|
Konu Kimliği: Konu Sahibi kamer34,Açılış Tarihi: 04 Ocak 2012 (04:20), Konuya Son Cevap : 11 Ocak 2012 (14:47). Konuya 25 Mesaj yazıldı |
| LinkBack | Seçenekler | Değerlendirme |
07 Ocak 2012, 02:18 | Mesaj No:21 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye"" Ölümlerinden sonra ve gıyaplarında melek ve peygamberlere dua etmek, onlar aracılığıyla istekte bulunmak ve bu durumda şefaat etmelerini dilemek, - onlardan şefaat talep etme anlamında - heykellerini dikmek; Allah'ın teşri buyurduğu, bir peygamberi onunla gönderdiği veya bir kitabı onunla indirdiği hiçbir din yoktur. Böyle birşey müslümanların ittifakıyla ne vacib, ne de müstehabtır. Ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmış ve ne de müslümanların müctehid imamları böyle bir şeyin yapılmasını istemiştir. Her ne kadar halk içinde ibadet ve zühd sahibi kimselerden bazıları bunu yapıyor ve bu konuda birtakım hikâye ve rüyalar anlatıyorsa da, aslında böyle şeylerin hepsi şeytanın eserlerindendir. Bu âbid ve zâhidlerden kimileri, ölüye (istekte bulunma anlamında) dua, onunla şefaat istemek ve ondan istiğasede bulunmak konusunda kasideler dizer, ya da peygamber ve salihlere medhiyeler söylerken bu gibi şeyleri de bu medhiyeler arasında zikrederler. Bunların hepsi Müslüman imamların ittifakıyla, bunlardan hiçbiri meşru, vacib ve müstehab olan davranışlardan değildir. Her kim ne vacib, ne de müstehab olmayan bir şeyle ibadet eder ve onun vacib ya da müstahab olduğuna inanırsa, sapıktır, bid'at ehlindendir. İşlediği bu bid'at, iyi bid'at değil, din âlimlerinin ittifakıyla kötü bir bid'attir. Allah'a, ancak vacib ya da müstahab olan bir fiille ibadet edilir. Ne yazık ki birçok kimse, bu tür şirklerde yarar ve maslahatların bulunduğunu söylemekte, ya akıl veya zevk ya da taklit ve rüyalarla bu söylediklerini delillendirmeye çalışmaktadır. Bunlara iki yoldan cevap verilir: Birisi: Nass ve icma delilidir. Diğeri ise: Kıyas, hiss-i selim ve iddialarındaki zararı açıklamaya itibar etmektir. Çünkü ondaki zarar, sandıkları maslahattan çok daha ağır basmaktadır. Birinci hususa gelince, onlara şöyle cevap verilir: İslâm dininde zorunlu olarak ve tevatür ile İslâm ümmetinin selefi ve müctehid imamlarının icmaıyla bilinmektedir ki, bu ne vacib, ne de müstahabtır. Yine bilinmektedir ki, ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), ne de ondan önceki peygamberlerden herhangi biri meleklere, peygamberlere ya da salih kimselere dua edin veya ölümlerinden sonra, ya da gıyaplarında onlarla şefaat dileyin diye bir tavsiyede bulunmamıştır, bir kimse: Ey melekler! Allah katında bana şefaat edin; Allah'tan isteyin; dileyin ki bize yardım etsin, bize rızık versin veya bizi hidayete kavuştursun, dememiştir. Aynı şekilde hiçbir kimse, peygamber ve salihlerden ölen ne; Ey Allah'ın peygamberi! Ey Allah'ın Resulü! Benim için Allah dua et; benim için Allah'tan iste; bağışlanmamı dile; Allah'tan dileki günahlarımı bağışlasın; beni hidayete kavuştursun; bana yardım etsin, ya da bana sıhhat ve afiyet versin, dememiştir. Yine hiçbiri: Günahımdan, rızkımın azlığından veya düşmanın bana hâkimiyet kurmasından sana şikâyet ediyorum. Ya da: Bana zulmeden falanı sana şikâyet ediyorum, dememiştir. Bunları söylemedikleri gibi: Sana misafir olarak geldim; sana komşuyum; sana sığınanları korursun; sen, kendisine sığınılanların en hayırlısısın, dememiştir. Yine onlardan hiçbiri, böyle bir şeyi kâğıda yazıp mezarın başına asmamış, ya da falana sığınıyorum diye bir not yazarak o notu götürüp, sığındığı yerde çalışan birine vermemiştir. Ehl-i Kitab ve müslümanlar içindeki bid'at ehlinin yaptıkları bu gibi şeyleri yapmıyordu. Nitekim Hıristiyanlar kiliselerinde, müslümanlar arasında çıkan bid'at ehli de peygamberlerle salih kimselerin kabirlerinde ve gıyaplarında bu tür şeyleri yapmaktadırlar. Oysa İslâm dininde zorunlu olarak Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bu ümmete böyle şeyleri teşrî buyurmadığı mütevatir nakil ve müslümanların icmaıyla bilinmektedir. Aynı şekilde daha önce gelen peygamberler de, bu gibi şeylerden hiçbirini teşri buyurmamışlardır. Ne peygamberlerinden Ehl-i Kitaba ve ne de Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'den müslümanlara böyle bir nakil vardır. Hattâ ne sahabeden, ne de hakkıyla onlara tâbi olanlardan biri böyle bir şey yapmıştır. Müslüman müctehidlerden de bunu hoş karşılayan olmamıştır. Ne dört imam, ne de bir başkası. İmamlardan hiçbiri, ne hacc ibadetinde, ne de başka bir ibadette Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in kabri başında Peygamber'den şefaat etmesini, ümmeti için dua etmesini ya da ümmetin başına gelen dinî veya dünyevi bir musibeti kendisine şikâyet etmeyi hoş karşılamış değildir. Nitekim Ashab, Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, vefatından sonra nice belâlarla karşı karşıya kalmışlardır; bazen kuraklıkla yüzyüze gelmiş, bazen yemek için yeterli gıda maddesi bulamamış, bazen güçlü düşman ordusu ve korkuyla karşı karşıya gelmiş, bazen de günah ve vasiyetlere maruz kalmışlardır. Ama onlardan hiçbiri ne Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, ne Hz. İbrahim 'in ve ne de peygamberlerden herhangi birinin kabrine gidip: Kuraklığı veya düşmanın kuvvetini ya da günahların çokluğunu sana şikâyet ediyoruz. Yahut: Ümmetine rızık vermesi veya onlara yardım etmesi ya da günahlarının bağışlanması için Allah'tan istekte bulun, dememiştir. Aksine, müslüman müctehidlerden hiçbiri bu gibi sonradan ortaya çıkmış bid'atleri hoş karşılamamışlar. Bu tür şeyler, müslüman müctehidlerin ittifakıyla ne vacib, ne de müstahabtır. İbn-i Teymiyye
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
07 Ocak 2012, 02:50 | Mesaj No:22 |
Durumu: Medine No : 13038 Üyelik T.:
14 Aralık 2010 | Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye"" Ama aracı ile, yararların gelmesi ve zararların uzaklaştırılmasını kastediyorsa, meselâ kulların rızkı, yardım görmeleri, hidayete ermeleri konularında bir aracı kastediyorsa; kulların, bu konulardaki isteklerini bu aracıdan isteyeceklerini ve bu konularda kendisinden istekte bulunmayı söylüyorsa, bu, en büyük şirk olup Allah bununla müşrikleri kâfir saymıştır. Çünkü onlar, Allah dışında dost ve şefaatçi edinmişlerdi; onlarla yarar celbedeceklerini ve zararlardan korunacaklarını sanıyorlardı. Şefaat, Allah'ın izin verdiği kimsenindir. Hattâ Allah şöyle buyurmaktadır : "Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra da arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçi olanınız yoktur. Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"(32 Secde 4) "Rablerinin huzurunda toplanmaktan korkanları onun (Kur’an) la uyar. Onlar için O’ndan başka veli ve şefaatçi yoktur. Belki sakınırlar." (6 En'âm 51) "Müşriklere de ki: "Allah dışında ilah olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız bakalım. Onlar, başınızdaki belayı ne giderebilirler ve ne de başka birine aktarabilirler." "İmdada çağrılan bu ilahların Allah'a en yakın olanları dahil olmak üzere hepsi Allah'a yaklaşmanın yolunu ararlar. O'nun rahmetini diler ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur." (17 İsrâ 56-57) "Müşriklere de ki; "Allah dışında ilâh olduklarını sandığınız putları imdada çağırınız bakalım. Onlar ne göklerde ve ne de yeryüzünde zerre kadar bir şeye sahip değildirler. Gökler ile yeryüzü üzerinde hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi onların hiçbiri Allah'ın yardımcın da değildir." "Allah katında O'nun izin verdiği kimseler dışında hiç kimse şefaat, aracılık edemez. Bu konuda izin bekleyenlerin yüreklerini ürperten korku yatıştırılınca biribirlerine "Rabb'iniz ne dedi?" diye sorarlar. Cevap verenler "O gerçeği söyledi, O yüce ve büyüktür" derler." (34 Sebe' 22-23) Seleften bir grup şöyle demektedir: "Bazı kavimler Mesih'e, Üzeyr'e ve meleklere yakarıp dua ediyorlardı, îşte bunun üzerine Allah onlara, meleklerle peygamberlerin zararı üzerinden def'edemeyeceklerini ve onu değiştiremeyeceklerini, aslında kendilerinin de Allah'a yaklaşma çabası içerisinde olduklarını, rahmetini umduklarını ve azabından korktuklarım açıklamıştır." Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın kendisine kitap, hüküm ve nübüvvet verdiği insanoğlunun: "Allah'ı bırakıp da bana kul olun" demesi düşünülemez. Fakat kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre: "Rabbaniler olun" der." "(Hiçbir rasul) melekleri ve nebileri rabler edinmenizi size emretmez. Sizler müslüman olduktan sonra, kafir olmanızı mı emredecek(ler)?" (3 Âl-i İmrân 79-80) Allah, melek ve peygamberlerin rab edinilmelerinin küfür olduğunu açıklamaktadır. Her kim melek ve peygamberleri dua edilen aracılar kılar, onlara tevekkül ederse, menfaatlerin celbini ve zararların giderilmesini onlardan isterse, meselâ: Günahların bağışlanmasını, kalblerin hidayete ermesini, zorlukların giderilmesini ve ihtiyaçların yerine getirilmesini onlardan beklerse, müslümanların icmaıyla o kâfirdir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahman (olan Allah) çocuk edindi" dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler) ikrama layık görülmüş kullardır. "Onlar sözle (bile olsa) O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun emriyle yapıp-etmektedirler. "O, önlerindekini de, arkalarındakini de bilmektedir; onlar şefaat de etmezler; (kendisinden) hoşnut olunandan başka. Ve onlar, O'nun haşmetinden içleri titremekte olanlardır. "Onlardan her kim ki: "Gerçekten ben, O'nun dışında bir ilahım" diyecek olsa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle cezalandırmaktayız."(21 Enbiyâ 26-29 ) "Mesih (İsa), Allah’a kul olmaktan asla çekinmez. Yakın melekler de... Kim Allah’a kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa, (Allah) onların hepsini huzurunda toplayacaktır." (4 Nisa 172) "Neredeyse bundan dolayı, gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp-göçüverecekti." "Rahman adına çocuk öne sürdüklerinde (ötürü bunlar olacaktı) "Rahman (olan Allah)'a çocuk edinmek yaraşmaz." "Göklerde ve yerde olan (herkesin her şeyin) tümü. Rahman (olan Allah)'a, yalnızca kul olarak gelecektir." "Andolsun, onların tümünü kuşatmış ve onları sayı olarak da saymış bulunmaktadır." "Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız tek başlarına' geleceklerdir." (19 Meryem 88-95). "Onlar Allah'ı bırakarak kendilerine ne zarar ve ne de yarar dokunduramayan putlara tapıyorlar ve "Bunlar Allah katında bizim aracılarımızdır" diyorlar. Onlara de ki; "Göklerde ve yerde Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah onların koştukları ortaklardan uzak ve yücedir." (10 Yûnus 18) "Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiç bir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka." (53 Necm 26) "O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir?" (2 Bakara, 255 ) "Allah sana bir zarar dokunduracak olursa, O'ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer sana bir hayır isterse, O'nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur. Kullarından dilediğine bundan isabet ettir. O, bağışlayandır, esirgeyendir."(10 Yûnus 107) "Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan, elbette "Allah" diyecekler. Deki: "Gördünüz mü-haber verin; Allah'tan başka tapmakta olduklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, O'nun zararını onlar kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, O'nun rahmetini onlar tutup-önleyebilecekler mi" De ki: "Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O'na tevekkül etsinler."(39 Zümer 38) Kur'an'da benzeri âyetler pek çoktur. Peygamberler dışında - ilim ve din büyüklerinin - peygamber ile ümmeti arasında; ümmete tebliğ eden, onlara hocalık yapan, onları eğiten ve peşinden gidilen aracılar olduklarını söyleyen de bu sözünde isabet etmiştir. Bu âlimler icmâ ettiklerinde, icmâları kesin hüccettir. Onlar, sapıklık üzere icmâ etmezler. Bir mes'elede aralarında anlaşmazlık çıktığında onu Allah ve Resulüne havale ederler. Çünkü onlardan hiçbiri masum değildir. Aksine, Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) hariç, insanlardan herkesin sözleri içinde kabul ve reddedilecek olanları vardır. Nitekim Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Alimler, peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler, ne dinar, ne de dirhem miras bırakırlar. Onlar ancak ilmi miras bırakırlar. Her kim ilmi alırsa, bol bir pay almıştır"(Buhârî, İlm 10; Ebû Dâvud, İlm 1; İbn Mâce, Mukaddime 17) ibni Teymiyye
__________________ Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli. |
09 Ocak 2012, 14:20 | Mesaj No:23 |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye"" [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] |
11 Ocak 2012, 13:38 | Mesaj No:24 |
Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye"" F Â T İ H A Dinin özünü öğrenmek istiyorsan; işte Fâtiha. Yalnız Allah'a kul ol; denilmeden ruhuna elfâtiha! Fâtiha; Anlam ve Mâhiyeti Fâtiha Sûresinin Diğer İsimleri Fâtiha Suresinin Düşündürdükleri Fâtiha Sûresinin Kısa Tefsîri Fatiha Suresinin Lisan-ı Hali Fâtiha; Anlam ve Mâhiyeti Fâtiha, açmak, açıklığa kavuşturmak, açılacak şeylerin başı, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak anlamındaki "feth" kökünden türemiş bir isim olup karşıtı "hatime"dir. Bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş" manasında kullanılır. "Fâtihatü'l-Kitab" tamlamasının kısaltılmış şekli olan bu Fâtiha'ya, Allah kelamının başında bulunduğu, yahut namazda ilk okunan sure veya tümüyle ilk inen sure olarak Fâtiha suresi denilmiştir. Bir bakıma Kur'an'ın önsözü olduğu için "açıcı" anlamına gelen Fâtiha adı almıştır. Fâtiha Sûresinin Diğer İsimleri Fâtiha suresi, Mekkî'dir ve yedi ayettir. Mekke devrinin ilk yıllarında ve tamamı bir defada inmiştir. Besmele'nin sureden olup olmadığı ihtilaflıdır. Surenin yirmiden fazla adı vardır. Kitab’ın özünü, İslâm'ın temel esaslarını özlü bir biçimde içerdiğinden ona Ümmü'l-Kur'an (Kur'an'ın anası, özü) ve El-Esâs denilmiştir. O, Allah'ı hamd ve sena ile tevhidin temeli uluhiyyeti, dingününden bahsederek ahireti, kulluk göstergesi olan dua ve ibadeti, nimet verilenlerden bahsederek nübüvveti, onların yolunda kalma duası ile hidayeti, gazaba uğramış sapıklar ve yollarından uzak kalma isteği ile tevhid düşmanlarından ayrılmayı ve tüm bunlar hakkında Allah'ın yardımını isteyerek kaza ve kadere rızayı işlemektedir. Sure, hem Mekke ve hem de Medine'de iki sefer indiğinden, her namazda en az iki kere okunduğundan ve sürekli tekrarlanan bir sure olduğundan Es-Seb'ul-Mesânî (tekrarlanan yedili) ismi ile anılmaktadır. Onun bu ismi 15/Hicr suresi, 87. âyetinde tescil edilmiştir. Fâtiha suresi, ihtiva ettiği bu temel esaslarıyla saadet için yeterli olduğundan El-Kâfiye (yeten), maddi-manevi tüm hastalıklar için şifa kaynağı olduğundan Eş-Şâfiye (şifa veren) isimleri ile de anılmıştır. Hazine anlamına gelen Kenz, Duâ, Şükür, El-Hamd (halkın dilinde Elham) gibi isimler de verilmiştir. Fâtiha Suresinin Düşündürdükleri Hz. Peygamber'e bir bütün olarak inen ilk sure olan Fatiha suresi, bizlere en güzel dua ve yakarış örneği sunmaktadır. O, kulun yaratıcısına sunduğu en özlü bir dilekçedir. Şöyle ki, besmele ile dilekçenin sunulduğu makam belirtilmekte; Hamd ile o yüce makamın sahibi övülmektedir. Rahman ve Rahim kelimelerinin verdiği ümit ile dingününün sahibi ifadesinin verdiği korku arasında yüce huzura çıkıyor, tüm âcizliğimiz ve güçsüzlüğümüzle kul olarak kendimizi takdim ediyoruz. Daha sonra isteklerimizi arzediyor ve "âmin" (duamızı, dilekçemizi kabul buyur) diyerek imzalamış/mühürlemiş oluyoruz. Fâtiha suresi, Kur'an'ın bir özetidir. Tevhid, âhirette ceza ve mükâfat, sadece Allah'a ibadet, sırat-ı müstakim yani hidayet ve saadet yolu, geçmiş toplulukların ibret alınacak kıssalarını konu edinen Kur'an'ın bu ilk suresinde bütün bunlara temel teşkil eden hususlar vardır. Böylece her namazda Fâtiha'yı okuyan bir müslüman, namazın her rekâtında Kur'an'ın bir özetini okumuş olmakta, Kur'an'a tabi olacağına dair Allah'a söz vermektedir. Surenin fazileti ile ilgili birçok rivayet mevcuttur. Bunlardan birisi şöyledir: "Bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'an'da vardır." (İbnü'l Cevzi Zâdü'l-Mesiri, I, 10; Kurtubi, El-Câmiu' li Ahkâmu'l-Kur'an, I, 108). Namazda okunması sebebiyle bir ismi de "Es-Salât" olan Fatiha hakkında bir hadis-i Kudsîde şöyle buyrulmuştur: "Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Bir yarısı benimdir, diğer yarısı kulumundur. Kuluma istediği verilecektir. Kul: "Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır" dediği zaman Allah: "Kulum bana hamd etti, senada bulundu" der. Kul: "Allah, Rahman ve Rahimdir" deyince, Allah: "kulum beni övdü" der. Kul: "Dingününün sahibi, hükümdarıdır" dediği zaman, Allah: "Kulum beni yüceltti" der. Kul: "Ancak Sana kulluk/ibadet eder, yalnızca Senden yardım dileriz" dediği zaman, Allah: "Bu benimle kulum arasındadır, artık kulum ne isterse verilecektir" der. Kul: "Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil" dediği zaman Allah: "İşte bu, yalnızca kulum içindir; kulumun isteği yerine gelecektir" der." (Müslim, Salât 38, 40; Ebû Dâvud, Salât 132). Fâtiha Sûresinin Kısa Tefsîri "Andolsun ki biz sana tekrarlanan yediyi ve şu büyük Kur'an'ı vermişizdir." (15/Hicr, 87) ayetinde Fâtiha suresi anılmıştır. Surenin kısa tefsirini verelim: "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlarım. "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun." (1/Fâtiha, 1) Er-Rabb: Mâlik, mutasarrıf demektir; yalnız Allah'ın adıdıdr. El-âlemîn: âlem'in çoğuludur. Allah'tan başka bütün varlıklardır. Hamd yalnız O'nadır. Her şeyde mutlak rububiyet O'nadır. O bütün kâinatın terbiyecisi, hâkimidir. Azamet, şeref, ululuk, yaratıcılık, O'na aittir. Hamdi O'na has kılarak, O'nun büyüklüğünü, eksiklerden uzak olduğunu, övülmeye layık olan yegane gücün ancak Allah olduğunu vurguluyoruz. O'nu övmekle, O'ndan kaynakla-nan her şeyi de kabul etmiş, övmüş ve ona rıza göstermiş oluyoruz. Çeşitli özellik ve güzelliklerde insan olarak yaratılışımıza, O'nun Peygamberlerinin yegane önderler oluşuna, kitabının yegane düstur oluşuna rıza ve boyun eğmiş oluyoruz. Tüm hamdler, övgüler Allah'a, Rabbe, Rahmana, Rahime, Dingününün sahibine, yegane mabudadır. Hamd âlemlerin Rabbinedir. Çünkü O'dur insan, cin, melek ve bizim bilemediğimiz başka canlı cansız âlemlerin sahibi, onların rızık vericisi, koruyucusu, yöneticisi, yetiştiricisi, eğiticisi. Herşey yaratıldığı en güzel fıtratında kalabilmek için O'nun Rabliğine muhtaç. O'nun terbiyesine ve eğitim-öğretim ilkelerine muhtaç. Âlemlerin her zerresinde O'nun terbiyesi, düzenlemesi var. O'nun çekip çevirmesi ile herşey yerli yerinde duruyor, ahenk ve uyum içinde varlığını sürdürmekte. "O, Rahman ve Rahimdir." (1/Fâtiha, 2). Allah'ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Hamd, Rahman ve Rahim olan zatadır. Çünkü birbiriyle içiçe, birbirine muhtaç bir şekilde ve O'nun kudretini izhar etme adına yaratılmış olan tüm âlemler O'nun rahmetiyle en güzel bir biçimde yaratılmışlar ve varlıklarını da en sağlıklı bir şekilde O'nun rahmeti ile sürdürebilmektedirler. Dünyada bütün yaratıklara, mü'min-kâfir bütün insanlara merhamet eden; ahirette yalnız mü'minlere merhamet edip bağışlayan O'dur. "Din gününün sahibidir" (1/Fâtiha, 3). Mâlik; sahip demektir. Melik şeklinde okunabilir; o zaman hükümdar anlamına gelir. Din, bu ayette ceza (ödül ve ceza) demektir. O'ndan başka kimsenin hükmünün geçmediği Dingünü, ahirette hesaba çekilme günüdür. O günde amellere ceza ve mükafat vermek sadece O'na mahsustur. En güzel isimler ve sıfatlar O'nundur. Rahman ve Rahim isimlerini anarken O'nun engin rahmeti içerisinde kaybolmuş, gevşemiş, sonsuz bir umuda kapılmış olabiliriz. Bu yüzden umut ve korku dengesini yakalayabilmemiz için "dingününün sahibi"ni hatırlıyoruz. Hamdimiz ve hamdimiz doğrultusunda gerçekleştireceğimiz davranışlarımızdan o gün sorgulanacağımızın bilinç ve ürpertisi içerisinde dingününü hatırlıyor, o günün yegane sahibinin huzurunda duruyoruz. "Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz" (1/Fâtiha, 4). Yalnız Sana kulluk ve itaat eder, ancak Sana boyun eğeriz; zira Sen her türlü yüceliğe layıksın. Senden başka hiçbir güç kulluğa ve ihtiyaçlara cevap veremez. Dilediğimiz herşeyi yalnızca Senden dileriz; zaten Senden başka yardımcı da bulunmaz. "Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz." Din, bu iki cümle üzerinde oturmaktadır. Kur'an'ın sırrı Fatiha ise, Fatiha suresinin sırrı da bu iki cümledir. Bu itiraf, kul ile Rab arasındaki canlı bağlantıdır. İbadet, müslümanın Allah'ın ölçülerine uygun olarak yaptığı her kutlu eylemin adıdır. İbadet, bir kulluk göstergesi ve yaratılış gayesidir. İlk ayetlerle ulaştığımız ruhi hazırlık ve dilimizle yaptığımız hamdü senalardan sonra, şimdi de tüm herşeyimizi O'na has kılıyor, O'na adıyoruz; "Şüphesiz benim namazım, kurbanım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbı Allah içindir." (6/En'âm, 162) Bu adağımızda kalabilmek, sözümüzde durabilmek için O'nun yardımını diliyoruz. Çünkü biz ne kadar gayret edersek edelim, O'na yaraşır bir şekilde kullukta bulunamayız. Hatta O'nun yardımı olmadan hiçbir şey yapamayız. İşte bu yüzden O'nun yardımına başvuruyoruz. Ama sadece O'nun yardımına. "Sadece Sana ibadet ederiz" derken, şirk kokusu taşıyan tüm herşeyden uzak kalacağımızı; "Sadece Senden yardım dileriz" derken de, kendi güçsüzlüğümüzü itiraf ederek kendimizi O'na havale ediyor, yegane güven kaynağımızın Allah olduğunu ilan ediyoruz. Önce kulluğumuzu sunuyor, sonra yardımını istiyoruz. Kul olarak biz, bize düşenleri yapmaya çalışıyor, sonra da O'na sığınıyor, tevekkülümüzü sadece O'na has kılıyoruz. Ancak bundan sonra isteklerimizi sıralıyoruz: "Bize hidayet et; bizi doğru yola ilet" (1/Fâtiha, 5) Bizi Kur'an yoluna, İslam yoluna ilet. Sana yaklaştıracak, bize hürriyetimizi kazandıracak yolu. Sen kimi dilersen onu hidayete erdirirsin. Bizi dosdoğru yolunda iman üzere sabit kıl, cennete gidenlerden eyle. Sırat-ı müstakim, yani doğru yol hakkında Hz. Peygamber (s.a.s.): "Doğru yol Allah'ın kitabıdır, İslâm'dır." buyurmuştur. (Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'an 14; Müsned, Ahmed b. Hanbel, IV, 1) Biz, sırat-ı müstakimde olduğumuz için Allah'a hamd ederken; o yolda devamlı kalabilmek için Allah'ın yardımına, hidayetine muhtaç olduğumuzu beyan ediyoruz. Zaten suredeki tüm cümleler istimrarı (devamlılığı) ifade etmektedir. Hamdler sürekli O'na, ibadet ve tâatler de kesintisiz O'nadır. Hidayet, bizi hakka götüren her türlü meziyet, âlet, araç, akl-ı selim, Peygamber ve Kitaptır. Müstakim yolda kalabilmemiz kesintisiz olarak bunlara sahip olmakla mümkündür. Sürekli akl-ı selim sahibi olmak, vahiyle irtibatlı olmak, Peygambere bağlı kalmak; dosdoğru yolu bulmak kadar, o yolda sapmadan kalmak için de önemlidir. Öte yandan, müslüman daha ileriye, en ileriye taliptir. Zarardan kurtulmak için mü'minin iki günü birbirine denk olmamalıdır. İlmî ve amelî yönden de kendini sürekli yenilemeli, hidayet yolunda mesafe katetmeye, dosdoğru yolun en ilerisinde, ön safta yer almaya gayret etmelidir. İşte duamızla biz, hidayetimi-zin artırılmasını da istiyoruz Rabbimizden. "Nimet verdiğin kimselerin yoluna" (1/Fâtiha, 6). Yani peygamberler, sıddıklar, şehidler, salih mü'minlerin yoluna ilet (bkz. 4/Nisa, 69). Onlar ne güzel arkadaştır, ne güzel mü'minlerdir. Zaten en büyük nimet; dindir, hidayettir, Kur'an'dır, risalettir, kullukta sadâkattir, O'nun yolunda salih kullardan olup, fi sebilillah şehid olarak ölebilmek, daha doğrusu ölümsüzleşebilmektir. İşte tüm bunlara erenlerin yolunda olmayı istiyoruz. Tabii ki, onların yolunda olmak için gerekenleri yaparak bu isteğimizdeki samimiyetimizi ortaya koymalıyız. "Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil." (1/Fâtiha, 7). Yani yahudiler ve hıristiyanların (Tirmizî, Tefsir 2; 5/Mâide, 60, 77) veya İslâm'dan sapanların yoluna değil. Gazaba uğramışlar, yahudiler başta olmak üzere her toplumun âsileri ve azgınlarıdır. Sapanlar ise, hıristiyanlar ve cehalet içerisinde helak olan herkestir. Bilerek azgınlık gazab sebebi; bilgisizce azgınlık ise dalalet sebebidir. O halde, güçlü bir ilim donanımı ile sağlıklı ve sağlam bir iman sahibi olup sergileyeceğimiz salih davranışlarla gazabdan ve azabdan kurtulmaya çalışmalıyız. Yahudi ve hıristiyanlar: Kitabla, Peygamberle, mucizelerle; bütün bunlara rağmen sapanlar. Dinde ifrat ve tefrit uçurumlarına yuvarlananlar, aşırı gidenler. İlim adamlarını dinlemeyen birincilere karşılık; onları kutsayan ve putlaştıran ikinciler. Yanlış yorumlarla, dinin emirlerini değiştirip eksilten yahudilere karşılık; dinin emirlerini çoğaltıp ruhbanlığı hortlatan hıristiyanlar. Dinde atmalar yapanlara karşılık; katmalar yapanlar. Ahireti dünyaya değişen maddeci bilimcilere(!) karşılık; maddeden tamamen el etek çeken ruhçu cahiller. Onların özellikleri Kitabımızda çokça anlatılır ki, yahudileşme ve hıristiyanlaşma temayülü gösterilmesin. Zira bu eğilim, ümmet için şirk ve küfür eğilimi gibi tehlikeli sapmalardır. Gazaba uğradığı ve dalalette olduğu için onları helak ettiğin gibi bizi de helak etme. Doğru yoldan sapan azgınlardan değil; Rasülünün dosdoğru yolundan gidenler kıl. Bizi hevâ ve hevesine uyan, büyüklenen, haktan sapan münafıklardan ve kâfirlerden ayır, onlardan duaların en güzeli ile Sana sığınıyor, Sana dua ediyor ve yardımını bekliyoruz. Âmin; duamızı kabul et. Bu surede Allah'tan nelerin istenmesi gerektiği, ayrıca istemenin usûl ve âdâbı da öğretilmektedir. Buna göre, istemenin şartları, önce ne istediğini bilmek, sonra ona gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtmek, daha sonra da onu elde etmek için yapılması gerekeni yapmaktır. Böylece gerçek dua, nimeti hayal ve arzu etmek değil; o nimete ulaşmanın doğru yoluna girmek ve o yolda sebat edip ilerlemektir. Fatiha suresi, mü'min insana kesin bir düstur ve şaşmaz bir formül halinde hidayetle ibadetin önemini ve ebedî nimetin elde ediliş yöntemini bildirmektedir. Böylece sureyi okuyan mü'min, sadece Allah'a kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra, kendisiyle yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan doğrudan doğruya O'na seslenir. Ebedî saadete ve nihayetsiz nimetlere ulaştıran doğruluk ve dürüstlük yolunda ilahi lutfa nail olmuş iyilerin izini takip ederek ilerlerken; gazaba uğramışların, şaşırmış ve sapmışların durumuna düşmemek için Allah'tan hidayet ve yardım ister. Allah'la kul arasında bir tür sözleşme ve antlaşma olarak da değerlendirilen Fatiha suresi, Allah-insan ilişkisinin mahiyetini ortaya koyar ve bunun hangi kurallara bağlı olarak sürdürüle-ceğini öğretir. Ayrıca, sözkonusu ilişkinin tek taraflı olarak kulun gayretiyle değil; mutlaka Allah'ın hidayet ve yardımıyla sağlanacağını vurgular. Surenin ilk yarısı, kulun Allah'a hamd ve övgüsünü, ikinci yarısı da onun Allah'tan isteklerini dile getirir. Bütün tefsirlerde besmele'nin başandaki "be" harfinin iltisak (Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı) anlamı taşıdığına önemle dikkat çekilmiştir. Bu bağlantının bir tarafında ulûhiyyet ve rubûbiyyet; diğer tarafında insaniyet ve ubûdiyet makamı vardır. Fatiha suresinin de bu şekilde iki bölümden oluştuğu görülür. Övgü ve ta'zim cümlelerinden meydana gelen ve ulûhiyyete dair olan ilk bölümde Allah'ın insanlara yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere "Rabb" (yapıp yaratan, yetiştirip geliştiren, terbiye eden), Rahman ve Rahim isimleriyle, O'nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığının ahirette de devam edeceğini belirten "maliki yevmi'd-din" ifadesi yer almıştır. Bütün bu nitelikleri dolayısıyla hamd (her türlü övgüler, güzellikler, yetkinlikler) O'na mahsustur. Dua ve niyaz üslubunun hakim olduğu ikinci bölümde insanların Allah'a bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere "ibadet" ve "istiâne" kavramları yer almaktadır. Ulûhiyyet bölümünde ifade edildiği üzere, insanların bu dünyadaki inanç ve amellerine göre ahiretteki durumlarını Rahman ve Rahim olan Allah'ın şaşmaz adaleti belirleyeceği için yalnız O'na ibadet etmek ve sadece O'ndan yardım dilemek (istiane) gerekir. İnsan bu beyanı ile kulluğunu, tevhid inancını, tevekkül ve teslimiyetini, ihlas ve kararlılığını Allah'a arzetmiş olur. Bu seviyeye ulaşan bir iman ve aynı ölçülerle düzenlenen bir amel ve hayat çizgisi "sırât-ı müstakim" dir. Ömür boyunca bu çizgiyi takip etmenin zorluğu sebebiyle insan, bu yolda sürçebilir ve sonuçta kötülüklere rıza göstermeyen Allah'ın öfkesine mâruz kalmış olan sapmışların yoluna kayabilir. "Bizi doğru yola ilet" sözleriyle başlayan dua cümleleri, bu büyük tehlike karşısındaki aczinin ve kendi kendine yeterli olmadığının bilincine varan insanın âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah'a sığınarak hidayetiyle kendisini desteklemesi şeklindeki niyazını ifade etmektedir. Suredeki ifadeler çoğul sigasıyla olup müslümanlar için toplum hayatının ve toplumsal dayanışmanın önemini, cemaat ve ümmet şuuruyla birlik ve beraberlik içinde "sırat-ı müstakim" üzere hareket etmeleri gereğini ortaya koyar. Bu amaca yönelik olarak cemaatle kılınan namazda imamın kıraatinin aynı zamanda cemaatin kıraati yerine geçmesi Fatiha'daki bu kapsamlı ifade özelliğinden dolayıdır. Fâtiha suresi, önce Allah'ı en belirgin nitelikleriyle tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O'na yöneltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve dindarlığın temeli olarak belirlemektedir. Surenin, insanoğlunu yaratıcısıyla ve diğer insanlarla uyum içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi gerçekleştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa, onun Kur'an'ın ve dinin özü olduğu daha iyi anlaşılır. Bir yoruma göre, Bakara suresi, Fatiha suresinin açıklamasıdır. Başta Al-i İmran suresi olmak üzere diğer bütün sureler de Bakara suresinin tefsiridir. Nitekim Fatiha'da Allah'tan hidayet istenir; onu takip eden Bakara suresi, bu Kitab'ın muttakileri hidayete erdirmek amacıyla gönderilmiş olduğunu bildiren ayetle başlar. Fatiha'nın Kur'an'ın bir özeti olduğu kabul edilirse, onun bütün Kur'an sureleriyle ilişkili bulunduğunu düşünmek mümkün olur. O yüzden, surenin asıl tefsir ve açıklaması Kur'an'ın kendisidir. Fatiha'yı iyice anlamak isteyen Kur'an'a yönelsin, O'nu okuyup anlamaya çalışsın. Zaten Kur'an Ümmü'l-kitab'daki "Bizi hidayete eriştir" duasına verilen bir cevaptır. Fatiha ise o cevabın özeti. Allah'ın evrendeki yasası ise, bir şeyin önce özetini çıkarmak, sonra onu açıp detaylandırmaktır. Büyük bir ağacın tohumları gibi. Fatiha işte o büyük ağacın tohumu mesabesindedir. Çekirdek, ağaç demek değildir; ama çekirdeksiz de ağaç olmaz. Çünkü gövdesi, dalı, yaprağı, meyvesi ve tüm özellikleriyle ağaç o çekirdekte gizlenmiştir. Ne var ki, insan çekirdekle yetinmez; çünkü çekirdek onun ihtiyaçlarına cevap vermez. Öyleyse o çekirdeği gönlümüze, zihnimize ekip meyvelerini dermeye bakalım. Fatiha'nın Kur'an'daki en büyük sure olduğu, Bakara suresinin son ayetleriyle birlikte "iki nur" diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair hadisler vardır. Fatiha'nın faziletiyle ilgili rivayetlere hadis mecmualarının yanında, tefsir kitaplarında da geniş yer verilmiştir. Bu surenin her türlü hayırlı faaliyetlerin başında veya sonunda, çeşitli vesilelerle tertip edilen meclislerde, merasimlerde, kabirlerde vb. yerlerde dua niyetiyle okunması, zamanla müslümanlığın en köklü şiarlarından biri haline gelmiştir. Fâtiha Sûresinin Lisan-ı Hali 1- Fâtiha önsözdür, Kur'an'ın mukaddimesidir. Vahye açılan kapıdır. Başlangıçtır Fatiha, anahtardır, giriş, sunuş ve sonuçtur. Dilekçedir, duadır, sözleşme, anlaşma ve antlaşmadır, Rab'la kulun diyalogudur.
Fi Zılâli'l-Kur'an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 34-46Et-Tefsîru'l-Hadis, İzzet Derveze, Ekin Y. c. 1, s. 13-18 El-Esas fi't-Tefsir, Said Havva, Şamil Y. c. 1, s. 35-53 Muhtasar Taberî Tefsiri, İmam Taberi, Ümit Y. c. 1, s. 5-13 Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, c. 1, s. 61-83 Ruhu'l-Furkan Tefsiri, Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Kitabevi Y. c. 1, s. 61-109 El-Câmiu li-Ahkâmi'l Kur'an, İmam Kurtubi, Buruc Y. c. 1 Dâvetçinin Tefsiri, Seyfuddin el-Muvahhid, Hak Y. c. 1, s. 11-29 Sorularla Fatiha Suresi, Z. Durmuş-Ali İçipak, Yenda Y. s. 208-223 Fâtiha Tefsiri, Azad, Bir Y. s. 39-49; 309-311 Fâtiha Üzerine Mülahazalar, M. Fethullah Gülen, Nil Y. Fâtiha Üzerine Mülahazalar, Hikmet Işık, Nil Y. s. 232-237 Fâtiha'nın Kırk Yorumu, Haluk Nurbaki, Damla Y. Fâtiha Suresi Tefsiri, Ramazanoğlu Mahmud Sami, Erkam Y. Fâtiha ve En'am Sureleri Tefsiri, Suat Yıldırım, Nil A. Ş. Fâtiha Suresi ve Türkçe Namaz, Sait Şimşek, Beyan Y. s. 11-18 Besmele ve Fâtiha Tefsiri, Ebulleys Semerkandi, Sezgin Neşriyat Ahkam Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni, Şamil Y. c. 1 s. 9-12; 23-46 İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 2 s. 158-160 İslam Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 12 s. 252-255 İlk Mesajlar, M. Ali Baltaşı, Birleşik Y. s. 13-14 Kur'an Mucizeleri, Haluk Nurbaki, Mayaş Y. s. 134-137 Esenlik Yurdunun Çağrısı, Celaleddin Vatandaş, Pınar Y. s. 131-134 Namaz Duaları ve Sureleri, Ali Akpınar, Suffe Y. s. 84-86 | |
11 Ocak 2012, 13:47 | Mesaj No:25 |
Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye""
burda fatiha tefsirini verdim sadece kuranda salihlerle berarber olun sadıklarla beraber olun ifadeleri çok fakat günümüz zamanına baktığımızda cahil bir müslüman topluluğun kabul görmüş kuranında övmüş olduğu model insanları hayatlarında ve kalplerinde nereye koyması gerektiğini bilemediği için elbette tevessül konusunu anlamamak eleştirmek çok basit olur fatihada sizde bende daima fatihada nimet verdiklerinin yoluna ilet diye 40 defa niyaz ediyoruz burda farkında olmadan bir bakımada inancımıza darbeler vuruyoruz ki allah muhafaza etsin bizleri kuranı kerimi en iyi anlayan hz. rasulullah sav efendimiz ve sahabeleriydi ve onlarında bu güne kadar gelen varisleridir.tevessülü günlük hayatımızda ilmine bilgisine güvendiğimiz büyüklerimize her konuda gidiyoruz doktora bile gidiyoruz eğer kalbimizde en ufak allaha karşı itikat bozukluğumuz olsa burda tevessülün yardım istememiz elbette küfür olacak ben inanıyorum ki siz burda sadce tevessülü böyle zannedenlere karşı yazdınız gerçek olan elbette herşeyi sebbeler üzerine yaratan yaratıcı onu bilmemiz tanımamız kulluğu bilib teslim olarak yaşamak gerekir bizlerde diyoruz ki paylaşımlarınızda inşallah allah cc karşı iman ettiğimiz hususlarda daha dikkatli paylaşımlarımız olursa daha doğru bir yardımlaşma olacak allaha emanet olun
| |
11 Ocak 2012, 14:47 | Mesaj No:26 | |
Durumu: Medine No : 13966 Üyelik T.:
27Haziran 2011 | Cevap: ""Tasavvuf/Tevessül/Reddiye"" Alıntı:
sayın lisam,yardım derken sadece Allahın edebileceği yardımı kullarından istersek doğru olmayıp insanı islami daireden çıkarmaya götürür,hayır diyorsanız fatihadaki Yalnız senden yardım isteriz,dedikten sonra namazdan çıkıp sadece Allahın yardım edebileceği durumlarda velevki peygamber olsun kullardan talep etmek namazda dahi yalan söylediğimize işaret etmez mi. İnsanların arasındaki birbirlerinden yardım etmeleri,iş güç ve verdiğiniz doktor örneğinde olduğu gibi hastalanınca doktora gideriz ama doktor bize şifa verdi dersek burda doktoruda rab edinmiş oluruz.doktor bi sebebtir,ilaç bi sebebtir,ama bu sebeblere gidildiği halde günü gelmedende şifa bulan olmamıştır.şifayı verenin Allah olduğunu unutursak Allah a şifa konusundada ortak koşmuş oluruz.yani şifadada meşru olan haktır. Başka bi konuda örneğin siz ölmüş bi doktorun kabrine gidip veya ona rabıta edip,yetiş ya doktor deyip ondan yardım edmesini ister misiniz.bizim münazara ettiğimiz ve meşru olmayan dediğimiz ve insanı islam dininden uzaklaştıran YARDIM şekli bu yöndedir diyor ve delillerini kuran ve rasulullahtan veriyoruz.Bazı insanlar kendilerince Allahın velileri,veya peygamber varisi veya mürşit veya gavs dedikleri kişiler özelde onları bağlasada genelde toplumsal bi islamı yansıtamadığı gibi rasulullahın mekek dönemindeki müşriklerin nasıl ki atalarının ölmüş salih olanların putların yapıp ve her bir puta ayrı bir misyon yükleyip bu putları ARACI kılıp Allaha yakınlaştırma ve yardımda aracı kullanıyor gibidir,ve ne gariptirki her kabilenin PUTUDA AYRIYDI,bir diğer kabile ,başka bi kabilenin aracı kıldığı puta yönelmediği gibi başka kabilenin putunada itibar etmiyordu,aynı cahiliye bu günde az bir farkla şu an mevcut..Bu mekkedeki salih[mürşit],saydıkları atalarının putlarının örneğin,biri Şifa,biri bereket,biri,şefaat, vs adında 360 özellikte put vardı kimin ne ihtiyacı varsa,o özellik yüklenen puta yöneliyor ve yardım[ARACI] kılıyordu. Daha sonra rasulullah bu müşrik toplumu LAİLAHE İLLALLAHA ÇAĞIRINCA,hepsinin en çok şaşırdığıda şu cümleleri di,sen bizi TEK BİR İLAHA MI çağırıyorsun,evet mekke müşrikleri bunu diyordu halktan tutun otoriteyi elinde bulunduran üst düzey yöneticilerine kadar hepsi bunu diyordu ve hatta yönetim kadrosu rasulullaha ,biz 360 dan fazla bi putla bu halkı zor durduruyorken sen sadece bir tene diyorsun bu akıl alacak iş değil. ve bizde rasulullahı örnek almış kuran müminleri olarak bu tür şirk yönelişinde olanları rasulullahın çağırdığı gibi TEK İLAHA ÇAĞIRIYORUZ,bu çağrıyı yapmaktan ve bu çağrıya uymaktan onur ve şeref duyuyoruz... Bırakın diyoruz kendiside muhtaç olan kullardan yardım ,şefaat,vb istekleri ve bu kullar rasul dahi olsa her kulun muhtaç olduğu tek ilahtan istemek TEVHİDİN aslıdır..Rasullerde böyle yapmıştır veli dediklerinizde peygamber varisyse böyle yapsın ve sizide böyle yönlendirsinler o zaman..
__________________ önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ... | |
Konuyu Toplam 2 Kişi okuyor. (0 Üye ve 2 Misafir) | |
Benzer Konular | ||||
Konu Başlıkları | Konuyu Başlatan | Medineweb Ana Kategoriler | Cevaplar | Son Mesajlar |
EŞİNİ "EV"E BAĞLAYAN ve Evi "Mutluluk Yuvası" Yapmayı Başaran Kadınlar | KuM TaNeSi | Evlilik-Nikah Konuları | 17 | 28 Ocak 2020 15:05 |
""Müşrikleri Tekfir Etmemek/Onların Kafir Olduklarından Şüphe Etmek"" | kamer34 | Tevhid Ve Şirk Konuları | 9 | 14 Mart 2014 00:27 |
""Tasavvuf/Büyüklerinin/Şirkleri"" | kamer34 | Tasavvuf-Tarikat | 52 | 12 Kasım 2013 17:38 |
""Tasavvuf/Şefaat/Reddiye"" | kamer34 | Tasavvuf-Tarikat | 3 | 22 Aralık 2012 00:49 |
""Mealciliğe Reddiye"" | kamer34 | Tevhid Ve Şirk Konuları | 4 | 18 Şubat 2011 13:11 |
.::.Bir Ayet-Kerime .::. | .::.Bir Hadis-i Şerif .::. | .::.Bir Vecize .::. |
|