araçlarını verdiğinde ısrar etmiştir. İnsanlar başlarına gelen her şeyi büyük bir metanetle karşılamalı, katlanmalı ve isyan etmemelidir. Çünkü bunların hepsi tanrısal iradenin birer ifadesidir. Genel itibariyle bir ahlak felsefecisi olan Epiktetos en çok Sokratesten etkilenmiştir. Kynikler’in bilime karşı olumsuz görüşlerine katılmamakla birlikte onların dünya nimetlerine yönelik ilgisizliklerine hayranlık duyar. Marcus Aurelius : Roma’nın başına geçen bir hükümdardır. Büyük oranda Seneca ve Epiktetos’ten etkilenmiş, Stoik felsefenin ödev anlayışına büyük vurgu yapmıştır. Ödev duygusu hem Stoa Okulu’nda hem de Roma düşüncesinde son derece önemlidir. Marcus Arurelius’a göre her insan, belli görevleri yerine getirmekle yükümlü bir asker gibidir. Bir asker, kendisine verilen görevleri sorgulama hakkına sahip değildir. Tıpkı bunun gibi her insanın, doğa ve devlet tarafından verilmiş görevleri vardır. İnsanlar ellerinden geldiğince bu ödevlerini yerine getirmeye çalışmalıdır. Epikür Okulu : Kurduğu okul gerçek bir felsefe okulu olmaktan çok, kendi düşünceleri etrafında toplanmış bir cemaati andırır. Onun okulunu diğer antik okullardan farklı kılan niteliği, kendi öğrencilerine bizzat kendi hayatından örneklerle, pratik bir şekilde yol göstermiş olmasıdır. Sadece teorik bir bilgi vermekle yetinmemiş, söylediği şeylerin nasıl yaşanacağını da göstermeye çalışmıştır. Epikürcüler insanın kendi kendini mutlu kılabilecek yeterlilikte olduğunu düşünürler. Bu da onları kendi kendileriyle yetinmeye götürmüştür. Epikürcüler toplum ve devlet hayatından uzak duran, siyaset ve dünya işleriyle ilgilenmeyen bir topluluktu. Fizik-Evren Öğretisi : Epicuros tıpkı Stoalılar gibi Sokrates öncesine dönüş yapar. Sokrates öncesinde evrenin esasının maddi olduğu kabul ediliyor ve buna dayalı görüşler ileri sürülüyordu. O da Demokritos gibi evrenin atomlardan oluştuğunu, atomların yer kapladığını, farklı büyüklük ve ağırlıklara sahip olduklarını ve her zaman hareket halinde olduklarını kabul ediyordu. Bilgi Öğretisi : Evren ve fizik anlayışında maddeci görüşü kabul eden Epicuros bilgi anlayışında da buna uygun bir şekilde duyumcu ve deneyci anlayışı kabul etmiştir. Buna göre tüm bilgimiz duyularla elde ettiğimiz algılardan oluşur. Ahlak Öğretisi : Stoa Okulu, ahlak anlayışında Kyniklerden etkisi altında kalmıştı. Epicuros ise bu konuda Kyrene Okulu’nun etkisi altındadır. Tıpkı Kyreneliler gibi siyasetten ve her türlü kurumdan uzak durmuşlardır. Epicuros ve takipçilerine göre insanın amacı, tüm diğer antik felsefe geleneği gibi mutluluktur (eudomonia). Materyalist bir dünya görüşüne sahip olduğu için ölümle birlikte her şeyin bittiğine inandığından bu kısa hayatın mümkün olduğu kadar tatlı geçirilmesi gerektiğini düşünür. Epicuros tıpkı Kyreneliler gibi, insanı mutlu kılacak şeyin zevk ve haz olduğunu düşünür. insanın yapması gereken şey kaderi karşısında ilgisiz kalmaktır. Çünkü mekanik zorunluluğu değiştiremediği gibi, tesadüflerin kendi yaşamındaki etkilerini de kestiremez. amaç üzüntüden kaçıp zevke ulaşmak olmalıdır. Epicuros için zevkler öncelikle maddidir. Ona göre manevi zevkler, maddi zevklerin sonucunda elde edilir. Ancak zevk peşinde koşarken ölçülü olmak gerekir. Bazı zevkler acı ile son bulurken, bazı sıkıntıların sonucunda ise zevke ulaşılabilir. Bu nedenle herhangi bir eylemde bulunmadan önce sonuçta ortaya çıkacak acı ve zevki iyice hesaplamak lazımdır. Mümkün olduğunca, sonuçta acı verecek zevklerden uzak durmak gerekir. Epikürcülerin bir cemaat gibi yaşamalarının nedeni de dostluk anlayışıdır. Ölüm korkulacak bir şey değildir çünkü ben varken ölüm yoktur ve ölüm varken ben yokum. Septikler (Şüpheciler) : Septik felsefe, daha önce Sofistlerin ortaya koyduğu felsefeyi uç noktalarına kadar taşıyarak onu tam bir felsefi sistem haline getirmiştir. Septik felsefe öncelikle bilgi ile ilgilidir. Stoa Okulu ile Epikür Okulu, pratik olanı teorik olana önceleyerek bilgiyi sadece bazı amaçlara ulaşmak için bir araç olarak gördüler. Bilginin bu önemsiz rolü septik felsefede uç noktasına ulaşmış ve bilgiyi tamamen yok saymaya götürmüştür. İlk Septikler : Pyrrhon : Aristoteles’in çağdaşı olan Pyrrhon’un, İskender ile birlikte Hindistan seferine katıldığı söylenir. Kendinden önceki pek çok felsefeyi tanımış ve onlardan etkilenmiştir. Ona göre insan aklı şeylerin özünü kavrayamazdı. Biz sadece nesnelerin bize nasıl göründüğünü bilebiliriz. Nesneler farklı insanlara farklı şekilde görünürler. Birbiriyle çatışan, çelişen farklı iddialardan hangisinin doğru olduğunu bilemeyiz. Her birinin kendince iyi temelleri vardır ve bu yüzden hiçbir şeyden emin olamayız. Bu nedenle, bilge kişi, şeylere ilişkin hükmünü erteler, askıya alır (epoche). “Bu şey böyledir” demek yerine, “bu şey bana böyle görünüyor” veya “bu şey böyle olabilir” demek daha doğrudur. Aynı yaklaşım, ahlak alanında da sergilenir. Hiçbir şey bizzat güzel ya da çirkin, doğru ya da yanlış değildir. Nesnelerin gerçek yapısını kavrayamayız(akatlepsia). Bu nedenle tüm yargılarımızı askıya almalı ve teorik kabul ve iddialardan kaçınmalıyız (epoche). Ancak bu şekilde ruh dinginliğine (ataraxia) ulaşabiliriz. Akademi Şüpheciliği : Arkesileos (M. Ö. 316-241) tarafından başlatılan bu akımın bir diğer önemli temsilcisi Karneades(M. Ö. 214-129)’tir. Her ikisi de Platon’un Akademi’sinde yöneticilik yapmıştır. Akademi Şüphecileri Platon’un algı nesneleri ile duyusal veriler hakkındaki şüphelerini uç noktalara taşıyarak onu Stoacı dogmatizmin karşına koydular. Stoacı dogmatizm bilgi ile ahlak alanında doğru olana ulaşılabileceği görüşünü ifade etmektedir. Karneades bir sofist gibi her konuyu tartışmaya hazır birisidir. Stoacı teoloji ile teist düşünceye saldırarak onlardaki çelişkileri ortaya koymaya çalışmıştır. Arkesileos’a benzer bir şekilde hiçbir şeyden emin olmayacağımızı savunmuştur. Çünkü ona göre güvenebileceğimiz nesnel bir ölçüt yoktur. Bu düşünceleri savunan şüphecilerin ahlak alanında nesnel bir teoriden söz etmesi beklenemezdi. Nitekim herkes için geçerli ahlak ilkelerinin olduğunu inkâr etmişlerdir. Duyumcu Şüphecilik Platon’un Akademi’sinde ortaya çıkan şüphecilik daha sonra yerini tekrar dogmatizme bırakır. Şüphecilik akımı ise yaklaşık iki asır sonra İskenderiye’de tekrar hayat bulmuştur. Burada var olan bir tıp geleneği, yöntem olarak deney ve gözlemi benimsemişti. Bunlar arasında en meşhur olanları Ainesidemos, Agrippa ve Sextus Empricus (M.S. 180- 250)’tur. Sextus Empricus, şüphecilerin görüşlerini bir kitap halinde toplamıştır. Bu görüşlerden bazıları şunlardır: 1. Aynı şeyler farklı insanlarda farklı etkiler yaparlar. 2. Her insan duyu bakımından farklı yaratılmıştır. 3. Algılar, içinde bulunduğumuz duruma göre değişir. Artık sistemli bir felsefe akımı haline gelen şüpheciliğin en önemli işlevi insan zihnini uyarmasıdır. Doğru bilgiye ve hakikate ulaştığını düşünen insanlara, çelişkilerini, yanlışlarını göstererek diyalektik sürecin devamını sağlamıştır. Şüpheciliği ana hatlarıyla iki şekilde değerlendirmek mümkündür. Birincisi doğru bilgiye ve hakikate hiçbir zaman ulaşılamayacağı inancını körükleyerek bir tür ümitsizlik yaratması durumudur. Bu anlayış için şüphe bir amaçtır. Bunun sonucu bir tür nihilizm olarak ortaya çıkabilir. İkincisi ise filozofların henüz mutlak bilgiye ve doğruya henüz ulaşamamış olduğunu ifade etmektir ki, bu yönüyle bilimsel şüpheyi tetikleyen bir anlayış olmuştur. İkinci türden şüphe daha sonraları Descartes ile hayat bulmuştur ve şüpheyi bir tür araç olarak görmektedir. Antik çağ şüphecileri genelde şüpheyi bir amaç olarak görmüş olsalar da ikinci türden bir şüpheye zemin hazırlamak açısından önemli bir işlev görmüşlerdir. Yeni Platonculuk İlkçağ’ın son önemli akımı, din felsefesinin ve dinsel konuların ağırlık kazandığı dinsel dönem olarak adlandırılmıştır. Aslında önceki okulların hepsinde savunulan ve temsil edilen metafizik görüşler, evren, fizik, insan ve ahlakla ilgili görüşler, o kişiler için birer din niteliğindeydi. Çünkü bu görüşler doğal olarak antik Yunan dini ve dinlerinin karşısına konuyor ve onlardan biri gibi kabul görüyordu. Bu devirde insanın akıl ve gözlem ile doğruyu bulabileceği inancı zayıflamıştır. Evrenin sırlarını öğrenmenin yolu ancak vahiy, ilham veya sezgi olabilirdi. Bu çağın hem bilgi hem ahlak açısından bilge kişi ideali artık Sokrates değil Pythagoras’tır. Tutkularına ve ihtiraslarına akıl yoluyla hakim olan Sokrates idealinin yerini gizemli ve üstün güçleri olduğuna inanılan Pythagoras almıştır. Bu devirde bilimsel ve felsefi düşüncenin merkezi ise İskenderiye olmuştur. İskenderiye’nin yetiştirdiği en önemli düşünür ise Philon’dur. Philon : Philon dinsel dönemin en önemli filozofudur. Yunan felsefesini yakından tanıyan Philon ve diğer Yahudi filozoflar, Yahudilik ile Yunan felsefesi arasında bir uzlaştırmaya, kaynaştırmaya gitmişlerdir. Bu uzlaştırma denemelerinde en başarılı olan kişi Philon’dur. O, Tevrat’ı ve Yahudi ilahiyatını Platon felsefesi ile uzlaştırmaya çalışmıştır. Platon’nu Musa peygamberin bir talebesi olarak gören Philon’un görüşleri aslında, Tevrat’ın Platoncu görüşler ışığında okunmasıdır. Bu uzlaştırma denemesinin en özgün yanı ideler öğretisi ile ilgilidir. Platon’da Tanrı evrenin yaratıcısı olmayıp, onu ve içindekileri düzenleyendir. Philon ise Tanrı'nın yaratıcı olduğunu kabul etmektedir. Philon, Platon’un idelerinin Tanrı'nın düşünceleri olduğunu ve onların da Tanrı tarafından yaratıldığını söyler. Evren, Tanrı tarafından yaratılan bu idelere göre yine Tanrı tarafından yaratılmış ve düzenlenmiştir. Philon’un din ve felsefe arasında yaptığı uzlaştırma bir ilktir. Bu yönüyle, kendisinden sonra yapılacak pek çok uzlaştırma denemesi için bir ilham kanyağı olmuştur. Plotinos : Yeni Platonculuk Plotinos tarafından kurulmuştur. Ancak Yeni Platonculuğun fikir babası Plotinos’un hocası Ammonius Saccas’tır. Porphyrios adındaki öğrencisiyle 60 yaşındayken karşılaşır. Porphyrios, Plotinos’a büyük hayranlık duyan ve sonradan onun hayatını yazan kişidir. Ayrıca Plotinos’un eserlerini düzenleyen ve onları her biri dokuz bölümden oluşan altı kitaba ayıran kişidir. Eserin Enneadlar yani dokuzlar olarak adlandırılmasının nedeni budur. Akıcı bir konuşma tarzına sahip olduğu söylenen Plotinos’un eserleri aynı akıcılıkta olmayıp sonrakiler için her zaman, anlaşılması zor eserler olarak kalmıştır. Roma’da iken sık sık yardımına ve yol göstericiline başvurulan Plotinos bir tür psikolojik destek merkezi gibi çalışmıştır. Ayrıca öksüz çocukları evine alıp onların koruyuculuğunu üstlenmiştir. Çok dostu olan ve hiç düşmanı olmayan bir kişi olarak çileci bir yaşam sürmüştür. Kibar, müşfik, alçakgönüllü bir insan olarak herkesin sevgisini kazanmıştır. Ömrünün sonlarında cüzzam hastalığına yakalanmış, uzun ve sıkıntılı bir süreçten sonra ölmüştür. Gnostikler’i eleştirmesine rağmen Hristiyanlık hakkında sessiz kalmıştır. Hristiyan olmamakla birlikte ruhsal ve ahlaksal değerlerin kararlı bir savunucusu olmuş ve bu niteliğini sadece kitaplarına değil, yaşamına da yansıtmıştır. Plotinos’un Felsefesi Plotinos’un felsefesinin en başta gelen özelliği materyalist bir felsefe olmayışıdır. Oysa Aristoteles’ten sonra gelen felsefe sistemleri genel olarak hep materyalist idi. Epikürcüler tam anlamıyla materyalist-ateist iken, Stoa Okulu materyalist-panteist idi. Plotinos’a göre ise evrenin esası maddi değildir. Aksine evren manevi, ruhsal bir esastan gelmektedir. Felsefesinde, ahiret inancı ve yaşamın nihai amacı olarak Tanrı’ya yükselme ve onunla birleşme gibi öğeler, ona mistik bir karakter kazandırmıştır. Ona göre en yüksek bilgi Tanrı'ya ilişkin mistik bilgidir. Tanrı ile birleşmek aynı zamanda kurtuluş olduğundan onun felsefesi bir tür kurtuluş felsefesi halini almıştır. Bu yönüyle öncelikle Ortaçağ Hristiyan filozoflarına ve Müslüman filozoflara büyük etkisi olmuştur. Gerçek anlamda Aristoteles keşfedilinceye kadar, yüzyıllar boyunca Plotinos, filozofların ilk başvuru kaynağı olarak kalmıştır. Tanrı ve Evren Öğretisi : Aristoteles Tanrı'nın evrenin üstünde, aşkın bir varlık olduğunu savunmuştu. Ondan sonra gelen Stoalılar ise Tanrı'nın evrene içkin olduğunu savundular. Plotinos bu iki görüş arasında bir senteze gider. Ona göre Tanrı mutlak ve değişmez bir birliktir. Tanrı “İlk olan” ve “Bir olan”dır. Bu ilk varlık Tanrı'nın kendisidir. Bütün zıtlıkların ve bütün sınırlı belirlenimlerin ötesinde olan bu en yüksek varlık hakkında hiçbir şey söylenemez. O’nu tam anlamıyla bilemez ve kavramlarla açıklayamayız. Onun ne olduğundan çok, ne olmadığını bilebiliriz. Onun için söylenebilecek tek şey, O’nun sonsuz birliğin tam kendisi olduğudur. O ancak sezgi ile bilinebilir. Plotinos’a göre evren Tanrı'dan meydana gelmiştir. Ancak evrenin Tanrı'dan meydana gelmesi, Tanrı'nın bölünmesi, ya da parçalara, kollara ayrılması demek değildir. Plotinos evrenin oluşumunu yani evrenin Tanrı'dan çıkışını ışık ve güneş örneği ile açıklamaya çalışır. Buna göre, Tanrı tıpkı bir güneş gibidir. Güneş her türlü ışığın kaynağıdır. Tıpkı bunun gibi Tanrı da tüm varlıkların kaynağıdır. Tanrı, tüm varlıkların kendisinden sudur ettiği bir kaynaktır. Tüm varlıklar Tanrı'dan sudur etmiştir. Bu nedenle her şeyin varlığı Tanrı ile açıklanabilir. Plotinos’un tanrısı teizmde olduğu gibi yaratıcı değildir. Evreni yoktan var etmemiştir. Ayrıca Platon ve Aristoteles’te olduğu gibi, sonsuz maddeye şekil ve düzen de vermemiştir. Her şey Tanrı'dan yayılıp varlık sahnesine çıkmıştır. Tanrı'nın etkileri de tıpkı güneşin etkileri gibidir. Tanrı'dan taşan varlıklar, Tanrı'dan uzaklaştıkça mükemmelliğini kaybeder ve en sonunda karanlık maddeye döner. Plotinos’a göre “Bir’den yalnızca bir çıkar.” O nedenle Tanrı'dan ilk sudur eden varlık da bir olmak zorundadır. Diğer varlıklar Tanrı'dan sudur eden bu ilk varlıktan çıkarlar. Varlıkların Tanrı'dan sudur etmesi bu şekilde bir silsile ve tabakalar şeklinde olur. Tanrı'dan ilk taşan varlık “Nus(Nous)”tur. Nus akıl alanını meydana getirir. Bu taşma Tanrı'nın düşünmesi ile olur. Tanrı'nın düşünmesi, Nus ile birlikte ideler dünyasını meydana getirmektedir. İdeler, Tanrı'nın düşünceleri ve evrendeki diğer varlıklar da bu idelerin birer yansımasıdır. İdeler, Tanrı'nın düşünceleri olarak Tanrı'ya en yakın tabaka olduklarından mükemmeldirler. İdeler bu noktadan sonra tıpkı Platon’un ideler evreni gibidir. İdeler evreni, görünüşler evreni ile karşılaştırıldığında sonsuzluğu ifade etmektedir. İdeler, görünüşler dünyasındaki nesnelerin mükemmel birer aslı, örneği olarak sonsuzdurlar. İdeler, Tanrı’da olduğu gibi mutlak birlikten yoksundurlar. İdeler evreninde çokluk hâkimdir. Ancak ideler, zaman ve mekân içinde var olmadıklarından değişmezler ve sonsuzdurlar. Tanrı'nın düşünmesi ile meydana gelen Nus’un düşünmesi ile üçüncü tabaka olan Ruh meydana gelir. Ruh’un işlevi, ideler evrenini temaşa etmesi ve ideleri örnek alarak görünüşler dünyasını şekillendirmesidir. Tanrı'dan uzaklaştıkça varlıkların düşünme yetisi azalır ve en sonunda düşünmeyen maddeye döner. Ruh ve Beden/Madde Öğretisi : Plotinos’un felsefesi materyalist değildir. O nedenle ruh anlayışı da materyalist görüşlere karşıt bir şekilde şekillenmiştir. Tüm diğer dinsel içerikli felsefelerde olduğu gibi Yeni Platonculuk için de ruh anlayışı son derece önemlidir. Plotinos’a göre öncelikle bir evren ruhu vardır. Tek tek insan ruhları, bu evren ruhundan ayrılmış parçalardır. Ruh ne bir madde ne de bir güçtür. O, kendine has bir cevher ve özdür. Ruhun maddeye şekil kazandırma gücü vardır. İnsan, ruh ve bedenden oluşmuştur ve ruh, bedeni bir araç gibi kullanır. Beden bileşik bir yapıya sahiptir ve sürekli bir değişme ve akış içerisindedir. Ruh ise basit ve bölünmez bir yapıya sahiptir, değişmez ve bölünmez. Ruh, bedene canlılık ve şekil veren, onu düzenleyen, ona kişilik kazandıran bir güçtür. Beden, ölümlü iken ruh ölümsüzdür. Plotinos ruhun ölümsüzlüğünü tenasüh/reenkarnasyon teorisi ile açıklar. Bir bedenden ayrılan ruh, bir başka bedene girerek yeni baştan dünyaya gelir. Ancak ruhun asıl amacı, bedenden tamamen kurtularak saf ruh haline gelmektir. ruhun beden ile birleşmesi onun için adeta bir ceza, bir düşüştür. O nedenle ruh bedenden kurtulmak ve saf ve asli kaynağına dönmek ister. Plotinos metafiziğinde madde sudur sürecinin en sonunda yer alır. Madde aslında bir cisim bile değildir. Madde her türlü gerçeklikten yoksun bir hiçliktir. Madde, mutlak bir var olmayıştır. Kötülük aslında iyinin olmayışı, yokluğu, eksikliğidir. Öyleyse evrende gerçek anlamda kötülükten söz edilemez. Var olan her şey iyidir. Tanrı, mutlak iyi olduğu için ondan sudur eden evrende gerçekten kötü bir şey olamaz. Bilgi Öğretisi : Varlığı çeşitli tabakalara ayıran Plotinos, insanların, varlığın çeşitli tabakalarının bilgisine nasıl ulaşacakları üzerinde de düşünmüştür. Ona göre her bir varlık tabakasını bilmeye yarayan ayrı ayrı bilgi araçlarımız, yetilerimiz vardır. İnsanlar, cisimler dünyasını, duyular yoluyla algılayarak bilir. Ruh dünyasını ise, kendi ruhu vasıtasıyla doğrudan bilir. İdeler dünyasını ise aklı ile bilir. Yani insanın bir yandan maddi dünyayı algılayan duyu organları, diğer yandan da manevi dünyayı kavrayabilen sezgi yetisi, manevi gözü vardır. Plotinos için önemli olan Bir’in bilgisidir. Bu bilgiye de ancak cezbe/vecd/trans halinde ulaşılabilir. Bu, insanın kendi şuuru dışına çıkıp bilinçsiz bir hale geldiği andır. Cezbe haline giren insan ruhu Tanrı'ya açılır ve Tanrı ile birleşir. İnsan, ancak bu şekilde, Tanrı’yı mistik bir şekilde kavrayabilir. İnsanın Tanrı’yı doğrudan doğruya bilip kavradığı anlar, ruhun, bedenden ayrılıp Tanrı'ya yöneldiği ve yükseldiği mutlu anlardır. Bu nedenle cezbe hali, en üstün bilgi derecesini ve aynı zamanda insanın en yüksek amacını meydana getirir. Porphyrios’un anlattığına göre Plotinos, tüm yaşamı boyunca bu cezbe halini üç defa yaşamış, kendisi ise ancak bir defa yaşamıştır. Görüldüğü Görüldüğü gibi Yeni Platonculuk tamamen mistik bir yol izlemiştir. Buna rağmen Platon ve Aristoteles felsefeleriyle rahatlıkla boy ölçüşebilecek büyük bir sistemdir. Ancak etkisi çok uzun süren Yeni Platonculuk zaman içinde efsaneler ile karışarak aşırı mistik bir akım halini almıştır. Estetik/Sanat Öğretisi : Plotinos’un sisteminde estetik önemli bir yer alır. Güzellik kavramı onun felsefesinin temel kavramlarından birisidir. Onun estetik anlayışı metafizik bir temellendirmeyi esas almaktadır. Antik felsefede güzellik, iyilik ve mükemmellik aynı anlamda kullanılan kavramlardı. Aristoteles ve Platon’da güzellik ahlak ile bağlantılı bir şekilde ele alınmıştır. Plotinos için de bu durum değişmez. Plotinos’ta güzellik varlık tabakalarıyla paralel bir şekilde ele alınır. Tanrı'dan maddeye, karanlığa ve kötü olana gidiş güzellik açısından da aynı şekilde sürer. Buna göre mutlak iyilik anlamına gelen Tanrı mutlak güzelliktir aynı zamanda. Tanrı güzelin en üst tabakasını meydana getirirken madde ya da fiziksel dünya en aşağı tabakasını meydana getirir. Madde kötü olduğu kadar çirkindir de. Beden ise ancak ruhu yansıttığı ölçüde güzel olabilir. Güzellik Nus’un duyular dünyası içindeki yansımasıdır. Dolayısıyla gerçek güzelliği görmek isteyenler, nesnelerin maddi yönünü aşarak manevi güzelliğe ulaşmalıdır. Proklos : Proklos sudur teorisini yöntemsel ve mantıksal açıdan temellendirmeye çalışan bir Yeni Platoncudur. Başarılı bir matematikçi olmasına rağmen Tanrı hakkındaki düşünceleri tamamen hayal ürünüdür. Çeşitli dinlerin ve ulusların mitolojilerini bir sistem halinde toplamıştır. Sisteminin en dikkat çekici yönü diyalektik bir yöntem izlemesidir. Her zaman üçlü gruplar oluşturan Proklos bunlar arasında bağlantılar kurmaya çalışır. Yeni Platonculuk zaman içerisinde, pek çok efsaneyi barındıran fantastik bir ilahiyata dönüşmüştür. Proklos, kendisinden önceki bilimsel deneyimleri bir anlamda hiçe sayarak, Aristoteles geleneğinin benimsediği kesin gözlemleri ihmal etmiştir. Gerçekler ve doğrular doğadan ve ona ilişkin gözlem ve deneyimlerden değil, kitaplardan aranmıştır. Yeni Platonculuğun son dönemlerinde Aristoteles ve Platon’u yorumlama denemeleri de yapılmıştır. Ancak bunlar bile aslında gerçekleri kitaplarda arama anlayışının birer örneği olmaktan öteye geçmemiştir. İlkçağ’ın sonunda ortaya çıkan Yeni Platonculuk neredeyse tüm Ortaçağ boyunca etkisini sürdürmüş, Rönesans’a kadar etkili olmuştur. Proklos, Akademi’de yöneticilik yapmış bir kişiydi ve Atina’da yaşıyordu. Ondan çok kısa bir süre sonra Bizans İmparatoru Justinianus’un fermanıyla tüm felsefe okulları kapatılmıştır. 529 yılında gerçekleşen bu olay aynı zamanda Ortaçağ’ın da başlangıcı olarak kabul edilmektedir. FELSEFE TARİHİ 1)Felsefenin doğusu sırasında bir cok bilge aynı dönemde yasamasına ragmen yunan mucizesine göre felfese kiminle baslamıstır ? a- konfuus b- tales c- zerdust d- buda 2)Yunanlı bilge ve fılozofları öncekılerden ayıran en onemlı faktor hangısıdır? a- kendılerınden öncekılerden etkılenmemeleri b- yazılı gelenek olusturmalı c- sadece bilmek kaygısı gütmeleri, bilgileri sistemlestırmelerı d- astronomi ile ilgilenmeleri 3)Buda anlayısına göre ınsanı mutlu kılacak olan sey nedir? a- aşırılıktan uzak, orta yolu tutturmak b- aıle ve toplum arası saadet c- pratık yasamda felsefeden faydalanmak d- hiçbiri 4)Konfüüs felsefesine gore asagıdakılerden hangısı yanlıstır? a-O, devlet, birey ve aile gibi konulara degindi. b-O, bir tür 'üstün insan'dan söz eder. c- Buda'dan ayrılarak 'orta yol' ogretısı aksıne mululugun zengınle bagdastıgını düsünür d- tek basına yasayan bireyin hic bir kıymetı olmayacagı düsüncesindedir. 5)Asagıdakı dusuncelerden hangısı Konfuus ve Lao-tzu'yu birbirinden ayırır? a- Konfuus birey toplum içindir derken, Lao-tzu toplum bırey içindir der b- Konfuus bireye Lao aıleye vurgu yapıyor c-konfuus dogal arzu ve dürtüleri normal karsılar, lao-tzu kötuler d- hıcbırı 6)Zerdustun en kuvvetlı tanrısı hangisidir? a-Arche b- ahura mazda c- menat d- aperıon 7)Hngisi milet okulunun kurucusu olarak kabul edilmektedir? a-anaksimenes b-tales c-buda d-pythagoras 8)Hngisi milet okulunun en cok bilinen fılozoflarından degildir? a-tales b-anaksımenes c-anaksımondros d- xenophanes 9)Düsünce dünyasında 'ana madde' sorununa ilk defa deginen dusunur kimdir? a-Tales b- anaksımenes c- anaanaksımondros d- platon 10)asagıdakılerden hangısı yanlıstır??? a-Talese göre varlıgın ana maddesi su'dur b-Anaksimonraso gore su olamaz. c- empedoklese göre havadır. d-empedoklese göre hava,su,topraktır. 11)Felsefeye 'ruh' kavramını kazandıran fılozof kımdır? a-xenophones b- zenon c- tales d- anaximenes 12)Heraklitosa göre evren kaça ayrılır? hangılerıdır? a- görunen ve gorunmeyen b- gorunen ve hissedılen c-gorunen ve gerceklık d- gercek ve gercek olmayan 13)Varlık hakkndakı görüsü tamamen akıla dayalı olan düsünür kimdir? a- zenon b- parmenides c-herakleitos c- tales 14)Elea okulunun kurucusu kimdir? a-herakleitos b- anaximenes c- zenon d- permenides Hatırlatma: Milet okulunun kurucusu ise, Tales'tir.. 15)Sacmalıga indirgeme yöntemini ilk defa bulan düşünür kimdir? a- parmenides b- herakleitos c- zenon d- xenophanes 1.ÜNİTE NOT1: KONFUCYUSUN FELSEFE ANLAYISI: Tek basına yasayan bireyin hiçbir kıymeti yoktu.Bu nedenle aıle onun nezdinde cok onemlıdır.Yanı 'birey toplum içindir' NOT2: BUDA: İnsanı mutlu kılacak sey asırılıktan uzak orta bir yol tutmak, dünyevi gerceklıkten ötesine gitmektir. NOT3 ARCHE, Varlıgın ana maddesının ne oldugudur.Tales varlıgın ana maddesinin su oldugunu iddia eder.Bu dusuncesıylr ana madde sorununa deginen ilk kişidir. NOT4: 'APERION' 'SONSUZ' anlamındadır.Maddenin oncesı yada sonrası yoktur ^ UNITE2 1)Günes bir göktasıdır dıyerek ölüm cezası alan, atomcu göruse en çok yaklasan filozof? a- empedokles b-anaxagoras c- demokrıtos d- gorgıos 2)Evrenin düsünen bir kuvvet tarafından düzenlendgini iddia eden ılk dusunur kımdır? a-anaxagoras b-gorgıos c-demokrıtos d-hiçbiri NOT: ANAXOGORAS felsefe tarıhınde teolojı(gayeci) görüsü ortaya atan ilk düsünürdür. 3)Atom teorisinin ilk kurucuları kımlerdir? a-sofıstler b-demokrıtos, sofıst c- gorgıas, sofıst d- demokrıtos, leukıppos 4) Yunan felsefe tarıhının ılk suphecılerı ve ılk demokratık yönetimi temellendırenler kimlerdir? a- zerdustler b- sofıstler c- pluralıstler d- progorascılar 5)DUYU bilgisinden suphe eden ilk dusunur??? a- empedokles b-gorgıas c-protogoras d- anaxogoras 6)Bir insanın baska bır ınsana hıc bır seyı oldugu gibi aktaramayacagını ılerı surerek suphecılıgı doruk noktasına ulastıran düsünür kimdir?? a- gorgıas b- demokrıtos c- anaxogoras d- empedokles 7)Sözleşme teorisinin en meshur savunucusu kimdir? a-hobbes b- john loke c-sokrates d- rousseu 8) Ona göre mutluluga göturen sey bilgidir, bilgi ve erdemlı olmak aynı seydır.ve o bir demokrası karsıtıdır. Ona göre devlet yonetımınde herkesın soz hakkı sahıbı olması buyuk hatadır.bahsedılen fılozof kımdır? a- demokrotıs b- platon c-sokrates d- prryhon 9) Hangısı sokratescı okullardan degildir? a-milet okulu b-kynıkler okulu c- kyrene okulu d- megara okulu 10)Arıstoppos tarafından kurulmustur. mutluluk idealınden yola cıkan bu okulun varlıgı hazcılıktır. bahsedılen okul? a-kynıkler b-kyrene c-mılet d-megara 11)Evrenın tanrı tarafından yaratılmadıgını, sadece ona duzen ve ılk haraketı verdıgını ıddıa eden gorustur? a- ateizm b- septısızm c-teizm d-deizm 12)İlk defa ınsan uzerıne felsefe yapan fılozoflardır?? a- kynıkler b-sofıstler c- ateıstler d- hiçbiri 2.UNITE NOT1 SEPTISIZMIN kelıme anlamı suphecılıktır ve tarıhtekı ılk sıstemlı suphecılerdır. NOT2 Protogaros, ilk defa dildeki eril,dişil ve notr(cinsiyetsiz) kelımelerı ortaya koymustur. NOT3 Antropolojık donemı dıger donemlerden ayıran en onemlı ozellık, ınsan ve ınsanla ılgılı sorunların daha cok konusuldugu ve merkeze alınıdıgı bır devır olusudur 1.UNITE CVP ANAHTARI- BCACABBDACDCBDC 2.UNITE CVP ANATARI-BADBCABCABDB |
Konu Sahibi verayy 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir | |||||
Konu | Forum | Son Mesaj Yazan | Cevaplar | Okunma | Son Mesaj Tarihi |
cuzem 3. dönem felsefe tarihi orta çağa kadar özet | SİVAS İlitam | verayy | 0 | 3218 | 06 Eylül 2015 00:58 |
cuzem 3. dönem din sosyolojisi ilk 5 ünite özet | SİVAS İlitam | Mehmet1253 | 3 | 3412 | 05 Eylül 2015 17:56 |
cuzem 3. dönem dini hitabet özet | SİVAS İlitam | verayy | 0 | 2665 | 05 Eylül 2015 17:49 |
cuzem 3. dönem sistematik kelam vize | SİVAS İlitam | Mihrinaz | 2 | 4659 | 05 Eylül 2015 17:43 |
cuzem 3. dönem mantık tüm özet | SİVAS İlitam | 5252 | 1 | 4900 | 05 Eylül 2015 17:37 |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
cuzem 3. dönem mantık tüm özet | verayy | SİVAS İlitam | 1 | 17 Kasım 2017 00:39 |
cuzem 3. dönem din sosyolojisi ilk 5 ünite özet | verayy | SİVAS İlitam | 3 | 03 Kasım 2016 10:26 |
cuzem 3. dönem dini hitabet özet | verayy | SİVAS İlitam | 0 | 05 Eylül 2015 17:49 |
Atauzem felsefe tarihi 5.ünite geniş özet | EyMeN&TaLhA | Felsefe Tarihi | 0 | 19 Mart 2015 11:05 |
ilk dönem islam tarihi 8. ünite özet Medineweb | Sena Merve | İlk Dönem İslam Tarihi | 0 | 28 Eylül 2013 19:09 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|