|
Konu Kimliği: Konu Sahibi Nebevi Sevda,Açılış Tarihi: 24 Kasım 2019 (16:46), Konuya Son Cevap : 19 Kasım 2023 (01:40). Konuya 74 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme: |
13 Aralık 2019, 23:20 | Mesaj No:61 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Bir örnek Bu konunun soyut olduğunun farkındayız. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için bir örnek vermek istiyoruz. İslam fıkhında köle diye bir konu var. Kölelik kurumunu dinin kabul edip etmediği meselesini şu anlık bir tarafa bırakıyoruz. Bizi ilgilendiren eden nokta şurasıdır. Köle bir efendinin mal varlığıdır. Ancak kölenin kendisi de aynı şekilde fukaha nezdinde malik konumuna çıkabilmekte ve mal mülk sahibi olabilmektedir. Bu sahip olduğu şeyler kendisine aittir. Ancak kölenin kendisi ve sahip olduğu şeyler efendinin milkidir. Yani kölenin sahipliği, malikin sahipliğinin uzamındadır. Allah-u Teâlâ'nın kullar üzerindeki malikliği kulların hem zatına hem de sahip olduklarına yöneliktir. İşte Malikü'l-Mülk kavramı, bu anlamla alakalıdır. İnsanların ve varlıkların tasarruflarının sahibi de O'dur. Yani Malikü'l-Mülk kavramı Malikü'l-milk kavramından farklıdır. Malikü'l-milk bizim sahip olduklarımıza Rab Teâlâ'nın sahip olması, malikü'l-mülk ise bizim tasarruflarımıza Rab Teâlâ'nın sahip olmasıdır. Bu tekvinî açıdan böyledir |
13 Aralık 2019, 23:21 | Mesaj No:62 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Teşriî boyuta gelince ise kişinin itibarî bir şekilde sahip oldukları üzerinde Rab Teâlâ'nın tasarruf hakkının olduğunu görebiliyoruz. Örneğin biz bir arabaya veya eve ya da bir elbiseye sahibiz. Rab Teâlâ bunlarda nasıl tasarrufta bulunacağımızı belirlemekte, bize haklar vermekte veya engeller ortaya koymaktadır. Tasarruflardan birkaç örnek verecek olursak. Belirli bir mal varlığına sahip olduğumuzda veya belirli koşullar oluştuğunda Rab Teâlâ'nın bize infakta bulunmamızı veya zekât, humus, sadaka gibi malî sorumluluklarımızı yerine getirmemizi emretmektedir. Ya da kullanımlarımızda israfa kaçmamamızı bize emretmektedir ki bunların bütünü birer tasarruftur. Yani sahipliğimize bu noktada bir sınır ortaya koymaktadır. |
13 Aralık 2019, 23:21 | Mesaj No:63 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Buraya kadar yaptığımız açıklamalarla ayetin bu bölümündeki “lehu ma fi's-semavati ve ma fi'l-erd”, “lehu/Ona aittir” ifadesinin hem milkiyete hem de mülkiyete bakan bölümüne değindik. “Ma fi's-semavat/göklerde bulunanlar” Ayette neden ‘men/kim' değil de ‘ma/şey' denildiğini incelemeye çalışacağız. Bilindiği gibi arapçada ‘men' ism-i mevsulu akıl, bilinç ve şuur sahibi, olan varlıkları yani insanlar vd ifade etmektedir. Ma ism-i mevsul-u ise genelde taş, toprak, ağaç, ot, inek gibi bilinç ve akıldan yoksun olarak kabul ettiğimiz varlıklar için kullanılmaktadır. Ayet-i kerimede neden ‘men' yerine ‘ma' ism-i mevsulu kullanılmıştır acaba!? Bu konuya değinen bazı müfessirler vardır. Bu soruya verilen cevapları ikiye ayırabiliriz. İlki, ‘galebe' cevabı. Yani varlık sahasına baktığımızda genel ve çoğunluğu göz önüne alır, ona göre cevap veririz. Çoğunluğu söyleyince az ve nadir olanlar kendiliğinden bu işin içine girerler. Kurtubî bu cevaba çok kısa bir şekilde işaret eder. O şöyle der: Göklerde ve yerde bulunan*lar arasında akıl sahibi varlıklar da bulunmakla birlikte (akıl sahibi olmayan varlıklar hakkında kullanılan) edatın kullanılması maksadın genel ve bütün varlıklar oluşundan dolayıdır.[3] |
13 Aralık 2019, 23:22 | Mesaj No:64 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Buna etraflıca işaret eden Fahrüddin er-Razî işaret ederek şöyle der: Buna göre eğer ‘Allahu Tealâ ‘men fi's-emavat/gökteki kimseler' demeyip de, niçin “ma fi's-semavat/gök*teki şeyler” demiştir?' denilirse, biz deriz ki: Maksat, kendisi dışında kalan şeylerin yaratılmış olma bakımından O'na nisbet edilmesi olup, kendisi dışın*da kalan varlıklar içinde de akıllı olmayan varlıklar çoğunluğu teşkil edince, Allahu Teala, çoğunluğu hepsinin yerine koyarak, bunları ‘ma/şey, şeyler....' lafzıyla beyan buyurmuştur. Yine bu şeyler Allah'a, O'nun birer mahlûku ol*ması bakımından isnad edilmişlerdir. Bunlar, O'nun birer mahluku olması ba*kımından (müessir) akıl sahibi değildirler. Binaenaleyh Allahu Teala bu nisbetin kendisine yapılmasından maksadın, işte bu cihetten bir nisbet olduğuna dik*kat çekmek için ‘ma' lâfzını getirmiştir.[4] Bize şöyle bir itiraz gelebilir. Siz bundan önceki makalelerinizden birisinde varlığın şuur ve bilinç sahibi olduklarını hayata malik olduklarını ifade etmiştiniz. Dolayısıyla bu sizin dediğinizle çatışmıyor mu? Biz görüşümüzde sabitiz ve bu cevabı yerli yerince ve doğru olarak görmüyoruz. Gerçi şöyle diyerek işin içinde sıyrılabiliriz. Biri kelam ve tefsir sahasıyla ilgili bir sonuç, diğeri ise Arap dili ve grameri ile ilgili bir kabuldür. Malumdur ki bilim dallarında farklı kabuller olabilir. Arap dili ve grameri şuur ve bilincin kendilerinden belirgin olduğu insan ve benzeri şeyler için ‘men/kimse' ismi mevsulünü taş, ağaç, yaprak, dağ gibi bilinç ve aklın kendilerinde insana nazaran pek de belirgin olmadığı şeyler için ‘ma/şey' ism-i mevsulünu kullanmaktadır. Yoksa Arap dili bunlar kesinlikle akıl ve şuurdan yoksundur demiyor. Dahası bu noktaya değinmiyor. |
13 Aralık 2019, 23:23 | Mesaj No:65 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Fakat biz bu görüşü de kabul etmiyoruz. Bizim benimsediğimiz bir başka görüş var. Kur'an-ı Kerim “ma fi's-semavat ve'l-erd/göklerde ve yerde bulunan her şey Ona aittir” (2/el-Bakara/116) ayetini ilginç bir şekilde “küllün lehu kanitun/ hepsi O'na boyun eğmiştir.” İfadesiyle bitirmektedir. Kunut eyleminin bilinçsiz, akılsız ve idraksiz gerçekleşebileceğini kim iddia edebilir!? Dahası ayet Arap dili ve gramerine aşina olanlar için söyleyelim. ‘el-Kanıtu/ قانِت' sözcüğünün çoğulu ‘kunnetun/ قُنَّت' olarak geçmemekte, onun yerine akıllı ve şuur sahibi varlıklar için kullanılan ‘kanitun (vav ve nun)/ قانتون' ile geçmektedir. Bundan dolayıdır ki Allame Alusî gibi bir bilgin bu sorunun farkına vardığı halde ayetin zahirinden kaçarak şöyle bir yorum yapmaktadır. Melekler, Hz. İsa, Hz. Uzeyr vd akıllı varlıklar vardır. Akıllı varlıklar ile akıllı olmayan varlıklar göz önüne birlikte alındığında akıllı olmayan varlıklar akıllı varlıklara tabi olurlar. Bundan dolayı ‘kanitun' kelimesi getirildi.[5 |
13 Aralık 2019, 23:24 | Mesaj No:66 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Kur'an'dan birkaç örnek Bir olasılık olarak yukarıda zikrettiğimiz ayete ilişkin Allame Alusî'nin yorumu belki kabul edilebilirse de yine de ayetin zahirine aykırı olduğunu belirtelim. Fakat Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde iki örneğe daha değinerek benimsediğimiz diğer görüşü açıklamaya geçeceğiz. Hz. Yusuf'un henüz daha çocuk yaşlardayken gördüğü bir rüya vardır. 11 yıldız, ay ve güneşin kendisine secde etmesi. Yıllar sonra Hz. Yusuf Mısır'da önemli bir konuma gelip de anne, babası ve kardeşleri kendisine secde ettiğinde rüyasına vurgu yaparak şöyle dedi: “Babasını ve annesini tahtın üzerine çıkartıp oturttu. Hepsi onun için secde ettiler. O zaman dedi ki: Babacığım! İşte bu, önce*leri gördüğüm rüyanın tahakkukudur.” (12/Yusuf/100) Öyle anlaşılıyor ki Hz. Yusuf (a.s.) bilfiil güneşin, ayın ve 11 yıldızın kendisine secde ettiğini görmüştür. Bir diğer ifadeyle gördüğü şey anne, babası ve kardeşlerinin kendisine secde etmesi değil, belirttiği şeylerin kendisine secde etmesidir. Yıldız, ay ve güneşin secde ettiğini belirtmesi için kullanılacak ifade şudur: ‘reeytuha li sacidat/ ben onların bana secde ettiğini gördüm' zira bunlar akılsız varlıklardır. Akılsız varlıklar için kullanılacak zamir ‘ha' zamiri ve ‘müennes cemi/çoğul dişil' ekidir. Ama Hz. Yusuf (a.s.) bunların bilinç ve akıl sahibini olduğunu gösterir bir tarzda cümleyi kurmakta ve “reeytuhum li sacidin/onların bana secde ettiklerini gördüm” demektedir.[6] Nitekim kimi müfessirler bu şeylerin akıllı varlıklara ait olan secde eylemini yerine getirdiklerinden dolayı bu şekilde çoğul olarak getirildiğini söylemişlerdir.[7] |
13 Aralık 2019, 23:25 | Mesaj No:67 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Birer dil bilimci olan Halil ve Sibeveyh ise şöyle derler: Hz. Yûsuf bu eşyaya itaat ve secde et*tiklerini haber verdiğinden -ve bunlar da akıl sahibi varlıkların fiillerinden olduğundan- dolayı bu varlıklar hakkında aklı eren varlıklar gibi haber ver*miştir.[8] Cevad-ı Amulî ise kısmen farklı bir yorum getirerek şöyle der: ‘Gayr-ı zevi'l-ukul (bilinç ve akıl sahibi olmayan)' varlıklar için getirilecek zamir duruma göre farklılık gösterir. Sadece isim yönü göz önüne alındıklarında onlar için ‘gayr-ı zevi'l-ukul' zamirler getirilir. ‘Zevi'l-ukul (akıl sahibi)' varlıkların sahip olduğu özellikler ve eylemler ‘gayr-ı zevi'l-ukul' varlıklara nispet edilirse –secde vb- kullanılacak zamir ‘zevi'l-ukul' zamiri olur.[9] Özetle bir önceki görüşte ifade edilen çoğunluk göz önüne alınarak ifade kullanılacak olursa akılsız ve bilinçsiz varlıkları ifade eden kelimeler seçilir. “ma fi's-semavati ve'l-erd/göklerde ve yerde bulunan şeyler” ayetinde olduğu gibi ‘‘ma' ism-i mevsulunun kullanımın varlığın çoğunluğu akılsız olduğundan dolayı kullanılmıştır', görüşüne katılamıyoruz. Zira varlığın bütününün şuur ve bilinç sahibi olup olmadığını geçiyoruz, varlığın çoğunluğunun akılsız olduğu dahi çok su götürür. Özellikte gökyüzünde sayısız meleğin olduğu biliniyor. İsra ve Mirac gecesiyle ilgili hadislerde meleklerin sayılamayacak kadar çok olduklarına dair ifadeler vardır. |
13 Aralık 2019, 23:25 | Mesaj No:68 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Biz bunlardan bir veya iki tanesini aktaracağız. Mirac hadisinin bir bölümünde şu ifadeler geçmektedir: Sonra bana el-Beytu'l-Ma'mûr gösterildi. Ben Cibril'e bunu sordum. Cibril: — Bu el-Beytu'l-Ma'mûr'dur, her gün onun içinde yetmişbin me*lek namaz kılar, bundan çıktıkları zaman artık bu onların son girişi*dir, bir daha oraya dönmezler, dedi.[10] Bir diğer hadiste ise: Onların içinde bıkıp usanmaksızın saf saf duran melekler, rüku etmeksizin kıyamda duran melekler, rüku ve secdeye gidip de başını kaldırmayan melekler vardır.[11] Bu hadisler Kur'an-ı Kerim ile çatışmamakta hatta Kur'an tarafından desteklenmektedir. Çünkü Rab Teâlâ “Rabbinin ordularını Ondan başka kimse bilemez.” (el-Müddessir/31) İkinci görüş; Bütün mevcudat akıl, şuur, idrak sahibidir. Rab Teâlâ'yı da tesbih etmektedir. Ancak bütün bu mevcudat, Allah-u Teâlâ'nın ilmine, idrakine, kudret ve azameti karşısında ‘zevi'l-ukul' varlıklar olarak değil ‘gayr-u zevi'l-ukul' varlıklar olarak değerlendirilir. Ama varlıkların kendisini birbirine kıyasladığımızda bir bölümü ‘zevi'l-ukul', bir bölümü ise ‘gayr-u zevi'l-ukul' olacaktır. Ama aynı varlığın akıl ve idrakını Rab Teâlâ'ya kıyasladığımızda O'nun karşısında bir hiç mesabesinde olacaktır. Bu görüş Molla Sadra'ya aittir. O, bu ayetin tefsirinde özetle şöyle der: O'nun mülkünün genişliği, cömertliği, hüviyet dairesinin kapsamlılığı karşısında bütün mevcudat boyun eğmekte olup bir yok hükmündedir.[12] |
13 Aralık 2019, 23:26 | Mesaj No:69 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
Özetle ‘ma' ve ‘men' ism-i mevsullerinin kullanımı Molla Sadra'ya göre Rab Teâlâ'ya kıyas edilip edilmediğine bağlıdır. Eğer Rab Teâlâ'ya nispet ediliyorsa akıl ve şuurdan yoksun bir varlık hükmünde olduğundan dolayı ‘ma' ism-i mevsulu kullanılır. Ama varlığın kendisi temel alınarak bir kullanım söz konusu ise bu durumda akıl ve şuur sahibi varlıklar için kullanılan ‘men/kim' ism-i mevsulu kullanılır. Varlıklar arasındaki derece farkı açıktır. Bir öğretmen ilkokul 1. veya 2. Sınıfa giden bir öğrenci karşısında her şeyi bilen konumundadır. Ama aynı öğretmen, geniş çaplı araştırmalar yapan bir profesör karşısında bir şey bilmeyen kimse hükmündedir. Bizler son risalet sahibinin O ulvî makamı ve engin bilgisi karşısında birer cahiliz. Kanaatimiz ve inancımız da bu yöndedir. Dolayısıyla Resul (s.a.a.) ile bazı konularda bilgi, anlayış ve kavrayış yönünden yarışabilecek, hatta Ondan daha bilgili olabilecek bir kimsenin var olduğu düşüncesini ve inanışını kabul edemiyoruz. Zira nebi ve resul, bir öğretmen, bir kılavuz, bir rehberdir. Hem de insanın ihtiyaç duyduğu bütün sahalarda. O kanıt ise gönderildiği ümmetin zihin ve akıllarına takılan, güncel hayatta karşılaştıkları bütün noktalarda doğru cevabı kendisinde barındıran bir kanıttır. “Çünkü ümmîlere[13] içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur.” (69/el-Cumua/2) ayette geçen ümmilerden kasıt Kıyamet gününe kadar ki bütün ümmettir. Yoksa arınma, Kitab'ı ve hikmeti öğrenme ihtiyacı sadece 632 yılına kadar ki Arap Yarımadası'nın birkaç şehrinde yaşayan bir takım insanlar için değildir. Bu ihtiyaç, bütün insanların temel ve esas ihtiyacıdır. Biz O yüce ve kutlu nebi karşısında evet ümmî pozisyonundayız. Akıl, ilahî mesaj ve ilahî mesajın uygulayıcısı karşısında kibirlenmeyi, ben de biliyorum edasında bulunmayı değil, hak ve hakikati öğrenebilmek, arınmış bir benliğe sahip olabilmek için Ona can kulağıyla kulak vermeyi, çaba ve cehd içine girmeyi gerektirmektedir. Bir sonraki makalede semavat/gökler kavramını ele alacağız. |
13 Aralık 2019, 23:27 | Mesaj No:70 |
Durumu: Medine No : 59388 Üyelik T.:
05 Nisan 2018 |
[1] Mülk kelimesinin Allah-u Teâlâ için kullanıldığı ayetler için bkz: Bakara/107, 251, 258; Al-i İmran 26, 189; el-Maide/17, 18, 40 ve 120; el-Enam/73; el-Araf/158; et-Tevbe/116 vd. Toplamda 33 ayette mülkiyetin Allah-u Teâlâ'ya ait olduğu belirtir. [2] El-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c.1, s.25 [3] El-Cami li Ahkami'l-Kur'an, c.4, s.271 [4] Mefatihü'l-Ğayb, c.7, s.9 [5] Ruhu'l-Meanî, c.1, s.367 [6] Hz. Yusuf'un cümleyi bu şekilde kurmasının diğer olasılığı ise şudur: Hz. Yusuf (a.s.) rüyasında anne, babasının ve kardeşlerinin kendisine secde ettiğini gördü. Bunu babasına anlatırken edep sınırlarının dışına çıkmamak için temsile başvurdu. Babasını güneşe, annesini aya kardeşlerini ise yıldızlara benzetti. Ancak sonuçta gördüğünün kendilerini olduğunu hissettirir tarzda da ‘cem-i müzekker salim/eril çoğul' ekini kullandı. [7] Ebu Hayyan, Esirüddin Muhammed b. Yusuf b. Ali b. Yusuf, Tefsirü'l-Bahri'l-Muhit, C.5, s.366, Beyrut- Tarihsiz, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabiy [8] Nehhas, İrabü'l-Kur'an, c.2, s.313; İbnü'l-Enbarî, el-Beyan, c.2, s.33 [9] Tesnim fi Tefsiri'l-Kur'an, c.3, s.191 [10] Sahihü'l-Buharî, Kitabü Bedi'l-Halk, Bab no:6, hadis no:17 [11] Hafız Ahmed İbn el-Hakkî, Mearicü'l-Kabul bi Şerhi Süllemi'l-Vusul İla İlmi'l-Usul, c.2, s.670, 1415, Darü İbni'l-Kayyım [12] Eş-Şirazî, Muhammed Sadrüddin (Molla Sadra), Tefsirü'l-Kur'ani'l-Kerim, c.4, s.115, Beyrut-1998 [13] Ümmî kelimesi sözcük anlamında da kullanılmaktadır, terim anlamında da kullanılmakta. Terimsel anlamıyla ümmi Ehl-i Kitab'a mensup olmayan. Sözcük anlamıyla ise anneye mensup yani bilgiden yoksun, ibtidaî, basit bir bakış açısına sahip demektir. Bu ayette kanaatimizce bu ikincisi yani sözlük anlamında kullanılmıştır. Yoksa Peygamber'in tezkiye, okuma ve arındırması sadece Araplara özgü olmadığı gibi buna ihtiyacı olanlar da sadece araplar değildir. |
Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
Kuddüs-Selam-Mü'min Esmâ'larını Tanıyalım | Mihrinaz | Sorularla Esmaül Hüsna | 57 | 04 Aralık 2023 22:51 |
El Halim/El Azim/El Ğafur Esma'larını Tanıyalım | Mihrinaz | Sorularla Esmaül Hüsna | 21 | 29 Şubat 2020 22:05 |
El-Bâsıt/El-Hâfıd/ Er-Râfî Esma'larını Tanıyalım | Nebevi Sevda | Sorularla Esmaül Hüsna | 24 | 20 Şubat 2020 19:40 |
El-Müheymin, El-Aziz Esma'larını tanıyalım | Sükutu-Ezber | Sorularla Esmaül Hüsna | 44 | 31 Aralık 2019 14:04 |
Ya Rahman... Ya Rahim..../İbrahim İnecik | İBRAHİM İNECİK | İbrahim İnecik | 0 | 18 Eylül 2010 22:54 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|