|
Konu Kimliği: Konu Sahibi kamer34,Açılış Tarihi: 28 Mart 2011 (15:24), Konuya Son Cevap : 10 Ocak 2012 (04:13). Konuya 63 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
31 Mart 2011, 22:22 | Mesaj No:31 | ||
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Alıntı:
Alıntı:
sizi ashabı kiram adil uzatmanızdan,hakaretlerinizden dolayı kalıcı banlıyorum.
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. | ||
01 Nisan 2011, 01:58 | Mesaj No:32 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Şunu unutmamak lazımki Hz.Osman halifenin imam Hz.Ali halifenin dönemleri islam dünyası açısından çok sıkıntılı bir dönemdir. Bizim bildiklerimiz ve bilmediklerimiz çok meseleler vardır o dönemde yani o dönem bize kapalı bir dönemdir. O an yaşayan müslümanların gerek ruh halleri olsun gerek siyasi durumları olsun bizim bu kadar asır sonra tam olarak bilmemizin ve onları tam olarak onları anlamamızın imkanı yoktur. O dönem değişik fırkaların hortladığı büyük alimlerin dahi kafasının karıştığı garipliklerin akıl almaz olayların peşpeşe meydana geldiği bir dönemdir. Bu garipliklerden bir taneside iki müslüman ordunun karşıya gelmesi her iki safların içerisinde de güzide sahabilerin olmasıdır.öreniğin hz.aişe (r.a) annemiz hz.ali (r.a) ayrı ayrı saflarda yer almışlardır. Bizler o yaşanmış feci olaylardan dersler çıkarmamız ibretler almamız aynı hatalara düşmememiz açısından o dönemin tarihini bilmek elbettetki faydalıdır. fakat o insanlar hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan ağır hükümler vermemiz kanımca çok yanlıştır. Geçmişte vefat etmiş bazı insanların fikirleri üzerine yazıyor çiziyor yorumlar yapıyoruz bunu anlayabilirim çünkü fikilerini konuştuğumuz tartıştığımız insanlardan bizlere fikirlerini yansıtan kitaplar yazılar elimizde mevcut olduğundan dolayıdır bizler onları konuşyoruz. Fakat bazı zatlar hakkında böyle kaynaklar olmadığı halde ağır ithamlarda bulunmak bence sağlıklı değerlendirmeler değildir.
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
03 Nisan 2011, 13:52 | Mesaj No:33 |
Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? İslamiyet’teki farklı mezheplerin hikmeti nedir ? İslam düşmanları tarafından işletilen mevzulardan biri de "mezhep" meselesidir. Mezhep meselesi bir taraftan İslam'da bir ihtilaf unsuru gibi gösterilmeye çalışılırken, diğer taraftan bir takım demagojilerle saf zihinler bulandırılmak istenmektedir. Meselenin üzerine biraz eğildiğimiz zaman mezheplerin bir ihtiyaçtan doğduğu, hiç bir zaman ihtilaf unsuru olmadığı anlaşılacaktır. İtikat ve amel diye iki kısımdan meydana gelen İslam dininde, mezhepler, ameli (pratikte yaşanan) kısımları mevzu olarak ele alır. Birden fazla mezhebin meydana gelmesi, nazari prensiplerin mezhep imamlarınca farklı anlaşılmasından ileri gelmiştir.(1) Mesela Hz. Peygamber (a.s.m.) efendimiz namaz kılarken mübarek alınlarına taş batar ve alınları kanar. Hz. Aişe (r.a.) validemiz taşı Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnından alarak yere atarlar. Peygamber (a.s.m.) efendimiz yeniden abdest alarak namazlarını kılarlar. Peygamber (a.s.m.) efendimiz yeniden abdest aldıklarına göre abdestleri bozulmuştur. Hanefi mezhebi imamı, İmam Azam Ebu Hanife hazretleri ile Şafii mezhebi imamı, İmam Şafii hazretleri abdesti bozan meseleleri ele alırken bu meseleyi değerlendirirler. İmam-ı Azam hazretleri, "Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnına batan taş kan çıkardığı için Resulullah (a.s.m.) efendimiz abdest almıştır" hükmüne varırken; Şafii hazretleri abdestin bozulmasını Hz. Aişe (r.a.) validemizin Peygamber (a.s.m.) efendimizin alnına dokunmasına bağlamıştır. Böylece Hanefi mezhebinde az bir kan abdesti bozan sebeplerden biri olurken, Şafii mezhebinde kadının temasıyla abdestin bozulması kaide olarak benimsenmiştir. Görüldüğü gibi her iki hüküm de doğrudur ve haklı bir gerekçeye dayanmaktadır. MEZHEPLERİN DOĞUŞU Peygamber (a.s.m.) efendimize kadar itikadi noktalarda aynı olan şeriatlar teferruat kısımlarında değişerek gelmiş, hatta bir asırda ayrı ayrı kavimlere ayrı şeriatlar gelmiştir. Ancak Peygamber (a.s.m.) efendimizle birlikte daha başka şeriatlara ihtiyaç kalmamış ve O'nun dini bütün asırlara kafi gelmiştir. Fakat teferruat meselelerde bir takım mezheplere ihtiyaç kalmıştır. Cenab-ı Allah tarafından vazifeli olarak gönderilen hak mezheplerin imamları bu vazifeyi hakkıyla yerine getirmişler ve insanoğlunun bütün ihtiyaçlarına cevap vermişlerdir. Peygamber (a.s.m.) efendimiz bir mucize olarak bu imamların geleceklerini ve büyük bir vazife yapacaklarını daha bunlar gelmeden haber vermiş(2) ve bu mümtaz şahsiyetler de yapmış oldukları hizmetlerle Resulullah (a.s.m.) efendimizi fiilen tasdik etmişlerdir... İslam mezhepleri -bir iki cüz'i mesele hariç- hiç bir zaman iç harp ve karışıklıklara yol açmamış(3) ve bu mezheplerin imamları da birbirine daima saygılı olmuşlar, birbirlerini red ve inkar etmemişlerdir. Ayrıca bir mezhep tesis etmek niyetiyle ortaya iddialı bir şekilde çıkmamışlar, daha sonra bir araya toplanarak bir mezhep haline getirilen içtihatlarını zaman ve ihtiyaç anında ortaya koymuşlardır. Mesela: İmam-ı Azam (H. 80-150) bir hadise ile ilgili olarak fetva verdikleri zaman, "Bu Numan bin Sabit'in (İmam-ı Azam) reyidir. Çıkarabildiğimiz reylerin en güzeli budur. Kim bundan daha güzelini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur." derdi. İmam Malik (Maliki mezhebi kurucusu. H.93-179), "Ben bir beşerim. Bazen hata, bazen de isabet ederim. Bu sebeple benim rey ve içtihadımı tetkik ediniz. Kitap veya sünnete uygun bulursanız, kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz." demiştir.(4) Hanbeli mezhebi kurucusu İmam-ı Hanbeli (H. 164-241) ve İmam-ı Şafii hazretleri (H. 150-204) de hiç bir zaman iddialı konuşmamışlar ve meslektaşlarını rencide edici sözler söylememişlerdir. Daha sonra bu büyük insanların rey ve içtihatları talebeleri ve alimler tarafından bir araya getirilerek Müslümanların gönül huzuru içerisinde ibadet yapmalarını temin etmişlerdir. HAK BÖLÜNÜR MÜ? Bir zamanlar gazete sütunlarından Müslümanlara meydan okurcasına sorulan ve halen köşe bucak tekrarlanan bir soru vardır: "Hak bir olur; nasıl böyle dört mezhebin ayrı ayrı, bazan birbirine zıt hükümleri hak olabilir?" Bu soruya Bediüzzaman Said Nursi hazretleri özetle şu cevabı verir: "Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre beş hüküm alır. Önemli miktarda su kaybeden bir hastaya su içmesi vaciptir, şarttır. Yeni ameliyattan çıkmış bir hastaya zehir gibi zararlıdır. Tıbben ona haramdır. Diğer bir hastaya kısmen zararlıdır; su içmek ona tıbben mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine de ne zarardır ne de menfaattır. Tıbben ona mübahtır afiyetle içsin... İşte burada hak taadüt etti, birden fazla oldu. Beşi de haktır. "Su yalnız ilaçtır, yalnız vaciptir, başka hükmü yoktur." denilebilir mi? İşte bunun gibi İlahi hükümler mezheplere uyanlara göre değişir. Hem hak olarak değişir ve her biri de hak olur, maslahat olur... Mesela, bugün bile Şafii mezhebine mensup olanların genel karakteri köylülüğe ve bedeviliğe daha yakındır. Cemaatı bir vücut haline getiren hayat-ı içtimaiyyede (sosyal hayatta) eksik olduğundan her biri namazda imam arkasında fatihayı ayrı ayrı okuyarak, Cenab-ı Allah'a kendi dertlerini bizzat söylerler ve O'ndan ne istediklerini ifade ederler. İmam-ı Azam'a tabi olanlar ise genellikle medeniyete ve şehirliliğe daha yakın ve içtimai yaşayış da müsait olduğundan bir cemaat bir şahıs hükmüne girip bir tek adam herkes namına söyler, ona uyanlar kalben onu tasdik ettiklerinden ve onun sözü herkesin sözü hükmüne geçtiğinden Hanefi mezhebi mensupları imam arkasında fatiha okumazlar... Birbirinden farklı gibi görünen mezheplerdeki teferruat meselelerinin hangisini ele alsak, imamların dayandıkları noktaların hak ve hakikat olduğunu görebiliriz. Bu hususta İmam Şarani hazretleri "Mizan" isimli bir eser yazarak, mezhep imamları arasında bir mukayese yaparak hangi hükmü nasıl anladıklarını ortaya koymuştur." (5) Mezhep imamları İslami meselelerde değil uygulanış tarzında kendilerine göre haklı sebeplerle ihtilaf etmişlerdir. Mesela abdest alırken başa meshetmekte bütün imamlar ittifak etmişlerdir. Ancak meshin tarzında ve miktarında ihtilaf etmişlerdir. Abdesti bizlere farz kılan Rabbimizin, "başınıza meshediniz" emri "bi ruusikum" ibaresiyle gelmiştir. Dillerin en zengini olan Arapça'da çeşitli kelimelerin başına gelen ‘b’ harfi, bazan "güzelleştirmek", bazan "bazı" manasını vermek, bazan da "bitiştirmek" manasını vermek için gelir. Abdest ayetinin "ruusiküm" kelimesinin başına gelen ‘b’ harfini mezhep imamlarının her biri ayrı manada anlamışlar ve bundan farklı bir uygulama ortaya çıkmıştır. Buradaki ‘b’ harfi her üç manaya da gelir. Bunun içindir ki İmam-ı Malik hazretleri: “Başa meshederken, başın tamamı meshedilmelidir. Zira buradaki ‘b’ harfi kelimeyi güzelleştirmek için gelmiştir. Kendi başına bir manası yoktur” der. İmam-ı Ebu Hanife hazretleri ise: “Bu ‘b’ bazı manasına gelen ‘b’dir. Başın bazısına meshedilse kafi gelir” der. İmam-ı Şafii hazretleri ise: “Bu ‘b’ bitişmek manasına gelen ‘b’dir. Sadece elin başa bitişmesi, birkaç kıla değmesi kifayet eder, mesh tamam olur” der. Hal böyle olunca mezhep imamlarının her birinin hak yolda oldukları, teferruattaki ayrılık gibi görünen hükümlerin bir ihtilaf konusu olmadığı kendiliğinden ortaya çıkar ve kötü maksatlı olanların iddialarını havada bırakır...(6) Bu arada kanun maddesi bir olduğu halde anlayış farklarından aynı meselede çeşitli mahkemelerden birbirine yüzde yüz zıt ve farklı hükümler ortaya çıkmaktadır. Birisi ortaya çıkıp da "bu neden böyle oluyor?" diyemezken mezhep meselesinin dile dolanması iyi niyetle ve gerçekçilikle bağdaştırılamaz. Mezhepler birleşebilir mi? İnsanoğlunun bir hayat seviyesinde bulunmayışı şeriatları bir olduğu halde mezheplerinin farklı olmasında rol oynamıştır. Şayet insanoğlunun mutlak bir ekseriyeti bir yüksek okulun talebesi gibi yaşayış tarzında bir hayat seviyesine girse o zaman mezhepler birleştirilebilir. Fakat dünyanın şu andaki durumu o hale müsaade etmediği gibi mezhepler de bir olmaz, birleştirilemez.(7) Dolayısıyla her bir mümin bir mezhep üzere ibadetini yapmaya, bir mezhebi taklit etmeye mecburdur. Ancak mezhep imamları ve büyük müçtehitler birbirlerini taklit etmeye mecbur değildir, kendi içtihatları üzere amel ederler. Bunun dışında ileri geri konuşanlar ve mezhep imamlarına dil uzatanlarda bir art niyet aramak ve sözlerine itibar etmemek gerektir. MEZHEPLER ARASINDA TELFİK YAPILABİLİR Mİ, YA DA KİMLER YAPABİLİR? Bir de telfik meselesi vardır. Telfik fıkıh usulünde "Muayyen bir mesele ve maddede iki veya daha fazla mezhebin hükümlerini bir araya getirmek." şeklinde tarif edilir. Telfik de yine mezhep imamları veya onların derecesinde olan kimseler tarafından yapılır. Telfikten sonra ortaya hiçbir mezhebin kabul edemeyeceği bir hüküm çıkarsa bu telfik caiz değildir. Mesela: Nikahta Hanefi, Maliki ve Şafii mezheplerini birleştirerek "velisiz, mehirsiz ve şahitsiz" bir nikah akdi yapılsa bu nikah geçersizdir. Zira böyle bir tarzı ne bir mezhep imamı ne de bir başka müçtehit benimsemiştir.(8) Genel görüş, bir hadisenin vukuundan ve belli bir hükümle amelden sonra o hadisenin hükmünü değiştiren bir başka mezhebin hükmünü benimsemenin caiz olmaması şeklindedir. Ancak telafisi imkansız meselelerde yapılan işin bir mezhebin hükmüne uygun olması mezheplerin rahmet oluş cihetidir ve insanı kalp huzuruna götürür. Mesela İmam Ebu Yusuf hamamda yıkandıktan sonra Cuma namazını kılar. Bilahare kendisine hamamın haznesinde ölü bir fare bulunduğu haber verilir. Hanefi mezhebine göre Ebu Yusuf hazretlerinin abdesti sahih olmamıştır ve böylece Cuma namazını kılmıştır. Fakat yeniden Cuma namazı kılması mümkün olmadığı için Ebu Yusuf hazretleri "Medine'li olan kardeşlerimizin reyleriyle amel etmiş oluruz." demiştir... Ama telafisi mümkün meselelerde telfik caiz değildir. O zaman öyle bir kapı açılır ki dini hayatımız alt-üst olur. Bu meseleye bir fiili bilmeden işledikten sonra başvurulabilir. Bu da telafisi imkansız meselelerde olabilir. Mesela Cuma namazı gibi. Çünkü Cuma namazı belli bir vakitte belli şartlarda kılınır. O vakit çıktıktan sonra bu namazın kazası diye bir durum yoktur. Ama bir öğle namazı böyle değildir. Namazı bozacak bir durumun farkına sonradan varılınca, vakit çıkmamışsa yeniden kılınır, vakit çıkmışsa kaza edilir. KAYNAKLAR 1. Mektubat, s. 449, Bediüzzaman Said Nursi. 2. a.g.e., s. 108 3. a.g.e., s. 449 4. Fıkıh Usulü, Hayreddin Karaman, s. 33. 5. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi, s. 513. 6. Hayat ve Biz, Ahmed Şahin, s. 235 7. Sözler, Bediüzzaman Said Nursi, s. 512. 8. Fıkıh Usulü, Hayreddin Karaman, s. 34-35 Gerçeğe Doğru C:3, Zafer Yayınları ALINT
__________________ Hafız olmak mesele değil Hafız ölmek mesele... | |
03 Nisan 2011, 13:59 | Mesaj No:34 |
Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Bismillahirrahmanirrahim Mezhep sözlük anlamı olarak” gitmek, izlemek, gidilen yol” demektir. Terim anlamı olarak ise, dinin aslî (inanç) veya fer’î (ibadet-muamelat) hükümlerinin dayandığı delilleri bulmakta ve bunlardan hüküm çıkarıp yorumlamakta otorite sayılan âlimlerin (müctehid) ortaya koyduğu görüşlerin tamamı veya belirledikleri sistem manasına gelmektedir. Mezheplerin, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz döneminde olmaması gayet doğaldır. Efendimiz (S.A.V.) hayatta iken sahabeler arasında herhangi bir ihtilaf yoktu. Dinin usul ve füruunda sahabelerden bazısının anlamadığı bir mesele çıkarsa, Hz. Peygamber (S.A.V.)\'e sorar, O da açıklardı. Fakat Efendimiz (S.A.V.)’in vefatından ve bilhassa Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinden sonra çıkan ihtilaf ve fitnelerle birlikte ilk siyasi ve bidat mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu siyasi mezhepler dini kisveye bürünmüşlerdi. Şunu belirtelim ki akaidde ihtilaf zararlıdır. Akaidde ihtilaf, bid\'at ve sapıklığa götürür. Sapıklık da büyüdüğü zaman küfre kadar iletir. Akaidde ihtilaf, İslam ümmetinin birliğini bozar, dinde tefrika doğurur. Bu sebeple, sahabe ve bunlara güzellikle tabi olan selef âlimleri akaidde ihtilafı haram saymışlar ve buna asla cevaz vermemiş1erdir. Çünkü ümmetin birlik ve dayanışmasını aynı iman esasları etrafında ittifak etmek sağlar. Kamil imanın müminleri birbirleriyle birleştirdiği kadar başka hiç bir şey birleştiremez. Fıkıhtaki ihtilaflar, itikattaki ihtilaflar gibi bid\'at ve delâlete götürmez. İtikadî ile amelî hükümdeki ihtilaf arasında büyük fark vardır. İslâm dininin akaidinde kesin delilsiz ihtilaf haram, bid\'at ve dalalet sayılırken fıkhi meselelerde içtihadların farklılığı rahmet sayılmıştır. Böylece zaman ve mekânlara göre ümmete geniş imkânlar sağlanmış olur. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz Muaz İbn Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona sordu. "Ne ile hükmedeceksin?" O da "Allah'ın kitabıyla" ,"-Onda bulamazsan." Muaz:"Rasulullah'ın sünnetiyle hükmederim" dedi- "Bunların her ikisinde de bulamazsan ne yaparsın." diye sorunca, Muaz: "O zaman re'yimle (görüşümle) içtihad ederim." dedi. Rasulullah bu cevaptan memnun kalarak "Rasulünün elçisini, resulünün razı olacağı bir şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun " dedi.(1) Böylece Rasulullah Kitap ve Sünnet'te hükmü bulunmayan meseleler hakkında ictihad etmesine izin verdi. Fakih sahabiler de Muaz b. Cebel\'in yolunu takip ettiler. Abdullah (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz: “Müslümanların güzel gördüğü birşey, ALLAH katında da güzeldir”(2) buyurmuştur. Bu sebeple müslümanların dini varlıklarını temsil eden bütün müçtehitlerin bir mesele hakkında aynı görüş ve kanaatta bulunmaları, o mesele hakkında şer\'an muteber bir delildir, bir hüccettir. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, müctehidin içtihadında isabet ederse, iki sevap, iyi niyetle Allah rızası için yaptığı içtihadında hata ederse, bir sevap alacağını ifade etmiştir.(3) Mezheplerin Kuruluşu Hicri 1. yüzyılın sonlarından itibaren mezheplerin kurucuları, akaid ve fıkıhtaki görüşlerini beyan ederler, meselelerin hükümlerini açıklarlardı. Bunlardan okuyanlar ve yazanlar, sözlerini ve içtihadlarını duyan insanlar, bunların görüş ve açıklamalarına uyarlardı. Böylece bu zatların görüş ve içtihadları halkın anlayışlarında bir mezhep olarak yerleşip kalmıştır. Mezhep sahibi olan bu büyük âlim ve imamlar hiç bir zaman, biz bir mezhep kuruyoruz, bize uyunuz, diye halkı görüşlerine uymaya çağırmazlardı. Hükümdar, emir gibi kimselerin davet ve emriyle de bir mezhep kurmaya yeltenmemişlerdi. Mezheplerin ortaya çıkışına neden olan sebepler olarak şunlar zikredilebilir: İnsanların anlayış-zeka seviyelerin farklı olması; insanların arzu ve isteklerinin uyuşmaması; metod ve ölçülerin farklı olması, mesela mutezile aklı esas almış, ehlisünnet ise nakli esas alırken aklı destekleyici olarak görmüştür. Kuranda muhkem ve müteşahih ayetlerin bulunması, Müteşabih nasların belirlenmesi ve bunların tefsir ve te\'villerinin ihtilafa yol açması; hadislerin, zabt edilme ve senedi konusunda konulan şartlar sebebiyle sahih, hasen ve zayıf kısımlarına ayrılması, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği gibi meselelerin ihtilafa yol açması; Arapça’nin belagat ve gramerinin tüm incelikleriyle bilinememesi; hilafet çekişmeleri, ırkçılığın gelişmesi, fethedilen yeni yerlerde yeni kültürlerle karşılaşılması, örf ve adetlerin değişiklik göstermesi gibi nedenler mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. Mezhepler Bidat midir? Bugün mezhepleri bidat olarak değerlendirmek doğru değildir. Bid\'at; bazı kimselerin dinde olmayan bir şeyi sonradan ortaya atıp bunu şer\'î imiş gibi göstermeleri ve bununla Allah\'a ibadeti kastetmeleridir. “Asr-ı Saadet’te mezhep yoktu, binaenaleyh bid’attir” diyenler yanılgı içindedir. Asr-ı Saadet’te Mushaf (Kitap şeklinde Kur’ân) da yoktu. Mushafa da mı bid’at diyeceğiz? Mushaf Kitabullah’ın metninin, İlâhî nazmın tamamını bir araya getirmiştir; fıkıh mezhepleri de Kur’ân’ın ve Sünnetin hükümlerini bir araya getirmiştir. Hiçbir kimsenin hakkı ve haddi yoktur ki kendi kafasından bir hüküm koyabilsin. Mezhepler rahmettir Bugün dört büyük mezhep, müslümanlar hakkında bir ilahi rahmettir. Bunlar dört temel delilden dini hükümleri çıkarmış, müslümanlara takip edecekleri yolu açıkça göstermişlerdir. Artık bunlardan her hangisinin mezhebine uyan bir Müslüman hak bir mezhebe intisap etmiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz\'in yolunda bulunmuş olur. Bu pek muhterem müçtehitlerin hepsi de dini meselelerin esasında ittifak etmişlerdir. Aralarında bir ayrılık yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım fer\'î (ayrıntılı) meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki, bunların birçoğu da görünüşte bir ihtilaftan başka şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bu mübarek zatlardan biri, bir azimet ve takva yolunu, diğeri de bir ruhsat ve müsaade yolunu tercih etmiş, bu şekilde ümmet-i merhumenin önünde geniş bir rahmet sahası açık bulunmuştur. İşte Abdullah ibn-i Abbas (R.A.) den rivayet edilen Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin: “Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir.” (4) hadis-i şerifi ile buna işaret buyrulmuştur. Dinimizin bir ilâhî yönü, bir de insanların anladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep, bunlardan ikincisine karşılık gelmektedir. Dolayısıyla mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has bir anlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimsenin oluşturduğu basit bir olgu olmayıp İslâm\'ı benimseyen bir zümrenin bütün fikir ve amel tarzları ile töre, âdet ve geleneklerinin bütününü ifade eder. Bir Mezhebe Tabi Olmak Zorunluluk mudur? Dinin temel kaynaklarından hüküm çıkarmaya gücü yetmeyen kimselerin bu işin ehli olan müçtehid kimselere tabi olması, Allah Teâlâ’nın kesin bir emridir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "…Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre, bilenlere sorun." (5) Ayet-i Kerimede geçen “ehl-i zikir”den maksat âlimlerdir. Bu emirden de anlaşılmaktadır ki: Müminler, bilmediklerini bilenlere sormakla mükelleftirler. Bu nedenle herkes tabi olduğu mezhebe göre hareket etmeli ve bundan sorumlu olacağını bilmelidir. Evet… Düşünmeli ki, müslümanlıkta ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara âit ne kadar çok meseleler vardır. Bunların hükümlerini, Kur\'an-ı Mübin ile hadis-i şeriflerden ve ümmetin icmâından bulup meydana çıkarmak öyle her müslüman için kolay birşey değildir. Bu pek büyük bir ihtisas işidir. İşte bu yüksek müçtehitler, bu vazifeyi sadece Hak Teâlâ\'nın rızası için yapmış, müslümanlara lazım olan bütün meseleleri açıkça bildirmiş, her asırda milyonlarca ehli islama rehber olmuşlardır. dipnot (1)Ebû Dâvud; Akzıye:11; No:3592; 2/327; Tirmizi; Ahkam:3; No:1332; 3/62; Nesâî; Kuzat:11; No:5334; 8/230; A. b. Hanbel; 5/230 (2)Hakim, el-Müstedrek: 3/78, A,b.Hanbel, 1/379, Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, 9/112 (3)Buhari, el-İ\'tisam, 21; Müslim, el-Akdıye, 6 (4)Deylemi, Firdevs; No:6497; 4/160; Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliya;7/119 (5)Nahl Sûresi:43 Mezhebleri inkar edenleri merak ediyorum neye göre ibadet edip hayat standartlarını belirliyorlar... Alıntı...
__________________ Hafız olmak mesele değil Hafız ölmek mesele... | |
04 Nisan 2011, 19:23 | Mesaj No:35 |
Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Aslında sıkıntı mezhep alimlerimizin fikrilerinde yada fıkıhtaki farklı görüşlerinden kaynaklanmıyor. kamer34 hocamızında güzel bir şekilde dile getirdiği gibi mesele günümüzde mezheplere tabi olduğumuzu söyleyip asılda onlara tabi olmaşımızdadır. Asıl mesele bu. Şimdi diyelimki biri imam azama tabi olur veya imam şafiiye tabi olur veya öbür imamlara bu kişi yanlış yapmış olmaz kanaatindeyim. ama bugün şafii yada hanefi olanlar onların yoluna tabi olmuyorlar. imam azam yad imam şafii günümüzde ki bizim durumlarımızı görse muhtemelen bizleri tekfir ederlerdi. imam azama mevki verilmeisne rağmen bunu kabul etmemiş.kurana ters olan milletler kurana ters olan yasalar red edilmek zorundalar. bizler onların yolunda olduğumuzu söylüyor helal haramlarmızı kanunlarımızı insanların kanunlarından alıyoruz bu çelişkidir. | |
04 Nisan 2011, 20:46 | Mesaj No:36 | ||||
Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Alıntı:
Mezheblere kaşı çıkmanızın sebebi Alimlerin Kur'an ile Peygamberi çakıştırdığı ise soruyorum size.. Mezheb imamlarının böyle bir çakıştırm yaptığından eminmisiniz.? Zaten Kur'anın evrensel olması kimsenin karşı çıktığı bir mesele değil... Alıntı:
Allahın İlimsahibi olduğuna itirazımız yok ama Alimlerin kusurlu olması mezhebe karşı olmaya gerçekten geçerli bir sebep mi ? Atalarımızın biz atalarımızın doğru yolda olduğundan eminiz. Zaten yanlış yolda olsalardı asırlar boyu Dünyaya hükmedemezlerdi. Sizin ataklarınızın yolundan şüpheniz varsa bilemeyiz... Alıntı:
Dediğimiz gibi bizim atalarımızın yolundan şüphemiz yok... Dediğiniz gibi olsaydı Alimler ilave yapsaydı Dünyanın her yerinde Hafızlar aynı Kur'anı ezberleyemezdi farklı farklı Kur'anlar ezberlenirdi. Anlam olarak hiç bir şekilde fark göstermez herkes aynı Kur'anı yaşar. Alimleri karalayacak kadar cesareti nerden buldunuz bilmiyorum ama Ümmetimin Alimleri Beni israilin Peygamberi gibidir. Hadisini düşünürseniz anlarsınız. Alıntı:
Ve ben sizinle karşılıklı atışma meraklısı değilim sıra bana gelsin diye de dört gözle beklemiyorum. Ve son olarak Peygamberimizin diğer Peygambere üstünlüklerinden biri de... Ümmet-i Muhammedin Alimlerinin ittifakının Allah tarafından delil olarak kabul edilmesidir.
__________________ Hafız olmak mesele değil Hafız ölmek mesele... | |||||
05 Nisan 2011, 02:27 | Mesaj No:37 |
Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? Bizler yalnız ve yalnız takribe (Yakınlaşmaya-Yaklaştırmaya) Tevhide Vahdetin oluşmasına inanıyoruz Mezhepleri değil Mezhepçiliği! Reddediyoruz. Yaşadığımız toplumlarda mezhepçilik sorunlarından öte İslam hakimmi değimli sorunu var Çünkü İslam’ın hakimiyeti olmadan Mezhep vb düşünülemez. Çünkü Kur’ani usule göre Mezheplerin oluşumu yorumlara dayalıdır. İslam’ın hakimiyeti toplumlara sunulmasında sorun olmadığı zaman bu vb sorunlar gündeme gelmelidir… Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz ve ateşli bir uçurumun kenarında (iken) sizi ondan (nasıl) korudu. Bu şekilde Allah mesajlarını size açıklar ki hidayet bulasınız, (A’li İmran-103) İslam yakınlaşmayı/yaklaştırmayı ‘’Hablullah’ı’’ emretmedir. Günümüze değin mezhepçilik adı altında yapılan tartışma ve kavgalarda hiçbir camia ve mezhep mensubu kendi mezhebinden dönüp muhalif bir mezhep kurma anlayışına girmemiştir. Tam aksine körü körüne elden bırakılmayan taassubi anlayış ile cepheleşmeler vahdet ilkesini alt üst ederek Şia/Sünni adları altında İslami ilkelerden kopulmaya başlanmıştır. Açıkça belirtmem gerekirse fıkhi uygulamalarda Kur’ani metodu benimsemekteyim bilmediğim hususlara netlik kazandırana kadar Şia-Mutezile Maturidi fıkıh uygulamalarını taklit etmekteyim. Hiçbiri arasında ayrım yapmadan Resulullahın sahih sünnetini uygularım Şerri deliller esastır. Bu delillerin ana merkezi KUR’AN/SÜNNET’TİR. İtikadi hususlarda Kuran merkeze alındığı sürece hiçbir ayrılığın olması düşünülemez. Teferruatlarda ise Şafii-Hanefi-Şia-Mutezile vb Mezheplerin uygulamalarında Allah’ın emanet olarak bahşettiği akıl merkeze alınarak Kuran ve peygamberi metoda uygun olan tercih edilir. Âlimlerin icma ile karar almış oldukları mevzuların tarih siyaset boyutu incelenerek teolojik incelemeden sonra benimsenir. Mezhepler din olarak değilde dinin yorumu olarak ele alınmalıdır çünkü Allah indinde tek din vardır onun adıda ‘’Müslümanlık/İslam/Teslimiyettir’’ Şu ana kadar bu mezhepçilik, bu sindirmecilik zarardan başka herhangi bir şey sağlamamıştır. Hatta İslam yolunda bir sed teşkil edip ümmeti ve vahdeti parçalamıştır. Hususen davet ve hareket merhalesinde ideal İslami devlet oluşturulması karşısında, emperyalizmin kullandığı en keskin bir silahtır. Yaşadığımız zaman sürecinde Müslümanlaşabilenlerin! İmam edebilenlerin gündeminde asırlardan bu yana mezhepçilik ayrılıkları adı altında gündem oluşturmaları vahdeti baltalamakta emperyalist güç odakları ve ona hizmet eden uşakların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramaz. Bugün milyonların aç ve susuzluk ile mücadele ettiği bir dünyada ırkı dini milleti ne olursa olsun Allah’ın emri gereği zalim ve zorba güçlere karşı savunulması dururken birbirimiz ile uğraşarak zaman kaybı fitneye ortak olmaktan başka bir işe yaramaz. 21 Temmuz 1980 tarihinde İmam Humeyni (r.a) İslam âlemine seslenerek şu beyanda bulunmuştur: ‘Acaba şu tefrikadan kim istifade edebiliyor? Müslümanların Şia, Sünni, Hanefi, Hanbelî, gibi taksimlerle gündem oluşturması herhangi bir faide sağlayamaz. İslam hizmetinde ve İslam gölgesi altında yaşamak isteyen tüm toplum fertlerinin bu gibi hassas meseleler uğraşmaması gerekmektedir. Hepimiz kardeşiz, aynı kalp ile yaşıyoruz. Nihayet Hanefi bir kimse kendi âlimlerinin fetvaları ile amel etmektedir. Şafii’ler de kendi âlimlerinin fetvaları ile amel etmektedirler. Şurada ayrı bir kitle Şia kitlesi olup İmam Sadık’ın fetvaları ile amel etmektedirler. Bu ise ihtilafı (keşmekeşi) gerektirmez. Evet, birbirimize düşmemeliyiz, birbirimize karşı cephe almamalıyız. Hepimiz kardeşiz. Şia, Sünni kardeşler üzerinde, tüm ihtilaflı konulardan uzak durmak İslami bir vecibedir. İhtilaflardan yararlanan o kimseler ki, ne suniliğe inanıyorlar ve ne de Şiiliğe inanıyorlar ve ne de Hanefi ve diğer İslami mezheplere inanıyorlar. Belki bunlar, İslam’ı kökünden söküp atmak peşindedirler. Aramıza tefrika tohumu atmaktadırlar. Aklınızı iyice başınıza alın. Hepimiz Müslüman’ız, Kur’an ve tevhit ehliyiz. Kur’an ve tevhit için çalışmalıyız” (Nidau’s-Sevrati’l İslamiyye, Tahran, s:4) | |
05 Nisan 2011, 02:34 | Mesaj No:38 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? 6- "Kendilerine peygamber gönderilenleri de peygamberleri de sorguya çekeceğiz. 7- Onlara olup bitenleri bilgimize dayanarak kesinlikle bir bir anlatacağız. Zira onlar hiçbir zaman bilgi alanımız dışında kalmamışlardı. 8- O gün tam doğru tartı vardır. Kimlerin tartıları ağır çekerse, onlar kurtuluşa ermişlerdir. 9- Kimlerin tartıları hafif kalırsa, onlar ayetlerimiz karşısında takındıkları zalimce tutumları yüzünden kendilerini mahvetmiş olurlar. "ARAF SURESİ
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
05 Nisan 2011, 10:15 | Mesaj No:39 |
Medineweb Site Yöneticisi Durumu: Medine No : 1 Üyelik T.:
14Haziran 2007 | Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır?
islam çerçevesinde olan tüm mezhepler kuran sünnet eksenlidir.hiç bir mezhep alimlerin kendi görüş ve vehimleri değildir.kurandan sünnetten anladıklarıdır.tüm mezhepler delillerini kurana sünnete dayandırmıştır.dolayısıyla bu mezhep kalitelidir şu kalitesizdir mantığı cahilliktir.elmamı lezzetli armutmu lezzetlidir mantığına benzer bu.elma elmadır armut armuttur.iştahın hevesin hangisini tercih ediyorsa onu tercih edersiniz. ben mezhepsizim demek cahilane bir direniştir.çünkü islam ilimlerine vakıf olan her kişi bilir ki,kabul etmezsen bile islami yaşarsan adı yoksa da bir mezheptesin. 4 mezhebe göre öğle namazı 4 rekattır.mezhepsizler 5 mi kılacak?hani mezhebe uymamak için! 4 mezhebe göre iddeti bitmemiş kadın nikahlanamaz.mezhepsizler kıymalımı ? 4 mezhebe göre muta nikahı yasaktır.mezhepsizlere serbest mi ? mezheplere uymuyorum diye çok komikleşirler. 4 mezhep imamları bir hüküm verdiğinde,delil olarak ya ayet ya hadis yada icma kıyası kullanmıştır. mezheplere uymazsan bile delillerin ayet hadis icma olmayacak mı ? yoksa ayet hadis dışında bir yol varda bizmi bilmiyoruz??? üstelik mezhepsizim diyenlerin çoğu cahildir,savunmaları gülünçtür. 1-hiç bir mezhep kurucu mezhep kurmak amacıyla ,yada ben mezhep kuruyorum buyurun bana uyun demiş değildir.. 2-mezheplerin odak noktası Kuranı kerim ve sünnetir.bu konuda hemfikirdirler.. 3-itikadi ve ameli mezheplerde yalnış yoktur,hepsi doğrudur.birisinin diğerinden üstünlüğüde yok..hepsi kuran sünnetten delilini almıştır. 4-örneğin kuranı kerimdeki nur 31(tesettür ayeti)konusunda hemfikirdirler.tesettür konusunda ihtilaf yok.ama mezheplerde bu tesettürün ne ile olması gerektiği noktasında ayrılık olması doğal..x derki çarşaf,y derki hayır manto,f derki hayır çadır,z derki entari..dikkat edin tesettür konusunda kimse tesettür olmasın demiyor,benim tercihim bu kıyafet olsun deniyor..işte o tercih meselesine mezhep görüşü denir.. 5-mezhepleri eleştirmek,yadırgamak,ve kurucularıyla hesaplaşmak için,feraset,ilim,irfan,takva,seviye,donanım lazım..en azından onlar kadar kaliteyi yakalamak lazım ki,bilgi sahibi olsun ki söz sahibi olsun.kuranı kerim meali okuyarak dünyanın 8 .ci harikası olarak alim geçinenlerimiz meşhur..bu noktada kendilerine stop dense fena olmaz.. Allah tüm mezhep imamlarımıza rahmetiyle muamele eylesin...
__________________ Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır. |
05 Nisan 2011, 11:59 | Mesaj No:40 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: Dört Mezhepten Birine Uymak Şart Mıdır? 5-mezhepleri eleştirmek,yadırgamak,ve kurucularıyla hesaplaşmak için,feraset,ilim,irfan,takva,seviye,donanım lazım..en azından onlar kadar kaliteyi yakalamak lazım ki,bilgi sahibi olsun ki söz sahibi olsun.kuranı kerim meali okuyarak dünyanın 8 .ci harikası olarak alim geçinenlerimiz meşhur..bu noktada kendilerine stop dense fena olmaz.. Allah tüm mezhep imamlarımıza rahmetiyle muamele eylesin... MUHSİN hocadan alıntı MUHSİN HOCAM mezhep imamalarına kimsenin karşı çıktığı yoktur.Kendi adıma söyleyeyim kim imam Azam, İmam Şafi-i, Medineli ilim deryası İmam Malik Ahmet bin Hanbel, imam Zeyd, imam Muhammed bakır velhasıl ismi duyulmuş veya duyulmamış imamalarımız hangisine uyarasa uysun farketmez bu imamalraımızın hepsinin itikadi düzün birer ilim deryalardır. Bizim kalkıp üç beş tane ayet hadis ezberleyeip onların ilimleri ile kendimizi kıyaslamamız cahillikten başka birşey değildir. Yine kendi adıma söyleyeyim ben bir müslümanı okumayan araştırmayan cahil bilmeden taklitçi kendisini nisbet ettiği imamın görüşünü dahi bilmeyen işte bu tarz zihniyetlere çok ama çok karşıyım. Müslüman araştırandır Müslüman okuyandır Müslüman bilgisi az olabilir ama cahil değildir Müslüman ezbere taklit etmez ilmi yetmediği için delili güçlü olanı taklit eder. Müslüman dinine iman eden ona saygı gösterendir. Müslüman gücü nisbetinde aklını vahyin önüne koymadan vahyi doğru anlamada kullanandır. Muhsin hocam velhasıl benim lugatımdaki müslüman tipi dünyayı titretendir. Ben böyle taklitçi pasif kendisini nisbet ettiği dinin özünü dahi bilmeyen kişileri kınıyorum. Birgün üsküdarda genç bir hıristiyanla konuşma imkanı buldum.Onunla sohbet ettik bu gençle konuştukça hıristiyanlık hakkında ne kadar bilgili olduğunu gördüm.Hatta belki inamayacaksınız islam hakkında dahi çok bilgili bir genç idi.Bana şunu söyledi Bakın türkiyede bir avuç ermeni var siz bunları kendi içinizde eritemiyorsunuz sizin toplum olarak islamı arızalı yaşıyorsunuz.Şuna emin olun kurandan peygamberin sünnetinden bana birçok misaller verdi. İşte benim tam olarak söylediğim bu bu hıristiyan genç hem incili iyi biliyordu hemde kendi dini karşısındaki dinleri iyi biliyordu.Aslında bu özellik müslümanda olması gereken bir özellik.fakat toplum malesef din konusunda çok geride çok. MUHSİN HOCA dünyanın 8.harikasına stop denilmiştir emin olabilirsiniz.
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
erken eğitim şart şart!!! | medinelii | Anket'ler-Röportaj'lar | 8 | 21 Ağustos 2021 23:51 |
Üçten dokuzâ şart olsun demek boşamak mıdır? | Medineweb | Soru Cevap Arşivi | 0 | 12 Nisan 2013 20:09 |
Kur’an’ı anlayabilmek için Arapça bilmek şart mıdır? | FECR | Kur'ân-ı Kerim Genel | 5 | 10 Nisan 2013 20:33 |
Hakkı bulmanın tek yolu Kur’ana uymak mıdır? | Belgin | Soru Cevap Arşivi | 0 | 13 Nisan 2009 16:06 |
Nafile ibadetleri gizli yapmak şart mıdır? | NUR | Namaz-Abdest-Teyemmüm | 0 | 11 Nisan 2009 00:41 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|